Tumgik
aysisii · 4 years
Text
Ya az bile kalıyorsa?
Efsaneye göre; Nuh Peygamber zamanında,insanlar doğru yoldan sapmış,düzen bozulmuş,Tanrı’ya isyan etmişlerdi.Tanrı,bunları cezalandırmayı kararlaştırmış ve Nuh Peygamber’e bir gemi yapmasını emretmiş.Herkes onunla alay ediyor,başlarına gelecek felakete bir türlü inanmıyorlamış.Derken geminin yapımı bitmiş,tufan kopmuş.İlahi emir gereğince yer yüzünde bulunan bütün canlılardan, erkek-dişi birer çift gemisine alan Nuh Peygamber ile ailesi ve iman eden bazı yakınları kurtulurken,“tufan olursa, ben bir dağa sığınırım” diyerek gemiye binmeyen bir oğlu ve Tanrı’nın gazabına uğrayan insanlar yok olmuş. Bu hikayeden herkesin aynı dersi çıkardığına eminim ama bilirsiniz biz “ileride bunlar nerede işimize yarıyacak ki yaa?” diyerek derslerden kaçan bir nesiliz..Bak gördün mü ne oldu şimdi?!  Her insanın içinde yaptığı bir eylemin mutlaka cezasının da olacağı bilinci taşıdığını biliyor muydunuz? “Bugün çok güldüm yarın kesin ağlayacağım”,”keyfim çok yerinde kesin kötü bir şeyler olacak”,”fırtına öncesi sessizlik bu her şey daha beter olacak!” gibi niceleri bunun bir kanıtı niteliğinde.Peki bu kadar küçük olaylarda bile cezalandırılacağını düşünen insanoğlu asıl ayıplarının cezasından neden çekinmiyor? Başımıza gelen felaketlerin sorumluluğunu bir insana yakışır şekilde kendi üstümüze değil “2020″nin üzerine yüklemek elbette işin kolay kısmıydı.Ancak içten içe bunu hakketiğimizi biliyorduk.İçimizden bir ses “Belki de olması gereken bu.İnsanoğlu yüzyıllardır kendisini tanrılaştırıp dünyanın hakimi olmaya,insanlara hükmetmeye çalıştı.Doğayı emrine sunulmuş köleden başka bir sey olarak görmedi.Bunu hakettik!” diyordu.Aslına bakarsanız doğal seleksoyunu bu zamana kadar fazlaca gördük,duyduk.Nuh Tufanı Efsanesi günümüze kadar ulaşmıs en iyi örneklerden biridir.Bu nadide yaşamı haketmeyecek kadar vahşiydik ve elbette ki bir “reset” gerekliydi, bunu zaten biliyorduk..     “Dünya oluşalı 46,İsa doğalı 5 saniye geçti.” diyor Carl Sagan.Neredeyse mikrosaniyelik ömrünüzü doğaya ve kendinize sevgi ve saygıyla geçirmeniz;mutlak bir döngü içerisinde olduğumuzu unutmamanız dileklerimle bir sonraki yazıda görüşmek üzere dostlarım esen kalın..🍀❤
71 notes · View notes
aysisii · 4 years
Text
1 Paragraf farkla büyük boy değişim ister misiniz?
Merhaba dostlarım! Bugün sizlerle beni üzen bir olay üzerine dertleşelim istedim.Bu olay her ne kadar bireysel bir sıkıntı gibi dursa da yakın ölçekte baktığımızda toplumsal bir tabloyla karşılaşıyor olacağız.    Yazılarımı yayınlamaya başlayalı 1 hafta olmasına rağmen sizlerden yazılarımı beğendiğinize dair büyük bir ilgi görmek beni gerçekten çok mutlu ediyor ve buna minnettarım.Bunun yanında çok güzel mesajlar alıyorum.Ancak bu mesajların bir çoğunda ortak bir istek dikkatimi çekti.Büyük bir çoğunluk yazılarımı çok uzun bulduğunu,biraz kısa tutmam gerektiğini söylüyordu.Ve evet bunun bende farkındaydım.Böyle bir mecrada yazılarımı kısa tutmalıyım diye yazmaya başlarken her seferinde bunu bende kendime hatırlatsam da yazı bir şekilde uzuyor,3 paragraf ve belki daha fazla oluyordu.Günümüz yazarları bile (Kendimi hiç biriyle kıyaslamak kesinlikle haddime değil) dertlerini bazen 1 kitap boyunca anlatamıyorken,ben nasıl 2 paragrafta anlatabilirdim ki?      Evet artık hız çağındayız ve “kimselerin vakti yok,durup ince şeyleri anlamaya”.Evet,farkındayım.Ancak artık bir başka meselenin daha farkındaydım.Bundan bir kaç yıl öncesine kadar “milletimiz kitap okumuyor” dedikleri zaman insanların yazarları beğenmedikleri için okumadıklarını ve bir nevi protesto ettiklerini,toplumu ilgilendiren bir sanat beklediklerini ve düzelmesini umduklarını;belki de kitap fiyatlarını çok pahalı bulduklarını ve aslında okumak istediklerini ancak kitaplara ulaşamadıklarını düşünürdüm.Ancak meğerse sorun neymiş biliyor musunuz? Kitaplar çok uzunmuş! Bu duruma gülmekten kendimi alıkoyamıyorum bir türlü.Ancak benim Polyanna’lığıma mı gülüyorum yoksa yazılı eserlere karşı ağlanacak tutumumuza mı gülüyorum hala bir çözüme varabilmiş değilim.       “Kitap okuyun” diye öğüt verecek halim yok zira her kitabın bir şeyler kazandırdığına inanmıyorum.Ancak olur ya “hepimiz yalnızız bu dünyada” diye bir düşünceye kapıldığınızda,”mutluluğumu paylaşabileceğim bir tek dostum yok” diye düşündüğünüzde,ağlayacak bir omuz aradığınızda ya da dayanacak bir duvara ihtiyacınız olduğunda sırtınızı kitaplara yaslamaktan çekinmeyin dostlarım,düşmezsiniz.Başka bir yazıda görüşene dek esen kalın..🌸
35 notes · View notes
aysisii · 4 years
Text
Güzellik 101
Merhaba Arkadaşlar eminim bugün yine birilerinin kanalına hoş gelmişsinizdir! Ve eminim o kanalların bir çoğunda anlatılanları (ki konular genelde hep aynı olur) güzelce notlar alarak “Nasıl daha güzel olurum?” sorusununda içinde olduğu kafanızdaki pek çok soruya yanıt bulmuşsunuzdur(!).Evet bugün sizlerle güzellik kavramını tartışacağız.     Uzun zamandır evlerinde olan diğer herkes gibi bir sabah benimde kafamda “yeni şeyler öğrenebilir,kendimi geliştirebilirim!” ampulü yandı ve hangi türde kendimi geliştirebilirim diye bir araştırmaya koyuldum.Önce izlediğim belgesellerden birinin konusunu seçerek o alanda kendimi geliştirmeyi,sonra İspanyolca gibi yeni bir dil öğrenerek yeni kültürler öğrenmeyi düşündüm.Vakit geçtikçe kafamda yeni alanlar beliriyor ve bir türlü doyuramadığım ruhum sürekli yeni fikirlere aş eriyordu.O anda kafamda bir öncekinden daha sönük (floresan gibi) bir başka ampül yandı.Dünya tarihinin görüp görebileceği en büyük karantina durumuna şahit oluyorduk ve eminim benim gibi düşünen binlerce ve hatta milyonlarca insan vardı.Onlardan bir fikir edinebilirim umuduyla Twitter,İnstagram ve Youtube şeytan üçgeninde bir seyahate çıktım.İlk ikisinde aradığımı bulamamış olmanın burukluğuyla Youtube’a tıklamamla zamanda bir kara delik yaratmam bir oldu.E tabi heyecanlanmadım değil.Her dilde her konuda içerik yer alıyordu! Çoğu eski videolardan oluşan tonlarca video izledikten sonra kafamda bu defa rengi kırmızı-beyaz olan bir ampul daha yandı.Peki bizim ülkemizdekiler neler yapıyordu? Şeytan üçgenimizin önceki iki kolundan öğrendiğim “fenomen”leri araştırmaya başladım.İçlerinde iyi içerikler üretip  sunan çok az kişinin yanı sıra aynı içeriğin lacivertini ortaya koyan yığınla içerik üreticisi vardı.Buradaki ilginç bir ayrım dikkatimi çekti.Çoğunlukla erkek fenomenler oyun oynamayı;kadın fenomenler güzel görünmeyi öğretiyorlardı.Oyun oynarken bölümleri geçemeyince oyun portallarına bakan biri olarak (hey gidi günler..) bu durumu çok yadırgamasamda,varlığı göreceli olarak değişen bir şeyin öğretisi bana çok tuhaf gelmişti.”Al bu fondoteni yüzüne sür.” “Neden?” “E..böyle çok daha güzelsin!”       Rivayet odur ki bir gün padişah huzuruna Mecnun’u çağırtır ve sorar "Oğlum bu ne hal,bu nasıl bir aşk böyle?" der.Mecnun “Öylesine güzel ki,çöllerde yanmamak kavrulmamak mümkün değil” deyince padişah dayanamaz bu defa Leyla’yı çağırtır huzuruna.Leyla gelir,e tabi bizim Mecnun görür görmez nefes almakta zorlanır,aşkından kıvranmaya başlar.Padişah görünce şaşkınlığını gizleyemez "Oğlum bu mu senin uğruna çöllere düştüğün Leyla,bunun neresi güzel?” deyince Mecnun “Sen birde onu benim gözümden görsen!” der. Eee.. hani nerede bu hikayede Leyla’nın Make-up Routine’i,fondoten numarası? Size Leyla’nın fondöteninin markasını söyleyemem ama bir çıkarımda bulunabilirim.Gönül kimi severse,aşk kimde güzelse güzel odur! Şimdi tabi burada “sevgili bulmak için güzel olmak” tarzı bir çıkarımdan bahsetmediğimi anladığınızdan eminim.Diyorum ki kalbin güzel olsun,gözün güzel baksın varsın yüzünde izler,yaralar,bereler olsun dilin güzel olsun,kulağın güzeli işitsin işte bu her şeye yeter! Bunları ne kadar konuşsak,ne kadar tartışsak,ne kadar farkında da olsak ben biliyorumki birbirimizi bu çukura itip, ardından toprağı atanlar da yine bizlerin ta kendisiyiz.(ki buna bir başka yazımda ayrıca değineceğim.)        Bir gün bir hocam şöyle bir şey söylemişti “Şu an bizi birbirimizden ayıran ne var? Bak şu kızlara hepsi aynı,bak şu oğlanlara hepsi birbirinin aynı! Unutma,testinin dışı ne kadar güzel olursa olsun,kırdığında içi boşsa dışının hiç bir değeri kalmaz.” Haklıydı da.Kılıflarımızı süslemeye öyle kaptırıyoruz,kendimizi başkalarıyla öylesine yarıştırıyoruz ki testilerin içlerini doldurmayı unutuyor ve hatta bazen o testinin amacını dahi unutuyoruz.Peki tüm bunlar ne için? Birinden aferin duymak için mi? Kendi uydurduğumuz yarışlarda birinci olmak için mi? Yoksa kendimizi diğerlerine kıyasla güzel bulup mutlu hissetmek için mi? Gülünce gözlerinin içi parlamayan birinin kirpiği daha kıvrık dursa kaç yazar!       Siz siz olun testiyi doldurmayı yani bu hayatı yaşamayı ihmal etmeyin dostlarım.Ne kadar boyasan,ne kadar şekil vermeye çalışsan testi yine testi! Güzelliği onun varoluş nedenini değiştirmeyecek.Öte yandan kimse zaten sizin testinizi beğenmeyecek.Nerede görülmüş yarış alanında rakiplerin birbirini övdüğü!? Hoş sohbetinize gelen de zaten elinizde bir testi var mı yok mu görmeyecek.Ve bana kalırsa sırf bu nedenden siz zaten o yarışa hiç dahil olmayın dostlarım.        Değerinizin izlerinizden,yaralarınızdan,saçınızın rengi,dudağınızın boyasından daha fazla olduğunu unutmamanız dileklerimle.Bakınız ne demiş ünlü halk ozanımız “ Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa..”🎈
58 notes · View notes
aysisii · 4 years
Text
Bir siyahi ve beyaz bir gün bara girerler..
Merhaba dostlarım! Malumunuz dünya gündemi bu aralar pek bir yoğun ve diğerlerinden farklı olarak bu kez (tıpkı bir açık büfe gibi) ne ararsanız var.Doğal afetler,salgınlar,gök taşları,iç savaş,ekonomik kriz...Bizler her ne kadar bütün bu olanlardan “2020 yılı″ kavramını suçlu buluyor olsak da bana sorarsanız buradaki suçlanması gereken yegane şey “insan”ın ta kendisidir.Yüzyıllardır insanoğlu pek çok suç işledi.Suçtan kastımın birini öldürmek ya da hırsızlık yapmak olmadığını biliyorsunuz ama tuhaftır ki bunları yapanlarda vardı ve hala varlar! Öte yandan insanoğlunun işlediği suçlar da bunlardan geri kalır değil.Ağaç kesmenin adam öldürmekten;doğal güzelliklere beton dökmenin hırsızlık yapmaktan ne farkı var? Size üzücü bir haber vermek üzereyim..İnsanlar artık bu suçlara alıştı ve yapmıyor olsalar dahi yapanlara da seslerini çıkarmıyorlar.Ancak içlerinde bir tanesi var ki karşı çıkıldıkça yapılmaya devam ediyor..”Irkçılık”.Evet bugün ki yazımda dünyanın asıl salgın hastalığı,aşısı bir türlü geliştirilemeyen pandemisi olan ırkçılıktan bahsedeceğim.     Küçükken kendimi çok güzel bir kız olarak görmez ve okuldaki arkadaşlarımın alay konusu olunca kendimi dış dünyadan soyutlamaya çalışırdım.Çoğu zamanımı evde geçirir,bilgisayar ile uğraşır,videolar izlerdim.Bir gün internette bir linkten ötekine atlaya atlaya dipsiz bir kuyuya doğru yol aldığım sırada bir masala denk geldim.Masalda bir ördek ailesi içlerinden bir tanesi çirkin olduğu için dışlıyor ve aradan zaman geçip o çirkin yavru güzel bir kuğu olarak gelip onunla dalga geçenlere ağzının payını veriyordu.Bu masalın yazarının okuyan çocuklara vermek istediği mesaj açık bir şekilde “bakın,çirkinseniz üzülmeyin bir ihtimal bir gün sizde güzel olabilir ve sizinle dalga geçenlere ağzının payını verebilirsiniz”di.Ve okur okumaz içimde bir hırs oluşmuştu,bende öyle olmalıydım! Ardından bu masalı biraz daha araştırmaya karar verdim.Masala ilişkin videolar ve resimler buldum ancak bu görsellerde benim okuduğum masalda yer almayan ufak bir ayrıntı gizliydi.Bu bizim çirkin ördek yavrusu siyahtı! Yani meğerse siyah diye çirkin görülüp,”ailesi” tarafından bile dışlanıyordu.Bu bir çocuğa verilebilecek en berbat mesajdı!  Ama işin acı tarafı haklıydı.Ben bile bulunduğum coğrafya standartlarına göre oldukça esmer sayıldığım için bu tarz dışlayıcı bakışlara ve sözlere maruz kalıyorsam siyahi bir çocuğun maruz kaldıklarını hayal bile edemiyordum...    Araştırdıkça aslında bunun bütün nedenin nesiller boyu var olan ve neredeyse DNA’larımıza işlenmiş olan dini ve kültürel bazı imgelemeler olduğunu farkettim.Eminim “beyaz” kelimesini duyunca hepinizin aklına saf,temiz,meleksi ve huzurlu imgeler gelirken;”siyah” deyince kötü,şeytani,kasvetli imgeler ve hatta belki de kedi kesen tipler geliyordur! Bilinçaltımızda ki bu lanet imgeler yüzünden beynimizdeki tartı mekanizması beyaza doğru yönelmeye başlıyor.Kendisini eğitmeyi bilen,okuyup,araştıran ve iyiliğin veya kötülüğün insanın ten renginde değil kalbinde saklı olduğunu;teni siyah olandan değil kalbi siyah olandan korkmak gerektiğini bilenler bu mekanizmayı devre dışı bırakabiliyor ki biz bu kişilere “insan” diyoruz.Diğer taraftan bu tartıyı doldurdukça dolduran,kendini ten renginden dolayı üstün zanneden “kara cahil”lere ise ...şimdi bir şey derdim de..neyse.     Benim gibi Uzakdoğu felsefesine meraklıysanız “Yin ve Yang”ı eminim duymuşsunuzdur. Yin ve Yang evrenin ve doğanın işleyiş düzeneklerini anlatan bir öğretidir ve birbiri peşinde dönen siyah ve beyaz bir çember ile imgelenir. Yin Yang felsefesine göre doğadaki her şeyin bir zıttı vardır.Bu iki zıt güç olmadan düzen ve hareket mümkün değildir.Bu durum pek çok yerde işlenmiştir öyle ki Avatar:The Last Airbender isimli çizgi dizinin bir bölümünde üstünlük taslamaya çalışan bir Amiral tarafından Yang öldürülür ve Ay kararır yani düzen mahvolur,sonra yana yakına Yang’ı geri getirmeye çalışıyorlar o ayrı mesele.Bu tarz öğretilerin en sevdiğim yanı asla değişmemesi ve her çağın yanlışına göre bir ders vermeye devam etmesidir.Yin ve Yang’ın asıl öğretisi “her kötünün içinde bir iyi,her iyinin içinde bir kötü vardır” olarak kabul görsede günümüzdeki öğretisi “Her beyaz iyi değil,her siyah kötü değil” olarak çevirebiliriz.Ama bana kalırsa bu öğretinin asıl amacı “dışarıdan görünen renklere aldanma,kalbin yansıttığını gör”dür.      Ten renginiz ister siyah,beyaz,kahverengi ve hatta mavi olsun,kalbinizdeki toz pembeyi asla kaybetmemeniz dileklerimle..🤎🖤💗
60 notes · View notes
aysisii · 4 years
Text
Selam Dünyalı Biz Dostuz!
   Eminim başlığı okuduktan sonra pek çoğunuzun aklına parmaklarını V şekli yapıp gülümseyen,gri,kısa ve büyük siyah gözlü yaratıklar geldi.Evet bende yazarken onları düşünmedim değil ancak bugün bahsedeceğim “uzaylılar”  uzayda değil dünyada yaşıyor olacaklar.    Bugünlerde pek çoğunuzun olduğu gibi benimde uyku düzenim mahvolmuş durumda.Bu sebeple sabah geç kalktım ve mutfağa doğru yol aldım.Ben mutfağa girdiğim an annem de balkondan mutfağa doğru adım atmıştı.Bulaşıklıkta el yordamıyla bulduğum cam bardağı su içmek üzere çeşmenin altına götürürken annemin suratında muzip bir gülüş yakaladım.Ben sormaya kalmadan o anlatmaya başladı.Efendim 1-2 yıl evveldi yan komşumuz ile aramızda tatsız bir muhabbet dönmeye kalmamıştı ki taşınıp,yerlerine yeni kiracı bulmuşlardı.Bugün ise eski komşularımız yenilerini ziyarete gelmişler (ya da teftişe) annemde balkondan onları izliyormuş.”Selam verdin mi?” diye sorduğumda pek tabii “ben selam vermem onlara” adlı müzikale davetiye kazanmış oldum,neyse.Ardından kahvaltıya oturduk,konu değişti ve annem bu defa geçenlerde bir yerlerde ufo görüntülendiğini,varlarsa neden hala bizimle iletişime geçmedikleri hakkında konuşmaya başladı.Kafamdan geçen ilk soruyu anneme yönelttim.”Yan komşuna selam vermiyorken başka gezegenlerdeki uzaylılarla mı konuşmak istiyorsun?” Suratı elinden şekeri alınmış bir çocuğa dönüştükten hemen sonra şu cevabı verdi “ama onlar başka gezegenden!”     İletişim, iletilmek istenen bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir.Yani kısaca “selam,naber?”,“iyi senden naber?” muhabbetidir.Ama biz bu kadar basit bir olayı bile gerçekleştirmeye eriniyoruz.Çünkü neden? Onlar bu dünyanın uzaylıları! Hayır,hayır.İletişim kurmuyoruz çünkü acımızı anlatırsak güçsüz görürler,pişmanlığımızı anlatırsak zayıf sanarlar,mutluluğumuzu paylaşırsak leke sürerler zannediyoruz.Biz yanlış anlaşılırız korkusuyla konuşmuyoruz.Yani biz suya girmeden,boğuluyoruz.      Diliniz konuşmaya,aklınız düşünmeye ve kalbiniz sevmeye hiç çekinmesin efendim.Başka bir yazıda görüşmek üzere..🧡👽     
68 notes · View notes
aysisii · 4 years
Text
Merhaba
Merhaba. “Merhaba”nın Farsça’da “benden sana zarar gelmez” anlamında olduğunu eminim duymuşsunuzdur.Bu nedenledir ki konuşmalarıma “merhaba” diye başlamaya özen gösteririm.Zira günümüzde en çok aradığımız (daha ziyade ihtiyaç duyduğumuz) yegane şey güvendir.Peki ama her merhaba diyene güvenebilir miyiz? Annelerimizin bizlere küçükken anlattığı masallarda da kötü niyetli kişiler “benden sana zarar gelmez” diyerek kötülük etmiyorlar mıydı? Ağızlar her ne kadar “merhaba” dese de,sanırım bazı kalpler bunu duymazdan geliyor olsa gerek;bu kadar kötülüğün başka bir açıklaması olamaz.. Kişisel Blog’umu kuralı yaklaşık 10 dakika olmuş ve ben hala ekranla bakışıyordum ki blog yazım rehberi tarzı bir şey ile karşılaştım.Orada söylenene göre bu ilk yazımda kendimi tanıtmalı ve hangi amaca hizmet edecek şekilde bir şeyler yazacağımı sizlere anlatmam gerekiyordu.Bunu okur okumaz içimde bir daralma hissettim.Ve o an farkettiğim şey işte tam olarak buydu.Bu zamana kadar her ne yapıyorsak, o yaptığımız şeyi neden yaptığımızı başkalarının görebileceği şekilde bir kalkan gibi taşımaya alıştırılmıştık.Hatta işler öyle bir raddeye gelmişti ki yaptığın şeyin bir nedenini söyleyemiyorsan “deli”,”kendini bilmez”,”yolunu kaybetmiş” gibi sıfatlara maruz kalıyordun.Yani “markete gideceğim” dediğin biri “neden” diye sorduğunda cevabın muhakkak ki bir amaca yönelik olmalı ve büyük ihtimalle “ekmek almaya gidiyorum” demelisin aksi taktirde dolaşmaya ya da evlerden ırak, hava almaya gidiyor gibi görünebilirsin,aman allahım! 🙄 Bütün bu üzerime bakan gözler her ne kadar elimde bir pankart taşıdığımı ve orada “korkmayın saldırmaz çünkü kurulmuş bir kurşun asker gibi, kafasında planladığı amaca yönelik rotayı seyrediyor” yazmasını bekleselerde ben o pankartı elime bile almayacağım. Evet blog yazıyorum çünkü canım öyle istiyor diyeceğim.
Amaçlarınıza taktığınız tasmaları açıp çimenlerde keyfince oynadığını göreceğiniz günlere;bir başka yazıda görüşmek üzere…🙋‍♀️
52 notes · View notes