Julie Gayet, Emmanuel Salinger, Marcello Mastroianni, Anouk Aimée et Michel Piccoli dans “Les Cent et Une Nuits de Simon Cinéma” d'Agnès Varda (1995), mars 2024.
Nerede kalmıştık? Ecy demişti tam da bu yaşlarda, kalemden kağıttan, cümlelerimden uzak kaldığım bir dönem oluyor şu sıralar diye. Özümü bilerek ergenliğimi besleyen, kendimi büyüten zevklere geri dönmek istiyorum. İzleyeyim, okuyayım, pencere önümü renklendirmeye devam edeyim istiyorum. Bi dönem bu istek yük oluyordu. Nasıl kurtuldum? Akışına bıraktım. İhtiyaçları belirlemek ve buna vakit yaratmaya çabalamak sanırım işe yaradı. Böyle bir girişten sonra bir ayda iki film izlememin coşkusuyla ilk filme giriş yapıyorum.
Dünyanın En Kötü İnsanı
Bu filmin Norveç yapımı olduğunu söylemekle başlamak istiyorum. Farklı ülke sinemalarının dinamiklerinin farklı olduğunu görmek hoşuma gidiyor. Bu film Cannes’da ödül aldığında gündem olmuştu. Ben yine gündemi kaçırdım ve sonradan eksiğimi tamamladım.
Julie isimli genç bir kadının otuzlu yaşlarıyla başa çıkmasını izliyoruz diye tek cümleyle özetliyim filmi. Bu otuz yaş sendromunu aştıktan sonra ilginç bir olgunluk kazanılıyor sanırım. Son zamanlarda bu konuda çok fazla şey önüme çıktı. Daha otuzuma gelmemişken durumu anlamaya çalışıyorum. 20li yaşların belirsizliği, gençlik ateşi dinginleşmiş hayatı biraz daha rutine alabildiğimiz yaşlar sanırım 30lar. Uzaktan böyle gözüküyor. Ancak bunu konu alan yapımların odağı rutine sıkışmak değil, o yaşlara kadar kendiyle karşılıklı oturup konuşamamış, hayatını şekillendirirken girdiği yollardan emin olmayanların hikayesi. Frances Ha da biraz böyleydi. Fleabag’i düşününce onda da benzer bi tema olduğunu fark ettim. Bu filmin de kilit repliği neyi anlatmak istediğini doğrudan veriyor aslında: “kendimi, kendi hayatımın seyircisi gibi hissediyorum. sanki kendi hayatımın yardımcı oyuncusuyum.”
Doktor olan Julie mesleğiyle ilgili soru işaretlerinden çıkışı psikologluktan fotoğrafçılığa giden bir arayışla son buluyor. Bir kitapevinde çalışıyor. O zamana kadar bildiği doğrulara yabancılaşıyor. Hayatına giren parterlerinde de kendiyle olan meselesinin yansımalarını görüyoruz. Kendini tanımadan ve kendiyle yüzleşmeden yaşadığı bu ilişkiler o boşluğu gidermediği için savurucu bir etkiye sahip. Özgürlüğünü hayatı anlamlandırabildiğinde bulacak birisi.
Filmle alakalı yorumlara bakınca yine kendimi biraz tatsız hissettim. Oyunculuklar çok güzel ve inandırıcıydı. Sahnelerin yalınlığı gerçekten hikayeye odaklanmayı sağlıyordu. Filmin episodlara bölünmesi de keza karakterin düşünce yapısını anlamayı kolaylaştırıyordu. Ancak bana çok klişe geldi yaa. Bir filmi sırf bu yüzden çöpe atmam iyi değil ancak film bende kocaman bi “eee, yani?” sorusunu bıraktı. Eve, ele aldığı çağımızın sorunu olabilir ancak zaten yaşıyoruz bunu. Film gibi bir imkan yarattığından insan bir karakter gelişimi görmek istiyor. Olumlu ya da olumsuz. Fleabag bir dizi olarak bunu çok iyi yapıyordu mesela. O nedenle bu filmi izledim ve bitti kategorisinde tozlu raflara kaldırıyorum.
Cebimdeki Yabancı
Bu film ilk çıktığı zamandan bu yana izleme listemde. Ancak bi türlü hazır hissedemedim izlemek için. Orijinalinin İtalyan olduğunu biliyorum. Önce orijinalini izleyeyim istedim filan derken zaman geçti.
Bir arkadaş grubu bir akşam yemeği sofrasında bir araya geliyor. Yeni evli çiftten, evliliğini kurtarmaya çabalayan farklı profillerde karakterlerimiz var. Sırları, sakladıklarını olan bu karakterlerimiz bir oyuna kurban gidiyor. Oyun: telefonların bildirimleri ve aramaları açık. Gelen her çağrı cevaplanacak ve ortaya paylaşılacak. Sırlar bir bir ortaya çıkıyor. Ortam baya geriliyor. Bu noktada gerilimi gayet iyi vermişler. Oyunculuklar da fena değildi bu açıdan. Ama eksik bir şeyler vardı. Ya olayın birazcık karikatürize ederek anlatılmasıydı ya da ortada bir gizem olduğunu en başından bilmemizdi. Onun dışında üstünde konuşulabilecek bir film bence. Kendi hayatımızda bu oyunu oynar mıydık, ortaya çıkanlar ne olurdu, vicdan ve ahlak sorgulamalarını yaşattığı için sevdim. Daha da başka bir şey denecek kadar derin bi film değil.
French prosecutors said on Wednesday they are investigating a junior minister in President Emmanuel Macron’s government after two allegations of rape were brought against her.
The rape allegations go back to when Chrysoula Zacharopoulou—who is now state secretary for development, Francophonie and international partnerships—still worked as a gynaecologist, according to French magazine Marianne.
One complaint was lodged May 25 and the investigation opened two days later, the prosecutors said. The second complaint was filed on June 16.
Greece-born Zacharopoulou, 46, joined the government of Prime Minister Elisabeth Borne in May, having been a member of the European Parliament for the previous three years. She reports to Foreign Minister Catherine Colonna.
She gained prominence in 2015 by campaigning for greater public awareness of endometriosis together with actress Julie Gayet, who this year married former French president Francois Hollande.
Zacharopoulou was strongly involved in the UN’s COVAX coronavirus vaccine rollout effort, and has spoken out in favour of women’s reproductive rights.
These are not the first rape allegations to shadow Macron’s government and come at a time of political difficulty for the president after he failed to retain a majority in parliamentary elections.
Prosecutors investigated Interior Minister Gerald Darmanin over an allegation for rape filed in 2017. He denied any wrongdoing and prosecutors in January asked for the case to be dropped.
Solidarities minister Damien Abad was also the target of rape allegations in a controversy that erupted last month but French prosecutors have said they were not currently opening an investigation.
200 leading French called for a march against immigration law
Some 200 leading French figures – actors, writers, journalists and trade union representatives – called for demonstrations on 21 January against the immigration law, calling it “a dangerous turning point for the Republic” in an article published on 7 January in the newspaper L’Humanité.
In a text published by daily L’Humanité and online publication Mediapart, 200 leading figures denounced the immigration law and called for demonstrations on 21 January. Among the signatories are actresses Josiane Balasco and Julie Gayet, writers Nicolas Mathieu and Alice Zeniter, and trade unionists Marilise Leon (CFDT) and Sophie Binet (CGT).
The law, passed at the end of December and supported by the LR and RN parties, restricts social benefits for foreigners, introduces migration quotas, questions the automatic nature of the right to legal residence and reinstates the “offence of illegal residence”. It also gives prefects discretionary powers to regularise the status of illegal workers in so-called “short-staffed” professions.
President Emmanuel Macron defended it, noting it was a “shield that we need” in France.