”aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci” diye başlıyor şiir. "yüz kiloluk bir zenci" ifadesi ile tezat yapılmıştır. bilindiği üzere tarihte zenciler köle olarak çalıştırılmışlardır ve bir zencinin yüz kilo olması mümkün değildir. "aman" ifadesi ile durum sıradanlaştırılmıştır ve şiire umursamazlık havası verilmiştir. yani bu trajik olay onun için bu bölümde komik gibi gösterilmektedir. bunun yanında toplumun genelinde “zenci" dışlanmışlığı ifade eder. "kendini asmış" ifadesi önce söylenerek, eyleme vurgu yapılmış ve aslında bir zencinin intihar etmeye dahi hakkı olmayacağı vurgulanmıştır. ”üstelik gece inmiş ses gelmiyor kümesten” diye devam ediyor şiir. bu dizede "üstelik" ifadesi esasen bağdaşıklık unsurudur. zenci zaten karanlıkta görünmeyecektir ve üstelik kendini gece asmıştır. burada gece-zenci ifadesi ile tenasüp yapılmıştır. kümesten ses dahi gelmemesi kör geceyi ifade eder. tavuklar dahi uyumaktadır. dizeye bir başka perspektiften bakmak gerekirse şayet; kümeste sesin kesildiği tek zaman dilimi ya bütün tavukların aynı anda uykuya daldığı an ya da kümese tilki gibi yırtıcıların dalıp ortalığı silip süpürdüğü andır. şairin burada kümesten kastı kendi yaşadığı evidir. şair burada evini bir kafes olarak görüyor ve gece indiği için herkes uyuyor ve ebeveynleri oğullarını(şairi) ölü halde henüz bulmadıklarını vurguluyor. ”ben olsam utanırım bu ne biçim öğrenci / hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten” öğrencinin görevi ders çalışmak, bilmek, öğrenmektir. ama dersini bilmiyor yani görevlerini yerine getirmiyor. sen zencisin senin görevin çalışmak, kendini asamazsın, bu senin için lüks demektir diyor. ardından “iyi nişan alırdı kendini asan zenci” şeklinde devam ediyor şiir. şair burada sistemin bireyleri yeteneklerinden ziyade alakasız işlere yönlendirmesine atıfta bulunuyor. bir başka deyişle; zencinin iyi nişan almasına rağmen kendini silahla değil de asarak intihar etmeye çalışmasından dem vurmuş. “bu ne biçim öğrenci?” derken, şikayetlerini üstü kapalı belirtmiş. ”bira içmez ağlardı babası değirmenci” bundan sonrasında şiirde duygu değişiyor. geçmiş zaman ifadeleri ile tıpkı sevdiğimiz bir cenazenin arkasından iyi özelliklerini söylediğimiz gibi o zencinin güzel özelliklerini anıyor. mesela iyi nişan alırdı, diyor. içmeden de ağlardı, duygulanırdı, duygularını ifade edebilirdi. babası değirmenci olmasına rağmen içmezdi çünkü ihtiyacı yoktu, hisli birisiydi demek istiyor. “sizden iyi olmasın boşanmada birinci” bireyin samimi ilişkilerinin bulunmasının mümkün olmadığını, yaşadığı ilişkilerin menfaat çevresinde geliştiğinden, kısa süreli olduğunu belirtiyor. “sizden iyi olmasın” ifadesi ile o dönem artan boşanma davalarına bir iğneleme yapıyor. “çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen” derken ise tüm bu hengame ortasında canı sıkılan şair, “iyi nişan alan zenci"nin intiharından arta kalan boşluğun verdiği hevesle istekleniyor ve intihar eden zenciye olan özlemiyle, son pişmanlığın fayda etmeyeceğini bile bile, kuş vuralım istersen diyerek, kendine ve zenciye yıkıcı bir teklifte bulunuyor. ve şairin, şiirdeki zenci imgesinin aslında bizzat şairin kendisi olduğunu, bu ne biçim öğrenci derken ait olamamayı, şişmanlık ile toplumdaki dışlanmışlığı, zenci imgesi ile hayata uyum sağlamamayı anlatmak amacıyla kullanmış olduğu bir motif olduğunu son dize ile rahatlıkla anlamış oluyoruz. buraya kadar okuduysanız müteşekkir olurum, eksik olmayınız. :))
Senin bıkmadan açıp dinlediĝin,okuduĝun bir şiir var mı?
Aydınlık tenhalarda seninle ağladım yaşayanlar için, karanlık mezarlıklarda seninle söyledim en güzel şarkıları, çünkü bu yılın ölüleri en aşık yaşayanlardı.*
Ellerini ver bana, tanıdık ellerimle ellerin... Ey, geç bulunmuş! Seninle konuşuyorum, bulutun tufanla, otun ovayla, yağmurun denizle, kuşun baharla, ağacın ormanla konuştuğu gibi, köklerini anladım senin,
Biri, takvimin ilk yaprağını koparıyor.
Biri, ‘hoş geldin yeni yıl’ diyor.
Biri, çayını yudumluyor.
Biri, sınır ötesinde,
Biri, sınır berisinde, sinir harbinde.
Biri, bombalıyor.
Biri, savaş diyor başka bir şey demiyor.
Biri, Barış diyor, sesine ses arıyor.
Biri, denemiş ve yanılmış.
Biri, yalan söylüyor.
Biri, zembereği kırık bir saat gibi.
Biri, bir sevda şarkısı gibi direniyor.
Biri, çok üşüyor.
Biri, fazla terliyor.
Biri, mengenede can.
Biri, işkencede dişlerini sıkıyor.
Biri, açlık grevinde yatıyor.
Biri, zindan duvarına bir çizgi daha çekiyor.
Biri, çok kırgın, öfkelenmiş, dertlidir.
Biri, çiçekleri suluyor, kuşlara yem veriyor.
Biri, yeni yılda sana bir armağan vermek istiyor.
Biri, zaten senin bir armağan olduğunu düşünüyor.
Biri, uçmak istiyor, konmak istiyor.
Biri, kanat istiyor senden.
Biri, bir yangının korlarını söndürmeye çalışıyor.
Biri, çığlığına yanıt bekliyor.
Biri, ateşe ve rüzgara dair olmak istiyor.
Biri, hiç yürünmemiş yol oluyor.
Biri, iş arıyor, ekmek derdinde.
Biri, taksit ödüyor.
Biri, film izliyor, kazak örüyor.
Biri, zile basıyor.
Biri, kapıyı açıyor, gülümsüyor.
Biri, treni kaçırıyor, çok dalgın.
Biri, birini anıyor.
Biri, kanamalı bir hasta, kötüye gidiyor.
Biri, seni seviyor, çok seviyor.
Biri, şükrediyor.
Biri, küfrediyor.
Biri, gidiyor ve dönmüyor.
Biri, ağlıyor, ağıt yakıyor.
Biri, sevdanın deli ırmağı.
Biri, yağmur sesi ve şarap.
Biri, düş ufkunun ötelerinde.
Biri, hesap soruyor, yanıt arıyor..
Biri, uzun bir cümleye başlıyor.
Biri, birine sımsıkı sarılıyor.
Biri, öpüldükçe güzelleşiyor.
Biri, şarkı dinliyor, şiir okuyor.
Biri, ‘öteki’ne bozuluyor.
Biri, gazete okuyor.
Biri, hayatı sorguluyor.
Biri, aç, eli boş, boynu bükük.
Biri, kimliksiz.
Biri, görmeyen göz, duymayan kulak.
Biri, söylemeyen dil.
Biri, dardadır şimdi.
Biri, yorgun bedeninde bir yangın.
Biri, kapılarını zorluyor umudun.
Biri, kendi dar anlamını aşan bir yoğunluk içinde.
Biri, hani şu ayrılık diye bilinen yara.
Biri, ölüyor ‘Hoşça kal hayat’ diyor
Biri, doğuyor, dünyaya ‘merhaba’ diyor.
Biri, ‘bu ne biçim yazı’ diyor.
Biri, size yeni yılda güzellikler diliyor.
Hayat devam ediyor…
Kalabalık sana gelişi güzel bakarken, ben ruhunun derinliklerine bakıyorum ve kimse içinde saklı hüznünü hissedemezken, ben hüznün gülüşünde ne kadar derin göründüğünün farkındayım. Sesin her şeyin içinden geçerken ben ondan bir şiir çıkarıyorum ve kimse senin detaylarını önemsemezken ben onlara küçük zaferlerim diyorum.
Uzakta bir yerlerden sanki çağırıyorsun beni. Evet o sesi tanıyorum. O şiir diye içtiğim ses, senin sesin. Kaç bardak içtim bilmiyorum. Kaç gece şiirsiz kaldım onu da bilmiyorum. Sensizliği sığdırdım gecelere, günlere.. Ama kendimi sığdıramadım hiçbir yere.
ŞİİRE GÖNÜL VE ÖMÜR VERMEDİKÇE… ŞİİR NE ETSİN SENİN YOLDAŞLIĞINI
Şiir herkesi kendine yoldaş, arkadaş bellemez.
Şiir acı çekmeyi, hüznü, ıstırabı, gözyaşını, ölüm ve yaşamı… Sevmeyi, sevilmeyi, aşkı ve mutluluğu, ayrılığı, kavuşmayı… Ağaçları ve kuşları, çiçekleri, böcekleri, dağları ve denizleri… Ve gökyüzünü, bulutları, yağan yağmuru, karı, doluyu… Memleket hallerini… Savaşları, barışları… İnsanın ve doğanın hemen her halini ve her tondan rengini konu etmeyi sever ve fakat sürekli kendine mızmızlanıp duran, şiirin altına elini, dilini ve yüreğini koymayanları ve hele hele tembel tembel oturup da ilham bekleyenleri asla sevmez…
Harika… Muhteşem… Kusursuz… Eşsiz güzelliğini, şahaneliğini ve m��kemmelliğini ne etsin şiir senin; yaşadığın duyguları -mutlu, mutsuz, umutlu, umutsuz tüm duygularını- yürek dilinden şiirin kulağına bir rüzgâr gibi üfleyip de fısıldamadıkça… Sıra dışı yepyeni bir dil ve muhteşem bir sesle şiiri derin uykusundan sarsıp da uyandırmadıkça… Şiirin göğsüne başını yaslayıp da içini dökmedikçe… Şiirle yalansız ve dolansız, riyasız ve şatafatsız hakiki ve sağlam bir ilişki kurmadıkça… Şiire samimi, içten, doğru ve yalın davranmadıkça… Dünyada yaşananları ve yaşadıklarını devletin baskı mekanizmaları ve yasalarının izninden ve süzgecinden değil, aklın ve yüreğinin, dilin ve şiirin süzgecinden geçirmedikçe… Şiirler inşa ederken dilin, sözün, sesin ve mısraların bütün güzelliğini büyük bir cesaret ve zarafetle ortalığa döküp saçmadıkça… Zülfü yâre dokunmadıkça… Zulme karşı mazlumların yanında şiirsel, dirençli ve dik başlı bir tavır koymadıkça… Yozlaşmaya, sahteliğe, parçalanma ve metalaşmaya, aldanışa ve aldatmaya, hiçliğe ve çirkinliğe karşı durmadıkça… İnsanı, insanın kardeşliğini, eşitliğini, özgürlüğünü ve barışını savunmadıkça… Şiire dil, söz, ses ve nefes olmadıkça… Sevgiye ve aşka inanmadıkça… Şiire gönül ve ömür, el ve emek vermedikçe… “iyi günde kötü günde” şiirle bir ömür yaşamayı kabul etmedikçe…
Yazma eylemi çok farklı fonksiyonların bir araya gelmesi ile oluyor. Bu bir şairin şiir yazmasında da, bir öykücünün öyküsünü yazmasında da ya da bir makale, görüşte de aynı. Bizim gibi sözlü kültür üzerine yaşayan toplumlarda yazmak daha başka birşey. Söz gibi değildir yazmak. Söz dile gelir de yazdığını konuşturmak kolay değildir. Dilin söylediğini kalem bir sürü süzgeçten geçirir. Dilin kemiği yoktur ya, kalem diktir, eğilmez bükülmez. Eğip bükersen kırılır. O yazdığının senin olmadığını kırılan kalem harflerin altından fısıldar. Söz uçar ama yazı baki kalır. Zordur yazmak, düşündüğünü kaleme aktarmak ve beklemek kalemin aktardığını nasıl kelimelere döktüğünü görmek. Ağır iştir yazmak, ağır işçiliktir yazar olmak. Yok mudur başkalarının kalemi olan, kelimeleri olan, kiralık ve satılık kalemlere sahip olan çoktur. Her yerde ve herşeyde olduğu gibi. Yazmak düşünmek gibi bir eylemdir. Eylemdir. Kemiksiz dilin sözüne kulak verenlerin diyarında yazının sesi duyulmaz. Sesin ahengiyle, körleşmiş toplumlar göremez yazıyı. Sesin sağır ettiği kulaklar duyamaz yazının sesini. İki satır şey denilen yazıları benim yazarken halimi gösteren fotoğraf.
61-61 Trabzon yayın yapmanı ve kendini aklamaya çalışacağını bekliyordum. Evet seni ve canan denen sefili etiket yaptım neden yaptığımda yayının içeriğinde yazıyor. Dostlarıma baskı yapmasaydın senle ne işim olur sen kimsin?! Özellikle senin sayende aylardır aileme küfrediliyo hiç sesin çıktımı sayfan da bi yayın yapıp dedin mi müslüman arkadaşlar inançsız da olsa kimseye küfür etmeyin bu bize yakışmaz dinimiz zarar görür diye? Yok dimi çünkü hoşunuza gidiyo. Küfre karşıymış hadi len ordan. Demişsin ki bizi takipçi kazanmak için etiketliyo:) şaka gibisin, senin belki en az 5 bin takipçin vardır ben ise eski sayfam da 200 ü geçince en az 30 kişiyi eler çöpe atardım burda ise 100 ü geçirmemeye çalışıyorum. Bana gerizekalı takipçi lazım değil, insan olsun, beyni iflas etmiş olmasın yeter. Takipçi kaygım olsa bu tip yayınlar yerine aşk meşk, şiir vs paylaşırım. Evet sayenizde çok güzel insanlar tanıdım ve bunların çoğu da müslüman başımın üstünde de yerleri var. Benim müslümanla değil senin gibi cahil, yobaz, geri kafalı müslümanla ve dininle sorunum var.
Bana gelen arkadaşların nerdeyse tümü sana da geliyo ben hangisine dedim ki o beni linç etti ona gitmeyin diye? Ben senin ve binlerce insanın yaptığı dini yayından rahatsız olmuyorum beğenimi yapıp sayfama dönüyorum da siz niye hoplayıp zıplıyosunuz? Söyleyecek çok şeyi varmış da vırt zırt senin bana söyleyecek hiç bişeyin olamaz varsa gel iletiye yahut yorumlara, İslami bilgine güveniyosan, kurana hakimsen konuşalım.
Bu arada hiç bi erkek de karşı koymadı bana kimmiş o karşı koyan? Bitane zevzek duydum o da bana değil bi kadına yüklendi. Onunda ne mal olduğunu öğrendiğimde midem bulandı, müslümanlar neden hep böyle dedim. Onun ayıbı zaten size yeter!
Aslında senin değil de benim sözüm daha bitmedi, sizin müslümanlığınız hakkında epey bi sözüm var. Belki başka yayında.
5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.
Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.
19 Ekim:
Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel birsürpriz olacağım.
23 Ekim:
Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!
27 Ekim:
Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?
2 Kasım:
Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.
12 Kasım:
Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.
20 Kasım:
Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…
25 Kasım:
Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..
10 Aralık:
Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…
13 Aralık:
Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..
24 Aralık:
Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?
28 Aralık:
Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…
Ah! Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun
Söyleyecek cümlen kalmadığında artık , veda bile edemediğinde en çok bir şiir kalıyor aklımda.İşte bu son şiirim..
Her gece sen girersin rüyalarıma
Her gece sen...
Paramparça olur uykularım
Karanlığın en koyulaştığı yerde
Kapının çalındığını duyarım
Açınca soğuk bir rüzgar çarpar yüzüme
Sen yoksun...
Kilitlenir dudaklarım
Gözlerim karanlıklarda boşuna arar seni
Sen yoksun...
Yalnızlığımı kadehlere doldurup
Tek başıma içmeliyim bu gece
Kırmalıyım kitapları
Evleri ateşe vermeliyim
Sen yoksun...
Zaman gitgide uzar
Altmış saniye bir dakika
Altmış dakika bir saat
Ve sabahın olmasına daha beş saat var
Beklemek bir çeşit ölmektir
Sen yoksun...
Bu bana her gece binlerce ölüm demektir.
Neden ayrılsın ellerimiz her akşam üstü?
Gözlerime acı bir karanlık düşsün
Bir vapur alsın götürsün seni
Ben vapurlar dolusu kederimle yapayalnızım
Sen uzak bir körfezde özlemli, dalgın
Kıyılarına çarpıp ağladığı yerde dalgaların
Neden ay karşılardan yükseldiği zaman,
Başın omuzlarımda olmasın?
Neden ellerin avuçlarımda değil?
Neden gözlerim aradığı zaman gözlerini bulmasın?
Durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor
Bu yolların bir yerde ayrılması,
Uzayan kilometreler...
O sefil, anlayışsız bakışları insanların
Dünya, o eski dünya değil
Tanrı'ysa çoktan unuttu bizi
Şu uçsuz bucaksız evrende
Ne derdimizi dinleyen,
Ne de bir anlayan var sevgimizi.
İki ömür değil,
İki ayrı ve büyük yalnızlıktır yaşadığımız.
Her şey aslında başka renkte.
Vernikli eşyalar, vernikli yüzler...
Altından yer yer sırıtan bir yoksulluk
Yalan üstüne yalan,
Oyun içinde oyun...
Her şey bir yerde anlamsız ve boş
Gerçek olan şimdi senin yokluğun
Senin varlığını özledim duyuyormusun?
Bak nasıl artıyor ellerimin sıcaklığı
Dinle bak nasıl çarpıyor yüreğim
Bütün sokaklarında bu şehrin sana koşuyorum
Seni soruyorum gelip geçene,
'Görmedik', diyorlar.
Anlamıyorlar seni nasıl özlediğimi,
Nasıl sevdiğimi bilmiyorlar.
Volkanlar tutuşuyor,
Ormanlar yanıyor içimde.
Her gece milyonların uyuduğu bir anda,
Devler uyanıyor içimde.
Seni düşünüyorum,
Karanlıklar içinden özlemli sesin geliyor.
Bir ışık yanıyor çok uzaklarda,
Çorak topraklarımın üzerinden bir bulut geçiyor.
Şimdi umutlarım,
Varılmaz uçurum diplerinde
Korkunç, karanlık mağaralarda hayallerim.
Derin bir kuyudan su çekercesine,
Zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim.
Sen her zaman olduğun gibi
Yine o en güzel, en değerli...
Benimse ellerim sımsıcak,
Dudaklarım nemli,
Özlediğim herşeyimle
Kopup en yüksek tepelerden
Bir çığ gibi sana geliyorum.
Sonra dağlar çöküyor ansızın,
Ağaçlar devriliyor,
Evler yıkılıyor,
Altında kalıyorum...
Kırık bir heykel,
Parçasını arıyor her gece.
Bir şarkı notasını...
Bir tablo renklerini...
Ağaç yapraklarını...
Vazo çiçeklerini...
Ve bir adam,
Her gece yollara düşüp,
Yana yakıla seni arıyor...
Mağrur gözleri ıslak,
İlk defa ağlıyor bu adam,
'Gel ' diye,
İlk defa yalvarıyor...
Ben her gece,
Gözlerim tavanda bir noktaya dikilmiş,
Seni düşünüyorum.
Ve sen o saatlerde,
Benim görmediğim rüyaları görüyorsun.
Bir böcek giriyor kafatasıma...
Her gece sen,
Bir cinnet gibi,
Kanıma yürüyorsun...
Tutmaya bile kıyamadığım ellerinin avuç içlerinden öpüyorum sevgilim.
Elveda..
yeni yolların tedirginliği. tüm iyi şeylerin yanında kötünün ihtimali ve yadsınmaz varlığı. kendimle, kendi kendime, dingin bir hayat kurmaya çalışırken dışarısının gürültüsü. içimde bir ses "beni ihmal ettin" dedi, ihmal edilmişliğin tonu sesine yansımış sanki. iyi olmak zorunda değilim ve sadece içimdeki o yumuşak hayvanın istediği şeyi yapmasına izin vereceğim*. sakinlik istedim biraz, öğretmenler odası kalabalik da olsa kahvemi demleyip yüzüme dokunan güneşin tadını çıkarmak istedim. şimdi ve burada olduğumu hatırlamaya, kalbime dokunmaya, hüzünlü bir şarkı mırıldanmaya, geçtiğim, düştüğüm, kaldıgım, kalktığım yerleri görmeye ihtiyacım var. bir dosta sarılmaya, ağlamaya, sessizliğimle anlatmaya oldugu kadar kendimle kalmaya, yine ağlamaya, canımı hala hatırladıkça çok acıtan anlar için kendimi bağışlamaya ihtiyacım var. sevgiyi kabul edebilmem için kendime izin vermek istiyorum. ama onu bir kurtarıcı gibi değil; bir eşlikçi, bir yol, yön, hayal, oyun arkadaşı olarak görmek yürümek istiyorum. bunu içimdeki o ürkek kıza anlatmak beni zorluyor. 26 yaşındaki halim o küçük kızı korumaya çalışırken sevgiye ihtiyaç duyan tarafım aşka sürüklüyor.
aklımda dönüp dolaşan bir şarkı hem umut, hem acı, hem dinginlik veriyor. bir sızı hissediyorum. nereden nasil niye geldi tekrar bilmiyorum ama o budist rahibin dediği geliyor aklıma, merhaba acı. merhaba eski dostum. seninle kalabilirim. seninle baş etmek değil, senin varlığını kabul etmek istiyorum. biliyorum ki uzun süredir buradasın, seni silip atamam hayatımda hep olacaksın. ama bazen karartsan da geceleri senden daha iyi bir yol gösterici bulamadım aylardır. beni büyüttün, kalbimi hissettirdin, geceleri sana sarılıp uyudum. acı. "you made me a believer" iyi ki.
yorum yapmadan hisleri deneyimlemek ne demekmiş görüyorum. yazmak istiyorum ama zihnimden geçirmek bile iyi geliyor. çok yol yürüdüm. çıktığım düzlükte beni sevmeye hazır birini görmeye o kadar alışık değilim ki nasil anlamlandıracağımı bilmiyorum. gerçek, hayal, rüya, aşk... bilmiyorum. dönüp durup buna takılıyorum. oysa önemi yok belki de, yaşamalı bu hisleri de. "zaten üzüldün, olsun, tekrar üzülürsün en fazla" gülümsüyorum. üzülmekse üzülmek. bir yanıt arıyorum ama bir şiir dizesi geçiyor her seferinde "nereden çıktın karşıma böyle sitare/ efsaneler dökülüyor gülüşlerinde*" sitareyi paylaştığım kişilerin kısacık listesine ismini ekliyorum.
hayat. hayat ki yaşanılacak. hayat ki buradayız, varız, mücadele ediyor, seviyor, sevişiyor, arıyor, aranıyor, yanılıyor, düşüyor, koşuyor, acıdan öleceğiz sanıyoruz. oysaki buradayız. hayatta. genç yaşta alınmadı ya canımız*, hep bir mücadele. hayat. sanırım hayat bu kadar.