Tumgik
#kedi bak?m?
irtifuck · 7 months
Text
Adanmış 01. Sezon 17. Bölüm: Nar Şerbeti
12 EKİM 2022 devam ediyor...
"Anne...?"
Cemre, Ayla'yı mışıl mışıl uyurken buldu. Yine de, "Anne, bir tıkırtı var, uyansana," diye fısıldadı.
"Kedidir kedi..." diye mırıldanan annesinin, uyanmaya niyeti yoktu.
Cemre çaresiz, gürültünün geldiği yere gitmek üzere Ayla'nın odasından çıktı. "Hey," diye seslendi içeri, tedbirsiz, "Kim var or'da?"
Bu, beyaz kıyafetler içinde, arkası dönük biriydi.
"Ve-Vef..." diye kekeledi Cemre. "Sen... ölmüştün!"
Önünü dönen Vefa, "Ölmüş olsam, mezarımı boş bulmazdınız öyle değil mi," dedi. "Ben ölmedim Cemre, yaşıyorum... beni öyle kolayca öldüremezsin..."
"A-Ama... s-sen bu zamana kadar nerelerdeydin... bu-buraya nasıl girdin Vefa?"
"Şu anda bunu sormanın sırası değil..." dedi Vefa. "Şu anda, ellerinle ilgilenmenin sırası..."
Cemre, ellerine baktı. İkisi de kanlıydı. Gözlerini tekrar Vefa'ya çevirdiğinde, tam karşısında dikildiğini gördü.
"Son duanı et."
"B-Ben seni sevmiştim Vefa..."
"Boşuna tüketiyorsun nefesini... hem... sevmek bu mu?! Sevgi tanımını değiştirmen lazım... senin gibi vicdansız bir ruh hastası, sevmekle öldürmeyi nasıl birbirine denk görebilir!"
Cemre'nin, "Anne!" diye seslenmesine kalmadan, Vefa elleriyle Cemre'nin boğazını kavradı. "Cehennem'de görüşürüz Cemreciğim," diye boğmaya başladığında, Cemre, "Yapma Vefa..." diye nefes almaya çalışıyordu. "Bağışla canımı... sen benim gibi yapma... ben her ne yaptıysam... mutlu olmak istediğim için yaptım..."
"Sen kimsin ki kimin hayatta kalıp kalmayacağına karar veriyorsun? Ölmelisin Cemre, ölmelisin sen!"
"HAYIIIIIR!" diyerek uyandı. Soluk soluğa, başucunda bir bardak su aranıyordu içmek için. İşte şimdi gerçek Ayla, kızının çığlıkları üzerine odasına koşturmuştu.
"Cemre neyin var tatlım, kötü bir kâbus mu gördün?" diye saçlarını okşamaya çalışıyordu.
"Onu ben öldürdüm," diye buz gibi konuştu Cemre.
Ayla başını iki yana sallayarak etrafına bir bakındı. "İlaçlarını nereye koydun?" diye sordu.
"Anne, yıllardır beni tedavi etmeye çalışıyorsun ama bu gerçek değişmiyor! Bir arpa boyu ilerlemiyorum! Çünkü Emre'yi öldüren benim!"
"Kızım, böyle düşünme, ikiniz de daha çok küçüktünüz, hem ben seni affettim—"
"Anne bana ağrı kesicini getirir misin, başım çok ağrıyor da... bugün okula gitmek istemiyorum," diye öncekinden de buz gibi konuştu Cemre.
"Bugün zaten tatil," diyen Ayla, çıkmaya hazırlandı.
"Ha, anne..." diye durdurdu onu Cemre. "Boş bir kâğıtla kalem de getirir misin?"
"Kızım, kâğıtla kalemi n'apacaksın?" diye soran Ayla, korkmaya başlamıştı.
"Kâbusumu yazacağım..." dedi Cemre. "Bir daha kâbus görmemek için etkili bir yöntemmiş."
Ayla, Cemre'nin istediklerini getirmek üzere odasından çıktığında, Cemre telefonuna sarıldı. Saati önemsemeden, Ali'yi aradı. Onun, "Alo," demesine bile fırsat vermeden,
"Ali, konuşmamız lazım," dedi. "Çok önemli."
"Tamam, ama bana birkaç saat müsaade eder misin Cemrecim?" dedi Ali. "Benim de çok önemli bir işim var, onu halleder halletmez ben seni arayacağım..."
"Tamam..." dedi Cemre sıkıntıyla, ve telefonunun kamerasını açtı. "Ali..." diyerek kayıt tuşuna bastı. "Bu kaydettiklerimi, asla yüzüne bakarak söyleyemezdim..."
*****
"Günaydın Kenan, beni bu kadar erken bir saatte kabul ettiğin için çok teşekkür ederim," diyen Önder, gürültü yapmamaya çalışarak, Kenan'ın ofisindeki koltuğa oturdu. Berk'in uyuduğunu düşünüyordu.
"Kedi gibi miyavlamana gerek yok Önder, Berk gitti çoktan..."
"Nereye gitti..."
"Ne bileyim ben? Genç işte, hafta sonu nereye gideceğine mi karışacağım?! Hem şunun şurasında on sekizine ne kaldı... saldım çayıra, Mevla'm kayıra... ben küçük oğlumla ilgileniyorum, ilgiye O'nun ihtiyacı var."
"Kenan sen manyamışsın hak'katen..."
"N'oldu, Derya'yla geçmişte bir ilişkimin olması, eşşek kadar oğlumuzun olması zoruna mı gitti?"
"Bak Kenan," dedi Önder. "Ben Derya Hanım'la ciddi düşünüyorum, ve bu konuda senden icazet alacak değilim. Ben buraya daha büyük bir mevzu için geldim..."
"Ben de dedim, 'Sabah sabah beni rüyasında mı gördü bu...' Neymiş bu derin mevzu?"
"Gerçek Lisesi'nde olanları bilmemene imkân yok. Sen bir eğitimcisin. Şu Bahar hoca... ne yazık ki elim bir kazaya kurban gitmiş. Onu merdivenlerden iten çocuk da, başka bir öğrencinin evinin çatısından atlayarak intihar etmiş... ama işe bakar mısın, hayatta kalmış ve de komada tutuluyor..."
"Bütün bu olanlar için çok üzgünüm, elimden ne gelebilir ki?"
"Sence de tüm bu olaylar bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu kulağa?"
"Hay ağzını öpeyim!"
"Yok, ben almayayım, alana da mani olmayayım..."
"Tamam... yalnız düşünüp duruyordum, bu Vefa'nın cesedini en son o yarım akıllı babası görmüş... yani katil Vedat, okay, ama çocuğun ölüp ölmediği kesin değil ki..."
"Benim elimde bazı istatistikler de var..." diyen Önder, elini cebine attı. Çıkardığı, bir tomar kâğıttı. "Bunlar, malum öğrencinin, Ekim Güleryüz'ün evinin çatısıyla zemin arasındaki mesafenin metre cinsinden ölçümü."
"Ve-Vefa'nın düştüğü katla bizim zeminin arasındaki fark..." diyen Kenan'ın alnından, soğuk bir damla ter yuvarlandı; ve derhal, duvara sabitlenmiş telsizin düğmesine bastı Kenan. "Kızım uyandırmadım değil mi?" diye sordu.
"Hayır, Kenan Bey... Ne emriniz vardı?"
"Benim ofise iki kahve lütfen... sade ve de acı olsun..." dedikten sonra parmağını düğmeden çekti. "Evet, Önder'im," dedi, "O kadar yüksekten düşen birinin komaya girmesi... Önder, Vefa'nın yaşıyor olabileceğini düşünüyorsun sen de öyle değil mi? Aklın yolu bir..."
"Madem böyle bir fikrin vardı, neden sen gelmedin bana daha evvel Kenan?"
"Bana ne," dedi Kenan.
"Ne demek sana ne Kenan ya, Derya yüzünden bana trip mi atıyordun?!"
"Ne alakası var ya... benim bu Vefa davasından canım yeterince yandı, benden sonra tufan kimin um'runda..."
"Ben senin kadar bencil değilim ne yazık ki. Oğlum klinikte, okuldaki futbol mevzuları da malum, ben bu işin peşine düşeceğim yine..."
"Düş, benim onayımı mı bekliyorsun?"
"Hayır, bugün buradayım çünkü..." dedi Önder. "Senin İstanbul'da kuş uçsa haberin oluyordur. Bana Efe Şimşek'in adresi lazım."
"Efe? Bizim Efe, Ege'nin babası?"
"Kafayı yedirtmesene adama Kenan, kaç tane Efe Şimşek tanıyoruz...?"
"İyi de Efe ne alaka? Tamam, ona ulaşsam ulaşsam ben ulaşırım ama... Vefa hayattaysa bile, onu bursçusunun komada tuttuğuna dair nasıl bir kanıtın var?"
Önder'in gerçekten de hislerinden başka hiçbir şeyi yoktu elinde; ve içgüdülerin delil sayılmadığı bu noktada, elindeki tek ipucunu, ve Nesrin'le Efe'nin planlanan evliliğini, Kenan gibi tekinsiz bir herife söyleyecek değildi...
"Vefa diri olarak Efe'nin elindedir, demiyorum..." dedi Önder. "Sadece... bizi dirisine veya ölüsüne ulaştırsa ulaştırsa Efe ulaştırabilir..."
Hizmetlinin getirdiği kahvelerle birlikte, Kenan'la Önder'in konuşması biraz sekteye uğradı.
"Kenan..." dedi Önder. "Bu işleri yetişkinler olarak elimize almamız lazım... yoksa oğullarımız bu işin peşini bırakmayacak..."
"Oğullarımız, derken?" diye sordu Kenan.
"Canım, Ali'yle Berk işte..."
"Anlıyorum ama, onlar benim oğullarım, sana n'oluyor?"
"Kenan, yapma Allah aşkına..." diyen Önder, kahveden bir yudum hüpletti. "Ben bir eğitimciyim. Ve onlar benim de oğullarım sayılır..."
*****
Berk, arabasına atladı. Son model, hız rekortmeni bir araba olduğu için, Ali'yle dükkâna aynı saatlerde varabildi. "Sen neyin peşindesin lan?" diye sordu Ali'ye.
"Bir şeyin peşinde değilim..." dedi Ali. "Ama madem geldin, bu kaydı birlikte dinleyelim..."
"Ne kaydı?" diye sordu Berk.
Ali, cevap vermeden saatin "start" tuşuna bastı. "Ali! Yangın Ali! Sinan! Arap Sinan! Zeynep! Kara Bela Zeyno!"
Ali gözlerini Berk'e çevirdiğinde, Berk'in çoktan ağlamaya başladığını gördü. Ali, anlam veremeden kulaklarını kabarttı iyice kayda.
"Az daha gidiyordum çatıdan ya..."
"Vefa!" sesiyle, Ali'nin içine bir ateş düştü...
"Cemre?" Ali ağlamaya başladı Berk gibi.
"Ner'de anahtarlığım?" Berk'in, duvara dayalı sırtı kaymaya başladı. Yere yığılıyordu.
"Ama verilen hediye... geri alınmaz ki?" Ali de olduğu yere çöktü.
"Hazal'a ilanıaşk etmişsin?"
"Denizkızı! Senin de mi haberin oldu? Öyle çok utanıyorum ki... ama yapamadım, daha fazla saklayamadım içimde. Çocukluğumdan beri seviyorum Hazal'ı! Bunu Tozluyaka tayfa bile bilmiyor... Ali hariç... Arap'la Zeyno, bir sevdiğim olduğunu biliyorlar, ama adını bilmiyorlar..."
"Hani sadece ben olacaktım?"
"Cemre, sen çok yanlış anlamışsın, ben arkadaştan öte davranmadım ki sana...!"
"Seninle arama giren herkesi öldürürüm! Hazal'ı da öldürürüm! Beni sevmezsen, seni de öldürürüm!"
"Sen ne zamandır biliyorsun?" diye sordu Berk'e.
"Bir süredir. Peki ya sen ne zamandır biliyorsun?"
"Bunu mu?"
"Hayır. Öteki meseleyi..."
"Baban hapse girdikten sonra itiraf etti annem." Ali ondan sonra, ayağa kalktı. "Berk..." diyerek elini uzattı. "Yap seçimini. Ben mi, Cemre mi?"
Berk'in gözleri, saatçinin dükkânının önündeki süs havuzuna dalmıştı. Ali, sorusunu yineledi: "Kardeşin mi, Cemre mi Berk, cevap ver!"
Berk, uzatılan elden destek alarak kendini ayağa kaldırdı. "Ben kardeşimi seçiyorum..."
Ali ona sarıldı. Biraz gözyaşını da, onun boynuna döktü. Berk, "Beni affet," dedi.
Ali, "Neden?" diye sordu.
Berk, "Bunun için," dedi.
Berk, saati Ali'nin elinden kaptığı gibi, kendini dışarı attı ve onu havuzun suyuna soktu. Ali, arkasından koşarak, "Berk, yapma!" diye bağırdı. Berk'in, saati havuzun dibine vurmaya başladığını görünce, bir yumruk attı delikanlıya. Havuzun sularının ıslattığı tekmeler, darbeler, dayaklar havada uçuştu, Berk bir ara, kendini havuzdan çıkarmayı başarıp, saati ayağının altında ezmeye çalıştı. Ali, artık müdahale edemiyor, "Berk, Vefa'yı öldürüyorsun!" diye bağırıyordu. "Vefa'yı şimdi, sen öldürüyorsun!"
Sarışın delikanlı, hızını alamadı, oracıkta bulduğu taşla, saati paramparça etti. "Testere"de Adam'ın, bütün hıncını çıkardığı Zepp Hindle'a vurduğu gibi indiriyordu taşı saate. "Bu kadar yeter," diye bir ses duyuldu. Saatçi Serdar, Berk'e yaklaşmıştı. "Ekranı, yapay zekâsı, kayışı... her şeyi, un ufak olmuş bunun... Artık bunu istesek de çalıştıramayız."
Berk, yorgun-argın bir vaziyette taşı elinden bıraktı, ondan sonra arabasına doğru yol almaya başladı. Serdar, Ali'ye, "Ha'di gel, üşütmeden senin üstüne bir ceket falan vereyim," dedi ve onu dükkânından içeriye sokmaya çalıştı...
*****
            Cemre, Ali'nin buluşmak için seçtiği uçurum kenarını çok ilginç buldu. Deniz çok aşağılarda, mavi ve yeşil akıyordu. Cemre, arkasında bir el hissederek ürperdi. Arkasını döndüğünde, Ali'nin gözlerindeki çakmak çakmak bakışlarla karşılaştı.
"Ali..." dedi. "Beni korkuttun..."
"Ya, öyle mi..." diyen Ali, Cemre'nin yanında dikildi. Elini, Cemre'nin sırtından uzaklaştırmadı, saçlarını okşuyor görünüyordu.
"Neden burayı seçtin?" diye kekeledi Cemre.
"Beğenmedin mi?" diye soran Ali, alınmış gibiydi. "Ben çok severim bu uçurumu... insanın ayaklarını yerden kesen bir yerdir..."
"Hayır, muhteşem buldum ben de..."
"Kim bilir buradan düşsen nasıl hissederdin... uçmak gibi olurdu, öyle değil mi...?"
"Şaka ediyorsun herhalde."
Ali, bakışlarını denizden, tekrar Cemre'ye döndürdü. Ona, gözleriyle bir şey anlatmaya çalışıyordu: "Sen benim ilk aşkımı çaldın Cemre, ilk heyecanımı... ilk kez uğruna buluşmalara hazırlığımı çaldın, ilk öpücüğümü... bu yüzden sana son şansı vereceğim Cemre, itiraf etmen için son bir şans..." Ve cebindeki telefonun kayıt tuşuna bastı.
"Asıl sen şaka ediyorsun..." diye Cemre'ye yaklaştı. "Muhteşem olan sensin."
Ali'nin ağzı böyle söylüyordu ama, Cemre gözlerindeki o eksantrikliği görebiliyordu halen. "Şu gökyüzüne baksana..." dedi. "Mavilerle beyazlar nasıl da iç içe... ne kadar da huzur verici... dediğin gibi, uçmak muhteşem olurdu... ama yerçekimi var... Dur, abartma! Çok yaklaştın, bir adım geri gel!"
Ali, dediğine uymadı. "Ege hep anlatırdı..." dedi. "Adrenalin... hiçbir duyguya benzemezmiş. Ne demek istediğini işte şimdi anlıyorum... bence sen de tatmalısın bu duyguyu..."
Çölde görülen bir serap gibi, Ali'nin görüntüsü titredi ve Cemre, onu sertçe yakalamak için o da bir adım yaklaştı. "Delirdin mi sen, düşmek mi istiyorsun?"
"Sen beni tuttuğun sürece düşmem..." dedi Ali ve Cemre'ye daha çok sarıldı. "Sen de öyle. Ben tuttuğum sürece düşmezsin..."
Cemre, Hazal'la Arap'ınki gibi bir pozisyonda olduklarını fark etti. Sanki dans ediyorlarmış gibi, Cemre'nin sırtı denize dönüktü, Ali'nin yüzü... ama Ali o partiye hiç gelmemişti ki! "Ali, bunu neden yapıyorsun?" diye sordu.
"Bir güven testi bu... kendini bana hiç koşulsuz bırakır mısın Cemre?"
"Evet de neden?"
"Benimle paylaşmak istediğin bir sırrın var mı?" diye ikinci bir soru sordu Ali.
"Hayır..." Cemre'nin korkusu ve şaşkınlığı, her geçen dakika büyüyordu.
"Seninle paylaşmak için yanıp tutuştuğum bir sırrım var ve sen de bana bir sır verirsen eşitleniriz, diye düşünmüştüm."
"Neymiş o sır?"
"Ben aslında..." dedi Ali. Kelimeler ağzından çıkana kadar, asırlar geçti sanki. "Annemle babamın... bir araya gelmesini istiyorum."
"Bu 'kadarcık' mıydı?" diyen Cemre, derin bir oh çekmişti ama, henüz her şey bitmiş değildi. "E bu çok normal sevgilim... bunun için kendini suçlamamalısın."
"Kenan'ın nasıl biri olduğunu biliyorsun..."
"Evet, ve Kenan benim babam olsaydı ben de aynı şekilde düşünürdüm... Hatta aynı şekilde düşünüyorum zaten... bazen, çat kapı babam gelsin istiyorum... Hiçbi' şey olmamış gibi, affetsin annem onu... ondan sonra da eski günlerimize dönelim... tıpkı eski günlerdeki gibi mutlu olalım... Eee, geçtim mi güven testini? Şimdi bırakacak mısın beni?"
"Bir şartla..." dedi Ali. "Sen bizim evi hiç görmemiştin Cemre. İnsan sevgilisinin evini hiç görmez mi ya? Senin için de uygunsa... bu gece davetlimsin."
Böyle söyleyince, romantik gençlerin birtakım yetişkin aktivitelerine özenmesi gibi anlaşılıyordu ama, Ali'nin başka çaresi yoktu. Aldığı kayıt, boşa gidiyordu. Cemre, bu gerçeği kendi ağzıyla itiraf etmeyecekti. Ayrıca, Cemre'nin buradan düşmesi, adaletli bir son olmazdı. Cemre'ye, Vefa'nınkinin aksine adaletli bir son sağlamazsa, o katilden ne farkı kalırdı ki Ali'nin?
Önce içinden, "Ölmeyeceksin Cemre..." dedi... "Sürüneceksin..." Sonra dışından,"Ellerine n'oldu senin Cemre?" diye sordu.
"Hiç..." dedi Cemre. "El yıkamaktan dolayı tahriş olmuş olmalı..."
"İnsan el yıkaya yıkaya elini tahriş eder mi Cemre?"
"Boş ver şimdi ellerimi..." Cemre, bir elini cebine attı. "Sana söyleyeceğim önemli şeyi merak etmiyor musun?"
"Hayır..." dedi Ali. "Çünkü söylemeye niyetin olsaydı, şimdiye kadar çoktan söylerdin..."
"Doğru..." diye fısıldayan Cemre, cebindeki mektubu sıktı. "Öyle ya da böyle söylerdim..."
Anlaşılan bu mektup, Cemre Ali'ye verme cesareti kazanana kadar cebinde dolaşacaktı böyle...
"Cemre..." dedi Ali. "Bu akşam bizim için bir milat olacak... ilişkimizde tertemiz bir başlangıç yapacağız, geri dönülmez bir yola çıkacağız..."
Bu cümleler, her yere çekilebilirdi. Cemre, Ali'ye benzer ağırlıkta bir cevap verdi: "Evet, benim için de geri dönüşü yok..."
"Aramızda hiçbir sırrın, yalanın ihtimali bile kalmayacak..."
Ali'nin her bir tümcesi, Cemre'nin ayna karşısında prova ettiği cümlelere dönüşüyordu...
"Günahlarımızdan kurtulduğumuzda, hafifleyeceğiz..." dedi. Ali'nin bildiğini anlamıştı.
Ve korkmuyordu.
                Bu, Ali'yle vereceği en büyük sınavdı ve korkaklığa artık paydos etmişti.
*****
Kader, kahvesini yudumlarken, "Ben de Bilal'e karşı boş değilim," diyordu Derya'ya. "Az söylüyorum ya... ben bayağı bayağı âşığım bu adama." Bu kadar cesaretli konuşmasının sebebi, kızının duygularının ortaya çıkmasıydı belki de, kim bilir?
"E ne güzel işte kardeşim!" dedi Derya. "Sevmek suç mu?"
"Değil elbette. Ama çocukların varsa... işte o zaman işin yaş..."
"Kız, Kader..." diye gülümsedi Derya. "Ben bu akşam size geleyim, Zeyno'yu işlerim biraz. Bak, sen elinden geleni yapıyorsun, ama bu kızı çözememişsin daha. Zeyno genç bir kız! Tamam, erkeklerin içinde kıvırcık bebek gibi büyümüş ama, onun bu yaşlarda canı bir kızlar gecesi çekiyordur... bilmez miyim ben? Ben de onun gibi bir Erkek Fatma'ydım... ama öyle çok canım çekerdi ki pijama partilerini... Ben bir güzel yemekler yaparım bugün, siz de çekin pijamalarınızı, analı—kızlı misafirliğimi bekleyin. Yalnız yastık savaşı filan olursa, parçalanan yastıklarının parasını ödemem, bilmiş ol!"
"Âlemsin kız," diye güldü Kader.
"Sana iyi eğlenceler anne," diyerek biri geldi. Ali'nin yüzünde hüzün, acı, keder, hepsi birbirine karışmıştı. Derya doğal olarak, Berk'in futbol heyecanını mahvetmesine yordu.
"Seni yalnız bırakıyorum oğlum, çünkü üzülecek, canını sıkacak bir şey yok," dedi Derya. "Gerçeklerin eninde—sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu varmış... benim başım dik, sırtım pek. Ben... yanlış bir şey yapmadım, sadece sevdim... Berk, bütün okula beni ikinci kadın gibi anlatmış olabilir, ama gerçeği ben biliyorum ya, alnım ak. Ayrıca... senin gibi bir kardeşi reddediyorsa onun bileceği iş... kendi kaybeder."
*****
Cemre, duşta bile en çok ellerini yıkıyordu. Ellerini, sürekli ovalamaktan derilerini kıpkırmızı hale getirmişti şimdi. Duştan çıktıktan sonra, gözleri Ali'yle fotoğrafları üzerinde, kendisine siyah bir elbise seçti.
"Kendimi Bihter Ziyagil gibi hissediyorum..." dedi her zamanki aynaya karşı. "Sadece, ben onun gibi duşumu alıp, bembeyaz cicilerimi giyerek gitmeyeceğim ölümüme... Ölümüme en güzel halimle gideceğim, ama siyahlar içinde... Çünkü ben herkesin aksine, iyi olduğumu iddia etmiyorum, kötüyüm ben, hep kötüydüm... Beni Lady Macbeth sanmasınlar... Ben Macbeth'in ta kendisiyim. Ve ölürken de, savaşarak öleceğim. Bir korkak olsam bile."
Cemre, fotoğraflarını alıp Ali'nin yüzünü öperken, bir sesli mesaj geldi. Telefonunun çağrıları sessizde olduğu için, çaldığını işitmemişti. Sesli mesajı oynattı:
"Cemre, bunları evine gelip söylemek isterdim ama..." diyordu Berk. "Ali her şeyi biliyor. Bundan sonra, sonuna kadar inkâr etmekten başka çaren kalmadı. Sonuna kadar inkâr et, seni ancak böyle koruyabilirim..."
                Cemre, göz makyajını tamamladıktan sonra, bir sesli mesaj da o attı. "Merak etme Berk, sen üzerine düşeni fazlasıyla yaptın... Ölüm Ali'den gelirse gelsin... ben ona nar şerbeti der, yine de içerim."
*****
Ali; Berk'le kardeş olduğunu öğrendikten sonra, Vefa'nın bütün resimlerini duvarlarından kaldırmıştı. Şimdi hepsini geri çıkararak zaman geçirdi Cemre'yi beklerken saatlerce. Nihayet kapıda, o gergin zil duyuldu.
"Sevgilim..." dedi Cemre. "Niye kapkaranlık içerisi...? Ner'deyse evden çıktın sanacaktım..."
Ali, "Melek yüzlü şeytan..." diye dişlerini gıcırdattı. Ondan sonra, Cemre'nin şunları duymasına izin verdi: "Romantik aktiviteler karanlıkta yapılmaz mı Cemre...?"
Cemre'nin yüzü, heyecandan al al olmuştu, karanlıkta görülemediğine sevindi yanaklarının. Ali'nin elinden tutarak, odasına kadar gitti. Cemre, Ali'nin odasını çok küçük buldu kendi odasıyla karşılaştırınca. Sadece bir yatak, küçük bir abajur, duvarda muhtemelen Zeyno'nun yaptığı bir tablo, bir de etrafa dağılmış futbol topları ve formalar vardı.
"Vefa'nın ne kadar çok resmi var böyle..." dediği sırada Ali kapıyı kilitledi.
"Sevgilim... bu ne acele?" diyen Cemre, zaman kazanmaya çalışıyordu.
"Sana inanmıştım," diye soludu Ali, "Sana güvenmiştim...!"
Cemre sakince sordu: "Berk mi söyledi sana?"
"Hayır!" diye bağırdı Ali. "Berk'in seni satmayacağını bilmiyor musun...!"
Cemre ağlamaya başlayınca, "Ağlama!" diye bağırdı Ali daha fazla. Öyle ki, annesiyle tartıştığı, duvardaki fotoğrafları yerinden oynatacak, hatta düşürecek şiddetteki o gürültüye benzemişti. "Şu anda ağlıyorsun, ama Vefa'yı öldürdüğün için değil, şu anda ağlaman gerektiği için...! Şu anda ağlaman gerektiği için ağlıyorsun ve, bu da seni pişman yapmaz!"
"Ama ben pişmanım!" diye bağırdı Cemre de... "İster inan ister inanma, senin aşkınla ben daha iyi biri oldum... Vefa'yı öldürdüğüm için çok pişmanım, sana yalan söylediğim için pişmanım, benim yerime Kenan amca hapse girdiği için pişmanım, şu anda Vedat abi içer'de olduğu için pişmanım, her şey için çok ama çok pişmanım ben! Hem... sana söyleyecektim ben! Kaç kere denedim biliyor musun, kaç kere teşebbüs ettim buna..."
"Ne zaman ha, ne zaman...!"
"Hatırlasana, daha o arabada-"
Ali'nin mırıltıları, kızın konuşmasını böldü: "Her şey birer yalandan ibaretmiş demek... Parkta verdiğin öpücük... Kolejin çatısında yaptığın şovlar... Nezarethanedeki ziyaretin... Bizim stattaki desteğin... Berk'in anonsundan sonra arabanda-"
Ali de bu noktada daha fazla konuşamadı, Cemre, "Hepsi değildi!" diye her zamanki savunmasına geçti. "Başlangıçta her şey bir oyundu, evet... ama sonra... ben sana gerçekten âşık oldum Ali. Gerçekten! Vefa'dan sonra ne kadar âşık olabilirsem, o kadar âşık oldum sana! Bak, her şeyi yazmıştım bu mektuba!"
Cemre, telefonun kamerasına anlattıklarını silip, son dakikada yazılı ifade etmişti duygularını ama, Ali ilgilenmiyordu mektupla... "Osman amcaya sakla bu özürleri..." dedi.
"Dilerim! Götür beni Osman amcaya, onun ayaklarına kapanırım gerekirse! Ali ben seni çok sevi-"
"Sus, sus, sus, SUSSSSS!" diye bağıran Ali, kulaklarını kapamıştı. "Söyleme o kelimeyi! Çünkü o kelime, senin gibi cani psikopatların ağzına yakışmıyor!" Ali şimdi de, "Vefa, Vefa..." diye sayıklıyordu... "Nasıl yaptın ha, söylesene..." Cemre'yi omuzlarından yakalayarak sarsmaya başladı: "Böyle mi hırpaladın çocuğu, böyle mi ittin onu aşağı! Şimdi ben de sana aynısını yapayım mı, ha? Ama seni itmek, seni yere düşürmek, seni öldürmez, sana yapacağım hiçbir şey, senin başına gelecekleri Vefa'nın yaşadıklarıyla eşitlemez!"
Ali, hiçbir şey yapmayacağını biliyordu. Kıza zarar vermek bir kenara, asla hayal edemeyeceğini yaptı o an. Ellerini kızın omuzlarından hızla çekerek yanaklarını avuçladı, ve sertçe çekti dudaklarını kendi dudaklarına... Beşinci öpücükleriydi bu. Ne yaptığını fark eden Ali, kendini Cemre'den uzaklaştırarak, "N'apıyorum ben ya!" diye bağırdı. "Sevmemem gerekirken seni, halen seviyorum!"
İşte buydu, bu kadardı... kızın gözleriyle karşılaşmış ve yapamayacağını anlamıştı. Bu yüzden, ortamı karartmış olması filan işe yaramamıştı. Cemre'nin gözyaşları da, artık iyice artarak bir sinir krizinde dökülen yaşlara benzemeye başladı... Ali, geri geri yürüyerek yatağının üstüne çöktü. Şimdi gözlerini elleriyle kapamış, işlediği günahtan kaçıyordu sanki... Cemre'yi görmediği gibi, işitmedi de daha fazla ağlamalarını. Kızın gittiğini düşünmüştü hatta. Ama sol elinin üstünde, sivri bir şey hissetti.
"Al bunu." Sesi yumuşakça çıkmıştı Cemre'nin. Ali, gözlerini araladığında, kendisine bir bıçağın doğrultulmuş olduğunu gördü.
"Öldür beni," diyordu Cemre. "Öldür de, bitsin bu işkence. Hem senin tarafından öldürülmek benim hoşuma gider... al Vefa'nın intikamını. Ölümle aşk, kol kola dans ediyor benim mantığımda anlamıyor musun... Bu bıçağı kendim için saklamıştım. İnan hiç zor değil, öldür beni!"
Vefa'nın adı bu şekilde zikredilince Ali, öfkeyle o bıçağı aldı ve, Cemre'ye çevirdi. Az önce kendi elinin hissettiği sivri ucu, Cemre'nin göğsündeydi şimdi. Ali, sivri ucu birazcık batırarak, nokta kadar bir kanama yarattıktan sonra Cemre'nin göğsünde, bıçağı hızlıca çekerek fırlattı bir kenara.
"Bir işe yaramaz..." diye mırıldandı Cemre. "O bıçak eninde sonunda kesecek beni bir gün..."
Ali; o gecenin sonunda, Cemre'nin gitmesine izin vermişti. Ve de Ali, Cemre'yi Vefa'ya tercih etmişti... Cemre'nin çıktığı odada, ayağa kalkıp, bir süre dikili kaldı. Sonra, telefonu bir bildirimle titredi.
"bluejasmine@nikofotoğrafçılık.com"dan gelen bir mail idi. "Kaydı ilk dinleyen kişiler saatçi Serdar ve Niko'ydu..." diyordu mailde. "Berk saati yok etse bile, Vefa için tanıklık yapabilirler... al Ali, bunlar da kayıtların yedekleri."
Ali, dosyaları açtı ve Vefa'yla Cemre'nin son konuşmaları bir kez daha oynadı. Ama Ali bunları kullanmayacaktı. Vefa mevzusu, artık haddinden fazla karışmıştı. Tütsülenmiş ringa balığı Kenan, gerçek katil Cemre, Vedat ve organ mafyası mevzusu...
Vefa'nın intikam yolculuğunda, Ali düşmanına çoktan âşık olmuştu ve Berk gibi o da susacaktı.
20. bölümde, bu bölümde Ali'yle Cemre'nin arasında gerçekleştiği ima edilen şeyin gerçekten de gerçekleşmiş olduğu, anlaşılacaktır:DDD
Hikâyem bütünüyle Underage etiketini hak etmiyor,o yüzden 20. bölümde onaylanacak bu ayrıntıyı şimdiden bir dipnot olarak paylaşmak istedim.
1 note · View note
triptoartsworld · 4 years
Text
Biraz da bu çifti abartalım
Tumblr media Tumblr media
551 notes · View notes
ftmdie · 4 years
Text
-İzliyorum-
0 notes
Text
"Ciğerimde gökyüzü var." Gülümsedi, yazmaya devam etti. "Ve sen ciğerimi solduruyorsun. Ah evet sigara gibi. Ama ben sigara kullanmam bilirsin. Hem kim demiş sigara zararlı diye. Ayıp ediyorlar. Sigara adam öldürmez ki.. Sigarayı içtiren duygular öldürür." Karanlık odaya bahçede ağaçların yaptığı gölgeler düştü. "Ciğerimde gökyüzü var. Benim ciğerim de evet.." Kedi kapıyı tırmalıyordu, müziğin sesini arttırdı. "Ciğerimde yer edinmek için gökyüzünün kılığına girmen ne kadar doğru? Ah şu ben... Gökyüzü olmasan da aşığım ya sana.. Ah şu ben..." Zippoyu yaktı. Sigaraya başladı. Şu an karar verdi buna. "Gözümü kapatıyorum bak." Elideki sigarayı karanlık odadanın içinde yukarı kaldırdı. Kafasını koltuğa dayarken geriye uzandı. "Şu sigaranın ucuyla kaç yıldızını yakabilirim ki?" Dikleştirdi kendini. Kedi kapıya vurmayı durdurmuştu. Daktilosuna daha sert vurarak yazmaya devam etti. "Ciğerimde bir idam ipi var, gökyüzüne asılı." Bir nefes çekti sigaradan. Öksürük krizine girerek devam etti yazmaya. "Ah... Ah... Gökyüzü bilse, seni onun gibi görüyorum. Bir daha gözükür mu bana mavi?"
.
M~
27.09.20
1 note · View note
mustafasalihbozok · 4 years
Text
EYLÜL…
Her gören gözün, her hisseden yüreğin meşrebine göre bir güzelliği vardır.
İnsan genellikle önce görür, sonra hisseder.
Ardından idrak gelir.
Sabah uyanıştır mesela, doğumdur, öğle meşakkat, akşam yorgunluk gece sessizlik, ölüm ve şükürdür…
Bunlar için çaba harcamayız, tabiatın ya da Tanrı’nın, “alın ve kulanın ama değerini bilin, sakın ihanet etmeyin” diye bahşettiği iyilik ve güzelliklerdir…
Ama insanoğlu…
Dün sabah yürüyüşü için erkenden kalkıp yollara düştüm. Henüz güneş doğmamıştı. Etraf sessizdi. Ne köpek, ne horoz sesi, ne balkonlarda asılı çamaşırlar, ne saksılarda çiçekler… Yazlıkçılar ufak ufak terk edip gitmişlerdi. Hava serindi. Yazın kavurucu sıcağından eser yoktu. Gökyüzüne baktım. Doğu’da küçük pamuk balyalar halinde asılı bulutları saymazsak cam gibiydi.
Yürüdüm.
Ağaçlar yaprak döküyordu, rüzgârın yolun kenarlarına yığıp biriktirdiği gazellere basmadan yürüdüm. Yeşillik yerini sarıya, kahverengiye bırakmıştı. Kimi bahçelerde, budanmayı bekleyen, boyunları bükük güller vardı, o kırmızı, mor canım begonviller can çekişiyordu. Sarı sarı ayvalar, kızarmış narlar…
“İşte Eylül!” dedim…
Önümde elindeki metal bastonuna abanmış yaşlıca bir kadın yürüyordu. Buna yürümek denmezdi. Kuvvetini tek ayağına vermiş adeta vücudunu sürüklüyordu. Tıpkı hac’ca giden kablumbağa gibi yavaş ve kendinden emin… Menzil o kadar uzaktı ki…
Kim bilir ne zaman varacaktı?
Acaba varacak mıydı?
Ayrıca menzil neresiydi…
Önüne geçtim. Başında mavi patiskadan bir yazma, üzerinde rengi atmış çiçekli uzun bir entari vardı. Entarinin üzerine kolsuz koyu renkli bir hırka giymişti. Siyah rengi griye dönmüş, yıpranmış ayakkabısının ökçeleri aşınmış, sağlam ayağı yan basıyordu…
“İşte yaşama azmi” dedim içimden.
Sabah çok erken kalkıp yürüyüşe çıkmıştı.
Niçin uyku tutmamıştı acaba?
İnsan kaç yaşında olursa olsun hayata tutunmaya çalışır. Ölüm zaman zaman akla gelse bile hayatın üzerine toz kondurmaz.
Bu yaşama sevincidir…
Misal annem.
90 yaşında. Dün telefonda benden balık yağı istedi. Dizlerinin ağrısına iyi geliyormuş. Arkadaşlarından yaşlı bir kadın vermiş. “Oğlum gönderdi İstanbul’dan ağrılara çok iyi geliyor, al azıcık da sen sür” demiş. O da sürmüş.
“Çok iyi geldi” dedi. “Önceleri biraz yaktı ama bayağı ferahladım…”
Ne desem…
Sipariş verdim. Haftaya elinde olur.
İnsandaki bu yaşama sevincinin kaynağı nedir? Hayatın güzelliği, zevki, sefası mı? Yoksa tabiatın bize bahşettiği, üremek, çoğalmak, geriye bir şeyler bırakmak arzusu mu?
Bunu hep merak etmişimdir.
Belki biri, belki de her ikisi.
Belki de daha fazlası…
Nihayet deniz…
Bir banka oturdum.
Deniz açık mavi bir çarşaf gibi, sessiz, sakin ve sonsuz… Uzaklarda birkaç balıkçı teknesi… Karşı kıyılar hayal meyal… Boylu boyunca yatsam denize/ Dünyadan uzak/ Karşı kıyıda muhayyel bir sevgilim var…
Madra koca bir dev gibi heybetli… Ufuk çizgisi kıpkırmızı… Az sonra bütün haşmetiyle altın bir tabakta doğacak güneş, dağlar ışığa, deniz pırıltıya doyacak… Yer-gök, karınca, kuş… Cümle mahlûkat selama duracak.
Yeni bir gün başlayacak.
Yeni ümitler, yeni hayaller, yeni meşakkatler…
Nasıl demiş Şair:
“…Sevgilim, işte Eylül
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir…”
Anlatmak…
Eylül hüzündür.
Evet.
Anlamak.
Evet.
Ya anlatmak…
Bana göre Eylül bunlardan fazlasıdır.
Size kısa bir Eylül hikâyesi anlatayım.
Yıllar önce, 12 Eylül günlerinde. İstanbul Laleli de avukat bir arkadaşımın bürosuna uğradım. Aranıyordum. Avukatın karşısında orta yaşlı, takım elbiseli bir adam oturuyordu. Kederli bir hali vardı. Omuzları çökmüş, dünyadan vazgeçmişti…
Emekli bir albaymış.
O anlattı:
“Beni yanına götürdüler. Elleri kelepçeliydi. Yaralıydı. Sargıları kan içindeydi. Kollarından asmışlardı. Çok gençti, delikanlıydı.
Bir sivil polis bana:
-İyi bak dedi. Tanıyor musun?
Kafası önüne düşmüştü delikanlının.
Polislerden biri kafasını kaldırdı. Göz göze geldik. Oydu. O benim damadımdı.
-Evet dedim tanıyorum.
-Adı ne?
Mehmet Fatih Öktülmüş…
Birden gözlerinde bir ışık parladı.”Hayır” dedi. “Benim adım Dilaver… Sizi tanımıyorum…”
Nasıl tok, kararlı bir sesti…
Vurularak yakalandığında üzerinden Dilaver Yanar adına düzenlenmiş sahte bir kimlik çıkan M. Fatih Öktülmüş 3 ay gözaltında kalır. Yapılan bütün işkencelere rağmen bırakın “konuşmayı” gerçek adını bile kabul etmez.
Duruşmaya çıkar.
Hâkim:
-Adını sorar.
Dilaver cevap verir:
-M.Fatih Öktülmüş…
Yıllar sonra “Adressiz Sorgular” kitabını okuduğumda bu tavrın ne anlama geldiğini anlayacaktım.
1984 yılında ölüm orucunda can verir M. Fatih Öktülmüş…
Bir hikâye daha var.
Çok uzun yıllar önce Sivas’ta bir arkadaş tanımıştım.
Arkadaşımdı.
İyi arkadaşımdı.
Bir erkek için “güzellik” ne demekse hepsi onda vardı. Boy, pos, endam, yakışıklılık, yeşil gözler, sevecen bakışlar… İyi bir devrimcide olması gereken tüm özellikler de onda toplanmıştı; tevazu, kararlılık, sadakat, çalışkanlık ve merhamet…
Adı Abdullah Meral’dı.
Sıradan bir devlet memuruydu.
O da tıpkı M. Fatih gibi ölüm orucunda can verdi.
Ya başkaları…
17 yaşındaki Erdal Eren, dövülerek öldürülen İlhan Erdost.
Yüzlerce…
M. Ali Kılıç vardı yakın arkadaşım. Ankara Dal’dan cansız bedeni çıktı.
40 yıl geçti aradan.
Bugün 12 Eylül.
40 yıl sonra şimdi, burada, denizin kenarında bankta oturmuş, uzaklara bakıp düşünüyorum:
Nereden nereye…
Şanslı olan kim?
Biz hayatta kalanlar mı, yoksa onlar, toprağa verdiklerimiz mi?
Güneş doğdu.
Dağlar ışıktan elbiselerini giydi. Denizde milyonlarca parıltı, kuş, balık, kedi, köpek ve insan… Cümle mahlûkat ayakta…
Ya 12 Eylül öncesi ve sonrası ölen, öldüren, işkence eden, ihanete uğrayan, ihanet eden, asan, astıran onlar nerede…
Gören göz, hisseden yürek ve idrak eden akıl için:
Tarihin kalbinde…
İyi bir hayat uğruna; barış, kardeşlik ve hürriyet mücadelesinde kaybettiklerimizin aziz hatıralarına saygı ve minnetle…
İyi Pazarlar…
Mirza ARABACI 🖌️🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Tumblr media
1 note · View note
dusunumsel · 4 years
Text
Nilüfer
Tumblr media
Kara kıllı kalın bilekleriyle direksiyonu çevirirken, kavurucu Adana sıcağının altında inim inim inleyen kamyon nihayet bir gölgeye başını sokacak diye keyiflendi. Boncuk boncuk terlemiş alnından elinin üzerine bir damla düşüverdi. Bağrı açık gömleğinin sırtı sırılsıklam olmuştu. Direksiyonu düzleyip fabrikanın avlusunun altına geri geri yanaştı. Kara kuru bir işçi bağırıyordu: -Gel gel gel, hoooop, istop! Terleyen alnını, boynunu havluya sildi. Dikiz aynasından yüzüne baktı. Bıyıklarını düzledikten sonra kapıyı açıp aşağıya indi. Boğucu bir nem vardı. Arabayı yanaştırırken el eden çelimsiz işçi yanına geldi. Kalın parmaklı ellerini işçiye uzatarak, gür sesiyle söze girdi: -Selamünaleyküm. -Aleykümselam abi, hoş geldin. -Hoş gördük şef, abdesthane nerdedir, bir elimi yüzümü yıkayayım. Çelimsiz adam bağırdı: -Ramazan, abiyle ilgilen! Bıyıkları yeni yeni çıkmakta olan genç adam koşarak geldi. “Buyur abi,” diyerek eliyle yolu gösterdi. Vızır vızır çalışan çoğu gencecik işçilerin arasından geçerek karanlık dar bir koridora girdiler. Koridor, avluya nazaran bir hayli serindi. Koridorun bitimindeki kapı geniş bir alana açılıyordu. Bu kısımda kadın işçiler paketleme yapıyorlardı. Kamyoncu, kadınları görünce gövdesini dikti, göbeğini içe çekti, gömleğini çekiştirerek düzeltmeye çalıştı. Kadın işçiler yorgun gözleriyle gelenleri süzüp işlerine koyuldular. Hazır hale gelen paketleri kolileyen genç bir kadın yürüyen adamlardan tarafa bakmaya devam ediyordu. Kamyoncu, genç kadını süzdü. Bir süre nereye, kime baktığını tayin etmeye çalıştı. Kadının gözlerinin önde yürüyen delikanlıya baktığını anladı. Delikanlıya çevirdi gözlerini. Güneş yanığı ensesine, zayıf olmasına karşılık hayli çevik duran gövdesine baktı. Delikanlının da genç kadına baktığını ve işaretleştiklerini fark etti. Başka bir kapıya vardılar, delikanlı yeni bir koridora açılan kapıyı açtı “abi, koridorun sonunda sağda,” dedi. Bütün bunlar olurken delikanlının gözleri hala genç kadındaydı. Kamyoncu kapıdan girdi, delikanlının “bekliyorum abi,” diyen sesine yanıt vermeden koridorun sonundaki kapıya ilerledi. Göbeğini salmış, dikelmiş gövdesini tekrar kambura vermişti. Terden sırtına yapışan gömleği çekiştirip havalandırdı. Teri soğumuş, kurumaya başlamıştı. Tuvalete girdi, aynada yüzüne baktı. Çökmüş avurtlarına, çizgi çizgi olmuş gözaltlarına kederli kederli baktı. Suyu açtı, geniş avuçlarına doldurduğu suyu yüzüne çarptı, tekrar, tekrar, tekrar… Kapıyı açtığında delikanlıyı bıraktığı yerde genç kadınla bakışmaya devam ederken buldu. Kamyoncunun geldiğini gören genç kadın delikanlıya sinyal çakınca delikanlı toparlandı. Kamyoncu, gömleğinin cebinden sigara paketini çıkartıp bir tane sigara çekti. Ağzına götürdüğü sigarayı yaktı. Delikanlının omzunu dürtükleyip paketi uzattı, delikanlı sigarayı yakalamış çekerken Kamyoncu sordu: -Yavuklun mu? -Yok abi daha değil ama olacak Allahın izniyle. -Hayırlısı olur inşallah. Kaç yaşındasın? -Yirmi bir. -Bende senin yaşlarda evlendiydim. Bak aradan yirmi beş sene geçti. Delikanlı bir süre duraladı, aniden bir şey hatırlamış gibi etrafa bakındı, sigaradan derin bir nefes aldı ve ürkek konuştu: -Abi gidelim istersen, arkamdan küfretmesinler sonra. Kamyoncu, sigarasından son bir nefes çekerken kafasıyla onayladı, sigarayı yere atıp ayağıyla ezdi. Delikanlı ve genç kadın birbirlerini süzmeye devam ettiler, genç kadın saatini göstererek gülümsedi, yarım saat sonra verilecek yemek arasında delikanlıyla konuşabilecek olmanın sevinciyle. *** Avluya geri döndüklerinde kamyondaki yükün boşaltılmasına çoktan başlanmıştı. Çelimsiz işçi koşar adım yanlarına geldi, delikanlıya bakarak “hadi oyalanma işinin başına,” diyerek çıkıştı. Delikanlı öfkesini içine gömerek diğer işçilerinin yanına doğru ilerledi. Çelimsiz, sigarasını aranıp buldu, sigarayı ateşleyip kamyoncuya döndü: -Abi yarım saate malı indiririz, öğlen bir yemek arası var beraber yemek yeriz, açsındır yoldan geldin, sonra yüklemeyi yaparız hızlıca. -Yaparız yaparız, ben siz malı indirirken patrona irsaliyeyi teslim edeyim, nerde odası? -Göstereyim abi. Kamyoncu ve neredeyse yarı kalıbında olan adam beraber yürümeye koyuldular. Arkadan bakıldığında bir baba oğlu andırıyorlardı. Kucağındaki koliyi yere bırakan Ramazan “anasını bellediğim,” diye ağız dolusu sövdü. Malları indiren işçiler kocaman bir kahkaha koy verdiler. Aralarından biri “artık şu parayı nereden bulacaksan bul yoksa Tülay’ı kaptıracaksın bu godoşa,” dedi etrafındakilere kaş göz ederek. “Bu bok yiyen ancak avucunu yalar,” dedi Ramazan “Tülay’ın gönlü bende.” Bir başkası “haybeci,” diye ünledi “kızın gönlü sende ama babasının gönlü parada.” Ramazan’ın yüzü düştü. Öyleydi hakikaten, babası olur demese alabilir miydi kızı? Enseyi karartmak olmazdı. Çıkıştı “sensin ulan haybeci, kaçırırım Tülay’ı babası da bu hıyar da kalır nah böyle.” Yine kocaman bir kahkaha çınladı. Kahkahanın sesi kesilmeden çelimsiz adamın sesi duyuldu “güleceğinize işinize koyulun hırbolar, bundan gayrı iki sevk daha var!” Gelen çelimsiz adama bakarak sessizce “geldi yine katır suratlı,” dedi Ramazan. Kikirdeyerek işlerine devam ettiler. *** Mümtaz, eli yüzü düzgün gördüğü, konuşmasına, duruşuna itimat ettiği tiplere uzun uzun fabrikayı nasıl bugünlere getirdiğini anlatırdı. Esasen fabrika babasından kalmaydı ve bırak büyümeyi yıllar içinde giderek küçülmüş, getirdiği kazanç azalmıştı ama gel gör ki yalanın bini bir paraydı adamda. Kamyoncu, Mümtaz’ı pek dinlemese bile dinliyor gözükmeye ve aklınca icap eden karşılığı vermeye çalışıyordu. Mümtaz anlattıkça anlatıyor, atıp tuttuklarına kendi de inanarak keyifleniyordu. Sigara üstüne sigara içerek bir süre daha anlattıktan sonra bu kadarının yeterli olacağına kanaat getirerek sustu. Anlattıklarına pişman olup kendine hiddetlendi. Gariptir, kendine olan bu öfke içinde durmaz taşar, yüzü birden gergin bir hal alırdı. Kamyoncu bu değişime pek anlam veremedi ama dert miydi bu çenebazın ne yaşadığı, sadece yola koyulacağı vakti düşünüp duruyordu. Mümtaz müsaade isteyip telefonunu kurcalayarak odadan çıktı. Odanın kapısını açık bırakarak koridorda telefonla konuşmaya başladı. Adamın birini iş ile ilgili bir aksaklıktan dolayı haşlamış, ana avrat sövdükten sonra telefonu kapatmıştı. Bir süre sessizce telefonu kurcaladı, başka bir numarayı aradı yine bağırıp çağırdıktan sonra odaya geri döndü. Kamyoncuya çatık kaşlarıyla baktı “adamın asabını bozuyorlar,” dedi. Kamyoncu anlam veremediği bu tavra karşın gayri ihtiyari biçimde sert bir ifadeye bürününce pek korkunçlaştı. Mümtaz, önce yüzüne sonra iri gövdesine baktığı kamyoncuya “aman canım çok umursamamak lazım bunları,” diyerek gülümsedi. Kamyoncu ‘ne yanardöner adam bu’ diye geçirdi içinden, gevşedi “doğru Mümtaz bey,” dedi. Mümtaz, dışarıdan gelen işçilerin sesine kulak verip saatine baktı “yemek vakti geldi, gidip bir şeyler atıştıralım,” diye ayaklandı ve “yola gideceksin sende, depoyu doldurmak lazım,” diyerek gevrek gevrek güldü. Kamyoncu acıkmıştı. Bir elini göbeğine yerleştirdi öteki eliyle sandalyeden destek alarak koca gövdesini doğrulttu. Mümtaz önde kamyoncu arkada yemekhaneye doğru yola koyuldular. Mümtaz yol boyunca birilerine iş buyurup çemkirdi. Yemekhaneye girip oturdular, yemeklerini yaşlıca bir kadın getirip koydu. Kamyoncu iştahla yemeğini yemeye başlayacakken, kendisini tuvalete götüren delikanlı ve genç kadının yan yana oturup birbirleri ile sohbet ederken yemeklerini yavaş yavaş kaşıklayışlarına takıldı gözleri. Delikanlıya baktıkça gözlerinin önünde kendi gençliği beliriyor, genç kadına baktıkça ise karısı Nilüfer’in bir zamanlar ki o gencecik yüzü çarpıyordu zihnine. Zaman, ara sıra yollarda gördüğü, süratle yanından geçen lüks otomobiller gibi akıyordu tıpkı. Ne vakit göbeği bu denli öne doğru uzamıştı; sırım gibi bir gençken nasıl bu hale gelmişti, gözlerinin altını askerlikte gün sayarken attığı çentikleri andıran izler kuşatmış, gıdısı çıkmış, kızları gelinlik yaşa gelmişlerdi. Mümtaz, hızla ağzına attığı lokmalarla dolu şişmiş yanaklarının arasından “beğendin mi yemeklerimizi?” diye sordu. Kamyoncu, henüz bir kaşık dahi ağzına atmamış olmasına rağmen iştahlı bir ifade takınarak kafa salladı. Yemekten ilk kaşığı aldığında kafasındaki düşünceler dağıldı, keyfi biraz yerine geldi. Çatal, bıçak ve konuşma sesleri arasında bitirdi yemeğini. Mümtaz, yemeğini çoktan yemiş, arsız bir kedi gibi yalanıp duruyordu. Oradan geçerken gördüğü aşçıya “biraz daha tatlı getir buraya,” diye buyurdu. Kamyoncu, Mümtaz’ın sevimsiz suratından gözlerini kaçırıp genç aşıklara bakındı, onlarda gördüğü kendi gençliği bir taraftan onu rahatsız ederken bir yandan yıllardır yapmadığı bir şeyi yapmasına, hayal kurmasına vesile oluyordu. Bu durum hoşuna gitmişti. Durup hayal kurmaya vakit bulamamıştı yıllardır ve şimdi bu sıcak yaz günü, gittiği binlerce fabrikadan birine benzeyen bu fabrikada yapmaması gerektiğini sezdiği bir şey yapıyor, hayal kuruyordu. Mümtaz, tatlısını hırsla kaşıklayıp yedikten sonra “haydi gidip bir çay, sigara içelim,” dedi. Kamyoncu aniden uykudan uyanmışçasına Mümtaz’a baktı, ağzındaki kürdanı masaya bırakıp doğruldu. *** Fabrikanın bahçesinde işçilerin konuşmalarının doğurduğu bir uğultu hakimdi. Yarım saatlik öğle paydosunda hızla yemeklerini yiyen işçiler kalan kısa süre içerisinde bahçede sohbet edip sigaralarını, çaylarını içer, ne konuştuklarını ne de konuşulanları pek anlamadan mesailerine geri dönerlerdi. Bahçeye çıktıkları vakit Mümtaz çorbada hiç tuzu olmasa bile eseri olarak gördüğü fabrikaya bakarak gururlandı. Kamyoncu, çayını yudumluyor, gözleriyle etrafta genç çifti arıyordu. Sigaralarını içerek bahçedeki bekçi kulübesine doğru yürüdüler. Kulübedeki bekçi uykudan yeni uyanmış gözlerine ciddi bir ifade takınmaya çalışarak doğruldu Mümtaz’ı görünce. Bekçinin bu miskin haline sinirlendi Mümtaz ancak bu öğlen sıcağında yediği yemeğin verdiği ağırlıkla beraber adamı fırçalayacak enerjiyi bulamadı kendinde. Hafif alaycı bir ifadeyle sordu: -Asayiş ne durumda Bekir? -Asayiş berkemal Mümtaz Bey. -Uykunu aldın mı bari? -Iıı, olur mu öyle şey Mümtaz Bey, sınırı bekleyen asker gibi bekliyorum vallahi kapıda. -Hassiktir ordan Bekir! Miskin kediler gibisin. Takılıyorum eşşeoğlusu hemen kızarıp bozarma. Bekir derin bir soluk alıp rahatladı fakat bu şakanın altında yatan öfkeyi tanıyordu. Mümtaz beyin patlaması yakındı. Neyse o gün bugün değildi ya buna da şükür etmek icap ederdi. Mümtaz, kahkahalarını salıp rahatladıktan sonra bir sandalye çekip gölgeye oturdu, kamyoncuya dönerek “çek bir sandalye,” dedi. Kamyoncu da bir sandalye çekip oturdu. Bir süre sessizce önlerine bakındılar, sonra Mümtaz tekrar alaya girişti bekçiyi: -Sana bir hamak astırayım buraya, rahat edersin! -Şükür rahatım Mümtaz Bey, işimizi en iyi şekilde yapacak her şeyimizi verdiniz. -Sen rahatsan mesele yok Bekir, zaten senin rahatın için tasarladık her şeyi! Kocaman bir kahkaha koy veren Mümtaz, yaptığı şakayı ölçmek için kamyoncunun yüzüne baktı. Bunu fark eden kamyoncu gülümsedi. Bekçi ise bir hayli mahcup olmuştu. Birer sigara daha yaktılar. Sıcak, nemli havada içilen sigaranın o buruk tadı yüzlerine yerleşti. İkinci nefes üçüncüyü, üçüncü  nefes dördüncüyü izlerken bir bağırtı kopuverdi. Öğlen paydosunun bitimine dakikalar kala, kimi işçiler yavaş yavaş işlerinin başına dönerken, bahçede bulunan bankların olduğu taraftan gelen bu bağırtı uyuşmuş şuurlara soğuk su çarpmıştı. Mümtaz “ne oluyor lan,” diyerek ürkerek kalktı yerinden. Bekçi, kulübesinden hızla çıktı, belindeki tabancanın sapına yapıştırdı sağ elini. İşçiler, bankların olduğu yere doğru ilerlediler. Üçüncü bir bağrışmanın ardından dehşetli çığlıklar yükselmeye başladı. “Yürüsene lan Bekir!” diye bağırdı Mümtaz, Bekir kendine gelerek koşar adım ilerlerken Mümtaz onu siper ederek peşinden yürümeye başladı. Yığılan kalabalığı yararak ilerlediklerinde yerde kanlar içinde yatan çelimsiz, esmer bir gövde ve vahşi bir hayvanı andırarak soluyan Ramazan’ı gördüler. Ramazan’ın ardında hıçkırıklar içinde ağlayan genç bir kadın vardı. Bekir “elindeki bıçağı bırak,” diye bir ihtar çektiğinde, sinirleri çoktan gevşemiş olan Ramazan, gözyaşlarını koy vererek yerde kanlar içinde yatan çelimsiz gövdenin yanına bırakmıştı kendini. *** Çığlıklar, gözyaşları, polisler, alınan ifadeler, ah vahlar havada uçuşurken sevk edilecek mal kamyona geç olsa da yüklenmişti. Kamyoncu, anahtarı çevirip yola koyulduğunda aklında bütün yaşadıklarını, hayatının hatırladığı her kısmını gözden geçirmeye başlamıştı. Neydi yaşamak? Bu soruyu aklının erdiğince kendi içinde tartışarak memleketinin sınırlarına yaklaşmıştı. Karısını arayıp yaklaştığını söyledi. Evini, evin korunaklı iklimini, kızlarını, karısını özlemişti. Vardığında, havanın uzun süre kararmaya niyeti olmadığı bir yaz akşamının umut dolu sıcaklığını duyumsadı ruhunda. Basamakları ağır adımlarla çıkıp dairenin kapısına yanaştığında harikulade bir yemek kokusu ilişti burnunun ucuna. Kapıyı yavaşça açıp içeri girdi. Sessizce holü aştı, mutfağa bakınıp karısını arandı fakat orada yoktu. Salona doğru yöneltti adımlarını, çekyatın üzerinde karısının huzurlu bir uykuya daldığını gördü. Usulca yanına yaklaştı. Bütün sessizliğine rağmen karısı uyandı,“geldin mi?” diye sordu yorgun bir sesle, “şişşş” dedi adam “bundan on yıl önce rahatça sığardık bu çekyata bakalım hala sığabiliyor muyuz?” diyerek uzandı karısının yanına. Bir süre sessizce yattılar “Nilüfer,” diye seslendi adam, cevap yoktu; tavanı seyretti, salona, on yıllık mobilyalara bakındı, karısının saçlarını koklayarak yumdu gözlerini, uyudu… Read the full article
0 notes
mithatcd · 6 years
Text
Hayatımın anlamısın
Lisedeyken dizilerde filmlerde görürdüm birbirine çok ama çok aşık çiftleri. Birbirleri için yapamayacakları şey yokmuş gibi gösterirlerdi. Birbirlerine sarılmalarını dünyanın en muhteşem hissiymiş gibi yansıtırlardı. O zamanlar derdim bir insan nasıl bu denli aşık olabilir birbirini bu kadar çok sevebilir çok abartmışlar ne aşkmış böyle diye. Halbuki hiç abartmamışlar hatta bu hissin o kadar küçük bir bölümünü yansıtabilmişler ki izleyenler gerçek aşk hissini izleyerek hiç öğrenemeyecekler. O yüzden şimdi düşünüyorum da yazık gerçekten izleyenlere. Benim hissettiklerimi hissedemiyorlar. Hatta aşık oldum diyene de üzülüyorum çünkü asla benim kadar aşık olamayacaklar. Öyle güçlü bir his ki bu 'aşk hemen biter önemli olan alışkanlık' diyenler külliyen yalan söylemiş çünkü günler aylar yıllar geçtikçe daha çok daha çok aşık oluyormuşsun. Evet bunun sonu yok. Sevdiğini alıp sarıp sarmalamak, tırnağına zarar gelmeyecek şekilde korumak, öptükçe öpmek, kokladıkça koklamak, içine, kalbinin eennn derinlerine sokmak istiyorsun. Gözlerinin içine baktığında kayboluyorsun. Gülümsemesini görünce diyosun bir şeyler yapmalıyım ve bu gülümseme hiç bitmesin hep gülsün. Yüzünü saatlerce izlemek ve her santimini ezberlemek, hafızanın en derinliklerine kazımak istiyorsun. Ellerini yanaklarına koyduğunda ellerimde dünyanın en narin ve en mükemmel varlığını tutuyorum diyorsun. Hele sarılıp göğsünde küçücük kalması... kimse dokunmasın ona, kimse üzemesin, her şeyden herkesten korumalıyım onu diyorsun. Saçlarının kokusunu içine çektikçe ayakların yerden kesiliyor. Her gece yatarken birbirinize sımsıkı sarılmış tenlerinizin birbirine değdiğini hayal ederek uyuyorsun. Gece uyanıp uyanıp öpmek kocaman sarılmaksa o kadar güzel ki...
 4 senedir hissettiklerimin küçük bir kısmı bu hayatımın anlamı. Dile kolay 4 sene...
Birlikte birsürü anı biriktirdik. En mutlu olduğum zamanlarımda sen vardın yanımda. En üzgün olduğum zamanlarda sen destek çıktın. Hayatımda sen olmasaymışsın kocaman bir boşluk olurmuş biliyor musun. Gerçekten kocaman bir boşluk. Ama iyi ki sen varsın ömrüm. Bak yine iyi kilerim sensin.
Hayatımın geri kalanında da sen olmalısın hep. Birlikte geçiremediğimiz her saniyenin acısını çıkarmalıyız, arayı kapatmalıyız ömrüm. Her öpmeler her sarılmalar hep 2 katı kadar olmalı. Evimizde yılbaşı ağacımızı süslemeliyiz. Sonra ışıklarını açıp birlikte başardığımız işe bakıp bir kez daha sarılmalıyız. Hatta yılbaşı bitene kadar her akşam sadece onun önünde oturmalıyız. İlerde minik bebeğimizle onun önünde oynamalıyız. Düşünsene minicik senin kopyan... o zaman ikinizi de severken öperken dudaklarım aşınır heralde doyamam da... o ev bizim yuvamız olcak ömrüm düşünsene her santimini kendi istediğimiz gibi düzenlemişiz. Her eşyayı beraber beğenerek almışız. Kendi evlerimizde yapamadığımız içimizde kalan her şeyi alalım. Sana mito isminde kedi de alalım. Kedi kızısın sen gerçekten ama şuan düşündüm de. Minicik bebeğimiz hayvan sevgisiyle de büyüsün desin ki 'mito napıyosun mitoo' ayy doğmamış bebeğimizi de yerim. Hamilelikte yine şımarıklıkta dünya markası olacak ömrüme şimdiden başarılar diliyorum. Kocaman göbeğinle ne tatlı olursun. Nazlı şımarık sırnaşık ama çok tatlı. 'Napayım ömrüm bebeğimiz istiyo almayacak mısın' dediğini şimdiden duyuyorum. Ne istersen alırım elimden geldiğince gücüm yettiğince.. içinde kalmasın yeter ki. Göbeğini de yerim o zaman. Düşünsene seveceğim alan daha çom artıyo çom güzel değil mi.
Birlikte yaşlanalım ömrüm. Birlikte büyüdüğümüz gibi birlikte yaşlanalım. 4 senede birlikte büyüdük birlikte olgunlaştık biz. Yaşlanırken birlikte tecrübe kazanalım. Tonton dede ve taş babanne/anneanne olalım. O zaman da gözlerimizin içine aşkla bakacağız. Torunlarımız diyecek ki gerçek aşk filmini canlı yaşıyormuşuz biz. Onlara da örnek olalım. Bizim gibi eş bulsunlar kendilerine. Herkes özensin bize, herkese örnek olalım desinler ki m ve b gibi olacak bir çift olalım. Kimse bizim kadar olamaz ama olsun.
Yıldönümümüz kutlu olsun hayatımın anlamı. 4 yık değil 40 yıl sonra da seni daha çok seveceğim ve hep minicik bebeğim olacaksın. Seni koskocaman seviyorum her şeyim. İyi ki seninle varım.
1 note · View note
vedlaunt-blog · 7 years
Note
Ff versene kuzum
Tabi ki kuzum
-A
@afroditinsigarasi@ahududuluvodka@alkolikediler@ananaslifrappuccino@angelofgolden@angelofmoney@aptalizm@asosyalateist@asosyalbey@avanillabish@adenic
-B
@banagecmisimiunuttur@basementt@baskagezegenden@bayanndegisik@bbitchesplease@beklentileruzer@belirsizlikulkesi@benimkararlarim@benisevseneebi@benzinnnkokusuu@biistanbulasigi@bir-demett-fiyasko@birkadehx@birsiyahhikayesi@bisexkedi@bosluktayuruyen@boynundakikoku @brownilikek@buctoria@buralles@bulutlardaguzel
-C
@cahilsherlock@cehennemcicegi@cehennemedusmusmelek@cheela@cokguzeltukendik@coptekintiharmektubu@cunkusengerizekalisin@cyberkilla
-D
@daddysorgasm@danger@darknessisgod@deligaliba@denizinmaviligineasikolan@denizmavisinden@derindeyim@desiktirlol@devirbirvotka@disasterly@druidlordu@divergenttale@dreamofyouu@distopya
-E@edebiyatinlugati@enkazlaricinde@eskintihar-deactivated20170319
-F@fabutalone@fena-haldebela@fiyonkburun@fucking-amour
-G@gecedekimaviay@geceeninbesi@gecehuzurverirrr@gecenintenhasi@gecesolarken@gelmedin@gencligiminsaclaridaginik@gidenin-caresi-yok@gokyuzutanrcasi@gorkem@grianilar@gridenizler@guzelgunahlarim
-H@halabitmedibumasall@hayatmahkumuu@hayatucuyor@heavenisbullshit@herkeseselamsizehasret@herzamanpozitifdusunenn@heygribenim@hzkedi@hz-kedi
-İ@iblisinkarisi @iyiyimlaben @ismigereksizbiri
-J@jupiterinolmayanhalkasi
-K@kaandogan @kafeinlipapatya@kafam@kanlikadeh@karanliklarinardindan@karelipijamadonu@kasvetlibulutlar@kaybedenlerduragi@kayip-galaksilerr@kendime-iyi-bak@kendihayaliniyarat@khaleesininejderyasix@kimbufk@kiymaliruj@krawhat@kronikkararyetmezligi
-L@labirenttekithomas@lavrinya@let-s-go-osman
-M/N@m-orphine@maandalinakokusuu@makeupandbrownie@mamaixs@manyakprofesor@marlborakiz@marsdahayatvar@mavimsi-gunes@mehtapguzeli@melancholic–soul@melissapaydn@mellllxxs@meneksekahve@mielao@minikbulut@moan-s@morbirbulut@mortaclikoala@mozartinsesi@mukemmelsessizlik@mumkokusu
@naive-personality@nedensiz@neptundekibirsaturnlu@newrendeniz@nitricaciid@norvectehayalibirkitapci@notanaveragebitchboy
-O/P@ocyrrhoe@okuyanstilinski@onlyddark@orta-bahar
@paleinthenight@paleshelves@papatyadanumutlar@piercing-lover@pisikopatejderya@plaktalanavar@psikolojiminpsikolojisibozuk@psikolojikbiri
@queenofizmir
-R/S@radansamusic@reeenya@ruhlarinsevismesi@ruhsuzcirkin@ruhu-olmayan-adam@ruhumsiyahlanbenim
@sadistbiradam@sapsalbulut@satanistkatilikedi@scratchz@seksilikedi@sen17yasim@sekssizkedi@seksiornitorenk@senden-kalanlarimla-yalnizim@seninkararlarin@sevimliucube@sexkokulukiz@sifresiniunutandavinci@sigaravehuzun@simsiiiyah@siyahintektonuu@siyahtanbirhayat@smokinlipsikopat@sokaktakiyazar@solukrenkler@solukten@solyanimparamparcakadin@sozlerindekaldim@suprayssmadafaka
-T/U@tam1blog@tanricaninkadehi@tanricanincamdantaci@tanricanintekoglu@tekkasinikaldiramayan@temmuzvakti@teselliyi-birak-sigara-ver@tuhafbey
@unicornmrv@unlubiryazar@uzaklardanbiyerden@uzaydakifucker@uzaydakiiadam
-V/W@venusehasret@venusluprens@veramori@vodkalisigara
@wekartu@windftrain
-X/Y/Z@x-sevdikdeneoldu-x@xbitchbetterhavemymoney@xdarkemotions@xsuprisemotherfucker
@yalnizvedalar@yarayabasilansigara@yildizlarkadaryalniz@yokkimseninkimsesi@yuruyenoculeransiklopedisi@yyaaburnee
@zamanlayolculukzararlasonbulur@zekisiyah@zirvedecamasirasangenc@ziyadesiylekirildik
Ve @ofreyiz
Unuttuklarım varsa kusuruma bakmayın. Hepsi bir birinden güzel bloglar… ♥
217 notes · View notes
triptoartsworld · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Müthiş olay
awesome event
153 notes · View notes
marjinalbirisiyim · 7 years
Text
Otobandaki Bank Herkesin hayatta göz açıp kapatana kadar berbat geçirdiği günler vardır. Ne olduğu önemli değil. Evi terk etmiş olabilir, sevgilinizden ayrılmış olabilir, sınavınız kötü geçmiş olabilir, milyar dolarlara sahipken cebinizde beş kuruş kalmayabilir, kocanızı ya da karınızı bir yatakta başka biriyle basmış olabilir, ya da can sıkıntısından o günü "benim suratım bugün mahkeme duvarı gibi olsun" diyerek berbat geçirmek istemiş olabilirsiniz. Normal şeyler bunlar. Hayat anormal normallikler üzerine kurulu zaten. Bende yaşadım bunu. O gün gözümü açtığımda üzerimde büyük bir ağırlık vardı. Sanki üzerimden seksen tır geçmişte sırt üstü asfalta yapışmış gibi hissettim yataktayken. Kafamı zar zor çevirip komodinde ki saate baktım, 4:30. Sabahın körü bile değil. Gözümü kapatıyorum, yok. Uyku yok. Bir gram uyku yok. Kalksam, onuda yapamıyorum. Uzanıyorum öylece orada. Yatak yatak değil zaten o an, sanki çin işkencesindeyimde iğnelerin üzerine yatırıyorlar gibi. Durdum ama öyle. O içimdeki huzursuzlukla yattım orada öylece iki seksen. Tam iki saat kırk yedi dakika. Ne eksik, ne fazla. O an aklımdan neler geçti, neleri düşündüm, niye böyle oldu? Bu soruların cevabını veremedim kendime. Ama kendimi kimsenin iplemediği orta öğretim müzik öğretmeni gibi hissettim. Bir sınıfta herkesin hep bir ağızdan konuştuğu ama benim dur suslarıma tek bir tepki alamadığım. Böyleydi yani, öğrencilerin sesleri gibiydi beynimdekiler. Efsane bir gürültü. Ya da koyunları kaçırmış deli dana gibi oradan oraya koşturan çoban gibi. Gibi gibi gibi gibi. Telefonum çaldı sonra, elimi uzattım oda kapandı. Yataktan kendimi kazıya kazıya kalktım, ayaklarımı sürte sürte mutfağa gittim, bir gram kahvemde kalmamış. İnsan o an anlıyor tabi o günden kurtuluşu yok. Kendimi kessem kesemem, tam karnımdan kaburgalarıma doğru ipine çakmak çakılmış bir dinamit yavaşça yukarı çıkıyor ama onunda daha yolu var, biliyorum. Zor bela üst baş değişme giyinme faslı, evden çıkma, dolmuşa binip içerde ki kalabalıktan karbondioksit alıp can veren insanların suratları, ayaktaki kadının dolmuşun tavanında ki demiri tutmasıyla burnuma dolan ter kokusu, neler neler. Yılmadım ama. Deodorantın varlığından haberdar olmayan insanlara karşı bile yılmadım o gün. Umut işte... Ne yaparsın. Hayat böyle, ama sen ne kadar dimdik dursanda bunca şeye rağmen asıl darbeyi vurmadan bırakmıyor maalesef. Daha fazla dayanamayacağımı anladım indim bende dolmuştan. Yürüdüm biraz, oraya buraya girdim çıktım, yapacak bir şeyimde yok. Ayaklarım geri geri gidiyor ben zorla sürüklüyorum kendimi. Bedenime niye bu işkenceyi yapıyorum diye düşündüm bulamadım. Onada tahammül edemedim sonra. O kadar yürümüşüm ki otobana gelmişim. Normalde olsa arabayla bile çekemem ben bu yolu. Baktım orada yolun kenarında bir bank var, oturdum, bir sigara yakamadım. Her şey ters gidecek ya, gazı ağzına kadar dolu çakmak bile yanmadı. Etrafımda bir tane insanda yok. Gittim sigarayı pakete sokarken onuda ortadan ikiye kırdım. Sonra kedi geldi, durdu ayağımın ucunda bakıyor öyle. "Ne var?" dedim. Sanki: "Daha bitmedi bekle bekle." der gibi baktı yüzüme. Onada sinirlendim tekme atar gibi yaptım biraz koştu sonra geri geldi. Telefonda zırıl zırıl çalmaya başladı, tam açacaktım oda sustu. Elimi çantama attım, gariptir elimi attığım gibi telefonu parmaklarımla avcumun içine usulca çekmem bir oldu. 17 cevapsız arama, 4 mesaj. Hepsi halamdan. Bu kadın beni ölse aramaz. Öyle aramız açık. Kötü bir anımızda yok ama aile bağları biraz kopuk bizde, şekil şemal zaten belli. Kimse kimseyi ölmedikçe aramaz. Geri döndüm bir iki kere çaldı meşgule attı. Mesajlardada zaten "Beni ara" "acil geri dön" dışında bir şey yazmamış. Kuyruğunu kapıya kıstırmış kedi gibi oldum o an işte. Yanımda biri olsa kesin sebepsizce üzerine atlardım sinirden insanların. Dinamit ciğerlerime kadar geldi o an hissettim bunu. Tekrar aradım. Bu kez telefona cevap vermedi. Tekrar aradım. Tekrar tekrar tekrar, cevap yok. Amcamı aradım. Bu sefer oda meşgule attı. Son kez şansımı denedim bu kez açmazsa bende telefonumu kapatacaktım. Bok bulurlardı beni. Oyuncakmıydım ben? Yoktu öyle yağ mağ! Rehberi halama getirdim, üzerine bastım, telefonu kulağıma getirdim, çalmaya başladı. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi. Yedinci çalışta açtı telefonu. Öyle bir durumdaydım ki, sesimi kontrol edemeyeceğimi o an değil telefonu yedinci açışında anladım. Uğursuz rakamımdır yedi çünkü. Ne zaman başıma bir şey gelse ya ayın yedisinde, ya yedinci ayda, yada haftanın yedinci gününde olmuştur. Ne zaman kötü bir şey olacak olsa içinde hep yedi olmuştur. "Ne var? Ne oldu bu kadar arayacak? Birde telefonu meşgule atıyorsun. Madem aramayacaksın tekrar niye arıyorsun ya!" "Kızım..." dedi sadece. Sesi titriyordu. Anladım o an ciddi bir şey olduğunu. "Ne oldu?" dedim. Bir iki saniye sustu. "Baban..." dedi. Anladım orada. "Gitti mi?" diyebildim sadece. Anlatmaya başladı sonra. Tahmin ettiğim cevabı aldıktan sonra kulaklarım tıkandı zaten. Bir yıl önce babamı bir hastaneye yatırdık, uyuşturucu bağımlısıydı. Ne bulursa içerdi MDA, afyon, morfin, bonzai, kokain, eroin, tiner, bali... Aklınıza gelip gelebilecek kafa yapan her şey. Yıllarca sokaklardan topladım babamı. Öz babama annelik yaptım. Çok acıdı canım. Ne zaman patlama noktasına gelsem, annen dedi bana. Annen gitmeseydi... Ama ben vardım. Kızı vardı. Olmadı. Son çare ciddi anlamda tedavi görmesine karar verdik maaile. Tamam dedi, yapacağım. Iyileşeceğim. Bu kez sana yaraşır bir baba olacağım. Bir haftanın sonunda kaçtı hastaneden. Bulduk tekrar yatırdık. 1 ay geçti içeriye ot sokmuş. Kubar. Gürültü şamata. Doktorlar ilk zamanlar bunların normal olduğunu söyledi. Her hastada karşı karşıya kaldıkları durumlarmış. Alışmak gerekiyormuş, burada en büyük rol bize düşüyormuş. Dıdısının dıdısıymış. İlk altı ay böyle geçti, sonra babamla konuşmaya başladık iyi görünüyordu. Ondan umudumu hiç kaybetmemiştim. O kadar güzel bakardı ki birde haylaz çocuklar gibi. Aşıktım ona ben. Kahramanımdı benim. Hiç itiraf edemesemde yıllarca hep tersini iddia etsemde aşıktım ona. Deli gibi hemde. Saçlarının telleri dans ederdi rüzgarda, esmerdi, burnu büyüktü biraz, gözleri çekikti. Çok uzun değildi. Kisa da değildi. Hafif göbeği vardı. Öyleydi. Gözümün önünden hiç gitmedi. Dün konuştuk hatta. "Buradan çıkmam yakın. Bak görürsün. O zaman seninle midye yemeye gideriz limana. Denize gideriz, tatile çıkarız. Sonra ne istersen onu yaparız. Her şeyi telafi ederiz." demişti. Bende çok mutlu olmuştum. Bütün gün ağzım kulaklarımda dolaşmıştım. Olmadı. Olmuyormuş öyle, vizyonsuz hademenin biri tutup babama yandakçı olunca olmuyormuş. Son altı aydır böyleymiş. Parayı ver, emaneti alcılık oynuyorlarmış. Bir daha midyeye limon sıkıp karşılıklı yiyemeyecek olmamızın sebebi buymuş. Bu sefer istedikleri gibi olmamış ama. Dozunu çok yüksek kaçırmışlar. Babamda gece titreye titreye ölmüş. Hademede korkudan topukları kıçına vura vura kaçmış gitmiş. Halam bunları anlatırken uğuldamaya başladı her şey. Saatte 240 km yol yapan araba bile o kadar yavaşladı ki gözümde, yapıştım banka. Dinamit boğazıma kadar geldi ama o bile patlayamadı bu acıdan. Telefonu kenara koymuşum onu bile fark edemedim. O an sadece bir bankı neden otoban kenarına yaparlar onu düşündüm. Bir bankın olması gereken yer egzosundan küçük kara bulutlar çıkıp masum insanları hasta eden yer olmamalıydı. Bana göre yanlıştı bu. Bir tek bana göre değil, kyoto protokolüne görede yanlıştı. Yanımdan kovduğum kediye göre bile yanlıştı. Kıçını şoför koltuğuna koyan gerizekalıya göre bile yanlıştı ama bunu böyle yapanda oydu. Evrene, doğaya, kedilere, her şeye göre yanlıştı. Bir bank neden otoban kenarında olur ki? Benim bir sevgilim olacak olsa, burada bir anı bırakmak istemezdim onunla, kitap okuyacak olsam onuda yapmazdım. Müzik bile dinlenmezdi burada. Arabalara bile bakılmazdı. Hayata pembe gözlüklerle bakan polyannalar bile tiner çekerdi burada. Bir bank otoban kenarında olmamalıydı, bunu buraya koyan peyzaj mimarıda istifasını verip defolup gitmeliydi ülkeden. http://isilovic.blogspot.com.tr/2017/05/otobandaki-bank_18.html?m=1
0 notes
dogumgunumesajlari · 7 years
Text
Son Sözler
Ben öldükten sonra tablolarım çok para edecek Ayşegül.
Baba... Ben hamileyim.
Kim bekler lan yeşilin yanmasını?
Sevgilim, abin bizi böyle görse ne yapardı?
Şişşt çocuklar, şimdi hepimiz birden sandalın öbür tarafına yüklenelim. Sandal batacak diyeSelami'nin ödü kopuyor...
Evet arkadaşlar! Dikkatle izliyorsunuz. Şimdi bombanın pimini çekip 10'a kadar sayıyoruz... Bir, iki, üç, dört, beş, al...
Abiii, formating drive c ne demek?
Abi, şeytan doldurur...
Karıcım, son günlerde biraz kilo aldın galiba?
Kadıköy Fener'e mezar olacak.
Bahse girme ben bu şeyi yerim.
Korkma hanim bu saatte kapımızı kim çalacak? Tanıdık biridir...
Yalan söylüyorsam şuracıkta öliim...
Tahliye mi oluyorum imam efendi?
Gel abi burası boyu geçmiyor...
Gelen şey köpek balığına ne kadar benziyor...
Hep birlikte gelmeye cesaret edemezler.
Korkma ben attığımı vururum.
Elektrikçiye ne gerek var canim, ben simdi hallederim...
Ben sarı ışıkta geçerim.
Oğlum lan şu herife ayı deme bak.
Aya bak aya! Kamyon farı gibi...
Yaklaşırsanız atlarım...
Bakın çocuklar, bu deney seti, kapağı açılınca güvenlik önlemi olaraktan elektriği keser.
Yaw Ruhi abi burası galiba Fener tribünü diil yaw...
Çavuş bu fitilin uzunluğu ne kadardı?
Bence burada mayın yok.
Kanın yerde kalmayacak!
Çekilsene önümden kro herif!
Bi kere yaptım, yine yaparım...
Merak etme bizi vuramaz, menzilin dışındayız...
Erkeksen vur!
Yok, olum elektrik gelmiyor şu anda...
Kadranda 260 km/h yazıyor ama ben bunu geçerim hoca...
Bungee jumping çok zevkli bir olaymış ya...
Sevgilim uçaktan arıyorum..
Korkma, bu tünelden yıllardır tren geçmiyor...
Abi ben bu ayıyı silah kullanmadan öldürürüm...
Yok, merak etme formatlamam hard diskini, biliyorum ben bu işi...
Anne, az önce üzerinde kızılay olan dolaptan bonibon alıp yedim...
Benj sarhojz değilim! (direksiyon başında)
Su şişesinin üstünde neden "Siyanür" yazıyor?
Şu anda konuştuklarımızı duysa bizi öldürür.
Gel bak Pentagon'u hack ettim!
Allaah! Adam çarpılıyor len, yardim edin!
Bak, işlemciyi çıkar, kabloyu 220 Volt yazıyor ya, heh, oraya tak!
Yaw bu kadar korkma Neriman. Sen hiç teleferik kazası duydun mu?
Rasim abi şu omzumu bi kütürdetsene.
Geeeel, geeel sağ yap geeel...
Müjdemi isterim Turan abi bir kızın daha oldu.
Bak nasıl karşıdan karşıya geçiyorum izle... Şeytan doldurur Şemsi abi yapma!
Çok hızlı gidiyorsun sevgilim.
Yaw bu kapuskanın neyi var böyle.
Karakoldan bu kadar korkmayın yaw...
Yaw tüp mü kokuyor Osman?
Komando ormanda ne bulsa yemeli...
Yaw bunların hangisi benim romatizma ilacım?
Kıpırdamazsan saldırmaz... Hiç kıpırdama...
Şimdi aldığımız bir habere göre bir grup terörist televizyon stüdyolarını tek tek basarak spikerleriöldürüyormuş.
Lan oğlum Rus ruleti öylemi oynanır, dur da göstereyim.
Sirk denen şeyi hiç aklim almıyor Kamuran... Şu koca aslanı nasıl da eğitmişler?
Bekle Cemsit abi ben bi dalıp çıkacam.
Yaw suna bak, ne kadar gerçekçi bir oyun....
Rasim abi, kafesin kapısı kapalı, değil mi?
Bak simdi nasıl sollayacağız.
Abi bu yeni aldığım modem için paratoner taktik, bişey olmaz.
Vakkas abi. Senin için öyle böyle diyorlar, doğru mu?
Oğlum, 5 taş çaldım ruhun bile duymadı.
Demek piranha dedikleri şey bu. Hiho, bak Hulusi abi bıyıkları ile oynuyorum bir şey olmuyor.
Doğalgazın ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor ve doğalgazla çalışan ilk ocağı huzurlarınızda yakıyorum.
Evladım, beni karşıdan karşıya geçirir misin?
Bah bah bah hala uzunlarla geliyor...
Canikom, bu etin tadı sana da biraz garip gelmedi mi?
Hala karlı gösteriyor mu hanim?
Ben denedim korkmayın.
Bak Kadri abi, suyun derinliği önemli değil, asıl iş atlamasını bilmek...
Hihoha... Bak gelen şey köpekbalığına ne kadar da benziyor.
Yapma Satılmış abi, şeytan doldurur.
Sözünü geri alman için sana beş dakika veriyorum.
Bu külüstür essahtan 200 yapıyor mu?
Ben bunu bilir bunu söylerim Refik. Tren yolculuğu en güvenilir yolculuktur.
Arkamda duracağına gel de uçurumun manzarasına bak kocacığım...
Semra'cığım bak arabanın ibresi 200'ü gösteriyor.
Valla bak sarhoş bile olmadım bacanak. Gel bir büyük daha devirelim sonra yola çıkarız.
Korkacak bir şey yok sevgilim. Bir imza için karakola çağırıyorlar... Hepsi bu...
Bak bu sana son tıraş oluşum Refik abi. Peşin peşin söylüyorum bu sefer de oramı buramı kesersen bundan sonra başka berbere tıraş olurum haberin olsun.
Boğaza gelip temiz hava almayı iyi akıl ettik...
Çocuğum oynama şu arabanın el freniyle...
Aaa evler ne kadar yakınlaştı Perihan. Sanki uçak çatıların üstünden uçuyor. 
Operasyon başarıyla tamamlanmıştır.
Hani bu kontrol kalemi bozuktu? Bak ne güzel gösteriyor iste.
Ulan bir de memleket ilerlemiyor derler. Şu bindiğimiz asansörler on sene öncesine kadar Yugoslavya'dan getirtilirdi. Bunu bizimkiler yapmış. Ne eksiği var?
İddia etme Ebru'cuğum. Fren sağdaki pedal bence..
Ohooo doktorun her dediğini yapsak açlıktan ölürüz birader. Hadi yiyin yiyin afiyet olsun...
Abi, ben bu arabayla gözü kapalı 180 yaparım be, ne diyon sen!
Hiii, kocacım! Sen Ankara'da değil miydin?
Baksana, nötr olan tel bu muydu?
Oğlum bırak o tüfeği, şeytan doldurur.
Ulan, biz bugüne kadar kaç bomba imha ettik be! İşimi bana mı öğretiyon, lavuk! Kes şu mavi teli!
Sayın seyirciler! Şimdi en büyük numaraya geldik. Aslanın ağzını açıp, başımı içine sokuyorum.
Bu günkü deneyimizde, basınç altındaki metan gazına elektrik deşarjı uygulayacağız. Ortamda oksijen yoksa bir şey olmaz.
Arkadaş, biz denizde büyümüş adamız. Şimdi sana 30 m dipten kum çıkarayım da gör.
Burası eskiden mayın tarlasıymış ama artık bir tane bile kalmadı.
Fişi çekmeye hiç gerek yok, bu devrede sadece 5 volt var. Hemen hallederim.
Havlayarak üzerimize geliyor, çünkü bu cinsler çok insan canlısıdır.
Korkma, bu silaha 50 yıldır tek kurşun girmedi.
Paraşütü en aşağıda ben açacağım.
Aslanın kafesi boşken içine bir girelim bakalım nasılmış?
Bakin şimdi şu boğayı nasıl tek başıma devireceğim.
Komutanım, pimini çektikten sonra kaça kadar sayacaktık?
Olum bu mantarlar zehirli değil, bak ben nasıl yiyorum.
Amma keskin virajmış yav!!
Evet, Murtaza benim, bir durum mu var?
Bak şimdi tren durmadan nasıl atliycam.
Kim yağladı bu sarmaşıkları? (Tarzan)
Ben zaten ölmüşüm, hadi vur beni.
Dikkat kaptanınız konuşuyor: Eşhedü en la ilahe illallah ... (Pilot Temel)
Canıım!!! Ne kadar sevimli bir köpeksin sen öyle.
Merdiveni sıkı tut, tamam mı?
Aaaa! Kim koymuş bu kabloyu yolun ortasına? Dur şunu kaldırayım şuradan...
Önüne baksana lan! Ne çarpıyon omzuma?
Bu kadar korkma canim! Bu yılanların hepsinin zehirleri alınmış.
Vay beee!! Ne kadar da yüksekmiş bu bina! İnsanlar... Arabalar... Buradan karınca gibigözüküyor. Oğlum! Gel buraya çık. Armutların en iyisi ağacın yukarısı...
Bu barajın ülkemiz için hayırlı, uğurlu olmasını diliyor ve hafriyat çalışmalarını başlatacak ilk dinamitleri patlatmak için düğmeye basıyorum.
Aklınca beni kandırıcan öölemiii! Yutar mıyım ben o oyuncak tabancayı?
Höst ulan pis inek! Kalk şu yolun ortasından! Ne işin var burada! Deh! Deh! Deh! Ahh! N'oluyo size yaaa? (Hindistan'da)
Uçağın pervanesini görüyon mu? O kadar hızlı dönüyo ki sanki dönmüyormuş gibi.
Basağrısı ilacımı içip hemen gelicem.
Kaplanlarda aynı kedi yavruları gibidir. Bak böyle gıdısından sevecen bak iyi bak...
Unutmadan, hemen hatırlatayım, herhangi bir kaza ihtimaline karşı silahı temizlerken namlusunun….
Buralarda çığ düşmesi pek ender görülür, korkacak bisey yok.
0 notes
triptoartsworld · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Mükemmelsiniz
108 notes · View notes
triptoartsworld · 4 years
Text
Seninle şöyle
Tumblr media Tumblr media
136 notes · View notes
triptoartsworld · 4 years
Text
En iyi dostla aynı zamanda anne olmak...
Tumblr media Tumblr media
86 notes · View notes
triptoartsworld · 4 years
Text
Kedi kurtarma operasyonu son hız devam ediyor müthişsiniz
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
78 notes · View notes