Tumgik
#mavi ve turuncu
jupiterliyazar · 7 months
Text
Mavi, turuncuya bakar. İçi ısınır sıcaklığından. Öyle samimi ki soğukluğunu alır.
24 notes · View notes
yusufyalcin · 9 months
Text
Anonim ol ve bir renk gönder?
Beyaz: Bloğun huzur veriyor.
Mavi: Güzel postların var.
Kırmızı: Sevdiğim birisin.
Mor: Tanımıyorum.
Sarı: Tanışmıyoruz ama tanışmak isterdim.
Turuncu: Eğlenceli birisin.
Siyah: Senden nefret ediyorum.
Yeşil: Sana itiraf edemediğim bazı şeyler var.
99 notes · View notes
gariipbirkiz · 8 months
Text
Kulağıma, duygularımı uyandıracak kadar güçlü bir melodi fısıldadın sanki. Yüreğime duygu tomurcukları yerleştirdin birden. Körelmeye yüz tutmuş bütün hislerim, senin sayende canlılığını kazandı.
Sanki, bir zamanlar sahip çıkamadığım renklerime yeniden egemen olmuş bir doğa harikasıydım o an. Kırmızı içinde turuncu, mavi içinde mor... Kainatın bütün uyumlu renklerini vücudumda dolaşan damarlarımda hissettim. Kanıma karıştı eşleriyle beraber bütün renkler. Benimle bir tek vücut oldular...
Tabi, damarlarımda kan ile beraber dolaşan bütün uyumlu renklerin, bir gün benim bütün zihniyetimin zehirleyeceğini nereden bilebilirdim ki?
Bense o sırada kendimi, kavuştuğum yeni benliğimin verdiği mutluluk ile kutsuyordum.
Hiç bir şeyin farkında değildim.
Ne, hapsolan kuytu köşelerden kurtulan duygularımı ifade edemeyecek kadar amatör olduğumun,
nede bu amatörlüğümün ruhuma koca bir yük olduğunun.
Zihniyetimin gözlerini kör etmiştin. Tabiri caizse de, ruhum senin her şeyine kul köle olmuş durumdaydı. Ruhuna, yüreğine, zihnine...
Bunu ne yazık ki, içimde birikmiş duygu tomurcuklarını kendi ellerinle ruhumdan koparıp aldığın zaman fark edebildim sevgili...
Neye uğradığımı şaşırırmıştım o an. Bana, kendi ellerinle yücelletiğin bu kutsal doğa harikasına bunu nasıl yapabilmiştin?
Her şey bununla da kalmadı. Beni yücelleştiren o bütün uyumlu eşsiz renklerim, bütün benliğimden uzaklaşmaya başladı.
sana doğru adını haykırdım, "Yardım et bana!" dedim, yalvardım.
Ancak sesimi kendimden başka duyan olmadı...
Damarlarımda dolaşan bütün uyumlu eşli renkler uzaklaştıkca, hislerimin bütün filizleri kurudu, gecemin ayı karanlığa gömüldü, güneş gündüzümde seçilemez oldu...
Ve ben, artık yücelleştirilmiş bir doğa harikası olmaktan çıkmış olan ben, kendi karanlığımda ebedi hapise mahkum edildim.
Ve şimdi bu olanları düşünüyorum da, sanırım hisleri yok olmuş biri olmak, -şu anki ben gibi- tamamiyle hislerinden arınmış biri olmaktan daha az kötü bir durum?
Tumblr media
21 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 2 years
Text
STORM BRINGER: Giriş
Tumblr media
Wattpad Linki
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
-169. Olasılıktı.
“Geciktin, kardeşim.”
Kader savaşçıya fısıldadı,
“Fırtınaya karşı savaşamazsın.”
Savaşçı cevap verdi,
“Ben fırtınayım.”
Cao Zhi, Ode to the Nymph of the Luo River
Orman, geceleri günahlarını saklar.
Hangi dönemde hangi ülkede olursa olsun geceleri ormanın uğursuz olmadığı bir zaman olmamıştır.
Ancak bu uğursuzluğun büründüğü şekiller farklıdır. Kimi zaman ayaklarınızı yutan karanlık, kimi zaman eve gideceğiniz yolu gözden kaçırmanıza neden olan labirent, bazense salya kaplı dişleriyle aç bir canavar...
O gün ormanın uğursuzluğu "ışıktı".
Turuncu ışık... yalnızca kendisinin duyabileceği müzikle bir sağa bir sola dans eden, uğursuzca parlayan ışık...
Işık...
O gece bir kuytu köşe, korkudan donup kalan tüm canlıları saklamaktan başka bir şey yapamadı.
Işık, orman yangınından çıkıyordu.
Ağaçlar kısık çığlıklarıyla yandılar. İnsanların aksine ateş ayırt etmezdi. Önüne çıkan ne varsa her şeyi yakıp kül etti ve büyüdükçe uğursuzlukları yayıldı.
Sabaha karşı ormandan geriye bir avuç kara kömür kalacak ve orman ölecekti. Belki yeniden dirilirdi ancak bunun olması yüzyıllar sürerdi.
Ormanı ölümüne terk eden suçlu alevlerin ortasında uzanıyordu.
O suçlu, bir yolcu uçağının enkazıydı.
Aracın pervanesi daha yeni indiğini gösterircesine hala dönüyordu. İki kanadı da gövdesinden kırılmış, dikmesine yere saplanmıştı. Mezar taşına benziyorlardı.
Çevre bölgenin köylüleri yangını söndürmek ve hayat kurtarmak için toplanmışlardı. Ancak çok geçmeden köylülerin yüzü umutsuzlukla doldu. Böyle bir kazada hayatta kalanların olması mümkün değildi.
Uçağın kopan gövdesi sıcaktı ve alevler uçağın içine yayılmış olacak ki metal tiz bir sesle sanki çığlık atıyordu. Bu haldeyken uçağa bindiğinizi varsayarsak ayakkabılarınız muhtemelen yerde erirdi.
Köylüler çaresizlikle kazadan geri kalanları aramaya başladı.
Uçak molozlarına çevre köylerin birinden gelen bir çocuk yaklaştı.
Elinde ağaç kesmek için kullanılan bir balta tutuyordu. Yangının daha da yayılmasını engellemek için çocuk, ağaç kesmenin işe yarayacağını düşünerekten baltayı getirmişti. Gerçekteyse sadece yetişkinleri taklit ediyordu. Oysa ufacık baltası dedesinin bonsai ağacını bile kesemezdi.
Buna rağmen çocuk enkaza yaklaştı. Kazazedeler olabilirdi. Birisini kurtaracak olursa yetişkinlerin övgüsünü kazanırdı. Çocuk, kendisini genç bir kahraman gibi hayal etti ve kalbi çarpmaya başladı.
Bu hevesinin sonu ölümü olacaktı.
Enkaza zar zor tutunan demir kapılarından birisi tık sesiyle koptu ve direkt çocuğun üstüne düşmeye başladı.
Kimse çocuğu kurtarabilecek kadar yakın değildi.
Demir kapı yüksek rakımda atmosfer basıncına dayanıklı olabilmesi için sağlam ve ağır yapılmıştı. Bir çığlık sesi yükseldi.
Demir kapı çocuğun kafasını tam ezecekken—
Bir el demir kapıyı tuttu.
O el, hiçbir köylüye ait değildi. El, yolcu uçağının demir kapısından çıkmıştı.
"Sonunda geldim mi?" dedi elin sahibi, sakin sesiyle.
Yolcu uçağından çıkan uzun boylu adam mavi takım giyiyordu. Avrupalıydı ancak tam yaşı belli değildi –muhtemelen ya yirmilerinde ya da otuzlarındaydı. Gözleri yanan alevlerin aksine soğuktu ve yolcu uçağının enkazı her yana dağılmış olsa bile bedeninde tek bir çizik yoktu.
"İniş biraz sertti ama neyse, tecrübe olmuş oldu. Sana gelince, iyi misin?" Mavi takımlı genç adam demir kapının altındaki çocuğa döndü. "Seni kurtardım diye bana geri ödemene gerek yok. İnsan hayatlarını koruyup kurtarmak benim işim. Ama yine de böyle bir yerde yaralanıyorum. Bu kapı standartlar gibi düştü mü eski haline dönemez."
"Huh... eh?"
Çocuğun gözleri yaptığı haylazlığın suçluluğu ve masumiyetiyle parıldıyordu.
O sırada mavi takım elbiseli genç adam yere atlayıp etrafına bakınmaya başladı.
"Ne? Dış belleğin veri tabanında böyle bir şey yoktu. Japonya'nın havalimanları cidden börtü böceğin ortasına mı kurulu? %67'si orman olan bir ülke olsa da havalimanını ağaçların ortasına yerleştirmek saçma değil mi? Yol bile yok, hedefine kadar yürümek zorundasın. İnsanların ne düşündüğünü hiç anlamıyorum."
Genç adam kasvetli bir ifadeyle başını salladı.
"Uh... um, sen..."
Çocuk ürkek sesiyle sordu.
"Um... kimsiniz?"
"Oh, özür dilerim. İnsan topluluğunda kendini tanıtmamak edepsizlikti." Konuşmayı bitirdikten sonra genç adam takımının cebinden siyah bir rozet çıkardı.
Çocuk rozetin ortasına yazılı gümüş sicimli yazıyı okuyamadı.
"Gördüğünüz makine Avrupa Polis Teşkilatında dedektiftir ve iş amaçlı kullanılmaktadır. Model numarası 98F7819-5'tir. Polis teşkilatları arasında, yetenek kullanıcısı mühendis Dr. Wollstonecraft tarafından üretilen dünyadaki ilk yüksek hızlı, bağımsız bilgisayar; insansı robotum. Kod adım Adam. Adam Frankenstein. Tanıştığımıza memnun oldum. Gitmem gereken bir görevim var o yüzden müsaadenizi istemek zorundayım.
Genç adam eğilip gitmeye hazırlanırken "Oh, doğru ya" dedi ve başını yine köylülere çevirdi.
"Bir ihtimal, Nakahara Chuuya diye birisini tanıyor olabilir misiniz?"
160 notes · View notes
meralmeri · 1 year
Photo
Tumblr media
Yorgun bir düşün ardından bakar gibi baktım sana. Kırlangıçları izler gibi seni daima izledim. Bilindik gerçeklerin o buz dağında ben yalnızca seninle teselli buldum. Bu bayan Mik'in hüzünlü kalbidir; Sadık bir hizmetkar gibi kapınızda ve pencerenizde ve gözlerinizin önünde sizi saygıyla selamlayan. Bayan Mik, uzun hikayeleri sevmez. O turuncu ve mavi gökyüzünü sever. O sislerin arasında bir yoldur... Bir kıvılcımdır. O sizin merhametinizdir... Bir çocuk düşüdür. Masumdur ve haykırmayı bilen ve her fırsatta yapılan haksızlığa baş kaldıran kişidir o. Bayan Mik kirli oyunları bilmez. Hile çöllerinde dolaşmaz. Fırsatçı bir leke değildir o. O pembe pamuk şekerleri gibi sevilmek ister. O karmaşanın içinde var olmak ister. Bütün serveti bizzat kendisidir. O kısa öykülerin ferahlatan soluğudur. Bayan Mik, ölü bir kedidir aslında... Bazı insanların sevdiği ve bazı insanların da görmezden geldiği.
Meral Meri /Söğüt Ağacının Gölgesinde / Bayan Mik
84 notes · View notes
leylands · 7 months
Text
Bundan neredeyse bir ay önce bi veda mektubu yazmayı denemiştim. Ancak sonunu getirememiştim, sonra demek ki daha son mektubu yazmamalıyım diyip çıktım işin içinden. Bu bi son mu bilmiyorum ama artık içimi dökebileceğim kadar acı çektiğimi biliyorum. Gelmeni beklemeyi bırakalı, bi umut belki açarsın diye aramayı, en azından göreyim diye sokaklarda seni aramayı bırakalı tam tamına bir ay oldu. Tam bir ay önce kaçtım bu evden, şehirden, sana dair tüm umutlarımdan ve içimde ki büyük aşktan... daha çok özledim, daha çok yandı canım. Evde oturup gelmeni beklemekten ise çok daha iyiydi. Daha önce hiç sabah uyanıp ağlayacak kadar sevmemiştim birini. Ya da anneme saatlerce anlatacak kadar. Anneme anlatılacak bir adam bile değilsin oysa. Hayatımda ilk kez avuçlarımı açıp allahtan birini, bir şeyi değil bu acıya sabır diledim. Sen gittikten sonra tam altı tane barmene anlattım viskiyi nasıl içtiğimi. Bazen anlamadılar, bense sadece ağladım. O turuncu ışığın altında senin yüzünü görme umuduyla kaç kez girdim içeri bilmiyorum. Uykumdan uyandım bazı geceler, koridordan gelen ayak seslerini sen sanıp. Gelmedin. Bir yıl sonra ilk kez uyumadım seninle. Ve bir yıl sonra alıştım yeniden yalnız uyumaya. Saçmaladım kıskan diye, gelip bana ne yapıyorsun sen de diye ben olmaktan çıktım. Bambaşka bir kadın oldum. En son çareyi kaçmakta buldum. Eve gittim, anneme, babama, kardeşime, abime gittim. Aslında kaçtım. Yıllarca kaçtığım her şeye kaçtım hemde. Çok saçma değil mi? Bir adam geliyor ve bütün travmaların  gidene kadar kalıyor. İlk gece oturup sana ağlayarak anlattığım her şey dahil hemde. Koptu diye ağladığım ve yapıp boynuma taktın diye sana hayran olduğum o mavi kelebeği bile çıkarıp attım. Biliyor musun? Ben hayatımda ilk kez evime dönmek istemedim. İstemeye istemeye geldim bugün yeniden buraya. Bu koltuğa, bu yatağa, bu mutfağa. İçeri girdiğimdeyse, yeniden burada olduğum için çok mutluydum. Oysa taşınmaya geldim. Artık beni bulamayacağın, sana kanmayacağım yerlere. Bak kalbime dur demeyi öğrendim. Belki karşımda değilsin diye, belki kalbim paramparça oldu diye. Belkide öğrendim artık hayır demeyi göz göre göre beni kıran insanlara. Aylar önce bi mektubumda "Herkes gibi değilsin, herkes kadar olma" demiştim. Ama sen herkes gibi olmayı seçtin. Bende kararına saygı duydum. Sadece Kendimle, bu acıyla, anılarınla, hayallerimle, bu kocaman aşkla, içimde ki senle başa çıkmak o kadar kolay değil. Bende çareyi evimizi terk etmekte buldum. Belki bir gün; tıpkı seni sevmekten uzaklaştığım gibi, bu öfkeden de uzaklaşır ve seni affederim. Kim bilir? Hayatın önünde kimi diz çöktüreceği belli olmuyor. Herkes bir gün asla yapmam dediği her şeyi yapıyor. O güne kadar, yeni bi ben, yeni bi evde içinde bir tek anının bile olmadığı, bambaşka bir yerde sabırla oturacağım. Seni bi gün o kapıda görür müyüm, görsem içeri alır mıyım bilmiyorum ama her mektubumda dediğim gibi; ne olursa olsun sen hep benim en içten kahkahaları beraber attığım barmenim olarak kalacaksın. Seni çok sevdim, çok seviyorum ancak artık sevgilim seni sevmeye tahammül edemiyorum. Bu yüzden, hoşçakal.
10 notes · View notes
kosmazsankosamazsin · 7 months
Note
renkleri shiplermisin
mesela ben mavi ve kirmiziyi sari ve moru shiplerim dsifduff
Aaa evet bende yapiyorum onu arada mor ile en cırtlak olanindan fıstık yeşili ve turuncu ile beyaz varr uyumlari mükemmel dimii
7 notes · View notes
aynodndr · 8 days
Text
Tumblr media
GÖKKUŞAĞI
Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli, en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar;
YEŞİL demiş ki:
“Elbette en önemli renk benim… ben hayatın ve umudun rengiyim. Çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim… Şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı…!
MAVİ hemen atılmış:
“Sen sadece yeryüzünün rengisin, ya ben?.. Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız”
SARI söz almış:
“Siz dalga mı geçiyorsunuz?… Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim… güneşin rengiyim… ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz.”
TURUNCU onun sözünü kesmiş:
“Ya ben?… Ben sağlık ve direncin rengiyim… insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur… Portakalı, havucu düşünün. Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın”
KIRMIZI daha fazla dayanamamış:
“Ben hepinizden üstünüm!. Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!. Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!. Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!. Bensiz bu dünya bomboş olurdu!.”
MOR ayağa kalkmış:
“Hepinizden üstün benim… ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir… Ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz… dinler ve itaat ederler”
…Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar… Her biri diğerini itip kakıyor; ”En büyük benim” diyormuş… Derken bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış… Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar…
Ve YAĞMUR’un sesi duyulmuş…
“Sizi aptal renkler… Bu kavganızın anlamı ne?… Bu üstünlük çabanız neden?… Siz bilmiyor musunuz ki, her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz… Şimdi elele tutuşun ve bana gelin” Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar… Elele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay şeklini almışlar…
Yağmur onlara; “Bundan böyle…” demiş…. “Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar… insanlara yarınlar için umut olacaksınız… Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size GÖKKUŞAĞI diyecekler… Anlaştık mı?..”
Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde GÖKKUŞAĞI belirir…
Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız ve hepimiz özeliz… Bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız.
Dilara Pekel
💖🌹🌷⚘🌼🌸🦋💐💖
3 notes · View notes
mutludegilim · 2 months
Text
Bi insana yeşil ancak bu kadar yakışırrrrrr ve kırmızı ve turuncu ve pembe ve mor ve sarı ve kahvrengi ve hepsinin tonları ve siyah ve mavi (bana)
4 notes · View notes
maaveraa · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
İnsanın bakınca içinin açıldığı bu manzaraya bakarken ben oturduğum koltukta uyuklamamak için kendimi tutuyordum, çünkü öncesinde fena halde uykusuz iki gece geçirmiştim. Ama o mavi ve yeşilin hatrı kalmasın, harika bir manzara. Bazen tek başıma oturup izliyorum. Sadece izliyorum. İyi geliyor. Hem bardağın altlığının rengi o kadar hoşuma gitti ki aynı gün kendime soft turuncu renkli bir kupa bardak bile aldım. Öyle işte gözümün gördüğünü görün istedim.🌿
27 notes · View notes
jupiterliyazar · 9 months
Text
Mavi soğuk, sakin durgunluğunda içindeki huzuru korumaya çalışıyor. Turuncu emin adımlarla gökyüzü telaşında hızlıca ilerliyor. O muhteşem an geliyor. Kısa ve güzel bir gün batımında buluşuyorlar.
71 notes · View notes
unutkanlik · 6 months
Text
İsmini hatırlayamadığım mavi yüzlü turuncu kürklü ve baya sevimli görünen maymunlar, annesi olmayan bir yavruyu aralarında istemeyip kovdular. Kaç yetişkinsiniz orada bir tane yavruya bakamayacak mısınız ya, olmaz olsun böyle hayat!!! diyerek kahvaltı yapıyorum kalbim kırıldı
2 notes · View notes
dilarayla · 7 months
Text
Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı.Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür?
Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; biryemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış!
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?
2 notes · View notes
yurekbali · 2 years
Text
Tumblr media
Uyanıp bakalım ki mavi, uyuyup görelim ki yeşil, kalkıp gidelim ki kırmızı, durup bakalım ki sarı, uzanıp yatalım ki turuncu, durup duralım ki siyah, uzanıp alalım ki mor, arayıp soralım ki beyaz, hatırlayıp ışıyalım ki hülyalı, görüp coşalım ki rüyalı... Ve yüzümüz ki gülüşlü, ve sözlerimiz ki güneşli olsun. En önemsiz günümüz ve haftamız da bunlar olsun. :)
21 notes · View notes
oluruvar · 1 year
Text
Ben lisede kırmızı renge bayılıyordum. Kıyafetlerim, makyajlarım falan siyah değilse kırmızı oluyordu mutlaka. Başka renk bilmiyordum sanki. Sonra üniversite üçte bi şey oldu. Farklı renkler varmış diye bi aydınlanma geldi. Turuncu, pembe, yeşil, mavi, mor... Ay renkler ne kadar güzelmiş dedim ve kırmızıyı ruj dışında çok az kullanmaya başladım. Bu benim hayattan daha da keyif aldığımı düşündürdü bana. Hoş
7 notes · View notes
orkunmwysblog · 1 year
Text
Yorgun bir düşün ardından bakar gibi baktım sana.
Kırlangıçları izler gibi seni daima izledim.
Bilindik gerçeklerin o buz dağında ben yalnızca seninle teselli buldum.
Bu bayan Mik'in hüzünlü kalbidir;
Sadık bir hizmetkar gibi kapınızda ve pencerenizde ve gözlerinizin önünde sizi saygıyla selamlayan.
Bayan Mik, uzun hikayeleri sevmez.
O turuncu ve mavi gökyüzünü sever.
O sislerin arasında bir yoldur...
Bir kıvılcımdır.
O sizin merhametinizdir...
Bir çocuk düşüdür.
Masumdur ve haykırmayı bilen ve her fırsatta yapılan haksızlığa baş kaldıran kişidir o.
Bayan Mik kirli oyunları bilmez.
Hile çöllerinde dolaşmaz.
Fırsatçı bir leke değildir o.
O pembe pamuk şekerleri gibi sevilmek ister.
O karmaşanın içinde var olmak ister.
Bütün serveti bizzat kendisidir.
O kısa öykülerin ferahlatan soluğudur.
Bayan Mik, ölü bir kedidir aslında...
Bazı insanların sevdiği ve bazı insanların da görmezden geldiği.
7 notes · View notes