Tumgik
#ölüm orucu
doriangray1789 · 9 months
Text
İlahiyat fakültesi son 8 yılda 22 den 114 e çıkmış buna karşın adi suçtan kaynaklı adli vakalar ( adalet bakanlığı sitesinden rakam ve oran alınabilir) patlamış.. demekki toplum ahlakı buna yada “günaydın”a bağlı değilmiş  ayrıca ülkede cuma namazı yasak değil  cuma namazına gidenler sorun mu yaşanıyormuş ? Bu algı yaratılarak cuma gününün tatil edilmesi farklı bşr amaca hizmet eder..namaz Arapça bir kelime değildir daha önce yazmıştım kuran da geçen “salattır” diyanete ve TDK ya göre “dua” namaz” olarak açıklanan salat’ın kurana göre anlamı ise: yardımlaşmayı ve destekleşmeyi ifade eder.zira  Mekke ayetlerinde şiddet, baskı, ölüm emri vs gibi hükümler yoktur. Sadece bir kitle kazanılmaya çalışılmıştır.Kur'an'ın bel kemiği cümle şudur: “Onlar Salat'ı ikame eder ve zekatı verirler.” Bu klasik anlayışta, 'Onlar beş vakit namazı kılarlar ve kırkta bir zekatı da verirler' şeklinde algılanmış ve şu anda hocalar da hep böyle söylüyor. Halbuki burada maksat beş vakit namaz ve kırkta bir zekat değildir. 'Onlar salatı ikame eder ve zekatı verirler' cümlesi Onlar yardımlaşmayı, dayanışmayı ve destekleşmeyi ayağa kaldırır, uygular ve ihtiyaçtan fazlasını da verirler. Zekat, ihtiyaçtan fazla olan şeyi vermek demektir. Zekat malı fazla olan demektir. Kur'an'ın ilkesi de budur.Siz bunu tutup 'Onlar beş vakıt namaz kılar ve kırkta bir zekat verirler' dediğiniz zaman ne oluyor? Bu sure mahvoluyor.Kur'an'da salât yaklaşık 130 yerde geçer. Güneşin hareketlerine bağlı 2-3 yerde namaz, diğer tümünde destekleşme/dayanışma anlamındadır. Kurana göre ibadet nedir: İnsanların hayrına işler yapmak, adalet ve iyilik için çalışmak, yoldan taşı kaldırmaktır ibadet. Din yaşamın içinde bazı davranışları sergilemektir. Din davranıştır. Din demek amel demektir. Marksist tabirle din praksistir. Pratik etmektir. Etmeye, eylemeye, davranmaya yöneliktir din. İnsanlar arasındaki davranışla ilgilidir.örnek:sakız orucu bozar mı?” orucu sakız değil yalan bozar. Başkasının emeğini çalmak, kendine ait olmayanı almak sadece orucu değil dini bozar. Öldürmek, çalmak, yalan söylemek Sadece monoteist dinlerin değil politeist dinleründe yasakladıydı şöyle bşr din gördünüz mü: çalacaksın öldüreceksin iftira atacaksın insanlık bu şekilde devlet bile kurmadı fikir biçimle değerlenir  eski bir fikre yeni biçim vermek ise sanattır şimdi derler senin inancın yok nasıl bu konu üzerinde yaZarsın - Cevap basit : bilgi ile okuduğumu anlayıp akıl süzgecimden geçirebiliyorum bşr de gerçek olanı zahirden ayırabilecek irfana sahibim 
17 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Kesik kol'un hikayesi bir zaman diliminden öteye...
O güne ağlamak, bu güne dair dimdik irade...
Kerbelâ'ya bir de bu gözle bak olur mu?
Önce o zaman dilimine at kendini. Uzaklaş kalabalıklardan, çekil desibeli yüksek hutbelerden...
İtikâfa gir. Sessizlik sarsın dört bir yanını. Sen kal ve yine sen... Siyah gömleğini sonra giy. Su içerken Huseyn(as)'ni öyle an. Gözlerine ağlaması için yalvarmadan önce zihin gusulü al, arı ve duru gir Kerbela'ya. Kerbelâ, furkan...
Kerbela sahnelerinin içinde dolaş olur mu?
O son gece mesela, çekip gidenler oldu, kalanlar da...
Sen ne yapardın? Sor kendine.
Kılınç sesleri geliyor kulağına. Ölüm iki adım ötede kucağını açmış bekliyor. Herkes bir yanda Huseyn(as) tek başına...
Günümüze uyarlıyorum; İşin var örneğin, okula giden çocukların, araba, ev, çekilen banka taksitlerin...
Sonra, daha bakmakla yükümlü oldukların...
Sen gidersen nasıl olacak? Kimlere kalacak onlar?
Hem konjoktür de müsait değil...
Senin gibi "Gel Ey İmam neredesin?" diyen binlerce, onbinlerce insan birazda bu şekilde ayrılıp gitmemiş miydi zaten .
Ferezdâk diyordu ya; "kalpleri seninle..."
Ya kılınç?!
Kılınç o kadar şekile bürünmüş ki.
Huseyn(as)'e karşı şimdi zer-zor-tezvirat sarmalında.
Tüm bunları aşmak için kalp yetiyor mu?!
Ya akıl?
Kalp bazı şeyleri ister ama akıl tuzağını kurar işte. Sor kendine; aklınla kalbin arası ne kadar?
Kalp duygu, akıl gerekçe üretir; ve kavga senin içinde. İçindeki kavgayı iyi tanı.
Tüm samimiyetinle yüzleş kendinle, ama cevabın sana kalsın. Paylaşma kimseyle.
İçindeki sesi senden iyi kim duyabilir? Kim senin samimiyetine kantar kurabilir?
Kendi sınavını kendin yap! Soruları sorduktan sonra geç cevap kağıdını kendin yaz.
Sonra yine geç karşıya bu sefer, not ver.
Ve geçtiysen sınavı, çık alanlara.
Göğsünü siper et artık tüm hayasız akınlara.
En gırtlaktan, en gür gür sesinle asumâna bir haykırış gönder;
Lebbeyke Ya Huseyn!
Allah sakınsın; olur ya, "ama, ancak, fakat..." diye başlayan bir gerekçeyle sende katıldıysan gecenin karanlığında gözden kaybolanlara...
İşte o zaman kelâm orucu başlat artık.
"Ya mugellibe'l-gulub, sebbit gelbi ela dinik" düşmesin dilinden...
Umulur ki, değişesin...
Yukarıdaki anlatımla aslında kendimi yazdım; "sen" dediğim, benim...
Derdim kendimle.
İmtihanım da...
7 notes · View notes
ayisigisokagimsin · 1 year
Text
youtube
kocaeli de bir kız vardı dershaneden sınıf arkadaşım 4 -5 sene önce 'Burçin'. şiirler ezberletirdi bana. edebiyat ortak noktamızdı. etütlerde test çözmez şiir ezberlerdik. bilgisi benden çok çok fazlaydı babası askeriyede üst rütbeli bir şey, annesiyse edebiyat öğretmeniydi. bilgi kaynağı annesiydi sanıyorum. burçin anlatırdı hiç sıkılmadan bildiklerini, sevdiği yazar ve şairleri. sanki yazarmış gibi konuşurdu hep. yanıma gelip 'bakışlar arasında o çipili çipili gözlerini kocaman açan kız yine esas oğlanın yanına geldi. oğlan yine sessiz, acaba bitmeyen kelime orucu mu tutuyor? falan derdi gülerdi zamanının ötesinde bir kızdı yani. aynı zamanda dünyanın en tatlı gülen kızıydı. bana bakmaz diye hiç ona alıcı gözüyle bakmadım hiç de yakın arkadaşım olsun istemedim, sınıftakiler ona sarkıyormuşum gibi düşünürler diye ergenlik işte. oysa herkesle samimiydi Burçin çok güleçti. Bir gün okul çıkışı etüt de bu şarkıyı dinletmişti bana intihar şarkısı sanki dedi bana kulaklıklarını verip kantine gidip geldi çokoprens almıştı yine müdavimiydi. devamında bir kaç bir şey daha söylemişti şarkıyla ilgili ama hatırlayamıyorum ne yazık ki. dershane bitti istanbulu kazandı gitti. istanbulu kazanıp gittiğini bile yıllar sonra öğrendim. hiç merak etmedim kimseye de sormadım onca zaman. - bu senenin ocak ayında bir kaç arkadaşımla sahil de kafe de oturuyorduk.hasbihalden sonra herkes evine dağılıyordu. beyza ile ben aynı sitede oturuyordum ve site biraz uzaktaydı abisini çağırdı arabayla eve dönecektik. biraz bekledikten sonra abisi geldi eve doğru gidiyoruz beni jandarmaya yakın olan durakta indirecekti o durağa 3-5 dk kala beyzanın telefonu çaldı. bir arkadaşı burçinin ölüm haberini vermeye aramış. beyza ağlamaya başladı abisi arabayı durdurdu. ne oldu dedik ama bize cevap vermiyor hüngür hüngür ağlıyordu. arkadaşım ölmüş dedi. heceleyerek kim dedim burçin dedi soyadını sordum cevabı bilmek istemeyerek. abisine hadi ne duruyorsun sürsene arabayı dedi abisi ineceğim durağa yaklaştı hadi hazırlan in çabukca dedi inmeyecem dedim beyzayla arkada ağlayarak istanbula varana dek ağladık. - istanbulda gasilhanede burçinin suratının güldüğünü beraber gördük o içimizi rahatlattı ama bıraktığı not ve intiharı bizi tam anlamıyla yıktı biliyor musunuz intihar ettiği gün odasında çokoprens vardı. bize bilgisayarını kurcalama fırsatı vermediler ama eminim ki ya video geçmişinde ya da müzikleri arasında ya da mp4 ünde bu 'rehber-sorgu' vardı ve bu şarkıyı dinleyerek intihar etti. yemin bile edebilirim çok eminim. bu arada bu intihar gazete ve haber bültenlerinde çıktı o yüzden gerçek ismini değilde burçini kullandım intihar notu medyayla ve bizle paylaşılmadı. aile ve polis biliyor bir tek notu. ama babası yüzünden intihar ettiğini düşünüyor herkes çünkü çok baskıcı ve otoritermiş. askeri disiplin işte geçen öğrendiğimize göre notta da şöyle yazıyormuş. 'baba keşke emir kipini kendinde de kullanabilsen ve artık emir vermeyi kessen' ben şimdi burçinin neden lisede bu kadar edebiyat sevdiğini anlıyorum. babasının şiddetinden kaçıp odasında kitaplara sarılıyordu kesin o otoriteye karşı çıkışı annesinin anlattığı güzel hikayelerde saklıydı bundan çok okuyor çok hikaye anlatıyordu. bundan da adım kadar eminim. burçin seni çok seviyoruz. beyzayla arkadaşlığımız hala devam ediyor. çokoprens yemiyor ve rehber dinlemiyoruz. (özel günler dışında) ve biliyorsun ki bugün çok özel bir gün. bu yazıyı beyzayla beraber sana doğum günü hediyesi olarak yazdık. keşke yanımızda olsan keşke hep gülüp 'esas kız çipil çipil gözleriyle gülüyordu' desen. seni hep iyi hatırlayacaz. şiirlerinde hala ezberimde ablamın yanındaysan ona da selam söyle ikiniz benim için çok değerlisiniz.
3 notes · View notes
hetesiya · 8 days
Text
Devrimcilik Bu Değil - Nokta Haber Yorum
Devrimcilik Bu Değil
Rabia MİNE
Soru: Neden sürekli devrimcilerin hassasiyetlerini kaşıyorsun Rabia Mine?
Yanıt: Özellikle yapıyorum sevgili kardeşim.
Hayır. Bazı düz kafalı fanatiklerin zannettiği gibi, yurdum devrimcilerini gıcık edip nefretlerini kazanmaktan zevk alan sadomazoşist bir manyak ya da devrimcileri kendi içlerinden bombalamak üzere eğitilmiş bir ajan olduğum için değil; onları rahatsız ederek, devrimciliğin ne olup ne olmadığını hatırlatmak istediğim için…
Çünkü -kesinlikle çok değerli istisnaları ayrı tutarak söylüyorum- çoğu, bunları ya hiç öğrenmemiş ya da çoktan unutmuş gözüküyor; bu durum da beni, halk adına büyük bir umutsuzluğa düşürüyor.
Bu yüzden de düşmanlıklarını kazanmak pahasına da olsa sürekli onları dürtüyorum.
Bir kere, devrimcilerin hassasiyetleri olmaz; çünkü devrimcilik bir din değildir.
Devrimcinin, değişmez insanî değerler bütünü olur. Bunun dışında, önderleri de dahil, sorgulayamayacağı ya da sorgulanmasına sansür koyacağı hiçbir hassasiyeti olamaz.
Olduğu anda devrimci olmaktan çıkıp, faşizan bir müride, yani karşıtına dönüşür; ki benim dürtmelerimden rahatsız olanlar da gerçek devrimciler değil, o robotlaşmış müritlerdir.
Bu kadar başarısız olan bir ülke solunun, yoluna kendini hiç sorgulamadan ve sorgulatmadan aynen devam etmek istemesi, bir kere hem misyonuna hem de diyalektiğe aykırıdır.
Ben, bu ülkede burjuva Türkler dışında, başta Kürtler olmak üzere bütün azınlık halklar hatta inanç kesimleri için türlü baskılar, yasaklar ve zulümler getiren Kemalist damarın, devrimcilikle nasıl bağdaşabildiğinin de…
Mahir Çayan’ın, devrimci kadroların düşünsel ve duygusal evrimine ket vurup, onları hedefe kilitlenmiş birer robotik sıra neferine dönüştürdüğü için çok yanlış bulduğum, “Amaç, ele geçen her türlü kitabın okunması ya da entelektüel bilgi edinilmesi değil, belirli bir sıra içinde eğitim yapmak, belirli bir düşmanla savaşmak için iyi biçimde öğrenim görmek olmalıdır,” şeklindeki sözlerinin de…
Deniz’leri idamdan kurtarmak amacıyla kaçırdıkları İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un aslında Hitler’in ikinci adamı olan Adolf Eichman’ı yakalayarak, toplama kamplarında vahşice katledilen 6 milyon Yahudi’nin intikamını alan ve kendi annesi babası ile kız kardeşini de o toplama kamplarında kaybetmiş bulunan bir Nazi avcısı olduğunu bile bile, onu hem de ne hikmetse Eichman’ı yakaladığı tarihin yıldönümünde, elleri arkasından bağlı ve ağzı bantlı bir şekilde kafasına sıkarak öldürmelerinin ne kadar devrimci bir eylem olduğunun da…
Komünist SSCB’de ve Küba’da lgbtiq+ bireylere uzun yıllar uygulanan korkunç baskı, yasak, şiddet ve zulümlerin devrimcilikle nasıl açıklanabildiğinin de…
Son yıllarda jet hızıyla ilerleyen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin kapitalist sistemi götürdüğü yeni siber boyutta, Marks’ın geçmişte büyük anlamlar ifade eden Kapital’inin artık ciddî oranda işlevini yitirmiş olabileceğinin de…
Stalin’in Naziler’inkiyle yarışan Gulak Toplama Kampları’nın da…
Ölüm orucu tabusunun da…
Ve çok daha fazlasının da hiçbir baskı, sansür ya da tehdit korkusu olmadan, rahat rahat sorgulanabilmesini istiyorum.
Bunlardan herhangi birini sorgulamaya cesaret eden hiç kimsenin, birkaç ay önce Efraim Elrom meselesine ucundan acık dokunan Ufuk Uras’a yapıldığı gibi, faşistlerden beter tehditlere maruz bırakılarak “sosyal medyadan çekildiğini” açıklamak zorunda kalacak derecede küstürülmesini ya da sindirilmesini istemiyorum. Bunu Ufuk Uras’a ve fikirlerine değil, ifade ve sorgulama özgürlüğüne çok değer verdiğim için istemiyorum.
Ya da anarşist yazar Rabia Mine’ye iki yıl önceki ölüm oruçları döneminde, kırk yıldır sol muhalif cephede tabu olan bu konunun özgürce eleştirilebilmesinin önünü açan -dört dile çevrilip bir çok Avrupalı entelektüelin de okuduğu- fikir yazılarından dolayı, yine faşistlerden beter küfürler, tehditler, nefretler, kinler, hatta iftiralar kusulup, o günden bu yana olmadık komplolar ve kumpaslar kurulmasını protesto ediyorum.
Bütün baskı, sansür ve yıldırma girişimlerini protesto ediyorum; çünkü iyiye ve güzele ulaşmanın yolunun, öncelikle sınırsız bir ifade özgürlüğü ortamından ve özeleştiri yaparak geçmişin hatalarından ders çıkarmaktan geçtiğine inanıyorum.
Protesto ediyorum; çünkü devrimcilik bir din, devrimci önderler peygamber, devrimciler de mürit değildir.
Devrimciliğin temeli, “sorgulamak, özgür düşünmek ve erdemli olmaya çabalamak” üzerine kuruludur.
Devrimci önderler de etten kemikten, doğrudan ve yanlıştan yapılma insanlardır. Özellikle de bizimkiler gibi çok genç yaşlarında öldürülenler; belki de yaşasalardı süreç içinde o yaştaki “Kemalistlik gibi” fikir ve düşüncelerinin pek çoğunu aşarak çok başka boyutlara geçeceklerdi. Onları yirmili yaşlarının başındaki düşüncelerinde dondurmak, öğretilerini sorgulamayı ya da üzerlerine tek kelime eklemeyi tabu saymak, her şeyden önce onların devrimci ruhlarına hakarettir.
Siz zannediyor musunuz ki hepsi daha 25 yaşlarını bitirmeden hayattan koparılan o değerli kişiler, henüz tekamüllerini tamamlamadan öldükleri o genç hallerinde tamamen olgunlaşmış olması imkânsız olan “coşku ağırlıklı” fikirleriyle kendilerine peygamber gibi tapmanızı isterlerdi?..
Hiç zannetmiyorum. Bilakis, mezarlarından çıkıp gelseler onları bugünden bakıldığında eleştirilebilecek hiçbir şeylerine toz kondurmadan, tıpkı Atatürk gibi putlaştırdığınız; tepelerine, “aşılmaları olanaksız üst insanlarmış” gibi koyarak, gençlerin heveslerini kırdığınız için kıyasıya yargılarlardı sizi…
Hele ki başarısızlığınızın hırsı yüzünden giderek karşıtınızla aynılaşmanız; bizzat karşıtınızın kontra taktiklerinden, baskılardan, sansürlerden, ifşalardan, porno kasetlerden, iftiralardan, komplolardan, tehditlerden, linçlerden medet umacak kadar dejenere olup kirlenmeniz karşısında, yüzünüze tükürürlerdi.
İş bu nedenlerden dolayı ben sürekli bir kısım, “devrimci oldukları iddiasındaki” yolunu kaybetmiş şahısların hassasiyetlerini kaşıyorum; çünkü hakiki devrimcilerin hassasiyetleri olmaz!
Hakiki devrimcilerin, her türlü sorgulamaya ve gerektiğinde değiştirmeye açık oldukları fikirleri ve eylemleri ile değişmez temel insanî değerleri olur. Onlar da zaten hiçbir şekilde ortalığa düşerek, “sorgulayan insan” avına çıkmazlar.
Benim derdim kendilerini “devrimci” diye tanımlamalarına rağmen hiçbir değerleri, vizyonları, ilkeleri, erdemleri, hatta vicdanları bulunmayıp, karşıtlarıyla aynılaşmış olan o “bir kısım” sözde sol muhalif kesimlere, gerçek devrimciliğin ne olduğunu hatırlatmak.
Yerlerinde olsam, onlara unuttukları misyonlarını hatırlattığım için bana teşekkür ederdim. Eleştirilerimin bire bir karşılığı olduklarını görmeleri yüzünden çılgına dönen o, “karşıtlarıyla aynılaşmış, kültürsüz inanç asalakları” ise beni, sanki hakikaten devrimcilermiş gibi “devrimci düşmanı” ilan ederek her türlü iftira, baskı, tehdit, linç ve komployla susturmaya uğraşıyorlar.
Bu yazıyı okuyan herkese sormak istiyorum: Sadece arkasında hiçbir örgüt, parti, hatta dernek bile bulunmayan tek başına bir marjinal kadın yazara, sırf tabularını sorguluyor diye faşistlerden beter tedhiş uygulamaları bile, haklarında yazdığım her satırda ne kadar haklı olduğumun kanıtı değil midir?
Ben onların yerinde olsaydım, bir yandan deli diyerek arkasından teneke çaldığım marjinal bir yazarın -üstelik de son derece sınırlı bir kesime ulaşan- ezber bozan yazılarını, öylesine büyük bir inançla bağlı olduğum koskocaman ideolojime tehdit olarak görmekten ar ederdim.
Şayet hakikaten tehdit olarak görüyorsam da önce dönüp, o koskoca davamı neden “üflense yıkılacakmış gibi” hissettiğimi sorgular; bu noktada da şapkamı önüme koyup, o delinin beni bu kadar korkutan eleştirileri üzerine kafa yorardım.
Ama tabii böyle davranmak için, asgarî bir vizyon sahibi olmak gerekiyor. Bu kifayetsiz muhteris güruhta o vizyonun zerresi bulunmadığı için de çareyi benim gibi, ucuz saltanatlarını sarsan kalemleri her türlü ahlâksızca hatta kontra yöntemle itibarsızlaştırarak susturmakta arıyor; asıl eleştiriye katlanamayan kendileri iken, benim dibine kadar haklı eleştirilerim karşısında kustukları kini ve nefreti, eleştiri olarak kabul etmemi bekliyorlar.
Büyük Sovyet yönetmen Tarkovski, “Nostalji” filminde diyor ki:
“Bir deli size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası?”
Devrimcilik de insanlık da bu değil, kendinizden utanın.
Her şeye rağmen ilkelerinden ödün vermeden ve toplumun geneline sirayet eden yozlaşmaya kapılmadan yollarına devam eden bir avuç hakiki devrimciye saygı ile!..
0 notes
haytaogluyunus · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
TÜRK MİLLİYETÇİSİ ÜLKÜCÜ ŞEHİT SÜLEYMAN ÖZMEN
ŞEHİT OLDUĞU TARİH: 23 MART 1970
ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: ANKARA
DOĞDUĞU YER: ÇORUM-SUNGURLU İLÇESİ
1948 doğumluydu. 22 yaşındaydı. Çevresindekiler tarafından muti, sevecen, cana yakın ve vefalı biri olarak tarif edilen Süleyman’ı, Annesi Emine Özmen onu şöyle anlatır: ‘’Oğlum Süleyman yetim büyüdü; ama kendini çok iyi yetiştirdi. Tanıyanlar tarafından çok sevilirdi. İlkokulu bitirmeden Kur’an’ı hatmetmişti. Akşam karanlık çökmeden evde olurdu. Derslerini yapar, dizimin dibinde güzel sesi ile Kur’an okurdu.’’
Manevi değerlerine sıkıca bağlı olan Özmen, boylu poslu, yakışıklı bir delikanlıydı. Prof.Dr.Turan Güven’in bir yazısında, Sultanahmet Camii’nde kıldıkları bir cuma namazı öncesi, Gönenli Mehmet Efendi’nin hutbesinde Özmen’in ağladığını anlatarak ondaki manevi derinliğe olan hayranlığını belirtir.(I)
Aynı zamanda bir İstanbul aşığı olan Sultanahmet’li Süleyman’ın yolu, üniversite tahsili vesilesi ile 1966 yılında Ankara’ya düşer. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni kazanan Özmen, anasından aldığı helallikle ve arkasından gelen dualarla çıkar İstanbul’dan. Henüz 18 yaşında tanıştığı gurbet hayatı, çok sevdiği arkadaşları ve okumaya olan düşkünlüğü sayesinde adeta cennete döner. Lâkin Süleyman için güzel günler çabuk geçer, Ankara o eski güzelliğini kaybeder. 1968 yılının bahar aylarında öğrenci hareketlerinin başlaması ile üniversite yılları, bir çok milliyetçi genç gibi, Özmen’in üzerine de bir karabulut gibi çöker.
Yurt baskınları, fakülte işgalleri, boykotlar, sokak ortasında maruz kalınan yaylım ateşleri, işkence odaları, engizisyon misali kurulan halk mahkemeleri, bombalamalar, dayak, zindan ve ölüm, hayatın sıradan bir parçası haline gelir; vatanını milletini seven gençliğin karşısına kendini sosyalist diye adlandıran Çin Komünizminin paralı uşakları- Rus Çar’larının yerli işbirlikçileri çıkar ve bu gençlerin okuma, barınma ve hatta yaşama haklarını gasp etmeye başlar.
Yıl 1970… Süleyman ve arkadaşları her türlü olumsuzluğa rağmen üniversite yurtlarında barınmaya devam eder. Bir gece yurtların arasında ki meydanda komünist militanların milliyetçi bir genci sıkıştırdığını gören Süleyman, hiç tereddüt etmeden olaya müdahil olur ve arkadaşını kurtarır. Bu olayın Süleyman’ın başına dert açacağından endişelenen dört arkadaşı, kısa bir süre sonra Süleyman’ı da yanlarına alarak yurttan ayrılır ve eski Ziraat Mahallesi’nde yeni bir binanın dördüncü katına taşınır.
OLAY GÜNÜ:
(Ankara Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda devrimci-komünist öğrenciler Ülkücü Öğrencileri sıkıştırmış, adeta rehin almışlardı. 3 gündür dışarıyla bağlantıları kesilmiş, aç ve susuz kalmışlardı. Süleyman Özmen Ülküdaşlarına yardım için Ankara Teknik Yüksek öğretmen okuluna18 Mart 1970 günü ülküdaşlarıyla birlikte geldi. İçeride mahsur kalan ülküdaşlarına yiyecek götürmek istedi. İki ülküdaşı da beraberindeydi. Peynir, zeytin, ekmek götürüyorlardı. Devrimci-komünist militanlar ateş açtılar. Süleyman Özmen ağır yaralandı, hastaneye kaldırıldı. 5 gün boyunca bütün çabalara rağmen kurtarılamayarak 23 Mart günü Şehit oldu. Ülkü Şehitler Kervanının ilklerinden oldu.)
Anarşinin kol gezdiği, Allahsız – devletsiz bir düzenin kurulmaya çalışıldığı günlerde, göğsünü bu hayasızca akına siper eden bir avuç genç, yeni taşındıkları evlerinde 17 Mart gecesi, ertesi gün Muharrem orucu tutmak için sahura kalkarlar. Şiddetle çalan kapıyı hayır olması duasıyla açan bu genç yürekler, Yüksek Öğretmen Okulu’nda ülkücü arkadaşlarının komünist militanlar tarafından muhasara altında tutulduğunu öğrenir öğrenmez toparlanıp yola koyulur. Tarihi Türk Ocağı binası önünde yapılan bir toplantı neticesinde içinde Süleyman’ın da bulunduğu yaklaşık 300 ülkücü öğrenci, mahsur arkadaşlarını kurtarmak için yola koyulur. Yanlarında bir toplu iğne dahi bulunmayan bu gençlerden Özmen, polislerin gözü önünde, kızıl kurşunlar tarafından sırtından vurulur ve yetmezmiş gibi kız yurdundan atılan taşlardan biri suratına isabet edip onu ağır yaralar.
Numune Hastanesi’ne kaldırılan Süleyman, beş günlük hayat mücadelesinin ardından ülküdaşlarının kapısı önünden ayrılmadığı hastane odasında, 23 Mart’ta, pazarı pazartesiye bağlayan gecenin sabahında, 22 yaşında, hayatının baharında ulaşır şehitlik mertebesine. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun tabiri ile ‘’Büyük Turan Ülkücüsü Süleyman Özmen’’, arkadaşlarını kurtarmaya gider iken, fakülte kantininde bulduğu birkaç çekirdeksiz üzümle yaptığı sahurun ardından niyetlendiği orucunu, 5 gün sonra, yedi kat göklerden gelen şehadet şerbeti ile açar.
Özmen’in vefatının ardından Ziraat Fakültesi’nde büyük bir tören yapılır. Açılış konuşmasını yapan Ziraat Fakültesi Dekanı Şehabettin Elçi’nin ardından MHP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer bir konuşma yapar. Taşer’in:” Süleyman hayatının başındaydı. Ne kapitalist ne burjuvaydı. Hepimiz için öldü. Süleyman sizlersiniz. Süleyman yaşayacaktır’’ diyerek sonlandırdığı konuşmasının ardından kürsüye gelen Ülkü Ocakları Birliği Genel Başkanı İbrahim Doğan, konuşmasında adeta yemin eder gibi ‘’Bu topraklar boyanmadıkça kana, bu kılıçlar girmeyecektir kına’’ der. Sonrasında büyük bir kalabalığın (kimilerine göre bir kilometreyi geçen bir kortejin) omuzlarında Hacı Bayram Camii’ne getirilen Özmen’in, cenaze namazı kılınır ve onlarca ülkücünün refakatinde İstanbul’a uğurlanır. Gece 23:30 sularında İstanbul’a ulaşan Özmen’in tabutu kendisi için hazırlanan yere konulur. Sabaha kadar tabutun başında ülküdaşları nöbet tutarken diğer taraftan Yüksek İslam Enstitülü öğrenciler Kur’an-ı Kerim okur. İstanbul’da da gerçekleştirilen çeşitli törenlerin ardından Eyüp Sultan mezarlığına defnedilen Özmen, böylece Türk-İslam Ülkücülerinin kutlu şehitleri arasında ilk sıralarda yerini alır.
ÜLKÜDAŞIMIZA ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM
0 notes
yalnizlikomurboyu · 8 months
Note
Favori şarkın ne aşko.
Bunu söyleyemem ki hepsi benim yavrularım ama bu sıralar en çok,
1 note · View note
selim-curukkaya · 1 year
Video
youtube
Bir Direniş Efsanesi FUAT ÇAVGUN -2. BÖLÜM 12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi denince akla ilk gelecek PKK'li tutsaklarından biri Fuat Çavgun. 14 Temmuz 1982'de M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek'in hayatlarını yitirdiği ölüm orucunda Fuat Çavgun ölüme ramak kala devletin zorla müdahalesiyle hayata geri döndürüldü. Bu ölüm orucu sonucunda Fuat Çavgun sakat kaldı. İki ay sonra bilinci yerine geldiğinde diğer arkadaşlarını yitirdiğini öğrendi. Ona sorarsanız, "Yaşayan bir ölüyüm" diyor. Cezaevi arkadaşlarına sorarsanız o bir direniş efsanesi, şimdiki PKK örgütüne sorarsanız unutulmaya terk edilmesi gereken biri. .--------------- Hedefimiz para kazanmak değil ancak sunacağın küçük bir katkıyla masraflarımıza destek olabilirsin. "Emeğe saygı" diyorsan aşağıdaki bağlantıyı tıklar mısın: https://www.youtube.com/xanitv/join
0 notes
haberceptenet · 2 years
Text
Cezaevi Muaynelerinde Kelepçe Takılmasın !
Tumblr media Tumblr media
Cezaevi Muaynelerinde Kelepçe Takılmasın ! Türk Tabipleri Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), cezaevlerindeki yaşam ve sağlık hakkı ihlalleri ile ölüm orucu eylemindeki Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım’ın sağlık durumlarına ilişkin 3 Ağustos 2022 günü TTB’de bir basın toplantısı düzenledi.
Tumblr media
cezaevi , hükümlü Basın toplantısında söz alan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı, cezaevlerinde uzun zamandır sağlık sorunları yaşandığını, ilaveten adil yargılanma ihlallerinin arttığını fakat Adalet Bakanlığı’nın bu sorunlara kulak tıkadığını söyledi. Cezaevi muayenelerinde kelepçe takılmasına ve kolluk bulunmasına yönelik bir düzenlemenin “ayrımcılığın yeniden hayatımıza getirilmesi” olduğunu söyleyen Dr. Korur Fincancı, sağlık hizmetlerine erişime dönük yeni düzenlemelerin de ayrımcı uygulamaları beraberinde getirebileceğini kaydetti. İHD Yönetim Kurulu üyesi Nuray Çevirmen, Balaç ve Yıldırım’ın sağlık durumlarına ilişkin kısa bir bilgi verdi. Mahpusların insanca yaşamın temel taleplerini dile getirdiklerinin altını çizen Çevirmen, “Biz yaşam hakkının korunması için bu taleplerin karşılanmasını istiyoruz” diye konuştu. ÇHD Yönetim Kurulu üyesi Avukat Nazan Betül Vangölü Kozağaçlı, Gökhan Yıldırım’ın hapishanede kalamayacak durumda olduğunu ve infaz ertelemesi talep ettiğini aktardı.
Adli Yargılanma Hakkı
SES Ankara Şube Eş Başkanı Kubilay Yalçınkaya mahpusların sağlığa erişim sorunlarından örnekler verdi, hem Sağlık hem de Adalet bakanlıklarını göreve çağırdı. Ortak basın açıklaması Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu ve TTB İnsan Hakları Kolu üyesi Dr. Ayşe Uğurlu tarafından okundu. Dr. Uğurlu, sağlık emek meslek örgütleri, insan hakları örgütleri ve hukuk örgütleri olarak Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım’ın yaşam hakkının korunması için başta adil yargılanma hakkı olmak üzere taleplerinin bir an evvel karşılanması gerektiğini belirtti. İşkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye tabi olmama hakkının mutlak bir hak olduğunu söyleyen Dr. Uğurlu, Adalet Bakanlığı’nı Balaç ve Yıldırım’ın taleplerine kulak vermeye ve sorunu çözecek adımlar atmaya davet etti. Read the full article
0 notes
gazetehaberi · 2 years
Text
Cezaevi Muaynelerinde Kelepçe Takılmasın !
0 notes
isvicreninsesi · 2 years
Text
Ölüm orucu direnişçileri dayanışma kampında buluştu
Tumblr media
BERN- Ölüm oruçlarında sağlıklarını yitiren direnişçiler, için İsviçre'nin Bern kantonunda dayanışma kampında buluştu. İsviçre İnsan Hakları Dayanışma Derneği tarafından bu yıl 5. düzenlenen 'Ölüm Orucu Direnişçileriyle Dayanışma Kampı' etkinliğinde, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki cezaevlerinde özellikler 1996, 2000 yıllarında yaşanan ağır hak ihlallerine karşı bedenlerini ölüme yatıran ve bu uğurda sağlıklarını yitiren direnişçiler, dayanışma kampında bir araya geldi. 5 gün süren dayanışma etkinliğinde çeşitli sanatsal ve kültürel aktiviteler düzenlendi. Direnişçilerin tanıklığıyla çeşitli panel, seminer ve söyleşiler düzenlendi. 'SÜRGÜNDEKİ DİRENİŞÇİLER İÇİN ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜYORUZ' İHDD adına konuşan Hasan Bulut İHDD'nin 2014 yılından bu yana İsviçre'de çoğunlukla Türkiyeli ve Kürdistanlı sürgün göçmenlerin sorunlarıyla ilgili çalışmalar yürüttüğünü söyledi. İHDD'nin demokrasi mücadelesinin her kesimden ve farklı alanlarında  devrimci, demokrat ve ilerici insanların bir araya gelerek oluştuğunu söyleyen Bulut, "İHDD olarak sürgünde yaşayan göçmenlerin temel sorunlarına ve hak gasplarına yönelik çözümler üretiyoruz ve çalışmalarımızı bu yönlü sürdürüyoruz" diye konuştu. Devrimci tutsaklara yönelik yaşanan ağır gasplarını da İHDD olarak yakından takip ettiklerini belirten Bulut, tutsaklara yönelen işkencenin boyutlarının teşhirine yönelik kurum olarak  çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Dayanışma kampına ilişkin ise İHDD aktivisti Zelal Karataş, şunları belirtti: Ölüm orucu direnişçileriyle bu yıl 5'inci dayanışma kapında bir araya geldik. Bu kamp esasında hem 1996 ölüm orucuna hem de 2000 yılı ölüm orucunda bir şekilde sağlıkları zarar gören ve Avrupa'da hayata yeniden tutunmaya çalışan insanların hayata tutunma mücadelesine destek amaçlı bir gereksinimden doğdu. Dayanışma kampımızda bir araya gelerek burada çeşitli  atölyeler düzenliyoruz. Cezaevlerindeki tutsaklara mektup atölyesi, resim, müzik, sinema gibi çeşitli sanat dallarından oluşturulan hafıza atölyelerimiz mevcut. Yine sanat, kültür ve spor alanlarından bir dizi aktivitenin yanı sıra kamp süresince çeşitli panel ve söyleşiler de gerçekleştiriyoruz."
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Read the full article
0 notes
haberkat · 2 years
Text
Nazım Hikmet'ın Anısına
Nazım Hikmet’ın Anısına
Nazım Hikmet Ran 59.ölüm yıldönümünde gazeteci yazar ve dramaturg Hayrettin Filiz'in anlatı ve şairin hayatına ait bilinmeyen  belgeler ve videoların gösterildiği gecede anıldı.   Gecede ilk gazetede çıkan şiirleri, edebiyat savaşları, mahkum olması, ölüm orucu  Romanya'ya kaçışı, Vera  oğlu, çizimlerle dünya literatürüne girişine kadar birçok konuya değinildi.Belgelerle gösterilen gecenin sonu,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mevcutbilgi · 2 years
Text
Nazım Hikmet'ın Anısına
Nazım Hikmet’ın Anısına
Nazım Hikmet Ran 59.ölüm yıldönümünde gazeteci yazar ve dramaturg Hayrettin Filiz'in anlatı ve şairin hayatına ait bilinmeyen  belgeler ve videoların gösterildiği gecede anıldı.   Gecede ilk gazetede çıkan şiirleri, edebiyat savaşları, mahkum olması, ölüm orucu  Romanya'ya kaçışı, Vera  oğlu, çizimlerle dünya literatürüne girişine kadar birçok konuya değinildi.Belgelerle gösterilen gecenin sonu,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hbedebiyatsanat · 3 years
Link
MARDEF TV'nin bu akşam ki #KaralamaDefteri program konuğu Ölüm Orucu direnişçisi, Devrimci Aktivist, Ressam, Şair, Yazar #SaitOralUyan olacak kendisiyle yaşamı, sanatsal çalışmaları Tabloları, Şiirleri, Kitapları üzerine konuşacağız. Tüm dostlarımızı Kültür-Sanat, Siyaset ve güncele dair sohbetimize #MARDEFTV`ye bekleriz... SOSYAL MEDYA : Tüm dostlarımızı #MardefTv sosyal medya hesaplarımıza abone olmalarını ve yayınlarımızı desteklemelerini rica ediyorum. Sanatçı dostlarımızın sosyal medya hesaplarını beğenelim birbirimizi takip edip dayanışalım sosyal medya hesaplarımızı güçlendirelim... SEN YOKSAN BİR EKSİĞİZ, BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ!
9 notes · View notes
Text
Tumblr media
"Bakıyorum onların yüzüne/ ne yenilmiş ne eylem yorgunu,/ yeşerttiği incecik tohumuyla ülkemin;/ incecik bir güneşle, ama direnç dolu,/ kabukları arasından gelecek günlerin"
31 notes · View notes
devrimcikadinlar · 4 years
Photo
Tumblr media
Kızımı tabuta koymak istemiyorum...
Grup Yorum üyesi Helin Bölek’in annesi Aygül Bilgi, kızının 258 gün, İbrahim Göçek’in 261 gündür ölüm orucunda olduğunu belirterek sağlık durumlarının kötüleştiğine dikkat çekti.
Aygül Bilgi, “Bu insanlar ölüme çok yakınlar. Ben kızımın yanından ayrıldığımda çok korkuyorum. Geri döndüğümde kızımı görebilecek miyim diye endişe duyuyorum. Ben kızımı tabuta koymak istemiyorum” dedi.
Cumhuriyet’e konuşan Aygül Bilgi, ölüm orucunda olan kızı ve İbrahim Gökçek’in sağlık durumuna ilişkin açıklamalarda bulundu.
Anne Bilgi, Helin Bölek’in sağlık durumunun kötüleştiğini belirtti. Bilgi, “Birkaç gündür Taksim’de tabut bırakma eylemi yapıyorum. Ben bu tabutu boş bırakmak istiyorum. Ben kızımı bu tabutun içine koymak istemiyorum diye haykırmak istiyorum insanlara. Konuşmama izin veremeden gözaltına alınıyorum. Helin, maalesef konuşamıyor. Ölüm orucundan kaynaklı olarak çok yorgun. Nefesi tükendiği için sorduğumuz sorulara cevap veremiyor. Sadece başını sallayarak, gözünü açıp kapatarak cevap veriyor. Artık kızımın gücü kalmadı. Şiddetli ağrı olduğu için uyuyamıyor. Uyuyamadığı için de üzerinde sürekli bitkinlik var. Durumu çok kötüleşti, korkuyorum” diye konuştu.
Kaynak: Kübra Köklü /Cumhuriyet
17 notes · View notes
muratctn · 3 years
Video
youtube
Müge Anlı'da Palu Ailesinden Enişte Tuncel Ustael ÖLÜM ORUCUNDA !!!
0 notes