“hissizleştiğimi biliyorum. her gün farklı şeyler yaşanıyor ama ben hiçbirine sevinemiyorum, üzülemiyorum, tepki veremiyorum. hislere içimizdeki pervaneler deseydik, duvarlara çarpa çarpa parçalandı derdim aslında.”
kırk küsur gece. göğsünün tam üzerindeki aynı mevzuyla uzandın hep o yatağa. affedecek bir şey buldun, kalkacak mecal buldun da kendini sığdıracak yeri ayarlayamadın.
seni bir küfür gibi aklımdan çıkarmıyorum. düştüğüm o çukuru, takıldığım o taşı, tükürdüğüm o kanı, hatırlıyorum bir gün senin uğruna gururu söküp etimden yüzüme kapanan o kapıyı çalışımı. ben aşığın değil, korkağınım senin. gözlerimi kaçırmıyorum bu defa çünkü bu, gördüğüm ilk savaş değil.
aslansın, kaplansın sana bir şey olmaz diye diye seni alıp yüksek bir dağın zirvesine bıraktılar. düşsen tutanın yok, seslensen duyanın yok. gördün eli olmayanı, kulağı duymayanı, bakıp görmeyeni. bu kez kalbini dikmeyeceksin. sen zaten dağları seversin. seversin yalnızken bağırmayı, çakılıp çakılıp kendini sınamayı. ne yere sığındın ne de göğe. bir dağın başına çiviledin kendini. o dağ yürümedikçe kıpırdamayacaksın.