Tumgik
#derin devlet
paravesiyaset · 2 years
Link
iktidar kimde derin devlet kimdir -  DEVLETİ KİM YÖNETİYOR İKTİDAR KİMDE Türkiye bir geçiş sürecine girmiştir... Yarını okumak bile artık zor ve karmaşıktır. Neler yaşanılabileceğini tahmin etmek zor değil, sadece bunu ne zaman gerçekleştirecekler o meçhul...sıkıntılı bir süreç ağır bir süreç, iktidar kimde belli değil Türkiye'yi önümüzdeki süreçte çok farklı bir kulvarda göreceğiz gibi. AKP farkında bile değil , iktidar sarhoşluğundan. Oysa deniz çoktan bitti . İktidar olmak muktedir olmaktan geçer , bir süreden beri kararlar artık ,başka kurumlardan geliyor . El mecbur AKP uyguluyor Başka seçenek olmadığının idrakinde. AKP, taban nezdindeki teveccühü kadar muktedir , bunu kavrayan derin devlet , tabandaki teveccühü kırmaya yöneldi, bu görevi de derin devlet üstlendi
0 notes
nevzatboyraz44 · 6 days
Text
İRAN MI DEDİNİZ?
Madde madde anlatacağım. Sonuna kadar dikkatli okuyun.
1) Türkiye'deki İran, İran'dan daha tehlikelidir. Türkiye'deki İrancı ekip, İran'ın ajandasını uygulamaya hemen hazırdır. İran bürokrasisinden ve istihbaratından gelen emirle hemen uygulamaya geçerler. İran'ın gece yaptığı havai fişek gösterisinde İrancı kadro hareketliydi. Türkiye'de İrancılık bir "kuluçka operasyonu" ile oluştu. İşte bu konu çok önemli. Dikkat buyurun...
2) 1979'da Humeyni, İslami devrim yaptı ve İslam Cumhuriyetini kurdu. Kurmakla yetinmedi, İslam'ı kullanarak Müslüman ülkelere yayılmak istedi. İlk hedef, Humeyni devriminden etkilenen Müslüman ülkelerdeki İslami kesimlerdi. Buralarda "kuluçka" oluşturacaktı. Operasyon başlattı.
3) Türkiye'de de İran kliği oluşturabilecek İslami oluşumları tespit ettiler. Bunlar, bazı dernek, vakıf ve siyasi oluşumlardı. İran'ın amacı Humeyni ve İran hayranlığı üzerinden "İran hücreleri" oluşturmaktı. Bu, Derin İran operasyonuydu. Bunlar üzerinden operasyon yapacaktı.
4) İran, Türkiye'de kuluçkaya yatacak en iyi siyasi oluşum olarak Erbakan Hoca'nın Milli Görüş Hareketini tespit etti. Burada hiç çıkmayacak derecede, etkili bir kuluçka operasyonu yaptı ve kısmen başarılı oldu. Bazı dernek, vakıf ve STK'ları saymıyorum bile. Hepsi arşivimde. Devam...
5) Derin İran, Humeyni'nin başlattığı İslami atmosferle tüm Müslüman ülkelerde bu "kuluçka operasyonunu" yaptı. İran'ın amacı ne İslam, ne Müslümandı. İran adına propaganda ve hizmet yapacak "klikler, hücreler, ekipler" oluşturmaktı. Dikkatli okuyun.
6) Maalesef Erbakan Hoca'nın hareketi, İran'ın kuluçka merkezi oldu. İran ve Humeyni ekipleri, kendilerini Milli Görüş Hareketine "yazılım ve virüs" olarak işledi. Yani kalıcı olarak sızdı. Yazılım ve virüs, kalıcı operasyon yapma işlemidir. Yani bünyeye fikir olarak sağlam işledi. Kalıcı sekilde. Çoğu, İran'ın yazılımı ile hareket ettiğini bile bilmiyor.
7) Bunlar hala İran'ın derdinin İslam ve Müslüman olduğunu sanıyorlar. İran'ın tek derdi devletinin çıkarlarıdır. Humeyni'ye İslam sosu katılarak kurdurulan rejimle, dertlerinin Müslümanlar olduğunu göstererek sinsi operasyon başlattılar. Sonra kuluçka faaliyetini hızlandırdılar.
8) İran'ın Türkiye'deki kuluçka ekipleriyle 2 amacı var:
Bir, gerektiğinde Türkiye'de İran çıkarına propaganda yaptırmak.
İki, bu kuluçkaları kullanarak Türkiye'yi İran çıkarları doğrultusunda pasifize etmek, önüne set koymak. Yani gerektiğinde kuluçkalar, Türkiye aleyhine kullanılabiliyor. Kafasında beyni olan rahatlıkla görebilir. En önemli yere geldik.
9) 28 Şubat döneminde Erbakan Hoca samimi şekilde İslam birliği kurmak isterken İran, sinsi şekilde Erbakan Hoca ve Milli Görüşü "aşırı, yersiz hareketlere ve eylemlere" teşvik ederek başka şeylere sebep olmuştur. Bunu sinsice yaptılar. Sünni Türkiye liderliğinde olan İslam birliğini İran ister mi? Bu, uzun bir konu. Kazmayı daha derine vurayım.
10) İran, o İslam birliği projesinde "Humeynicilik ve İrancılığı" yaymak için büyük fırsat buldu. Bunu başarılı sekilde yaptı da. Zaten bu fırsat olmazsa İran, o İslam birliğine çelme takar, tökez olur. Buna izin vermez. Tarihe bakın yeter. Derin İran ve "İran istihbaratını" tanımıyorsunuz bile. Herkesin akledemediği bir mesele de şudur.
11) İran, binlerce yıllık "devlet geleneğine" sahiptir. Bu sebeple hafife alınmayacak bir "devlet aklı" vardır. Bodoslama hiçbir yere dalmaz. Ne İsrail'e ne de başka bir yere bodoslama dalmaz. Takiyye ve senaryoda iyidir. Zaten İran sinemasının kaliteli olması bu sebepledir. İran, gaza gelmez, gaz verir. İslam söylemi aldatmacadır, strateji gereğidir. Daha önemlisi şu.
12) İran'ın direkt İsrail'e savaş açması demek Ortadoğu merkezli büyük dünya savaşının başlaması demek. İran devlet aklı, bu savaşı başlatan taraf olmak istemez. Bunu Türkiye'nin yapması için Türkiye'deki İran'ı hareketli tutuyor. Hatta bunun için olaylar tezgahlamaya da hazır.
13) İran, kuluçkaları aracılığı ile Türkiye'nin İsrail'e karşı "aşırı bir eylem ve harekette" bulunmasını istiyor. Türk devlet aklı bu tuzağa düşer mi? Kışkırtmalara rağmen düşmez. Düşmez fakat İran istihbaratının halkı manipüle ettiğini görüyor. İran gaza gelmiyor. Bol gaza getiriyor. Türkiye Ortadoğu merkezli büyük savaşı başlatan taraf olmak istemiyor. Yapmaz da. Ölçüyü biliyor.
14) Şunu ayırt edelim. Türkiye, yönetim olarak çıkarı için İran ile ticari, stratejik anlaşmalar yapabilir. Yapıyor da. Bu, İrancılık ve Humeynicilik değildir. İrancılık ve Humeynicilik apayrı bir olaydır. İyi anlayın. İrancı ve Humeynici, İran ve İran istihbaratının ajandasını uygular. Uygulaması için onlara bu yazılım önceden atıldı. İran ajandası uygulayanlar fazlasıyla mevcut.
15) Devletin, Erbakan Hoca ve Milli Görüş hareketi üzerinden İran istihbaratını ve hareketlerini takip edip kontrol ettiği süreçler de oldu. Unutmayın, bir insan ortalama 20 denklem üzerinden düşünür ve yaşar. Devlet "binlerce" denklemin içinde hareket edip ayakta kalmaya çalışır. Denklemler karmakarışık ve zordur. Gelelim bir başka en önemli konuya.
16) Peki İran'ın asıl gücü ne?
Bugün İran bölgede ve dünyada "20 tane Şii örgütün" lideridir. Bu örgütlerin kimi silahlı, kimi de sivildir. Bu örgütler direkt Derin İran'a bağlıdır. İran kontrolünde eylem ve faaliyet yaparlar. İran'dan gelecek emirle her türlü eylemi yapmaya hazırdırlar. Akla hayale gelmeyen her şeyi yapabilirler. İran'ı tehdit edene, İran'dan önce onlar saldırır.
17) Bunlarda Şiilik İslam'ın önündedir. Pakistan ve Afganistan'dan Fas'a kadar, Yemen'den Avrupa'ya kadar var olan Şii örgüt ve yapıları bilmeden İran'ın neler yaptığını ve yapabileceğini anlayamazsınız. İran, dünyada Şii nüfus olan her yerde örgüt kurmuştur. Bir ahtapot gibidir. Bunları her yönden donatmıştır. Bunlar sadece silahlı değil, sivil yapılardır da.
18) Bu silahlı, sivil örgütleri daha sonra tek tek anlatırım. Arşivimi açarım bir gün. Derin ve sağlam bir ağ ile birbirine bağlıdırlar. İran, bu örgütler ile birçok yerde farklı şekillerde savaş ve mücadeleye giriyor. Direkt kendi savaşa girmiyor. Bu örgütleri kullanıyor. Husiler, Hizbullah en bilineni. En basiti.
19) Bu sivil, silahlı örgütlerle neler yaptığını, yapabileceğini daha sonra detaylı anlatacağım. Bu yapıları gerektiğinde farklı güçlere hizmet edecek şekilde konumlandırabiliyor. Bu arada şunu bir yere not edin. Derin İran, Türkiye'de Ahmedinejat'la sağlam iletişimde olan yeni siyasi bir hareketi kullanmak istiyor. Yönlendirme de yapıyor. Devam edelim...
20) İran, Humeyni devriminden sonra Şiiliği derin hücreler kurmak için kullandı. İran, Şii temelli Humeyni devrimiyle dünyadaki tüm Şiilerin lideri oldu. Tüm Müslüman ülkelerde belli oranda Şii nüfus var. İran, Şii olan her yerde derin hücresini kurdu. Şiilik, Derin İran için kullanışlı araç oldu.
Beş ciltlik bir kitap konusu olan o cümleyi kurarak konuyu bitireyim: "İran'da Şiiliği kazıyınca altından Pers milliyetçiliği çıkar."
Selam ile...
-- Mustafa Güldağı --
34 notes · View notes
ozgur-ce · 1 year
Text
Ankara' ya
Öyle yakışırdı ki kar...
Tumblr media Tumblr media
Ankara'ya
Öyle yakışırdı ki kar.
Asfaltlar ışıldar,
Buz tutardı resmi yalanlar...
Kimse keman çalmaz belki ama
Çok keman çalınsın balolarında
Diye yapılmış
Gri
Sisli
Binalar...
Alnının ortasında
Ciddi bir devlet asabiyeti...
Çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
Bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
Bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
Biz bir şeyi delicesine severiz Ama tanrım neyi?
Kahve önü çatlak mozaik
Bel kemiğine tehdit
Kürsüler üstünde
Çok sigara içen
Öğrenciler
Bir daha asla yaşayamayacağı
Aşkları teğet geçerken
Hep onu sevmeyenleri severek
Hep onu sevenin gözlerinden
Kalabalıklara kaçarak
Karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
Yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
Bir izmirli güzele dayatmak varken
Hep kardeş olacak değiliz ya, Yaşasın halkların sevgililiği!
Soyut bir sevdaya
Beşik kertilmiş olan
Dağda çoban,
Şehirde şark çıbanı sayılan,
Fırat'ın büyük elleri
Ararat'ın kızgın yelleri
Cilo'nun derin nefesleri
Hülasa kente hukuk mukuk okumaya
Mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
Anadolu çocukları...
202 notes · View notes
kizilelma035 · 4 months
Text
Tumblr media
Uğur Mumcu’yu Mossad öldürmüş.
FETÖ’cüler lojistik destek vermiş.
O zaman da;
İsrail-FETÖ-PKK aynı cepheydi, bugün de.
On binleri devlete nasıl da sövdürmüşlerdi.
“Kalrolsun Şeriat” sloganları attırmışlardı.
İslam’la savaşın kıvılcımını ateşlemişlerdi.
Hepiniz oyuna gelmiştiniz.
Peki ne değişti!
Bugün de aynı şekilde kullanılıyorsunuz.
Bugün de İslamofabi’nin karargahları oldunuz.
Bugün de devlete, millete sövüyorsunuz.
Bugün de ABD-İsrail-PKK-FETÖ eksenisiniz.
Partilerinizle, örgütlerinizle, sermayenizle,
“İç İşgal Cephesi” için sahaya sürüldünüz.
Türkiye’ye karşı.
Türkiye’nin durduğu yere karşı.
Binlerce yıllık siyasi tarihe karşı.
Yüzlerce yıllık coğrafya aklına ve o derin siyasi tarihe karşı…
Türkiye’ye ait her şeye karşı.
Dış müdahale operasyon aparatı olmayı,
“Siyasi Kimlik” olarak pazarlıyorsunuz.
Hepinizi biliyoruz aslında.
Hepinizi…
Zihinlerinizi, gizli ajandalarınızı…
28 notes · View notes
doriangray1789 · 3 months
Text
SİYASET
Ülkedeki Siyaset, eskiden beri, siyasiler arasında bir kaynak paylaşımıdır… ezelden beri kim iktidar olursa, bu paylaşım, kendi şurekası arasında olur, sadece Rabbena hep bana olur, ama az olur ama çok olur, Az biraz da baaa ver şeklinde olur vs… nasıl olursa olsun, ülkedeki siyaset, her zaman kaynak paylaşımı şeklindedir… ülkenin dünyadaki yerini geleceğini bşr kenara bırakalım…peki paylaşılan bu kaynak kime kimlere aittir? Bu sorunun cevabını verecek olan da siyasetçi değil vatandaştır… vatandaş… Eee, vatandaşta kendi gibi bir iktidar görmek istiyor ! kabul edelim ! sonra rahat rahat konuşalım… kardeşim halkın bakış açısını değiştirtecek bir muhalefet ve medya var mı? medya ve denetimsizlik (denetimi bloke etme) gücü olmasa, iktidarın başarılı olduğuna inanan zümrenin aslında sayıca ek başına bir iktidar kuracak çoğunluğa ARTIK sahip olmadığı aşikar…
şimdi eğri oturup doğru konuşalım: bir ülkedeki iktidarın da, devlet kurumlarının da kalitesi halkın genel seviyesi ile orantılıdır. ne yaparsanız yapın, isterseniz tüm dünya imdadınıza gelsin, somali'de norveç'teki gibi bir yönetim kuramazsınız. evet türkiye bir norveç değildir ama somali de değildir…yönetim ve kurumların kalitesi, iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak, konumlandırılabilirse, Türkiye, içinde ciddi bir potansiyel bulunduran bir ülkedir… kardeşim yaşam kaliteni siyasi tercihler belirliyor… 2x2=4
asıl meselemiz ülkenin genel seviyesini yükseltmektir. bu meselenin kökleri derin olmakla birlikte çözümü bir derece basittir; en azından teoride basittir.
sanılanın aksine genel seviye eğitimle yükselmez.
orwell'in 1984 kitabında tam da böyle bir kurgu var. yazar, partiyi etkileyecek geçmişte meydana gelen her türlü haberin gazete arşivlerinde değiştirildiğini yazıyor. öyle bir an geliyor ki 50 yıl öncesinde gerçekte nasıl bir dünya vardı kimse bilemez oluyor. çünkü devamlı olarak şu anki duruma gore tarihte değiştiriliyor, yeniden yazılıyor. bu durumda parti devamlı haklı, hiç yanılmamış, öngürüleri, planları hep doğru çıkmış oluyor. bir sure sonra elinizde sadece partinin istediği gibi bir gerçek kalıyor. bu durumda geçmiş çok kötüydü, yağ yoktu , şeker yoktu şükür ki partimize artık her şey çok iyi derseniz haklısınızdır çünkü geçmiş parti doğrularıyla yeniden yazılmış herkesde bunu kabul etmiştir…
FİLLERİN KAVGASINDA EZİLEN OT- vatandaş ne yapsın…
Dağları ben yarattım…
İnsanın arada bir kendi kendine de “ben ne boktum da ne ara koktum” diye sorması da lazım… yani öz sorgu… bu, "nerede yanlış yaptım" diye sorduğunuz an baslayan ve bir sonuca varamadığınız her seferde kendinizi daha da kaybolmuş hissetmenize yol açar.
7 notes · View notes
baybaykus · 8 months
Text
ARTIK ACI GERÇEĞİ GÖRELİM Mİ?
Zahide Uçar
Seçimler bitti. Millet ittifakı kaybetti. Nedenleri çok konuşuldu. Hala konuşuluyor. Belli toplamalardan çıkarımlar yapılıyor. Bunlarla kafanızı yormayacağım. Zaten yeterince dinlediniz, dinliyorsunuz.
İlk düğme yanlış iliklendi, hem de muhalif (!) dediğiniz particikler sayesinde… Dolayısı ile artık doğru bir sonuç beklemeyin. 2017 yılında rejim değişikliği için referandum yapıldı. Cumhuriyeti el birliği ile yıkıp, monarşiyi getirdiler. Monarşilerde gerçek bir seçim olmaz.
-Atatürk, AKP’nin bir benzeri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattırmıştır. Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı bir gazeteci Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın neden kapatıldığını sorduğunda Atatürk şu kısa yanıtı verir:
‘Bu fırkayı kuran kişilerde Cumhuriyetçi bir kişilik yoktu ve Cumhuriyetin varlığını halk oylamasına götürebileceklerini zannettiler. Cumhuriyetin varlığı oylanamaz.’
T.C. Devletiyle sorunlu ailelerin çocukları parti başkanı, vekil, bürokrat, gazeteci, yazar, akademisyen kimliği ile bir araya gelip T.C. Devleti ve kurucu unsur olan Türklere savaş açtı. Milli bayramlarımız bile yasaklandı. Bir ülkenin milli bayramlarını ancak işgal güçleri yasaklar. Önce bu gerçeği idrak edeceğiz. Tabii, onurumuzla özgürce yaşayacağımız bir vatan derdimiz varsa…
2017 yılında T.C. Devletinin rejimini değiştirdiler. Hem de el birliği ile… Kılıçdaroğlu; “ Ben Dersimli Kemal” dediği gün aslında devletle sorunlu bir ailenin çocuğu olduğunu da açıklamış oldu. Sonra, “iktidar olunca Dersim arşivlerini açacağım” dedi. Ne gariptir ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’da Türk Milletini; “ben de Dersim arşivlerini açarsam” diye tehdit etmiştir. Bu tehdidin arkasından Avrupa Parlamentosu’nda Dersim soykırım dosyası açılmıştır. Bir iftira daha…
Düşman mı arıyorsunuz? Buyurun size düşmanlık!.. Türkiye Cumhuriyeti Devletini yargılatmak için Avrupa Parlamentosu’nda bir dosya açılmasını sağladılar…
T.C. Devleti hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 100 yıl önce bozduğu oyun yeniden sahneye kondu: “Anadolu’da Türk varlığına son verme projesi bütün uyanışları sönümleyecek bir algı operasyonuyla” Türkleri sarıp kuşatıyor.
Tuzağı görmeyelim diye de yandaş kanallarda Türklerin kahramanlık dizileri oynatılıyor. Türkler devleti koruyan aksakallılar diye (hiç olmayan) bir yapıya inandırılıyor. İnansınlar ki, devleti koruyan arka yüz bir derin devlet var deyip rehavete kapılsınlar. Türkiye’de derin devlet yoktur. Türkiye’de ABD’nin kullandığı çakal sürüsü devletin derin gücü diye pazarlanıyor. O güç 1980 öncesi aynı silahla sağcı-solcu gençliği birbirine kırdırdı. Vatan diyen gençliği kırdırıp, seccademi serdiğim yer vatanımdır diyen vatansızlara bir yol değil, bir otoban verdi.
Günümüze gelirsek;
Türk Ordusu ne durumda, gücü nedir bilmiyoruz. İnsan insana istihbaratı çok iyi olan Jandarma ABD’nin de isteği ile Ordudan kopartılıp kır polisi yapıldı. Jandarma, Ordunun kulağıdır, bacaklarıdır. Ordunun insan insana istihbaratına darbe vuruldu. Bacakları kesildi, İçişleri Bakanlığına takma ayak yapıldı. Okulları kapatıldı. Hastaneleri kapatıldı. Artık dünyada hastanesi olmayan tek ordu bizim ordumuzdur. Kendi ordusunun hastanesini kapatan güdümlü akıl, deprem bölgesine AB-D ordusunun askeri sahra hastanelerini davet etti. Kimse güvenlik sorunu da doğuracak bu rezil durumdan utanmadı.
Üniversiteden asker yetişmez! Subay adayları liseden itibaren askerlik eğitimi alırken aynı zamanda birbirlerini tanıyor, kocaman bir aile oluyorlardı. Bu aileyi parçaladılar.
Afganistan’dan sayısını bile bilmediğimiz Amerikan askerleri hazır kıta olarak ülkemize sokuldu. ABD Suriye’de PYD/PKK devletini ilan edecek. Türk Devleti karşı çıkarsa bu lejyoner ABD askerleri harekete geçirilecek. Türkiye Şeyh Sait isyanında olduğu gibi iç karışıklıkla uğraşırken PYD/PKK devleti ilan edilerek, oldubittiye getirilecek. ABD Dedeağaç’a yığınak yaptı. Hem de silahlandırılması yasak olan bir yere, sınırımıza. AKP’nin sesi çıkmadığı gibi, muhalefetin de sesi çıkmadı. Amerikan savaş gemisi Bizans Bayrağı takarak Ege Denizinden geçti. Hamdolsun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden kimse görmedi (!).. İşgal edilen Ege Adalarımıza sadece Yunan Ordusu değil, ABD askerleri de yerleşti. Bizim kurmalı hükümet görmedi. Kurmalı muhalefet görmedi. Ne yazık ki Ordu mensupları da görmedi. Karadeniz’den gaz çıkarttık diyen AKP, Ege’de Türk Kıta sahanlığı içinde bulunan bölgeden Amerikan ortaklı Yunan Şirketinin petrol çıkarmasına, yani petrolümüzü çalmalarına göz yumdu. Emekli Albay Ümit Yalım sayesinde bu işgal ve peşkeşi öğreniyoruz.
On milyondan fazla geçici sığınmacı Suriyeli ülkemizin her tarafına dağıtıldı. Suriyeli geçici sığınmacılara akıl almaz imkanlar sağlanıyor. İşledikleri suçların kayda alınmadığı iddiası var. Birlikte karakola düşerseniz, her durumda Suriyeli kayrılıyor. Belli ki emniyetin kulağı bükülmüş. İş yeri açtıklarında vergi alınmıyor. Vergi veren Türk vatandaşı esnaf bu haksız rekabet karşısında ayakta kalamıyor. Yavuz sonrası devşirme devletine dönüşen Osmanlı’nın Türklere yaptığı zulmün bir benzerini devşirmelerin varisi olan Yeni Osmanlıcılar yapıyor. Zaten Atatürk düşmanlığının asıl nedeni Türk Düşmanlığıdır. Çünkü son Türk Kağanı olan Atatürk bir Türk Devleti kurmuştur.
T.C. Devletinin bütün varlıkları yağmalandı. Küresel şirketlere peşkeş çekildi. Türk Milleti Osmanlı’da olduğu gibi fakirleştirildi. Cumhuriyet ayağı çıplak çocukları alıp okuttu. Doktor, avukat, öğretmen, müzisyen, ressam, bilim adamı yaptı. Artık fakirleşen Türklerin çocuklarını okutabilmesi mümkün değildir. Türk Çocukları küresel ve yandaş şirketlere boğaz tokluğuna marabalık yapacak duruma düşürüldü.
Köyler çeşitli hileli yasalarla boşaltılıyor. İnsanlar köylerinde kendi arazisine ev yapamıyor. Ev yapabilmesi için arazinin yanından kayıtlı yol geçmesi gerekiyor.. Boncuk misali evler yola dizilecek!? Komedi gibi. Kaç arazinin yola kıyısı olabilir ki? Köyler boşalmalı ki, vatan kavramı da toprakla birlikte yok olsun. Ortada küresel sisteme uyumlu, vatansız şebekler kalsın.
Bir makaleye sığdıramayacağım kadar ihanet el ele işleniyor. Türklerin ölçüsü alındı, tabut hazırlanıyor. İç Anadolu Türkleri (Haham Başının ben kurdum dediği) tarikatlarda vatansızlaşıyor, mankurtlaşıyor. Ve benim güzel (!) insanım;
YCHP’nin seçimi nasıl kaybettiğini tartışıyor.
2. Cumhuriyetçilerin ele geçirdiği YCHP, referanduma katılarak meşrulaştırdığı, TEK ADAM rejimine yol verdiği gün bütün seçimleri kaybetmiştir. Millet İttifakı aldığı oyların %50’sini de KERHEN verilen oylardan aldı. Kurulan tahterevalli oyununda iki ittifaktan birine oy vermeye zorlanan, hatta mecbur bırakılan seçmen, AKP’den kurtulmak için oyunu kerhen Millet İttifakına verdi. Konuştuğum birçok eğitimli insan şunu söyledi;
“Önce bu yağmacı, karanlık yapıyı gönderelim. Millet İttifakı kazanınca yargı bağımsız olursa, bunlarla mücadele etmek çok daha kolay olur.”
Yani Millet İttifakına oy verenlerin önemli bir kesimi Millet İttifakına bağımsız yargı için oy verirken, Millet İttifakı gayri milli uygulamaya giderse mücadele etmek, karşısında durmak için oy verdi.
Bu günkü meclis aritmetiğine bakarsak, YCHP ve İYİP’in de katkıları Cumhuriyet, Atatürk ve Türk düşmanı gericilerin sayı üstünlüğünü ele geçirdiğini görürüz. Bu durum da göz ardı edilmesin! TBMM Meclis-i Mebusan’a dönüşmüştür. Meclis-i Mebusan’ın vekillerini artık okuyanlar araştırsın.
***
Sevgili Türkler, uzaktan kumandalı, içerideki öncü işgal güçlerinin yataklık ettiği, iç savaşa ve dolayısı ile NATO’nun müdahalesine imkan verecek bir bombanın üzerine oturtulduk. Partiler bizleri oyalıyor. Gerçekleri görmemizi engelliyor. Seçmenini kontrol altında tutuyor.
Ermenistan sınırından başlayarak sınırlarımızdaki mayınlar temizlendi. Ülkemiz her türlü girişe açık hale getirildi. 21. Yüzyılın savaş yöntemi, hedef ülkelere taşımalı teröristleri sokarak iç savaş çıkartmaktır. Libya, Suriye gibi ülkeleri bu yöntemle karıştırıp parçaladıklarını unutmayalım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk T.C. Devletini dönme-devşirme meclisi olan Meclis-i Mebusan ile kurtarıp kurmadı. Türk Milleti ile birlikte kurdu. Bütün vatanseverler bir araya gelmezsek, ülkemize sokulan katiller, hilafet isteyen yerli misyonerler, İŞİD kalıntıları ayaklanıp (ki, hepsi silahlandı), bir kıyıma başlayabilir. HÜDAPAR yeşillik olsun diye meclise sokulmadı.
İzmir ve Eskişehir gibi Cumhuriyet rejimini benimsemiş insanların çoğunluk olduğu illerde ilk ve orta eğitim okullarına imamların, Kur’an Kursu hocalarının görevlendirilmesi Rehber İmamlık rejiminin ön denemesidir. Pedagoji eğitimi almayan, dünyayı tek renkle okuyan bu insanların görevlendirilmesi İzmir ve Eskişehirli veliler tarafından reddedilmelidir.
Türk Milleti partiler üstü bir birliktelik sağlayıp, vatanına, devletine, şerefine, namusuna sahip çıkmalıdır. Bu birliktelik bölen görevi yapan, cambaza bak oyunuyla halkı kontrol eden partilerin güdümünden çıkmadan BA-ŞA-RI-LA-MAZ!
Azim ve Karar, 13.06. 2023
13 notes · View notes
derilx · 5 months
Note
Nasılsın diye soracağım ancak kısa bir yanıt istemiyorum, detaylı bir biçimde gerçekten hissettiklerinin uzunca bir anlatımını bekliyorum..
Nasılsın?
Sonunda derin bir nefes alarak cevaplamak istediğim o soruyu yanıtlamaya vaktim oldu.. bir süredir bekletiyorum bunu gerçekten cevaplamak istediğim için. Biricik dostumdan geldiği için gerçekten cevaplamak istiyorumdur belki de.. uzun süredir geçiştirerek ve hatta bazen kendim sorduğumda bile görmezden geldiğim o soru, hani bir şey gözünün önünde olduğunda daha da görünmez olur ya, işte nasılsın sorusu da buna benziyor. Çok fazla sorulduğu için düşünmeden "iyiyim" deyip geçiyoruz çoğumuz. Kaçımız gerçekten bunu düşünerek cevapladı? kaçınız ve hiçbiriniz önemli değil şimdi, ışıkların altında olmanın verdiği hazza dolu dolu cevap vererek erişeceğim.
Nasılım? Dinlediğim müziğe göreyim, havanın durumuna, etrafımda olanlara göreyim. Uzun süredir kendim hariç her şeyim, aynı zamanda hiçbir şeyim. Nasılım.. bazen varım, bazen yoklukla bakışırım. Sislerin arasında, korkulan ormanın hemen aşağısındayım. Mezarlığın en unutulmuş köşesinde, ölen bir köpeğin son nefesindeyim. Nasılım? Kinyasım, Geceyim, aklına gelebilecek tüm isimler benim ve isimsizim. Nasılım? uykudayım, uyanığım, gündüzüm ve zamanım, rüzgarın getirdiği esintiyim. Nasılım.. Sultan ve hizmetkarım, aynı zamanda soytarısıyım bu krallığın. Nefret eden ve edilenim. Nasılım? Diyar diyar dolaşırım, neredeyim bilmem ama soru bu değil, nasılım? Her notayım ben Lament, insanların bu zamana kadar çıkarttığı ve çıkartabileceği tüm günahların toplamıyım. Nasılım, melek gibiyimdir, tanrıyı kıskanırım.. nasılım bilmiyorum asırlardır, bunu sormadım. Soranları umursamadım, yolu yadırgamadım, denizden korkmadım. Nasılım biliyor musun? Sırtımda binbir bıçak taşırım, hepsinin sahibiyle tanışığım. Cenazemi ellerimle taşıdım, kendimi gömdüm gecelerce ve her diriltildiğimde evrende yankılandım, acıyım. Nasılım? Uzun süredir kendim hariç her şeyim, herkesin ruhuna bakarım.. kendimden korkarım. Nasıl olduğumu söylesem... dilsizim nasıl yaparım. Elime yüzüme bulaşır denerken, konudan konuya atlarım. Kafanızı karıştırır, aklınızla oynarım. Nasıl olduğumu söylememek için taklalar atarım. Göremezsiniz beni, görecek olan olursa ondan da kaçarım. Nasılım? Bazı gerçeklerim, her yerde hemen söylenemeyen, tehlikeli gerçeklerden. Devlet sırrı gibiyimdir, kelimelerime ağzımdan çıkmadan hemen önce suikast düzenler ve kahkaha süsü veririm. Bazen sadece gülümseyerek atlatırım medyayı, düzenbazım. Nasılım? Aslında gerçek bile değilim.. Nasıl olduğumun bir çaresi yok, iyileşemem hastayım. Nasıl olduğumun cevabının bir çaresi yok, bu yüzden çıkmaz bir sokağım. Lambaların asla aydınlatamadığı, içinde kabusları ve katilleri barındıran, içinden her gece binlerce çığlık duyulan o sokağım. Nasıl olduğumun cevabının bir çaresi yok.. bu yüzden manasız gelmiştir her zaman buna gerçek bir cevap vermek. O yüzden; Ne fazla, ne de azım, yıldızlara bakar hayaller kurarım, bir tanesi bile kaysa gökyüzünden, korkudan taşların altına kaçarım. Ne büyük, ne de küçüğüm, elimden geldiği kadarım. bir kere baksan gözümden, utancımdan ağlarım. Ne yokum, ne varım, annenin anlattığı gece masalıyım, bahsedersen sevgiden, kalbimi söker atarım. Ne ak, ne de karayım, tüm dünyayı karşıma alırım, tutarsan eğer elimden, belki anlarsın nasılım.
8 notes · View notes
wongkarwaitobe · 8 months
Text
Yirmi birinci yüzyılda bir çeşit intihardır sevmek,
Benim ruhum zaten ölü, sevemem seni.
Kenar mahallede devrimci gülme sevgilim,
Ben devlet değilim asamam seni.
Ne sen Hira'sın ne ben Cebrail,
O mağaraya gelemem, bekleme derim
Ben Yusuf değilim, bu kuyu derin.
10 notes · View notes
delitay · 8 months
Text
ÇARPIK ÇAĞ
Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık
'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.
Çabuk pişsin diye zorbanın aşı
Ayıran olmadı kurudan yaşı
Keçinin kaplana her adım başı
Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.
Baylar çalım sattı, bayanlar etin
Ar duvarı çürük, darbeler çetin.
Modern putçuluğun, şirkin, zilletin
Kemale erdiği çağda yaşadık.
Bazen kör kilitler vuruldu dile
Bazen armağanlar kazandı hile
Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile
İtibar gördüğü çağda yaşadık.
Yabancısı olduk ilin, obanın
Müdür ekmeğini çaldı çobanın
Resmi dairede devlet babanın
İpe un serdiği çağda yaşadık.
Önümüz çileydi, arkamız cefa
Bir gün semtimize basmadı sefa
Mürşidin, müridin günde beş defa
Günaha girdiği çağda yaşadık.
Kimi hak adalet gördü düşünde
Kimi devlet kuşu buldu başında
Vatanseverlerin vatan dışında
Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık.
Göz yumup izine düştük batı'nın
Tuttuk kuyruğundan haçlı atının
Pamuk yumağının, tüyün, tütünün
Nice baş yardığı çağda yaşadık.
Neler yıkmadık ki son olsun diye
Harcadık günleri gün olsun diye
Asker kaçağının şan olsun diye
Askeri vurduğu çağda yaşadık.
Dilendik, savurduk Doları, Markı
Döndükçe aşındı düzenin çarkı
Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü
İhtiras sardığı çağda yaşadık.
Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi
Kimi yalamakla doydu şişeyi
Kiminin ateşi, külü, maşayı
Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık.
Kılavuzluk yaptı körü beylerin
Seçimde sağılan sürü, beylerin
Morgtaki ölüden diri beylerin
Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık.
Atladık bir çağdan bir diğerine
Çıktık zirvelere, daldık derine
'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine
Çuvallar ördüğü çağda yaşadık.
Biri yola çıkmaz dayı bulmadan
Biri balık avlar suyu bulmadan
Birinin haftayı, ay'ı bulmadan
Milyarlar derdiği çağda yaşadık.
Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah
Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah!
Bulaşık basının her gün, her sabah
İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık.
Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa'
Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ
İnsanın kâğıda, demire, taşa
Secdeye vardığı çağda yaşadık.
Görün hâlimizi biz insanların
Tutsağı olmuşuz suizanların
Her zaman her yerde müslümanların
Müslüman kırdığı çağda yaşadık.
Abdurrahim Karakoç
17 notes · View notes
yakazakalb · 8 months
Text
"Bilseydim ruhumu bu kadar acıtacağını, hayatımı fethetmene izin verir miydim? Herkesin sınırlarını çizdiğim dünyamda, senin bir devlet gibi kurulmana izin verir miydim? Herkesin avaz avaz bağırdıklarını senin gözlerimin içine bakarak haykırdığın sessizliğine tercih eder miydim?
Ruhumu görmüştü. Bana bakıp ruhumu görmüştü. Ne kadar yara aldığımı, kaç kere ihanete uğradığımı; hepsini görmüştü."
Diye birşey geçiyordu bi kitapta. Ben ise tam tersi olmuştum. Ona bakıp ruhunu görmüştüm. Ne kadar yara aldığı... Birisinin ruhunu görmek kadar derin bişey, birisinin yarasını kendi yaran bilerek kanamak kadar acısı yoktu. Evet çok zordu. Ama bir o kadar da hoş. Garib... Gariblikler ülkesi zaten benim gönlüm.
18 notes · View notes
erundur-adanion · 1 month
Text
Tumblr media
Liderlik Kültü ile ilgili düşüncelerim
Çağımızın en büyük hastalıklarından biri kişilik kültüdür.
Liderlik kültüne kesinlikle karşıyım, çünkü bu Kur'an-ı Kerime göre bir şirktir.
Bir Şirk örneği; insanlık tarihi boyunca, hükümdarlar ve diğer devlet başkanları sık sık büyük bir saygıyla karşılanmış ve onlara süper-insan veya tanrısal nitelikler atfedilmiştir. Özellikle Orta Çağ Avrupasında tanrısal haklılık ilkesi aracılığıyla, hükümdarlar Tanrının veya tanrıların isteğiyle göreve geldikleri söylenirdi. Sümerler, Antik Mısır, Japonya İmparatorluğu, İnka İmparatorluğu, Aztekler, Mayalar, Tibet, Tayland ve Roma İmparatorluğu hükümdarları "tanrı-kral" olarak yeniden tanımlayan örnekler arasında özellikle dikkat çekicidir. Ayrıca, Antik Romanın İmparatorluk kültü, imparatorları ve bazı aile üyelerini Roma Devletinin ilahi onaylı otoritesi (auctoritas) ile özdeşleştirirdi.
Sonraki dönemlerde radyo gibi kitle iletişim araçlarının gelişmesi, siyasi liderlere daha önce hiç olmadığı kadar kitlelere olumlu bir imaj yansıtma imkanı sağladı. İşte 20. yüzyılda en ünlü kişilik kültleri bu koşullardan doğdu. Bu kültler genellikle bir tür siyasi dindir.
21. yüzyılda İnternetin ortaya çıkması, kişilik kültü fenomenini yeniden canlandırmıştır. Sosyal medya platformları aracılığıyla yayılan yanlış bilgi ve propaganda ile yirmi dört saatlik haber döngüsü, aldatıcı bilginin geniş çapta yayılmasına ve kabul edilmesine imkan sağlamıştır. Sonuç olarak, kişilik kültleri birçok yerde büyümüş ve popülerliğini korumuştur, dünya genelinde otoriter yönetimlerde belirgin bir artışla paralel olarak.
"Kişilik kültü" terimi, muhtemelen İngilizce'de 1800-1850 yılları arasında ortaya çıktı ve aynı dönemde Fransızca ve Almanca versiyonları da ortaya çıktı. Başlangıçta, siyasi bir çağrışımı yoktu, ancak Romantik "deha kültü" ile yakından ilişkilendirildi.
2013 tarihli "Karakter nedir ve neden gerçekten önemlidir?" adlı makalesinde Thomas A. Wright şöyle belirtmiştir: "Kişilik kültü fenomeni, sürekli propaganda ve medya maruziyeti yoluyla bilinçli bir şekilde şekillendirilen, hatta tanrısal bir hale getirilen bir bireyin idealize edilmiş halk imajına atıfta bulunur. Sonuç olarak, bir kişi, yalnızca halk kişiliğinin etkisiyle diğerlerini manipüle edebilir... kişilik kültü perspektifi, birçok kamu figürünün yaratmak için yetiştirdiği sığ ve dışsal imajlara odaklanır ve idealize edilmiş ve kahramanca bir imaj oluşturur."
~Kaynak : Vikipedi~
Allah, kendisine şirk koşulmasını kesinlikle bağışlamaz. Bunun altındaki günahları ise dilediği kimse için affeder. Kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz korkunç bir iftirada bulunmuş, pek büyük bir günah işlemiş olur. - Nisa Suresi 48. Ayet
Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah'a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür. - Nisa Suresi 116. Ayet
2 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 6 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
BELGELER KONUŞUYOR-1:
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA “ALLAH” DEMEK YASAK MIYDI?
Sıkça dile getirilen bir iddiadır, cumhuriyetin ilk yıllarında, hatta Demokrat Parti iktidarına kadar geçen süre zarfında Kur’an-ı Kerim öğrenmenin ve öğretmenin, dahası “Allah” demenin bile yasak olduğu…
Bu iddiaya karşılık olarak da hiçbir zaman böylesi baskıcı bir uygulamanın yaşanmadığı ifade edilmekte…
Peki, gerçek neydi?
Tarihi bir olgunun ya da olayın hakikatini ortaya koymanın en basit ve en sağlam yollarından biri, o döneme dair arşiv belgelerine müracaat etmektir.
Yalnız, bunu yaparken akıldan şunu hiç çıkarmamak gerekir ki; bu yol en basit ve sağlam yollardan biri olsa da, kendi içinde bazı riskleri de barındırır.
Bu risklerin en büyüğü, belgeler bizzat devlet tarafından düzenlendiği için, devletin işine gelmeyecek belgeleri tarihe kanıt olarak bırakmak istemeyerek ortadan kaldırabilme ya da mevcut belgeleri değiştirebilme ihtimalidir.
Aşağıda yayınlayacağım belgeler, Ankara İvedik’te bulunan Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde herkesin erişimine açıktır.
Merak edenler, yer numarasından gidip evraka bakabilirler.
Daha derin bir araştırmada buna benzer nice evrakı bulmanın mümkün olacağını düşünüyorum.
Belgelerde 1931 ve 1938 yıllarında Arapça Tekbir almaya ve Arap Harflerinin öğretilmesine dair o dönemin uygulamaları hakkında bize fikir verebilecek hususlardan bahsediliyor.
Dönemin uygulamalarının hakkaniyete uygun olup olmadığını, sizin takdirlerinize bırakıyorum.
Ancak bugün bazı kesimlerce radikal olarak değerlendirilen sosyal hareketler, uygulamalar ve politikaların arka planında, aşağıdaki belgelerde örnekleri görülen baskıların etkilerinin olması ihtimali, göz ardı edilmemelidir.
......
DOCUMENTS SPEAK-1:
WAS IT FORBIDDEN TO SAY "ALLAH" IN THE EARLY YEARS OF THE REPUBLIC?
It is a frequently voiced claim that in the first years of the republic, even until the Democratic Party came into power, it was forbidden to learn and teach the Quran, and even to say "Allah".
In response to this claim, it is stated that such an oppressive practice has never been experienced. being made…
So, what was the truth?
One of the simplest and most reliable ways to reveal the truth of a historical fact or event is to consult archive documents of that period.
However, while doing this, you should always keep this in mind:
Although this method is one of the simplest and most reliable methods, it also carries some risks.
The biggest of these risks is the possibility that since the documents are issued by the state itself, the state may eliminate documents that will not be of any use to it, without wanting to leave them as evidence in history, or change existing documents.
The documents I will publish below are open to everyone at the Prime Ministry State Archives in Ankara İvedik.
Those who are curious can go to the location number and look at the documents.
I think it would be possible to find many similar documents with a deeper research.
In the documents, issues that can give us an idea about the practices of that period regarding reciting Arabic Takbir and teaching Arabic Letters in 1931 and 1938 are mentioned.
I leave it to your discretion as to whether the practices of the period were equitable or not.
However, the possibility that the effects of pressures, examples of which are seen in the documents below, are behind the social movements, practices and policies that are considered radical by some circles today should not be ignored.
20 notes · View notes
0murgan · 4 months
Text
"Söyle bana avucumun arasındaki ufak güvercin, aşkın şarabından bir yudum içersem, lanetlenir miyim anarşiden? Bu güçlü omuzlar, nasıl olur da tüm devlet yapılarına karşı dimdik ayaktayken, sıcak tenli bir oğlanın karşısında düşer geri? Bana ismimi geri ver, bana gücümü, bağımsızlığımı. Aksi takdirde, kendimi bırakacağım oğlanın güzel ellerine."
Tumblr media
Deri kapağını indirirken defterin, kulağımda bir çınlama hissettim bir anlığına. Yine anıyordu adımı muhtemelen, gecenin karanlık yüzüne dönmüş fısıldıyordu yatağında adımı, duvara karşı. Bir elini soluna indirmiş, diğeri çarşafı avuç içine almış, gözleri karanlıkta parlamış ve dudakları aralanmıştı muhtemelen. Ahşap zeminden gıcırtılar kulağıma geliyordu attığım her adımda, sivri burun ayakkabımın takırtıları ve. Viski bardağının sonu soğuktu, dudaklarımın değdiği kısım sıcak. Bir yudum daha akarken boğazıma doğru, dudaklarımın değdiği doku viski bardağı değildi, dudaklarım bizzat, güzel oğlumun bağrına değiyordu. Kapatmıştım gözlerimi ölümüne, bir daha açmamayı düşünerek, seviyordum özgürce, bir anarşist gibi bedenini. En ateşli devrimci kadar yanıyordum bu soğuk gecede, verdiğim nefesler barutun cızırtısı.
Birkaç adıma, birkaç düş daha sıkıştırdım hazır etraf sakinken. Günaha giriyormuş gibi hissediyordum esasında inançlı dahi değilken. Oğlanın da bana her baktığında bedeninin ısındığını bilmeme rağmen, sanki haksızlık ediyormuşum düşüncesi sol şakağıma saplanıyor, sızlatıyordu bazen. Çünkü bakışları ne kadar keskinse, bedenini ne kadar sağlam dursa da zeminde, karşımda farklı bir hal alıyor; sonucunda beni küle dönüştürmeye çalışırken o güzelliğini kullanıyordu.
O gece fısıldadım ona yatağında, üzerine eğilmiş nefesimi kulağının ardına verirken "sınırları zorlama" derken, ufak bi' gülümseme sezdim dudaklarında. Sınırlar nerede der gibiydi bana, "sınırlar yok Vent, sınırlar yok" der gibi, gülümseyerek daldı uykuya.
Düşünceler silsesi ardı ardına dizilirken zihnime, gözlerimi açtım birkaç saniye. Açtığım ilk an, camdan bi' ışık süzüldü ayakkabımın tam dibine, aydınlattı. Gözlerim, yerden göğe kadar takip etti o ışığı, Ay'a kadar. Ay, dolunay.
Şimdi cama çıkmış, şarabını göğe doğru yudumlarken içli içli izliyordu Ay'ı, göğü. Derin bir nefes bıraktım en sonunda, pes etmiş gibi. Sanki gömlek boğazımı sıkıyor, göğüs kafesim daralıyor, eklemlerim sızlıyor ve içtiğim soğuk viski içimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu. Farklı bir şeyler lazımdı bana, bilincindeydim bunun. Erteliyorduk, erteleyebildiğimiz kadar. Daha da çekilirken birbirine, kaçmaya çalışır gibi bir halimiz vardı lakin içten içe gözleri bendeydi oğlanın, gözlerim üzerindeydi durmadan.
İndim merdivenlerden, çıktım dışarı. Birkaç sokak, birkaç tartışma atlattım kendimle, biraz ayaz. Ellerim ensemi sıkıyordu sürekli, yüzümü sıvazlarken artık dayanamadığımı düşünüyordum. En sonunda, sivri burunlar durdu tam kapısının önünde. O hoş koku, ciğerlerime dolmaya başlamıştı şu şekilde dahi. Demirini tutup birkaç kez vurdum ahşap kapıya, açmasını beklerken. Açıldı, işte önümde benim ufak anarşistim. Yalınayak açmış kapıyı, gözleri yorgun ama tutkulu, neden geldiğimi sorguluyor fakat bir yandan da biliyor gibi.
"Sean."
"Vent, neden buradasın?"
"İçeri almayacak mısın beni?"
"Önce söyle bana, bekletme. Neden buradasın?"
"Bugün dolunay var güzelim, gördün değil mi camından? Nasıl ışık saçtığını. Sean, Ay çok güzel değil mi?"
Adımlarımı tam önünde durdurdum, yaklaştım bir nefes kadar daha. Gözlerim nasıl bakıyordu bilmiyorum fakat şaşkındı, fazlasıyla şaşkındı. Aralık dudakları söylüyordu bunu bana.
"Vent, sen n-"
Ve ipi koparttım, birbirine bağladım. Soğuktan morarmış ellerim beline doğru inerken çektim kendime bedenini, hafifçe. Çıplak ayakları deri ayakkabımın üzerine çıktı, refleksle tutundu omuzlarıma. Eğildim, eğildim kana kana içmek için o bal dediğim dudaklarından. Ve şimdi, biliyorum ki, tutsak değilim bu güzel dudaklara. En şiddetli özgürlük, aşk. En şiddetli duygum sen, Sean.
Güvercin bana yalan söylememiş, avucumda can vermemiş. Sean, kollarımın arasında, en az Ay kadar güzel ve Uzay kadar bilinmezken, aşkım, o benim aşkım.
6 notes · View notes
kenopsia52 · 4 months
Text
Adam çantasını alıp dükkandan evine doğru bir yürüyüşe başladı, günün soğuk bir ayazında. Derin düşüncelere dalmıştı. En sevdiği öğretmeni, ablası gibi gördüğü ve akıl hocası olarak bir ilişkisi olan öğretmeni gitmişti. Başarmıştı devlete girmeyi. Adam mutluydu seviniyordu. Çünkü onun çok çabaladığını görmüştü. Sadece ona alışmıştı ve bir çok şeylerini sadece ona anlatmıştı hemde her şeyini. Çünkü çevresinden sadece o farketmişti adamı. O, onun bir şeyi olduğunu bilmiş ve kendisine anlatmasını sağlamıştı. Çünkü adam hayatı boyunca kimseye karşılıklı derdini anlatmamıştı. Kimse de sormamıştı ona. Çünkü görmemiştiler, onun dışında. Adam seviniyordu fakat alıştığı için üzülüyordu. Bencil olmamalıyım dedi kendisine ve bunun için kendisine kızdı. Her neyse dedi. Umarım onun için güzel bir başlangıç olur dedi. Hava soğukluğunu arttırıyor ve ortaya mükemmel bir soğukluk hakim oluyordu. Ama adam bunun farkında değildi çünkü düşüncelerine hapsolmuştu. Onun en sevdiği şeylerden birisi şuydu: Gideceği bir yere kadar yürümek ve o yürüyüşü boyunca kafasındaki düşünceleri ile meşgul olmaktı. Bu onun için bir hobi haline gelmişti ve yürümeyi seviyordu -yol ne kadar uzun olursa olsun- bugün hiç çalışamamıştı çünkü çalışamıyordu ve kesinlikle kendisi bu durumdan dolayı pişmanlık duyuyordu ve çok kötü hissediyordu. Yapacağım diyordu ama yapamıyordu çünkü motivasyonunu günden güne kaybediyor ve hedefini elinde tutmayı başaramıyordu. Her geçen gün başarısızlık onu rahatsız ediyor ve o başarısızlıktan kaçmak için dizilere başvuruyordu. Ama yanlış yapıyordu ve oda bunu biliyordu. Tembelliğine karşı gelmekte zorlanıyordu. Ve her şeyde olduğu gibi burada da tek başınaydı. Güçlü olmak zorundasın yoksa kaybedeceksin diye konuştu içindeki ses. O gerçekten yoruluyordu ve bunu kimse görmüyordu. Gerçekten ne yapacaktı? Onun sonu nasıl bitecekti? Kaybederse hayatında ki her şeyini kaybedecekti. Bunu çok iyi biliyordu çünkü bu savaş önceki savaşlarına benzer değildi. Bu savaş adamın kariyerini kısacası tüm hayatının gidişatını hatta ilişkisini belirleyecek bir savaştı. Ve adam bunlarla kesinlikle mücadele etmeliydi zira yenilginin sonucu onun için iyi bir son olmayacaktı... Adam evine girdi, ardından odasına girip kapıyı kapattı.
2 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Bu Hale Nasıl Geldik?
Yazdıklarımın tamamı emperyalizmin bir projesinin nasıl yaşama geçtiğinin tarihi hikayesidir.
✓ 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından siyasi partiler liberal sömürüyü savunan tek adamlara teslim edildi.
✓ Siyasi partilerin başına getirilen ve emperyalizme hizmet eden bu tek adamlar sömürge lehine yasalar çıkarmak için kendilerinin kullanabileceği kişileri milletvekili olarak atayarak sözde bunları halk seçmiş gibi sandık ile meşru hale getirdiler. Hala aynı yöntemle vekil ataması yapıyor. Halk ise kendisi seçtiğini sanıyor.
✓ 2018 tarihinden sömürge aşama kaydetti. Özelleştirme sonrası talanın talancılar lehine yönetilmesi için devletin de tek adama teslim edilmesi gerekiyordu. Bu da gerçekleşti.
✓ Özelleştirme talanını kendi lehlerine gerçekleştiren şirketler ile bundan güç alarak artık devlet yok şirketler var diyerek Türk ulusunu tehdit etmeye başladılar.
✓ Bilderberg derin devlet yapısı gizli toplantılara vekil olacak kişileri kendilerine hizmet edecek bir şekilde her siyasi partiye yerleştirdiler.
✓ Şirketler medyayı reklam ile esir alarak kendilerine hizmet ettirdiler ve ettirmeye devam ediyorlar.
Bugün yaşanan ise şudur;
✓ Mevcut iktidar yumuşak karnı gereği iktidarını kaybetmemek için her türlü hukuksuzluğu her türlü israfı her yolu kendi lehine mübah görerek hareket ediyor.
✓ Yalanın bini bin para. Aldanarak, aldatarak, af dileyerek bugünlere geldiler. Artık ekonomi iflas noktasına gelince karşılıksız para basarak oy satın almak yoluyla adeta rüşvet ile oy devşirme yolunu seçtiler.
✓ Muhalif tarafın bunlardan bir farkı var mı? Zerre kadar yok. Muhalif ittifakı oluşturan ekseri çoğunluk bir önceki dönemde iktidar ile aynı zihniyete sahip siyasi partiler ve emperyalizme hizmet eden kişiler.
✓ Muhalefette iktidar gibi rüşvet gibi sözler vererek güç devşirme peşine düşmüş.
✓ 1+5+2'nin tek adamdan hiçbir farkı yoktur. Çünkü bütün yardımcıları Türk ulusunun sorunlarını çözmek için değil Türk ulusunu ortadan kaldırmak isteyen talepleri var. Cumhuriyeti kuran partiye bir kumpas kurarak kendilerini meclise taşımak istiyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin en büyük kötülüğünü Türk ulusuna batı işbirlikçisi yönetimi sayesinde yapıyor. Zaten daha önce ki söylemleri mevcut iktidar ile helalleşmeye ve Cumhuriyetin ilk yılları ile hesaplaşmaya yönelik değil miydi? Bunu unutmak mümkün mü?
✓ Tek adama mahkum olduğunuz için en temel besinleri tek tek almak zorunda kaldınız.
✓ Tek adam seçmek yerine halk kendi iradesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımaz ise yarın tek tek gıda temin edebilmek bile mümkün olmayacak.
Emperyalizmin istediği de budur.
Bütün bu temel sorunları Türk ulusu yararına çözmek isteyen tek bir siyasi parti var mı?
Yok!
Kime, ne için oy veriyorsunuz o zaman?
Bu tutum oyun değişmesin oyuncu değişsin. Halk yararına hiçbir şey değişmezse bile olur hatta daha kötüye gitse bile olur demek değil mi?
Bütün bu gerçekleri iş işten geçtikten sonra mı düşüneceksiniz?
] Önder KARAÇAY [
7 notes · View notes
doriangray1789 · 1 month
Text
DEVLET BABA
Modern devlet teorisi, ilk olarak Niccolo Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış, laik/ dünyevi bir siyasal iktidar/devlet kurgusuyla başlamıştır.
Ardından Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini ortaya koymuştur.
Hobbes ise toplum sözleşmesi kuramını geliştirerek modern devlet düşüncesini teorik bir temele kavuşturmuştur.
John Locke devlet iktidarının sınırlandırılmasını, Jean Jacques Rousseau halk egemenliği teorisini, Emmanuel Sieyes de ulus egemenliği teorisini savunmuştur…
Cicero, tüm staocular gibi mutlu yaşamı felsefe edinmiş, devlet üzerine yazdığı eserde, devleti yurttaşların içinde seyrettiği ve kaderini de kaptanının belirlediği bir gemiye benzetir. Hava güneşliyken seyir almak kolay olabilir ama asıl maharet devlet gemisini, fırtınalı havada alabora olmaktan kurtarmaktır. Halk, devletin iyi yönetilmesini istiyorsa iyi nitelikli adamları seçmelidir der.
Platon da devlet mutluluk felsefesi üzerine yazılmış bir metindir.
Bizim felsefemiz ise daha duygusal “DEVLET BABA” devlettir, sever de döver de
devlet, ataerkil toplumlarda, "baba"dır zaten...kısaca hem sever, hem dover...eve para getirir...bu paranın nasıl harcanacağına karar verir...sevdiği çocuklarına iyi davranır, onları ödüllendirir...kendisine karşı çıkanlara veya eleştirenlere, yani sevmediği çocuklarına karşı gaddardır...onları itina ile cezalandırır...
vatandaş aslında devlete derin bir aşkla bağlı. devletin başında kim olursa olsun onun biricik aşkı devlet. dolayısı ile devlet onun istediği gibi konuşsun/davransın istiyor. haksızlığa, hukuksuzluğa, soyulmaya, hatta işkenceye bile razı, o zaman daha katmerli seviyor. 'devlettir, sever de döver de'' diyor.
en küçük birimlerine bile aşkla bağlı. tapu kadastrodaki memurdan, kaymakama, nüfus memurundan, mal müdürüne kadar hepsine derin bir saygı sevgi besliyor. köy kahvesine jandarma geldiğinde ayağa kalkılıyor, polisin önünde esas duruşta duruyor, savcı, vali, kaymakam dedin miydi, zaten put. . selamsız bandosu gibi devletin şapkasını görse yetiyor.
yalnız aşkla sevdiği devlet hiç bunları görmüyor. hiç sevgi sözcükleri söylemiyor, söylerse de ortalığa söylüyor. tek bildiği hemen işini bitirip gitmek. vatandaş devletin arzularını tatmin etmekle yükümlü görüyor kendini ve zevk almasa da almış gibi yapıp bir sonrakine hazırlanmak. devletin ruh hali değişiyor bazen, daha derin, daha sığ, daha müslüman, daha tek adam, daha kapalı, daha açık, daha milliyetçi vs.. o zaman üzülüyor vatandaş. bu ruh hallerinde kendisini nasıl konumlandırıyorsa devleti,biricik aşkı da öyle yapsın istiyor. kalan herkesin üstüne yürüsün, ezsin, yok etsin istiyor. ihtirasla istiyor hem de. devlet düşündüğünden farklı davrandığında, küsüyor, arkasından gizli gizli konuşuyor ama sıra vazifesine gelince onu ihmal etmiyor. devletin zevk almasını sağlıyor.
çocuklarını da öyle yetiştiriyor. çok çocuk yapıyor ki, biri ölürse ötekini feda edebilsin. üzerine sadece o gün dönecek kameralara, ''devletimiz sağ olsun'' diyebilsin.
oysa başka yerlerde ilişki böyle olmuyor. devlet saygılı, vatandaşın ne dediğini dinliyor, kendini ona göre değiştirmeye yenilemeye çalışıyor. sonuç aynı olsa da, en azından bir mum ışığında yemek yiyor vatandaşıyla, bir iki tatlı söz, ne bileyim belki ön sevişme. gönlünü alıyor yani vatandaşın.
en sevmediği insanlar ise devlete karşı gelenler. bir vatandaşın devlete nasıl karşı gelebileceğine aklı almıyor. ''devlet vatandaş için var'' sözünü hazmedemiyor. koskoca devlet, itaat edilmesi, saygı duyulması, biat edilmesi, sorgulanmaması gereken devlet mi vatandaş için var? bu çok saçma. devlet ne derse o olur.
bu aşkı bozmak için bir sürü dedikodu çıkarıyorlar, yok orman, yok ağaç, yok, yolsuzluk ama vatandaşın aşkı hiç bitmiyor. hala devlet için her şeyi yapmaya hazır. seçme şansı verildiğinde, bu aşkın devam etmesini isteyecek..
4 notes · View notes