Tumgik
#korku sineması
cemyafilmarsiv · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media
Sir-ayet: Ölü Doğan yönetmen Günay Günaydın
1 note · View note
proofhead · 7 months
Text
Kat 3 Daire 5'ten Yeni Proje: korku101.com
Kat 3 Daire 5 Podcast, dördüncü yeni sezonuyla müthiş bir dönüş yaptı. Sevgili arkadaşlarım Levent ve Furkan, 5 Ekim’de yaptıkları ilk yayında bir süredir üzerinde çalıştıkları harika bir korku platformunun haberini verdiler: korku101.com Aylar sonra gelen bu ilk yayın yine tüm takipçiler için çok öğretici ve ilham verici oldu. Bu yayında bahsettikleri Dr. Gizem ŞİMŞEK KAYA’yı biraz araştırınca…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
depresif-baykus · 7 months
Text
Korku sinemasında cin filmlerinin yükselişi ve sebepleri
Türk korku sinemasında cin anlatılarının son yirmi yıldaki yükselişini hep birlikte izledik. Dahası bu durum, Mehmet Berk Yaltırık gibi pek çok eleştirmen / yazar tarafından da dile getiriliyor. Ben bu yazıda, bu fenomenin sebepleri üzerine düşünmek istiyorum. Cinler Türk korku sinemasına nasıl musallat oldular? Cin filmlerinin yaygınlığını, sadece bu filmlerin gişe başarısı ya da yapımcıların…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bilgireis · 11 months
Text
En Çok İzlenen Yabancı Filmler
Tumblr media
Yabancı filmler, son yıllarda sinema dünyasında büyük bir artış yaşadı. Bunların birçoğu, dünya genelinde büyük bir izleyici kitlesine sahip oldu ve büyük beğeni topladı. Yabancı filmler, farklı kültürleri ve yerleri tanıtması nedeniyle de insanlar tarafından ilgiyle takip edilmektedir. Bu makalede, en popüler yabancı filmler hakkında genel bir bilgi edinebilirsiniz.
Kore Filmleri
Son yıllarda Kore sinemasının dünya çapında büyük bir hayran kitlesi edindiğini görüyoruz. Özellikle korku ve gerilim türünde yapılan filmleriyle tanınan Kore sineması, birçok ülkede kendine yer bulmuştur. İşte en popüler kore filmleri:- Parazit: 2019 yılında gösterime giren Parazit filmi, dünya genelinde birçok ödül almıştır. Konusu ise bir ailenin işe girmek ve finansal durumunu düzeltmek için yaptığı oyunları anlatmaktadır. - Oldboy: Kore sinemasının unutulmaz yapımlarından biri olan Oldboy, aksiyon ve gerilim türünde izleyicilere müthiş bir deneyim sunmaktadır. 2003 yılında gösterime giren film, intikamın peşinde koşan bir adamın hikayesini anlatmaktadır. - Film, Cannes Film Festivali'nde gösterildi ve olumlu eleştiriler aldı. - Jeremy Saulnier, daha önce Blue Ruin ve Green Room filmlerini yönetmişti. - Ölümcül Takip, atmosferik sahneleri ve ilginç kamera açılarıyla dikkat çekiyor. - Film, 13 dalda Akademi Ödülü kazanmıştır. - Yüzüklerin Efendisi, tutkulu bir hayran kitlesi oluşturmuş ve dünya genelinde milyarlarca dolar hasılat elde etmiştir. - Film serisi, Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği, Yüzüklerin Efendisi: İki Kule ve Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü olmak üzere üç filmlik bir seri halinde çekilmiştir.Yüzüklerin Efendisi, fantastik film tutkunları için unutulmaz bir deneyim sunmaktadır. Peter Jackson'ın ustalığı ve J.R.R. Tolkien'ın muhteşem hikayesi, bu filmi gerçek bir başyapıt haline getirmiştir.
Fransız Filmleri
Fransız sineması, en çok romantik, dramatik ve entelektüel filmleriyle ünlüdür. Yıllardır dünya genelinde büyük bir hayran kitlesine sahip olan Fransız filmleri, birçok kişinin favorileri arasında yer almaktadır. Bu başlık altında en popüler Fransız filmleri bulunmaktadır.Bu filmlerin arasında, 2001 yılında gösterime giren Amélie de yer almaktadır. Bu romantik komedi-dram filmi, Paris'te yaşayan bir kadının hayatındaki değişiklikleri ve maceraları anlatmaktadır. Renkli ve sıcak atmosferi ile oldukça etkileyici bir Fransız yapımıdır.La Haine ise Fransız sinemasının en önemli filmlerinden biridir. 1995 yılında gösterime giren film, banlieue'de yaşayan üç genç adamın hayatlarını, polisle çatışmalarını ve aralarındaki farklılıkları anlatmaktadır. Bu sosyal sorunları tartışması ve etkileyici oyunculukları sayesinde unutulmaz bir yapım olarak kabul edilmektedir.Fransız sinemasının popüler yapımlarından biri de Amour'dur. 2012 yılında gösterime giren bu film, yaşlı bir çiftin yaşamlarındaki zorlu süreci ele almaktadır. Film, özellikle dramatik ve duygusal sahneleri ile izleyiciyi derinden etkilemektedir.Son olarak, Hiroshima Mon Amour da Fransız sinemasının en önemli yapımlarından biridir. Yönetmen Alain Resnais tarafından çekilen film, savaş sonrası dönemde Hiroşima'da yaşananları ve bir Fransız kadının Japon erkekle yaşadığı aşk hikayesini anlatmaktadır. Bu film, Fransız sinemasının en etkileyici yapımlarından biridir ve hala birçok izleyici tarafından beğenilmektedir.AmélieAmélie, Fransız sinemasının en sevilen romantik komedi-dramlarından biridir. Başroldeki Amélie, hayatının bir dönüm noktasında Paris'te yaşamakta olan bir kadındır. Film, onun sıradan ama eğlenceli hayatında yaşadığı değişiklikleri ve etrafındaki insanlarla olan maceralarını anlatır. Amélie'nin renkli ve sıcak havası, izleyicilerin içini ısıtır ve filmi unutulmaz kılar.Amélie'nin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet, filmi şehrin en güzel bölgelerinden Montmartre'da çekmiştir. Bu, filmin atmosferine büyük bir katkı sağlamıştır. Oyuncu kadrosunda Audrey Tautou, Mathieu Kassovitz ve Rufus gibi başarılı isimler yer almaktadır. Amélie'nin müzikleri de oldukça başarılıdır ve izleyicilerin filmle daha da bütünleşmesine yardımcı olur. Amélie, baştan sona kadar izleyicisini etkileyen bir filmdir. Kendi hayatınıza da değer katabileceğiniz birçok mesajı içerir. Sıradan hayatlarımızda bile küçük şeylerin ne kadar büyük anlamlar taşıyabileceğini bize hatırlatır. Ayrıca ön yargıların yerine insanların gerçeklerine odaklanmanın önemini vurgular. Amélie, hem eğlenceli hem de etkileyici bir film arayanlar için doğru bir seçim olacaktır. La HaineLa Haine, Fransız sinemasının en önemli yapıtlarından biridir. 1995 yılında gösterime giren film, banlieue dediğimiz şehirlerin varoşlarında yaşayan üç genç adamın hikayesini konu alır. Film, suburban yaşamın gerçeklerini yansıtması sebebiyle oldukça ilgi çekicidir. Her ne kadar dramatik bir film olsa da içinde yer alan ironi, mizah ve absürd durumlar da bulunmaktadır. Bu da filmi geniş bir kitleye hitap eder hale getirir.La Haine, sadece bir grup gencin hayatını anlatmakla yetinmez, ayrıca Fransa'da var olan toplumsal sorunlara da ışık tutar. Özellikle gençlik işsizliği, ayrımcılık ve polis şiddeti gibi konular filmde etkileyici bir şekilde ele alınmıştır.Film, Vincent Cassel, Hubert Koundé ve Saïd Taghmaoui gibi ünlü oyuncuların performanslarıyla da dikkat çekmektedir. Ayrıca müzikleriyle de ayrı bir öneme sahiptir. Müzikler, filmde yer alan atmosferi daha da güçlendirir ve izleyiciyi hikayenin içine çeker.La Haine, Fransız sinemasının en önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilir. Buna rağmen, film Türkiye'de çok fazla izlenmemiştir ve sinemaseverler tarafından keşfedilmemiştir. Ancak, filmi izleyenlerin etkilendiği ve uzun süre hafızalarından çıkmadığı da bir gerçektir. Read the full article
0 notes
pinarworks · 1 year
Photo
Tumblr media
Tekinsiz bir canavar olarak kadın: Barbara Creed ve tersten korku sineması Barbara Creed, 1993 tarihli The Monster Feminine: Film, Feminism, Psychoanalysis adlı kitabında, korku sineması üzerine yazılmış akademik ve medyatik yazılara bakar ve neredeyse her birinin ele aldığı filmlerdeki kadın karakterleri hikayenin kurbanları olarak temsil ettiğini tespit eder. Creed'e göre bu eğilim genelliğini ve güvenilirliğini Freud’un Oedipus kompleksi kavramına borçludur: Bu kavrama göre kadınlar erkekler tarafından hadım edilmiştir. Creed bu genelgeçer perspektifi yeniden değerlendirmek için ana karakterleri kadın olan birkaç klasik korku filmini yeniden ve derinlemesine okur ve bahsi geçen filmlerde aslında tam tersinin söz konusu olduğunu savunarak, “standartlaştırılmış bir kurban olarak kadın” klişesine meydan okur: Bu filmlerdeki kadınlar kurban değil bilakis canavarın ta kendisidir. Yazar bu argümanını desteklemek için Freud'un Oedipus kompleksi üzerine temel metni Küçük Hans’ı yakından okur, aynı zamanda feminist düşünür Julia Kristeva'ya başvurur. Freud’un Küçük Hans vaka analizinde küçük oğlan çocuk Hans annesinin (ya da kız kardeşinin, veya kadın bakıcısının vb.) cinsel organı ile ilk karşılaşmasında onun bir penisi olmadığını fark eder. Freud, Hans’ın annesinin hiçbir zaman bir penise sahip olmama olasılığını düşünmediğini, penisin bir zamanlar mutlaka var olmuş ancak otoriter babası tarafından kesilmiş olması gerektiğini düşündüğünü iddia eder. Hikaye kendiliğinden bir fark üzerine değil (“annemin penisi yok o zaman belki başka bir şeyi vardır?”), özdeşlik içinden dallanan bir eksiklik olarak kurulur. Çocuğun, annesinin bu şekilde iğdiş edilerek pasifize edildiğine inandığı senaryo Oedipus karmaşasının da merkezinde durur. Hans annesinin boyunduruğundan annesini hadım ederek devre dışı bırakan, etkisiz hale getiren babası sayesinde kurtulur ve böylece ortak dünyaya adım atar. Ödipal eşiğin başarıyla aşılması (yani babanın aslî hadım eden/otoriter özne olarak kabulü) çocuğun annesiyle olan romantik ikili ilişkisinden kopmasına ve otoritelerin ve kuralların dünyası olan sembolik sistemde yani kültürel hayat içinde bağımsız bir özne olarak kendini inşasına yardımcı olur. Medeniyet olarak da adlandırılabilecek bu yeni dünyanın en önemli kuralı da malumunuz anneyi arzulama yani ensest yasağıdır. Bu ödipal süreç Freudyen teoride kızlar için oğlanlarda olduğundan farklı şekilde işler. İdeal ve beklenen sonuç oğlan çocukların bu süreçten egemen, güçlü ve otoriter, dolayısıyla hadım edici özneler olarak çıkması iken kızların edilgen ve uysal, yani hadım edilmiş özneler olarak çıkmasıdır. Creed, korku sineması üzerine var olan çoğu eleştirel yazı ve analizin bu formülü takip ettiği için hadım edilmiş, pasif, kurban kadın mitine su taşıdıklarını ancak bunun yanlış olduğunu iddia ediyor ve yeniden okumalar yoluyla Freud'un kavramsallaştırmasındaki belirli eksiklikleri tespit ediyor. Ona göre Freud, Oedipus teorisini oluştururken yüzde yüz dürüst ve tarafsız değildir; örneğin Küçük Hans vakasında aksi yönde başka veriler de bulunmasına rağmen Freud, baba figürünü hadım eden kişi olarak merkeze yerleştiren nihai teorisine uyması için vaka verilerini kasti olarak yanlış değerlendirir. Örneğin Freud’un Hans’ın annesinin ona “senin pipini keserim” dediğinde ne kadar çok korktuğu gibi bazı detayları görmezden geldiğini belirtiyor. Bir yandan da özne olmaya götüren Oedipus sürecinin Freud dışında kavramsallaştırmaları olduğunu da hatırlatan Creed, Julia Kristeva'nın “bedenin ilksel haritalanması” olarak adlandırdığı sürece bakıyor. Kristeva’ya göre ödipal dönemden çok önce çocuğun simgesel olana girişini başlatan başka bir dönem söz konusudur. Tek otoritenin anne olduğu bu evrede çocuk ve anne utanç kavramının olmadığı, ikili ve barışçıl bir ilişki içindedir ve anne çocuğa bedeni ile dünya arasındaki sınırı, çocuğun altını temizlediği tuvalet eğitimi süresinde öğretir. Bu şekilde çocuk benliğinin temiz, kendi içinde bütün, bedensel ve sınırları olan bir şey olduğunu fark eder. Kristeva'nın önermesinde anne hadım edilmekten çok uzaktır, tam tersine ilk hadım edici olarak cisimlenir ancak daha sonra erkek tarafından sınırları aşan, pis (abject) ve çocuğun öznelliğinin önündeki engel olarak görülmek üzere daha büyük bir amaç uğruna, medeniyetin iyiliği uğruna, manipüle edilir. Creed, bu argümanları ışığında Alien üçlemesi, The Exorcist, Carrie ve Psycho dahil olmak üzere birkaç önemli klasik korku filmini yeniden analiz ediyor ve bu filmlerdeki kadın karakterlerin aslında kurban olmadığını ikna edici bir şekilde savunuyor; öyle ki bu karakterler zayıf kurbanlar olarak değil korkunun asıl kaynağı olan otoriter figürler olarak beliriyor. Creed’in argümanı cinsel fark konusunu yeniden düşünmeye ve türün mevcut literatürünün yeniden okunmasına teşvik ederken, ortodoks psikanalizin analitik emperyalizmi altındaki korku sinemasının da biraz nefes almasına sebep oluyor. Creed'in bir sonraki kitabı, Fallic Panic: Film, Horror and the Primal Uncanny benzer bir konunun izini benzer bir şekilde takip ediyor ama bu sefer korku türünde kadınların değil, erkeklerin "korkunç" olarak temsil edilmesine odaklanıyor. Bu sefer Freud'un“Tekinsiz” (Uncanny) makalesini yeniden okuyarak Tekinsiz kavramı içinde, “İlkel Tekinsiz” olarak adlandırdığı yeni bir kategori kuruyor. Bu kavrama göre kadınlar kendilerine atfedilen ve doğuştan taşıdıklarına inanılan üç özellik yüzünden Tekinsiz olarak görülüyor: Doğaya, ölüme ve hayvana olan yakınlıkları yüzünden. Gerçek dünyada kadınlara yapıştırılan “doğallık” (doğuştan duygusallık, anaçlık vs), “hayvanilik” (cinsel arzu, şehvet, ihtiras vs) ve “ölüme yakınlık” (yine cinsel arzu ki ölümler özdeşleştiriliyor, adet kanaması gibi iğrenç ve bedenin sınırlarından taşan özellikler) gibi özellikler, erkeklerde tespit edildiğinde bahsi geçen erkeği tekinsiz ve “korkunç” bir şey haline getiriyor, zira Creed’in argümanına göre erkek bedeni medeniyetin sembolü iken adet gören, çocuk doğuran, cinsel arzu saçan kadın bedeni ise medeniyetten dışlanan her şeyin, hayvanların, doğanın ve ölümün sembolü olarak görülüyor. Yani Creed korku filmlerindeki korkunç olarak gösterilen erkeklerin aslında hadım edici nitelikleri nedeniyle değil (Halloween filminin kötüsü Michael Myers’ı, Freddy Krueger’ı, Frankenstein’ın canavarını ve bilumum vampir ve kurt adamı düşünün) bu ilkel tekinsizlik evrenine yerleştirildikleri için canavar olarak görüldüğünü, onları korkunç kılan ve kimini akıl hastanesi (Michael Myers), kimini rüyalar alemine (Freddy Krueger) hapsederek hemen hemen hepsini medeni dünyanın dışına atan şeyin de onları ele geçiren kadınsı nitelikler olduğunu savunuyor. Velhasıl kadınsı olarak görülen her şeyin erkek sembolik sistemini tehdit ediyor oluşunun aslında bu sistemin ne kadar zayıf olduğunu, sarsılmaya çok meyilli olduğunu gösterdiğini de ekliyor Creed: Kendisini, kadınsı olan her şeyle kurduğu mesafeyle tanımlayan bir medeniyet bu bahsi geçen. Bu argüman aslında erkek sembolik sistemin kadınlık karşısındaki kırılganlığını ve feminenliğe olan alerjisini açık etmesi anlamında epey güçlü bir kavramsallaştırma sunuyor: Ölüme, doğaya ve hayvanlar alemine yakın yani feminen olarak kodlanan her şey medeniyet için bir tehdit unsurudur. Bu tehdit karşısında fallik bir panik yaşayan sistem kendisini sağlama almak için tekrar tekrar kadınsı olana beslenen köklü korkuya bel bağlar. Bu kırılganlığa dikkat çekerek Creed, erkek addedilen sembolik düzene, hadım edici ve otoriterlik gibi özellikler vasıtasıyla kadiri mutlak bir nitelik yükleyen edebi eleştiri geleneğine hakim determinist bakış açısına da bir eleştiri ve alternatif getirmiş oluyor. Velhasıl erkek düzenin gerçekten çok başarılı olduğu bir konu varsa, feminenlik tehdidi karşısında yaşadığı bu fallus paniğini ya edebiyat, sanat ve sinema gibi yaratıcı alanlar vasıtasıyla süblimleştirerek ya da dikkati psikanaliz ve felsefe gibi zihinsel anlamda kurucu alanlara paslayarak nasıl doğallaştırıp gizleyeceğini çok iyi bilmesi olduğu ortaya çıkıyor. Her iki kitapta da canavarlar, cinsel farka dayanan, hâlâ psikanalitik ama aynı zamanda feminist bir mercekle analiz ediliyor ve Creed kadın bedeninin canavar olarak görülmesinin kaynağını yani onun sembolik düzenle ilişkisini tespit ediyor. Aslında bir canavar olarak temsil edilen şey aynı zamanda medeni olmayan, dolayısıyla erkek olmayan ve düzene ait olmayan şey olarak karşımıza çıkıyor. Korku filmlerinde neyin korkutucu olduğuna dair kavramsallaştırmaya bu alternatif bakış, geleneksel psikanalitik temelli eleştirileri ve süregelen tekrarları yanında bugün bile tazeliğini koruyor çünkü bu analiz de bir yandan hâlâ psikanalitik kanon içinde yeşerirken aynı zamanda aynı kaynakları kullanarak kanona ikna edici itirazlarda da bulunuyor. Creed'in iddiasında kendisinin de bu kanon içinde sıkışıp kaldığı, dolayısıyla korku sinemasında kadınların ısrarla tek tipte temsil edilmesinin/okunmasının toplumsal ve sosyo politik nedenlerini ihmal ettiği söylenebilir. Sunduğu kavramlar ve örneklerle yeni bir perspektif açmasına rağmen bu ısrarlı temsillerin gerçek dünyadaki maddi etkilerini gözden kaçırdığını da söylemek mümkün. Bu filmlerde aslında izlediğimiz şey bize gösterilenden ve ana akım sinema eleştirisinin sürekli tekrar ettiği ezberden farklı olarak patriyarkanın gerçekten de kadınlardan ödünün koptuğu gerçeği olabilir zira toplumsal cinsiyet rolleri sanıldığı kadar katı ve yerlerine çivilenmiş değildir ve her an tepetaklak edilebilir ama günün sonunda feminenliğin bu gizli güçlü ve otoriter temsilleri kadınları gerçek dünyada güçlendirme kuvvetine de sahip değildir. Bilakis psikoloji, dünyayı sınıf boyutundan azade pür zihinsel bir evrene indirgeyen neoliberal bir bireyselciliğin izin sürüldüğü diziler, filmler, dikkat çekici İnstagram fotoğraflarına eşlik eden özlü sözler ve kişisel gelişim kanalları ile pratik hayat içinde öyle yaygın ve güçlüdür ki, kurucu ve şekillendirici etkileri sırf yazan tarafta değil izleyici tarafında da gözlemlenir. Creed’in ve diğerlerinin önerdiği alternatif okumaların sadece belirli dillerde erişilebilir olması ve akademik çevreler dışında pek bilinmemesi, bilginin statüsel kabulünün, dolaşımının ve yayılma şeklinin de sembolik düzen için hayati önemde olduğunun bir göstergesi olabilir. Getirilen farklı yorumların radikal bir değişikliğe sebep olması için, sarsılmaz kavram ve teorilerin salt kimler tarafından neden ve nasıl yazıldığı üzerine değil, kimler tarafından dağıtıldığına ve kimler tarafından neden, ne sıklıkla ve nasıl tüketilip içselleştirildiği üzerine de düşünmek gerekir- elbette salt zihinsel haritalara yaslanarak değil, arkalarındaki maddi koşullarla birlikte. https://www.5harfliler.com/tekinsiz-bir-canavar-olarak-kadin-barbara-creed-ve-tersten-korku-sinemasi/
0 notes
soxyencadi · 2 years
Text
Sinemalarda Bu Hafta: 'Evdeki Düşman: Başlangıç'tan 'Acil İniş'e 8 Sinema Vizyonda
Sinemalarda Bu Hafta: ‘Evdeki Düşman: Başlangıç’tan ‘Acil İniş’e 8 Sinema Vizyonda
‘Sinemalarda bu hafta hangi sinemalar var?’ diye merak edenler için 9 Eylül’de vizyona girecek sinemaları listeledik. Bu hafta tekrar birbirinden kaliteli sinemaların olduğu sinema salonları; sevilen korku-gerilim sineması ‘Evdeki Düşman’ın ikinci devam halkası olan ‘Evdeki Düşman: Başlangıç’tan bol ödüllü ‘Parazit’ sinemasının başrol oyuncusu Song Kang-Ho’nun rol aldığı ‘Acil İniş’e tam 8 sinema…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
artmusicchannel · 5 years
Photo
Tumblr media
Gerilim ve Korku Filmleri Listesi - Korku Filmleri Önerileri - Gerilim ve Korku Filmleri Tavsiyeleri
https://artmusicchannel.blogspot.com/2019/08/gerilim-ve-korku-filmleri-listesi-korku.html
0 notes
battlestarkelektika · 2 years
Text
Fright Night (1985)
80'lerin kendine has havası filmlerine de fena halde yansımıştı. Eğlenceli, komik, hareketli ve deli saçması bir dolu iş ortalıkta dolanıyordu. Video kaset dükkanlarına gittiğimizde çıkamazdık. Seçenekler bol ve hepsi de birbirinden güzeldi. Tabi bu o zamanlardaki fikirdi. Şimdiden doğru o tarafa bakınca hepsinin saçmalık olduğu görünüyor da işte o zamanlar öyle değildi. Eğlenirdik, keyif alırdık.
Korku ve bilim kurgu filmlerinde ciddi bir artış vardı. Teknoloji ilerledikçe filmlerin içine giren efektlerin sayısı çoğalmış, bu da ilk başta işin cılkının çıkmasına sebep olmuştu. Ama arada az efektle kotarılmış pop corn sineması örnekleri de çıkıyordu. Fright Night da onlardan biriydi.
Tumblr media
2 notes · View notes
Photo
Tumblr media Tumblr media
Büşra:
Konusuna dair
Cengiz Dağcı’nın 1956 tarihli romanı Korkunç Yıllar'dan esinlenerek sinemaya uyarlanan filmimiz, II. Dünya Savaşı sırasında Alman esir kamplarında rehin alınan Tatar Türk esirlerin yaşadıkları insanlık dramı ve çektikleri acıları ele alıyor.
Direkt eleştiri ile başlamış olacağım ama savaş ve yıkım sahneleri biraz çiğ kalmıştı bilgisayar ile oluşturulmuş efektler oldukları çok belli oluyordu. İlk sahnede çocuğa bir tokat atılmasını bekledim ama o minarenin yıkımı biraz daha gerçekçi olsaydı etkilenebilirdim.
Genel itibariyle konusu güzeldi. İşin açığı çok bildiğim bir konu değildi. Aklımdaki Kırım algısının çok başka olduğunu fark ettim hatta neredeyse olmadığını.
Sadık’la Maria karşılaşınca nedense kızın Türk çıkmasını bekledim bi. Ama çıkmadı sonra da Yahudi çıkar belki dedim o da olmadı sonra çıkarımda bulunmaktan vazgeçtim.
Aslında şimdi bi daha bakınca yaptığım çıkarımlara uymamış olması iyi bir şey sanırım klişe beklemişim.
Öte yandan film sahneleri arasındaki geçişler iyiydi. Yani tren ve esir kamları arasındaki geçişler çok güzel sağlanmıştı.
Esir kampı ve ölüm çukuru güzel yansıltılmıştı.
Türk filmi hakkında eleştiri yazmak daha zor geldi neden bilmiyorum inan.
Önceki filmde bahsettiğim insan olması nedeniyle yapılanlara razı olamamak var ya işte bunu burada da hissediyorum. Yani ırkım ya milletim adına değil de insaniyet namına rahatsız olmak bu.
Tabi burada vatan sevgisinin nasl önemli olduğu ortaya çıkıyor kendimi yokluyorum da aman aman şuralıyım ya da şuyum demiyorum. Hiç yurt dışında yaşamak zorunda kalmamış olmam da bunda oldukça etkili tabi.
“Uğruna öldüğün şeyin büyüklüğüdür insanı ölümsüzleştiren. Biz o gün öldüğümüzde aslında çoktan özgürleşmiştik.” Çünkü uğruna öldükleri onca acı ve çileye rağmen kavuşmak istedikleri vatanlarıydı.
Serkan: Ben bu konuda “Kırımlı”yı bir film değil de başka bir şey olarak görüyorum. Belgesel, Eleştiri Programı vb. şeyler gibi bir şey benim için. Çünkü dikkat çekilmesi gereken bir konu anlatıyor. Bu konuda içerisinde Kırımlıların yaşadıkları, Almanların sadece Yahudilere karşı kamplar kurmadığını, savaş boyunca Almanlar Yahudileri katlederken Rusların daha gaddar bir şekilde ben Türk’üm diyenleri öldürmek yerine kimliklerini çaldıklarını anlatıyor. Bir önceki filmimiz Schindler’in listesini izlerken aklıma gelen bir film olduğu için bunu izlememizi tavsiye etmiştim. Romandan uyarlandığını ya unutmuşum yada bilmiyordum şimdi sen deyince aklıma kazındı.
Film efektleri dediğin gibi çok basit olmuş. Sanki üniversitede kendine gelir sağlamak için yarı zamanlı bir after effect kullanan tasarımcının, kendini geliştirmek için girdiği stüdyoda kendisini deniyormuş gibi bir tarzı var. Efektçi böyle devam ederse kendini geliştirir ama Türk sineması böyle banel efektlerle gelişmez. Bunun yanında filmden efektleri çıkardığımızda kostümler, oyuncular bence olması gerektiği gibiydi. Bu yüzden oldukça güzeldi. Filmin kötü karakterleri, Almanya, Rusya ve üsteğmen Bauer oldukça kötüydü. Bir filmin kötüsü ne kadar başarılıysa film o kadar iyidir klişesini görüyoruz. Aslında Bauer biraz daha kötü olabilirdi yada biraz daha kötü olmayacaksa Schultz o kadar umursamaz olmak yerine daha kötü olabilirdi. Bu ekstradan artı katabilirdi filme.
Rusların okulu basma sahnesi bana lise 1’de Atatürkçülük ve İnkılap Tarihi ders kitabında okuduğum ve beni çok etkileyen bir bilgiyi aklıma getirdi. Ruslar sırf Türkler özlerini unutsun ve Ruslaşsın diye Türk aileleri bölüyor, böldükleri aileleri Rusya’nın en soğuk bölgelerine gönderip kömür madenlerinde çalışmaları için zorluyor, tarihlerini unutsunlar diye onları harf inkılabına tabi tutuyor ve kiril alfabesini öğrenmeyi zoraki kılıyor. Schindler’in listesinde izlediğimiz Yahudilere bile böyle bir zulüm yapılmıyor. Bir insanı öldürmek onu ailesinden, kimliğinden, dininden ayırmaktan daha vicdanlı. Biraz daha filmden bahsedecek olursak bu sahnede efekt kullanımı kötü, oyunculuklar çok amatördü. Zalim bir asker asla sınıfta o şekilde davranmaz. Hareketler daha keskin ve daha sert olmak zorundaydı. Masaya bırakılan kitaplar adeta çocuklarn kafalarına fırlatılıyormuş gibi sertçe masaya vurulmalıydı. Ayrıca bir askerin ufak bir çocukla muhattap olması pek beklenilecek bir şey değil. Hadi oldu diyelim öyle bir şey olsa olsa daha dalga ağırlıklı olup izleyiciye o askerlere kin duyduracak ağırlıkta olması gerekirdi. Fakat ortada hiç böyle duygu yaşanmadı. Ne çocukların korku duyması sağlandı nede izleyicinin kin duyması.
Tren sahnelerini bağlaç olarak kullanmaları benimde çok hoşuma gitti. Filmin akıcılığını bu şekilde güzelce yakalamışlar. Trenden sonra Maria’nın Sadık ile buluşması da tamamlayıcı olmuş. Bu sahnelerde sadece Maria’nın biraz daha efsunlu ve gizemli olması filme daha bir lezzet katabilirdi.
Kamp ortamını izlerken Almanların kampları sadece Yahudiler için kurmadığını görüyoruz. Oysaki dünyaya sorsak Almanlar sadece Yahudilere eziyet etmiş derler. Üstelik Yahudiler de sadece Almanlar onlara işkence etmiş gibi davranıyorlar. Saçmalık. Sanki ülkelerinin özgürlüğü vaat edilerek hiç bağlantısı olmayan çatışmalarda ve baskınlarda üstün başarılar göstererek mücadele vermiş gibi davranıyorlar. Böyle bir kandırılmanın insanın vücuduna kancalar batırılarak yapılan bir işkence ile eş değer olduğu aşikardır. Üstelik bir komutan sözde ülkesi için şehit verirken, verdiği şehitlerin ülkesine hiçbir yararı olmadığını bilmesinin acısı daha önce hiçbir aileye şehit haberi vermemiş kişilerin bilemeyeceği bir şeydir.
Hani Schindler’in listesi gereksiz çok uzun olmuş diyordun ya, bu filmde gereksiz çok kısa olmuş. Çünkü kamp sahneleri biraz daha uzatılsaydı daha dramatik ve sonraki sahneler için daha sağlam bir alt yapı oluşturmuş olurdu. İşte bu yüzden Schinder’in listesi çokta gereksiz uzun değilmiş. :) Kırımlıdaki kamp sahnelerinde abi kardeş ilişkileri, Sadık’ın hücre cezaları ve dayak sahneleri, diğer kamptaki insanların hikayeleri biraz daha anlatılabilseydi kamptan sonraki savaş sahnelerinde askerler şehit düşerken daha dramatize edilebilirdi.
7-9 Eylül 2019
1 note · View note
Text
Tumblr media
Border, Ali Abbasi (2018)
İNSANLAR DÜNYADAKİ HER ŞEYİ KENDİ EĞLENCELERİ İÇİN KULLANAN PARAZİTLERDİR; KENDİ ÇOCUKLARINI BİLE
Sinema, kişinin algı eşiğinin alt ve üst sınırına sıkıştırılmış kriko gibidir. Sınırlara yerleştirilmiş olması potansiyel genişlemenin habercisiyken kolunun ise kişinin kendi isteğiyle harekete geçirilmesi gerekir. Sınırlar genişlerken kişiye acı verebilmektedir. Nasıl ki algı eşiğinin altında ya da üstünde alınan duyumlar kişiyi rahatsız ediyorsa sinema da aynı rahatsızlığı kişinin yaşamdaki yerini objektif olarak tanıyabilmesi için yaratır.
İçine doğulan ortam her canlı için gerekli koşulların büyük bir kısmını barındırsa kendilik farkındalığı gelişmiş insan için bu koşulların öncelikle kavranması, sonrasında da kültürel normlardan uzaklaştırılarak bir biyopsikososyal varlık olarak tarafsız değerlendirme sürecine girmesi gerekmektedir. Bu süreçte karşılaştığımız ilk sınır kendimizi belirsizlikten korumak ve özgürlük korkusunun üstesinden gelmek için oluşturulmuş kavramlardır. Kavramsal sorgulamalar ise dil felsefesinden aldığı kaynaklarla biyolojiden psikolojiye, edebiyattan sinemaya kadar devasa spektrumda karşımıza çıkarak sınırlarımızın kavramsal yaratımlarla nasıl değişebileceğini bize göstermektedir.
İskandinav sineması içinde barındırdığı öğeler ve bu öğelerin işlenişi bakımından kendimizi bize tanıtma konusunda mükemmel işler çıkarmaktadır. “Grans”, “Border” yani “Sınır” ismiyle dilimize çevrilmiş Ali Abbasi’nin yönetmenliğini yaptığı 2018 yapımı John Ajvide Lindqvist’in kısa hikayesinden sinemaya aktarılan İsveç-Danimarka yapımı film kendi alanında yerini net olarak belirlemiş bir yapımdır.
Jung’un “Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm kapılarını açmakta özgürsün.” sözünün somutlaşmış karşılığını tüm gerçekliğiyle avcumuza bırakan Sınır filmi İskandinav Mitolojisi’nin öğeleriyle harmanlanarak karşımıza çıkar.
Tür olarak herhangi bir kategoriye sığdıramadığım film aynı anda korku, gizem, dram, bilimkurgu ya da fantastik öğelerin her birinden parçalar içermektedir. Sadece film türü olarak değil taksonomi, tür farklılığı/benzerliği, evrim, cinsiyet özellikleri ve kültürel formları, antroposantrizm, kimlik bunalımı ve ötekileştirme bağlamlarında da sınırlarımızı zorlayan gerçekler içermektedir.
Günümüz estetik anlayışından uzak, çirkin olarak atfedilmiş Tina gümrük denetiminde çalışmaktadır. Sınırdan geçiş yapmakta olan kişilerin üzerlerinde yasadışı olabilecek eşyaları “normaldışı” koku duyusuyla, kişilerin utanç, suçluluk ve öfke duygudurumlarını sezmektedir. Bir gün işini yaparken karşılaştığı Vore onu içinde bulunduğu sınırlardan uzaklaştırabilecek kişidir.
Social Justice Warrior kalıbına girmeden;
+ Biyolojik ve Toplumsal Cinsiyet nedir?
+ İkincil Cinsiyet özellikleri toplumsal normlar çerçevesinde neleri ihtiva eder?
+ Normallik - Anormallik neye göre belirlenir?
+ Duyu ve Duygu sınırlarındaki bireysel farklılıklar toplumdaki yerimizi nasıl değiştirebilir?
+ Antroposantrizm ve Egosantrizm kavramları çevremizi olduğu haliyle görmemizi nasıl engeller?
+ İnsan - Hayvan ayrımı ya da Homosapiens - Neandertal sınıflamalarının çizgileri ne kadar belirgindir?
+ Kimlik Karmaşası/Kimlik Bunalımı içinde yaşadığımız toplumdaki yerimizi bulmada ne kadar sağlıklı çözülmektedir?
+ Arketipler yaşamımızı nasıl etkilemektedir?
gibi daha bir çok soruyu tüm dürüstlüğüyle bize sunan Sınır filmi kolay kolay sindirelemeyen fakat içselleştirebilmek için gerekli süreyi yatağımıza uzandığımızda da sınırlı dakikalarımıza ekleyen etkiliyici bir film.
1 note · View note
adimisenko · 7 years
Photo
Tumblr media
Suspiria (1977)
0 notes
yeniyeniseyler · 7 years
Text
Nisan ayı itibariyle içeriği tamamen korku sineması ile ilgili olan ve korku sinemasına gönül veren bir ekibin türe katkı çabası olarak ifade ettikleri yepyeni bir dergi yayın hayatına başlıyor : “Alacakaranlık”.
Alacakaranlık Logo
Dergiyi hazırlayanlar, aslında korku sinemasını sevenlerin takip ettikleri internet sitelerinden de tanıdıkları isimler; İyikötüfilm’den Tolga Demirtaş, korkucu.com’dan Yasin Karakaya ve Murat Özkan, hariboextremeculture’dan Anıl Koç ve Gökay Aktan, Öteki Sinema’dan Murat Kızılca ve Fatih Danacı. Tasarımını Murat Özkan’ın üstlendiği derginin öne çıkan unsurlardan bir tanesi ise; Yasin Karakaya’nın kara kalem çizimleri gibi, korku filmlerine yönelik illüstrasyonların yer alması.
Alacakaranlık Kapak
Facebook sayfalarından paylaştıkları; korku sineması için önemli yönetmen, oyuncu ve yazarlardan alıntılar ile youtube kanallarından paylaştıkları Freedy’li, Myers’lı videolarıyla bizleri daha da heyecanlandıran “Alacakaranlık”  dergisini okumayı sabırsızlıkla bekliyoruz ve uzun soluklu olmasını diliyoruz.
#gallery-0-4 { margin: auto; } #gallery-0-4 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 20%; } #gallery-0-4 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-4 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Alacakaranlık – Söz 01
Alacakaranlık – Söz 02
Alacakaranlık – Söz 03
Alacakaranlık – Söz 04
Alacakaranlık – Söz 05
Derginin Web Sitesi: www.alacakaranlikdergi.com 
“Alacakaranlık” Dergisi 1 Nisan’da çıkıyor! (Özel Haber) Nisan ayı itibariyle içeriği tamamen korku sineması ile ilgili olan ve korku sinemasına gönül veren bir ekibin türe katkı çabası olarak ifade ettikleri yepyeni bir dergi yayın hayatına başlıyor :
0 notes
downtownlegacy · 2 years
Text
Bølgen / The Wave / Dalga (2015)
Uzun yıllar sanat filmleri ile adından söz ettiren Norveç sineması 2000'lerin başında, yeni dönem yönetmenlerin büyük katkısı ve etkisi altında daha popüler bir sinema anlayışına göz kırpmaya başladı. Korku, gerilim gibi sert filmlerden bilim kurgulara, aksiyon filmlerinden felaket filmlerine kadar pek çok popüler türde işler ortaya koydular. Bu tarz popüler filmlere alışkın olmadıklarından olsa gerek, bir süre sonra büyük çoğunluğu Amerikan filmlerinin taklitleri gibi görünmeye başladı. Yine de kendine has, soğuk ve hassasiyeti, bakış açısını elden bırakmadan yaptıkları filmler oldukça başarılıydı.
Bølgen de (The Wave / Dalga) bu tarz filmlerden biri. Klasik anlamda bir Amerikan felaket filmi havasında gelişse de Norveç'e özgü pek çok şeyi içinde barındırıyor. Psikolojiyi iyi anlatan oyunculuklar, enfes görüntüler ve yaratılan soğuk atmosfer oldukça iyi. Tabi türün diğer örneklerinde olduğu gibi işe hafif mizah katmak adına yapılmış başarısız eklemeler de var ki çok dikkate alınamayacağı gibi gözden kaçırmak da muhtemel. Hepsinin sonunda, keyif alarak izleyeceğiniz, gerilimi siz fazlasıyla hissettirecek başarılı bir filmle karşı karşıya olduğunuzu unutmayın.
Tumblr media
0 notes
soxyencadi · 2 years
Text
'Korku Sinemasına Çevrilse de İzledikten Sonra Bir Hafta Kaygıdan Uyuyamasak' Diye Düşündüğümüz Sinemalar
‘Korku Sinemasına Çevrilse de İzledikten Sonra Bir Hafta Kaygıdan Uyuyamasak’ Diye Düşündüğümüz Sinemalar
Hepimizin çocukken severek izlediği Winnie the Pooh, Winnie the Pooh: Blood and Honey ismli sinemada bir dehşet kıssasını anlatacak. Winnie the Pooh bile dehşetli olabiliyorsa endişe sineması olsa efsane olurdu dediğimiz sinemaları sizler için listeledik. Haydi buyurun 👇 Kaynak: https://www.buzzfeed.com/jeremyhayes1… 1. Aladdin Biliyorsunuz ki cinlerle ilgili sayısız endişe sineması var,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes