Tumgik
la-isla-anita · 2 years
Text
21922 - yakmakistediğimevlervar
Tumblr media
Bugün İzlem’le karmadan söz ettik. İlahi adaletten. Şartları eşitleme arzumuzdan. Bir şeylerin insanların yanına kâr kalmaması gerektiğinden. Başımıza bir şey gelmeyecek olsa, kimlere ne işkenceler yapabileceğimizden. Onu bir sandalyeye bağlar, bedenine her gün bir miktar kezzap döker, karnını deşip son günlerini bağırsaklarının yarısı dışarı sarkmış halde geçirmesini sağlar, kolay bir ölüm lütfetmez, günlerce, saatlerce acı çektirirdim. Hıçkıra hıçkıra ağlayışını, ölmek için yalvarışını dinleyerek uykuya dalmak ne güzel olurdu; dünyanın en tatlı ninnisi. Yakmak istediğim evler var. Paramparça etmek istediğim insanlar. Ama evde oturup kahve içiyor ve sadece normal hissedebileceğim günün gelmesini bekliyorum.
21.9.22
5 notes · View notes
la-isla-anita · 2 years
Text
20922- karsuvebirtakımdelirmeler
Tumblr media
Çok güzel bir şarkı çalıyor arkadan. Karsu. Reloading my mind. Kadife gibi bir ses. Sarsın, sarmalasın ruhumu ve biraz olsun unutayım beynimi sızlatan her şeyi istiyorum. Keşke bu kadar basit olsa. Bir şarkı, bir film, birkaç ilaç ve birkaç sayfa kitap sayesinde arınabilsem ne var ne yoksa içimi karartan. Ama olmuyor. Zihnimde sürekli dönüp dolaşan cümle, -sonunda senin olacağını bilsem, bir yedi yılı daha yalnız geçirmeyi bile kabul ederdim- ve ardından üç gün bile geçmeden bir başıma bırakılışım. Üzerinde ‘erkekler kapatılsın’ yazan bir tişört ile yollara düşmek ve karşıma çıkan her erkeğe orta parmağımı kaldırmak, ne harika bir delirme şekli olurdu.
20.9.22
4 notes · View notes
la-isla-anita · 2 years
Text
19922x
Tumblr media
Bugün canım hiçbir şey yazmak istemiyor. Bugün canım hiçbir şey yapmak istemiyor.
19.9.22
4 notes · View notes
la-isla-anita · 2 years
Text
19822 - sekiz
Tumblr media
Bugün tam iki ay olmuş. Bunu fark etmek biraz canımı sıktı, zira üzerinden bu kadar zaman geçtiğinin farkında değildim. Birkaç haftadır kötüyüm diyordum. Birkaç hafta sonra geçip gidecek. Ama takvim, tam sekiz haftadır kötüsün diyor. Tam sekiz hafta önce o kapıyı suratına çarptılar. Sekiz hafta oldu anahtar kilitte döneli. Sekiz haftadır elindeki her şey zorla alınmış, mutsuz, çaresiz bir çocuk gibi oturuyorsun yerinde. Bugün tam iki ay olmuş. Tam iki ay.
18.9.22
1 note · View note
la-isla-anita · 2 years
Text
17922 - todolist
Tumblr media
‘Hayatı kocaman bir yapılacaklar listesi olarak görmek.’
Dünden beri bu cümleyi düşünüyorum. Kendimi uykuya, tembelliğe, boşluğa bırakmamak için her gün doldurduğum o listelere benziyor. Ancak sanki bu listenin maddeleri tarafımdan yazılmamış, tamamlamak için ne yapsam olmuyor ve her bir maddenin önünde boş bir kutucuk. Merhabalar, ben Anita. Yetersizliğin ete kemiğe bürünmüş hali. 17.9.22
0 notes
la-isla-anita · 2 years
Text
11922-günce
Tumblr media
Kadıköy'de bir kafede Şeyma'yı bekliyorum. Sırf Vasantha bir şeyler üretmemi söylediği için bilerek erken geldim mekana, ki birkaç satır da olsa karalayabileyim. En son liste yapmak dışında bir motivasyonla elime kalem alışım, o boktan cumartesi günüydü. Kusmazsam ölecekmiş gibi hissediyordum çünkü isimdeki korku, kaygı ve her şeyin üzerine kalın bir toz tabakası gibi çökmüş olan belirsizlik, kaldırabileceğimden çok daha fazlaydı. Cumartesiyi içimi kağıtlara boşaltarak, pazarı ise o boşluğu şarapla doldurarak geçirdiğim o hafta sonu. On iki yıl sonra tekerrür eden tarih. Bu defa aşık bile değildim. Bu defa çocuk bile değildim. Peki neden aynı şeyleri hissediyorum anne? Çünkü o zamandan beri ilk defa biriyle ilgili hayaller kurdun kızım. İlk defa bir gelecek düşledin. Planlar yaptın. Bir rota çizdin. Annem haklı. Anneler çoğu zaman haklı. Ben ise haklı olmanın nasıl olup da hiçbir şeyi değiştirmediği üzerine kafa yoruyorum bu aralar. Haksız ve kötü adamların nasıl hayatlarına muazzam bir rahatlıkla devam edebildiklerini merak ediyorum. Dün M ile buluştuk. Kansermiş. İçinde kanser, yüzünde hep o tanıdık ifade ve üzerinde her zamanki gibi hangi metal grubuna ait olduğunu asla bilmediğim bir tişörtle karşımda otururken, benden daha rahat, benden daha güçlü, benden daha yaşam doluydu. Ben ise günlerini çok çirkin olmak, zengin olamamak, yuva kurmamış olmak gibi saçma sapan şeylere ağlayarak ve uyumayı savaşmaya tercih ederek geçiriyorum. Saatlerce M'i dinledim. Yeter artık, daha ne anlatayım bilemiyorum, dese de, sanki karşısında hiçbir şeyden bahsetmeye hakkım yokmuş gibi hissettim. Belki de sessizliğimi sıkıldığıma yormuştur. Oysa ki sadece utanıyordum. Kendimden. Dertlerimden. Güçsüzlüğümden. Oysa onun da söylediği gibi, kimisi için kırılan bir tırnak, başkası için bir ebeveynin ölümünün verdiğinden çok daha büyük bir acı verebilir. Vasantha bana acımı, üzüntümü, öfkemi kucaklamamı, bunları hissetmeye hakkım olduğunu söyledi. Ve gözlerimin sadece ürettiğim şeylerden söz ederken ışıldadığını. Tam da o sebeple, İstanbul'daki son günümde, canım Şeyma ile buluşacağım yere yarım saat erken geldim ve bunları karalıyorum. Çünkü masadan kalkacak cesaretim yoksa, oyunu sürdürmeyi öğrenmek zorunda olduğumu biliyorum.
11.9.22 Kadıköy/Kütük
2 notes · View notes
la-isla-anita · 2 years
Text
kapı-17722
Tumblr media
Kapılarla bir problemim var. Her gece mutfaktan odama dönerken daire kapımız kapalı mı diye kontrol ediyorum. Bazen bir tekrar yetiyor. Bazen her geçişimde elim tekrar kapı koluna gidiyor. Tabii ki var bir sebebi. Tabii ki gözyaşı dökmeden başlamıyor böyle takıntılar. Onu hatırlıyorum. Kendi evinin kapısını açtıktan sonra vuruluşunu. Cenazesinde bir gelin kadar güzel olduğunu. O günden beri kapının ardı hep korku bana. O günden beri hiç kimse, kendi evinde bile güvende değil.
Sabaha karşıydı. Bir mesaj kaç kez okunabilirse, o kadar okudum. Sayısız satırdan aklımda kalan sadece iki kahverengi kelimeydi. O iki kahverengi kelimenin zihnimde açtığı odalar. O odalarda otuz üç senedir biriktirdiğim tüm o kara cümleler. O iki kelimenin tercümesi o odalardaki cümlelerin toplamına eşitti çünkü. Dünyanın en kibar insanının elinden, bir kadeh zehir.
Hep söylerim , aşk arabesktir.
Güçsüz olmaktan nefret ediyorum. Aciz anlarımda kendimi terk etmek, bir yabancı gibi çekip gitmek istiyorum. Nefesim her azaldığında. Yanaklarım her ıslandığında. Tek odağım iğne yemeden nefesime kavuşmak. Salt güçsüzlük. Düpedüz acizlik. Bir kadını arıyorum. Kadın kadının yurdu. Kadın kadının nefesine hakim. Şimdi sakin ol, belki yanlış okuyoruzdur, şimdi nefesini yavaşlat, şimdi bana güven. Öyle değil. Öyleyse de dert değil.
Gün geçiyor. Gün geçmek zorunda. Görülecek insanlar var. Anlatılacak dersler. İnsan kimliğimi bir kenara koyup, sadece öğretmen oluyorum bir süreliğine. Gözlerim balon gibi. Öğretmenim, bugün yorgun görünüyorsunuz. Ve gece olduğunda, gece olup da kendimle kaldığımda başlıyor her şey bir daha. En yakın arkadaşım arıyor. Bir şey mi oldu? Nereden anladın, diyorum. Yıllardır anlıyorum ben seni, diyor. Çok fazla fotoğraf paylaşmışsın. Ve tekrar kaleme kağıda uzanmışsın. Doğru söylüyor. Beni yıllardır, belki de benden daha iyi tanıyor.
Diyorum ki kapı. Diyorum ki beni evinden çıkarıp kapıyı kapadı. Diyorum ki ben orada dururken döndü anahtar delikte. Ben kilitli bir kapının ardında kaldım. Ben zihnimin kırmızı odalarında birikmiş ne var ne yoksa hepsinin altında kaldım. Ben bir kez daha kalmıştım tam da bu noktada. Sonrası iyi değildi. Yine iyi olmayacak. Bana yine aynı şeyi yapacaklar. Ben on iki sene önce, en güçlü halimde bile kaldıramamıştım bunu. Ben sonrasında dönüştüğüm o çok daha güçsüz halimle bunu bir daha yaşayamam Ekin. Aynı şey olursa, ben artık ayağa kalkamam. Konuştukça anlıyorum. Bu beni tetikledi. Ben on iki senedir ilk kez böyle hissediyorum. Konuştukça berraklaşıyor durum. Konuştukça görüyorum. Nur topu gibi bir travmam varmış meğer benim. Ben bu ana, bu dakikaya dek bunun bir travma olduğunu bile bilmemişim. Ekin, diyorum sonra. Ekin. Farkına vardığım şeyi söylerken kekelemeye başlıyorum. Ama ne kekelemek. Hayatımda ilk defa. Dakikalarca, ağzımdan çıkan her kelimede kekeliyorum. Kekeledikçe korkuyorum. Ekin, neden korkuyorum?
Bu fark ediş anı neden bu kadar sarsıcı, bunu görmek neden bu dehşet hissi yaratıyor anlamıyorum. Açıp o dönemde yazdığım satırları okuyor ve görüyorum ki, aynı şey yaşanmadığı halde, harfi harfine aynı hisleri tecrübe ediyorum. Ekin, ben galiba yirmi bir yaşıma ağlıyorum.
Kapının bir yanı korku. Diğer yanı yalnızlık. Buz gibi fayansların üzerinde, yalın ayak bekleyen ben. Avuçlarımda panik, ceplerimde özlem.
Keşke beni şu dünya gözlerimle bir kere mutlu görsem.*
17722
edirne  
2 notes · View notes
la-isla-anita · 5 years
Photo
Tumblr media
Reglfobiksiniz (!)
Toplu taşıma tacizcileri, sokakta karısını tekmeleyen adamlar, göz göre göre çalanlar, sokakta soğuktan / açlıktan ölen hayvanlar, asfaltları kaplayan balgam gölleri, bankları mesken eden evsizlerin hali, bok götüren sokaklar, bok kokan memleket... Bunları görmek rahatsız etmiyor sizi, regle dair en ufak bir işareti görmek kadar. Bu korkunç şeylerin arasında, marketten aldığımız pedler iki kat gazete kağıdına sarılıp kara poşetlere konuyor ki, aman ne ayıp ya gören olursa. Sokak ortasında çocuğunu döven kadın ayıplanmıyor karşı kaldırımda yürüyen, pantolonunda kan lekesi izi olan kadın kadar. Tecavüzcülerin yüzünde patlamayan tokat, hala birçok cahil ailede ilk reglini olan kızların yüzünde patlıyor. "İyi tamam regl oluyorsunuz da gözümüze sokmanıza ne gerek var, hiç edep kalmamış, bok da doğal onu da gösterin her yerlerde madem!" Boku püsürü sizden görüyoruz zaten yeterince, camlarında dev puntolarla REGLFOBİĞİM yazan gözlüklerinize inat, siz de alışana kadar bunu göreceksiniz bu düzen böyle gittiği müddetçe. Bedeninin doğal döngüsünden utanmayan, kendini kirli saymayan, gerçekliğini kuşaklayan kadınlar var, size inat da var olacaklar!
44 notes · View notes
la-isla-anita · 6 years
Photo
Tumblr media
2 notes · View notes
la-isla-anita · 6 years
Photo
Tumblr media
1M notes · View notes
la-isla-anita · 6 years
Photo
Tumblr media
"Sen dünyanın bir ucunda,   ben ellerim avucumda." ... Seneler önceydi. Bir insan ne kadar sevilebilirse, o kadar sevmiştim. O kadar sevmiştim ki sanki dünyanın en güzel insanıyla cennete düşmüştüm. Herkes bunu görmüştü. Herkes bana gülmüştü. Ben sadece hayatımın anlamını bulduğumu düşünmüştüm. Dimdik dikilmiştim karşısına. İlk defa. Yüzümde bir gülücük, seviyorum demiştim. Seni, kendimi sevdiğim kadar çok seviyorum. Ekranda bir film vardı. Çekyatta iki kişi. Bir heyecan, ilk aşk gibi. Ben sevgimi sunarken, o sımsıkı sarılmıştı bana. "Ben artık seninim, sevebilirsin." Sevgim ve onun arasında çok ortak nokta vardı. İkisi de hayatı anlamlı kılıyordu. İkisi de çok güzeldi. İkisi de kalbimin en büyük hamlesiydi. İkisi de beni yaşama bağlıyordu ve ben bir gün kaybedersem, ne yaparım bilmiyordum. ... Seneler önceydi. Bir insan ne kadar üzülebilirse o kadar üzülmüştüm. O kadar üzülmüştüm ki, sanki dünyanın en yüksek köprüsünden, buz gibi sulara düşmüştüm. Herkes bunu görmüştü. Herkes bana gülmüştü. Ben sadece nasıl hala ölmediğimi düşünmüştüm. Sırılsıklam dikilmiştim karşısına. İlk defa. İlk defa kalbim avuçlarımda, sev demiştim, çünkü ben sensiz kendimi sevemiyorum. Masada bir küllük vardı. İki bira. Bir kitap. Kinyas ve Kayra. Ben kalbimi uzatırken, o kitabı bırakmıştı masaya. "Bu senindi, artık alabilirsin." Kalbim ve kitap arasında çok ortak nokta vardı. İkisi de benimdi. İkisini de ona vermiştim. İkisinin de üzeri parmak izleriyle kaplıydı. O artık ikisini de istemiyordu ve ben artık ikisiyle de ne yapacağımı bilmez haldeydim. ... Birkaç ay önceydi. Kurduğum sıkıcı ama huzurlu dünyamda, her günü geçirecek bir şeyler bulmakla avunuyordum. Bir insan en büyük yarasını ne kadar unutursa, o kadar unutmuştum. O kadar unutmuştum ki, aklıma geldiğinde kendime gelmem artık sadece saniyeler alıyordu. Herkes bunu biliyordu. Herkes buna gülüyordu. Ben sadece bir gün döneceğini düşünüyordum. Umutla dinleniyordum sadece yokluğunda. Bu bitmemiş bir davaydı. Beni bu kadar acıtan insan, elbet bir gün ne yaptığını anlardı. Gelecekti işte. Anladım diyecekti. Affedecek miydim? Affetmem ama içim soğur diyordum. İçim soğumazdı, ama affederdim, kimselere söylemesem de biliyordum. Sonra, üzerinden yıllar geçmişken, rüyalarıma gelmeye başladı. Tamam dedim. Bazen insan çok özlerse, rüyasında kavuşur. Sonra yine. Sonra yine. Biliyordum. Bir şey oluyordu. Gelmezdi böyle çok. Geçmişti zaten artık. Kanatmıyordu. Bıraktığı iz sızlasa da, ellerim kaşımamayı öğreniyordu artık yarayı. Biliyordum. Bir şey olmasa çalmazdı rüya kapılarımı. Bir şey olmuştu. Bir şey olmuştu ve artık bilmem gerekiyordu. ... Sonra öğrendim. Tamam dedim. Olur öyle dedim. Hayat bazen adil olmayabilir. Bazı kapılar kapanır. Bazı kapılar kapanır. Bazı kapılar gün gelir, açılmamak üzere kapanır. Ben bazen elimde bir hoşgeldin pankartı, saçlarım yapılı, dudağım kan kırmızı, kalırım koridorun bir ucunda. Bazen tercih edilemeyiz. Bazen bizi sevmezler. Bazen bizi niye sevmezler anne? Kimse kimseyi sevmek zorunda değil kızım. Hayır, ama bazen bizi niye sevmezler, nasıl sevmezler, nasıl en sevdiğimizin en sevdiği olamayız, yani hayır, nasıl beni sevemeden biter bu hikaye, ama nasıl? Hayır. ... Sonra sustum. günlerce, saatlerce, haftalarca yuttum. Üzülmedimler giyindim üzerime. Olur öyle şeylerle taradım saçlarımı. Yüzüme çok da mesele değiller sürdüm. Her zaman kazanacağım diye bir şey yok. Kaybetmek de insana dair. İçimden hep dedim, mutsuzluktan öl. Mutsuzluktan öl. Mutsuzluktan öl. Sonra yoruldum. Sonra inkardan, sonra yalandan, sonra susmaktan yoruldum ve şimdi ne var ne yok kusuyorum buraya: Çok sevdim. Çok düştüm. Çok özledim. Olanı biteni kabul edemiyorum. Er geç kazanacağım derken, ilk kez kaybediyorum. Biraz üzüleceğim. Belki biraz daha. Biraz da ağlarım gerekirse sonra. ... Ben seni yaşamadan önce, çok güzeldim aslında.
19.05.2018
edirne
7 notes · View notes
la-isla-anita · 7 years
Photo
Tumblr media
Ben bunu dün gece çizdim. Bu sabah uyandığımda gördüğüm ilk haber Tacikistan'da, 18 yaşındaki gelin Rajabbi Khurshed'in defalarca bekaret testine tabi tutulduğu ve bakire olduğu belirlendiği halde kocası olacak dallamanın inanmaması ve tekrar test talep etmesi üzerine intihar ettiğiydi.
"Ama bizde öyle testler filan yaygın değil kieee" diyecek olan arkadaşlar içinse en çirkin geleneklerimizden birini hatırlatmak isterim. Kadın, kocasına verilen bir "hediye paketi" değildir. Kadının erkekle hayatını birleştirmesi, bakire olmadığı taktirde "yanlış, kötü, günah, ayıp" değildir. Bembeyaz gelinliğin üzerine "el değmemiştir" tabelası gibi kırmızı kurdeleyi bağlayıp eşe dosta göstermek, aile evinin erkeklerinin bağladığı kurdeleyi, kocanın kesmesi, tüm bunlar hala çok sık yapılan şeyler. Bir şeyin gelenek olması ya da belki geçmişte farklı bir niyetle ortaya çıkması (?), genel anlamının kabul edilebilir olduğu ve sürdürülmesi gerektiği anlamına gelmez.
Kadın, erkeğine sunulan bir hediye değildir. Kırmızı kurdelenin kabul edilebilir olduğu son yer, gelinlerin belidir!
27 notes · View notes
la-isla-anita · 7 years
Photo
Tumblr media
“Çocuklu kadınların toplumdan dışlanmasına karşıyım. (...) Toplumdaki bu yargıyı kıralım. İmkanı olan, işi elverenler çocuklarınızı kendinize sarın, çıkın, sosyal hayata karışın. Eve kapalı kalmayın” yazdı. Bir başka fotoğrafın altında da duruşmadan sonra yaşananları anlattı: “Oğlum, müdirenin klavyesini yaladı, bir-iki avukatın dosyasına kustu, hâkim hanımın odasında altını açarken koltuğunu pisletti. Kısacası bugün oğlum yargının içine biraz etti ama varsın bir de o etsin ne var?” Anne olmanın birey olmayı eksiltmediğini herkese gösterdiğin için, kadının gücünü unutanlara hatırlattığın & bilmeyenlere gösterdiğin için, erkek egemen sistemde bir kadın hukukçu olarak kadınların, çocukların haklarını korumak adına gösterdiğin çabalar için.. Güzel kadınsın Feyza. Bu mücadelede aynı cepheyi paylaşmanın mutluluğu ile.. #feyzaaltun
3 notes · View notes
la-isla-anita · 7 years
Photo
Tumblr media
telefonun ucunda hep aynı ses. merhaba. nasılsın. neden böyle oluyor. en yakın arkadaşlar bunun içindir çünkü. en yakın arkadaşlarla ilgili en sevdiğim şey bu. ikincisi ise bedava oluşları. ona nasıl seslendiğimin bi' önemi yok. bazen adıyla, bazen soyadıyla, bazen hiçbir anlamı olmayan kelimelerle başlıyorum konuşmaya ve o her defasında sesimi duyduğu için kıkırdıyor. bir müddet anlamsızca gülüyoruz. sonra soruyoruz, neden hep böyle oluyor?
en yakın arkadaşım boş zamanlarında soya ekip domates topluyor. ben boş zamanlarında oje sürüp kiraz yiyorum. o eskiyen her şeyi seviyor. ben hep yeni şeyler arıyorum. o kendine etekler dikiyor, ben etamine geyikler işliyorum. birbirimize hiç benzemiyor ve en çok birbirimizi seviyoruz. hep sonradan geliyor aklımız başımıza. her başımız ağrıdığında birbirimize koşuyoruz. diyorum, bıktım. ya herkeste bir sorun var, ya ben sorunun ta kendisiyim. saate bakıyoruz, her şeye geç kalmışız. hayata çok erken başlamışken, hangi yol ayrımında saptık rotadan bilmiyoruz mesela ama zaten biz yollardan hiç anlamıyoruz. diyorum bu kadar zor olmamalı. diyor bu kadar yorulmamalıydık. birikmiş her şeyi diziyoruz önümüze ceplerimizden çıkarıp. sanki geri koymayacakmışız gibi, sanki arkamızı dönüp gidebilecekmişiz gibi, sanki birikenleri unutmak kolaymış gibi, diziyoruz hepsini önümüze ve sayıyoruz bir bir pişmanlıkları. o sırada bir köpek geçiyor yoldan. o sırada bir sigara yakıyoruz. sonra soruyoruz, peki ya şimdi ne yapacağız?
ben ona adamlar anlatıyorum. o bana adamlar anlatıyor. her biri, nereden tutsan elde kalıyor. tanıştığımızda yarı yaşımızdaydık. ne ara yaşlandık diyorum. ne ara vazgeçtik? her satır başı varoluşumuzu sorguluyoruz mesela. kendini gerçekleştiremeyen kadınlar olmayı biz mi seçtik, merak ediyorum bazen. diyorum ben aşık olmak istiyorum. diyorum ben herkesin kötü olduğuna inanmak istemiyorum. diyorum daha torunlarımız üst katta uyurken biz balkonda buruşuk ellerimizle okeye dönecektik. diyorum içimde bütün dünyayı yesem dinmeyecek bir açlık var. diyorum yağmurda çıplak ayak koşmuştuk, hatırlıyor musun? diyorum beni nerelerden toplamıştın. diyorum son paramızla dondurma yiyip günlerce aç kalmıştık hani. diyorum teyzenin camına tükürüp o sinirle çıkmaz sokağa daldığımız gün bize deniz gezmişle hayali anılarını anlatan eskici amcaları anımsıyor musun? diyorum olsan da naneli yoğurtlu makarnalarla beslensek haftalar boyu, uyusak, uyansak, zombi filmleri izlesek, ben ağlasam, sen beni uyandırıp bisküvi uzatsan yine günaydın diye, sarhoş gecelerde caddeye kırmızı halılar sersen yine ben üzerinde sanki bugüne dek hiç kırılmamışım gibi dimdik yürüsem...
telefonun ucunda hep aynı ses. merhaba. nasılsın. neden böyle oluyor. bazen balkondayım. bazen kuzulara bakıyorum. bazen bir kaldırımda oturmuş sigara içiyorum. çünkü kimse dinlemese beni, hayat bile reddetse koynundan, o sever beni, biliyorum. çünkü ben yüzyıllardır onun yavru küçük su balığıyım. çünkü o benim telefonun ucunda bekleyen diğer yarım. ... çünkü her şey karanlıkken bile, bir çift gören göz oluyor o bana. çünkü en yakın arkadaşlar iyidir, hem de bedava! anita
23.o5.2o17
edirne
8 notes · View notes
la-isla-anita · 7 years
Photo
Tumblr media
Son çizimim. Toplumun iğrenç etiketleme sisteminin üzerimde hiçbir hükmü yok!
17 notes · View notes
la-isla-anita · 7 years
Photo
Tumblr media
Tam buraya bir çiçek açtım.
12 notes · View notes
la-isla-anita · 7 years
Photo
Tumblr media
"Ama acı çeken yüreği var ise bir bedenin, daha hızlı çürüyor o beden." Daha fazlası şurada: https://www.facebook.com/bybilgesuyaprak/
15 notes · View notes