Tam hikaye bu belli. Al sana Piraye’nin aşkı için ödediği bedeli. Serseri ağzına aşık olmuştu Piraye onun oysa ki, bilmiyordu ki aşık olduğu o serseri ağız onu yaralayıp zehirliyeceğini. Nazımdı adı oysa ki. Şiirlere sığmazdı kendisi. Serserinin biriydi. Ezerdi herkesi, yoktu içinde merhameti, oysa Piraye ki her şeyi masumluğu ile gören kişi, onu ağlarken bulmuştu yolun ortasında “belki, belki onun da birine ihtiyacı var” diye umut tohumu serpiştirdi, yanaştırdı kendini ama bilemezdi, Nazım onun gibi değil, bencil bir serseri aşıktı kendisi. Nazım, takmazdı kimseyi, üzüldüğünde ise istediği olmadığı içindi. Piraye denk geldi, öyle ki bir süre Pirayeye kendini yakın tutup onu izledi, aşkını itiraf etsin, zayıf noktalarını ona göstersin diye bekledi. “Sonra noldu, peki?” Piraye anlattıkları ve hissettikleri ile kaldı, ortada öylece, belki ona bir şans vermemeliydi ama oldu ki, Piraye böyle yaşadı gitti. Sevileceğini sanıyordu halbuki ama Nazımın bencil tavırları ve serseri ağzı onu da üzüp zehirledi, artık asla sevileceğini düşünemezdi Piraye güzeli.
Geçmiş bir kara delik , her şeyi içine çeken , geleceği yok eden. Bir günahkâr var kara deliğin içinde , yanında günahı. Günahkârlar günahlarını omuzlarında taşır her daim. O da omzunda taşıyor ancak omzunda taşıdığının farkında değil, göz göze gelmiyor , görmüyor onu. Görse , kıyamet kopacak farkında değil. Her günahkârın bir kurbanı vardır ; ya kendisidir ya da seçtiği bahtsız kişi. Günahkâr, kendi eli ile çizdiği resmin sonunda ölecek , günah ise ömrünün sonuna dek işkence çekecek . Bende bir bahtsızım , kaderimde günahkârın işkencesi var biliyorum . Her masum birilerinin günahının bedelini öder.
"Bana Romeo’mu ver; sonra öldüğünde al da küçük yıldızlara böl onu; onlar göğün yüzünü öyle bir süsleyecektir ki, bütün dünya gönül verip geceye, tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe…"
Herkesin hayatta takıntılı olduğu birşey vardır. Kimimiz aşka, kimimiz de nefrete. Benimkisi nefret ve aşktı. Ama zamanla o nefreti yendim. Fakat içimde biriken bir acı, bir stres ve birde ufak tefek depresyonlar vardı. İçimde yanan bir ateş vardı. Ama sonra hayatıma biri girdi. Aşık olamayacağım kadar güzel ve çok sevebileceğim kadar da ürpertici…
Bir yerde okumuştum: Aşık olanlar sonucunda zarar görüyordu. Fakat sevenler ise zarar görmüyordu. En güzeli ise çıkarsız sevgiydi. Ve ben ona aşık olarak o sevgiyi kirletmek istemiyordum…
Aynı annemin beni sevdiği gibi,
Yaşamı sevmek gibi,
Size iyi davranan insanları sevmek gibi,
Yaşamdan zevk almak gibi bir şeydi bu.
Kimine göre aşk olsa da ben onu sevgimle yaşatmak ve onu sevgimle büyütmek istiyordum.
Aşkımla kirletmek ve mahvetmek istemiyordum.
Son vakitler bunlar, geri dönüşü olmayan yollar . Bir ben yeter bana. İpi dolayan benim boynuma , ipi hazırlayanlar hemen yanı başımda. Her şey hazır , kafa dolu, gözler soğuk, gülüşler eksik. Bir adım ötesi , ayrılık. Bir adım ötesi , sonsuzluk.
İnsanı öldüren aşk mıydı?
Yoksa aşık olduğu kişi miydi?
Neydi insanı öldüren?
Silah, bıçak, hançer miydi?
Yoksa gözler, saçlar, gülüşler miydi?
Neydi insanı öldüren?