Tumgik
#kesilmiş saçlar
songeceresitali · 2 years
Text
‘‘Yeryüzüne küstüğünden, gökyüzüne asmış kendini’‘
242 notes · View notes
iremmiee · 5 months
Text
Tumblr media
İnsanlar acı çektiklerinde "siyaha" bürünürler.
İnsanlar acı çektiklerinde "kırmızılarla" probagandaya başlanır.
Acının rengi siyah veya kırmızı değildir aslında.
Beyaz.
Hayatın size kattığı her yaşam,her acı sizin ipek saçlarınıza bir "beyaz" olarak döner mesela.
Kalbin hissettiği en büyük acı aşk değil midir? Bembeyaz gelinlikler neden beyazdır peki?
Ak saçlar çoğaldığında ve bembeyaz kesilmiş bedeniniz yine beyaz kefenlerle örtüldüğünde , bu sefer de yolumuzu kesen ölüm değil midir?
Mavi denizin karşısında rüzgardan saçları uçuşurken gözyaşlarını silen o kadın, yol almış bir geminin arkasından terkedilirken gözleri geminin beyazına takılmaz mı hiç?
Hava limanında nefes nefes kalmış o adam ,sevgilinin gidişini ,mavi gökyüzündeki o kocaman beyaz lekeden,o uçaktan izlemez mi ?
Yüzyıllar boyunca acılarla yaşamış "kadınların" güzel gerdanını süsleyen en eski kolye,inci kolyeler değil midir?
Acının rengi beyaz değilse nedir?
16 notes · View notes
aynodndr · 1 month
Text
Tumblr media
Merhaba İstanbul
Bu benim dünyaya ilk gelişim,
Yıkarak saltanatını koca Fatih’in.
Kundakla kefen arasında bir gün,
İstanbul, İstanbul deyişim.
Merhaba Kızkulesi, merhaba Eyüp Sultan, Kanlıca, Şehremini merhaba...
Bir İstanbul esiyor çocukluğumdan,
Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
Yuşâ’dan mı okunur o ezanlar, Hırka-i Şerif’ten mi?
Komşularımız kaptanlar, malta taşlı ikindilerden kalan.
Hâlâ o beyaz gergeflerde mi?
Bir tarihi gömmüşler Karacaahmet’inde Üsküdar’ın,
Sanki çarşaflı kadınlar mercan terliklerinde unutulan.
Duyûn-u Umumiye emeklisi faytonlar,
Hâlâ bir sonbahar Acıbadem’de,
Cuma selamlıklarından beri saraylılar.
Merhaba Beylerbeyi, merhaba Sultan Selim, Merhaba iki gözüm İstanbul’um, merhaba...
Aşı boyası sokaklarında ne mevsimler eskimiş,
Sakalsız saçlar kestirdiğim ince boncuklu berber dükkanları.
Kapalıçarşı Bakırcılar, lâcivert mayıslarda köprü altları,
Ve Boğaziçi’nde Şirket-i Hayriye duman duman..
Nerdesin o İstanbul, nerdesin...
Hani çıkrık seslerinde mehtapları dinlediğim,
Mediha teyzelerin leylâk bahçeleri,
Büyükbabamın Kuvay-ı Milliye hikâyeleri.
Hani tahta tekerlekli arabalarım.
Hani bayram yerlerinde unutulan asude çocukluğum.
Gene bir başka İstanbul’du bir zamanlar kafesli ıtırlarıyla,
Beyaz başörtülerin lâvanta çiçekli öğleden sonralarında ıslanan.
Açılır kapanır iskemlelerinde uzun çarşının,
İstanbul’u taşırdı bakır siniler.
Sultaniyegâh'tan bir hıdrellez mesiresi,
Sessiz sadâkat şarkıları söylerdi.
Haliç vapurlarında söz kesilmiş tazeler.
Hey yavrum hey...
Burunbahçe dalyanında İstanbul’u çekerlerdi denizden, Islatmadan...
Kaç bayram mendili geçmişti elimden çeyiz sandıklarının.
Bütün uykularını koynuma alıp uyurdum İstanbul’un.
Rüyalarımda hâlâ o günahlar uyanır,
Hiç geçemediğim sokaklarında işlenen.
Merhaba Sultanahmet, Yerebatan merhaba... Merhaba iki gözüm İstanbul’um merhaba, Merhaba efendim, merhaba...
SADRİ ALIŞIK Saygıyla
0 notes
Note
saçlar kesilmiş diye duydum bakayim saclarına
çok belli değil gibi ama alnım zor kapanıyodu ilk kestirdiğimde
Tumblr media Tumblr media
0 notes
cnarozyilmaz · 1 year
Photo
Tumblr media
“tüyü bitmemiş yetimin hakkını sormazsam namerdim!!” . . Atatürk Amasya ziyareti sırasında, yörenin ileri gelenleri ile Vali Konağı’nda sohbet ederken bir ara tam karşısında oturan 50-55 yaşlarında sakalı göğüslerine kadar inen birine gözleri takılır. Yanında oturan valinin kulağına eğilip sorar: -”Kimdir bu?” -”Efendim kendisi Şeyh’tir. Yörede çok hatırası vardır.” Bunun üzerine Atatürk Şeyhi yanına çağırttırır. -”Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber Efendimiz’inki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir. Şeyh ”Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Toplantı bittikten sonra Atatürk Amasya’dan ayrılır ve aradan birkaç ay geçer… Bir akşam Atatürk’ün aklına Amasya’daki şeyhi gelir. Vali’yi telefonla arayıp sakalını kesip kesmediğini sorar. Vali şeyhin sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını söyler. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ edilmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan şeyh efendinin Atatürk’ü görmek üzere Ankara’ya doğru yola çıktığı haberi gelir. Şeyh Ankara’ya ulaştığında, Atatürk’ün karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık-kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Orada bulunanlar bu değişime çok şaşırırlar ve Atatürk’e bunun nedenini sorarlar: -”Aman Paşam, o şeyh ki sakalına el dahi sürmezdi… Siz ne ettiniz de kökünden kesilmesini sağladınız?” Atatürk gülümser, sonra da yanındakilere dönüp şöyle der: -”Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve şeyhi Afyon’a vali atadığımı bildirdim.” Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bunu şeyhe vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır: -”İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselesine gelince… Bugün koltuk uğruna 40 yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım.” #kamuVinsAnlıkspotu ✌️ #MustafaKemâlATATÜRK ♾️❤️🙏🌹✌️ https://www.instagram.com/p/Cl1TR85MnyN/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
inandigim-masallar · 2 years
Text
İnsanlar ne istiyor? neler okumayı seviyor? neler yazmalıyım? Onların istediğini mi vermeyelim yoksa kendi içimden gelen neyse onumu yazmalıyım?
Düşünüyorum, 18 yaşındayken yazdığım şeyler herkese hitap etmiyordu sanki. daha zor, daha anlaşılmaz, daha karışıktı.
O yaşlarda internetten tanıştığım bir adama fena halde aşık olmuştum. Yemeden içmeden kesilmiş, sürüm sürüm sürünüyorum. Hiç görmemişim, ne iş yapar, ne yer ne içer bilmiyorum. Ama yatıyorum o, kalkıyorum o. Bana bir fotoğraf atmış, uzaktan. Onunla avunuyorum. Adamın adını bile çok zaman sonra öğrendim. Ben Afrika olarak bildim, öyle bağlandım. Bir anda takır takır kilo vermeye başladım, onu düşünüp doyuyorum çünkü. Bir gün bana bir şarkı gönderdi. Hiç unutmuyorum, harika bir 2005 yazı, hava biraz serin. Gece yarısını çoktan geçmiş zaman. Annemle, babam uykuda. Bilgisayardan bir ışık geliyor odaya. Gecenin sessizliği, karanlığı. Başka hiçbir şey yok. Sandalyeye oturmuş, öylece ekranda takılmış bir kız çocuğu. O Eylül lise sona başlayacak. Bazı şeyleri çok iyi fark edecek. Bazen yanılacak, bazen pişman olacak. Hata üzerine hata yapacak. Bilmiyor, farkında değil.
Neyse, biz dönelim o güzel Temmuz gecesine.
Bak Gizem sana bir şarkı göndereceğim eminim çok seveceksin diyor bana. Açıyorum o an ona bir kere daha aşık oluyorum. O gün bugündür en sevdiğim şarkı odur. büyüsünden kopamadım. Çok müthiş bir gitarla başlıyor şarkı. Sonra akıp gidiyor. Birlikte geçirdiğimiz zaman boyunca hep güzel müzikler gönderdi bana. Bir kaçını ilerde yine paylaşırım belki. Güzel şarkılar dinledik, güzel şiirler paylaştık. İkimizde de dünyayı, ülkeleri, şehirleri görme isteği vardı. En çok Yaşarın ritmine tutkunduk. İngiliz edebiyatına, Cemal Süreya' ya.
Sanat, edebiyat, müzik..
Tamam dedim buldum hayatımın aşkını. 1 sene kaldı lisenin bitmesine, 4 senede üniversite. 5 sene sonra kapar valizimizi atlarız uçağa. Canımız ne isterse onu yaparız. O benden daha istekli. O zaman üniversitede okuduğunu söylemişti. Ben beklerim senin okulunu dedi. Hayalimiz evlilik, çocuk falan değil. Dünyayı gezeceğiz birlikte. Sanat ve seyahat dergisi çıkaracağız. Afrika'ya gideceğiz, sonra ver elini Avrupa. O zamanki sınıf arkadaşlarımdan yarısı deli gibi ders çalışıyor, hayalleri okumak, kendi ayakları üzerinde durmak. diğer yarısı bir an önce işe yaramaz sevgilileriyle evlenip, 3-4 çocuk yapmak için deli oluyor. Ben diyorum bir adam buldum, biz dünyayı gezeceğiz. Her zamanki Gizem diyorlar, değişik :)
Bilin bakalım ne oldu? senesi dolmadan bizim sanal aşk bitti. Başkasını buldu o, bende rahat durmadım tabi. İlk hatayı ben yaptım. Çok pişman oldum, yalvardım ama yok dedi. Bu tür bir hataya göz yumamam Gizem. çocukluğuna da veremem, kocaman kızsın. Benden çok daha güzel bir kadınla birlikte oldu sonra. Yeşil gözler, kumral saçlar. Baya baya tatlı bir kız. Çok uzun seneler sonra internetten biraz kurcaladım. Sarışın, uzun bacaklı bir kadınla fotoğrafına rastladım. Bayan Nihayet yazmış altına. Bulmuş aradığı aşkı. Bir dergide de yazılarını okudum. Bir kaçta yurtdışı fotoğrafı. Adam istediği her şeyi yapmış.
Peki ben?
Ben aşkı buldum. Ama yazmayı bıraktım, okumayı azalttım. Hiç yurtdışına çıkamadım. Dünyayı göremedim. Sabah işe gidip, akşam geliyorum. Alışverişe gidiyorum, yemek yapıyorum, misafir ağırlıyorum, çamaşır yıkıyorum. Kendim için ayda 1 kere şarap içiyorum. Her cumartesi gecesi mutlaka bir Türk filmi izliyorum. Çiçek yetiştiriyorum. Dostlarıma zaman ayırıyorum. Bazen kendi kendime şiir okuyorum, otobüste sevdiğim şarkıları dinliyorum. Hayatıma inanılmaz büyük bir acıyı da sığdırdım, 27 Ocak 2022 ' de babamı gömdüm. O acıyla baş ettim mesela. Hayattı ki En büyük başarım Gerçek Aşk ve ölüm acısına dayanabilmek. Sonra burayı açtım işte. İnsanların istediği şeylerimi yazayım, yoksa içimden gelenlerimi? Şu anlık bilemiyorum. Şimdilik masalları anlatmaya devam edeyim ben. Sizce bugünün masalının konusu neydi?
İlk Aşk.
Şarkıyıda ekliyorum :)
youtube
22.10.2022 - 15:39
0 notes
biktim-amk-hayattan · 2 years
Text
Kesilmiş saçlar, çizilmiş bilekler, morarmış göz altları, kızarmış gözler ve harabe bir ruh.. bitmiş miyiz? Yoksa yeni mi başlıyor savaşımız?
42 notes · View notes
lancelotsir · 2 years
Text
BAHÇEMİZİN HALİNDEN BAHARIMI KIYASLA
Aynı mekanları farklı kişiler olarak paylaştım çok defa. Aslında hepsi birbirinden keskin sınırlarla ayrılsa da hayatın olağan akışı içerisinde bir berber tarafından kademeli kesilmiş saçlar gibi ayırt etmesi zor bir noktaya gelmişti. Bu ayırdımı yapabilmek için uzaklaşmak ve bu hikayeleri unutmak gerek. Unutmak da demeyelim de gözümüzün önünden kaldırmak gerek.
Şimdi düşününce duyduğum özlemin o günleri tekrar yaşamaya dair olmadığını fark ediyorum. Adına özlem de denilmez belki hatta. Bu daha çok, insanın elinden kayıp gitmiş bir şeyi geri getirecek bir gücü olmamasını bilmesinden gelen bir hüzün, belki de öfke. Yani daha çok nefsin ortaya çıkması ve kendi acınası halimizi kabullenememe. Yaşarken her şeyi kontrolüne almaya çalışan insanın, tüm olasılıklara dair önlemler oluşturan kişinin, engelleyemeyeceği şey; her gün ölüme bir adım daha yaklaşırken geçmişi en iyi ihtimalle hatırlamakla kalabileceği.
İşte şimdi baktığım pencerelerden, adımımı bastığım topraklardan, kullandığım eşyalardan burnuma geçmiş günlerin kokuları geliyor. Flashbacklerle kesitsel olarak geçmişe gidip bana söylenen sözleri, gözlerimle şahit olduğum anları hatırlıyorum. Rabbimin bana bu dünyada mükafatı ve imtihanı olan anı çöplüğü zihnim ile her bir anı şu an yaşıyormuş gibi görürken, aslında bana olmamış ve olacağını bile bilmediğim şeylerden bile daha uzak olduğunu biliyorum. Yine de bugünleri sahici olmadan tekrar tekrar zihnimde yaşatmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Tumblr media
Uğurlar olsun.
17 notes · View notes
ruhsuz-nevale · 2 years
Text
Bitmiş bir hayat, kesilmiş bilekler, kısacık saçlar, yeşile çalan gözaltları. Ahım var, hepinizin üzerinde ahım var. Ölemeyeceksiniz.
13 notes · View notes
aynurant · 3 years
Text
Tumblr media
Sadri Alışık - Merhaba İstanbul
Yorum : Oğuz Gürbüz
Bu benim dünyaya ilk gelişim,
Yıkarak saltanatını koca Fatih’in.
Kundakla kefen arasında bir gün,
İstanbul, İstanbul deyişim.
Merhaba Kızkulesi, merhaba Eyüp Sultan, Kanlıca, Şehremini merhaba...
Bir İstanbul esiyor çocukluğumdan,
Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
Yuşâ’dan mı okunur o ezanlar, Hırka-i Şerif’ten mi?
Komşularımız kaptanlar, malta taşlı ikindilerden kalan.
Hâlâ o beyaz gergeflerde mi?
Bir tarihi gömmüşler Karacaahmet’inde Üsküdar’ın,
Sanki çarşaflı kadınlar mercan terliklerinde unutulan.
Duyûn-u Umumiye emeklisi faytonlar,
Hâlâ bir sonbahar Acıbadem’de,
Cuma selamlıklarından beri saraylılar.
Merhaba Beylerbeyi, merhaba Sultan Selim,
Merhaba iki gözüm İstanbul’um, merhaba...
Aşı boyası sokaklarında ne mevsimler eskimiş,
Sakalsız saçlar kestirdiğim ince boncuklu berber dükkanları.
Kapalıçarşı Bakırcılar, lâcivert mayıslarda köprü altları,
Ve Boğaziçi’nde Şirket-i Hayriye duman duman..
Nerdesin o İstanbul, nerdesin...
Hani çıkrık seslerinde mehtapları dinlediğim,
Mediha teyzelerin leylâk bahçeleri,
Büyükbabamın Kuvay-ı Milliye hikâyeleri.
Hani tahta tekerlekli arabalarım.
Hani bayram yerlerinde unutulan asude çocukluğum.
Gene bir başka İstanbul’du bir zamanlar kafesli ıtırlarıyla,
Beyaz başörtülerin lâvanta çiçekli öğleden sonralarında ıslanan.
Açılır kapanır iskemlelerinde uzun çarşının,
İstanbul’u taşırdı bakır siniler.
Sultaniyegâhtan bir hıdrellez mesiresi,
Sessiz sadâkat şarkıları söylerdi.
Haliç vapurlarında söz kesilmiş tazeler.
Hey yavrum hey...
Burunbahçe dalyanında İstanbul’u çekerlerdi denizden, Islatmadan...
Kaç bayram mendili geçmişti elimden çeyiz sandıklarının.
Bütün uykularını koynuma alıp uyurdum İstanbul’un.
Rüyalarımda hâlâ o günahlar uyanır,
Hiç geçemediğim sokaklarında işlenen.
Merhaba Sultanahmet, Yerebatan merhaba...
Merhaba iki gözüm İstanbul’um merhaba, Merhaba efendim, merhaba...
7 notes · View notes
songeceresitali · 2 years
Text
"Ben iyim doktor.. Sen asıl duvarları tedavi et . Gece olunca üstüme üstüme geliyorlar"
308 notes · View notes
ahlals · 3 years
Text
" Bir duvarın arkasındaki gölge oldu bir gecede. Saçları gün ışığından beyaz, bedeni hantal, işe yaramaz. Buruşmuş teni en az bir ölünün teni kadar solgun kalmış. Güzel mi deseniz, çirkin ; çirkin mi deseniz mavi gözlerinde kaybolmalık... Yaşlıca bir kadın. Kalbi altından da değil üstelik, etten kaplama. Atan bir kurşun, çırpınan bir yaralı ceylan.
Hayalleri olan biri. Güzel gülen, içten gelen samimiyetini sadece istediğine hissettiren... Zor bir hayat yaşamış ancak evinde kırmızı bir tenceresi de olsun isteyen basit mi basit, idealleri olan bir kadın.
Onunla boy ölçüşecek ne var ki bu dünyada? Tam duvarın önünde onunla beraber yaralanmış asıl, on üç yaşında bir beden mi? Çocukluk yağları bedenini kaplamış, hayatı sönmüş bir çocuk. Bir mermer duvarın ardını mı düşünsün? Kulaklıklarını takıp dünyaya sırtını mı çevirsin? Tam o duvarın önünde, tam o duvarın önünde düşen asıl bir beden. Gözleri kayıp oluyor zamanla. Kulakları ağır işitiyor. Bir bedel öder gibi. 'Nasıl beni duymazsın? Nasıl olur da benim çığlıklarımı duymazdan gelirsin?' diyen bir sese karşın öcünü alan o karmaya kollarını açmış bekleyen minik birisi. Uzun saçlar kesilmiş, tırnaklar uzatılmış. Artık hayali yok. Artık nefreti ve sevgisi yok. Bir yol olmuş hayatı, dümdüz. O kim... Bilen yok. Kendi de dahil.
Hayalleri olan insanlar yaşamalı derler. Sahiden hayalleri olanlara mı ilk fırsat verilmeli? Yoksa kendini katilleştiren bu güzel çocuklara mı? Büyükler mi yaptı bunu, yoksa duymazdan gelenler mi? Hayalleri olmayan insan işe yarar mı diye çokça soracaklar. O zaman amacın ve insan olma gayen ne? Hiç. Bir hiç mi?
Senin yerine ölen, ölenin yerine geçmek isteyen sen, buna bile değer misin ki?
Kim oluyorum ben? Kimleşiyorum? Beni, cidden görüyor ya da duyuyor mu bilmiyorum. Sadece, yanına gidip nasıl sormak istiyorum.
Nasılsın bilmek istiyorum.
Mezarının başına geçip toprağını sıkmak ve onu yakalarından silkmek istiyorum. 'Neden daha önce, beni ben olduğum için sevdiğini belli etmedin? Annemsin. Her şeyimsin. Neden, bir kez olsun bunu hissetmedim?' Seni rahat bırakmak istemiyorum.
Yıllarca sesimi duy, kalp ağrımın sebebi olduğun kadar beni anımsa istiyorum. Sen yaralan, acını ben yaşayayım. Ben bunu istiyorum.
-Ahlal Günay
Tumblr media
1 note · View note
metecaglarbozok · 4 years
Text
İkinci bomontiyi üç dört yudum geçiyordu ege üniverstesinin arka bahçesinde saat, üstümde mayısın dayattığı ilkbahar hüznü,
bilmem kaçıncı sigara izmaritini de işaret parmağımın tersiyle uzağa fırlattıktan sonra kulaklığımı çıkartıp parça tesirli bir bomba gibi göğsümde patlayan cengiz kurtoğlu şarkısından uzaklaştım.
Yalnızlıktan kusacağım amına koyayım dedim kendi kendime..
Leyla Erbil'in dizeleri geldi aklıma,
"sevilmek mutlu edermiş insanları, sahi hiç mi sevilmedim ben? "
Rehberi baştan sona taradıktan sonra arayabileceğim tek insanın annem olduğunu fark ettim
Belki de beni bu hayatta bu güne kadar karşılıksız seven tek insan ! O da zamanında çok terlikle dövmüştü ama herkes biraz öldürür sevdiğini diyorum artık.
Beş dakika kadar süren zaman tünelinin ardından arkamdan bir ses; bakar mısınız? diye seslendi
Güneşi tam arkasına aldığı için yüzünü göremedim buyurun diye cevap verdim,
çakmağınızı rica edebil miyim? dedi .
bu kez hiç arkama dönmeden yan tarafımdaki çakmağı alıp geriye doğru uzattım sigarasını yakıp teşekkür ederek uzaklaştı.
yaktığı sigaranın kokusundan mı içimde ki o muazzam boşluktan mı bilmiyorum bende bi sigara yakmalıyım diyerek sondan üçüncü sigarayı çıkarttım paketten, üçüncü nefesi içime çekerken yine aynı ses, sizi rahatsız etmezsem oturabilir miyim? dedi.
Bu kez yanıma gelmişti ve yüzünü görebiliyordum omzunda küt kesilmiş saçlar, vişne çürüğü belirgin bir ruj, yeşil iri gözler..
Tabi dedim oturabilirsiniz tapulu yerim değil sonuçta.
Oturup elinde ki poşetten bir bira çıkarttı alıp bir yudum aldı ateşim yok kimsem de yok bu merette sigarasız içilmiyor dedi
Ferdi Tayfur da öyle söylüyor dedim, anlamadığı her halinden belli bir bakışla yüzüme baktı
Boşver diye devam ettim eski bir şarkı.
Senin hikayen ne? Soru karşında bu kez biraz tedirgin biraz şaşkın cevap verdi
Yanına oturan herkesin hikâyesini mi soruyorsun
Yok dedim genelde hikâyesi olmayan bir insan yanıma oturmuyor.
Sanki göğsünün üstüne bastırıyor gibi bastırdı izmariti vişne çürüğü ojeli tırnaklarıyla uzun hikâye dedi çok uzun.
Kısa olsa masal olurdu zaten dedim , masal olsa burda olmazdın, acı bir gülümseme oluştu yüzünde haklısın dedi ve ekledi ben aysun.
tanışma merasimi otuz saniye sürdü bir sigara daha yakıp ben böyle hayatın ızdırabını.. dedi ve başladı;
Birisi vardı o zaman lisede öğrenciydim sosyal ağlarda bir sayfada tanıştık ve sevgili olduk iki yıl süren dolu dolu bir aşk yaşadık aynı şehirde değildik aramızda mesafeler vardı ama onsuz geçen onun olmadığı tek bir anım geçmiyordu aynı mahallede aynı sokakta hatta aynı evde yaşıyor gibiydik sonra üniversite sınavında onun yaşadığı şehri tercih ettim ve kazandım hayatım da hiç o kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. onunla aynı şehirde olacaktım yıllarca kurduğumuz hayaller gerçek olacaktı. sonra kayıt için geldim beni otogarda karşıladı, ilk karşılaşmamızdı kalbim yerinden fırlayacak gibiydi, hani sanki kanatlarım var ve uçuyordum.
Önce sahile gittik kordon da uzun uzun yürüdük ama ben bulutların üzerinde yürüyordum yerde değil. O gün kaç kez öptüm kaç kez sarıldım bilmiyorum kaç kez tanrıya şükrettim hatırlamıyorum.
Birasından uzun uzun üç beş yudum daha aldı sonra yurda yerleştim okul başladı derken her gün biraz uzaklaşmaya başladı benden, bi şey mi var? neyin var? gibi sorular sorduğum da, yok bir şey sana öyle geliyor diyordu gülümsüyordu o gülümseyince her şeyi unutuyordum ama öyle değildi biliyordum
Onca zaman birine aşık olunca insan onun grip olduğunu bile anlıyor biliyor musun?
sonra bi akşam telefon çaldı yabancı bi numara aysun hanımla mı görüşüyorum? dedi, evet dedim buyurun siz kimsiniz? sizinle sedat hakkında konuşmak istiyorum dedi. Sedat ismini duyunca vucudumdan bütün kanın çekildiğini sandım
Ertesi güne randevulaştık karşıyaka da sedatla sık gittiğimiz bi kafe vardı saat ikide buluşacaktık ben yarım saat önce gittim o yarım saat bir ömür sürdü sanki .
sonra kucağında iki yaşında bir kız çocuğu olan bir kadın geldi aysun hanım değil mi? dedi, evet dedim benim , bende dün akşam sizi arayan bayanım dedi
desen ki o an aklından ne geçti hiç hatırlamıyorum yani bütün duyu organlarımı almışlardı sanki .
benim adım elif dedi bayan bu küçük kız da ayla Sedatın annesinin adı, Biz üç yıldır evliyiz bundan haberin yoktu sanırım dedi.
Öldüm desem ölmedim yaşadım desem nefes bile almıyordum kalbim göğüs kafesime sığmıyordu
Otogarda onu ilk gördüğüm de hissettiğim mutluluğun milyon katı bir acı milyon katı öfke nefret işte adına ne dersen
Kaç dakika öylece kaldım anımsamıyorum
bir şey demeyecek misiniz? dedi kadın
Sadece merak etmeyin benim yüzümden yuvanız dağılmayacak diyebildim
Büyük bir savaştan galip gelmiş bir komutan edasıyla uzaklaşırken o, ben üzerinden üç beş kamyon geçmiş kedi yavrusu gibi kaldım masada
Aradan altı ay geçti bi daha ne onu gördüm ne sesini duydum nede aradım
Hani siz bayanlar ofsayt nedir bilmez dersiniz ya,
işte ofsayt benim, baştan sona ..
Gözlerinden yanağına akan rimeli bir peçete çıkartıp sildi
hikaye mi dersin dram mı komedi mi bilmiyorum ama benim ki böyle işte ..
Gidip kendime dört bira sana da çakmak alacağım dedim
Saçları küt kesilmişti, iri yeşil gözleri vardı, birde hiç geçmeyecek yürek ağrısı..
Mete Çağlar Bozok
Tumblr media
8 notes · View notes
yolaemanet · 4 years
Text
Yalnız bundan kazanıyorsa yaşamını elleri pek narin, beyaz, pamukça; tırnakları özenli kesilmiş, özenli dediğim yani dümdüz kusursuz ama erkekse bakımlı, kadınsa bakımsız; öyledir, öyledir, pek tabii bu işler böyledir. Masasından henüz kalkmışsa birkaç yerde mürekkep lekesi yalnız, ne nasır ne yara. Sadece ellere bakarak ana kuzusu denir, ne nazlı yetişmiştir şimdi. Kadınsa ve bundan başka çamaşırdı, bulaşıktı, yağdı, yemekti uğraşmıyorsa, salt yazıyorsa yani o da şanslı karşı cinsi gibi, evet evet, elbette onun da ana kuzusu olduğu sanılabilir.
Fakat az daha yukarısında beli kamburdur. Gözleri yorgun, belki şişmiş, belki morarmış altları. Yaşı geçmişse biraz burunda bir gözlük izi. Fakat karşısında güzel konuşan birini ya da bir şeyi buldu mu yeni doğmuş gibi parlayan gözleri. Sonra saçlar hep dağınık. Yaşıtlarına göre de erken beyazlar. Ah, gelmedi mi daha yazılacak o yazlar.
Diyelim sabahları kas işçisi, akşamları kalem işçisi. O zaman nasıl olur elleri? Yorgun ve çalışan. Nereden anlaşılır tuttuğu kalemi? Elbet, yazdıktan sonra şöyle bir uzatıp lambanın altında, uzun uzun izlediğinde ellerini.
3 notes · View notes
melissaakoc · 4 years
Text
Karantinanın yaradığı erkekler de yok değil saçlar, sakallar kesilmiş filan oh mis 😂
2 notes · View notes
d-u-e-n-d-e-e · 4 years
Text
Sonra bir kadın yıkılır. Dibinden kesilmiş tırnaklar, omuzlardan enseye doğru kesilmiş saçlar, akmış rimeller bile içindeki enkazı anlatamaz.
1 note · View note