"Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu."
Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: Buraya kadar! dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, daha önce haber vermiştik derler. Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik.
Öç almayı, kendi çıkarlarını korumayı bilen insanlar bunu nasıl yaparlar dersiniz? Varsayalım, böyleleri öç alma duygusuna kapılsalar, benliklerinde bu duygudan başka her şey silinir. Kudurmuş boğalar gibi boynuzlarını öne eğerek ileri atılırlar. Onları ancak karşılarına çıkan bir duvar durdurabilir.
,,,
İşte ben içi dışı bir insanı, onu özene bezene yaratan, sevecen doğa ananın görmek istediği gibi, gerçek normal insan sayarım. Böyle bir adamı kıskanmaktan kendimi yer bitiririm. Aptal olmaya aptaldır, böyle değildir diye sizinle tartışmayacağım, ama ne bileceksiniz, belki de normal adamın aptal olması kaçınılmazdır.
“Küstürmeyin insanları hayata. Sonra her şeyden vazgeçiyorlar. Yaşamaktan, güzel olan her şeyden. Bir odada yalnızlığı; bir dağ başında kalmayı, bir adada mahsur kalmayı, nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar. Küstürmeyin işte bazı insanları.”
“Bak milena, ‘en çok seni seviyorum’ diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, ‘sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla’ dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.”
“Seni seviyorum ama isterdim ki bu senin karnını doyursun, yaranı onarsın, üstünü örtsün, hiç olmadı bir cam pencere açsın, içine su serpsin, sırtın okşansın ve sen uyurken etrafa göz kulak olsun. Oysa hiç bir şey yapmıyor. Yani seviyorum ama bunun bu kadar oluşu beni kırıyor.”
“Allie’yi seviyorum,” dedim. “Ve şu an ne yapıyorsam, onu seviyorum. Seninle oturmayı, konuşmayı, bu zımbırtıları düşünmeyi ve...”
“Allie öldü. Bunu hep söylüyorsun! Birisi ölmüşse filan, cennete gitmişse, artık...”
"Öldü, biliyorum! Bilmediğimi mi sanıyorsun? Ama onu yine de sevebilirim, değil mi? Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de, hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?”
Bizim Phoebe bir şey demedi. Söyleyecek bir şey bulamazsa, tek bir lanet söz etmez zaten.
“Bu çok çok gerçek bir şey! Kesinlikle öyle. Neden olmasın ki? İnsanlar hiçbir zaman bir şeyin gerçek bir şey olduğunu anlayamıyorlar. Bu lanetlikten bıktım artık.”
"Uğruna bir şeyler yaptığınız için pişman ettirmeyecek insanlar için çabalayın, sizin verdiğiniz bütün emekleri görmezden gelen nankör insanlar için değil. çünkü bir şeye boşa emek verdiğinin farkına varmak kadar kırıcı bir şey yok."