Gittiği hiç bir yerde 10 günden fazla kalmazmış o, kök salmasın ruhu diye. Uğradığı her deniz kenarından bir avuç kum doldururmuş boş şişesine. Bu yüzden şişe doluymuş cepleri. Sadece bir sırt çantası varmış kendine yük bildiği. İnsanlar onu “ hey sırt çantalı bayan” diye çağırırmış. Adını bile hatırlamayışı bundan. Bir sürü dil bilirmiş ama en son ne zaman “bunun fiyatı ne kadar” harici bir cümle kurdu hatırlamazmış. Bu yüzden severmiş deniz kenarlarını, basitleştirilmiş cümlelerini heba etmesi gerekmezmiş ona bakarken. Ya da ona karşılık vermesini beklemesi gerekmezmiş denizin. Sahip olduğu çok az şeyi varmış. Bu yüzden kaybetmekten çok korkarmış. Hayatı sırt çantasının içine sığdırmayı başarırmış o. Bir sürü ülke gezmiş, bir sürü şehir görmüş ama hiç bir somut anı saklamamış kendine, bir avuç kumdan başka. Kimliği olmasa belkide ismini bile hatırlamazmış bir zaman sonra. Şehirler aşmış hatta ülkeler aşmış ama bir türlü kendi engellerini aşamamış. Kök salmaktan öyle korkmuş ki bir fidan bile olamamış. Olmak istemezmiş zaten.