Baudelaire’de kötülük kavramını ve kötülüğün kaynağını anlayabilmek için kutsal dinlerde sözü edilen ilk günah kavramına ve yaradılış felsefesine göz atmak yerinde olacaktır.
Baudelaire’de kötülük kavramını ve kötülüğün kaynağını anlayabilmek için kutsal dinlerde sözü edilen ilk günah kavramına ve yaradılış felsefesine göz atmak yerinde olacaktır. Kutsal Kitap’ın yaradılış bölümünde insanın (Âdem) yaradılışıyla beraber, Allah insana ölümsüz bir ruh verir ve onu güzel bir cennet bahçesine yerleştirir.
Buradaki her şey artık insanın emrindedir. Daha sonra, bu cennette…
Günaydın. İnsanın aklına bir kötülük düştü mü eyvah! Bir Rus Masalı'nda geçer: "Kötü düşünce, zehirli bir çiçek gibi hiç durmadan büyür ve yavaş yavaş tüm iyi düşünceleri öldürür." İnsanız; öfkeleniriz, kendimizden geçeriz, bir başka insanı kıskanırız fakat bu zehri henüz bir düşünceyken hemen öldürmeliyiz sevgili dostlar... İyilik çiçekleri büyütmeliyiz, daima. Var olun. Hadi çözemediğimiz bişey yok sadece dürüstlük yeterli, bugün bir değişiklik olsun, anonim kısmını kısa bir süre açıyorum saygı ve sevgi çerçevesinde kahvemizi içelim ☕🥐🍒🎶🎵
Kalbimize iki tohum ekili olarak geliriz dünyaya. Biri siyahtır, biri beyaz.. Biri iyiliktir, biri kötülük.. Bize verilen suyla hangi tohuma can vereceğimizse bizim tercihimize bağlıdır.. Bazen iyilik yeşerir kalbimizde bazen kötülüğün kara yaprakları dokunur kalbimizin duvarlarına. Her insanın içinde iyilik çiçekleri açmıştır ve her kalbi siyah dallar esaretine almıştır. Hayat bu, insan sadece tek bir tohuma su vermez. Kabul etsek de etmesek de kötü dediğimiz her kalpte iyilik yatıyor ve iyi sandığımız her insanın geçmişinde siyah lekeler var.. İnsanız; ne beyazız, ne siyahız.. Griyiz biz.. Belki siyaha yakın gri, belki beyaza yakın.. Ama ne beyazın masumluğunda, ne siyah karanlığında değiliz.. Griyiz..
"– suçlu ben miydim, neydi suçum, ne yapmıştım, günlerce bunu düşündüm (...) belki doğanın kötü bir oyununun değişmez oyuncularından biriydim, ben koymamıştım bu oyunu sahneye, bana yalnızca oynamam buyrulmuştu (...) hep yuh sesleri ve kötülük çiçekleri ile bezeli renksiz / ölü renginde ya da buketlerle donalı o gala gecesinin hala bitmeyen oyununu oynuyordum, kalabalık korkunçtu, kalabalık korkunçtu ve iğrençti."
İnsanın aklına bir kötülük düştü mü eyvah. Bir Rus Masalı'nda geçer: "Kötü düşünce, zehirli bir çiçek gibi hiç durmadan büyür ve yavaş yavaş tüm iyi düşünceleri öldürür." İnsanız; öfkeleniriz, kendimizden geçeriz, bir başka insanı kıskanırız fakat bu zehri henüz bir düşünceyken hemen öldürmeliyiz sevgili dost .
İyilik çiçekleri büyütmeliyiz, daima.
Sokakta bir kediyi, bir köpeği doyurmalı, kapı ve balkonlara yem ve su bırakmalı, muhtaç birine kol kanat germeli, elimizden gelmeyenler için dualar edebilmeliyiz.
İnsanlık kuşanmalıyız, vardır en vahşi insanda bile bir zerre merhamet.
Gökyüzünü izle ferahlık bulursun
Ağaçları izle, denizi izle...
Ruhunla sessizce dertleş sonra...
Mikroalemden makroaleme kadar ayrı ayrı devam eden herhangi bir döngüye bir nebze katkın oluyor mu?
La Course Du Lièvre A Travers Les Champs FRANCIS LAI
BURKULMUŞ İMGELER
yeryüzü ateşten erimişti
gün az önce ölmüştü
ışığın vedası demişlerdi buna
ve ağaçlar ve gövdelerindeki kuşlar
külden yapılmış böceklerin hafızası
çakılların sesinden ürken atların kaçışı
buradan hiç ayrılmayan temmuz
kavrayışın yükü başlamıştı
zihnime ustalıkla uzanmıştı yıkanmış düşünceler
sonsuzluk diye bir sözcük girdi araya
sen de oradaydın, kimsesizliğin de
“sonsuzluğun sonu yok, yürü yürü bitmiyor”
diye yazıyordu yenilgiler defterinde
defteri kimse görmemişti bizden başka
kim yazmıştı bunları bilmiyorduk
yüksek sesle okumuştuk son sayfayı:
“gökyüzünün de sonu yok, gökyüzünün
çöllerinde uçuşan şeyler tanrının tozları değil
varlığın kıyılarını döven bulanık müzik”
bir bıçak sürüsü kesti önümüzü
sesimiz kısıldı susmalar denizinde
birbirine sarılan iki yaprağın düşüşüydük
kovulduk üzüm tarlalarıyla ünlü o şehirden
kalplerimizin gözünü bağlayıp iki ayrı trene bindirdiler
köksüzlüğe yollanmıştık
önce on altı yaşındaydım, seni ilk öptüğümde
dudakların yağmurdandı
sonra bir baktım kırk beş kapıyı çaldı
bilmiyordum nasıl yatıştırabileceğimi bu hüznü
hüzün bir zaman birimiydi
hüzün kavrayışın en ağır yüküydü
karanlık fırtınası
kötülük akan dereler
ışığın aldırmazlığı
duygu körlüğü
aynı anda ilerliyorlar kölelerden yapılmış bir ülkeye
gururla asılmış camlara ezilişin bayrağı
ve sokakları emen kayıtsızlık
bunlar oldu hep yokluğunda
bazı insanların yüzünde yanıklar var
çağın yağında kavrulmaktan hep
iyileşmeyi öyle uzak bir yere götürmüşlerdi ki
yürü yürü bitmiyor sonsuzluk gibi
yorulup çekildim düşten
olgunlaşmış incirlerin yüksek dallardan dökülüşü gibi
dökülüp durdu gün boyu gölge ölüleri
her şey üşüdü anlamın mağarasından
denizini kaybetmiş bir martının peşinden gittim
çağrılar topladım hançerlenmiş şehirlerden
dağıttım onları çığlık pazarlarında
ulaşsın diye kalplerinin gözü bağlanmışlara
sana benzeyen bir kadına rastladım asırlar sonra
onun gözlerini dinledim
gözlerinin anlattıklarını
ip izleriyle dolu boynundan dökülen ses tanecikleri
bir çamurluk oluşturdu toprakla buluştuğunda
çift anlamlı kelimelerle doldu çamurluğun içi
başka bir yaşamı fısıldadı koşuşturan otlar
yaban çiçekleri ve dağ kokusu ve renk taşıyan arılar
suyun taşa cevabıydı bu
dokunmak istedim iyileşmenin çağrısına
aniden çıkarıldım listeden
aniden çıkarıldım listeden
bu burkulmuş imgeler yüzünden
on altı yaşındaydım, beni ilk öptüğünde
dudaklarım balçıktandı
ateşten erimişti yüzüm
sonra birden kırk beş yaş gelip yanıma oturdu
geç kaldığımı söyledi yeni bir düş edinmek için
bütün o götürülmek için bekleyen trenler
denizini kaybeden martılar
düşülmek için hazırlanmış uçurumlar
gerçekliğin kıyılarını döven yolculuklarmış
El-Mü' min sr. : Mekkede inmiştir. 58 ayettir. Yalnız 35,3 ve 57. Ayetlerin Medinede nazil olduğu rivayet olunmuştur.
Maamafih bir adı da "Elgafir Süresidir. Diğer bir ismi de "Ettavl Süresi"dir. Çünkü bu sürenin üçüncü âyetinde Cenab-ı Hakkın "gafir" yani: Günahları bağışlayıcı olduğu ve "zittavl" yani, fazl, lütuf, ihsan ve kudret sahibi bulunduğunu bildirdiği için bu mübarek süreye bu isimler de verilmiştir.
Bir de bu süre ile bunu takibeden altı sûre-i celile, "Hà Mim" harfleriyle başladıkları için bunların yedisine da "Ha Mim Süresi" adı verilmiştir.
Bu yedi sûre, birbirinin ardından ve Mushaf-ı Şerifteki tertip üzere nazil olmuştur. Faziletleri hakkında birçok rivayetler vardır. Bunlara "Lübabülkur'an Kur'an'ın seçkin, halis süreleri ve "Dibacülkur'an Kur'an'ın pek kıymetli atlası ve "Araisülkur'an" Kur'an'ın çiçekleri adı da verilmiştir.
§ Azife: Yakın olan şey demektir. Kıyamet de nispeten yakın olduğu için kendi sine Azife adı verilmiştir
46. Ateş ki, onun üzerine sabahleyin ve akşamleyin arz olunurlar ve kıyamet kopacağı günde Firavun'un ailesini azabın en şiddetlisine girdiriniz -denilir-
46 - Bu ayet-i kerime, kabir azabının vuku bulacağına, bir delil mahiyetinde bulunmaktadır.
Fussilet sr. : Mekkede nazil olmuştur. 54 ayeti kerimedir.
Bir adı da "Secde Suresi" dir. Diğer bir adı "Mesabih suresi" dir.
8. Şüphe yok o kimseler ki, îman etmişlerdir ve sâlih sâlih amellerde bulunmuşlardır, onlar için minnetsiz bir mükafat vardır.
8 - Deniliyor ki: Bu âyet-i kerime, hasta ve yaşlı olan mü'minler hakkında nazil ol- muştur. Onlar öyle bir arızadan dolayı dini vazifelerini yerine getirmekten aciz bulun- salar yine amel defterlerine sıhhatli zamanlarında yaptıkları güzel amellerin mükafatı gibi mükafatlar yazılır. Onlar, güzel niyetlerine, itikatlarına göre böyle sürekli sevap- lara nail olurlar. Ne büyük bir ilāhī lütuf!.
30. Şüphe yok, o kimseler ki, Rabbimiz Allah'tır dediler, sonra da dosdoğru yolda yürüdüler, onların üzerlerine melekler ineceklerdir. Korkmayın, ve mahzun olmayın ve size våd olunmuş olan cennet ile müjdelenin diyeceklerdir.
30 - Ata'nın İbn-i Abbas'tan rivayetine göre bu ayet-i kerime, Ebu Bekrıssıddık Radiyillähü Anh hakkında nazil olmuştur.
34. Ve iyilik de kötülük de denk olamaz. -kötülüğü- bertaraf et, o şey ile ki, o, en güzeldir. Artık o zaman seninle kendi arasında düşmanlık olan kimse, sanki candan bir dosttur.
34 - Mukatil diyor ki: Bu âyet-i kerime Ebu Süfyan Bin-i Harb hakkında nazil olmuştur. Vaktiyle Peygambere düşmanlığı var idi. Sonra İslamiyeti kabul ederek Resûl-i Ekrem'in dostu oldu ve akrabalık itibariyle o Yüce Peygamberin sedakatli bir dostu bulundu.
Kısacası: bir takım düşmanların eza ve celasına karşı sabretmek, onların hoş olmayan lakırdılarına kıymet vermeyip sükût eylemek, onların kötülüklerine karşı iyilik ile karşılıkta bulunmak, büyük bir ahlaki fazilet eseridir.
Geçen yakıp yıktıkları dünyaya bakmaksızın yamacıma ilişti beyaz yakalılar. Halkımız susuz kaldı dediler. Ölülerini gösterdiler. Kurumuş dudaklardan dökülen hayır dualarından sıraladıkça sıraladılar. Sarf ettikleri her bir cümlenin ardından bir adım daha yaklaştılar. İyice sokuldular bedenime sinmek isterlercesine. Elleri havalandı, yalvrışları çoğaldı. Derken yüzümde gezinen parmaklar çoğaldı. Bedenimi sardılar bir yığın kağıtla. Bir ton ağacın ölüsü ayaklarımın altına serilirken, yeşilleri ceplerime doldurmaya başladılar. Görüşüm bulanıklaştıkça bulanıklaştı. Dilime kilit vuruldu gürültüden. Son nefesimi vermek üzereyken bir kurtarıcı herkesi tek bir el hareketiyle çekti üzerimden. Nutkum tutuldu parlaklığından. Şık bir bilgelikle gelip üzerimdeki izleri temizlercesine kavradı bedenimi en derininden. Nefesi nefesime karıştı. Huzurun kollarına yol aldı bedenim hafifliğinden. Kağıt yığınlarının arasına küçük fidanlar dikti. Beraber büyüteceğimizi söyledi. Yağmurları beklerken kazdıkça kazdı toprağı da çıkanları dağıttı. Kendisine ayırdığı payı da doymayan çocukların ellerine tutuşturdu. Saçlarımı ördü her iki tarafından. Öptü yanaklarımdan. Kötülüğü uzak tuttu yamacımdan.
Bir gün gözlerimi açtığımda ayak parmaklarım karıncalanıyordu. Nedenini anlamayarak eğdiğim başımı dehşetle açılan gözlerim tamamladı. Bir yakarış dudaklarımın arasından dökülürken kahramanıma seslendiğimi fark etmedim bile. İnsanlar gittikçe geriledi, uzaklaştılar benden. Gözlerim delicesine aradı kahramanımı. Bacaklarımı kaybedip yere düşeyazdığımda iki kol sardı etrafımı. Alnımdan öptü aldığı gibi beni kucağına. İnsanlar da yardıma gelmişti o gelince. İçim rahatladı. Koştur koştur tedavi edilebileceğim bir yer bakınırken ilk açılan kuyunun başına oturttu beni. Ellerime çiçekleri kondurup üzgün olduğunu dile getirdi yanaklarından süzülen yaşlarla. Sevdim yanağını ve geçtiğini söyledim. Yanımda olduğu sürece güvendeydim. Zaman geçti boynumdaki taşlardan bir yüzük yapıp verdim ona. Gözleri parladı, çok mutluydu. Sarıldı sıkıca. Nereden bulduğumu sordu. Yaptığımı söyledim. Çok da şaşırdı. Gösterdim kaynağını bütün kalbimle. İltifatları kelebeklerimi uçuştururken. Parmakları dolandı boğazıma. Bir tane daha alıp alamayacağın sordu. Elbette, dedim en şirin halimle. Sevinci ikiye katlandı. Mutluluğunu görmek beni çok mutlu ediyordu. Bir tane daha aldı. Bir sonraki gün de bir tane daha aldı. Sonraki gün de. Taşlarım azaldıkça azaldı. Parlaklığımı kaybettikçe karanlıklaşmaya başladım. Son gelişinde boynuma sarılan parmakları fazlasıyla canımı acıttı. Çekiştirdi çekiştirdi. Canımı acıttığını ve artık durması gerektiğini söyledim. Bedenim çok yorulmuştu. Bir eli havalandı ve yanağımı buldu. Ters yöne düşen başım neler olduğunu idrak edemememle birlikte allak bullak oldu. Çenesi gerilmiş bir canavar misali köpek dişlerinin sivri yanları ürkütücüleşmişti. Ne kadar geveze olduğumu söyledi. Ben seni düşünmüyorum mu sanıyorsun, dedi. Düşündüğünü biliyordum. O benim kurtarıcımdı. Özür diledim. Bir şans verebileceğini söyledi. Son taşı da içimden çıkarırken ses tellerime zarar verdi. Sesim çıkmaz olurken içimde yükselen dehşeti kolları dindirdi. Beni çok sevdiğini söyledi. Defalarca öptü beni. Fakat bir şeyler eksikti. Sanki soğuk bir duvar vardı. Benden aldıkları çoğaldı. Aynı zamanda insanları da madur etmeye başladı. Yeşillerle dolup taştı cepleri. Ellerim eline gitmek istediğinde sertçe ittirir oldu ellerimi ceplerini korurcasına oraya indirdi ve kenetledi kendisininkileri. Sevmiyorum ben teması,biliyorsun, dedi sakince. Bilmiyordum. Sahiden öyle miydi? Zaman geçti. Kollarıma yolları döşedi. Kayboluyormuş, sokaklarda kötülük kol geziyormuş. Çocuklar okula giderken korunmalıymış.
Yine de anlayamadım yolların sonuna koydu gişelerden aldığı paranın manasını. Sesim çıkmadığından yazmaya kallktım fakat kızdı yine bana. Ne yapmaya çalıştığımı her şeyi mahfetmek mi istediğimi sordu. Burnundan soluyordu. Gözlerim dolarken kucağıma indirdim bakışlarımı. Görüşüm bulunıklaşırken çenemden tuttu ve kaldırdı. Gözlerimden öperken beni sevdiğini söyledi. İçim rahatlamadı sırtını dönüp giderken. Arkasından gidemezdim bacaklarımı kaybetmiştim, tutamazdım insanları düşürebilirdim, seslenemezdim ona mutluluğunu vermiştim. Sonraki birkaç sene görmedim sevdiğimi. Her gün neredeyse her saat onu düşündüm. Zaman güneşin doğuşu ve batışı oldu benim için. Sonsuzluğum onun gidişi. Ve bir gün geldi ve dikildi karşıma. Dudaklarını kenarındaki çizgilerle, donuk gözleriyle. Halkım susuz, dedi. Ellerini yanaklarıma koydu ve onları kurtarmalıyım, dedi. O gün bugündür göz pınarlarımdan akan yaşlar ağlatmaz bedenimi.