Kalbinizi kirlettiğiniz, aslında bomboş bir ego peşinde koşarken aşk sandığınız, sevginizi de kendinizi de tamamen kaybettiğiniz şu günlerde çoğumuzun fikri dahi olmadığını bildiğim bir şeyler anlatacağım size.
sevgi nedir?
Hepimizin aklında farklı şeyler canlandı biliyorum ve en basit haliyle de anlatıyorum.
Bence aşkı anlayamazsınız, tanımlayamazsınız.
O deli aşkın insana bir kere uğradığına inananlardanım ben. Sevgi hep yaşanır, ölçütü sınırı yoktur. Ama aşk tek birinde yaşanır ve ona aittir. Sadece daha önce yaşamadığınız için bilemezsiniz. Aşk masalları dinleyerek büyürsünüz. Aklınızda hayaller kurarsınız. Düşünürsünüz; belki yıllarca neyi beklediğinizi bilmeden onu beklersiniz işte. Sonra bir gün birisi çıkar karşınıza. Anlayamazsınız. Farklı gelir. Acaba dersiniz, beklediğim o mu? Ne gariptir ki karşınıza çıksın diye yıllarınızı verdiğiniz şeyin karşınızda olma ihtimali bile ürkütür sizi. O an korkarsınız. Ama öyle farklı bir korkudur ki bu siz kaçmaya çalıştıkça daha da içinde bulursunuz kendinizi. Ayaklarınız size sormadan "ona" yürümeye başlar. Gözleriniz başkasına bakmadan yanlızca "onu" arar. Burnunuz o tanıdık kokuyu daha iyi alabilmek için hassaslaşır mesela.
En çok da kalbiniz..
Hükmünüzün sıfıra yaklaştığı, bazen elinizi koyup neden bu kadar hızlı atıyorsun diye bol bol kavga edip kızdığınız anlarda nolduğunu anlayamadan hemen sonrasında onun küçük detaylarını incelerken bulursunuz kendinizi. İlk önce kirpiklerini farkedersiniz. Sonra gözlerine uzun uzun bakmaya başlarsınız. Gözlerinin yansımasından kendinizi görmek, sizin bu hayattaki en büyük mutluluğunuz olur birden. Bazen konuşmazsınız, konuşmak istemezsiniz. Yanlızca oturup gözlerini izlersiniz. Keşke dersiniz,
Keşke orda yaşasam...
Bu hayatta kurulabilecek tüm cümlelerden ve verilebilecek tüm sözlerden daha özel, daha güzeldir.
Çıkartmazsınız aklınızdan. Yanınızda olsa da olmasa da gözünüzü kapattığınız an aynı yansımayı görürsünüz.
En canlı renk paletinden daha fazla rengi yaşatır size o kahverengi gözleri.
Sonra sağ gözünün üstündeki yara izini fark edersiniz. Kızarsınız kendinize, çok kızarsınız. Neden küçükken onu koruyamadım, diye düşünürsünüz. Üstünden yılların, geçtiği belli belirsiz olan o ize dokunamazsınız. İlk başta canınız yanar. Onun belki hatırlamadığı o acıyı içinizde yüzlerce kez hissedersiniz.
Zamanı geriye almak istersiniz ama yapamazsınız.
O fark etmez ama elinizden tek gelen şey her seferinde ufacık öpmektir. Onun için değil kendi kalbinizdeki acıyı almak için öpersiniz orayı,
Geçicekmiş gibi
Dokunmaya kıyamadığınız dudakları vardır mesela. Dokunmayı geç, ne kadar zaman geçerse geçsin bakmadığınız, utandığınız, mimiklerini ezbere bildiğiniz yüzü, sinirlendiğinde sakinleşmek için aldığı nefes olmak istersiniz.
Belli etmeden gülümsemeye çalıştığı anlarda hemen yukarı doğru kıvrılan dudak kenarlarını görüp saatlerce öyle kalasınız gelir.
Güneş vurduğunda gözünüze çarpan o kahverengi saçlarıyla oynarsınız. Misler gibi kokar.
Öyle gariptir ki ona sarılmak; dışarıda kıyamet kopsa siz yine beşiğinde uyuyan bir bebek gibi hissedersiniz. Korur, kollar. Öyle büyük bir güç, öyle büyük bir güvendir ki o yıkılmazsınız, yıkamazlar sizi.
Bazen arkanızda durur, size cesaret verir. Bazen yanınıza gelir, sizin elinizi tutar ve destek olur. Bazen de sizden önce yola koyulur, sizi korur. Yorulmaz. Yorulsa da size belli etmez.
Ama en sonunda bir an gelir.
O her şeyi, herkesi karşısına alan insanın biraz dinlenmeye ihtiyacı olur. Küçük bir bebekten farksız bakışlarıyla gelir yanınıza. Bazen mahçup, bazen tedirgin. Anlamak istersiniz ama konuşturamazsınız onu. Açarsınız kollarınızı yanınıza, kafasını göğsünüze saklar. Orda biraz ağlar belki. Sımsıkı sarılır size. Her an gidecekmişsiniz gibi dakikalarca.
Anlaşmak için konuşmaya ihtiyaç duymamak, hissetmek..
Kalbiniz artık "onunla" öyle bir bütündür ki, kederi de sevinci de o hissedince hissedersiniz.
Beraber büyürsünüz.
Çok kırarsınız.
Çok da kırılırsınız.
Ama günün sonunda yarayı açan da kapatan da aynıdır.
Sayamayacağınız kadar anı biriktirirsiniz beraber. Şarap gibi anılar; zaman geçtikçe tatlanan, değerlenen.
Arada şöyle bir oturur konuşursunuz. Gözleriniz dolar. Hatta, neler yaşamışız, dersiniz. Tam o sırada elinizde olan eli görürsünüz. İyiki yaşamışız, der.
...
Gözlerinizi kapatırsınız.
Bazı geceler uyuyo numarası yaparsınız. Kalkıp üstünüzü örtüp uyandırmaktan korkarak başınızdan öpüp kaçar. Hiçbir örtünün ısıtamayacağı kadar içinizi ısıtan tek şeydir o uyku. Bazen uyanır gibi olur ve gözünüzü kısarak bakarsınız. Sizi izlediğini görürsünüz.
İlk günkü bakışınızı onun gözlerinde, tam aynısını görürsünüz işte tam o an.
5 notes
·
View notes
Bir tüy kadar hafif, bir ahır kadar büyüğüm.
60 at bile beni yerimden kaldıramaz.
Ben neyim?
+
Ben dünün bugünü takip ettiği yerdeyim,
Ve yarın bunların ardında.
Ben neyim?
+
Akabilirim, ama yürüyemem.
Nereye gitsem düşünceler hemen arkamdan gelir.
Ben neyim?
+
Cennet ve Cehenneme açılan kapıların önündesiniz. Bu kapılarda bir şey yazmıyor. Her kapının önünde konuşan bir papağan var. Papağanlardan biri her zaman gerçeği öbürü ise hep yalan söylüyor. Hangi kuşun hangi kapının önünde durduğunu bilmiyorsunuz. Kuşlardan birine Cennet e açılan kapıyı tespit etmenizi sağlayacak bir soru sorma hakkınız var. Kuşlardan hangisine hangi soruyu sorardınız?
+
Bir adam size “Sana söylediğim her şey yalan” derse doğru mu yoksa yalan mı söylemektedir?
Bilmeceleri seven ve her zaman bilmece gibi konuşan biri olarak önümüzdeki 1 hafta kafayı nereye yoracağım belli oldu. Bana çok önerilen ve sonunda bir dostumun zoruyla okumaya başladığım aynı zamanda Mart ayının 3.kitabı olan Zihni Geliştirmenin 101 Yolu'ndan alıntı olan bu bilmeceler zihinsel çarklarımızı çalıştırmamızı sağlayacakmış. Normalde kişisel gelişim kitaplarını sevmem ama yine de belki bir iki şey kapabilirim hayatımı daha yaşanılır kılmak için diyorum ve okumaya geçiyorum.
3 notes
·
View notes