Tumgik
#barış için dizeler
gurbetcidayilar · 3 years
Text
Yazik Oldu Ataturk'e
Atatürk'ün düşmanı çokmuş ama herkes saygı duyarmış. Biz sanıyoruz ki bu bizi esaretten kurtardı o yüzden kahraman, dahi, vs.
Oysa olay daha büyük:
Süper güç Britanya (bugünkü USA'dan daha süper güç çünkü o zamanlar atom bombası yok) Birinci Dünya Savaşı'nda gücünü çok harcamış, karşılığını almak en doğal hakkı. Ortadoğu için şunu istiyor: Hatay civarından bir şerit olarak İran'a uzanan bir kukla devlet; İran'ın İngiliz güdümünde olması, Filistin'de kukla olmasa da güdümüne alabileceği bir devlet (ki bölgede karışıklık baki olsun), Arabistan'da bir kukla devlet, Doğu Anadolu Kafkasya civarı bir kukla devlet ki Rus'a karşı kalkan olsun ve Güdük bir Turkey (İstanbul hariç, o Hong Kong gibi şehir devleti olacak). Bu sayede Irak, İran, Arabistan, Ürdün petrollerini ve hatta ileride Hazar ve Orta Asya petrollerini Akdeniz'e akıtabilsin (Zira Afganistan'a hükmetme fikrini ertelemek zorunda kalmışlardı, sonra halefi USA da denedi o da sıçtı Afganistan'da)
Llyod George çok hevesli. Tarihe geçecek. Nasıl ki bir dönem Victorian Era olarak adlandırıldı ise savaş sonrası dönem de Georgian Era olarak adlandırılacak. Belki Cromwell gibi kraliyeti kaldırıp başkanlığa oynayacak. Mutlak petrol hakimiyeti ile Alman arabaları (tankları) dizelsiz kalacağı için Avrupa'da gücünü sarsabilecek kimse kalmayacak. Ikinci Dünya savaşı belki çıkmayacak belki de kısa sürede Almanya'nın tokatlanması ile sonuçlanacak (tanklar!). Amerika bu kadar güçlenmeyecek ve Britanya imparatorluğu üzerinde güneş hiç batmayacak. Komünistleri de rahatça ezecek.
Atatürk aslında Llyod George et al (bilimum lord, mason, dahi devlet adamı vs ve BP'nin CEO'su) karşı bir strateji mücadelesi yapıyor. Türklerin stratejisti oluyor, aynı zamanda başkumandanı (karşı tarafın başkumandanı İstanbul'daki İngiliz general aslında, Yunan ordularının baş-kum-anı Hacı Anesti değil yani, o Çeşme'de butik otelde takılıyor, kukla)
Yunan ordusu çok güçlü ve taze, Türk ordusu formunda değil (bir muharebede yenilince askerin yarısından fazlası kaçıyor mesela).
Atatürk de yalnız değil, sağlam generalleri ve en önemlisi meclis var ona tüm gücüyle destek veren ama bunların da çoğu büyük resmi görüp nasıl imkansız bir işe kalkiştıklarını idrak edemiyor.
Kurtuluş savaşı bir milletin bağımsızlık savaşından öte bir nevi mini dünya savaşı yani özünde.
Llyod George (bugünkü Trump diyelim kabaca) savaşı kaybedince bu sefer Britanya demokrat yöntemleri devreye sokuyor (bugünkü Biden stayla). Isyanlar, muhalefet, terör, mafya, din adamları vs her şeyi deniyorlar olmuyor. Savaş sırasında Başkumandan olarak Atatürk ve meclisin işi çok zordu çünkü millet bırak maddi manevi, fiziksel vücut olarak bile tükenmişti, top güllesi kaldıran kaslar erimişti literally. Savaş sonrasında da bu sefer Başkan olarak kalifiye elemana ihtiyacı var ama toplasan 1000 tane ekonomiden sanattan bilimden mühendislikten siyasetten anlayan adam yok. Eğitimli herkes ölmüş azınlıklar dışında ki onlar da kaçmış baya. Bir sürü genci Almanya'ya eğitime yollamış ama onların da yarısı hatun peşinde. Buna rağmen soğuk savaşta da Britanyayı yeniyor. Isyanları bastırıyor. Hatay'ı alıp Kürdistan'dan Akdeniz'e inilmesini iyice zorlaştırıyor. En azından Kuzey Irak petrollerini almaya çalışıyor ki bir daha bir süper güç saldırısına uğrarsa hasbel kader elinde biraz dizel olsun (tanklar!) Bir yandan da "Yurtta ve Dünyada Barış" diyor çünkü her türlü savaşın kazananı en nihayetinde emperyal güçler olacak ve emperyal güçlerin planlarının ortak yanı Türkiye'nin güdümlü bir devleti ve sömürülebilen bir halkı olması (nüfus çok zira, bu Türkler ölsün komple diyemez kimse).
Neyse Britanya mutlak petrol hakimiyetini kuramadan ikinci Dünya savaşına giriyor ve süper güç görevini halefine devrediyor. USA da bugün Ortadoğu'da benzer şeyleri deniyor, orijinal değiller yani. Birinci Dünya Savaşı'ndaki İngiliz zaferi de Pirus zaferine (tamam o kadar mermi yaktık da ne geçti elimize) dönüşüyor bir nevi. Llyod George avcunu yalarken, çömezi Winston da İngiliz halk kahramani olup tarihe geçiyor.
Özetle bir süper gücün 1890'larda planladığı ve 1930'larda ulaşacağı hedefi en az 100 yıl ileri attık.
İngilizler boşuna kadim düşmanımız olmadı ve boşuna bizimle Turkey diye dalga geçmediler. Kısmen gerçekleşti planları gerçi, İsrail olsun Suud devleti olsun. İran'da da İslam devrimi olmasa işler tikirindaydi vs. Ha bu arada bu planın üstünden 130 sene geçmiş, belki artık eskisi gibi tatlı sonuçları olmayacak süper güç için, ama USA histerik bir şekilde hala deniyor.
Beni dün coşturan şey de şu acı hakikat: Koca Britanya imparatorluğuna avcunu yalattık ama adamlar ne yaptı etti ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra halefi USA sayesinde yine tasmayı boynumuza takmayı başardı (Uğur Mumcu 1970'de yazmış bunu). Yani bizim Kurtuluş da Pirus zaferine döndü. Bir de yazık adam bunu öngörmüş ve Ey Türk Gençliği diye mesaj vermeye çalışmış (açık açık söylese anlayacak kapasitede adam yok, mesajı degrade etmesi gerekiyordu).
Yazık oldu Atatürk'e. O kadar "Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanır." dedi anlatamadı derdini.
4 notes · View notes
fillipova · 4 years
Text
“Unutkanlık hayatta değil belki ama şiirde kullanışlıdır.” diyor Tarihi Kırıntılar’da Barış Bıçakçı. “Dünyanın dönüp dönmediğini, şehirlerin neden kurulduğunu, kadının ve erkeğin ne olduğunu, yağmurun neden yağdığını, devletin nasıl işlediğini unutursanız sözcükleri çok daha kolay bir araya getirirsiniz. En basit sorulara verilecek cevabınız yoksa, şiir için yeterli kavrayışınız var demektir.”
Dizeler aklıma geliveriyor bu satırları okuduktan sonra; “durursa anlaşılır saatin kaç olduğu” demişti Turgut Uyar da. Belki de öyledir, belki de salatalık hakkında fikrinin olması değil olmamasıdır Nazım Hikmet’i şair yapan.
Bu arada hatırladım: soyunu devam ettirmek için yağar yağmur.
1 note · View note
ihtiyardivit · 6 years
Photo
Tumblr media
Maviliğime Mektup 49 ...
Maviliğime ve Onu tanıyan şehirlere , bulutlara , göğün her damlasına mektup... 
Maviliğim’in Saçlarını izah edeyim size...
Saçları Güneş’e değmiş , bir Haziran ayazını ikiye bölüp ... Değmiş parmak uçlarım önce saç diplerine , sonra saç uçlarına . Saç uçları değmiş göğe , hatta ; birinci katına hava’nın.
Benim dudağım Mayıs’ın sonuna denk düşen ayazda birkaç’a bölünmüş gibi ; öpememişim uzadıkça her yeni Haziran’ın ayazını birkaç’a bölen saç uçlarından ... Lepiska derim ya hani saç uçlarına ... Spiral halde dipten uca doğru döne döne kıvrılıp , uçlarının bir göğü , bir güneşi , bir kirpik düzinesini işaret etmesi ; ahhh bu nasıl evren ? Başımı döndüren cümle sonuna değmeyen nokta mı ? yoksa hazreti virgülüm mü ? 
Bilmiyorum ...
Bir cümle de saçlarını anlatmak öyle izahi değil ... Bir mısra’ya sığdırabilmek saç uçlarını ... Ne büyük hadsizlik...
Güzel olan şeyleri şiir ile tanımlamazdık şiir güzel olmasaydı ... Peki şiir gibi saçları neyle tanımlamak akla uygun gelir ? Onu da bilmiyorum.
Cevabını bilmediğim herhangi bir şeyi sevemezken bu muallak nedir ? Bilmiyorum ... Kaldırın başınızı , gök’te kaç bulut var sayın... Yada gök’te kaç hudut var sıralayın ... Olmuyor değil mi ? Normaldir...
Dudağım biraz kurudu şimdi . Başım tavanda , ritmik herhangi bir müzik fonda ve çay orta demli ..
Ancak ; sallama çay ... Herşeyi sallayalım ama çayı demleyelim bence... Hiç olmazsa hasreti bastırır dem ...
Diyor ya hani bir ozan hasret yangısı’nda ... “Açma ... Yaram derindedir . Benim yaram derindedir , Başka tabipler istemem ; Beni derde salan gelsin ... Ölüm bir nefes arası , Size de gelir sırası , Bu yara gönül yarası ; Dermanını bilen gelsin ....”
Çay içer misiniz ? Sallama ama demli ...
Şeker de yok , mis gibi uykusuz bir sabahın gecesindeyiz ... Maviliğim salına salına çıkmış gökler dolusu kat kadar yüksekliğe , saç uçları kirpiklerine değmiş sanki salınırken...
Saç dipleri bin yaz’ı aşmış sanki göğün tavanına ... Güneş sarışınlığını onun parıltısından almış ama değmiş tavanı tabanın zeminine .
Evren dediğimiz her saniye genişleyen kâinatı çepeçevre süsleyen saçları , bir tek benim parmak uçlarıma değmedi ...
Ozanın da dediği gibi ; “Açma , yaram derindedir : dermanımı bilen gelsin ....”
Ağlamaklı bi hava çöktü kapının önüne az önce ; içeri alasım yok ama , çay ikram etmesem olmazdı .
Kirpiğime düştü az önce saç uçları aklımdan Maviliğimin... O biraz evvel , daha az - çok az evvel kapadı gözlerini ; uyudu ... O uyurken ben kirpiklerini izledim biraz. Belki korkar diye perdeyi bile kımıldatmadım. Oysa ki sevmez uykuyu hiç... Kirpiklerime düştü saç uçlarının gölgesi ve ben bunu bahane ettim , ellerimle tutup kaldırdım aklımın tavanına kondurmak için yeniden , parmak uçlarım şimdi biraz titrek ; saç uçlarına değdi sanırım . Şimdi siz durun şöyle bir kenarda , Hazreti Virgülüm’ün saçlarını ona anlatayım ;
Saat gecenin 01:23′ü ..
Muhtemelen uyuyorsun ; rüya da görüyorsundur kesin : Erciyes’in zirvesinden Kayseri’yi izler gibi birşey olsa gerek gök’te kendini düşlemek ...
Havanın aydınlanması ile birlikte , ilk “Günaydın” diyenim olasıca kadın ...
Saçlarına kıskandığım yağmur damlaları dokunan Kadın...
Nasılsın ?
Saçların dağınıktır kesin şimdi ... Dümdüz , toplu olsa da dağınıktır. Ben az önce yanındaydım Hürmet-i Fikrim... Sen uyuyordun , şimdi de uyuyorsundur muhtemelen ... Az öncesi gibi şimdi de mahmursundur.
Kim bilir ne güzel görünürsün başımı göğe yaslayıp kirpiğime assam mahmur özünü ... Bir sabah vakti kapıyı çalsam uykudan uyandırsam seni... Bunlar , bu hayaller hep gece saçlı olmanın beni gecelere saklamasından ... Ama birgün saçların yüzüme düşse, bu bir düşse inan ağlarım... Gece karanlığının sonundayız ve gökte senin tabanın benim ise göz kamaşmışlıklarımın zirvesinde bir boşluk var göğün ortasında ... Parmak uçlarım , seni kirpiklerimden kaldırıp aklımın tavanına asınca saç uçlarına titredi...
Ve saçlarına, ve boynuna, ve omuzlarına baktım ise; ki bakmışımdır mutlaka ;aklımın tavanında’dır kesin  . Zihnim ,saç uçlarının gölgesinde iken bir kuşun uçuşunu sezme derinliğindedir...
Biz , akşamdan EDİ-BÜDÜ gibi küsmüşüz , sabah olmuş ... Serin ve sakin bir sabaha uyanıp balkonda kahvaltı ediyoruz ve senin saçların dağınık, gözlerin uykulu olsun mesela . Sırf o halinle bile, bir kere daha seni sevmeye bahanem olur benim. Herhangi bir sebep bulabilirim hergün sevda zirvesini edinebilmek için seni sevmenin...
Saçların dağınık , gözlerin uykulu ... Başka hiçbir şey yapmana gerek yok huzuruna hergün ,yeniden , daha fazla serilebilmem için ...
“Her erkeğin kıyameti ,sevdiği kadının saçlarında kopar...” demiş bir ozan ...
“Keşke herkes sevdiği kadının saçlarının uçlarına hasret ölse. Gece gündüz aralıksız şekilde saçlarının gölgesinde serinlese ama yine de hasret olsa...” demiş biçare bir seven ...
İnsanın Sevdiği kadının saçlarının kokusu omuzlarına henüz sinmemişse hasreti anlatacak herhangi bir ansiklopedi yok...
Saçlarının teline dizeler döktüğüm, Amber’im ... Saçlarının kokusuna hasret düştüğüm kadın... Muş’un yokuşu rüzgar rüzgar sevdiğim.. Kah bir lodos gök’te esen; Ilık mı ılık.. Kah ustura gibi bir deli poyraz.. Bırak saçlarını rüzgarlarına bu yokuşların ; Bu şehirde sevdasız ve rüzgarsız yaşanmaz.. Erzurum'da da yaşanmaz mihr'im... Sivas'da da yaşanmaz hem.. Ankara'da da yaşanmaz ... Ve Ağrı dağı zirvesinde de yaşanmaz ...
Türkü söyler gibi saç uçların ve gök gibi dipleri ; mutlaka ... Maviliğim ...
Parmaklarım diyorum, dolaşır mı bir gün saçlarında ?...! Saçlarına dokunduğum gün, parmaklarımın devrimidir sevdiğim ; anlatabiliyor muyum mihr’im ...
Bu gece bir dem dokundu aklıma ve parmaklarıma... Saçların yerine hep olduğu gibi sessizlik ortasında sensizlik dolanıyor. Ve anıyorum, bir papatya bahçesinden farksız kokan saçlarını… Muhtemelen öyledir ...
Dün gece Rüyamda sarıldım sana ve kokladım buram buram,saçını okşadım , sonra sen uyandın ; ben uyandım , gök süzüldü kirpiklerinden ... “Ve herkes anlatabiliyor bir ağrıyı... Ben söylesem bu yaz akşamını :
Biri , bir sevda titreşiminden söz etse ,
Düşün ki saçlarını savuruyordu rüzgar ,
Gözleri gülüyor ama karanlık kirpikleri.” demiş bir şair ... Her bir saç telini ayrı sevecek kadar hayranım ben sana mesela ..
Her birini ayrı ayrı ... Öyle ki ; binlerce kütüphane dolusu ansiklopediye sığmaz bu yangı ... Saçların edebiyat kokuyor be kadın , her bir teline şiir , tamamına kitap yazılır ... Ciddiyim ...
Fikrim , Zikrim , Mah’ım , Mihr’im , Ötem ... Az öncem , Az sonram , tümüm ... Göz göze değmese yüzümü çevirmezdim...
“Güzel sevmeyene adam denmez” miş ... Barış Manço hep doğruyu söyler Maviliğim ... Bence de denmez ... Saat 02:47 ...
Çay bitti , satır bitti , sensiz kaç asır bitti ... Özlemini bilsen bir de sen rakip çıkarsın bana kendini böyle sımsıkı sevip ...
Ve biliyor musun Sevdiğim ... Şaka değil , ben seni SEVME SANATI'nı ciddiye alıyorum.
Ve düşünsene Maviliğim ; az önce içtiğim çayı sen demlemiş olsaydın , yudumlarken odaya sızan güneşten gözümün kamaşmasını saçlarının gölgesinde serinletseydim...
Demiş ki bir bilen ; "Allah nasip etmeyeceği bir şeyi hayal de ettirmez..." Ben inanıyorum . Ve biliyor musun : Ben hakikaten sana mecburum ... ​
3 notes · View notes
turknewsuk-blog · 4 years
Text
Barış Pınarı Harekâtı: Bazı Batılı ülkelerin silah satışını durdurması Türkiye'yi nasıl etkileyebilir?
Tumblr media
Türkiye'nin Suriye'de geçen hafta Fırat Nehri'nin doğusunda başlattığı operasyonun ardından bazı Batılı ülkeler Ankara'ya silah satışını kısmen veya tamamen durdurdu. Bu ülkeler Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Norveç, Hollanda, İsveç ve Finlandiya olarak sıralanıyor. Ülkelerin getirdiği silah yasakları arasında bazı farklılıklar bulunuyor. Örneğin Almanya, İngiltere ve Fransa, Suriye'de kullanılabilecek türden silahların satışları için yeni satış lisansı verilmeyeceğini açıkladı. İtalya ve Norveç de Suriye'de kullanılıp kullanılmayacağına bakılmaksızın Türkiye'ye yeni silah ihraç izni vermeyecek. Çek Cumhuriyeti ise gelecekteki lisansların yanı sıra mevcut bütün silah lisanslarını askıya aldığını açıkladı. Bu ülkelerin kararları Türkiye'yi nasıl etkileyecek? Türkiye bu ülkelerden hangi silahları ithal ediyor? Küresel silah ticaretini takip eden ve bu alanda en geniş veri tabanına sahip olan kurumlardan Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'ne (SIPRI) göre Türkiye 2014-2018 döneminde bu ülkelerden çeşitli silahlar ve askeri ürünler ithal etti. Bu ürünler ülkelerine göre şöyle listeleniyor: Fransa: Askeri gözlem uçaklarına monte edilmek için Ocean Master radarları Almanya: Leopard tankı, Reis sınıfı denizaltı, TSK'ya ait çeşitli uçaklar ve gemiler için dizel ve turboprop motorlar. İtalya: 6 adet ATR72-600 uçağının Deniz Karakol Uçağı'na dönüştürülmesini kapsayan "Meltem III" projesi, A-129C Mangusta (ATAK) helikopterleri, Göktürk-1 gözlem uydusu, aralarında MilGem savaş gemilerinin de bulunduğu gemilere monte etmek için Compact 40L70 ve Super Rapid 76mm tipi silahlar. SIPRI'ye göre Türkiye, 2014-18 yılları arasında İtalya'nın en büyük silah alıcısı oldu. Hollanda: Gemilerde kullanmak için 12 hava radarı.
Tumblr media
Thales Nederland B.V Türkiye'nin Hollanda'dan aldığı radar sistemi Türkiye'nin bu ülkelerden ithal ettiği silahların değeri ne kadar? Türkiye'nin ithal ettiği silahların değerine dair farklı veriler bulunuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye 2018'de "Silahlar ve mühimmat, bunların aksam, parça ve aksesuarı" gümrük koduyla 365 milyon dolar ithalat yaptı. Bu ithalatın içinde ilk sırayı 100 milyon dolarla Bulgaristan aldı. Silah ithalatını kısıtlayan veya sonlandıran ülkelerden İtalya, Almanya ve Çekya sırasıyla, Türkiye'nin en çok silah ithal ettiği 8., 9. ve 10. ülke oldu.
Tumblr media
Fakat başka kaynaklarda silah satışlarına dair farklı veriler bulunuyor. Örneğin Almanya Dışişleri Bakanlığı, Sol Parti'nin soru önergesine verdiği cevapta Almanya'nın 2018'in ilk 10 ayında 202 milyon Euro silah sattığını açıklamıştı. Alman gazetesi Bild'e göre 2018 sonunda ihracat rakamı önceki yılın üç katına çıkarak 243 milyon Euro oldu, Almanya silah ihracatının üçte birini Türkiye'ye yaptı. TÜİK'e göreyse 2018'de Almanya'dan silah ithalatı 14 milyon dolardı. Almanya Dışişleri Bakanlığı verisi ile TÜİK verisi arasında 16 kattan fazla bir fark var. Savunma ve Havacılık Sanayii İmalatçılar Derneği'nin 2018 faaliyet raporuna göre Türkiye'nin 2018'deki ithalatı 1,6 milyar dolar oldu. Bunların yarısı AB'den, yüzde 41,8'i ABD'den, yüzde 7,6'sı ise diğer ülkelerden alındı.
Tumblr media
Almanya ve Fransa Türkiye'ye silah satışına kısıtlama getirse de diğer ülkelerin AB genelinde Türkiye'ye yönelik silah ambargosu çıkarma girişimi sonuç vermedi Derneğe göre Türkiye'nin ithalatı bir önceki yıla göre yüzde 59 arttı, 2016'y kıyasla ise neredeyse iki katına çıktı. Bunun arkasındaki nedenler arasında "sektörü etkileyen gizli ambargolar nedeniyle stok yaratma çabası" gösteriliyor. Derneğe göre kara savunması amaçlı ithalat 739 milyon dolar oldu. Bunun 447 milyonu AB ülkelerinden yapıldı. Deniz savunması amaçlı ithalat 165 milyon dolar oldu. Bunun da 92 milyonu AB ülkelerinden yapıldı. ABD'den ithalatın AB'nin önünde olduğu tek alan ise askeri havacılık oldu. Bu alandaki 522 milyon dolarlık ithalatın 348'i ABD'den gerçekleşti. Bu karar hangi silahları kapsayacak? Savunma alanında uzman gazeteci Burak Bekdil; Almanya, İtalya ve Fransa'nın "Suriye'de kullanılma ihtimali bulunan silahlar" tanımının muğlak olduğunu söylüyor. Türkiye'nin bu ülkelerden özellikle Suriye'de kullanmak için mühimmat alma ihtiyacı bulunmadığını söyleyen Bekdil'e göre bu muğlaklık, silah ticaretine devam edebilmak amacıyla bırakılmış. "Bu ambargo kararlarının çoğu kozmetik kararlar, alınma gerekçeleriyse bu ülkelerinin iç kamuoyuna yönelik" diyen Bekdil, Türkiye'nin bu kısmi silah ambargosu öncesi de Batılı ülkelerden bazı silahları almakta zorlandığını söyledi: "Almanya'yı mercek altına yatırırsak, Almanya ile Leopard tanklarının modernizasyon programı yürütülüyordu. Altay tankında Almanların bir teknoloji transferi söz konusuydu ama Suriye operasyonundan önce bile Almanlar MTU şirketi mesela Türkiye'ye motor teknolojisi vermek için siyasi iradenin onayına bakıyordu, o da maalesef çıkmadı." İtalya ve Fransa, ortak konsorsiyumları Eurosam üzerinden Türkiye ile birlikte ortak hava savunma sistemi geliştirmeyi planlıyordu. Türkiye'nin anlaşma imzaladığı Eurosam hangi sistemleri geliştiriyor? Bekdil, yaptırımların bunu etkileyip etkilemeyeceğini Fransa'ya sormak gerekeceğini söylüyor ve ekliyor: "Bana soracak olursanız etkilemeyeceğini peşinen söyleyebilirim. Bunlar çok kozmetik, siyasi kararlar, pek bir caydırıcılığı yok. "İngiltere de bu kararı aldı ama bir yandan da Türkiye'nin milli muharip uçak projesinde yer almak istiyor. Bunu da ambargo kararının dışında tuttuklarını anlıyorum." İngiltere ve Türkiye arasında 125 milyon dolarlık savunma anlaşması Bu ülkelerin aksine Çek Cumhuriyeti, Türkiye'ye yönelik tüm silah ihraç lisanslarını askıya aldı. Bekdil, Türkiye'nin bu ülkeden aldığı silahlar için "Basit yan unsurlar diyebileceğimiz mühimmat gibi bazı sistemleri oradan temin ediyorduk. Onları da iç üretimle veya başka ülkelere kaydırarak temin edebileceğimiz sistemler" diyor. Türkiye bundan nasıl etkilenecek? Bekdil, bu yaptırımların kısa vadede de uzun vadede de Türkiye'yi etkilemeyeceğini düşünüyor. Kısa vadede Türkiye'nin bu operasyon için gerekli olan silah ve mühimmat stokuna sahip olduğunu söyleyen Bekdil, uzun vadede de Türkiye'nin Batılı ülkelerin silah sistemlerine mecbur olmadığını vurguluyor: "Bizim çok ciddi derecede konvansiyonel ve akıllı mühimmat dediğimiz mühimmat sistemlerine ihtiyacımız var ama bu Suriye operasyonundan önce de vardı. Batılı ülkeler bu sistemleri bize vermekten zaten imtina ediyorlardı. ABD'nin bir silah ambargosu yok ama de facto olarak var. "20-25 sene önce Batılı ülkeler silah sistemleri üzerinde monopol bir güce sahipti. 'Ben size bunu vermediğimde başka kimseden alamazsınız' diyerek bunu dış politikanın bir enstrümanı olarak kullanıyordu. Ama bu gün bu sistem kalktı ortadan, hiçbir ülke hiçbir silah sistemi üzerinde monopol değil. Bir yerden alamazsanız başka bir ülkeden alırsınız." Deutsche Welle'ye konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, silah ambargolarının Türkiye'yi güçlendireceğini, 15 yıl önce silah ihtiyaçlarının yüzde 20'sini ülke içindeki üretimlerle karşılayabilen Türkiye'de bugün bu oranın yüzde 70'in üzerine çıktığını söylemişti.
Tumblr media
Çavuşoğlu operasyon başladıktan sonra NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile görüşmüştü Bekdil bu açıklamaya "Hem evet, hem hayır" diyor: "Son 10-15 yıla baktığımızda yerli kabiliyeti çok ciddi bir şekilde ilerledi ve gelişti Türkiye'nin. Bu bir gerçek. "Ancak bu yüzde 70 rakamı son derece tartışmalı, bana göre abartılı bir rakam. Bu oranın tam olarak kaç olduğu önemli değil. Türkiye'nin ihtiyaçlarını çok büyük oranda karşılayacak insansız hava aracı sistemlerinde biz çok ilerledik. Bu sistemler üzerinden bu operasyonların istihbarat ihtiyaçları gideriliyor büyük oranda. "Ambargoların bizim yerli silah sanayimizi geliştirdiği, buna yol açtığı da bir gerçek. Bunu inkar edemeyiz. Bu konuda mevcut hükümetin 2004-05 yılından itibaren geliştirmeye başladığı doktriner baza oturttuğu milli sistemler çalışmalarında da görece bir başarı olduğundan bahsetmek mümkün. Ancak bu başarı bana göre nasıl bir portre edildiğine baktığımızda kamuoyuna çok ciddi abartmalar olduğunu görüyoruz." Barış Pınarı Harekâtı'nda bir hafta geride kaldı, diplomatik arenada neler yaşandı? Erdoğan: F-35'te yaşananlar kararlığımızı artırdı, inşallah kendi savaş uçağımıza kavuşacağız Read the full article
0 notes
sin-u-san · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
“kimse şairleri vurmaz, ve bende şair im” dedi ama daha genç yaşta kurşuna dizildi Federico Garcia lorca
Kimse Kalmadı Ekmeği ve Şarabı Bölüşecek /F.Garcia Lorca
Sevil Ateş
Özgür olmayan insan nedir?
Söyle bana, Marina.
Söyle seni nasıl sevebilirim.
Özgür olamazsam?
Sana kalbimi nasıl açabilirim. 
Bu yürek benim değilse?
 İspanya iç savaşında kendini kurşunlara siper eden bir şair; aşka, doğaya, özgürlüğe tutkulu bir adam F.Garcia Lorca. Granada’da varlıklı bir ailede doğan Garcia Lorca, 27 kuşağının üyelerinin güçlü savunucuları arasında yer aldı. Her defasında, burjuva ahlak anlayışını eleştirerek, dönemin faşizan yönetimine kafa tutanlardan oldu.
“ Beni değiştiremezsiniz. Ben bir şair ve sanatçı olarak doğdum, diğerlerinin yakışıklı, kör ya da kusurlu doğması gibi. Kanatlarımı almayın benden, çünkü emin olabilirsiniz ki ben bu kanatları kullanmayı biliyorum.”
Lorca, şiirlerin yanı sıra, yazığı oyunlarla da halkçı bir tutum sergilemiş, toplumsal ayrılıkları, dayatılan sistemlerin insanları nasıl mutsuzlaştığı dair yazılar yazmıştır. Eleştirel yapısı nedeniyle, Faşist Franco döneminde sürekli hedef gösterildi. Eşcinsel olduğu duyulduktan sonra kilise Lorca’ya karşı net tutum sergilemiş, İsa’ya karşı eleştirileri yüzünden de adeta ölümüne ferman çıkartılmıştı.
Ölürsem
Açık bırakın balkonu.
Çocuk portakal yer.
(Balkonumdan görürüm onu.)
İspanyol kültüründen uzaklaşmayarak çağdaşlaşmayı savunan Garcia Lorca, ayı zamanda bir çingene aşığıydı. Besteci kimliğini gitarıyla bütünleştirip Flamenko’ya dair en güzel sözleri söyledi.
Gün batıyor!
Gitarları duyalım artık,
Çingene, sen de başla şarkına,
Selam sana ay! Merhaba karanlık!
Yıldızlar, hoş geldiniz!
Hepinize binlerce kez teşekkür,
Bize düş kurmayı, düş kurup, peşinde koşmayı öğrettiniz!
Ressam Salvador Dali ve yönetmen Luis Bunuel ile yakın arkadaş olan Lorca’nın Salvador Dali’ye âşık olduğu, hatta bir dönem birlikte oldukları söylendi. Ancak hiçbir zaman doğrulanamadı.
İç savaş, son dönemlerde şiddetini gittikçe arttırmıştı. Franco, kendisine karşıt olan pek çok kişiyi infaz ettirmişti. Lorca ise hiçbir zaman infaz edileceğini düşünmüyordu.
“Kimse şairleri vurmaz, ben de şairim”
Ancak olaylar hiçte istenildiği gibi gitmedi ve Lorca 38 yaşında bir Ağustos sabahı kurşuna dizilip infaz edildi. İnfaz edilmeden hemen önce yine yumruğu havada şiirini haykırdı.
Her akşamüzeri bir çocuk ölür,
 Her akşamüzeri Granada’da.
 Her akşamüzeri yerleşir de su,
 Dostlarıyla konuşur baş başa.
Söylentilere göre infaz emrini verdiren şey ise, “İspanyol Sivil Muhafız Baladı” adlı şiiriydi.
Karadır atları, kapkara
Nalları da kapkara demir.
Pelerinlerinde parıldar
Mürekkep ve mum lekeleri
Ağlamak nerede onlar nerede
Hepsinin de kurşundan beyni
Yoldanağrı çıkageldiler
Gönülleri cilalı deri.
O çılgınlar, o gececiler
Boğarlar geçtikleri yeri
Zamk karası bir sessizliğe
Ve bir dehşete kum incesi…
Çağdaş İspanyol şiirinin en önemli temsilcisi Olan F.Garca Lorca’nın ölüm haberinden sonra, pek çok yerde yürüyüş ve eylemler gerçekleşti. Türkiye’ye de ise, Turgut Uyar Lorca’yı daima hatırlatacak dizeler yazdı.
 Ah işte her şey orda…
Ben severim omuzlarımı bir gün
Sırmaları, apoletleri olmasa da. 
Ben severim omuzlarımı bir gün
Göçen bir maden direğinin altında 
Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim…
Ben severim omuzlarımı bir gün
Savaşta bir başka omuzun yanı başında
Yatakta bir ince omuzun yanı başında 
Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba ya…
İndiğini görürsem bir gün sığıcıkların
ve sürüler halinde, ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir gün daha… 
Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm
Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba ya…
“saat beşte akşamleyin”
 Ah ellerim ve kalbim
Her şey orada kaldı.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere.
Kara gözlüm, kalbim,
Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum
Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvarın dibinde
Bir deppoy un önünde
Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı…
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde
Ve her dilde… 
Obra
Completas 
Artık katiyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında…
İspanya da
Ve her yerde…
Federico Garcia Lorca İçin Üç Şiir/ Turgut Uyar
Lorca’nın Roma’ya Doğru Haykırış adlı şiiri; sitemi, aşkı, özlemi, sisteme dair eleştirisini kısacası şairin hayatına dair pek çok şeyi barındırır. Bu şiiri son kısma saklamak, işte bundan ötürüdür. …
Çünkü hiç kimse kalmadı ekmeği, şarabı bölüşecek
Hiç kimse ölümün ağzında ot yetiştirecek
Hiç kimse dinlenmenin dokusunu liflerine ayıracak
Hiç kimse fillerin yaralarına gözyaşı dökecek
Sadece bir milyon demirci vardı sadece
Geleceğin çocukları için zincirler döğen
Bir milyon marangoz
Haçsız tabutlar çakan
Ve sadece bir yas kalabalığı
Baloya az kala düğmelerini çözen,
Diyorum, güvercini aşağılayan o adam konuşmalıdır
Sütunların arasında çırılçıplak haykırmalıdır
Cüzamına eğilmek için bir böcek olmalı
Ve öyle korkunç ağlamalıdır ki
Gözyaşlarının
Yüzükleri ve elmas telefonları sıyrılıp gitmelidir.
Ama işte o beyazlara bürünmüş adam
Bilmiyor başakta saklanan gizi
Bilmiyor ki canlı bir kadının iniltisini
Bilmiyor ki İsa bugün de su verebilir
Bilmiyor ki şu gümüş parçası hesapsız öpüşleri yakmakta
Sülünün aptal gagasına koymaktadır kuzunun kanını
Öğretmenler çocuklara
Dağdan kopan olağanüstü bir ışık gösteriyor
Ama çıka çıka bundan bir lağım çıkıyor sonunda
Ortasında koleranın karanlık perileri bağrışıyor
Öğretmen sofuca tütsülü iri kubbeleri gösteriyor
Ama heykellerin altında aşk yok
Aşk yok kesin billurdan gözlerin altında
Aşk açlığın hırpaladığı vücutlarda duruyor
Sel baskınına karşı koyan ufak barınakta;
Aşk açlık yılanlarının birbirini yediği hendeklerde duruyor
Martı ölülerini sallayan hüzünlü denizde
Ve yastığın altına gömülmüş kapkaranlık öpüşte duruyor.
Ama saydam elli ihtiyar
Aşk, diyecek, aşk, aşk,
Milyonlarca can çekişmesi içinde:
Aşk, diyecek, aşk, aşk,
Sevecenliğin titrek kumaşı içinde;
Barış, diyecek, barış, barış,
Bıçak ürpertileri ve dinamit yığınları arasında
Aşk, diyecek, aşk, aşk,
Dudakları bir gümüşe dönüşene kadar
Bunları diyecek.
Yine de yine de ah yine de
Tükrük hokkalarını kaldırmakla görevli zenciler,
Başöğretmenin soluk dehşeti altında tir tir çocuklar,
Maden kuyularında gazla zehirlenmiş kadınlar
Yaşamalarını çekice, kemana, buluta bağlamış kalabalıklar
Kafalarını duvara vurur gibi bağıracaklar
Bağıracaklar kubbelerden başları dönmüş
Bağıracaklar ateşten başları dönmüş
Kardan başları dönmüş Başları pisliğe bulanmış
Bağıracaklar toplanmış bütün geceler gibi
Kentler küçük kızlar gibi titreyene kadar
Öyle korkunç bir sesle bağıracaklar.
Ve müziğin, yağın mapusanelerini yerle bir ediyor,
Her sabah ekmeğimizi yeniden istediğimiz için
Alıç çiçeğimizi ve tanelenmiş sürekli sevecenliğimizi
Meyvelerini herkese sunan dünyanın
Gerçekleşsin diye isteği.
(Çeviri: Cemal Süreya)
14 notes · View notes
Photo
Tumblr media
JENNY’YE i jenny! gülerek sorarsın neden şarkılarım "jenny'ye", yalnız senin için yüreğim hızla çarparken şarkılarım yalnız senin için ağlarken yürekleri yalnızca senden esinlenirken her hece söylerken yalnız senin adını alırken her ses yalnız senden tınılarını soluklarım tanrıça'dan atmazken adımını. çünkü sevgili adın öyle tatlı çınlıyor, bana neler söylüyor onun uyacıkları, dopdolu, çeşit çeşit sesler yankılanıyor, uzaklarda titreşen ruhlara gider sanki, altın telli sitern'in dalgalanan uyumu, bilinmeyen, güpgüzel, tılsımlı bir şey gibi. ii işte! binlerce cilt doldurabilirim, "jenny" yazarak yalnız her satırına, gizleniverir yine düşünceler, duygular, sonsuz yapı, mutlak istenç, dizeler arasına, taptatlı dizeler ki yumuşacık özlerler, bütün ışımaları esîr pırıltısını, kutsal sevinci, korkunç kederin acısını, benim olan tüm yaşam ve bilginin tadını. yukarlardaki yıldızlarda okuyabilirim, zefir'den yankılanıp geri gelir o bana, kuduran dalgaların uğultusundan gelir. evet, nakarat gibi yazabilirim onu, görebilsinler diye gelecek yüzyıllara -  aşk jenny'dir, jenny de aşkın adı. 1836 Karl Marx Çeviri: Barış Pirhasan
22 notes · View notes
canasafali · 4 years
Text
Arifler dükkanın açmış ne istersen var içinde !...
Pirin erdiği hikmetleri taliplere sunduğu bu deyiş rehber olarak hangi Ali’yi ve Muhammed sav’ı referans aldığına dair kanıt oluşturur. Ali-likde bu şiir çerçevesinden bakıldığında islam'ı da kapsar..
Hak , kendisini zuhur etme kararı verdiğinde künn dedi. Hakkın dilinden bu kelime çıkar çıkmaz hakkın nuru harekete geçerek varlık evreninde şekil bulmaya başladı. Hakkın subuti sıfatları olan esma-ül hüsna denilen binbir isminin tezahürü kainatı kaplamış her yaratılan nesneye hakkın bir yönünün imzası atılmıştı. Onu görmek isteyen kainata bakıp seyre dalmalıydı!... Onu birliğine işaret eden tevhid- vahdet- vahdet-i vücud terimlerinin derinliklerini bizlere düşündüren tefekkür dolu ruhsal erme makamlarında, seyr-i süluk halinde olan canlarımıza hikmetler sunuyordu kainat... Hey hat , min-e zille !
önüme bir çığır geldi
bir ucu var şar içinde
Arifler dükkanın açmış
ne istersen var içinde
Dizelerin bu kısmında öyle bir giriş ile başlamış ki Pir; Kendi ruhsal gelişiminin içerisinde yol alırken yolu öyle bir çığıra denk geliyor ki bu izi izleyen kimsenin vardığı şehirde ki bu şehir “riza şehri” olarak geçiyor bir çok eserde.. Arifler öyle bir dükkan açmış ki bu abdallar kendini hakka adamış ve söz o ki ilim dükkanlarında ne ararsan var...Hangi hikmeti, hangi sırrı ararsan var ; kemale giden yolda hakkın zuhurunun sırlarının keşifleri var...
gir dükkana pazar eyle
hersen indir hezar eyle
aya güne nazar eyle
ay muhammed nur içinde
Gir dükkana pazar eyle; burada Pir kendi nefsi üzerinden bizlere pazara gir demektedir... Hakkın delillerinin pazarına gir pazar eyle diyor. O ki alışverişten payını al diyor.. Hersen (heyrs) indir hezar eyle, hırsını indir hezar ( barış ) eyle , hırsından ve kininden kurtul barış eyle. Aya güne bak ay Muhammetin nurudur onun nuru içinde. Ayın nuru imgesi bir çok kaynakta ve şiirde geçer... Güneş haktır hakikattir. İnsanoğlu direk güneşe temas edemez, o güneşin nuru dokunanın varlığını bitirir. Ay Muhammet sav imgesidir, ay gece vakti, tüm aydınlığın silindiği bir zamanda, izlerin kaybolduğu devirlerde güneşten aldığı feyzi, ışığı, nuru dünyaya yansıtır ve ay ışığı kendinden değildir. Yakıcı değildir ama güneşin bir yerlerde var olduğunun emarelerini bizlere sunar... Muhammet ’ sav’e nazar kılan onu izleyen ve gözleyen biz talipler, onun zatında hakkın yansımasını görürüz ve onun ki bilgiler de aynen kainata yansıyan nurlar gibi bize hakkın varlığının delillerini sunar, tıpkı ayın nurunun güneşi göstermesi gibi...
ay alidir gün muhammed
okunan seksen bin ayet
balıklar deryaya da hasret
çarha döner göl içinde
Ay Ali’dir gün Muhammet , bu satırda bir şey dikkatimizi çekiyor, önce ay Muhammet sav nur içinde, satırı sonra ay Ali dir gün Muhammet satırı geçiyor. Pir burada bize Muhammet peygamberin velisi, takipçisi ve halifesi olarak Ali’yi işaret ettiğinden peygamberimizden sonra takip edeceğimiz ay ışığı alinin nuru olmaktadır.. Güneş yerini de gün kelimesi ile Muhammet almaktadır, bu satırdaki incelik ise hz Ali direk Allahtan gelen vahiyle aydınlatmıyor peygamberden aldığı ilimle aydınlatıyor olduğundan Ali nin nuruna nispeten Muhammet sav güneş oluyor... “okunan seksen bin ayet “ ise yer yüzüne saçılmış hakkın marifetlerinin üzerinde düşünülüp ilim ve bilimde yol alanların bu ayetleri yani evrendeki zuhuratı (yaratılışı) okuma ile muhammed’in ve alinin nurunun aydınlatması ile gerçek güneşin emarelerini okuma arasında köprü kuruluyor... Balıklar deryaya da hasret, çarha döner göl içinde, balıklar biziz öyle bir deryaya hasretiz ki bu hasret içinde bir çark gibi dönüyoruz, devri daim içinde dönüp durmamız semahın şeklinin balık misali dönüşlere benzetilmesi ile de eşdeğer olabilir...
göl içinde çarha döner
susuzluktan bağrı yanar
alemler seyarana iner
seyir var seyir içinde
Göl içinde çarha döner susuzluktan bağrı yanar; göl içinde ama bu dönüş ile suyun içinde susuzluk çekmek bağrı yanan birinin ilim deryasından habersiz ha bire dönüşüne misaldir... Ama ilim deryasından haberdar ise; alemler seyrana iner (18 bin alemin sırlarının seyredilebilir hale gelmesidir) seyir var seyir içinde yani seyrettikçe daha öte seyirler açılır, 4 kapıdan ve 40 makamdan bu seyri süluk ile geçilir.
kudretten verdi balı
bahanesi oldu arı
şimdi dinle ah-u zarı
allah allah allah allah
arı inler bal içinde
Onun ilmi kudretinin hükmü ile zerreleri harekete geçirerek bize görünen yüzünde direk güneşin yakmaması için, ilminin bizi yakmaması için yaradanın koyduğu bahaneler, perdeler vasıtası ile sunduğu nimetlere yönelik satır işte burası; kudretten verdi balı, bahanesi oldu arı, daha nasıl şiir olabilirdi bu sır acaba?
pir sultanım ey gaziler
yürekte yara sızılar
talipler pirin arzular
bülbül öter gül içinde
Gaziler demesi ilginçtir... Pirin şiirinin çerçevesinde düşünüldüğü zaman bir küfür ile hakkın savaşında galip gelenlere seslenmesi şeklinde yorumlana bilir ey gaziler dediğinde bu akla gelebilir... Yürekta yara sızılar, talipler pirin arzular, taliplerin, ilim talebelerinin arzusu kemale erme yolunda kendini geliştirecek rehberleri ve pirleri arzuladıklarını ifade ile eğer talip bülbül ise gül olan pirlerin sayesinde şakıdığı öttüğü vurgulanarak dizeler/deyiş son bulur.
Aşk ile !...
0 notes
gazetefisilti · 6 years
Text
Barışa kulak tıkayanları lanetliyoruz
Tumblr media
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı tarafından Yenikapı Miting Alanı'nda Filistin halkına destek amacıyla "Zulme Lanet Kudüs'e Destek" mitinginde Müslümanlar Kudüs için bir araya geldi. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, “KUDÜS BİR SEMBOL, BİR İMTİHAN VE BİR KIBLEDİR” Kudüs’ün sadece bir şehir değil, bir sembol, bir imtihan, bir kıble olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İlk kıblemizi koruyamazsak son kıblemizin geleceğine güvenle bakamayız. Açık konuşmak gerekirse İslam dünyası Kudüs imtihanında sınıfta kalmıştır. Sadece İslam dünyası değil, tüm insanlık da sınıfta kalmıştır" diyerek konuştu. “FİLİSTİN TOPRAKLARINDAN KAN İZLERİ HİÇ SİLİNMEDİ” Filistin topraklarından kan izlerinin hiç silinmediğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, şair Nizar Kabbani'nin "Kudüs şiiri"nden de dizeler okuyarak, o günden beri Kudüs'ün duvarlarından, Filistin'in topraklarından kan izlerinin hiç silinmediğini söyledi. TGTV YÖNETİM KURULU BAŞKANI HAMZA AKBULUT, “BARIŞA KULAK TIKAYANLARI LANETLİYORUZ” Barışa kulak tıkayanları lanetleyen TGTV Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Avukat Hamza Akbulut, “Kudüs’ü yıllardır fiili başkent olarak kullanan İsrail, Amerika Birleşik Devletleri’ni gayri meşru zemine çekerek, BM kararlarına rağmen ABD Büyükelçiliği’nin 14 Mayıs 2018’de Tel Aviv'den Kudüs'e taşınmasını sağlamıştır. İsrail ve ABD’nin bu adımları uluslararası toplum nezdinde gayrimeşru olup bir provokasyondur. Trump'ın Kudüs'ü başkent olarak tanıma kararı işgali ve Yahudileştirme politikasını meşrulaştırma yolunda atılmış bir adımdır” diyerek konuştu. “SİYONİST DEVLET ÇETELERİ İÇİN BASKI, ŞİDDET VE ÖLDÜRMEK SIRADAN HALE GELMİŞTİR” Siyonist devlet çeteleri için baskı, şiddet ve öldürmenin sıradan hale geldiğini belirten Hamza Akbulut, “Yapılan hukuksuzluğa karşı çıkarak, yapılan haksızlığı telin etmek üzere bir araya gelen Filistinli kardeşlerimizi katledenler insanlık suçu işlemişlerdir. Bu alçak katliamın azmettiricisi ABD, tetikçisi terör devleti İsrail olmuştur. Tarih ve insanlık önünde telin ediyoruz. Bu insanlıktan nasipsiz zorbaların, dünya kamuoyu önünde yaptıkları alçakça katliamlara karşı tüm dünyayı harekete geçmeye davet ediyoruz” şeklinde konuştu.  “AZGINLAŞMIŞ GÜÇ KARŞISINDA İSLAM DÜNYASI BİRLİKTE HAREKET ETMELİDİR” ABD’nin hamiliğinden güç alan terör devleti İsrail’in, bölge devletleri ve halkı için tehdit olduğunu söyleyen Akbulut, “Yahudileştirme politikasıyla Filistinlileri göçe zorlayan bu azgınlaşmış güç karşısında İslam dünyası birliği adımları ivedilikle atılmalıdır. Dünyaya bir virüs gibi yayılan siyonistler, sadece ülkeler için değil, medeniyetler için de bir tehdit haline gelmiştir. Dünya barışı için İsrail sınırlandırılmalıdır” dedi. “FİLİSTİN’DE BAŞ GÖSTEREN SON OLAYLARIN BAŞ MÜSEBBİBİ İSRAİL’İ LANETLİYORUZ” Filistin halkının sadece İslam’ın değil, dünyadaki vicdan sahibi tüm insanların da onuru olduğunu belirten Akbulut, “Kahraman şehitlerimiz yakılmak istenen fitne ateşini söndürmek için ilk suyu döken insanlık kahramanlarıdırlar. Şehitlerimizi minnetle yad ediyor, yaralılarımıza şifa olacak yardım ve destek çalışmaları için tüm kurum ve kuruluşları yardıma davet ediyoruz. BM kararlarını tanımayan ülke sayısının artması dünya barışı için karamsarlık vericidir. Adalet ve barış için yeni uluslararası mekanizmalara ihtiyaç vardır. İslam dünyası, Filistin topraklarında, bir İsrail sorunumuzun olduğunu unutmamalıdır. Gelecekteki barışımız, kötülerle mücadele etmesini bilenlerin eliyle gelecektir. İsrail tehlikesi karşısında İslam dünyası ortak hareket etmelidir. Filistin’de baş gösteren son olayların baş müsebbibi İsrail’i lanetliyoruz. Ülkemize ve İslam dünyasına karşı yapılan tüm haksız girişimlere karşı milletimizi uyanık olmaya, birlik ve beraberlik içinde tek ses ve tek yürek olmaya davet ediyoruz” diyerek sözlerini tamamladı. Read the full article
0 notes
turkiyedeenerji · 6 years
Text
Barışa kulak tıkayanları lanetliyoruz
Tumblr media
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı tarafından Yenikapı Miting Alanı'nda Filistin halkına destek amacıyla "Zulme Lanet Kudüs'e Destek" mitinginde Müslümanlar Kudüs için bir araya geldi. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, “KUDÜS BİR SEMBOL, BİR İMTİHAN VE BİR KIBLEDİR” Kudüs’ün sadece bir şehir değil, bir sembol, bir imtihan, bir kıble olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İlk kıblemizi koruyamazsak son kıblemizin geleceğine güvenle bakamayız. Açık konuşmak gerekirse İslam dünyası Kudüs imtihanında sınıfta kalmıştır. Sadece İslam dünyası değil, tüm insanlık da sınıfta kalmıştır" diyerek konuştu. “FİLİSTİN TOPRAKLARINDAN KAN İZLERİ HİÇ SİLİNMEDİ” Filistin topraklarından kan izlerinin hiç silinmediğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, şair Nizar Kabbani'nin "Kudüs şiiri"nden de dizeler okuyarak, o günden beri Kudüs'ün duvarlarından, Filistin'in topraklarından kan izlerinin hiç silinmediğini söyledi. TGTV YÖNETİM KURULU BAŞKANI HAMZA AKBULUT, “BARIŞA KULAK TIKAYANLARI LANETLİYORUZ” Barışa kulak tıkayanları lanetleyen TGTV Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Avukat Hamza Akbulut, “Kudüs’ü yıllardır fiili başkent olarak kullanan İsrail, Amerika Birleşik Devletleri’ni gayri meşru zemine çekerek, BM kararlarına rağmen ABD Büyükelçiliği’nin 14 Mayıs 2018’de Tel Aviv'den Kudüs'e taşınmasını sağlamıştır. İsrail ve ABD’nin bu adımları uluslararası toplum nezdinde gayrimeşru olup bir provokasyondur. Trump'ın Kudüs'ü başkent olarak tanıma kararı işgali ve Yahudileştirme politikasını meşrulaştırma yolunda atılmış bir adımdır” diyerek konuştu. “SİYONİST DEVLET ÇETELERİ İÇİN BASKI, ŞİDDET VE ÖLDÜRMEK SIRADAN HALE GELMİŞTİR” Siyonist devlet çeteleri için baskı, şiddet ve öldürmenin sıradan hale geldiğini belirten Hamza Akbulut, “Yapılan hukuksuzluğa karşı çıkarak, yapılan haksızlığı telin etmek üzere bir araya gelen Filistinli kardeşlerimizi katledenler insanlık suçu işlemişlerdir. Bu alçak katliamın azmettiricisi ABD, tetikçisi terör devleti İsrail olmuştur. Tarih ve insanlık önünde telin ediyoruz. Bu insanlıktan nasipsiz zorbaların, dünya kamuoyu önünde yaptıkları alçakça katliamlara karşı tüm dünyayı harekete geçmeye davet ediyoruz” şeklinde konuştu.  “AZGINLAŞMIŞ GÜÇ KARŞISINDA İSLAM DÜNYASI BİRLİKTE HAREKET ETMELİDİR” ABD’nin hamiliğinden güç alan terör devleti İsrail’in, bölge devletleri ve halkı için tehdit olduğunu söyleyen Akbulut, “Yahudileştirme politikasıyla Filistinlileri göçe zorlayan bu azgınlaşmış güç karşısında İslam dünyası birliği adımları ivedilikle atılmalıdır. Dünyaya bir virüs gibi yayılan siyonistler, sadece ülkeler için değil, medeniyetler için de bir tehdit haline gelmiştir. Dünya barışı için İsrail sınırlandırılmalıdır” dedi. “FİLİSTİN’DE BAŞ GÖSTEREN SON OLAYLARIN BAŞ MÜSEBBİBİ İSRAİL’İ LANETLİYORUZ” Filistin halkının sadece İslam’ın değil, dünyadaki vicdan sahibi tüm insanların da onuru olduğunu belirten Akbulut, “Kahraman şehitlerimiz yakılmak istenen fitne ateşini söndürmek için ilk suyu döken insanlık kahramanlarıdırlar. Şehitlerimizi minnetle yad ediyor, yaralılarımıza şifa olacak yardım ve destek çalışmaları için tüm kurum ve kuruluşları yardıma davet ediyoruz. BM kararlarını tanımayan ülke sayısının artması dünya barışı için karamsarlık vericidir. Adalet ve barış için yeni uluslararası mekanizmalara ihtiyaç vardır. İslam dünyası, Filistin topraklarında, bir İsrail sorunumuzun olduğunu unutmamalıdır. Gelecekteki barışımız, kötülerle mücadele etmesini bilenlerin eliyle gelecektir. İsrail tehlikesi karşısında İslam dünyası ortak hareket etmelidir. Filistin’de baş gösteren son olayların baş müsebbibi İsrail’i lanetliyoruz. Ülkemize ve İslam dünyasına karşı yapılan tüm haksız girişimlere karşı milletimizi uyanık olmaya, birlik ve beraberlik içinde tek ses ve tek yürek olmaya davet ediyoruz” diyerek sözlerini tamamladı. Read the full article
0 notes
keremulusoy · 7 years
Text
Elazığ’da temelleri atılmış, İstanbul’da yoğrulmuş, yurt dışında çalışma yapmış, Ankara’da gerek iş hayatında gerek politik dünyasında (Belediye Başkanı) zirve yapmış, projeleriyle ödülleri toplamış, Pakistan’daki İslamabad Camisi’ni tasarlamış çok çok önemli bir değer…
Her şey 1927’de Atatürk’ün öleceği gün olan 10 Kasım’da Elazığ’da başladı. Atatürk hayranı babası, cenaze töreni dönüşünde rahatsızlanıp 1 yıl sonra hayata veda edince 12 yaşında babasız kalan Vedat Dalokay, eğitim için İstanbul’a geldi. Hem tıpı hem de İTÜ mimarlığı kazandı. 1949’da mimarlıktan mezun oldu. Ankara PTT’de ve bayındırlık bakanlığında çalıştı.Kalemi ve çizimleri çok sağlamdı. 1951’de Fransa’ya gitti ve çeşitli bürolarda çalıştı. Eskişehir Porsuk Oteli Projesi’ni kazanması onun hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Ankara’ya yerleşir ve mimarlık atölyesi kalıcı hale gelir. 1950’li yıllar onun ödül dolu seneleriydi bir anlamda. Katıldığı her yarışmada neredeyse hep zirvede!
Kocatepe’ye Niyet İslamad’a Kısmet Eli boş çıkmadığı bunca yarışma arasında bir tanesi vardır ki uluslararası boyuta taşınmıştır… O da birincilik kazandığı Kocatepe Camii Projesi. Dalokay ve Nejat Tekelioğlu, 1957 yıllında, Türkiye Devrim Diyanet Sitesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin açtığı yarışmayı kazandılar ancak tasarım alışılmış camilere benzememekte, farklı çizgiler taşımaktadır. Ve en sert eleştirilerden birisi gelir; minare füzeye benzetilir. Dernek bu projeden vazgeçer. Atılan temeller dinamitlerle sökülür.
Bunun üzerine Vedat Dalokay, yapılmayan tasarımının kubbe örtüsünü değiştirerek yapımı daha kolay olan ve han çadırına atıfta bulunan bir strüktürle camisini uluslararası mimarlar birliğinin düzenlediği yarışmaya gönderir. Proje 1969 yılında, 17 ülkeden 43 tasarımın arasından 1. seçilir ve yapım kararı alınır. Yapımına 1978’de başlanır ama bittiğinde dünya mimarlık tarihinde kendisine yer edinmiş bir yapı ortaya çıkar.
İslamabad Camii
İslamabad Camii dünyanın en büyük ve en gözde camiilerinden biridir. 5.000 m² üzerine yapılmıştır ve 74.000 kişilik bir kapasiteye sahiptir.
Vedat Dalokay
Rahatsız Bir Ankara 1970’li yıllar Dalokay için siyaset penceresinin açıldığı dönem. 1973 seçimlerine CHP’den Ankara Belediye Başkanı olur. Dalokay için Ankara, “Midesi rahatsız, kalın bağırsakları eksik ve iyi çalışmayan, koleradan muzdarip, evsiz barksız fukaranın biridir.” Dört yıl kendini hem hasta hem de alabildiğine müsrif ve hovarda kenti, “Anadolu delikanlısına dönüştürmeye adar.”
Yeni ekibi ve projeleriyle yeni bir belediyecilik anlayışı kurar. O kadar çok işe ve şehre kendini kaptırır ki bir donem daha görev ister. Ankara’da heykeltraş Nusret Suman’ın eseri Hitit Güneş Kursu onun döneminden kalmadır. 1976 ekiminde iki aydır maaş alamayan temizlik işçilerinin direnişi, o sıralarda DİSK tarafından ilan edilen Genel Yas’la ilişkilendirilir ve Dalokay görevden alınır.
Dalokay, “Belediye Başkanlığı, dünyanın en zor işidir. Ankara Belediye Başkanlığı ise çöp toplamaktır, gül toplamak değil…” der. 1989 yılına gelindiğinde Dalokay için Ankara düpedüz hasta bir kenttir, kendisi ise ‘kent doktoru’. 10 Kasım 1927’de başlayan beş çocuğu ve karısı ile, yani 14 ayağı ile toprağa basan bir babanın hikayesi 21 Mart 1991’de Kırıkkale yakınlarında geçirdiği trafik kazasında noktalanır… Beraberinde eşi Ayça Dalokay (44) ve oğlu Barış Dalokay’ı (17) da götürür.
NOTLAR
BAZI ÖDÜLLERİ » Etibank istanbul Pavyonu (1949-Üçüncülük) » İstanbul Maçka Askeri Kışlasının Askeri Müzeye Çevrilmesi (Birincilik) » Çankaya Atatürk Abidesi Çevre Planlaması (Üçüncülük) » Ankara Elektrik Etüt işleri Genel Müdürlük Binası (Birincilik) » Emekli Sandığı Kızılay Gökdeleni (İkincilik) » Ankara İller Kooperatifi Konutları (İkincilik) » Eskişehir Karayolları Garı (İkincilik) » Elazığ Hükümet Konağı (Üçüncülük) » Kore Harbi Abidesi (Mansiyon) » Bitlis Hükümet Konağı (Birincilik) » Acar Konut Kooperatifi (Birincilik) » Konya Koleji (Birincilik) » Elazığ Teknik Okulu (Mansiyon) » Ankara Şahin Apartmanı (Satın Alma) » Erzurum Üniversitesi Kampüs Planlaması (Mansiyon) » Ankara Belediyesi Süper Merkez (Mansiyon) » Ankara PTT Santral Binası (Birincilik) » Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binaları Tevsii (Mansiyon) » Kütahya Lisesi (Satın alma)
Faycal Camii 1978-88 yılları arasında, İslamabad, Pakistan’da yapılan cami, kentin kuzey ucunda, Himalayalar’ın en batı etekleri olan Margalla tepelerinin önünde kocaman (200 dönüme yakın) bir parkın içinde yer alır. Caminin 5000 m2’lik bir alanı vardır.
Ey Koca Deli Vedat “Güleç yüzlü, hayat dolu, renkli, sevecen, hoş bir insandı Dalokay. Bu dünyadan geldi ve geçti. Coşunca Nâzım’dan dizeler okur ve ‘Nazım’ın heykelini dikeceğim’ derdi. Belediye başkanıyken Deniz Gezmiş’in mezarından aldığı bir avuç toprağı Moskova’da Nâzım’ın mezarına serpince de kıyametler koparılmıştı. Ey koca Deli Vedat… Güle güle…” Uğur Mumcu – 22 Mart 1991 (Cumhuriyet)
Yazı: İsmail Doğan
Bu yazı Marmara Life Sayı 88’de yayımlanmıştır.
Başarının Mimarı VEDAT DALOKAY Elazığ'da temelleri atılmış, İstanbul'da yoğrulmuş, yurt dışında çalışma yapmış, Ankara'da gerek iş hayatında gerek politik dünyasında (Belediye Başkanı) zirve yapmış, projeleriyle ödülleri toplamış, Pakistan'daki İslamabad Camisi'ni tasarlamış çok çok önemli bir değer...
0 notes
yaziyorsonhavadis · 3 years
Text
Çin'e karşı yeni hamle! 4'lü büyük ittifak!
Tumblr media
Avustralya Başbakanı Scott Morrison, ABD Başkanı Joe Biden, Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Japonya Başbakanı Suga Yoşihide arasındaki, Hint-Pasifik bölgesinde "Çin'i dengelemeye" yönelik bir oluşum olarak değerlendirilen Quad'ın ilk yüz yüze buluşması Washington'da yapıldı.AA'da yer alan habere göre Beyaz Saray'ın Doğu Odası'nda bir araya gelen 4 liderin, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, yeni ortaya çıkan teknolojiler, bölgesel altyapı, temiz enerji ve iklim değişikliğinin yanı sıra birçok küresel ve bölgesel konuları görüştüğü açıklandı.Zirvenin ardından yaptığı açıklamada Biden, Modi ve Suga'ya, "çok şey başaracağına inandığımız" ortaklıkları için teşekkür ediyorum diyen Morrison, Dörtlü ittifakı "büyük bir ortaklık" olarak tanımladı.Altı ay önce başlatılan Quad inisiyatifinin, bu süre içinde çok iyi ilerlediğini vurgulayan Morrison, “Dörtlü, yaşadığımız bölgenin geleceğini önemseyen ortakları bir araya getiren, olumlu katkılar sağlayan çok pratik bir girişim. Basit tutmamız, odaklanmamız ve işi bitirmeye devam etmemiz gerektiği konusunda anlaştık’’ ifadelerini kullandı.Liderlerin Hint-Pasifik bölgesinde barış ve güvenliği sürdürmeye yönelik güçlü bir taahhütte bulunmalarının ardından, Çin'in toplantıyı nasıl değerlendireceği yönündeki bir soruyu cevaplayan Morrison, "Dörtlü, Çin veya Hint-Pasifik bölgesindeki herhangi bir ülke için bir ortaklıktır. Bölgeyi daha güçlü, daha müreffeh, daha istikrarlı hale getirmek için oradayız. Bu Hint-Pasifik halkının refahını yükseltmek için tasarlanmış olumlu bir girişimdir’’ diye konuştu.Morrison, Çin söz konusu olduğunda kendisinin ve Başkan Biden'ın "aynı peykte" olduğunu söyledi.Dörtlü'nün diğer ülkelerin üyeliğiyle genişletme planı olmaksızın "Dörtlü olarak kalacağını" ancak diğer ülkelere ulaşmaya devam edeceğini de açıklayan Morrison, "Dörtlü özel bir fikir değil, kapsayıcı bir fikir. Bölgede olumlu şeyler yapmak ve aynı şeyi yapmak isteyen diğer ortaklarla çalışmak için bir girişimdir" dedi.Avustralya, ABD, Hindistan ve Japonya'nın Quad (Dörtlü) adıyla kurduğu ittifakın, Hint-Pasifik'teki yükselen Çin etkisinin önüne geçmek amacıyla kurulduğu biliniyor.Bölgede Çin’in artan gücüne karşı harekete geçen, Avustralya, ABD ve İngiltere "AUKUS" adlı yeni bir güvenlik işbirliği anlaşmasına imza atarak ikinci bir ittifakı devreye sokmuştu. AUKUS anlaşması uyarınca Avustralya’nın Adelaide kentinde, nükleer enerjili en az 8 denizaltının inşa edileceği açıklanmıştı.Avustralya’nın, Fransız Naval Group ile 2016 yılında imzalanan ve 12 geleneksel dizel elektrikli denizaltı inşasını öngören, 90 milyar Avustralya doları ( yaklaşık 66 milyar ABD doları) tutarındaki sözleşmenin iptalini sağlayan AUKUS anlaşmasını ‘‘ihanet’’ olarak değerlendiren Fransa, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un talimatıyla Canberra ve Washington Büyükelçilerini danışmak amacıyla acilen geri çağırmıştı.24 SAATGÜNÜN ÖZETİ24 saat24 saat günün önemli haberleri ve gelişmeleri Read the full article
0 notes
keremulusoy · 7 years
Text
Elazığ’da temelleri atılmış, İstanbul’da yoğrulmuş, yurt dışında çalışma yapmış, Ankara’da gerek iş hayatında gerek politik dünyasında (Belediye Başkanı) zirve yapmış, projeleriyle ödülleri toplamış, Pakistan’daki İslamabad Camisi’ni tasarlamış çok çok önemli bir değer…
Her şey 1927’de Atatürk’ün öleceği gün olan 10 Kasım’da Elazığ’da başladı. Atatürk hayranı babası, cenaze töreni dönüşünde rahatsızlanıp 1 yıl sonra hayata veda edince 12 yaşında babasız kalan Vedat Dalokay, eğitim için İstanbul’a geldi. Hem tıpı hem de İTÜ mimarlığı kazandı. 1949’da mimarlıktan mezun oldu. Ankara PTT’de ve bayındırlık bakanlığında çalıştı.Kalemi ve çizimleri çok sağlamdı. 1951’de Fransa’ya gitti ve çeşitli bürolarda çalıştı. Eskişehir Porsuk Oteli Projesi’ni kazanması onun hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Ankara’ya yerleşir ve mimarlık atölyesi kalıcı hale gelir. 1950’li yıllar onun ödül dolu seneleriydi bir anlamda. Katıldığı her yarışmada neredeyse hep zirvede!
Kocatepe’ye Niyet İslamad’a Kısmet Eli boş çıkmadığı bunca yarışma arasında bir tanesi vardır ki uluslararası boyuta taşınmıştır… O da birincilik kazandığı Kocatepe Camii Projesi. Dalokay ve Nejat Tekelioğlu, 1957 yıllında, Türkiye Devrim Diyanet Sitesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin açtığı yarışmayı kazandılar ancak tasarım alışılmış camilere benzememekte, farklı çizgiler taşımaktadır. Ve en sert eleştirilerden birisi gelir; minare füzeye benzetilir. Dernek bu projeden vazgeçer. Atılan temeller dinamitlerle sökülür.
Bunun üzerine Vedat Dalokay, yapılmayan tasarımının kubbe örtüsünü değiştirerek yapımı daha kolay olan ve han çadırına atıfta bulunan bir strüktürle camisini uluslararası mimarlar birliğinin düzenlediği yarışmaya gönderir. Proje 1969 yılında, 17 ülkeden 43 tasarımın arasından 1. seçilir ve yapım kararı alınır. Yapımına 1978’de başlanır ama bittiğinde dünya mimarlık tarihinde kendisine yer edinmiş bir yapı ortaya çıkar.
İslamabad Camii
İslamabad Camii dünyanın en büyük ve en gözde camiilerinden biridir. 5.000 m² üzerine yapılmıştır ve 74.000 kişilik bir kapasiteye sahiptir.
Vedat Dalokay
Rahatsız Bir Ankara 1970’li yıllar Dalokay için siyaset penceresinin açıldığı dönem. 1973 seçimlerine CHP’den Ankara Belediye Başkanı olur. Dalokay için Ankara, “Midesi rahatsız, kalın bağırsakları eksik ve iyi çalışmayan, koleradan muzdarip, evsiz barksız fukaranın biridir.” Dört yıl kendini hem hasta hem de alabildiğine müsrif ve hovarda kenti, “Anadolu delikanlısına dönüştürmeye adar.”
Yeni ekibi ve projeleriyle yeni bir belediyecilik anlayışı kurar. O kadar çok i��e ve şehre kendini kaptırır ki bir donem daha görev ister. Ankara’da heykeltraş Nusret Suman’ın eseri Hitit Güneş Kursu onun döneminden kalmadır. 1976 ekiminde iki aydır maaş alamayan temizlik işçilerinin direnişi, o sıralarda DİSK tarafından ilan edilen Genel Yas’la ilişkilendirilir ve Dalokay görevden alınır.
Dalokay, “Belediye Başkanlığı, dünyanın en zor işidir. Ankara Belediye Başkanlığı ise çöp toplamaktır, gül toplamak değil…” der. 1989 yılına gelindiğinde Dalokay için Ankara düpedüz hasta bir kenttir, kendisi ise ‘kent doktoru’. 10 Kasım 1927’de başlayan beş çocuğu ve karısı ile, yani 14 ayağı ile toprağa basan bir babanın hikayesi 21 Mart 1991’de Kırıkkale yakınlarında geçirdiği trafik kazasında noktalanır… Beraberinde eşi Ayça Dalokay (44) ve oğlu Barış Dalokay’ı (17) da götürür.
NOTLAR
BAZI ÖDÜLLERİ » Etibank istanbul Pavyonu (1949-Üçüncülük) » İstanbul Maçka Askeri Kışlasının Askeri Müzeye Çevrilmesi (Birincilik) » Çankaya Atatürk Abidesi Çevre Planlaması (Üçüncülük) » Ankara Elektrik Etüt işleri Genel Müdürlük Binası (Birincilik) » Emekli Sandığı Kızılay Gökdeleni (İkincilik) » Ankara İller Kooperatifi Konutları (İkincilik) » Eskişehir Karayolları Garı (İkincilik) » Elazığ Hükümet Konağı (Üçüncülük) » Kore Harbi Abidesi (Mansiyon) » Bitlis Hükümet Konağı (Birincilik) » Acar Konut Kooperatifi (Birincilik) » Konya Koleji (Birincilik) » Elazığ Teknik Okulu (Mansiyon) » Ankara Şahin Apartmanı (Satın Alma) » Erzurum Üniversitesi Kampüs Planlaması (Mansiyon) » Ankara Belediyesi Süper Merkez (Mansiyon) » Ankara PTT Santral Binası (Birincilik) » Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binaları Tevsii (Mansiyon) » Kütahya Lisesi (Satın alma)
Faycal Camii 1978-88 yılları arasında, İslamabad, Pakistan’da yapılan cami, kentin kuzey ucunda, Himalayalar’ın en batı etekleri olan Margalla tepelerinin önünde kocaman (200 dönüme yakın) bir parkın içinde yer alır. Caminin 5000 m2’lik bir alanı vardır.
Ey Koca Deli Vedat “Güleç yüzlü, hayat dolu, renkli, sevecen, hoş bir insandı Dalokay. Bu dünyadan geldi ve geçti. Coşunca Nâzım’dan dizeler okur ve ‘Nazım’ın heykelini dikeceğim’ derdi. Belediye başkanıyken Deniz Gezmiş’in mezarından aldığı bir avuç toprağı Moskova’da Nâzım’ın mezarına serpince de kıyametler koparılmıştı. Ey koca Deli Vedat… Güle güle…” Uğur Mumcu – 22 Mart 1991 (Cumhuriyet)
Yazı: İsmail Doğan
Bu yazı Marmara Life Sayı 88’de yayımlanmıştır.
Başarının Mimarı VEDAT DALOKAY Elazığ'da temelleri atılmış, İstanbul'da yoğrulmuş, yurt dışında çalışma yapmış, Ankara'da gerek iş hayatında gerek politik dünyasında (Belediye Başkanı) zirve yapmış, projeleriyle ödülleri toplamış, Pakistan'daki İslamabad Camisi'ni tasarlamış çok çok önemli bir değer...
0 notes