Seni ihmal ettiğim bazı saatler için kendime kızıyordum lakin, o vakitler insanlara bütün çözümsüzlüklerini konuşup halledebileceklerini, birbirleriyle paylaştıkça dertlerine çare bulabileceklerini ve saygının ve de sevginin her şeyin üstesinden geleceğini anlatır durur, onlar için kendimi paralamakla zamanımı meşgul ederdim.
Çünkü insanları seviyordum bir zamanlar. Sabahattin Ali’ye o vakitlerde çok hak veriyordum.
Oysa ne zaman iyi bir şey olacak olsa, birileri derhal ortaya çıkıyor ve bütün büyüyü bozuyordu. Böyle böyle başladı.
Bozmakla kalmaz, ben fark etmeden içimi açtıkça arkamdan kuyumu kazmak için gerekli birikimleri de yaparlardı. Bugün yüzüme gülüyorlarsa, ertesinde araya mesafe koyup, yüzümü çevirdiğimde de sırtımdan vurup duruyorlardı.
Her şeyi çok iyi biliyormuş gibi davranan bu ciğerini ezberlediklerim, insanları ustaca harcamaya çalışmakta pek maharetliydiler ve fırsattan istifade asla acımıyorlardı. Hayata gülümse derler ya, gülümseyerek hadiseleri karşılamak bazen hiçbir şeyi çözmüyordu. Böyle böyle soğudum.
Üstelik çevremdeki o insanlar yüzüme gülümsediklerinde onlara inanacağımı sanıp, sahte mutluluk fotoğraflarını ve hayatlarının olağan akışlarını daha çok gözüme sokuyorlardı. Ağır ağır geçen günlerin ve gecelerin birinde kan ter içinde uyandım. Kötü bir rüyaydı galiba dedim kendi kendime.
Saçlarımı okşadın…
"Bir şey yok, bak. Buradayım, geçti!" dedin.
Geçiverdi her neye üzgün, kırgın veya kızgınsam. Çocukluğumdaki kızarmış ekmek kokusu gibiydi sözlerin.
Dolapta rakı, sokaklarda dışarı çıkma yasakları vardı, televizyonda da eski bir Türk filmi. Kapadım televizyonu, radyoyu açtım, kısık bir seste.
Peşinden mutfağa geçerken fısıldadım kulağına eğilip; “Radyoda birazdan çalacağı anons edilen sıradaki parçayı artık kimseye armağan etmeyenlerin yaşadığı bir çağ bu, biliyorsun.”
Birisinin beni seveceğine inanmıyorum, birgün beni ulu ortada bırakıp gideceğine inanıyorum. İşte ben, inanmak ve inanmamak arasındaki uçurumda hergün mekik dokuyorum.
Ne yapacağımı bilmiyorum, içim nasıl soğuyacak onu da bilmiyorum. Bilinmezliğin derinliğine çekiliyorum, gittikçe daha da sarhoş oluyorum. (Derinlik sarhoşluğu)
Hislerim ve düşüncelerim şuan bir şarkı olsaydı eminim bu şarkı olurdu. Dinlemenizi isterim çünkü beni nicesi anlamadı belki bir umut siz anlarsınız istedim.
Sevgi; gram değildir, mesafe değildir. Derinlik sanırsınız, yüksekliktir o. Sevgi; dudak değildir, göz değildir, saç değildir. Sandalye değildir sevgi, yatak değildir, çarşaf değildir. İçki değildir, içemezsiniz fakat her şeyden güzeldir sarhoşluğu. Geçip karşısına seyredemezsiniz, manzara değildir, tablo değildir, heykel değildir. Okuyamazsınız kitap değildir. Bilmece değildir, çözemezsiniz. İsteseniz de içinizden atamazsınız.
“Kızıldeniz’e dalış amacı ile farklı yıllarda toplam 8 defa gittim.
Kuzeyinden güneyine kadar farklı dalış lokasyonlarında yaklaşık 200 dalış yaptım. ‘’Sihirli Küre’’ Kızıldeniz mercanlarına yaptığım dalışlarda çektiğim fotoğraflardan oluştu.’’
Neden ‘’Sihirli Küre’’
Hidrosfer; Yunanca’da Hydör (su) ve Sphaira (küre) kelimelerinden oluşmuştur ve SU KÜRE anlamına gelir.
Su Küre Dünyamızdaki tüm su kaynaklarını kapsar, benim ilgi alanım Denizler ve Okyanuslar.
İnsan formundaki ilk Homininlerden beri 4,5 milyar yıldır 1 atmosfer basınç altında yaşamaya alışkınız. Anatomimiz bu basınç altında yaşamaya uygun yaratılmış.
Su altına daldığımız zaman oluşan basınç değişikliği bizi zorlamaya başlıyor.
Daldığımız her 10 metre derinlik +1 atm basınç artarak vücudumuza etki ediyor.
Basitçe; 30 metre derinliğe indiğimizde 1atm hava basıncına + 3 atm su basıncı ekleniyor ve vücudumuz üzerindeki basınç 4 kat artıyor.
Bu ise nitrojen narkozuna, genel bilinen adı ile Derinlik Sarhoşluğuna sebep oluyor.
Yani dalışa başladığımız ilk metrelerden itibaren soluduğumuz havanın içindeki nitrojenin parsiyel basıncının artması ile narkozun etkisine girmeye başlıyoruz. 30 metre ve daha derin dalışlarda ise, beyin fonksiyonlarımız üzerinde narkozun etkisini hissedilmeye başlıyor.
Yüksek basınç altında sonunan havanın içindeki nitrojen karar verme ve algılama yeteneğimize etki edebilir. Dalış sayısının çok olması bu etkilenlemeyi azaltabilir, soğuk, yorgunluk ve karanlık etkilenmeyi artırabilir.
Kısaca Nitrojen Narkozu gördüklerimizi farklı yorumlamamıza halüsinasyonlara ve alışkanlığa sebep olabilir.
Biz dalıcıların yerkürenin en gizemli alanı olan su altına dalış sebeplerimiz içinde olan spor ve az bilinene olan merakımızın yanısıra, basınca bağımlılığımız da söz konusu.
İzleyeceğiniz fotoğraflar görsel yorumum ve bağımlılığım.
“Bir deniz kızı ile karşılaşmak için ne yaparsın biliyor musun? Denizin dibine dalarsın. Suyun artık mavi olmadığı ve artık gökyüzünün sadece bir hatıra olduğu yere. Sessizlikte yüzer ve orada kalırsın. Orada kararını verirsin, onlar için ölebilirsin. Ancak o zaman ortaya çıkarlar. Seni karşılamaya gelir ve onlara olan sevgini ölçerler. Eğer içtense, eğer safsa seninle beraber olurlar ve seni sonsuza dek götürürler.”
“-Ne hissediyorsun daldığında?
-Düşmeden kaymak gibi bir his. En zoru ise en dibe geldiğinde.
-Neden?
-Çünkü yukarı dönmek için iyi bir neden bulman gerekiyor ve ben, bulmakta zorlanıyorum.”
”-Burada sigara içmek yasak. -Yanık değil. -Teknede onları taşımamalısınız bile. -İşemememiz de gerekiyor ama bu seni onu taşımaktan alıkoymuyor değil mi?”
Beyoğlu’nda Sefahatname diye bir bar vardı. Su ile bizim mekânımızdı. Bilen bilir, hani “Issız Adam” filminin final sahnesinin gerçekleştiği mekân. Filmden bahsetmişken, onla ilgili bir anım var. Yönettiği Babam ve Oğlum filmiyle fırtınalar koparan Çağan Irmak, İstiklal Caddesi’nde çalıştığım yerin müdavimlerindendi.
Bir akşam evde televizyon izlerken Cüneyt Özdemir’in hazırladığı “Ayla Dikmen” belgeselini seyretmiş, eski plaklar koleksiyonuna sahip olan ve nostaljik şarkıları seven biri olarak, şahsını çok az bildiğim; bu eşsiz sesli kadına hayran olmuştum.
1990 senesinde hayatını kanserden kaybeden Dikmen’in o sıralar, çok az bilinen ve o günlerde piyasaya henüz sürülen albümünü herkese duyurmalıydım.
Ertesi gün, Unkapanı’nda Yüksel Bey'i aradım. Ve ne kadar Ayla Dikmen albümü bulurlarsa, göndermelerini rica ettim. Yüksel bey, ganimet bulmuş gibi, hemen yolluyorum diyerek sevinçle kapamıştı telefonu. Albümler ulaştıktan beş on dakika sonra, çalıştığım dükkanın caddeye müzik yayını yapan hoparlörlerinden, "Anlamazdın" başta olmak üzere Ayla Dikmen’in billur, buğulu derin sesi alabildiğince yankılanıyordu.
Kısa sürede insanlar kalabalık İstiklal Caddesi’nden kurtulup çalan albümü sormaya başlamıştı bile. O akşam elliye, sonraki günler, daha da artan sayılara ulaşan satışlar herkesi şaşırtmıştı.
Caddede yaşayanlar veya iş gereği orada bulunanların bildiği bir şey vardır. İstiklal'in başında çalan bir şarkı, bütün dükkanlara ve müzik yayını yapan tüm noktalara sirayet eder. Ayla Dikmen albümü, o günlerde böyle marş olmuştu. Henüz Issız Adam filminin beyaz perdeye çıkmadığı bir akşam Çağan Irmak geldi.
Kısa bir sohbet sonrası çalan albüme dikkat kesildi. Bana, ”Aman Tanrım, Ayla Dikmen mi çalıyor?” dedi. “Evet,” dedim. “Daha yeni getirttim albümlerini.”
"Harika bir iş yapmışsın. Ben uzun süredir arıyordum şarkılarını, albümü, plağını.” O sıralar, Babylon’da eski 45’likler gecesi düzenleyen Çağan Irmak albümden 10 adet aldı. Merakla, plağı sordu. Ben kendime özel olarak ayırdığım plağı verdim Irmak’a. Sonrası malum. Film, şarkıyla patladı.
Ve ucundan vesile olduğum akım, bir seneye yakın İstiklal’i ve Türkiye'yi esir aldı.
"İnsan doğar, büyür, değişir, dönüşür ve sonunda ölür. Yıldızlar çok uzaktadır; baharlar kısa sürer, yazlar avucundan kayıp gider. Yeryüzünde kalbe dokunmayan her şey biraz eksik kalır."
Sevmek alışveriş değildir. Geometri değildir, aritmetik değildir. En değerli şeydir belki, âmâ karşılığında hiçbir şey alınmaz. Karşılıksız bir çeke atılmış kuru bir imza değildir sevmek. İskambil kâğıdı değildir, zar değildir, bir dilim değildir, hesap pusulası değildir sevmek. Sevginin bedeli yine sevgiyle ödenir, altınla değil. Sevilmekse; sevmenin mükâfatıdır ancak, karşılığı değil. Bir sevgiye eş bir başka sevgi olamaz. Çünkü her sevgi birbirinden büyüktür. Sevgi tartılamaz, sevgi ölçülemez. Sevgi; gram değildir, mesafe değildir. Derinlik sanırsınız, yüksekliktir o. Sevgi; dudak değildir, göz değildir, saç değildir. Sandalye değildir sevgi, yatak değildir, çarşaf değildir. İçki değildir, içemezsiniz fakat her şeyden güzeldir sarhoşluğu. Geçip karşısına seyredemezsiniz, manzara değildir, tablo değildir, heykel değildir. Okuyamazsınız kitap değildir. Bilmece değildir, çözemezsiniz. İsteseniz de içinizden atamazsınız. Kan değildir, kesip damarınızı akıtamazsınız. Siz ağladıkça o güçlenir içinizde. Akmaz, gözyaşı değildir. Kuş değildir uçmaz, çiçek değildir koklanmaz. Bitmez çile değildir. Ne desen o değildir sevmek…"
Sitemize "Derinlik Sarhoşluğu — The Abyss 1989 Türkçe Dublaj 1080p Full HD izle" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. http://www.fullhdfilmizleriz.biz/derinlik-sarhoslugu-the-abyss-1989-turkce-dublaj-1080p-full-hd-izle/
Tek başınasındır bu hayatta, aldığın hiç bir karar tatmin etmez ,seçtiğin tüm sokaklar çıkmaz sokaklara götürür seni,hikâyenin bittiğini düşünürsün nefes aldığını farkedersin sonra aldığın her nefes seni ayakta tutacak bir umuda dönüşür...