Tumgik
epifizz · 4 days
Note
Ahh be epi nerelerdesin? İyiysen iyiyim diye ses ver.
İyiyim iyiyim, halimi hatırımı soran merak dolu çok soru gelmiş hepsi için çok teşekkür ederim öncelikle. Tek sorudan genel bir cevap vereyim istedim. Başka türlü de çok soru gelmiş dilim döndüğünce cevaplamaya çalıştım, atladığım olduysa ya da sürçü lisan ettiysem şimdiden çok özür dilerim. Sağlıcakla kalın :)
2 notes · View notes
epifizz · 4 days
Note
"Kendini bulmak" sence nedir epi? Ya da doğru bir ifade şekli midir? Nedir yani bu kadar abartılan durum?
Camus'nün deyimi ile bilinçli insanın yönelimliliği ile bilinçsiz evrenin umarsızlığı arasında çıkan bir gerilimin sonucu bu "abartı". Ve bu anlamda kendini bulmak bir konum ataması anlamında okunabilir. En nihayetinde bulmak konumsal bir problemdir dilsel olarak. Bir kozmoloji tasarı ile evrenin varsayılan yönelimi içerisinde kişinin "ben hangi konumdayım?" diye sormasıdır çoğu örnekte. Bu bazen kökensel bir öz anlatısı bazen tarih üstü bir varılacak noktanın ifadesi de olabilir ve bu anlamda hem kurulan kozmoloji anlamında hem de ifadenin statikliği (bulmak sabit bir noktayı varsaymak bakımından statik kalmakta) anlamında bence pek de doğru sayılmaz.
Ancak kişi kendisini bir temel olarak farkına varırsa ve bunu bireysel inşa süreci olarak görürse bence bu daha doğru bir ifade olur. Ancak o zaman kişinin kendini bulmasından değil, kendini kurmasından söz edebiliriz.
5 notes · View notes
epifizz · 4 days
Note
Sana çoğunlukla din içerikli sorular soruluyor epi sanırım insanların en çok bu konuda kafası karışık. Bildiğim kadarıyla sen inançsızsın bu olayı daha da ilginç kılıyor :)
Aynen durduk yere Lisan al Gaib olduk. Sonumuz Paul abime benzemesin.
Şaka bi' yana bunun üzerine de düşündüm bu da bence İslam dininin kurumsal olarak noksanlığından kaynaklanıyor olabilir. Şahsen ben İslamın bu açıdan Katoliklikten daha iyi olduğunu düşünüyorum ki ortaçağda İslama özgürlükçü karakterini kazandıran da buydu bence. Ancak merkezi bir iktidarın da böyle konularda artısı oluyor yoksa bölgesel cemaatler gibi sıkıntılar ortaya çıkabiliyor maalesef. Yine bir kurumsallaşma sorunu gibi bu durum bence ;)
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Her agnostik bir ateisttir sözü ne kadar doğru sence?
Bence oldukça yanlış. Hatta bilgi nesnesiyle girilen ilişki bakımından teizmin ateizme çok daha yakın olduğu söylenebilir. En nihayetinde ateizm teizmin x önermesini yanlış kabul ediyor, öte ki de doğru kabul ediyor. Bunlar aynı düzlemde konumlanmış ve zıtlık bakımından birbiriyle bağlantılı görüşler. Agnostik bir bakış ise bambaşka bir zeminde hareket ediyor çünkü bu kategoriyi bilgi sisteminde bilinemez olarak işaretleyip tamamen dışlıyor. Bu dışlama ile doğruluk ya da yanlışlığın belirsizliği yine yepyeni bir paradigmada konuşma olanağı yakalıyor.
Şöyle örneklenebilir belki, tanrı kavramı Aquinas'da ne kadar merkezi ise onun anlamsal hayaleti bakımından Nietzsche'de de bu kavram oldukça merkezidir. Ancak mesela Laplace'in matematiksel üretimi karşısında Napolyon'un tanrının bu eserin neresinde olduğu sorusuna karşılık verdiği: "Açıklamamda bu hipoteze ihtiyaç duymadım" cevabı oldukça agnostik bir cevaptır ve bu yolla yepyeni bir paradigma üzerinden konuşmayı olanaklı kılan bir unsurdur.
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Sizce Türkiye'nin en büyük sorunu nedir ?
Yani elbette bu sorunun cevabı sorunun öznesi kadar kompleks ve katmanlı bir cevabı gerektirir özünde. Sonuçta kelime bazında Türkiye tek bir nesneymiş gibi dursa da oldukça kolektif ve yüksek etkileşimli ve tarihsel olarak da oldukça hareketli bir yapıdan bahsediyoruz. Ancak tek bir en büyük sorun söylemem gerekse ben bunun başında "kurumsallaşma" sorununu koyardım.
Peki kurumsallaşma sorunu nedir? Bu çeşitli devlet merkezli organizasyonların şekillenmesi ve kendi içsel sistemini kurarak faal hale gelmesini ifade eden bir kurum inşasıyla aynı şey değildir, elbette bu anlamda da kullanılabilir ancak benim bahsettiğim sorun bu değildir. Türkiye'de birçok kurum var en nihayetinde ancak bu sorun daha çok bir zihniyet sorunudur. Zihinsel olarak çeşitli kurumların mevcudiyetinin o kurumun içsel sisteminin üst ve soyut bir yapı olarak zihindeki kabulüdür bahsettiğim. Zaten bir kurumun asıl meşrutiyeti onu kabul edenlerin zihninde başlar. Ancak Türkiye'de bir kurumun temsili daha çok bir paravan gibidir hep. Esasında oturmuş bir kurumun kendisi bir misyon üzerinden hareket eder ve onun uygulayıcıları bu misyonun vizyonunu paylaşarak kuruma aracı bir güç olarak çalışır. Örneğin hukuk kurumunun amacı olabildiğince en adaletli düzeni sağlamaktır ve onun uygulayıcıları da bu vizyonla bu kurumun işlemesini sağlayan aracılar, araçlardır. Ancak Türkiye örneğinde örneğin hukuk kurumu adalete dönük bir araçtır ve uygulayıcılar araç olarak bu kurumu kullanır, bu sebeple kurum üstsel bir algının ifadesini değil ancak çeşitli konseptlere dönük eylemlerde bireylerin eylemlerini örten ya da ona doğru kanalı sağlayan bir paravan halini alır. Kurumsallaşmış bir sistemde bireyler kurumlarda elbette değişim yaratabilir ancak yine de o kuruma tabi bir zihniyetin dışına pek de taşamaz, ancak kurumsallığın noksanlığında bireyler her sistemi değiştirebilir yarım olarak zihinlerde kurulmuş konseptlerin çevresinde her şeyi eğip bükebilir.
Bu zihniyet sorunu politik bir sorundur ancak politikacılara has değildir, bu sorun tüm toplumun içine işlemiş bir sorundur. Bu konuda örnek vermek gerekirse toplumca kurumların işleyişleri hep yükümlülükler ve aşılması, açık aranması gereken şeyler olarak algılanır. Bu sebeple Türk toplumunda zeka algısı genelde kurnazlığa, açık bulmaya çok endekslidir, bireyin kurumu aştığı senaryoları yücelten bir zihniyet vardır. Bunun tarihsel açıklaması nasıl yapılır bilmiyorum ancak belki İç Anadolu'daki köylünün ta İstanbul'daki devlet kurumuyla sadece vergi mükellefliği ve yasaklar üzerinden karşılaşması ve kurumdan gelecek olan bir hizmet anlayışı geliştirmemesi ile ilgili olabilir. Elbette monarşiler genelde pek hizmet anlayışı ile çalışmamışlardır o yüzden bu Osmanlı'ya has bir açık gibi durmaz ancak Avrupa'da feodal beylerden başlayan sonrasında burjuva sınıflara taşınan sendikalar ve localar, kurumlar arası iletişimde birey kurum arasında konumlanarak kurumları bireye hizmete zorlamışlar ve nasıl bireylerin kurumsal temsiliyetini sağlamışlarsa bireyde de kurumların temsiliyetinin yolunu açmışlardır, Türkiye tarihinde eksik olan şeylerden birisi de budur. Mesela genel olarak Türkiye'nin algısında olan Alman disiplini esasında kurumların kabulüdür.
Kurumsallaşma sorunu denetimde aksaklık kadar temsiliyette de aksaklıkla sonuçlanır. Bu yüzden politikacıların merkeziyetçileşmelerinde ve kendi çıkarlarına odaklanmalarında gerçek bir engel bulunmaz, hatta iktidar değişince kurumların hizmet ettikleri misyonlar da değişir adeta. Bunun yanında temsiliyet sorununda olduğu gibi birey hak arayışında bir birlik hissedemez, bu birlik noksanlığı aynı zaman bir bütün algısında da noksanlığa işaret eder ve kişiler şehir hayatındaki toplu yaşama uyum sağlayamaz. Vatandaştaki kurumsallaşma noksanlığı aynı zamanda politikayı rasyonel çıkarlar ilişkisi yerine inançlar ve duygusal kararlardan oluşan irrasyonel karmaşık bir ağa sokar. Elbette kurumsallaşma noksanlığı birçok şeyin kaynağı olduğu gibi birçok temel noksanlığın da sonucunu ifade eder ancak dediğim gibi böyle kompleks bir özne için verilebilecek en tek-biçim cevap da en az öznesi kadar katmanlı ve kompleks olabilir.
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Daha önce çok sorulmuştur ama ara form konusunu biraz anlatabilir misin çünkü evrime inanmayan kim varsa hep bu konuyu öne sürüyor.
Evrim bir inanç unsuru değildir diyerek başlayalım öncelikle. Ara formun öne sürülmesi ilginç geldi çünkü evrimin mevcudiyetini en iyi ortaya koyan kanıtlardan biridir ara formlar aslında. Ancak insanlar genelde "bu gün niye ara from yok?!?!?" diyor genelde, bunun da iki iç içe cevabı var aslında:
Ara form nesiller arası spektrumda gözlemlenen bir şeydir. Yani yaşadığımız dünyanın insan ömrü içinde özel bir bakteri popülasyonu izleme merakın yoksa direkt bir değişim görmek mümkün değildir pek. Büyük zaman sıkalasında bir başlangıç ve bitiş belirlediğinde bu nesillerin arasında gözlemleyeceğin bir şeydir bu sebeple faal değil aslında tarihsel bir kavramdır bu.
Ancak şu doğrudur bazı dönemler nesiller arası değişimler daha keskin ve daha belirgindir. Mesela kambriyen patlamasındaki tür çeşitliliği ve değişimler adeta bir "patlama" halindeyken şimdiki hamamböceklerine bakınca 300 milyon yıl önceki hamam böceği ile neredeyse aynıdır. Bu da bizi ikinci nedene ve evrimin bir başka mekanizmasına getirir, Koinophilia.
2) Koinophilia bir çeşit karşı evrim mekanizması gibidir ama elbette evrimin temel ilkesi olan adaptasyon ile uyumludur. Eğer bir tür bir bölgede yaşamını sağlıklı sürdürüyorsa genelde tür içindeki canlılar cinsel seçilimde benzer özellikteki canlıları seçmeye eğilimli olur. Ve bu yolla zaten adaptif olanı olası mutasyon risklerinden koruyarak olası nonadaptive varyasyonu baskılarlar. Yani evrim mekanizması eğer doğal seçilim baskısı az ise tür içi varyasyonun sabitlemeye yöneliktir çünkü işe yarayan bir şeyi kim niye değiştirmek istesin. Şayet eldeki işe yaramayınca ve seçilim sert bir hale gelince o zaman olası "sıçramalar" ve dolayısı ile bu sıçramanın tekrar denge noktası ile başlangıç noktası arasındaki ara formlar meydana gelir. Bu mekanizma tür içi fenotipin benzerliği de açıklar aynı zamanda. Mesela tüm flamingoların bize aynı gelmesinin sebebi, cinsel seçilimin yönünün bir küme içine yönelik olmasındandır. Benzer şekilde farklı ırklardaki insanların da benzer gelmesi (flamingo kadar bize uzak olmadıkları için çok daha çeşitli gelse de kendi popülasyonumuza kıyasla daha benzer gelirler) de aynı sebepledir. Peki bu mekanizma nasıl işler? Cinsel seçilimde eş tercihi genelde popülasyonun ortalamasına yakın davranışlar ve fenotipler lehinde seçilme eğilimi taşır. Bu günümüzde dahi böyledir. İnsanlar mesela ortalama yüzleri daha çekici bulma eğilimindedir. Bu husus ilginizi çektiyse detaylarını bu makaleden okuyabilirsiniz :)
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Türklerin müslümanlığa geçişi gerçekten anlatıldığı gibi sorunsuz mu oldu bu konuda bir bilgin var mı?
Yani bu tartışmalı bir konu ve bunun cevabını verecek yetkinlikte değilim. Bence iranlılarla tamamen kan dökülmemiş bir tarihimiz var da diyemeyiz, tamamen vahşet üzerinden bu dine geçtik de diyemeyiz. İnancın korku politikası çünkü o inancın halihazırda içindeysen işe yarayan bir şey oluyor genelde. Aksi takdirde hristiyanlık Roma'nın yönetici dini olmadan absorbe edilirdi mesela. Ya da temsilcisi olduktan sonra Anglo-Sakson ve Germen dünyasının Roma ile tamamen kansız bir din değiştirme süreci olduğunu iddia etmek ile tamamen kıyım üzerine kıyım olduğunu iddia etmek kadar yersiz. Bu şeyler hep gride yürüyor düşündüğümüz kadar radikal olmuyor genelde. Ve birisi dinin duygusal hassasiyetlerini politik güç için hep kullanmayı başarıyor.
Ancak dediğim gibi bu nasıl ne şekilde olmuş tüm ayrıntılarını bilecek yetkinlikten çok uzaktayım ben.
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Vicdan dediğimiz şey tam olarak nedir epi? Bir arkadaşım vicdan tanrının varlığına işaret olabilir demişti ama ben pek oturtamadım.
Arkadaşın mantıksız olmayan bir noktadan bakmış bence. Vicdan iyi olana bağlanma şeklimiz denebilir bence. Bu inançlı bir kişi için iyinin de kökeni olan tanrı olarak okunabilir elbette. Ancak bu zorunlu değil, bir başkası için iyi aklın sunduğu en pragmatist ve aynı zamanda hümanist yol olabilir örneğin. Hatta her inançlı kişi için bu zorunlu değildir, çünkü tanrı ahlakın da üstünde olarak iyi ve kötünün ötesinde konumlanarak iyiyi yalnızca ona yönelme hali olarak almak da olasıdır. En nihayetinde vicdan önce bir iyi tanımını içerir bence, faal iken de bu tanım çerçevesinde takınılan tüm tavırları kapsar. Bu sebeple en güzel tersinden özetlenir bence vicdan: Vicdan, kişinin kendindeki cehennemidir.
2 notes · View notes
epifizz · 4 days
Note
Evrim algoritmasını basit bir şekilde nasıl anlatırsın?
Evrim ile evrim algoritması baya farklı şeyler, en azından benim tahayyülümde. Evrim algoritmasını en basit şekilde dna'nın sürekliliğini koruma "isteği" olarak anlatırım herhalde. Evrimi ise nesiller arasında popülasyonlardaki varyasyon değişimi olarak ifade ederim. Çünkü evrimi pek niyetli bir şeymiş gibi ele almayı şahsen hiç sevmiyorum.
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Uzaya çıkan ilk Türk astronotu olayı hakkında ne düşünüyorsun. Bunun bize ne gibi faydaları olacak sence ya da bir faydası olacak mı?
Geç cevap verdiğim için olay güncelliğini yitirdi tabi özür dilerim öncelikle. Yani hangi program ve misyonla gönderildiğini bilmiyorum ancak uzaya çıkmak için hazırlık eğitiminden geçmiş ve kalkış prosedürlerini bizzat deneyimlemiş biri bu uğurdaki eğitimler için bile bir fayda sağlayacaktır herhalde. Ama dediğim gibi sadece politik bir gösteri de olabilir inan hiç bilmiyorum bu konuyu.
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Çok fazla distopik hikayeye konu olmuştur medeniyetin çöküşü. Peki medeniyet bu kadar kırılgan bir yapıya mı sahiptir epi?
Medeniyetin bizi getirdiği nokta piyasa kuklası yaşlı bir bunak ile, kgb artığı bir diktatörün girebileceği nükleer kodların hemen sınırında. İki cambazı da taşıdığına göre bir dirayeti var şüphesiz, ama ne kadar sağlam bu urgan?
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Station 11 izledin mi epi bence tam senlik bir dizi.
Ekledim listeme, teşekkür ederim ;)
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Göremediğimiz Tüm Işıklar diye bir dizi izliyorum orda fiziken resmedilmeyen bir karakter var ve hep gerçekleri anlatıyor onu sana benzetiyorum. Tabi izlemediğin için ne saçmalıyor bu anonim diyorsun haklısın:))
Teşekkür ederim, ancak ben yalnız fikrimi söylüyorum o da sizin gerçeğinize tekabül ediyorsa ne mutlu. Çok da değil ama, gerçeklerimiz çakışsın ve tartışalım da çok isterim. Zenginlik çarpışmalarda yatıyor gibi daha çok :)
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Merhaba sevgili epifiz acaba hiç kuranı baştan sona okudunuz mu merak ettim. İçinde astronomik biyolojik coğrafik bilgiler olduğu bilimin şimdi söylediklerini ta o zamandan söylediği iddia ediliyor.
Okumadım, teolojide kaynak metinler ikincil kaynaklar kadar ilgi çekici olmuyor genellikle. Savına gelirsek, bu dünyanın en klasik savı ve yıllardır da bana soruluyor, aynı cevapları vermek istemediğim için değişen bakışımla da biraz farklı bir cevap vermeye çalışacağım.
Öncelikle hermenuetik her din için önemli ve elzem bir uğraştır, o din kurumunun güncelliğini korumaya ve dini esnek tutmaya yarar. Ve Kur'an da yoruma açık yorumlama ile anlaşılan bir kitaptır. Bu sebeple risaleler islam külliyatında oldukça geniş bir yer kaplar ve yorumlar da yorumlayanın mevcut bilgisi nezdinde pekala şekil değiştirecektir, bu oldukça doğaldır. Mesele günümüz yorumlayanlarının bu günün bilim paradigması ile olumlu cümleler bulması değildir. Çünkü Umberto Eco'nun da gösterdiği gibi yorum ile her şey, her şey ile bağlanabilir, çünkü doğrulamanın bir üst sınırı yoktur. Bu yüzden günümüz paradigması doğrulama ile değil yanlışlama ile çalışır, yani oradaki sözlerin denetimli bir ortamda test edilebilirliği ne ölçüdedir, asıl mesele budur. Bu sebeple bir alimin günümüz paradigmasına karşı bu yorumu pekala anlaşılabilirdir ancak geçerliliği asla belirli değildir bu yüzden din bir bilgi değil bir inanç meselesidir.
Bu da benim asıl konuşmak istediğim noktaya getiriyor bizi. Din ve inanç ilişkisini doğru kurmak oldukça önemlidir. Yani eğer kuran bu gün söyleneni söylüyor o zaman allah var diyorsan burada elinde olan şey inanç değildir. İnanç Kierkegaard'ın "eğer tanrıyı görseydim, ona inanamazdım" derkenki haletiruhiyesinde filizlenen özdür. İnanmak için kanıt mı arıyorsun? Ancak kanıtla inanmak o şeye değil kanıta inanmaktır, şimdi ben senin haksız olduğunu kanıtlarsam allah yok mu olacak? Hayır, hala ona inanabilirsin o zaman kanıt sadece özünde inançsız bir inancın kendini sağlama çabasıdır. Asıl inanç Yunus-i bir dil ile bir aşk gibidir, direkt yaratana yöneliktir aracısızdır ve onun var olması gerektiği için değil ya da var olmasına ihtiyaç olduğu için değil o şeyin direkt ve doğrudan var olduğuna inançtır ve bu sarsılabilir bir şey değildir, bu test edilebilir ya da kanıtlanabilir bir şey değildir. İnanç doğrudandır ve tüm evrenin temeli olarak merkeze gelen kabuldür. Şimdi senin bana söylediğin bu şeyde merkezinde din mi var? Hayır bu günkü bilim paradigmasını gerçeklik saymışsın ve kuran onunla uyumlu diye onu da gerçeğe dahil etmek istiyorsun. Bilimin paradigması değişkenliğe açıktır ve o da başka bir temel sunusudur. Sen kendini başka bir temelde varsayarak öbürünü kanıtlamaya çalışırsan sadece koşullara inanırsın. Bu ayrımı şöyle örnekleyebiliriz. İki kişi düşün, bu iki kişi de insan öldürmüyor. Biri hukuki yaptırımlardan alacağı cezalardan çekiniyor öteki ise insan öldürdükten sonra içinden bir şey kopacağını, bir daha asla temizlenemeyeceğini ve rezil bir varlığa dönüşeceğine inanıyor. Şimdi bu iki insandan gerçekten hangisi insan öldürmenin kötü olduğuna inanıyor? Senin buradaki tavrın da bunun gibi, bilim paradigmasıyla uyumlu diye inanmak bir şeydir, bir de tanrının kendisine yalnızca kendisinden ötürü inanmak bir şeydir. Bu yüzden bu tarz iddialar bir kurum olarak dine olmasa bile inanca sadece zarar verir. Bu önerme, inancın kanıtlanamaz özünü hileci kanıtlanabilir bir şeymiş gibi göstererek bu günün bilgi dünyasına girmeye çalışan bir karışımdan ibarettir. Ve bence bu inancın özünden, gerçek özünden fersah fersah uzaktadır.
1 note · View note
epifizz · 4 days
Note
Seni tekrar buralarda görmek mutluluk verici hoşgeldin :)
Hoşbulduk :))
0 notes
epifizz · 4 days
Note
Yokluğun stabil ve mutlak olmayışı Lawrence Krauss un ortaya attığı bir iddia bu konuda ne düşünüyorsun? Şöyle bir yazı okudum evrenin yok oluşu filmin sonu olamaz yokluk varlık yaratmak durumunda. Bizi meydana getiren mekanizma sonsuza kadar vakti olduğu için sonsuz kereler tekrar ve tekrar varolacağız.
Bu iddiadan biraz daha fazlası. Kuantum araştırmalarında bildiğim kadarı ile bir bölgenin nötr olması o bölgenin toplam negatif ve pozitif etkileşimlerinin toplamının 0 olduğunu söylüyor aslında. Yani bir yokluktan değil dinamik bir dengeden bahsediyoruz burada. Yani hiçlikte negatif ve pozitif parçacıklar oluşup birbirlerini tekrar yok edebiliyorlar ve bu hiçlik olarak ifade edilen evren dışının yüksek entropili olması ile oldukça uyumlu bir bakış. Ve bu elektron-pozitron çifti ne kadar düşük enerjili ise yok oluşları da sonsuza kadar gitmekte. Basitçe bu gerçeklik ışığında entropinin düştüğü ve bunun şişme etkisi yarattığı durumlar oldukça düşük enerjili ve bizim alışık olduğumuzun dışında zamansız ve sonsuz bir hiçlikte ise sonsuz bir evren oluşumunu varsayıyor. Ve sonsuz dizilim içerisinde aynı şeyin tekrar tekrar olması ya da ufak farklarla sonsuz kere olması ihtimali de sonsuz. Bu durum böyle değilse bile mevcut bilgimiz şu an bize bu manzarayı sunuyor ve ne kadar çılgınca olsa da ilginç bir şekilde tüm fizik bilgimiz ile oldukça uyumlu. Ve bu sonucu reddetmek için pek bir sebep yok elimizde.
1 note · View note
epifizz · 4 days
Note
Merhaba epi gelecekte dinlerin durumu hakkında ne düşünüyorsun varlıklarını devam ettirebilecekler mi sence bir de dinler varken bu haldeysek dinler olmadan hiç altından kalkamayız diyebilir miyiz?
Buradaki ön kabullerinin beni sevk ettiği yeri sevmedim, hiçbir ön kabul olmadan başlayalım istersen. Öncelikle dinler bize ne sağlar, çok temel bir antropolojik soru. Dinler bize etik bir sistem, daha geniş sayıdaki toplulukları düzenleme şansı ve anlamsal bir kurgu ve bir kimlik sağlar. Senin dinler olmadan altından kalkamayacağımızı düşündüğün kısım sanırım anlamsal kurgu ve ahlaki kaos ile ilgili anladığım kadarıyla. Ancak ahlak yalnızca teoloji kaynaklı olmak zorunda değil, hukuk kurumuna yüksek saygıyla, hümanist ideoloji ile ve ekonomik bir dünya görüşüyle de insan bir ahlak çizebilir, işin içinde teoloji olmadan. Anlam kurgusu için ise genel bir şey sunamam çünkü anlamın bireyin ötesinde tasarısı olabileceğini düşünen biri değilim. Ancak Camus gibi tamamen bireyin kendine dönük ve kendine göndermeli anlam kurgusunu yapabilen insanlar varsa bu bireysel örneklerin kaideyi gayet bozduğunu söyleyebiliriz diye düşünüyorum.
Şimdi rasyonel baktığımızda tıpkı potivisitlerin baktığı gibi din kurumunun tamamen yok olacağını düşünmek lazım. Çünkü hukuk gibi, ideoloji gibi, ekonomi modelleri ve çeşitli felsefi tasarılar ve en önemlisi (kozmoloji kurgusu açısından) bilim gibi sistem ve paradigmalar varken din kurumu oldukça boşta gözüküyor. Ancak 80'lerden sonra yükselen mistik açlık krizi tarihin ve insanın hiç de rasyonel hareket etmediğini bize hatırlatıyor. Ancak dinin bu geri dönüşünün dinin 500 yıl önceki anlamıyla olmadığını da hatırlamak lazım. Din artık tamamen bireysel anlam ve arayışlarla ilgili bir şey haline geldi çünkü toplumsal otoritesi başka kurumlarca çok daha etkili bir şekilde idare edilebilir halde artık. Yine de insanlar anlam krizlerinde bireysel bir açıklama ya da inşa yerine bir sistem sunusu ve dahiliyesini çok daha fazla istiyor gerçekten. Bu yüzden dinlerin gittikçe kurumsuzlaşan bir kurum olacağını ve daha tiyatral ve romantik bir hale geleceğini düşünüyorum ben şahsen. Tıpkı yoganın bu günkü konumu gibi. Tabi bu günün dinlerinin tamamen ebedi bir eğlenceye dönüşüp yarı ölü bir kültür olarak kalacağını düşünen de hiç az değil ama dediğim gibi yakın tarih bu fikre pek izin vermiyor. Yine de dinin bir krizi engellediğini düşünmüyorum, daha çok o krizi geçiştirme konusunda güzel bir işlem görüyor gibi. Bu elbette benim görüşüm ve herkese uyarlamak pek doğru olmaz sanırsam.
2 notes · View notes