Tumgik
#kendi evrenim
ruequartz · 9 months
Text
Her şey yolunda! 🫧💕🪬
Yaptığım tüm hatalar için kendimi affediyorum.
Ben kendi hayatımın mimarıyım. Ben kendi gerçekliğimin yaratıcısıyım.
Her adımımda ruhum bana yol gösteriyor. Kalp sesimin fısıltısını duyuyorum.
Evren beni mümkün olan her şekilde destekliyor.
Evrenim bir hazine gibidir ve bu sonsuz bir hazinedir.
Geçmişimle barış içindeyim. İçimde hiçbir 'keşke' yok.
Kendime yatırım yapıyorum çünkü buna değerim 🌟
Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
Text
"Siz gerçeklerinizden çok eminsiniz." dedi sonunda, "Evreni, eğer öyle bir şey varsa tabii, kendisine bağışlanmış bir hak gibi kabul eden birinin düşüncelerine güvenemem."
"Ben yalnızca kendi Evrenimle ilgili karar veririm," diye devam etti sakince, "Benim Evrenim gözlerim ve kulaklarımdır. Bunun dışında her şey söylentidir."
Otostopçunun Galaksi Rehberi
Evrenin Sonundaki Restoran
Douglas Adams
7 notes · View notes
pembebirbahar · 9 months
Text
Sonsuzluğun sadece evrene ait olduğunu anlayınca kendi evrenim devran olarak sona erdi.
1 note · View note
fatos48 · 1 year
Text
Kendimi her zaman iyi şeylere odakladım . Sevdim herşeyi , aşkı da bildim sevmenin ne demek olduğunu da öğrendim gördüm hissettim . Bazen hayat insanı bir noktada frenler durmam gerektiğini gördüm durdum . Hayatımda amaçlarım var, saldım akışa bıraktım kimseyi üzmeden kendimi de yormadan . Çalışıp azimli bir hayat istediğimi istediğim yerde yapmak , bolca gülmek bolca mutlu olmak , insanların kötü olduğunu gördüm bu hayatta kalplerinin kötü olduğunu . Huzurlu sade bi yaşamım varken hayatımı bile ağızların da kirletebilecek Kadar basit itibarsız insanlar gördüm . Ne yazık ki ben onlar gibi olamam . Ruhları kirli insanlarla birlikte olamam aynı zamanı onlara harcayamam. Ben hayatı huzuru ailemi kendimi başta yaşamı seviyorum . Huzurlu evimde yaşamak mis gibi uykuya dalmak kendi kendime yanlız bi sekılde kendi kendime kalmak bundan daha huzurlu ne olabilir ki , birisi ne bağımlı kalıp neden kendi iç huzurumu bozayım , ben kendi başıma bir evrenim zaten . İnsan kendi başına da tatil yapıp aktivite yapıp kendi başına da zaman geçirebilir . Yaşamın bana kattığı en büyük nimetlerden yararlanıyorum . Şeffaf temiz bir hayat ile yolumdayım . Mutluyum , haksızlık yapan kötü düşünen herkese ters enerjimi yolluyorum . Haksızlık yapan haksızlık görür . Kötü. Düşünen her zaman mutsuz ve huzursuz olur . Ben her zaman kalbi temiz oldum öyle de olmaya devam edeceğim. Herkes hak ettiği hayatı yaşar. Herkes hak ettiğine herkes hak ettiği hayata teslim oldu . Allahım büyüktür ve herseyi görür . İyiki kendim iyiki kendim . Seviyorum kendimi 🙏
5 notes · View notes
rayofsunlights · 4 months
Text
Çalıkuşu’nu ilk defa dördüncü sınıfta falan okumuştum, okulumuzun kütüphanesinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar braille baskı kitap vardı ve benim de payıma Çalıkuşu düşmüştü, Güzel Yazma Okuma derslerinde kütüphaneye giderdik ve beş dakikada bir el kaldırıp öğretmene şu ya da bu kelimenin ne anlama geldiğini sormam gerekmişti. Bir de o yaşlarda aynı şekilde okuyup bitirdiğim Peter Pan var parmaklarımla çocukluk hafızamın derinliklerine yazdığım. Sonra bir daha baştan sona okumuşmuydum Çalıkuşunu tam emin olamıyorum ama birkaç kez, en azından belli bölümlerini sesli dinlediğimi sanıyorum. Tabii bir de TRT’nin meşhur dizisi var, işte onu defalarca youtube’den izlediğimden eminim.
Bugün Sezen Ünlüönen’in Çalıkuşu üzerine bir yazısını okudum ve içeriğinden bağımsız kalbimin aydınlandığını hissettim. Mahzun ama arzulayan, aşık olan, cesur ve direngen Feride figürünün kuşaklardan aşarak neredeyse kamusal bir figür haline gelmesinin, üstelik bu figürün muazam bir yazın ve dil becerisiyle duygusal evrenimize kaydolmasının belki de hakkını tam olarak şu anda veremeyeceğim kadar büyük bir şans olduğunu bir anda fark ediverdim. Feride bir dildi, işte bugün neredeyse akranım bir genç kadın onun duyusal ve düşünsel evrenini birtakım “eski” meseleleri gözden geçirmek için yardıma çağırıyordu; belki ondan kendine doğru bakıyor, sonra bu bakışları toparlayıp bize de bir ayna olsun diye sunuyordu. Bense o dilin alıcısı olarak oradaydım; Feride’nin hikayesinin nerede bittiğini ve hangi noktada kendim ya da potansiyel benler üzerine düşünmeye, duygulanmaya başladığımı bilemeden, her şeyi birbirine karıştırarak okumuştum romanı. Çünkü okumak en çok böyle bir şeydir. Böylece hepimiz, yani bu örnekte asla en küçük bir mekansal ortaklığı, herhangi bir paylaşımı olmamış ben ve Sezen Ünlüönen, büyümek üzerine, arzu duymak ve hayal kırıklığı üzerine en derin yaralarımızın ve belki sırlarımızın işin içine karıştığı yüklü bir sohbete girişmiş oluyorduk. Hiç şüphesiz gerek kültür çalışmaları gerek antropoloji gerekse edebiyat teorisi, kamunun ortak dili üzerine uzun uzun konuşmuştur ve daha da konuşacaktır ama ben burada, otuzlara parmak ucu uzaklığındaki şu noktada kendime şahsi duygulanımlarım ve zihin akışım içinde, biraz da savrukça gezinme izni vereceğim. Arzunun değişen doğasına dair gevezelik etmek için(ki sanırım insan yaş aldıkça ve yaşamak bir zorunluluk olduğundan arzunun çözünmesi ihtimalinin ürküntüsü insanı buna zorluyor)ondan faydalanacağım.
Bazen kendimi şöyle şeyler için hayıflanırken buluyorum: bundan sonra bir daha ilk aşkın coşkunluğuyla sevebilir misin? İlk defasındaki kadar katışıksız, şüphesiz ve inançlı itiraz edebilir misin? Bir turist olarak yeni bir şehrin sokaklarını keşfetmenin, bir masalı ilk defa dinlemenin, ilk defa bir şehirde kendi kendine var olmanın büyüsünü hissedebilir misin? Tam olarak nerede bilemiyorum ama hayatımın bir noktasında Lacan’I tuhafsamayı, onu biraz yabanıl ve daha da ziyade sinik bulmayı huy edindim. Üstelik bunu çok kez ona başvuruyor olmama ragmen yapıyor ve bunda da hiç bir beis görmüyorum. Tuhaf olanın benim pozisyonum olduğu öne sürülebilir; bense bir düşünceyle bin farklı şekilde ilişki kurmanın mümkün ve nmeşru olduğunu söyleyeceğim. Burada da yine Lacan’a başvuruyorum: ona göre kaygı, aslında bize arzunun aksadığı, sekteye uğradığı alanları gösterir. Belki de, diyorum kendi kendime,  yetişkinlik kaygısı tam da budur: bir ihtimaller denizi olarak orada duran ve o haliyle binbir türlü arzuya kaynaklık eden hayat akarken aynı zamanda birtakım ihtimalleri de oyar, büker, törpüler ya da belki de tümüyle yok eder. Kaçınılmaz bir şeydir bu, bir suyun yatağını dövmesi ve döverek şekillendirmesi kadar kaçınılmaz bir şey. Haydi biraz el küçülteyim, en azından benim için böyle oldu bu: erken yetişkinliğim bir ölçüde bu tür kaygılarla işgal edildi. Ama, diyorum bir yandan, bir bakışta ustalaşmanın hazzı da bambaşka olmalı. Başını biraz çevirip belki biraz ihtihza katıştırarak öteki pencereden aynı sokağın manzarasına bakmanın. Aynı romana defalarca dönmenin, her yeni okumada yeni karşılaşmalar yaşamanın. Kısacası bakışta ustalaşmanın. İşte bu yüzden bugün, bu yaşımda Çalıkuşu’na tekrar dönmekten ve oradan bir metin kurgulamaktan çok büyük keyif aldım.
0 notes
anlamsizaforizma · 1 year
Text
Tanrının elinden yazılan en kusurlu mektubu biziz sevgilim. Ey zamana yenilen aşkımın sahibesi, patakla ruhumun kör karanlıklarını. Zemherilerimi ısıt nefesinle. İçimde Göğüs kafesimi zorlayan, gözleri nemli, bir aşk var. İçten içe öldürüyor beni. Yoruldum artık. Kendi cehennemimin dibinde üşüyorum. Seninle paylaştığım zamanı aldatmamak adına kendimden harcıyorum. Senden sonra dudaklarım dikildi birbirine. Tebessümlerim bir tek katiline gülümsüyor. Yine yazıyor kör hattat mazlum öyküsünü. Artık tükenmek üzereyim. Akrep ile yelkovanın yarışından sıyrılıp, damı akan, tek odalı, yıldızsız evrenime gel bu gece. Konuğum ol.
1 note · View note
emeldicaprio · 1 year
Text
- Aşk var mı sence?
- Vardır elbette.
- Nerede?
- Farklı bir evrende. Dünya ile arasında bir portal var hatta. Aşk denilen bu varlık, yoğun his... Artık ne ad verirsen o. Çok nadiren bizim evrenimize seyahat ediyor. Ve kendi göz yaşlarından bize veriyor. Tabii, sadece şanslı kişilere denk geliyor aşkın göz yaşları... Ve onlar, o an, bir yemin ediyorlar. Aşkın göz yaşları uğruna. Asla ama asla, ihanet etmemek adına onlara verilen bu hazineye karşılık. Ve sonra, bizim masal sandığımız ama aslında gerçek olan aşk doğuyor. Tabii, biz bunu sadece izliyoruz ve aşkın göz yaşlarını bize döktüğünü sanıyoruz her defasında ama, yanılıyoruz. Ama elbet, eğer şanslıysak, bu göz yaşları bir gün bizim içinde akacak. Bizim için dökülecek bir kere ve son kere. Bir gün. Sadece, beklemek gerek...
1 note · View note
saliland · 1 year
Text
sana bazı aşk mektupları
2.
sevgilim, gülüşün kulağımda ağzım kulaklarımda, kalbim güm güm. dudak kenarlarındaki ufak çizgilerinin büyüyüp küçülmesi beni çıldırtıyor. birini dinlerken ne hissettiğini dudaklarından, bi şeyler anlatırken ne hissettiğini gözlerinden anlayabiliyorum. sesinin tizleri ve pesleri. ah o gülüşündeki sesler. ohhh bee ohhh. sen daha fazla gül bebek. sana daha fazla fıkralar, şakalar anlatıcam sana söz.
bebeğim yürürken öyle bi süzülüyorsun ki dünyanın dönüşünü fark ediyorum. salınmak değil, süzülmek değil. sanki suyun içindesin ve dans ediyorsun gibi.
aşkım benim senin o sabrın ve anlayışın, ama en çok da kendine sarılışın. oh ya oh. nasıl da kimsenin olmayışın ve bir o kadar da herkesten oluşun. benim eşek gözlü, zeka küpü, sevecen çiçeğim. aşkım, ruhum, gökyüzüm, suyum, toprağım, havam, ateşim.
yakınca bi sigara aklıma gelen sensin. nefesimde sen. bastığımda yere sen, içtiğimde su sen.
canım evrenim, dünyam, hayalgücüm, çocuklarımın sahibi, çocukluğumun kahramanı, gurur kaynağım.
varlığınla gurur duyuyorum. lütfen sadece ol. kendi yolunda her zamanki gibi.
seni özlemiyorum aşkım. bil bunu. unutma. yola devam.
sana çok aşığım. sen yoksan, yokum. sen varsan, varım. sana ölürüm. senin için ölürüm. aşkım. aşkım.
sana fransızca aşk sözleri söylemek istiyorum. senin için öğreneceğim sevgilim, eşim. eşim. ruh eşim. tek eşim.
güneşim. tek aşkım.
hayat kaynağım.
sana aşığım. sana aşığım. sana aşığım.
0 notes
yaralibiruh · 2 years
Text
Bugün en sevdiğim gezegen olan Mars'ı ziyaret ettim. Yürüyüş yaparken bu güzel gezegenin soğuk havası usul usul yüzüme vuruyor, saçlarımı uçuşturuyordu. Yıllardır, imkansız olsa dahi bir gün orada olmayı hep hayal ettim. Hayal etmeye devam edeceğim. Bugün kızıl gezegenin her karışını adım adım gezdim hayalimde. Yarın başka bir gezegende, başka bir evrende gezip dolaşacağım.
Hayallerim benim evrenim ve ben kendi evrenimin sınırları içerisinde mutluyum.
0 notes
gezegeningizligucu · 3 years
Text
"Savaş elbet bitecek ve ben kelimelerime geri döneceğim."
19 sene önce güneşli bir aralık günü ince kıyafetlerle hastaneye giden babam ve karnı burnunda annem, karlı bir aralık sabahında montlarla kucaklarında bebekle eve dönmüş. Ben doğana kadar güneş ben doğduktan sonra kar olması gökyüzünün de mutlu olduğu anlamına gelir bence. Yoksa niçin aralık ayında mevsim normalinde olmayan hava bir anda düzeliversin? :D
78 notes · View notes
viciaervilia · 3 years
Text
"34'üncü kapıya gelene dek aştıkları kırlar arkalarında kalmıştı. Hava, aralık ayına göre oldukça sıcaktı. Üstünde altın rakamlarla 34 yazan kapıyı tek bir yıldız süslüyordu. Kapıyı açtıkları an yıldız patladı. Kapının yüzeyine yayılan yıldız tozları milyonlarca renge bürünüyordu. Gözlerini kamaştıran süper novayı izlediler saatlerce. Akşam saat on olunca kapıdan içeri girebildiler. Üstlerindeki ince kıyafetler bir anda kalın kıyafetlere dönüştü. Çünkü artık kırlar yoktu. Lapa lapa kar yağıyordu."
6 Aralık 2002 - İstanbul
(03.12.2020)
1 note · View note
mells0 · 3 years
Text
Kendi yalnızlığım benim evrenim olmuş
8 notes · View notes
slepydream · 3 years
Text
Kendi Evrenim
Benim hayatım bir ada gibiydi bu adanın ne başı gözüküyordu ne sonu , ada boştu ama özgürdüm . Sonra adaya biri geldi ve beni paramparça edip gitti . Ben ise bir daha o kadar kötü bir yara almamak için bir duvar ördüm ama o duvar beni korumaya yetmedi . Onlar benim bir duvarımı yıktılar ben yıkılan duvarlar yerine 2 katını inşa ettim şimdi ise o duvarların arasında sıkıştım kaldım . Kendimi yalnızlığa hapsettim . Sadece canım yanmasın diye ve şimdi ne canım yanıyor ne de mutluyum artık koca ve düz duvarların arasındayım ulaşılmaz birisiyim bu ise beni günden güne yiyip bitiriyor...
2 notes · View notes
olumsuzsozler · 3 years
Photo
Tumblr media
Modern insan, neredeyse on binlerce yıl önce sahneye çıktığı andan itibaren, kadınlardan doğan, büyüyen ve yaşlanan, sonunda hareket etmeyi ve nefes alıp vermeyi kesen ve en sonunda da cansız kemiğe dönüşen fiziksel bir bedenden fazlası olduğuna dair bulanık bir kavrayış taşımış görünmektedir.
Victor Stenger
Tumblr media
╚►Sözler Gif:
Tumblr media
Victor Stenger Sözleri:  (1935-2014) Bilim sizi aya uçurur. Din sizi binalara sürükler.   Victor Stenger   Bir Ateistin tişörtünde yazdığı gibi: Hadi gülümse. Cehennem yok.  Victor Stenger   Evren bize göre ince ayarlı değildir; kendi evrenimize ince ayarlıyız.   Victor Stenger   Hiçbir şeyin bir şeye geçişi doğaldır, herhangi bir aracı gerektirmez.  Victor Stenger   Büyük patlamayı doğrulayan gözlemler, önceki bir evren olasılığını dışlamaz. Victor Stenger   Kuantum mekaniğinin sözde gizemleri , matematiğinde değil felsefi yorumundadır.   Victor Stenger   Tanrı’nın amaçlarına ulaşmak için gerçekten bunca acıya ve ıstıraba ihtiyacı var mıdır?  Victor Stenger   Evrenin kökeni ve işleyişi, fizik yasalarının herhangi bir şekilde ihlal edilmesini gerektirmez. Victor Stenger   Bilim, gerçeğe olan bağlılığını değiştirmeyecek. Sadece dinin saçmalığa olan bağlılığını değiştirmesini umabiliriz. Victor Stenger   Son zamanlarda, teologlar ve teist bilim insanları, yüce bir varlığa olan inançlarına destek arayışında yüzlerini bilime döndü.   Victor Stenger   Dindar bir insanın bu Tanrı’ya dua etmesi boşuna demektir. Dua işe yarasaydı etkileri nesnel olarak gözlemlenirdi. Gözlemlenmiyor ama. Victor Stenger Eğer Tanrı evreni insanlık için özel bir yer olarak yaratmışsa, insanın hiç ortaya çıkmayacağı çok büyük miktarda uzayı israf etmiş demektir.  Victor Stenger   Büyük tektanrıcı dinlerin kesinliği ve dışlayıcılığı farklılıklara hoşgörü göstermeyi zorlaştırıyor ve çatışmaların temelinde bu farklılıklar yatıyor.   Victor Stenger Sorun şu ki, insanlar inancın takdir edilmesi gereken bir şey olduğunu düşünüyor. Aslında inanç , kanıtınızın olmadığı bir şeye inandığınız anlamına gelir.  Victor Stenger Olasıdır ki, eğer Tanrı var olsaydı, varlığına dair sağlam nesnel deliller olurdu. Ama  onun  varlığına  dair  hiçbir  sağlam  nesnel delil yoktur.  Öyleyse olasılıkla Tanrı yoktur. Victor Stenger Bilim adamlarının din ve bilimin ayrı tutulmasını dilemek için pratik nedenleri vardır. Dinin derinlemesine bölücü meselesine girerlerse, beladan başka bir şey göremezler.  Victor Stenger Din bize anlamlı hedefler sağlamak yerine, kendi kabilemizi sevmek, başka kabilelere düşmanlık beslemek, aklı örten imana uymak, rezilce otoriteye tapmak gibi kabile değerlerini salık verir.  Victor Stenger Kutsal kitaplarda ve diğer vahiylerde bulunan bilgi ve görüşler kutsal metinlere kaydedilmiş gerçekleri insanlara vahyeden hiçbir Tanrı olmadığı takdirde nasıl görünmesi beklenirse tam da öyle görünmektedir.   Victor Stenger Modern insan, neredeyse on binlerce yıl önce sahneye çıktığı andan itibaren, kadınlardan doğan, büyüyen ve yaşlanan, sonunda hareket etmeyi ve nefes alıp vermeyi kesen ve en sonunda da cansız kemiğe dönüşen fiziksel bir bedenden fazlası olduğuna dair bulanık bir kavrayış taşımış görünmektedir. Victor Stenger
………………………………………. ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: https://pusulaolumsuzsozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚►Sözler Gif: https://i.ibb.co/GRhFZTy/Victor-Stenger-S-zleri.gif ………………………………………  
youtube
2 notes · View notes
"Sessizliğimi aldım yüreğime,
Gidiyorum şimdi kendi evrenime"
8 notes · View notes
Text
Açık yara kendiliğinden iyileşir. Kendi kendine biraz zaman alır tabii. İlaçlar yalnızca bu iyileşmeyi hızlandırır, basit olarak böyle anlatılabilir. Tepkimeyi hızlandıran katalizör görevidir ilacın etkisi. Yara hava almazsa iyileşmez, hiçbir ilaç merhem olmaz. Bir yere kan oturduysa bırak kanasın derler. Aksın pis kanı, kurtul ondan. Vucüt hiçbir yabancı madde tutamaz içinde istemeden aldığı. Cam batsın mesela, çıkar elbet derinin biryerinden. Bu kadar biyolojik bilgiye neden tutuldun diye sorarsanız, aslında o kadar bizimle ayni ki tüm evreleri iyileşmenin.
Biz de böyle iyileşiyoruz baktığında. Acı dediğin şey zamanla geçer, sizin bu zaman içinde edindiğiniz tüm yarabantları ya ilaç ya da sargıbezi görevi görür. Aslında bir gün elbet o acı geçecektir, sen yalnızca hızlandırdın bu acının geçişini. Nasıl derin yara iz bırakırsa derin acılar da bir hatıra bırakır kendinden hep hatırlatacak. Zaman geçtikçe evet acımaz ama hikayesini de hiç unutturmaz, ayni vücudunda taşıdığın tüm yaraizlerini nasıl edindiğini unutmadığın gibi. Çocukken bisikletten düştüğünde çenende beliren yara izi geçti mi? Geçmez, istediğin kadar büyü. İşte böyle bazı acılar vardır, elbet acıtmaz ama hep hatırlarsın. Hep korkarsın tekrarından. Çünkü bilirsin bir kere o acıyı, tattın! Acıyı yaşamazsan atamazsın, kalır içinde. Gece peşini hiç bırakmayan ay gibi döner durur. Sar başa en başa, dön başa en başa, kurtulamazsın. O yüzden acın hava alacak. Tuz bas demiyorum ama sarıp sarmalayıp halının altına atmanın da yok ki hiçbir faydası.
Bu yaşıma kadar çok büyük sayılabilecek bence dönemin şartlarında normal kabul edilmesi kuvvetle muhtemel şeyler yaşadım bende hepiniz gibi. İlk başlarda hiç de kabullenmedim, halının altına attım. Süpürdüğümde geçecek sandım ama evi bile silmeden tam temizlenmiyor, büyüdükçe anladım. Böyle realite çemberinde konuşmayı öyle çok seviyorum ki, yazdıklarım bana sadece örneklendirdiğimde anlaşılabilecekmiş gibi geliyor hep. Bu yüzden hiç kısa yazılar yazamadım. İfadelerim hep bir çırpıda olsa da anlattıklarım hep uzadı, uzadıkça daha çok sevdim anlatmayı. Yaşadıkça daha çok sevdim yaşamayı. Nefes almak gibi, her nefesten sonra bir dahakini almaya telaşımız değil mi bizim de yaşama sevincimiz yani. Artık yeter, canımı al da kurtulayım dediğin olmadı mi hiç? Benim o kadar fazla ki say desen sonu nereye gider bilmiyorum. Sonsuz bölü sonsuz belirsizliği gibi bir şey bu. Bunu derken bile derin bir nefes çekmeye mecburdum hep. Aslında yaşamaya olan bağlılığımmış bu. E büyüdükçe anlıyor insan işte. Çünkü çok güzel yaşadım, çektiğim herşeye rağmen. Güzel bir hayattı. Bir sürü insan tanıdım ben, hem de o zamana kadar tanıdıklarım beş para etmese de, tanımaya korkmadım. Acını kabullenmekle eş değer bak bu. Bir daha acımaya korkmamak ancak böyle oluyor. Hastalığı bile tedavi etmen için kabullenmen gerekiyor ya, hah! Tam olarak öyle.
Hatalar yaptım, yarabantları sardım. Kimbilir ne iyi insanları heba da ettim. Ama ben sanırım hep sade bir hayatı sevdim. Çok sosyal bir asosyal olmak gibi. Telefonun üstündeki sayıları geçmedi benim dostlarım, güvendiklerim, günün sonunda bana kalanlar. Kalabalıklığınızı eleştirmiyorum asla, ama hayranım böyle kalabalıktan çekinmeyen siz cesurlara. Yaralarıma kremler sürmeyi hiç sevmedim sonra. Bir yerim morarırsa buz tutmam mesela, elim yanarsa suyun altına sokmam. Bilirim, bir süre sonra geçecek. Çünkü her ilacın var bir yan etkisi. Bir yeri düzeltse diğerini bozacak bildim. Ya da ben böyle böyle kaçtım yanlıştan, işte sen adına her ne dersen. Ben kendi kendine tedavi derim ama sen senin için ne istiyorsan öyle de, benden sana kocaman izin.
İçimde ne varsa kustum hep, sonraları tabii. İlk başlarda öyle sessiz bir genç kadındım ki ben. Konuşmaz, anlatmaz, hep anlaşılmayı bekler, anlaşılmayınca yine kızar ama hep susar. Mütemadiyen sabreder. Çünkü sıkmak istemez karşısındakini. Bu ailem olur, arkadaşlarım olur, aklına kim gelirse. Sonra sonra anladım, kan tuttuysa parmağın kanat. Aksın pis kanı. İçimde ne varsa söyledim sonraları, aklıma ilk geleni hemen. Hiç düşünmeden. Karşımdaki kırılır mı demeden. Çünkü beni o ana getiren önemsemedi ki benim kırgınlığımı. Benim susmamın kendime de yoktu faydası. Böyle böyle patavatsız oldum. Ama inan herkes gıptayla baktı hep bana, arkadaş grubum içinde hep parmakla gösterildim. “ senin gibi olsam keşke bende” diyen kaç tane insan gördü bu gözler. O yüzden anlat, kanat . Başkası için yaşama, önce sen!
Olmayanı zorla oldurmaya çalıştığımda oldu, ama kabul etmedi içim. Aynı vücut gibi işte. Tutamadım, tutmaya zorladım. Ama olmadı. Olmayanı olduramayacağımı öğrenmek sanırım öğrendiklerim içinde en kolayıydı. Çünkü bu son evre gibi birşeydir. Kemik gelişimine gelirken kıkırdakta kalmak gibi düşün. Kendi haline bırakma evresi de kemikleşme işte. Plansız, hesapsız, kaderle yaşamak öyle güzelmiş ki, bunu geç farkettim. Ama iyi ki de öyle olmuş. Daha fazla çocuk kaldım çünkü ben. Hepinizden daha çok.
Sonra coğrafya kaderdir ama hep bize pusu kurmuştur diyerek bana en güzel kozunu oynadı hayat. Bana bir oyun arkadaşı verdi, dost, sevgili, sırdaş, dünyanın en sevilesi adamı çıktı geldi. Masmavi gözleri vardı, kırlaşmış saçları. Önce saçlarını sevdim onun, sonra gözlerini. Hangisini daha çok seviyorsun dersen seçemem. Kaz ayaklarını da sevdim çünkü, kocaman ellerini de, yufka yüreğini de, merhametini unutuyordum az daha. İyiliğe olan telaşını, hevesini, neşesini sevdim. İnsanlığını, yaşadıklarını, anlattıklarını ve tüm anlatamadıklarını. Herşeyini sevdim, eksiklerini, kusurlarını, elde ettiklerini, etmek istediklerini, nazını, öfkesini. Onu özlemeyi, kokusunu, içtiği kahveyi, giydiği tişörtü. Yaşattıklarını, yaşatmayı istediklerini, baba olmaya hevesini ve çok tutmasa da hiç elimi bırakmayışını sevdim. Mecazen bırakmaması bile o yokken parmaklarını avuç içlerimde hissettirdi bana. Çok sevdiğim tek günümü yapmayı iple çeker oldum onu tanıdığımdan beri. Çünkü yazdım, yazıkça yazdım. Anlattım onu, ama buraya ama kendime ya da başkalarına. Tanımadığım bir insana, havada uçan bir kuşa. Bana kıskançlık ile güvenin arasındaki farkı öğretti, yaralarını gösterdi. Yaralanmaya korkuşunu da sevdim onu, yaralayana da kızdım. Belki bugün o sayede yanında bile olsam onu yaralayan her kim ise kızdım ben, o kadar güzel bir kalbi kıracak kadar nasıl merhametsiz olabildi bu kadar? İnsanlığa sığmaz ki.. ben onu sevmelere kıyamadım. Kıyamıyorum, içim gidiyor ona bakarken, ellerini tutarken güçleniyorum, kolu omzumdayken evrenim değişiyor. Kaybettiğim çocukluğumu geri verdi bana, yalnızca kendi olarak. Yirmiyedi koca sene sanki onu beklemişim, bebekken bile beklemişim ben onu, sevmişim. Bilerek kendi kendime iyileşmişim, onun geleceğini bildiğimden. Bilerek yalnızlaşmışım, kılıcımı, kalkanımı safi bırakmışım, unutmuşum bir yerde hep onun geleceğine telaştan. İyi ki unutmuşum, iyi ki hiç böyle sevmemişim. Çok demek az kalır, ilk demek yanlış, farklı demek basit ben onu başka bir evrende yaşadığını hissederek; aynı yörüngenin içinde dönerken birbirine hep aynı mesafede olan gezegenlerin denk gelme imkansızlığına aldırmadan, güçlü, sade ama sonsuz bir sevgiyle, sığınarak, sarılarak, sarmalayarak, hiç anne olmamama rağmen yeni doğurduğum bebeğimi koklar gibi seviyorum. Hem de kavuşarak. 8 milyar insan içinde ona rastlayacak kadar şanslı olarak, bu kadar fenalığın içinde sanki onun İçin temiz kalarak, kıymet bilerek, kıymet de görerek, katıksız bir sevgiyle seviyorum. Kavuşunca aşk olmaz diyenler halt etmiş, paçalarımdan aşk aka aka seviyorum. Sanki o hep varmış gibi, sevgili olmasak da paralel evrende yansımammış gibi, bir ayna gibi, monalisanın gülen yüzü gibi, çingene kızının utancı gibi, yaptığı müzikleri duymadan bir dünya klasiği olan Ludwig Van Beethoven gibi, ampulu binbirinci deneyinde bulan Edison gibi, yüzlerce örnek ile tanımlayabilecek kadar çok, anlatmaya korkan ürkek bir kız gibi naif seviyorum.
Günün sonunda tek bir şey ile sonlandırıyorum günü hep, iyi ki seviyorum onu böyle çok. İyi ki bu kadar şanslıyım. Şükrediyorum, ki bu o kadar önemli ki. Birlikte geçecek her iyi, kötü, mutsuz, mutlu, öfkeli anı iple çekiyorum. Çünkü şu gelip geçici hayatı en çok onun yanında seviyorum ama en çok da onu!
2 notes · View notes