Bir gün, oturup saatlerce kitaplardan, şarkılardan, filmlerden konuşabileceğim birini bulacağım. Bu da kendime sözüm olsun. Çünkü Jack London’ın dediği gibi, “Hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşamaya değerdir.”
"Hüzün de huzur gibi. Huzur istediğimizde o vakit hüznün bizimle olduğunu bilmiyoruz. Fakat huzurumu kaçırdın dediğimizde aslında hüzne kapıldım dediğimizi anlamadıkları kadar saçma bir şey olduğunu da bilmiyor, korkuyoruz."
İki düşman aile, iki düşman ülke: Zirakov ve Senteria. Şimdiyse savaşın kazananı belli olmak üzere. Zirakov ülkesinin Kraliçesi Irina, bu savaşın kazananı olmak için kimsenin beklemediği bir hamle yaparak kızı Kitana'yı casus olarak Senteria'ya gönderir.
Düşüncem;
Yazarımız yani Dilara Keskin’in dili yeterince akıcı ve anlaşılır. Bu yüzden kesinlikle okumalısınız.
Zülfü Livaneli’nin Serenad’ında şöyle bir alıntı geçiyor:
“Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma? Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri... Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra, sarılmanın ne anlamı kalır?”
Haritasız ve dümensiz kalmış, gideceği limanı olmayan bir gemiydi. Kendini akıntıya bırakıp sürüklenmek, en azından hareket etmek, hayatta kalmak demekti ki içini acıtan şey de zaten buydu; yaşamak.