Adanmış 01. Sezon 17. Bölüm: Nar Şerbeti
12 EKİM 2022 devam ediyor...
"Anne...?"
Cemre, Ayla'yı mışıl mışıl uyurken buldu. Yine de, "Anne, bir tıkırtı var, uyansana," diye fısıldadı.
"Kedidir kedi..." diye mırıldanan annesinin, uyanmaya niyeti yoktu.
Cemre çaresiz, gürültünün geldiği yere gitmek üzere Ayla'nın odasından çıktı. "Hey," diye seslendi içeri, tedbirsiz, "Kim var or'da?"
Bu, beyaz kıyafetler içinde, arkası dönük biriydi.
"Ve-Vef..." diye kekeledi Cemre. "Sen... ölmüştün!"
Önünü dönen Vefa, "Ölmüş olsam, mezarımı boş bulmazdınız öyle değil mi," dedi. "Ben ölmedim Cemre, yaşıyorum... beni öyle kolayca öldüremezsin..."
"A-Ama... s-sen bu zamana kadar nerelerdeydin... bu-buraya nasıl girdin Vefa?"
"Şu anda bunu sormanın sırası değil..." dedi Vefa. "Şu anda, ellerinle ilgilenmenin sırası..."
Cemre, ellerine baktı. İkisi de kanlıydı. Gözlerini tekrar Vefa'ya çevirdiğinde, tam karşısında dikildiğini gördü.
"Son duanı et."
"B-Ben seni sevmiştim Vefa..."
"Boşuna tüketiyorsun nefesini... hem... sevmek bu mu?! Sevgi tanımını değiştirmen lazım... senin gibi vicdansız bir ruh hastası, sevmekle öldürmeyi nasıl birbirine denk görebilir!"
Cemre'nin, "Anne!" diye seslenmesine kalmadan, Vefa elleriyle Cemre'nin boğazını kavradı. "Cehennem'de görüşürüz Cemreciğim," diye boğmaya başladığında, Cemre, "Yapma Vefa..." diye nefes almaya çalışıyordu. "Bağışla canımı... sen benim gibi yapma... ben her ne yaptıysam... mutlu olmak istediğim için yaptım..."
"Sen kimsin ki kimin hayatta kalıp kalmayacağına karar veriyorsun? Ölmelisin Cemre, ölmelisin sen!"
"HAYIIIIIR!" diyerek uyandı. Soluk soluğa, başucunda bir bardak su aranıyordu içmek için. İşte şimdi gerçek Ayla, kızının çığlıkları üzerine odasına koşturmuştu.
"Cemre neyin var tatlım, kötü bir kâbus mu gördün?" diye saçlarını okşamaya çalışıyordu.
"Onu ben öldürdüm," diye buz gibi konuştu Cemre.
Ayla başını iki yana sallayarak etrafına bir bakındı. "İlaçlarını nereye koydun?" diye sordu.
"Anne, yıllardır beni tedavi etmeye çalışıyorsun ama bu gerçek değişmiyor! Bir arpa boyu ilerlemiyorum! Çünkü Emre'yi öldüren benim!"
"Kızım, böyle düşünme, ikiniz de daha çok küçüktünüz, hem ben seni affettim—"
"Anne bana ağrı kesicini getirir misin, başım çok ağrıyor da... bugün okula gitmek istemiyorum," diye öncekinden de buz gibi konuştu Cemre.
"Bugün zaten tatil," diyen Ayla, çıkmaya hazırlandı.
"Ha, anne..." diye durdurdu onu Cemre. "Boş bir kâğıtla kalem de getirir misin?"
"Kızım, kâğıtla kalemi n'apacaksın?" diye soran Ayla, korkmaya başlamıştı.
"Kâbusumu yazacağım..." dedi Cemre. "Bir daha kâbus görmemek için etkili bir yöntemmiş."
Ayla, Cemre'nin istediklerini getirmek üzere odasından çıktığında, Cemre telefonuna sarıldı. Saati önemsemeden, Ali'yi aradı. Onun, "Alo," demesine bile fırsat vermeden,
"Ali, konuşmamız lazım," dedi. "Çok önemli."
"Tamam, ama bana birkaç saat müsaade eder misin Cemrecim?" dedi Ali. "Benim de çok önemli bir işim var, onu halleder halletmez ben seni arayacağım..."
"Tamam..." dedi Cemre sıkıntıyla, ve telefonunun kamerasını açtı. "Ali..." diyerek kayıt tuşuna bastı. "Bu kaydettiklerimi, asla yüzüne bakarak söyleyemezdim..."
*****
"Günaydın Kenan, beni bu kadar erken bir saatte kabul ettiğin için çok teşekkür ederim," diyen Önder, gürültü yapmamaya çalışarak, Kenan'ın ofisindeki koltuğa oturdu. Berk'in uyuduğunu düşünüyordu.
"Kedi gibi miyavlamana gerek yok Önder, Berk gitti çoktan..."
"Nereye gitti..."
"Ne bileyim ben? Genç işte, hafta sonu nereye gideceğine mi karışacağım?! Hem şunun şurasında on sekizine ne kaldı... saldım çayıra, Mevla'm kayıra... ben küçük oğlumla ilgileniyorum, ilgiye O'nun ihtiyacı var."
"Kenan sen manyamışsın hak'katen..."
"N'oldu, Derya'yla geçmişte bir ilişkimin olması, eşşek kadar oğlumuzun olması zoruna mı gitti?"
"Bak Kenan," dedi Önder. "Ben Derya Hanım'la ciddi düşünüyorum, ve bu konuda senden icazet alacak değilim. Ben buraya daha büyük bir mevzu için geldim..."
"Ben de dedim, 'Sabah sabah beni rüyasında mı gördü bu...' Neymiş bu derin mevzu?"
"Gerçek Lisesi'nde olanları bilmemene imkân yok. Sen bir eğitimcisin. Şu Bahar hoca... ne yazık ki elim bir kazaya kurban gitmiş. Onu merdivenlerden iten çocuk da, başka bir öğrencinin evinin çatısından atlayarak intihar etmiş... ama işe bakar mısın, hayatta kalmış ve de komada tutuluyor..."
"Bütün bu olanlar için çok üzgünüm, elimden ne gelebilir ki?"
"Sence de tüm bu olaylar bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu kulağa?"
"Hay ağzını öpeyim!"
"Yok, ben almayayım, alana da mani olmayayım..."
"Tamam... yalnız düşünüp duruyordum, bu Vefa'nın cesedini en son o yarım akıllı babası görmüş... yani katil Vedat, okay, ama çocuğun ölüp ölmediği kesin değil ki..."
"Benim elimde bazı istatistikler de var..." diyen Önder, elini cebine attı. Çıkardığı, bir tomar kâğıttı. "Bunlar, malum öğrencinin, Ekim Güleryüz'ün evinin çatısıyla zemin arasındaki mesafenin metre cinsinden ölçümü."
"Ve-Vefa'nın düştüğü katla bizim zeminin arasındaki fark..." diyen Kenan'ın alnından, soğuk bir damla ter yuvarlandı; ve derhal, duvara sabitlenmiş telsizin düğmesine bastı Kenan. "Kızım uyandırmadım değil mi?" diye sordu.
"Hayır, Kenan Bey... Ne emriniz vardı?"
"Benim ofise iki kahve lütfen... sade ve de acı olsun..." dedikten sonra parmağını düğmeden çekti. "Evet, Önder'im," dedi, "O kadar yüksekten düşen birinin komaya girmesi... Önder, Vefa'nın yaşıyor olabileceğini düşünüyorsun sen de öyle değil mi? Aklın yolu bir..."
"Madem böyle bir fikrin vardı, neden sen gelmedin bana daha evvel Kenan?"
"Bana ne," dedi Kenan.
"Ne demek sana ne Kenan ya, Derya yüzünden bana trip mi atıyordun?!"
"Ne alakası var ya... benim bu Vefa davasından canım yeterince yandı, benden sonra tufan kimin um'runda..."
"Ben senin kadar bencil değilim ne yazık ki. Oğlum klinikte, okuldaki futbol mevzuları da malum, ben bu işin peşine düşeceğim yine..."
"Düş, benim onayımı mı bekliyorsun?"
"Hayır, bugün buradayım çünkü..." dedi Önder. "Senin İstanbul'da kuş uçsa haberin oluyordur. Bana Efe Şimşek'in adresi lazım."
"Efe? Bizim Efe, Ege'nin babası?"
"Kafayı yedirtmesene adama Kenan, kaç tane Efe Şimşek tanıyoruz...?"
"İyi de Efe ne alaka? Tamam, ona ulaşsam ulaşsam ben ulaşırım ama... Vefa hayattaysa bile, onu bursçusunun komada tuttuğuna dair nasıl bir kanıtın var?"
Önder'in gerçekten de hislerinden başka hiçbir şeyi yoktu elinde; ve içgüdülerin delil sayılmadığı bu noktada, elindeki tek ipucunu, ve Nesrin'le Efe'nin planlanan evliliğini, Kenan gibi tekinsiz bir herife söyleyecek değildi...
"Vefa diri olarak Efe'nin elindedir, demiyorum..." dedi Önder. "Sadece... bizi dirisine veya ölüsüne ulaştırsa ulaştırsa Efe ulaştırabilir..."
Hizmetlinin getirdiği kahvelerle birlikte, Kenan'la Önder'in konuşması biraz sekteye uğradı.
"Kenan..." dedi Önder. "Bu işleri yetişkinler olarak elimize almamız lazım... yoksa oğullarımız bu işin peşini bırakmayacak..."
"Oğullarımız, derken?" diye sordu Kenan.
"Canım, Ali'yle Berk işte..."
"Anlıyorum ama, onlar benim oğullarım, sana n'oluyor?"
"Kenan, yapma Allah aşkına..." diyen Önder, kahveden bir yudum hüpletti. "Ben bir eğitimciyim. Ve onlar benim de oğullarım sayılır..."
*****
Berk, arabasına atladı. Son model, hız rekortmeni bir araba olduğu için, Ali'yle dükkâna aynı saatlerde varabildi. "Sen neyin peşindesin lan?" diye sordu Ali'ye.
"Bir şeyin peşinde değilim..." dedi Ali. "Ama madem geldin, bu kaydı birlikte dinleyelim..."
"Ne kaydı?" diye sordu Berk.
Ali, cevap vermeden saatin "start" tuşuna bastı. "Ali! Yangın Ali! Sinan! Arap Sinan! Zeynep! Kara Bela Zeyno!"
Ali gözlerini Berk'e çevirdiğinde, Berk'in çoktan ağlamaya başladığını gördü. Ali, anlam veremeden kulaklarını kabarttı iyice kayda.
"Az daha gidiyordum çatıdan ya..."
"Vefa!" sesiyle, Ali'nin içine bir ateş düştü...
"Cemre?" Ali ağlamaya başladı Berk gibi.
"Ner'de anahtarlığım?" Berk'in, duvara dayalı sırtı kaymaya başladı. Yere yığılıyordu.
"Ama verilen hediye... geri alınmaz ki?" Ali de olduğu yere çöktü.
"Hazal'a ilanıaşk etmişsin?"
"Denizkızı! Senin de mi haberin oldu? Öyle çok utanıyorum ki... ama yapamadım, daha fazla saklayamadım içimde. Çocukluğumdan beri seviyorum Hazal'ı! Bunu Tozluyaka tayfa bile bilmiyor... Ali hariç... Arap'la Zeyno, bir sevdiğim olduğunu biliyorlar, ama adını bilmiyorlar..."
"Hani sadece ben olacaktım?"
"Cemre, sen çok yanlış anlamışsın, ben arkadaştan öte davranmadım ki sana...!"
"Seninle arama giren herkesi öldürürüm! Hazal'ı da öldürürüm! Beni sevmezsen, seni de öldürürüm!"
"Sen ne zamandır biliyorsun?" diye sordu Berk'e.
"Bir süredir. Peki ya sen ne zamandır biliyorsun?"
"Bunu mu?"
"Hayır. Öteki meseleyi..."
"Baban hapse girdikten sonra itiraf etti annem." Ali ondan sonra, ayağa kalktı. "Berk..." diyerek elini uzattı. "Yap seçimini. Ben mi, Cemre mi?"
Berk'in gözleri, saatçinin dükkânının önündeki süs havuzuna dalmıştı. Ali, sorusunu yineledi: "Kardeşin mi, Cemre mi Berk, cevap ver!"
Berk, uzatılan elden destek alarak kendini ayağa kaldırdı. "Ben kardeşimi seçiyorum..."
Ali ona sarıldı. Biraz gözyaşını da, onun boynuna döktü. Berk, "Beni affet," dedi.
Ali, "Neden?" diye sordu.
Berk, "Bunun için," dedi.
Berk, saati Ali'nin elinden kaptığı gibi, kendini dışarı attı ve onu havuzun suyuna soktu. Ali, arkasından koşarak, "Berk, yapma!" diye bağırdı. Berk'in, saati havuzun dibine vurmaya başladığını görünce, bir yumruk attı delikanlıya. Havuzun sularının ıslattığı tekmeler, darbeler, dayaklar havada uçuştu, Berk bir ara, kendini havuzdan çıkarmayı başarıp, saati ayağının altında ezmeye çalıştı. Ali, artık müdahale edemiyor, "Berk, Vefa'yı öldürüyorsun!" diye bağırıyordu. "Vefa'yı şimdi, sen öldürüyorsun!"
Sarışın delikanlı, hızını alamadı, oracıkta bulduğu taşla, saati paramparça etti. "Testere"de Adam'ın, bütün hıncını çıkardığı Zepp Hindle'a vurduğu gibi indiriyordu taşı saate. "Bu kadar yeter," diye bir ses duyuldu. Saatçi Serdar, Berk'e yaklaşmıştı. "Ekranı, yapay zekâsı, kayışı... her şeyi, un ufak olmuş bunun... Artık bunu istesek de çalıştıramayız."
Berk, yorgun-argın bir vaziyette taşı elinden bıraktı, ondan sonra arabasına doğru yol almaya başladı. Serdar, Ali'ye, "Ha'di gel, üşütmeden senin üstüne bir ceket falan vereyim," dedi ve onu dükkânından içeriye sokmaya çalıştı...
*****
Cemre, Ali'nin buluşmak için seçtiği uçurum kenarını çok ilginç buldu. Deniz çok aşağılarda, mavi ve yeşil akıyordu. Cemre, arkasında bir el hissederek ürperdi. Arkasını döndüğünde, Ali'nin gözlerindeki çakmak çakmak bakışlarla karşılaştı.
"Ali..." dedi. "Beni korkuttun..."
"Ya, öyle mi..." diyen Ali, Cemre'nin yanında dikildi. Elini, Cemre'nin sırtından uzaklaştırmadı, saçlarını okşuyor görünüyordu.
"Neden burayı seçtin?" diye kekeledi Cemre.
"Beğenmedin mi?" diye soran Ali, alınmış gibiydi. "Ben çok severim bu uçurumu... insanın ayaklarını yerden kesen bir yerdir..."
"Hayır, muhteşem buldum ben de..."
"Kim bilir buradan düşsen nasıl hissederdin... uçmak gibi olurdu, öyle değil mi...?"
"Şaka ediyorsun herhalde."
Ali, bakışlarını denizden, tekrar Cemre'ye döndürdü. Ona, gözleriyle bir şey anlatmaya çalışıyordu: "Sen benim ilk aşkımı çaldın Cemre, ilk heyecanımı... ilk kez uğruna buluşmalara hazırlığımı çaldın, ilk öpücüğümü... bu yüzden sana son şansı vereceğim Cemre, itiraf etmen için son bir şans..." Ve cebindeki telefonun kayıt tuşuna bastı.
"Asıl sen şaka ediyorsun..." diye Cemre'ye yaklaştı. "Muhteşem olan sensin."
Ali'nin ağzı böyle söylüyordu ama, Cemre gözlerindeki o eksantrikliği görebiliyordu halen. "Şu gökyüzüne baksana..." dedi. "Mavilerle beyazlar nasıl da iç içe... ne kadar da huzur verici... dediğin gibi, uçmak muhteşem olurdu... ama yerçekimi var... Dur, abartma! Çok yaklaştın, bir adım geri gel!"
Ali, dediğine uymadı. "Ege hep anlatırdı..." dedi. "Adrenalin... hiçbir duyguya benzemezmiş. Ne demek istediğini işte şimdi anlıyorum... bence sen de tatmalısın bu duyguyu..."
Çölde görülen bir serap gibi, Ali'nin görüntüsü titredi ve Cemre, onu sertçe yakalamak için o da bir adım yaklaştı. "Delirdin mi sen, düşmek mi istiyorsun?"
"Sen beni tuttuğun sürece düşmem..." dedi Ali ve Cemre'ye daha çok sarıldı. "Sen de öyle. Ben tuttuğum sürece düşmezsin..."
Cemre, Hazal'la Arap'ınki gibi bir pozisyonda olduklarını fark etti. Sanki dans ediyorlarmış gibi, Cemre'nin sırtı denize dönüktü, Ali'nin yüzü... ama Ali o partiye hiç gelmemişti ki! "Ali, bunu neden yapıyorsun?" diye sordu.
"Bir güven testi bu... kendini bana hiç koşulsuz bırakır mısın Cemre?"
"Evet de neden?"
"Benimle paylaşmak istediğin bir sırrın var mı?" diye ikinci bir soru sordu Ali.
"Hayır..." Cemre'nin korkusu ve şaşkınlığı, her geçen dakika büyüyordu.
"Seninle paylaşmak için yanıp tutuştuğum bir sırrım var ve sen de bana bir sır verirsen eşitleniriz, diye düşünmüştüm."
"Neymiş o sır?"
"Ben aslında..." dedi Ali. Kelimeler ağzından çıkana kadar, asırlar geçti sanki. "Annemle babamın... bir araya gelmesini istiyorum."
"Bu 'kadarcık' mıydı?" diyen Cemre, derin bir oh çekmişti ama, henüz her şey bitmiş değildi. "E bu çok normal sevgilim... bunun için kendini suçlamamalısın."
"Kenan'ın nasıl biri olduğunu biliyorsun..."
"Evet, ve Kenan benim babam olsaydı ben de aynı şekilde düşünürdüm... Hatta aynı şekilde düşünüyorum zaten... bazen, çat kapı babam gelsin istiyorum... Hiçbi' şey olmamış gibi, affetsin annem onu... ondan sonra da eski günlerimize dönelim... tıpkı eski günlerdeki gibi mutlu olalım... Eee, geçtim mi güven testini? Şimdi bırakacak mısın beni?"
"Bir şartla..." dedi Ali. "Sen bizim evi hiç görmemiştin Cemre. İnsan sevgilisinin evini hiç görmez mi ya? Senin için de uygunsa... bu gece davetlimsin."
Böyle söyleyince, romantik gençlerin birtakım yetişkin aktivitelerine özenmesi gibi anlaşılıyordu ama, Ali'nin başka çaresi yoktu. Aldığı kayıt, boşa gidiyordu. Cemre, bu gerçeği kendi ağzıyla itiraf etmeyecekti. Ayrıca, Cemre'nin buradan düşmesi, adaletli bir son olmazdı. Cemre'ye, Vefa'nınkinin aksine adaletli bir son sağlamazsa, o katilden ne farkı kalırdı ki Ali'nin?
Önce içinden, "Ölmeyeceksin Cemre..." dedi... "Sürüneceksin..." Sonra dışından,"Ellerine n'oldu senin Cemre?" diye sordu.
"Hiç..." dedi Cemre. "El yıkamaktan dolayı tahriş olmuş olmalı..."
"İnsan el yıkaya yıkaya elini tahriş eder mi Cemre?"
"Boş ver şimdi ellerimi..." Cemre, bir elini cebine attı. "Sana söyleyeceğim önemli şeyi merak etmiyor musun?"
"Hayır..." dedi Ali. "Çünkü söylemeye niyetin olsaydı, şimdiye kadar çoktan söylerdin..."
"Doğru..." diye fısıldayan Cemre, cebindeki mektubu sıktı. "Öyle ya da böyle söylerdim..."
Anlaşılan bu mektup, Cemre Ali'ye verme cesareti kazanana kadar cebinde dolaşacaktı böyle...
"Cemre..." dedi Ali. "Bu akşam bizim için bir milat olacak... ilişkimizde tertemiz bir başlangıç yapacağız, geri dönülmez bir yola çıkacağız..."
Bu cümleler, her yere çekilebilirdi. Cemre, Ali'ye benzer ağırlıkta bir cevap verdi: "Evet, benim için de geri dönüşü yok..."
"Aramızda hiçbir sırrın, yalanın ihtimali bile kalmayacak..."
Ali'nin her bir tümcesi, Cemre'nin ayna karşısında prova ettiği cümlelere dönüşüyordu...
"Günahlarımızdan kurtulduğumuzda, hafifleyeceğiz..." dedi. Ali'nin bildiğini anlamıştı.
Ve korkmuyordu.
Bu, Ali'yle vereceği en büyük sınavdı ve korkaklığa artık paydos etmişti.
*****
Kader, kahvesini yudumlarken, "Ben de Bilal'e karşı boş değilim," diyordu Derya'ya. "Az söylüyorum ya... ben bayağı bayağı âşığım bu adama." Bu kadar cesaretli konuşmasının sebebi, kızının duygularının ortaya çıkmasıydı belki de, kim bilir?
"E ne güzel işte kardeşim!" dedi Derya. "Sevmek suç mu?"
"Değil elbette. Ama çocukların varsa... işte o zaman işin yaş..."
"Kız, Kader..." diye gülümsedi Derya. "Ben bu akşam size geleyim, Zeyno'yu işlerim biraz. Bak, sen elinden geleni yapıyorsun, ama bu kızı çözememişsin daha. Zeyno genç bir kız! Tamam, erkeklerin içinde kıvırcık bebek gibi büyümüş ama, onun bu yaşlarda canı bir kızlar gecesi çekiyordur... bilmez miyim ben? Ben de onun gibi bir Erkek Fatma'ydım... ama öyle çok canım çekerdi ki pijama partilerini... Ben bir güzel yemekler yaparım bugün, siz de çekin pijamalarınızı, analı—kızlı misafirliğimi bekleyin. Yalnız yastık savaşı filan olursa, parçalanan yastıklarının parasını ödemem, bilmiş ol!"
"Âlemsin kız," diye güldü Kader.
"Sana iyi eğlenceler anne," diyerek biri geldi. Ali'nin yüzünde hüzün, acı, keder, hepsi birbirine karışmıştı. Derya doğal olarak, Berk'in futbol heyecanını mahvetmesine yordu.
"Seni yalnız bırakıyorum oğlum, çünkü üzülecek, canını sıkacak bir şey yok," dedi Derya. "Gerçeklerin eninde—sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu varmış... benim başım dik, sırtım pek. Ben... yanlış bir şey yapmadım, sadece sevdim... Berk, bütün okula beni ikinci kadın gibi anlatmış olabilir, ama gerçeği ben biliyorum ya, alnım ak. Ayrıca... senin gibi bir kardeşi reddediyorsa onun bileceği iş... kendi kaybeder."
*****
Cemre, duşta bile en çok ellerini yıkıyordu. Ellerini, sürekli ovalamaktan derilerini kıpkırmızı hale getirmişti şimdi. Duştan çıktıktan sonra, gözleri Ali'yle fotoğrafları üzerinde, kendisine siyah bir elbise seçti.
"Kendimi Bihter Ziyagil gibi hissediyorum..." dedi her zamanki aynaya karşı. "Sadece, ben onun gibi duşumu alıp, bembeyaz cicilerimi giyerek gitmeyeceğim ölümüme... Ölümüme en güzel halimle gideceğim, ama siyahlar içinde... Çünkü ben herkesin aksine, iyi olduğumu iddia etmiyorum, kötüyüm ben, hep kötüydüm... Beni Lady Macbeth sanmasınlar... Ben Macbeth'in ta kendisiyim. Ve ölürken de, savaşarak öleceğim. Bir korkak olsam bile."
Cemre, fotoğraflarını alıp Ali'nin yüzünü öperken, bir sesli mesaj geldi. Telefonunun çağrıları sessizde olduğu için, çaldığını işitmemişti. Sesli mesajı oynattı:
"Cemre, bunları evine gelip söylemek isterdim ama..." diyordu Berk. "Ali her şeyi biliyor. Bundan sonra, sonuna kadar inkâr etmekten başka çaren kalmadı. Sonuna kadar inkâr et, seni ancak böyle koruyabilirim..."
Cemre, göz makyajını tamamladıktan sonra, bir sesli mesaj da o attı. "Merak etme Berk, sen üzerine düşeni fazlasıyla yaptın... Ölüm Ali'den gelirse gelsin... ben ona nar şerbeti der, yine de içerim."
*****
Ali; Berk'le kardeş olduğunu öğrendikten sonra, Vefa'nın bütün resimlerini duvarlarından kaldırmıştı. Şimdi hepsini geri çıkararak zaman geçirdi Cemre'yi beklerken saatlerce. Nihayet kapıda, o gergin zil duyuldu.
"Sevgilim..." dedi Cemre. "Niye kapkaranlık içerisi...? Ner'deyse evden çıktın sanacaktım..."
Ali, "Melek yüzlü şeytan..." diye dişlerini gıcırdattı. Ondan sonra, Cemre'nin şunları duymasına izin verdi: "Romantik aktiviteler karanlıkta yapılmaz mı Cemre...?"
Cemre'nin yüzü, heyecandan al al olmuştu, karanlıkta görülemediğine sevindi yanaklarının. Ali'nin elinden tutarak, odasına kadar gitti. Cemre, Ali'nin odasını çok küçük buldu kendi odasıyla karşılaştırınca. Sadece bir yatak, küçük bir abajur, duvarda muhtemelen Zeyno'nun yaptığı bir tablo, bir de etrafa dağılmış futbol topları ve formalar vardı.
"Vefa'nın ne kadar çok resmi var böyle..." dediği sırada Ali kapıyı kilitledi.
"Sevgilim... bu ne acele?" diyen Cemre, zaman kazanmaya çalışıyordu.
"Sana inanmıştım," diye soludu Ali, "Sana güvenmiştim...!"
Cemre sakince sordu: "Berk mi söyledi sana?"
"Hayır!" diye bağırdı Ali. "Berk'in seni satmayacağını bilmiyor musun...!"
Cemre ağlamaya başlayınca, "Ağlama!" diye bağırdı Ali daha fazla. Öyle ki, annesiyle tartıştığı, duvardaki fotoğrafları yerinden oynatacak, hatta düşürecek şiddetteki o gürültüye benzemişti. "Şu anda ağlıyorsun, ama Vefa'yı öldürdüğün için değil, şu anda ağlaman gerektiği için...! Şu anda ağlaman gerektiği için ağlıyorsun ve, bu da seni pişman yapmaz!"
"Ama ben pişmanım!" diye bağırdı Cemre de... "İster inan ister inanma, senin aşkınla ben daha iyi biri oldum... Vefa'yı öldürdüğüm için çok pişmanım, sana yalan söylediğim için pişmanım, benim yerime Kenan amca hapse girdiği için pişmanım, şu anda Vedat abi içer'de olduğu için pişmanım, her şey için çok ama çok pişmanım ben! Hem... sana söyleyecektim ben! Kaç kere denedim biliyor musun, kaç kere teşebbüs ettim buna..."
"Ne zaman ha, ne zaman...!"
"Hatırlasana, daha o arabada-"
Ali'nin mırıltıları, kızın konuşmasını böldü: "Her şey birer yalandan ibaretmiş demek... Parkta verdiğin öpücük... Kolejin çatısında yaptığın şovlar... Nezarethanedeki ziyaretin... Bizim stattaki desteğin... Berk'in anonsundan sonra arabanda-"
Ali de bu noktada daha fazla konuşamadı, Cemre, "Hepsi değildi!" diye her zamanki savunmasına geçti. "Başlangıçta her şey bir oyundu, evet... ama sonra... ben sana gerçekten âşık oldum Ali. Gerçekten! Vefa'dan sonra ne kadar âşık olabilirsem, o kadar âşık oldum sana! Bak, her şeyi yazmıştım bu mektuba!"
Cemre, telefonun kamerasına anlattıklarını silip, son dakikada yazılı ifade etmişti duygularını ama, Ali ilgilenmiyordu mektupla... "Osman amcaya sakla bu özürleri..." dedi.
"Dilerim! Götür beni Osman amcaya, onun ayaklarına kapanırım gerekirse! Ali ben seni çok sevi-"
"Sus, sus, sus, SUSSSSS!" diye bağıran Ali, kulaklarını kapamıştı. "Söyleme o kelimeyi! Çünkü o kelime, senin gibi cani psikopatların ağzına yakışmıyor!" Ali şimdi de, "Vefa, Vefa..." diye sayıklıyordu... "Nasıl yaptın ha, söylesene..." Cemre'yi omuzlarından yakalayarak sarsmaya başladı: "Böyle mi hırpaladın çocuğu, böyle mi ittin onu aşağı! Şimdi ben de sana aynısını yapayım mı, ha? Ama seni itmek, seni yere düşürmek, seni öldürmez, sana yapacağım hiçbir şey, senin başına gelecekleri Vefa'nın yaşadıklarıyla eşitlemez!"
Ali, hiçbir şey yapmayacağını biliyordu. Kıza zarar vermek bir kenara, asla hayal edemeyeceğini yaptı o an. Ellerini kızın omuzlarından hızla çekerek yanaklarını avuçladı, ve sertçe çekti dudaklarını kendi dudaklarına... Beşinci öpücükleriydi bu. Ne yaptığını fark eden Ali, kendini Cemre'den uzaklaştırarak, "N'apıyorum ben ya!" diye bağırdı. "Sevmemem gerekirken seni, halen seviyorum!"
İşte buydu, bu kadardı... kızın gözleriyle karşılaşmış ve yapamayacağını anlamıştı. Bu yüzden, ortamı karartmış olması filan işe yaramamıştı. Cemre'nin gözyaşları da, artık iyice artarak bir sinir krizinde dökülen yaşlara benzemeye başladı... Ali, geri geri yürüyerek yatağının üstüne çöktü. Şimdi gözlerini elleriyle kapamış, işlediği günahtan kaçıyordu sanki... Cemre'yi görmediği gibi, işitmedi de daha fazla ağlamalarını. Kızın gittiğini düşünmüştü hatta. Ama sol elinin üstünde, sivri bir şey hissetti.
"Al bunu." Sesi yumuşakça çıkmıştı Cemre'nin. Ali, gözlerini araladığında, kendisine bir bıçağın doğrultulmuş olduğunu gördü.
"Öldür beni," diyordu Cemre. "Öldür de, bitsin bu işkence. Hem senin tarafından öldürülmek benim hoşuma gider... al Vefa'nın intikamını. Ölümle aşk, kol kola dans ediyor benim mantığımda anlamıyor musun... Bu bıçağı kendim için saklamıştım. İnan hiç zor değil, öldür beni!"
Vefa'nın adı bu şekilde zikredilince Ali, öfkeyle o bıçağı aldı ve, Cemre'ye çevirdi. Az önce kendi elinin hissettiği sivri ucu, Cemre'nin göğsündeydi şimdi. Ali, sivri ucu birazcık batırarak, nokta kadar bir kanama yarattıktan sonra Cemre'nin göğsünde, bıçağı hızlıca çekerek fırlattı bir kenara.
"Bir işe yaramaz..." diye mırıldandı Cemre. "O bıçak eninde sonunda kesecek beni bir gün..."
Ali; o gecenin sonunda, Cemre'nin gitmesine izin vermişti. Ve de Ali, Cemre'yi Vefa'ya tercih etmişti... Cemre'nin çıktığı odada, ayağa kalkıp, bir süre dikili kaldı. Sonra, telefonu bir bildirimle titredi.
"bluejasmine@nikofotoğrafçılık.com"dan gelen bir mail idi. "Kaydı ilk dinleyen kişiler saatçi Serdar ve Niko'ydu..." diyordu mailde. "Berk saati yok etse bile, Vefa için tanıklık yapabilirler... al Ali, bunlar da kayıtların yedekleri."
Ali, dosyaları açtı ve Vefa'yla Cemre'nin son konuşmaları bir kez daha oynadı. Ama Ali bunları kullanmayacaktı. Vefa mevzusu, artık haddinden fazla karışmıştı. Tütsülenmiş ringa balığı Kenan, gerçek katil Cemre, Vedat ve organ mafyası mevzusu...
Vefa'nın intikam yolculuğunda, Ali düşmanına çoktan âşık olmuştu ve Berk gibi o da susacaktı.
20. bölümde, bu bölümde Ali'yle Cemre'nin arasında gerçekleştiği ima edilen şeyin gerçekten de gerçekleşmiş olduğu, anlaşılacaktır:DDD
Hikâyem bütünüyle Underage etiketini hak etmiyor,o yüzden 20. bölümde onaylanacak bu ayrıntıyı şimdiden bir dipnot olarak paylaşmak istedim.
1 note
·
View note
EYLÜL…
Her gören gözün, her hisseden yüreğin meşrebine göre bir güzelliği vardır.
İnsan genellikle önce görür, sonra hisseder.
Ardından idrak gelir.
Sabah uyanıştır mesela, doğumdur, öğle meşakkat, akşam yorgunluk gece sessizlik, ölüm ve şükürdür…
Bunlar için çaba harcamayız, tabiatın ya da Tanrı’nın, “alın ve kulanın ama değerini bilin, sakın ihanet etmeyin” diye bahşettiği iyilik ve güzelliklerdir…
Ama insanoğlu…
Dün sabah yürüyüşü için erkenden kalkıp yollara düştüm. Henüz güneş doğmamıştı. Etraf sessizdi. Ne köpek, ne horoz sesi, ne balkonlarda asılı çamaşırlar, ne saksılarda çiçekler… Yazlıkçılar ufak ufak terk edip gitmişlerdi. Hava serindi. Yazın kavurucu sıcağından eser yoktu. Gökyüzüne baktım. Doğu’da küçük pamuk balyalar halinde asılı bulutları saymazsak cam gibiydi.
Yürüdüm.
Ağaçlar yaprak döküyordu, rüzgârın yolun kenarlarına yığıp biriktirdiği gazellere basmadan yürüdüm. Yeşillik yerini sarıya, kahverengiye bırakmıştı. Kimi bahçelerde, budanmayı bekleyen, boyunları bükük güller vardı, o kırmızı, mor canım begonviller can çekişiyordu. Sarı sarı ayvalar, kızarmış narlar…
“İşte Eylül!” dedim…
Önümde elindeki metal bastonuna abanmış yaşlıca bir kadın yürüyordu. Buna yürümek denmezdi. Kuvvetini tek ayağına vermiş adeta vücudunu sürüklüyordu. Tıpkı hac’ca giden kablumbağa gibi yavaş ve kendinden emin… Menzil o kadar uzaktı ki…
Kim bilir ne zaman varacaktı?
Acaba varacak mıydı?
Ayrıca menzil neresiydi…
Önüne geçtim. Başında mavi patiskadan bir yazma, üzerinde rengi atmış çiçekli uzun bir entari vardı. Entarinin üzerine kolsuz koyu renkli bir hırka giymişti. Siyah rengi griye dönmüş, yıpranmış ayakkabısının ökçeleri aşınmış, sağlam ayağı yan basıyordu…
“İşte yaşama azmi” dedim içimden.
Sabah çok erken kalkıp yürüyüşe çıkmıştı.
Niçin uyku tutmamıştı acaba?
İnsan kaç yaşında olursa olsun hayata tutunmaya çalışır. Ölüm zaman zaman akla gelse bile hayatın üzerine toz kondurmaz.
Bu yaşama sevincidir…
Misal annem.
90 yaşında. Dün telefonda benden balık yağı istedi. Dizlerinin ağrısına iyi geliyormuş. Arkadaşlarından yaşlı bir kadın vermiş. “Oğlum gönderdi İstanbul’dan ağrılara çok iyi geliyor, al azıcık da sen sür” demiş. O da sürmüş.
“Çok iyi geldi” dedi. “Önceleri biraz yaktı ama bayağı ferahladım…”
Ne desem…
Sipariş verdim. Haftaya elinde olur.
İnsandaki bu yaşama sevincinin kaynağı nedir? Hayatın güzelliği, zevki, sefası mı? Yoksa tabiatın bize bahşettiği, üremek, çoğalmak, geriye bir şeyler bırakmak arzusu mu?
Bunu hep merak etmişimdir.
Belki biri, belki de her ikisi.
Belki de daha fazlası…
Nihayet deniz…
Bir banka oturdum.
Deniz açık mavi bir çarşaf gibi, sessiz, sakin ve sonsuz… Uzaklarda birkaç balıkçı teknesi… Karşı kıyılar hayal meyal… Boylu boyunca yatsam denize/ Dünyadan uzak/ Karşı kıyıda muhayyel bir sevgilim var…
Madra koca bir dev gibi heybetli… Ufuk çizgisi kıpkırmızı… Az sonra bütün haşmetiyle altın bir tabakta doğacak güneş, dağlar ışığa, deniz pırıltıya doyacak… Yer-gök, karınca, kuş… Cümle mahlûkat selama duracak.
Yeni bir gün başlayacak.
Yeni ümitler, yeni hayaller, yeni meşakkatler…
Nasıl demiş Şair:
“…Sevgilim, işte Eylül
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir…”
Anlatmak…
Eylül hüzündür.
Evet.
Anlamak.
Evet.
Ya anlatmak…
Bana göre Eylül bunlardan fazlasıdır.
Size kısa bir Eylül hikâyesi anlatayım.
Yıllar önce, 12 Eylül günlerinde. İstanbul Laleli de avukat bir arkadaşımın bürosuna uğradım. Aranıyordum. Avukatın karşısında orta yaşlı, takım elbiseli bir adam oturuyordu. Kederli bir hali vardı. Omuzları çökmüş, dünyadan vazgeçmişti…
Emekli bir albaymış.
O anlattı:
“Beni yanına götürdüler. Elleri kelepçeliydi. Yaralıydı. Sargıları kan içindeydi. Kollarından asmışlardı. Çok gençti, delikanlıydı.
Bir sivil polis bana:
-İyi bak dedi. Tanıyor musun?
Kafası önüne düşmüştü delikanlının.
Polislerden biri kafasını kaldırdı. Göz göze geldik. Oydu. O benim damadımdı.
-Evet dedim tanıyorum.
-Adı ne?
Mehmet Fatih Öktülmüş…
Birden gözlerinde bir ışık parladı.”Hayır” dedi. “Benim adım Dilaver… Sizi tanımıyorum…”
Nasıl tok, kararlı bir sesti…
Vurularak yakalandığında üzerinden Dilaver Yanar adına düzenlenmiş sahte bir kimlik çıkan M. Fatih Öktülmüş 3 ay gözaltında kalır. Yapılan bütün işkencelere rağmen bırakın “konuşmayı” gerçek adını bile kabul etmez.
Duruşmaya çıkar.
Hâkim:
-Adını sorar.
Dilaver cevap verir:
-M.Fatih Öktülmüş…
Yıllar sonra “Adressiz Sorgular” kitabını okuduğumda bu tavrın ne anlama geldiğini anlayacaktım.
1984 yılında ölüm orucunda can verir M. Fatih Öktülmüş…
Bir hikâye daha var.
Çok uzun yıllar önce Sivas’ta bir arkadaş tanımıştım.
Arkadaşımdı.
İyi arkadaşımdı.
Bir erkek için “güzellik” ne demekse hepsi onda vardı. Boy, pos, endam, yakışıklılık, yeşil gözler, sevecen bakışlar… İyi bir devrimcide olması gereken tüm özellikler de onda toplanmıştı; tevazu, kararlılık, sadakat, çalışkanlık ve merhamet…
Adı Abdullah Meral’dı.
Sıradan bir devlet memuruydu.
O da tıpkı M. Fatih gibi ölüm orucunda can verdi.
Ya başkaları…
17 yaşındaki Erdal Eren, dövülerek öldürülen İlhan Erdost.
Yüzlerce…
M. Ali Kılıç vardı yakın arkadaşım. Ankara Dal’dan cansız bedeni çıktı.
40 yıl geçti aradan.
Bugün 12 Eylül.
40 yıl sonra şimdi, burada, denizin kenarında bankta oturmuş, uzaklara bakıp düşünüyorum:
Nereden nereye…
Şanslı olan kim?
Biz hayatta kalanlar mı, yoksa onlar, toprağa verdiklerimiz mi?
Güneş doğdu.
Dağlar ışıktan elbiselerini giydi. Denizde milyonlarca parıltı, kuş, balık, kedi, köpek ve insan… Cümle mahlûkat ayakta…
Ya 12 Eylül öncesi ve sonrası ölen, öldüren, işkence eden, ihanete uğrayan, ihanet eden, asan, astıran onlar nerede…
Gören göz, hisseden yürek ve idrak eden akıl için:
Tarihin kalbinde…
İyi bir hayat uğruna; barış, kardeşlik ve hürriyet mücadelesinde kaybettiklerimizin aziz hatıralarına saygı ve minnetle…
İyi Pazarlar…
Mirza ARABACI 🖌️🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
1 note
·
View note
Son Sözler
Ben öldükten sonra tablolarım çok para edecek Ayşegül.
Baba... Ben hamileyim.
Kim bekler lan yeşilin yanmasını?
Sevgilim, abin bizi böyle görse ne yapardı?
Şişşt çocuklar, şimdi hepimiz birden sandalın öbür tarafına yüklenelim. Sandal batacak diyeSelami'nin ödü kopuyor...
Evet arkadaşlar! Dikkatle izliyorsunuz. Şimdi bombanın pimini çekip 10'a kadar sayıyoruz... Bir, iki, üç, dört, beş, al...
Abiii, formating drive c ne demek?
Abi, şeytan doldurur...
Karıcım, son günlerde biraz kilo aldın galiba?
Kadıköy Fener'e mezar olacak.
Bahse girme ben bu şeyi yerim.
Korkma hanim bu saatte kapımızı kim çalacak? Tanıdık biridir...
Yalan söylüyorsam şuracıkta öliim...
Tahliye mi oluyorum imam efendi?
Gel abi burası boyu geçmiyor...
Gelen şey köpek balığına ne kadar benziyor...
Hep birlikte gelmeye cesaret edemezler.
Korkma ben attığımı vururum.
Elektrikçiye ne gerek var canim, ben simdi hallederim...
Ben sarı ışıkta geçerim.
Oğlum lan şu herife ayı deme bak.
Aya bak aya! Kamyon farı gibi...
Yaklaşırsanız atlarım...
Bakın çocuklar, bu deney seti, kapağı açılınca güvenlik önlemi olaraktan elektriği keser.
Yaw Ruhi abi burası galiba Fener tribünü diil yaw...
Çavuş bu fitilin uzunluğu ne kadardı?
Bence burada mayın yok.
Kanın yerde kalmayacak!
Çekilsene önümden kro herif!
Bi kere yaptım, yine yaparım...
Merak etme bizi vuramaz, menzilin dışındayız...
Erkeksen vur!
Yok, olum elektrik gelmiyor şu anda...
Kadranda 260 km/h yazıyor ama ben bunu geçerim hoca...
Bungee jumping çok zevkli bir olaymış ya...
Sevgilim uçaktan arıyorum..
Korkma, bu tünelden yıllardır tren geçmiyor...
Abi ben bu ayıyı silah kullanmadan öldürürüm...
Yok, merak etme formatlamam hard diskini, biliyorum ben bu işi...
Anne, az önce üzerinde kızılay olan dolaptan bonibon alıp yedim...
Benj sarhojz değilim! (direksiyon başında)
Su şişesinin üstünde neden "Siyanür" yazıyor?
Şu anda konuştuklarımızı duysa bizi öldürür.
Gel bak Pentagon'u hack ettim!
Allaah! Adam çarpılıyor len, yardim edin!
Bak, işlemciyi çıkar, kabloyu 220 Volt yazıyor ya, heh, oraya tak!
Yaw bu kadar korkma Neriman. Sen hiç teleferik kazası duydun mu?
Rasim abi şu omzumu bi kütürdetsene.
Geeeel, geeel sağ yap geeel...
Müjdemi isterim Turan abi bir kızın daha oldu.
Bak nasıl karşıdan karşıya geçiyorum izle... Şeytan doldurur Şemsi abi yapma!
Çok hızlı gidiyorsun sevgilim.
Yaw bu kapuskanın neyi var böyle.
Karakoldan bu kadar korkmayın yaw...
Yaw tüp mü kokuyor Osman?
Komando ormanda ne bulsa yemeli...
Yaw bunların hangisi benim romatizma ilacım?
Kıpırdamazsan saldırmaz... Hiç kıpırdama...
Şimdi aldığımız bir habere göre bir grup terörist televizyon stüdyolarını tek tek basarak spikerleriöldürüyormuş.
Lan oğlum Rus ruleti öylemi oynanır, dur da göstereyim.
Sirk denen şeyi hiç aklim almıyor Kamuran... Şu koca aslanı nasıl da eğitmişler?
Bekle Cemsit abi ben bi dalıp çıkacam.
Yaw suna bak, ne kadar gerçekçi bir oyun....
Rasim abi, kafesin kapısı kapalı, değil mi?
Bak simdi nasıl sollayacağız.
Abi bu yeni aldığım modem için paratoner taktik, bişey olmaz.
Vakkas abi. Senin için öyle böyle diyorlar, doğru mu?
Oğlum, 5 taş çaldım ruhun bile duymadı.
Demek piranha dedikleri şey bu. Hiho, bak Hulusi abi bıyıkları ile oynuyorum bir şey olmuyor.
Doğalgazın ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor ve doğalgazla çalışan ilk ocağı huzurlarınızda yakıyorum.
Evladım, beni karşıdan karşıya geçirir misin?
Bah bah bah hala uzunlarla geliyor...
Canikom, bu etin tadı sana da biraz garip gelmedi mi?
Hala karlı gösteriyor mu hanim?
Ben denedim korkmayın.
Bak Kadri abi, suyun derinliği önemli değil, asıl iş atlamasını bilmek...
Hihoha... Bak gelen şey köpekbalığına ne kadar da benziyor.
Yapma Satılmış abi, şeytan doldurur.
Sözünü geri alman için sana beş dakika veriyorum.
Bu külüstür essahtan 200 yapıyor mu?
Ben bunu bilir bunu söylerim Refik. Tren yolculuğu en güvenilir yolculuktur.
Arkamda duracağına gel de uçurumun manzarasına bak kocacığım...
Semra'cığım bak arabanın ibresi 200'ü gösteriyor.
Valla bak sarhoş bile olmadım bacanak. Gel bir büyük daha devirelim sonra yola çıkarız.
Korkacak bir şey yok sevgilim. Bir imza için karakola çağırıyorlar... Hepsi bu...
Bak bu sana son tıraş oluşum Refik abi. Peşin peşin söylüyorum bu sefer de oramı buramı kesersen bundan sonra başka berbere tıraş olurum haberin olsun.
Boğaza gelip temiz hava almayı iyi akıl ettik...
Çocuğum oynama şu arabanın el freniyle...
Aaa evler ne kadar yakınlaştı Perihan. Sanki uçak çatıların üstünden uçuyor.
Operasyon başarıyla tamamlanmıştır.
Hani bu kontrol kalemi bozuktu? Bak ne güzel gösteriyor iste.
Ulan bir de memleket ilerlemiyor derler. Şu bindiğimiz asansörler on sene öncesine kadar Yugoslavya'dan getirtilirdi. Bunu bizimkiler yapmış. Ne eksiği var?
İddia etme Ebru'cuğum. Fren sağdaki pedal bence..
Ohooo doktorun her dediğini yapsak açlıktan ölürüz birader. Hadi yiyin yiyin afiyet olsun...
Abi, ben bu arabayla gözü kapalı 180 yaparım be, ne diyon sen!
Hiii, kocacım! Sen Ankara'da değil miydin?
Baksana, nötr olan tel bu muydu?
Oğlum bırak o tüfeği, şeytan doldurur.
Ulan, biz bugüne kadar kaç bomba imha ettik be! İşimi bana mı öğretiyon, lavuk! Kes şu mavi teli!
Sayın seyirciler! Şimdi en büyük numaraya geldik. Aslanın ağzını açıp, başımı içine sokuyorum.
Bu günkü deneyimizde, basınç altındaki metan gazına elektrik deşarjı uygulayacağız. Ortamda oksijen yoksa bir şey olmaz.
Arkadaş, biz denizde büyümüş adamız. Şimdi sana 30 m dipten kum çıkarayım da gör.
Burası eskiden mayın tarlasıymış ama artık bir tane bile kalmadı.
Fişi çekmeye hiç gerek yok, bu devrede sadece 5 volt var. Hemen hallederim.
Havlayarak üzerimize geliyor, çünkü bu cinsler çok insan canlısıdır.
Korkma, bu silaha 50 yıldır tek kurşun girmedi.
Paraşütü en aşağıda ben açacağım.
Aslanın kafesi boşken içine bir girelim bakalım nasılmış?
Bakin şimdi şu boğayı nasıl tek başıma devireceğim.
Komutanım, pimini çektikten sonra kaça kadar sayacaktık?
Olum bu mantarlar zehirli değil, bak ben nasıl yiyorum.
Amma keskin virajmış yav!!
Evet, Murtaza benim, bir durum mu var?
Bak şimdi tren durmadan nasıl atliycam.
Kim yağladı bu sarmaşıkları? (Tarzan)
Ben zaten ölmüşüm, hadi vur beni.
Dikkat kaptanınız konuşuyor: Eşhedü en la ilahe illallah ... (Pilot Temel)
Canıım!!! Ne kadar sevimli bir köpeksin sen öyle.
Merdiveni sıkı tut, tamam mı?
Aaaa! Kim koymuş bu kabloyu yolun ortasına? Dur şunu kaldırayım şuradan...
Önüne baksana lan! Ne çarpıyon omzuma?
Bu kadar korkma canim! Bu yılanların hepsinin zehirleri alınmış.
Vay beee!! Ne kadar da yüksekmiş bu bina! İnsanlar... Arabalar... Buradan karınca gibigözüküyor. Oğlum! Gel buraya çık. Armutların en iyisi ağacın yukarısı...
Bu barajın ülkemiz için hayırlı, uğurlu olmasını diliyor ve hafriyat çalışmalarını başlatacak ilk dinamitleri patlatmak için düğmeye basıyorum.
Aklınca beni kandırıcan öölemiii! Yutar mıyım ben o oyuncak tabancayı?
Höst ulan pis inek! Kalk şu yolun ortasından! Ne işin var burada! Deh! Deh! Deh! Ahh! N'oluyo size yaaa? (Hindistan'da)
Uçağın pervanesini görüyon mu? O kadar hızlı dönüyo ki sanki dönmüyormuş gibi.
Basağrısı ilacımı içip hemen gelicem.
Kaplanlarda aynı kedi yavruları gibidir. Bak böyle gıdısından sevecen bak iyi bak...
Unutmadan, hemen hatırlatayım, herhangi bir kaza ihtimaline karşı silahı temizlerken namlusunun….
Buralarda çığ düşmesi pek ender görülür, korkacak bisey yok.
0 notes