Nemli kaldırımlardan geçti, ıslak çimlerden koştu, boş yollarda yürüdü. Bir sessizlik vardı diye düşündü bu şehirde. Ya da ruhundaki sessizlik şehrin sesini kısmıstı. Koklamak istedi tüm şehri ilk kez. Hep geçtiği yolların, çiçeklerin kokusunu içine çekmek istedi son kez belkide. Uzun bir yolun sonunda vardı kendine. Demek böyle oluyormuş diye düşündü içinden. Bunca zaman hep kendiyle konuşmuştu şimdi gerçekten kendiyle konuşmaya hazırlanıyordu. Bir insan kendiyle ilk tanışmasında ne derdi ki? Merhaba ben, selam kendim, eski dostum… evet Arthur böyle derdi sevdiği herkese eski dostum diye hitap ederdi hep.
“Merhaba eski dostum” dedi kendi mezar taşına bakarken.
“Merhaba eski dostum, biraz erken geldim. Seni son kez yalnız yakalamış olmak ne büyük mutluluk” dedi kendine garip bir tebessümle. Elinde tuttuğu bir buket mor menekşeyi koydu baş ucuna.
“Umarım menekşe seviyorsundur” dedi kendi kendine. “ uzun bir yoldan geldim, sevmiyorsanda gidip yenisini alamayacağım kusura bakma” dedi ardından. “Biliyor musun bugün benim hayattaki ilk günüm” dedi ve sonra ekledi. “Şeninde son günün olması çok acı değil mi?” Eski bir dostuna veda eder gibi baktı kendine ve içinde ki büyük coşkuyu bastırmak istemediğini mırıldandı ruhu bedenine…
Eminim pek çok insan dünyanın bensiz daha iyi bir yer olucağını söylüyordur. Onlara katılıyorum. Hatta kendimi bildim bileli bu dünyadan gitmeye çalışıyorum.
Onu hissetmişti. Duraksadı. Sanki buradaymış gibi etrafına bakmaya başladı. Arkasını döndü. Tanımadığı yüzleri inceliyordu. Elini kalbine götürdü. Orda yaşıyor gibiydi. Öyle yaşıyordu ki varlığını hissedebiliyordu. Hayır, o buradaydı. Gözleri yaşardı. Bu tutuşan ateş bedenini kavuruyordu. Bir şeyler akıp gidiyordu. O varken olduğu gibi heyecanlanmıştı birden ve tıpkı o sürpriz yaptığı zamanlarda ki gibi varlığı belirivermişti.
Ayak izlerinden tanırdım ben onu, bastığı kaldırımlarda izleri bile belli belirsizdi oysa. Papatya kokardı satırları. Konuşurken şarkı sözleri dökülürdü dudaklarından. Nefes alışları yaz rüzgarına benzerdi. Likörlü bir tatlı gibiydi bakışları beni sarhoş etmeye yeterdi. Penceresi sonsuzluğa açılırdı benim kapılarım kilitliydi oysa. Öyle hayrandım ki ona kilitli kapılar ardında penceremdeki manzaramdı o benim. Onun penceresi sonsuzluğa açılırdı, benim tüm varlığım onunla aydınlanırdı. Şiirler yazmak isterdim ona oysa ona bakmak bile ruhumu titretirdi. Ne kalemim düzgün yazardı ne ruhum yalan söylerdi. Ona bakmak demek, görmek demekti. Gözlerimle değil kalbimle görmek demekti. Öyle bakardı ki bana ruhunu bile görürdüm. Önce gülüşüyle sonra tüm varlığıyla aşık ederdi kendine.
Özlüyorum, öyle çok özlüyorum ki baktığım her yerde seni görmeyi umuyorum ama göremiyorum bazen.. Çünkü zamanla her şey bir şekilde silikleşiyor. Fotoğraflar, ses kayıtları ve sana dair her şey. Çok tuhaf sanki varolmamış gibisin. Unutmuyorsun ama alışıyorsun ve bu öyle bir alışma ki aklını kaybedecek gibi oluyorsun. Bakıyorsun ama göremiyorsun, duyuyorsun ama cevap veremiyorsun, konuşmak istiyorsun ama sesin çıkmıyor, dokunmak istiyorsun ama dokunamıyorsun. Ölüm, çok garip bir duygusun. Derlerdi de inanmazdım kişi ölümden korkmamalı kalanlar korkmalı çünkü gidene değil kalana çok zor...
Başka bir evrende yine seni görmek dileğiyle "BABAM".
beni kendi ellerinizle ittiniz , onca kırıcı laf söylediniz , kalpsizmişim gibi davrandınız , gitmemi istediniz...
benim gibi sizde fazla paramparça ettiniz beni fakat bilin ki her gece dua etmek için konuşan ağzım ve açılan ellerim adına and olsun ki ne dualarımda sizi esirgedim ne de sizi esirgeyeceğim belki sizin içinizde sonsuz bi nefret var fakat bu kalp sizin gibi itemiyor bi zamanlar öldüğü yâri:)