Tumgik
#meftun bir genç
1havin · 2 months
Text
.
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü,
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü,
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara,
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü..
_Nurullah Genç..
Kaybettiğimiz imtihanın şahitleriyiz.
Kendi çetin hesabımıza şahitlik ediyoruz.
Kaybedilen bir imtihanın ümmeti bir tarafta
Şehadete erişen Gazze milleti bir tarafta..
Siyaseti aşamayışımız,
Ümmetçe 57 İslam ülkesi olarak devletlerimizi harekete geçirmek vazifesini yapamayışımız kaybediş notumuz oldu.
İki milyar Müslüman devletlerini baskıyla harekete geçirmesi tek yapması gerekendi..
Yapamadık..
60 yıldır en kolay ve hiçbir işe yaramayan yol olan boykot slogan mitingle avuttuk kendimizi..
Ve İslam devletleri yöneticileri..
Başsız kalışımızın bedelini bize bu yöneticilere hapsederek ödetiyorlar..
Bırakın harekete geçmeyi İsrail ile ticari siyasi bir baskı dahi yapamadılar..
Veyl olsun!
Ve bugün Gazze..
Bugün ordan gelen fotoğraf..
Bugün İslam coğrafyasından akan kandan düşen onlarca fotoğraftan bir fotoğraf..
Yapana, susana konuşunca kınamaktan öteye
Boş kelamdan ileriye geçmeyenlere öfkesi olan müminlerin öfkelerini kurtuluş senedi eyle Ya Rab..
Başka bir sözümüz, savunmamız yoktur..
.............
79 notes · View notes
haticekader · 2 years
Text
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yarim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedi tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir kara delikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar aşması
Sen nasıl bu kadar güneşe meftun
Sen nasıl bu kadar sahra çeşmesi
Ben rüzgâr değilim, dokunmam çiçeklere
Ben kara parmaklı insan değilim
Kirpik uçlarımdan kayar yıldızlar
Bilemezsin, hayal akşamlarında
Renklerini kuşatan
Damıtılmış gözyaşıdır ömrümün
Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnu, o dilruba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar bulut gülmesi
Sen nasıl bu kadar bıldırcın sesi
Sen nasıl bu kadar pencere önü
Sen nasıl bu kadar gök gürlemesi
Ben kaptan değilim, anlamam gemileri
Gizli bir ummanın gelgitlerinden
İniltiler vurur sahillerime
Deniz feneri değilim
Önce yürü bu vefasız ülkeden
Sonra uzan bir tenhaya, sessiz ol
Gelip geçsin üzerinden turnalar
Düşün, sesler neden bulur sesleri
Kelam kimin damarlarında kandır
Harflerini senden alan merhaba
Hangi demin âteşidir içimde
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar gönül hanesi
Sen nasıl bu kadar yâr divanesi
Sen nasıl bu kadar çerağı ömür
Sen nasıl bu kadar inci tanesi
Ben korku değilim kapı aralarında
Pencerenin infilâkı değilim
Gölgeleri yüzlerinden tanırım
Bir resim bir ressamı ağlatır bir yerlerde
Bir eşya bir hamalı
Ben hâlâ öğütülen anılarıma değil
Değirmene inanırım
Bu derin aldanış kimden kalmadır
Bu uzaklık, bu diba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar kelâmın hası
Sen nasıl bu kadar şiir bohçası
Sen nasıl bu kadar esrarlı bir mum
Sen nasıl bu kadar rüya bahçesi
Ben bir kervan muamması değilim
Çekinmem yolların kıvrımlarından
Ellerim ışıldar alacakaranlıkta
Saklambaçlar ortasındadır evim
Kışın kartopudur adını anmak
Döner döner yüreğimde, dağ olur
Yazın güneş yanığıdır düşlerim
Sonbahar ruhumu bekleyen oba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar sevda hecesi
Sen nasıl bu kadar hayal incesi
Sen nasıl bu kadar mutluluk çağı
Sen nasıl bu kadar tarih öncesi
NURULLAH GENÇ "HİNDİBA" 💫
3 notes · View notes
muslumannotdefteri · 2 years
Text
Yağmur - Nurullah Genç
youtube
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil yaprak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim
Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, ayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
0 notes
cennet-ul-meva · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
"Belki derdimize çare bir çiçek.."🍀
kadraj: @cennet-ul-meva
445 notes · View notes
tarumarcarmih · 3 years
Text
onbeşşubatikibinyirmibir
Tumblr media
Sevgili Meftun,
Her geldiğinde bir şekilde özlem gideriyoruz ama gittiğin saniye özlemeye başlıyorum tekrardan hüznün huzurunu,yani seni.
Uzun boylu, ay yüzlü bir kız vardı kasabanın birinde. Onun sevgisiyle herkes yolunu yitirmişti. İşi gücü dilberlikti, bez yıkarken saçlarını çözer, eteğini beline toplar âşıklarının gönüllerine ateş çalardı. Kemale ermiş, yaşını başını almış bir adam da Âşık oldu ona ve tez vakitte kemalini yitirdi, tecrübeli aklı deliliğe yaklaştı, yüzünün aşkıyla beli iki kat olup gönlü bela zinciriyle bir girdapta kaldı. Sonunda dayanamadı, kendini ona vakfetti, her işi onun için, her şeyi onun adına yapmaya başladı. Ücretle iş yapsa kazancını ona sunar, eline altın geçse gider o gümüş bedenliye verirdi. Bir gün genç kız kendisine dedi ki: -Yanışın her an biraz daha artmada, ama aşkta masraf ziyade gerek, sendeki sermaye yalnızca aşk olursa mutfak boş kalır, daha fazlaya gücün yetmezse geç bu sevdadan, davul dengi dengine demişler… -Sevgili, dedi âşık, bedeninde bir avuç ilikten, bir parça deriden başka bir şey kalmadı yolunda harcayacak. Bari beni sat da elde ettiğinle bir müddet daha hoş ol. Genç kız âşığını derhal Mısır’a götürdü, orada bir kürsü kurmuşlar, âdet etmişler, satıcı kürsüye oturur, kölesi ayakta durup müşteri beklerdi. Bir müddet beklediler. Adam hiç üzüntü göstermiyor, hiç boynunu bükmüyor, hatta müşteri çıktığı vakit baş gösterecek ayrılığı da aklına getirmiyordu. Bir adam gelip genç kıza sordu: - Şu ayakta bekleyen ihtiyar senin kulun mu? - Evet , benim kulumdur!.. O sırada ihtiyar düşüp bayıldı. Adam pazarlık ile onu satın aldı ve kendine geldiğinde şehrin dışında bir mezarlığa götürdü. Meğer o adamın babası ölmüş, o da babasının ruhu için bir köle azat etmeyi ahdetmiş, ihtiyarı satın alması bundanmış. Mezarın başında zavallı ihtiyarı azat edip cebini de altınla doldurduktan sonra gönlünü şad etmek için dedi ki: -Diliyorsan ey ihtiyar, Mısır’da kal, malın eksilmez, seni gözetirim. -Dilersen de var git, çünkü artık hürsün, kendi kendinin sultanısın. İhtiyar teşekkür ederek genç kızın ardınca koşup yetişti ve altınları avucuna sayıp gönlünü alana yine gönlünü teslim etti. Dünyayı onun yüzünde apaydın görüyordu ve dedi ki, -A sevgili! Şu gönül, senin için satılmaktan aldığı lezzeti bugüne dek hiçbir şeyden almadı. Hele’ benim kulumdur!’ dediğin andaki saadetim,sanmam ki başka bir kimsede olsun!.. Haydi yine beni pazara götürüp mezada  (geçmiş mazi anlamında) ko!.
3 notes · View notes
yusufburaktor · 3 years
Text
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü,
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü,
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara,
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü.
Nurullah Genç
4 notes · View notes
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yarim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedi tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir kara delikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar aşması
Sen nasıl bu kadar güneşe meftun
Sen nasıl bu kadar sahra çeşmesi
Ben rüzgâr değilim, dokunmam çiçeklere
Ben kara parmaklı insan değilim
Kirpik uçlarımdan kayar yıldızlar
Bilemezsin, hayal akşamlarında
renklerini kuşatan
Damıtılmış gözyaşıdır ömrümün
Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnu, o dilruba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar bulut gülmesi
Sen nasıl bu kadar bıldırcın sesi
Sen nasıl bu kadar pencere önü
Sen nasıl bu kadar gök gürlemesi
Ben kaptan değilim, anlamam gemileri
gizli bir ummanın gelgitlerinden
İniltiler vurur sahillerime
Deniz feneri değilim
Önce yürü bu vefasız ülkeden
Sonra uzan bir tenhaya, sessiz ol
Gelip geçsin üzerinden turnalar
Düşün, sesler neden bulur sesleri
Kelam kimin damarlarında kandır
Harflerini senden alan merhaba
Hangi demin âteşidir içimde
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar gönül hanesi
Sen nasıl bu kadar yâr divanesi
Sen nasıl bu kadar çerağı ömür
Sen nasıl bu kadar inci tanesi
Ben korku değilim kapı aralarında
Pencerenin infilâkı değilim
Gölgeleri yüzlerinden tanırım
bir resim bir ressamı ağlatır bir yerlerde
Bir eşya bir hamalı
Ben hâlâ öğütülen anılarıma değil
Değirmene inanırım
Bu derin aldanış kimden kalmadır
Bu uzaklık, bu diba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar kelâmın hası
Sen nasıl bu kadar şiir bohçası
Sen nasıl bu kadar esrarlı bir mum
Sen nasıl bu kadar rüya bahçesi
Ben bir kervan muamması değilim
Çekinmem yolların kıvrımlarından
Ellerim ışıldar alacakaranlıkta
Saklambaçlar ortasındadır evim
Kışın kartopudur adını anmak
Döner döner yüreğimde, dağ olur
Yazın güneş yanığıdır düşlerim
Sonbahar ruhumu bekleyen oba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar sevda hecesi
Sen nasıl bu kadar hayal incesi
Sen nasıl bu kadar mutluluk çağı
Sen nasıl bu kadar tarih öncesi
Söyle Bana Hindiba, Nurullah Genç
sf. 9, Timaş Yayınları.
2 notes · View notes
geldimgidiyorum · 4 years
Text
Gülriz...
Kalamış kıyısında, önünde özel plajı olan büyük bir köşkte geçen yalnız çocukluğun ve yaralı gençlik yıllarıyla yol aldığın hayatına, dağ gibi bir kadın olarak devam eden canım Gülriz’im; aşklar, terkedilişler, terkedişler, intiharlar, ihanetler, doğmamış aşk çocukları, ekonomik sıkıntılar ve hep yeniden başlamalarla, yaşamına ne çok şey sığdırmış bir kadınsın sen. Ne yüreklisin, ne direngen… Gülriz diye yazılır; cazibe, hüner, zeka, sebat, zerafet diye okunursun benim için. Sen bilmezsin tabii, nereden bileceksin; elimi tuttun bir gün. Geldin oturdun yanıma, konuştun. Anlattın bir bir, “böyleyken böyle” dedin. Kendimden umut etmeyi, kendime yetebilmeyi, kendimi öylesine değil ama, sahiden sevmeyi bana sen öğrettin.
Türkiye’nin ilk primadonnası annesi bu dünyaya gözlerini kapattığında henüz dört yaşındaydı Gülriz. Delice aşık olduğu eşinin ölümünü bir türlü kabullenemeyen babası Lutfullah Bey’in, kızını baba evinde bırakıp Beyoğlu’nda bekar hayatı yaşamayı tercih etmesiyle, Gülriz için zor geçecek yıllar da başlamış oluyordu böylece. Despot babaannesinin katı kurallarının gölgesinde, ne çocuk olabilmişti o, ne de bir genç kadın. Kendisini hür ve mutlu hissettiği tek bir yer vardı onun için; sahne… Muhsin Ertuğrul’un, babası Lutfullah’a; “annesi gibi kabiliyetli ise, getir de çocuk tiyatrosunda oynasın” demesiyle başlayan tiyatro serüveni de, tıpkı çocukluk yılları gibi kolay geçmeyecekti…
Maceralı, dönemin şartları içinde müthiş cesur kararlarla dolu bir hayattı onunkisi. Suzan ve Lutfullah’ın büyük aşkının meyvesi olarak dünyaya gelmekten gayrı, sahip olduğu ne varsa, her şey kendi azmi ve çabasının eseriydi.
Hafızasına hayran kaldığım, sözcükleri sıralayışındaki ustalığına meftun olduğum Gülriz Sururi, 1933-1977 arası yıllarını kaleme aldığı Kıldan İnce Kılıçtan Keskince ve 1977’den 2000li yıllara dek hayatının en önemli anılarını anlattığı Bir An Gelir adlı kitapları ile, bir sanatçı ve bir kadın olarak, başkalarının da elinden tutmaya devam edecek. Dünya ölümlüyse de, insan ölümsüz çünkü.
İyi ki doğdun sen, iyi ki…
 (Kesinliğinden emin olmamakla birlikte, bazı kaynaklarda doğum gününün 24 Temmuz olduğu yazsa da, bu çok da mühim bir ayrıntı değil diye düşünüyorum. Geldi, yaşadı, gitti; zamansızlığa doğru…)
Kıldan İnce Kılıçtan Keskince - Milliyet Yayınları (1978)
Bir An Gelir - Doğan Kitap (2013)
2 notes · View notes
muslumannotdefteri · 2 years
Text
Vareden’in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
Kutlu bir zaferdir bu, Ebabil dudağından
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi’nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Yağmur, gülşenimize sensiz baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden, umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana râm olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor; hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Sensiz ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Yağmur!
Seni bekleyen bir taş da ben olsaydım!
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım!
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım!
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım!*
Nurullah GENÇ
youtube
1 note · View note
cennet-ul-meva · 3 years
Text
" Bu kadar telaş, göçebe bir ruha fazla değil mi.?"
Tumblr media Tumblr media
635 notes · View notes
tarumarcarmih · 3 years
Text
onaltışubatikibinyirmibir
Tumblr media
Sevgili Meftun,
Nasılsın Bebeğim? Şu anda ne yapıyorsun?
Umarım mutlusundur ve sen de beni düşünüyorsundur. Seni çok seviyorum ve ne olursa olsun seveceğim,unutma bunu.
"Ne çok istek. Ne çok özlem. Ve ne çok acı, yüzeye ne kadar yakın, yalnızca birkaç dakika derinde. Yazgı acısı. Varoluş acısı. Hep orada olan, yaşam zarının hemen altında sürekli uğuldayan acı. Ulaşılması böylesine kolay olan acı. Pek çok şey  basit bir grup alıştırması, birkaç dakikalık derin düşünce, bir sanat yapıtı, bir vaaz, kişisel bir kriz, bir kayıp  bize en derindeki isteklerimizin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini anımsatır: Genç kalmak, yaşlanmayı durdurmak, yitirdiğimiz insanların dönmesi, ebedi aşkı bulmak, himaye edilmek, anlam ve önem kazanmak, ölümsüzlüğe kavuşmak."
2 notes · View notes
gunesya · 6 years
Text
Leyla’sını öldüren Mecnun’un hikayesi!
Genç bi kadındı. Çok acıların içinde boğuşurken kimdir nedir necidir bilmediği bi adama meftun oldu. Mecnun’um ben dedi adam. Uçsuz bucaksız gökleri yaratan Allah şahidimdir dedi. İnandı kadın! Sönmek üzere olan bi mumdu halbuki, yeniden yandı! Unuttu geçmişte yaşadıklarını! Yeniden tutardı hayatı yakasından. Unuttu kadın! Herşeyin sonu olduğunu, Mecnun’un çoktan öldüğünü. Hayatın acımasız, insanların güvenilmez olduğunu unuttu! Unutmak istedi, bir defa olsun acımadan sevmek acıtmadan sarılmak istedi. Zamanın Mecnun’un zamanı olmadığını unuttu. Adam çok sevdi sandı. Aynı aşkı adamın kalbine de yakıştırdı kadın. Her halini kabul ederdi! Ölüme olsa giderdi! Birden herşey değişti, adam koca bir karanlığa dönüştü! Bağırdı kadın, kurtaramadı o karanlıktan adamı! Dua etti olmadı! Konuştu anlamadı adam. Ne yapsa ne tutsa nereye gitse bilemedi. Acıdı kadın her yerinden lime lime et koparılıyormuş gibi acıdı! Acısını duyurmak için bağırdı! Anlatamadı!!! Herşeyi yaptı acıya acıya titreye titreye ölüyorum derken sesi çıkmayacak kadar takatsiz kaldı! Artık umurunda değildi adamın anladı! Ama Mecnun’a yakıştıramadı! Yine bağırdı hep bağırdı acısını kalbinden sökercesine, diline sahip olmaksızın aklına ne gelirse haykırdı! Duymadı adam. Artık kadının söylediklerini duymayacak kadar sağırdı! Hatalıydı kadın, en baştan devrin Mecnun’un devri olmadığını unuttuğunda hatalıydı! Adam artık başka Leylalara kucak açmıştı! Öfkelendi kadın daha çok bağırdı! Kalbi yırtılırcasına, acısını sökmek ister gibi, kalbini koparıp atar gibi bağırdı! Anlatamadı anlamadı adam kaçtı! Çok beddua etti kadın! Anlatamadığı her kelime için binlerce kötü söz söyledi, içini kanata kanata sanki acısı geçecekmiş gibi!! Leyla sandıklarıyla vakit geçirirken adam kadın sönmeye yüz tuttu artık! Fuzuliye ihanet gibiydi adam! Yazdığı her harfe ihanet gibiydi! Halbuki Mecnunun aşkı öylemiydi Leyla’nın köyünden gelen köpekleri bile öperdi Mecnun, Leyla dokunmuştur belki diyerek! Haindi zaman! Herkes aşşalık ve her kalp karanlıktı! Mum söndü ve Leyla öldü!
11 notes · View notes
26bozkurt-blog · 6 years
Text
Bir Yahudi çocuğun Türk bakkaldan hırsızlığı ile başlar hikaye…
İbrahim Amca bir Türk. Fransa’da yaşıyor ve mütevazı bir bakkal dükkânı var, daha doğrusu küçük bir marketi...
Ondan alışveriş yapan bir sürü site sakini var dükkânının çevresinde. Her milletten, her dinden, her renk ve ırktan pek çok insanlar… Bu evlerden biri de bir Yahudi aileye aittir. Hâdisenin kahramanı 7 yaşındaki Cad, bu Yahudi ailenin çocuğudur. Cad, her gün gelir ve İbrahim Amca’dan alışveriş yapar. Her gelişinde de ona çaktırmadan bir çikolatayı cebine indiriverir.
Bu aylarca böyle devam eder. Bir gün yine gelir, alışveriş yapar. Ama her zaman yaptığı gibi çikolata çalmayı unutur ve dükkandan çıkar… İbrahim Amca, arkasından seslenir şefkatle:
“-Cad, bugün çikolatanı almadın?” Ve uzatır ona her zaman Cad’ın aldığı çikolatayı… Şaşırır çocuk ve “Biliyor muydun?” der hayretle.
İbrahim Amca başını okşar Cad’ın ve:
“-Sakın bir daha çalma Cad, hırsızlık büyük bir suçtur. Başkasının hakkına tecavüzdür! Söz ver bana bir daha kimseden almayacağına böyle. Buraya geldiğinde yine al çikolatanı, ama benden hediye olarak” der şefkatle… Bundan sonra Cad ile arkadaş hatta dost olurlar. İbrahim Amca 50 yaşında, Cad ise 7 yaşında bir çocuktur. Aradan yıllar geçer. İbrahim Amca bu Yahudi çocuğa hem arkadaş hem baba gibi davranır. Ne zaman Cad’ın bir sıkıntısı olsa, doğru İbrahim Amca’sına koşar Cad. Onun şefkatli sinesine sığınır. Ailesiyle, arkadaşlarıyla vb. tüm meselelerini anlatır bu dostuna ve nasihatlerini, çözümlerini hayranlıkla dinler ve tatbik eder. Ne zaman bir sıkıntıyla karşılaşsa İbrahim Amca’sına koşar Cad. İbrahim Amcası çekmecesinden bir kitap çıkarır ve Cad’a vererek;
“-Hadi aç bir yeri” der, sonra Cad’ın açtığı yüzdeki iki sayfayı okur, Cad’a anlatır ve meselesini böylece çözümlerler birlikte. Hayrettir ki, her defasında da teşhis ve çözümler doğrudur! Dükkandan sıkıntıları bitmiş olarak ayrılır hep. Böylelikle tam 17 yıl geçer; Cad 24 yaşında koca bir genç delikanlı, İbrahim Amca da ötelere yürüyen bir fani… Ama dostlukları hep bu minval üzere devam etmiştir. Bir gün emr-i Hakk vâki olur ve İbrahim Amca, Hakk’ın rahmetine kavuşur. Ölmeden önce çocuklarına bir vasiyeti vardır İbrahim Amca’nın;
“-İçerideki kendisine ait küçük sandık, hediye olarak bu Yahudi gence verilecektir.”
Cad, bu en büyük dostunun ölümüyle yıkılır… Çok ağlar, çok yanar. Artık elinden tutan, meselelerine çözümler bulan, sırdaşı dert ortağı yoktur.
Vasiyet üzerine sandık Cad’a ulaştırılır. Ama ilk anların hüznüyle açmak istemez sandığı. Neden sonra yine büyük bir mesele ile baş başa kalır Cad ve içinden çıkamadığı, çok daraldığı bir vakit aklına İbrahim Amcası ve sandık gelir. Koşar açar sandığı. Bir de bakar ki sandıktan, İbrahim Amca’sının eline verip açtırdığı ve okuduğu, böylelikle problemlerini her seferinde çözümlediği o kitap çıkar. Kitabı anlamaz, çünkü Arapçadır. Koşar, okutmak için Tunuslu arkadaşına gider. Her zamanki gibi iki sayfa okumasını ve açıklamasını ister ondan. Mesele yine halledilmiştir o kitap sayesinde…
Merak eder Cad, sorar:
“-Bu kitap nedir?”
Tercüme eden Tunuslu; “-Bu Kur’an-ı Kerim’dir, Müslümanların kitabı”
Cad şaşırır, şoktadır! Hiç tereddüt etmeden Cad sorar hemen;
“-Müslüman olmak için ne yapmalıyım?”
Tunuslu gerekeni söyler ve Cad Müslüman olur. Cadullah Kur’anî adını alır ve öyle ilerler, öyle kendini yetiştirir ki bu yolda, sadece Avrupa’da yaklaşık 6000 Hıristiyan ve Yahudi’nin Müslüman olmasına vesile olur… Her geçen gün artar, hidayetine vesile oldukları...
Bu eski Kitab’ı karıştırırken arkasında bir harita çıkar önüne. Orada, İbrahim Amca’nın not ettiği şu ayet vardır:
“-Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davette bulun!”
Bunun bir işaret olduğunu düşünerek Afrika’ya gider davetçi olarak. Önce Kenya’ya, sonra Güney Sudan’a oradan Uganda’ya ve komşu ülkelere. 30 yıla yakın dolaşır oralarda. Afrika’nın sıkıntıları bitmez. Allah’ın izniyle ve onun davetiyle İslam’a girenlerin sayısı milyonlara ulaşır. Ama o Afrika’da hastalanır ve 54 yaşında 2003 yılında Allah’a davet yolunda vefat eder.
Cad’ın annesi koyu bir Yahudi ve üniversitede hocadır. O da 2005’te Müslüman olur. Yani oğlunun ölümünden 2 yıl sonra, 70 yaşında… Oğlunu Yahudiliğe döndürmek ve ikna etmek için 30 yıl uğraşmış, bütün tecrübesini bilgisini ve gücünü kullanmış ama muvaffak olamamıştır. İşte budur hakiki din…
Neden Cad hemen Müslüman oldu? Annesi diyor ki:
“-İbrahim Amca 17 yıl boyunca bir kere bile bana “Yahudi” ya da “kâfir” demedi, hatta İslam’a gir bile demedi... Ama bir çocuğun kalbinin nasıl Kur’an’a bağlanacağını iyi bildi.”
Bir Arap kanalında Kur’an’ı, Ona sarılmayı, Kur’an’la amel etmenin lüzumunu anlatan Mısırlı Tebliğci Dr. Saffet Hicazî, konuşmasının sonunu onun kıssasına ayırmıştı. Gözyaşlarıyla İbrahim Amca’yı anlattı. Hele zerafetle, hiç örselemeden yetiştirdiği fidanının, dünyanın dört bir köşesinde, âb-ı hayat dağıtması hiç olacak şey miydi İbrahim Amca’nın?
Dr. Saffet Hicazî, bizzat tanışır Cadullah’la ve hikâyesini ondan dinler. Elinden hiç bırakmadığı hayli yıpranmış Kur’an’ı sorduğunda Cadullah;
"-Ammu İbrahim’in (İbrahim Amca) Kur’an’ı işte bu” der, yanında gezdirmektedir hep…
Londra’da, Darfur’a destek ve oradaki Müslümanların meseleleriyle alâkalı bir toplantı sırasında Hıristiyanlaştırılmak istenen Zulu kabilesinin reisiyle karşılaşan Dr. Saffet Hicazî kabile reisine:
“-Sen, Cadullah Kur’anî’yi tanıyor musun?” diye sorunca, adam çok şaşırır ve heyecanla;
“-Evet! Sen nereden tanıyorsun, yoksa gördün mü onu, konuştun mu onunla?” der ve peşpeşe sıralar sorularını.
“-Evet’’ der doktor, ‘‘onunla İsviçre’de karşılaşmıştım.” Bunu söyleyince Saffet Bey, Zulu kabilesinin reisi onun ellerine sarılır, elini yüzünü öper gözyaşları içinde… Dr. Saffet Hicazî:
“-Sen de onun tesiriyle mi İslam’a girdin?” der. O da;
“-Ben onun sayesinde Müslüman olan birinin yardımıyla Müslüman oldum” der ve sonra da Dr. Saffet Bey’i kastederek: “Madem bu eller onun elini tuttu, madem bu gözler onu gördü, ben sanki onu öpüyorum.”
Allah, Cadullah Kur’ani’ye rahmet etsin. Rabbim İbrahim Amca’ya da rahmet etsin, o gibilerin emsallerini arttırsın… Onların elinden kimler İslam’a girdi Allah bilir. Kapanmayacak bir amel defteri ile Allah’a kavuştu Cadullah ve onun İslam’a girmesine sebep olan İbrahim Amca…
Büyük fedakârlık onlarınki… Hele bu asırda! Herkesin maddeye meftun olduğu, herkesin “ben, ben” dediği, kendi çocuklarını bile önemsemeyip nefsinin bitmez tükenmez arzularının peşinde olduğu şu talihsiz asırda..
3 notes · View notes
askvetango-blog · 5 years
Text
08.05.2019 1 Hikaye Kırmızı gülün hikayesi…
Tumblr media
Kırmızı gülün hikayesi…
Bir delikanlı güzel bir kıza ölümüne sevdalanış…Yüreği daha fazla dayanamaz olmuş onu uzaklardan seyretmeye. Bir gün o adını bile henüz bilmediği,dış görünüşünden başka hayatı hakkında hiç bir bilgi edinmediği o genç güzel kızın yolunu kesip durdurmuş delikanlı.
Güzel kız azarlayıcı ve manidar bakmış adamın gözlerine;
-Durup dururken neden kestin yolumu böyle?Yoksa yeni haramiler mi tünedi buralara? Delikanlı:
-Yok,demiş.Harami filan değilim.Sadece sonunun ne olacağını bilmediği karşılıksız bir sevdaya düştü gönlüm.Günler var ki ben o ateşte kavrulur dururum.
Güzel kız şaşırıp kalmış duyduklarına…
-Ne kadar tanıyorsun ki beni?Diye sormuş tanımadığı delikanlıya.
-Tanımak mı?Demiş, günlerdir ezberledim ben seni…Kaşların, gözlerin, yüzünde ki gamzelerin yazar, kalbimde ki sevdanın destanı.
-Senin tanımak dediğin bumu?Kimim, kimin nesiyim serbest miyim?Gönlüm boş mu dolu mu onların hakkında da bir bilgin varmıydı sevdalanırken?
-Hiç bir şey bilmem.Sadece şunu bilirim ki ben bir sevda sarhoşuyum.Bunun içinde yolunu bir harami gibi kesip senden merhamat dilenmek için yüreklendim.
-Nasıl bir marhamet ola ki bu?
-Vuslatı reddetmeyen, kalbim hayat arkadaşı olarak seçti seni.Bağışla, damda düşer gibi oldu ama benimle evlenirmisin?
Güzel kız oldukça şaşırmış buna:
-Ya! Demek böle ister gönlün?
-Evet , ne olur reddetme sakın, yoksa şuracıkta ölüp kalırım.Bana bir isim ver ordan isteyim seni.
Güzel kız delikanlıyı hassas bir seyirle izledikten sonra :
-Pekala,demiş. sana bir şartım var bunun için.Sakın ola ki söyleyeceklerimi yerine getirmezsen bir daha karşıma çıkmayasın.
Delikanlı hiç düşünmeden cevabını vermiş:
-Kabul!
Genç kız delikanlıya alaylı bir eda içinde gülümsemiş.
-Daha ne yapacağını bile bilmiyorsun ki hiç düşünmeden ”kabul” diyorsun.
-Olsun ben yaparım.
-O zaman mesele yok. yarın ben aynı saatte yine buradan geçerim.Bana elinde kırmızı bir güle gelirsen teklifini kabul demektir.
Delikanlı bir kelebek kadar hafiflemiş ve adeta kanatlarını kelebek gibi havalandırmış:
-Kabul bulurum demiş.
-O vakit hemen işe koyul.Aklın varsa hiç zaman eksiltme.
Delikanlı coşkulu bir gönülle ardına bile bakmadan yollara düşüp gitmiş.
Aslında gülleriyle ün salmış yörenin, güllerle ilgili bir özelliği daha varmış…Oralar beyaz güller diyarıymış ve kırmızı gül hiç bulunmazmış gül ağaçlerının dallarında…
O gün delikanlı bütün gül bahçelerini, tükenmeyen enerjisi ve bitmek bilmeyen azmiyle dolaşıp durmuş…Umutlarını solduran en son bahçede de kırmızı gül bulamayınca bahçe kenarındaki bir gül ağacının dibine oturup başlamış ağlamaya…Dibine oturup ağladığı gül ağacının dalına tüneyen bülbül delikanlıyı seyrediyormuş…Derler ki bülbül delikanlının hıçkırıklarına dayanamayıp hüzünlenmiş ve en içli bestelerinden birisini şakıyarak delikanlının ilgisini üzerine çekmeyi başarmış…Ve yine derler ki şakımaya başlayan o bülbül, bülbülü şeyda imiş….yani bülbüllerin üstadı…o şakımaya başladığında kuşlar ve bülbüller susarmış. İşte öylesine bir şakıyış ulaşmış delikanlının kulaklarına ve hıçkırıklarına ara verip o muhteşem besteye vemiş kendisini.Gözleri sesin geldiği noktayı bulup baba bülbülün üzerinde ısrar etmiş.Bülbül onu, delikanlı bülbülü hazin bakışlarla seyretmiş.Sonunda şakıyışını bitiren bülbül lisana gelip efkarlı delikanlıya sormuş:
-Neden ağlarsın ki öyle yanık yanık?Benim efkarımı bile alevlendirdi firkatin….
-Sorma, demiş ve o hazin hikayesini anlatmış delikanlı bülbüle.hikayenin sonuna çaresizliğini eklemiş.”şayet istediği o kırmızı gülü bulup öğle vaktinde ona ulaştıramazsam, ben öldüm demektir bülbül…Bilirim ki bu sevdanın hüsranı ölüme çağırır beni…”
Bülbül sevdayı bilenmiş.Delikanlının perişan hali dokunmuş bülbüle ve fazla düşünmeden, delikanlının yüreğine su serpen sözleri fısıldamış:
-Sen hiç üzülme demiş, istediğin kırmızı gül olsun, bulunur elbet….
Umutsuzluk ciğerini çürütmeye başlayan delikanlı, inandırıcı bulmamış bu sözlerini:
-Buralar beyaz güllerin diyarı mı,öyle söyler herkes.Gün kavuşmaya yüz tuttuğu şu saatlerden sonra nereden bulabilirim ki kırmızı gülü?Meğer olmayan bir şeyi istemiş benden sevdiğim güzel.. .
Bülbülün vadi şaşırtmış delikanlıyı:
-Her şeyin bir kolayı bulunur demiş…Sen şimdi git ve yarın gün doğumundan biraz sonra oturduğun ağacın dibine gel ve istediğin kırmızı gülü alıp sevdiğin o kıza götür.
-Bülbül sende beni teselli ettiğini sanıyorsan yanılıyorsun.Her yeri aradım, kırmızı gül yok bu bahçede, sen nereden bulacaksın ki?
-Altının ayarını sarraf olan bilir…Ben bülbülüm, gül dilinden anlarım, istersem karşısına geçer en içli bestelerimle onu kızarta bilirim…Bana gülü tarife ne hacet…Sen şimdi git ve dediğim saatte gelip kırmızı gülü sevdiğin kıza yetiştir.
Delikanlı sevinerek ayrılmış bulunduğu bahçeden.Gece zor kavuşmuş sabaha.Taze bir günün aydınlığında kalkıp bülbülün vaad ettiği saatlerde bahçeye koşup,akşam ayrıldığı gül ağacının dallarına baktığında kalbi duracak gibi olmuş.Beyaz güllerin arasında kırmızı bir gül çekmiş dikkatini ve sevincinden kalbi yerinden fırlayacak gibi atmaya başlamış.
Beyaz güllerin arasında kızarmış olan gülü usulca koparıp aldıktan sonra teşekkür etmek için etrafta bülbülü aramış.Bülbül ortalara yokmuş. Yüzündeki sevinç solmuş bülbülü göremeyince ve ağacın dibinden ayrılmaya karar verdiğinde son defa etrafını yoklamış arzulu bakışları.Umudunu kesmiş gitmek için adımını hazırlarken son olarak ayaklarının dibine ilişen bakışları sevincini iyice söndürmüş…Delikanlı ayaklarının dibinde hazin bir manzarayla karşılaşmış.Kendisine kırmızı gül vaadeden bülbülün içler acısı manzarası varmış gül ağacının dibinde….
Acı acı yutkunmuş onu seyrederken.Bülbülün ölüsü, sevdiği kızın saatinin yaklaşması arasında sıkıntılanan kalbi zor da olsa bülbülden ayrılma kararı alıp, elinde sımsıkı tuttuğu gülle birlikte yollara düşmüş.Sevdalandığı güzelin kendisine verdiği sözde aynı yerdeymiş.
Güzel kız sözünde durmuş ve karşılaşmışlar yeniden.Delikanlı soluk soluğuymuş elindeki gülü kıza uzatırken….
-Al işte, kırmızı gülü buldum ve getirdim sana verdiğim sözü tuttum, şimdi sıra sende!
Güzel kız gülü delikanlının elinden alıp, efsunlu bakışlarla incelemiş gülü…Derler ki o an genç kızın güzelliği sebebi bilinmeyen bir acının bedenini dağladıkça solmuş ve hazan düşmüş bakışlarına…Sonra delikanlıya çevirmiş içli bakışlarını.Esef varmış sesinin tonunda ve şaşırtıcıymış cevabı:
-Olmaz, kaybettin yabancı….
Delikanlı, oracıkta yığılıp kalacak gibi olmuş.Feri çekilmiş bacaklarının:
-Neden, şartını yerine getirdim işte.Vuslat sözün vardı kırmızı gülü bulup getirirsem?
-Aslında verilen zaman içinde kırmızı gülü bulup getirilmesi imkansızdı.Ben biliyordum bunu.Mucize olmadıkçe isteğim yerine gelmezdi…
-Mucize gerçekleşti ve kırmızı gülü bulup vaktinde getirdim.Bana vuslat sözü vermiştin!
Güzel kız kırmızı gülü delikanlıya iade ederken delikanlı büyük bir hayal kırıklığı içinde bakışlarını yere indirmişti.
Kız usul usul konuşmaya başladı:
-Karşıma dikilip yolumu kestiğin zaman, beni çok iyi tanıdığını söyledin,halbuki hakkımda hiç bir şey bilmiyordun.Bir aldanıştı seninki si,bir hülya…
Eğer beni tanısaydın, evli olduğumu, kalbimin yalnızca eşime ait olduğunu da bilirdin.Böyle bir hataya düşmezdin.
Ben yalnızca sana bir ders vermek istedim.Kolayca dillendirdiğin”AŞK”ın gerçek manasını anla istedim.”AŞK” gerekirse meftun olduğun uğruna canını vermektir.Bülbül gül için can verişini gör istedim.bana beslediğin hisler,yalnız ilahi aşka ulaşmak adına vasıta olabilir
Delikanlı hatasını anlamış olmalı ki araştırıp tanımadan evlenmeyi düşündüğü kıza utancından cevap bile verememiş.Titrek parmaklarının arasında güçlükle tuttuğu gül yere düşmüş….Yaptığı hatadan dolayı büyük bir pişmanlık duyarak,arkasına bile bakmadan gözlerden kaybolup gitmiş sonunda…
Alıntı
0 notes