Kimsesizlik bazen içine işliyordu insanın. Kimsesiz insanı anlatması güç; düşecek bir boşluk bile olmaması gibi hiçliğe doğru giden aheste kayıkla yolcu olmanın verdiği sükunete boyun eğmiş, düşmüş omuzlarından yorgunluğu akıp suya karışırken kalbinde hala taşımaya çalıştığı bir parça umutla kendini bulabileceğini sanmış oysaki yılgınlığın avuçlarında çoktan ufalıp gitmişti. Halihazırda aklında tutmaya çalıştığı ışıltılı bir tutam anı içinde el yapımı boya fırçası ustasının sabrını saklayan muhafız edasıyla belki de hiçliğin olmadığı diyarlara sürükleniyordu.
Bazen kendimi taklitçi gibi hissediyorum.Kendi çapımda yazar gibi davranıyorum. Ben hiç tutmam ayrılığın hesabını , çünkü önünde sonunda yaşanır.Her an ve herkesten ayrı kalabilir insan…Bazen gurbetle ve bazen de ölümle… Aslında ikisinin sonunda da bir yerde mutlaka buluşulur.O zaman neden insanlar korkarlar ayrılıktan?Bilmiyorum.
Bence asıl korkulması gereken gönül ayrılığıdır.Hani bir gün,bir yerde karşılaşsan bile yüreğin kıpırdanmaz.Asıl kötü olan budur.İnsan nasıl o boyuta getirir ki sevdasını?Ya bu bir lütuf,ısrarla kıymetini bilmiyoruz. Bilemeyince de Allah alıyor elimizden.Biz sevmeyi kısmen, sevdayı yaşamayı hiç bilmiyoruz.Sanırım öğrenemeyeceğiz. Yıpratmak, üzmek,kırmak için yaşıyoruz.Ayrılığa dair söyleyecek çok şey var belki ama ben beceremiyorum.İnsan gönülden ve sevdadan ayrı kalmasın. Yüreğimiz hep atsın…
Onat Kutlar’ın Sivas Katliamı Üzerine Yazdığı Bir Mektup: “Sen Ne Müslümansın Ne de Sivaslı"
"Sen insan bile değilsin. Gözü dönmüş bir katil, bir yaratıksın. Sen, yüreği insan ve yurt sevgisi ile çarpan, tüm yaşamını ulusal edebiyatın en güzel eserlerini incelemeye, araştırmaya, değerlendirmeye adamış, kırk yıllık dostum o değerli yazar Asım Bezirci‘yi yakmadın.
Sen,”Baza, baza! Çi hest-ü baza!“, “Gel, gel! Kim olursan ol gene gel! İster Kafir ol ister putperest gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir!…” diyen kutbu Hazret-i Mevlana‘yı yaktın.
Sen nasıl Müslüman olabilirsin? Yaktığın, göz göre göre, sırıtarak ve alkışlayarak yaktığın o mazlum yiğit, dürüst arkadaşım, o büyük cura ustası, halk ozanı, Sivas’lı Nesimi Çimen değildi.
Sen, bir toz tanesinde alemleri gören, yüce tanrının bir sureti iken senin gibi biri marifeti ile derisi yüzülerek aslına dönen Seyyit Nesimi‘yi bir kez daha yaktın.
Sen nasıl Sivaslısın?
Sen, “Kavaklar” şiirinin dizeleri, Sezen‘in sesiyle dalga dalga tüm Anadolu’ ya yayılan; yıllarını inanılmaz bir özveri güzelliği ile Anadolu kentlerinde öğrencilerine adayan, Türkçenin en iyi çağdaş ozanlarından Metin Altıok‘u vahşice yaktığını sanıyorsun.
Ey zavallı gafil hayvan, yaktığın Yunus‘tur.
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil…”
diye yüzlerce yıl öncesinden seslenen Yunus Emre‘yi yaktın.
Yunus Emre’yi yakana Müslüman demek, İslam’a hakarettir.
İslam’a asıl hakareti sen ettin.
Sen, Cumhuriyet Türkiye’ sinin genç şairlerini, Behçet Aysan’ı Orhan Kaynar‘ı, kız-erkek gencecik çocuklarımızı, geleceğimiz olan geçlerimizi, üstlerine benzin dökerek hunharca yakmakla kalmadın.
Kurtuluş Savaşımızın ilk kongrelerinin şanlı ve onurlu kenti Sivas’ı yaktın.
Ey soysuz! Sen nasıl Sivas’ lı olabilirsin?
Sen, uğursuz zebani ateşinle bizim koca bir geçmişimizi yakmaya kalkıştın.
Koca bir uygarlık olan geçmişimizi, barbar ve ilkel kavimlerin karanlık geçmişlerine benzetmek için. Atının ayağı surları geçerken tüm dinlere, ırklara, inançlara güvence veren Fatih Sultan Mehmet‘in anısını; Itri‘den şeyh Galib‘e, şeyh Hamdullah‘dan Koca Sinan‘a, Baki Efendi‘den Süleyman Çelebi‘ye sevdiğimiz, değer verdiğimiz, gözümüz gibi koruduğumuz sonsuz bir kültürü bir hayvan gibi hiçe sayarak, yaratıkların en eşrefi otuz yedi canı yakarak yok ettin. Ortaçağ engizisyon papazları gibi.
Sen Müslüman olabilir misin?
Sen benim çocukluğumu, ilk gençliğimi yakmaya kalktın. Serin bayram sabahlarımı; cami sebillerindeki barışçı güvercinleri, babalarımızın alçakgönüllü mezarlarındaki selvileri, inançlı, nur yüzlü analarımızın hiç eksilmeyen dualarını, bir küfür gibi fırlattığın ateşle yakmaya kalkıştın.
Ey benim çocukluk arkadaşım Sezai Karakoç, aynı gençlik yıllarının şairi İsmet Özel, bu yaratık Müslümansa, siz nesiniz?
Ey benim elli yıllık ömrümün sakin, alçakgönüllü yüzü yerde, inançlı Anadolu halkı, sesime bir yankı verin.
Deyin ki hep beraber:
“Hayır! Müslüman bu değildir. O bir avuç gözü dönmüş katil bizden olamaz!“
Ey Sivas’lılar! Asıl siz yükseltin sesinizi. Anadolu’nun en eski töresi olan, ocağına misafir olana düşman bile olsa saygı gösterme geleneğini bir yana bırakıp, konuklarını kor ateşte yakan bu alçakların sizden olmadığını söyleyin.
Son ses dinlediğim yaralı şarkıların yara bandı da sensin. Kulaklarımı kabul etmiyorlar, illa ki sen her kimsen ve hangi saatin buçuğundaysan bana ulaşıp onların ezberi olacakmışsın. Ben istemiyorum seni. Şarkılar istiyorlar. Keman, bateri, bas gitar, en tiz sesinden bir solist haykırıyor sana.
Bavulunu alıp yüklen ve bir pijaman olsun sadece yalnızlığında. Onu uyutup benimle sev, ben hiç uyumam çünkü.
Süt var ya, en beyazından. O da seni çağırıyor. Aman dikkat! Ben içmem. Boyum kadar sen dolar buralar, kısayım ama minik minik sevdalar bir gönül evini doldurursa hakkımızda aç olan aşk ne konuşur? Düşün.
Düşüm… Kirinden en paslı özlem geçiyor kapı kolumun, o bile senin elini istiyor. Tutsan. Düşün…
Düşüm… Gözlerim her yere ve herkese siyah bakıyor aslında. Kamufle bir siyah bu. Bir gün yalnız sana yeşil bakacak olan. Orman mı, yosun mu, fıstık mı, yoksa Cezayir menekşesi mi istersin? Düşün.
Düşüm… Elbiselerim… Onlar seni istiyorlar. Giymeyeceksin elbette. Senin gözlerinden bende nasıl göründüklerini merak ediyorlarmış.
‘Mış…’ Birazdan anlık bir haykırışa omuz vereceğim. Çok yalnız kaldı sensiz. “İmdat aşk!” diyerek bağıracak ve darbukasından kalem izi bulaşan yazarlar beni anacak. Hem çalar, hem yazar, hem de seni çok severim.
Üşüşen bayram şekerlerine de bak. Yanağından bir bitterli, kalbinden bir sütlü, gülüşünden de lokumlu bir mutluluk getirmişler bana. Asıl şimdi bayram…
Düştün, düşüm… Kalbimden kaldırmak zor olur şimdi seni. Önce ben kalkmalıyım ayağa, sensiz… Düştüm… Bir kalp veren, bir de çok seven sen yine sana kalınca…