Tumgik
#ru hanım
fatomahperi · 2 years
Text
Tumblr media
İlber Ortaylı'nın anlatımından annesi Şefika Hanım.
--"Validem ihtilal yılında doğdu. Uzun, hadiseli bir ömür geçirdi. İkinci Cihan Harbi’ni yaşadı. Memleketine, diline, teşhir etmemekle birlikte dini kurallara çok bağlı olarak yaşadı. Çok tuhaf mutlu zamanı Avrupa’da hemen harbin sonrasıdır.
Memlekete çok çabuk intibak etti; Türk edebiyatını ve tarihini iyi okumaya dikkat ederdi. Gramer bilgisi çok derindi; bizim üzerimizde etkili oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaptı. Ondan öğrendiğim bir şey var: “Önünüze gelen öğrenci ana babanın seçemediği evlat gibidir. Suret-i katiyede sadece dinlerine, milliyetlerine göre değil, siyasi düşüncelerine göre de ayrım yapamazsınız.”
Solcu değildi ama solcu talebelerini de çok severdi, onlar da onu severdi. Hayatında en takdir ettiği öğrencilerinden biri Ataol Behramoğlu’ydu. Ataol’un da onu sevdiğini biliyorum. Öğretmenler gününde yazılar yazardı. Ondan öğrendiğim bu sistemi, öğretim hayatım boyunca hep uyguladım.
Yer yer bize karşı çok sert yer yer de çok yumuşak ama prensip olarak ayakta durmamıza dikkat eden bir eğitimi vardı. Hiç şımartmazdı. Beni şımartması ancak çok ihtiyarladığı benim de artık olgunluk çağına dayandığım sıradaydı.
Kendisini bir gün derse de çağırdım. Bu dersler ikiye üçe de çıktı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyken Rus Edebiyatı Tarihi anlattı. Salon doldu. Hatta rahmetli Muhibbe Darga bile oradaydı. Bu konferansların sonunda Mete Tunçay kendine has tatlı muzipliklerden birini yaptı. “Şefika Hanım Ankara Üniversitesi’nde üye değil mi?” “Evet.” “O zaman bir dilekçe yazalım; İlber’i atsınlar annesi gelip ders versin,” dedi.
Sohbeti yerindeydi, şiir kültürü çok zengindi; Puşkin’den bir eseri okur anında tercümesini yapardı. Hiç şüphesiz ki onu öyle hatırlamak istiyoruz. Her şeyi bir arada yapabilen ve çocukları yetiştirebilen biriydi. O kuşakta böyleleri vardı, annem tek değildi. Bugünün annelerine de aynı sabır ve dayanıklılığı tavsiye ediyoruz, lazımdır."
İlber Ortaylı
9 notes · View notes
haytaogluyunus · 1 month
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN TÜRKÇÜLÜĞÜN BÜYÜK İSİMLERİNDEN
YUSUF AKÇURA'NIN VEFATINI YIL DÖNÜMÜ. RAHMET VE SAYGIYLA ANIYORUM.
HAYATI:
2 Aralık 1876 tarihinde Moskova'nın doğusundaki Ulyanovsk'ta (eski adıyla Simbir) dünyaya geldi. Kazan'a göç etmiş Kırım Türkleri'nden aristokrat bir ailenin mensubu idi. Babası çuha fabrikası sahibi fabrikatör Hasan Bey, annesi Yunusoğulları'ndan Bibi Kamer Banu Hanım idi. 2 yaşında iken babasını kaybetti ve annesi ile birlikte yedi yaşına gelmeden İstanbul'a göç ettiler. Annesi, İstanbul'da Dağıstanlı Osman Bey ile evlendi. Osman Bey, Yusuf'un eğitimi ile yakından ilgilendi, onu asker olmaya teşvik etti.
Kuleli Askeri Lisesi'nde öğrenim gördükten sonra 1895 yılında Harp Okulu'na girdi. Harbiye yıllarında Necip Asım Yazıksız'ın, Veled Çelebi'nin, Bursalı Tahir Bey'in Türkçülük fikrine ait yazıları ile İsmail Gaspıralı'nın Bahçesaray'da yayımlanan ve bir ara İstanbul'da da dağıtılan Tercüman Gazetesi Türkçülük fikirlerinin oluşmasını etkiledi. 1897 yılında Malumat Dergisi'nde yayımladığı "Şehabettin Hazret" adlı ilk makalesini Rusya Türkleri ile Osmanlı Türkleri'ni tanıştırma amacıyla kaleme aldı.
Fizan Sürgünü
Okulun 2. sınıfında iken Türkçülük hareketlerine katılmaktan dolayı 45 gün ceza aldı. Erkân-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan sonra askeri mahkeme tarafından müebbet olarak Fizan'a sürgün edildi ve askerlikten uzaklaştırıldı. Fizan'a sürgün edilen diğer 83 kişi ile beraber 1899 yılında Trablusgarp'a ulaştı. Onları Fizan'a gönderecek yol parası bulunamadığından Trablusgarp'ta hapsedildiler. İttihat ve Terakki Partisi'nin girişimleri sonucu bir süre sonra şehir içinde serbest dolaşma izni aldı ve bazı resmi görevler aldı. Aynı yıl, kendisiyle birlikte sürgün edilmiş olan Ahmet Ferit Bey ile Fransa'ya kaçtı.
1903 yılında, İstanbul'a dönmesi yasak olduğu için amcasının yanına Kazan'a gitti ve dört yıl kaldı. Tarih, coğrafya, ve Osmanlı Türk Edebiyatı öğretmenliği yaptı. Ahmet Rıza'nın çıkardığı Şura-yı Ümmet ve Meşveret gazetelerinde adsız yazıları yayımlandı.
Kazan’da iken yazdığı ve onu Türk siyasal hayatında meşhur eden Üç Tarzı Siyaset isimli dizi makalesi 1904 yılında Mısır (Kahire)’da yayımlanan “Türk” adlı gazetede çıktı. Türkçülük akımının manifestosu olarak kabul edilen 32 sayfalık makalesinde Akçura, Osmanlı İmparatorluğu'nun tekrar toparlanabilmesi için üç ana görüşün bulunduğunu (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türk Milliyetçiliği)ve bunlar arasında en uygununun Türk Milliyetçiliği doktrini olduğunu savundu.
İstanbul'a geldiği 1908 yılına kadar Kazan'da siyasal ve kültürel faaliyetlerde bulundu. Türkçülük fikrini yaymak üzere "Kazan Muhbiri" adlı bir gazete çıkardı. Gaspıralı İsmail Bey, Alimerdan Bey, Abdürreşit Kadı İbrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905 yılında "Rusya Müslümanları İttifakı" adında bir parti kurdu. Kuzey Türkleri bu parti sayesinde ilk kez Rus meclisi Duma'ya temsilci gönderdi. Akçura, seçimler bitene kadar hapiste tutulmuştu.
1907 yılında Rusya'da meclis dağıtılmış, kanunlar Rus olmayanlar aleyhine değişmişti. Bu gelişmelere karşı yayın yapan Akçura tutuklanmak için arandığı sırada Osmanlı Devleti'nde II. Meşrutiyet'in ilan edildiğini öğrendi. Bunun üzerine işlerini tasfiye edip 1908 yılının Ekim ayında İstanbul'a gitti.
İstanbul’da siyasi faaliyetleri[
İstanbul'a geldikten sonra Darülfünun'da ve Mülkiye Mektebi'nde tarih dersleri verdi. Bütün ısrarlara rağmen İttihat ve Terakki Partisi'ne girmedi. 25 Aralık 1908 tarihinde İstanbul’da, Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit ile birlikte Türk Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. Türk milliyetçilik esasına dayalı ilk dernek olan Türk Derneği'nin ömrü kısa oldu, yerine 18 Ağustos 1911 tarihinde Türk Yurdu Derneği kuruldu. Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali Bey, Akil Muhtar ile birlikte kurucular arasında yer aldı ve derneğin yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi'ni 17 yıl boyunca idare etti. 1912 yılında kurulan Türk Ocağı’nın kuruluşunda da etkin rol aldı.
Rusya'daki Türklerin haklarını korumak için 1916 yılında Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti'ni kurdu. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Rusya'daki Türklerin haklarını dile getiren konferanslar verdi. 1918 yılında Rusya’daki Türk esirleri kurtarmak için Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) temsilcisi olarak Rusya'ya gitti ve bir yıl kaldı.
Millî Mücadele Yılları
1919 yılında yurda döndüğünde arkadaşı Ahmet Ferit'in kurduğu siyasi bir parti olan Millî Türk Fırkası'na katıldı. Aynı yılın sonunda İngilizler tarafından tutuklandı. 1920 yılında hapisten çıkınca Ahmet Ferit Bey'in eşi Müfide Ferit'in kız kardeşi Selma Hanım ile evlendi ve Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Hariciye Vekâleti'nde Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923 yılında İstanbul mebusu seçilerek meclise girdi. Kurtuluş Savaşı sonrası TBMM adına İstanbul'u İtilaf Devletleri temsilcilerinden teslim aldı.
Tarih Çalışmaları
1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi'nde siyasi tarih dersleri vermeye başladı. Mustafa Kemal'in kültür ve siyaset danışmanı olarak çalışmaktaydı. 1931 yılında Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşunda görevlendirildi ve ertesi yıl kurumun başına getirildi. I. Türk Tarih Kongresi'ni yönetti. 1933 yılındaki Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi'nde Siyasi Tarih profesörü oldu.
Kars milletvekili iken 11 Mart 1935 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucunda İstanbul'da öldü. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.
ESERLERİ
• Mevkufiyet Hatıraları, Matbaa-i Kader, İstanbul, 1904
• Eski "Şuray-ı Ümmet"te Çıkan Makalelerimden, Tanin Matbaası, İstanbul, 1911
• Türk, Cermen ve Islavların Münasebat-ı Tarihiyeleri, Kader Matbaası, İstanbul, 1914
• Muasır Avrupa'da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar, Maarif Vekaleti Neşriyatı, İstanbul, 1923
• Türk Yılı 1928, Yeni Matbaa, İstanbul, 1928
• Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (6. Tedris Senesi), Ankara Hukuk Mektebi Neşriyatı, Ankara, 1930
• Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (5. Tedris Senesi), Ankara Hukuk Mektebi Neşriyatı, Ankara, 1930
• Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (4. Tedris Senesi), Ankara Hukuk Fakültesi Neşriyatı, Ankara, 1933
• Osmanlı Devletinin Dağılma Devri, Türk Tarih Kurumu, İstanbul, 1940
0 notes
morkedisblog · 9 months
Text
İyi partili hatipoğlu mu hakimoğlu mu"Chp bize köstek oldu Akp ve Mhp destekleyelim"demiş valla bir defa siz Merâl hanımın peşinden giderseniz daha çok kötek yersiniz ben de 2018 seçimlerinde sığırlık yapıp oy verdim kadın tıpkı Bahçeli gibi devlet ajanı mehmet ağar ve çiller ailesinin derin devletin emireri ve Erdoğan ailesinin kripto destekçisi aynen sinan oğan gibi ülkücülerden uzak duracaksın Akşenerin oğlunun şaşkın damat ve 5'li çeteyle ilgisi yok mu sanıyorsunuz ispatlayamam ama bu ülkede onlara çalışmayan tek ben varım(para teklif etmiyorlar ki geri çevirmem bu akılsız halk için değmez😴)İyi parti ve Akşener Chp'ye çelme taktı şimdi de İmamoğlu ve karısını Chp başkanlığına ikna edip Chp bitirme planını uyguluyor Kılıçdaroğlunun yerinde olsam istifa edip giderim çünkü İmamoğlulu yerel seçim tam hezimet olacak Kılıçdaroğlulu seçim de kaybedilecek sadat/mit artık rus mu ingiliz mi usa mı kimden destek alıyorsa hangi şehirden hangi adayı 100'de kaç oyla kazandıracağını ayarladı bile Chp 3 ana şehir alırsa göbek atsın ben Türkiye seçimlerinin dürüst olduğuna inanmıyorum hıhıhı doğru okudunuz gönderin polisi jandarmayı böyle düşünen milyonlarca kişi var hepimizi mi tutuklayacaksınız ucube sarayı hapishane yapın da bir işe yarasın arap görgüsüzlüğü rus abartısı özentili yapıdan kurtulup, estetikten anlayan yabancılara rezil olmaya son veririz hiç değilse Dilek hanım kaşını kaldırıyor ya heyyy yerel seçimlerde kocası parti başkanı belediye adayı mı olur farketmez kaşı havada yapışıp kalacak Merâl hanıma aldandı😆Hırslı kadın"babam Ekremle evliliğime karşı çıkmıştı"diyor olsun kendisi yağlı kapıyı kaçırmadı yoksa kırmızı burunlu şaşı çocuğa kim bakar neeee?Ben herkesin ne mal olduğunu biliyorum ki hadi bizim millet heidi gibidir herkes bunları parlatıyor bu sistemi değiştirmek için bir piyona ihtiyaç var deyip yıkama yağlama yaparım inanmayın lan burda övdüğüm ölü veya diri insanların çoğuna gerçek hayatımda selâm bile vermem aaaaa benim geçmişim asil mavi kanlıyım tevazum var ama o kadar da salak değilim😉
instagram
0 notes
piyasahaberleri · 1 year
Link
Ukraynalı Marta Kostyuk, 15 Mart 2023'te Indian Wells, California'da düzenlenen BNP Paribas Open esnasında bir antrenman seansında. AFPMIAMI GARDENS: Ukraynalı Marta Kostyuk, WTA Tour'un, hanım tenisinde çatışmayla ilgili gerilimlerin son emarelerinde, savaşın parçaladığı ulustan oyuncularla görüşme talebini görmezden geldiğini söylemiş oldu. Ulusal bayrakların arkasında oturan Ukraynalı taraftarların tezahürat yapmış olduğu Kostyuk, Rus Anastasia Potapova'ya yenildi. Miami Açık Perşembe günü rakibinin elini sıkmadan sahadan ayrıldı. Kaybın peşinden gazetecilere konuşan Kostyuk, kendisinin ve diğerlerinin yaşamış olduğu hayal kırıklığını söyledi. Ukraynalı oyuncular hissediyorlar.Vatandaşı Lesia Tsurenko, bu ayın başlarında, oyuncuların kendisi ayrıldıktan sonrasında bir toplantı istediğini söylemişti. Hint kuyuları Beyaz Rusya'dan Aryna Sabelenka ile karşılaşacak.Kostyuk, talebin şimdiye kadar göz ardı edildiğini söylemiş oldu.Gazetecilere "Evet, kurulla toplantı yapmak istedik ve bir toplantı alamadık. Yanıt yok, hiçbir şey yok, bir tek sessizlik" dedi.WTA, AFP'den gelen yorum talebine derhal cevap vermedi.Kostyuk, oyuncuların tartışmak istediği konuların ayrıntılarına girmek istemediğini söylemiş oldu."Doğrusu, toplantıya girdikten sonrasında bunun hakkında konuşabiliriz. Toplantıdan ilkin, orada ne hakkında konuşmak istediğimizi konuşmanın iyi bir düşünce bulunduğunu düşünmüyorum" dedi.Potapova, Indian Wells'teki bir maçtan ilkin Spartak Moskova forması giydikten sonrasında WTA'dan resmi bir uyarı aldı ve Kostyuk bu yanıttan etkilenmemiş benzer biçimde görünüyordu."WTA'nın yaptığına katılmadığım pek fazlaca şey var. Bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek" dedi."İnternetten daha çok nefret alacağım. Ne söylersem söyleyeyim, fazlaca nefret alacağım. Bilmiyorum. Uyarı, her her neyse. Onu uyar... Birini uzaklaştırabilirsin, bilmiyorum. . Hakikaten bu mevzuda yorum yapamam, bir tek gülünç" dedi.Tsurenko'nun koçu Nikita Vlasov, Ukraynalı web sitelerinde yer edinen yorumlarda WTA'yı son aşama eleştirdi ve Polonya'dan dünyanın bir numaralı Iga Swiatek daha fazlasının yapılması çağrısında bulunmuş oldu."Ukraynalı oyunculara yardım etmek için daha fazlasının yapılması icap ettiğini düşünüyorum bu sebeple teniste konuştuğumuz her şey Belaruslu ve Rus oyuncularla ilgili."'Gerginlik var'Salı günü Sabalenka soyunma odasında "nefret" ile karşılaştığını söylemiş oldu ve Vlasov ile tartıştığını öne sürdü.Gerginlikler sorulduğunda 20 yaşındaki Kostyuk, herhangi bir vakaya karışmadığını sadece belirgin bir gerçek bulunduğunu söylemiş oldu."Bazı oyunculara 'Merhaba' diyemeyebilirim fakat asla hiç kimseye yaklaşmadım, kimselerle konuşmadım. Kim bilir bir tek orada bulunarak nefret yayıyorum" dedi."İnsanların ne düşündüğünü bilmiyorum. Açık ki bir gerginlik var, biz dost değiliz, şu anda savaştayız."Dünyada 38. sırada yer edinen Kostyuk, bu ayın başlarında Austin'de düzenlenen ATX Açık'ta Rus Varvara Gracheva'yı yenerek ilk WTA şampiyonluğunu kazanmıştır.Kostyuk, mahkemedeyken harp düşüncelerini engelleyip engelleyemediği sorulduğunda şunları söylemiş oldu:"Güne göre değişiklik gösterir. Asla bilemem. Düşünmek istediğimi düşünebilirim, yapabildiğimi yapabilirim fakat sahaya adım attığım anda ne çıkacağımı bilmiyorum." kendimden" dedi ve maçlardan ilkin haberlerden kaçınmaya çalıştığını da sözlerine ekledi."Herhangi bir haberden kaçınmanın sıhhatli bulunduğunu düşünüyorum bu sebeple son bir yılda aldığım haberlerin bir çok korkulu ve fena."Bence ne hakkında olursa olsun haberleri genel olarak okumak boğuluyor."
0 notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Nâzım Hikmet, aşkları ve sevgilileriyle sık sık gündeme gelir. Aşk ve kadın konusu, Nâzım Hikmet'in hayatı; en az, şiiri kadar dikkat çeker, konuşulur, tartışılır. İlk aşkı, Sultan Hamid devrinin ünlü valilerinden birisinin kızı olan Sabiha'dır. "Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim dediğinde henüz 14 yaşındadır ve bu aşk şairliğinin başlangıcı gibidir . 17 yaşına geldiğinde ünlü bir doktorun akrabası olan Azize'ye âşık olur. Azize, bir yabancıyla evlenip Avrupa'ya gider. Nüzhet Berkin: İlk evliliği, "Sen-benim-minare boyunda çam gövdeme, - yumuşak, beyaz-bir kurt gibi girdin' dediği Nüzhet Hanım'ladır. Bu evliliğin ömrü, 5-6 aydır. Her şeyin savrulup durduğu, dünya görüşünü ve şiirini belirlemede el yordamıyla hareket ettiği gençlik günlerindeki ilk büyük aşkı Nüzhet Hanım'dır. O dönemde henüz 15 yaşında olan Nüzhet ile Tanin'de yazan gazeteci Muhittin Birgen sayesinde tanışır. O sıralar Moskova Üniversitesi'nde okuyan Nâzım Hikmet, kadınlar arasında popülerdir. Ancak, Nüzhet'in Moskova'ya gelişiyle birlikte ilgisini tamamen Nüzhet'e yöneltir . 1921'de evlenirler. Genç kadının İttihatçı eniştesi, Nâzım Hikmet'i politik görüşleri nedeniyle pek sevmez. Nüzhet'e sürekli mektuplar yazıp Nüzhetin evine geri dönmesini ister. Bir yandan da hastalıklarla uğraşan Nüzhet Hanım, mavi gözlü dev'e ayak uyduramaz. Türkiye'ye döner. Anuşka: Nüzhet Hanım'dan sonra gönlünü Anuşka adlı bir Rus kızına kaptırır. Bu aşktan kalanları , Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim'de bulmak mümkündür. Dr. Yelena Yurçenko: İkinci evliliğini Dr. Yelena adlı bir diş hekimiyle yapar. Yelena, aynı zamanda bir ressamdır . Zamanına göre anarşist sayılabilecek bir kadındır. Üçüncü evliliği, 'kalbimin kızıl saçlı bacısı' dediği 'kol saatinin kayışına tırnakla adı kazınan isim Piraye Hanım'ladır.vs vs Doldur meyhaneci,  Sıradaki kadehimi Nazım Hikmet’in şiir yazmadığı tek kadın olan Galina Grigoryevna Kolesnikova’ya kaldırıyorum. Şiirsiz tek aşkı, doktoru Galina'dır. Hayatının, yan yana yaşayabildiği en uzun ilişkisi olan 7 yıldan geriye tek şiir kalmaz. Nâzım Hikmet'le birlikte yaşamaya başladığı günlerde, ona şunları söyler: "Kesinlikle bana âşık olmayacaksın ve benim için asla şiir yazamayacaksın. Çünkü, ben senin doktorunum. Galina, Nâzım Hikmet'in kişiliğini az da olsa çözmüş gibidir. Votkinsk kasabasındaki annesinden kalma küçük evini "Nâzım Hikmet Müzesi' yapan ve emekli maaşıyla geçinen Galina, Nâzım Hikmet'i dört kez ölümden kurtarır. Nâzım Hikmet'le ilgili oldukça önemli belgeleri saklar. Küçük amatör kamerasıyla, birlikte oldukları yıllar boyunca Nâzım Hikmet'i yazarken, dinlenirken, eğlenirken görüntüler. Bu görüntüleri, bozulmaması için de buzdolabında saklar. Can Dündar'ın hazırladığı belgeselin görüntülerin kaynağı da bu çekimler olur. İki katlı ve duvarları bomboş bir evde Nâzım Hikmet ile hayata sıfırdan başlarlar. Hiçbir şeyleri yoktur. Evlerini mükemmel bir şekilde düzenlerler. Galina, bir gazocağı getirir, daha sonra masa alır. Oturacak yerleri olmadığı için sandalye gibi birtakım ihtiyaçlarını komşuların eskilerini satın alarak temin ederler. Nâzım Hikmet, mutfakta oturur, daktilosuyla bir şeyler yazar, çalışır. O bir haftada bir piyes yazıp bitirir. Nâzım Hikmet'in yanında nöbet tutar gibi yaşar. Bir gün Münevver'le Memet gelip bu eve yerleşinceye dek sevdiği adamla birlikte olmayı seçer. Nâzım Hikmet'le ilgili 7 albüm hazırlar. Hepsi de özel fotoğraflarla doludur.Ancak Nazım Vera’ya döner…
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
ata-1966 · 3 years
Text
Tumblr media
Osmanlı’nın son dönemlerinde bir paşa vardır, Yedi Sekiz HASAN PAŞA. Bu lakapla bilinmesinin sebebi okuma yazması zayıf olan bu paşanın imzası Arapça yedi ve sekiz rakamlarının birleşmesinden oluştuğu için adı böyle kalmış.
Hasan Paşa Alaylı olduğundan okuma yazması zayıftır lakin hitabeti, görgüsü ve nezaketi çok gelişmiştir. Tam bir vatan sever olan Hasan paşayı çekemeyenler başına türlü çorap örerler ve sonunda Hasan Paşa azledilir, her şeyi elinden alınır.
Hasan Paşa tebdili kıyafet ederek Adapazarı civarında bir çiftliğe bahçıvan olarak işe girer ve ailesiyle beraber orada çalışmaya başlar. Bir zaman sonra çiftliğin sahibi İstanbul’un zenginlerinden olan zât vefat at eder, çiftlik genç oğluna kalır.
Hariciye nazırlığında çalışan bu genç diplomat çiftliğe gelir at bindiği sırada düşer elbiseleri çamur olur , çiftlik kahyası elbiseleri bahçıvanın hanımına götürür, hanım elbiseleri bir güzel yıkayıp ateş ütüsüyle de güzelce ütüler bir bohça içinde kızıyla gönderir.
Diplomat bohçayı açar bakar elbiselerin katlanışından ütüsünden bu insanların sıradan olmadığını anlar. Oradaki saray terbiyesini hemen fark ederek, hülasa tanışıp görüşürler.
Bir zaman sonra diplomat bahçıvanın damadı olur. Ancak durumun hassasiyetinden dolayıda bu evliliği gizli tutulur, artık sık sık çiftliğe gelmektedir.
Bir gün çok sıkıntılı bir şekilde gelir İstanbul’dan ve odasına kapanır dışarı çıkmaz. Hasan paşa sıkıntılı bir durum olduğunu anlar ve damadının odasına girer bakar ki etrafa saçılmış onlarca kağıt, durumu sorunca , damadı “baba bu devlet işi sen anlamazsın bırak da çalışayım” der.
Israrı üzerine derdini anlatır. Padişah bir görev vermiştir. Rus çarına öyle bir mektup yazılacak yazılacak ki çar savaşı göze alamayacak, Paşa bir de ben yazdırayım der ısrarla, damat istemeye istemeye kabul eder ve başlar söylediklerini yazmaya.
Öyle bir üslupla yazdırır ki damadı şaşar kalır. Oldu baba oldu işte, baba sen kimsin demeden de edemez Paşa açık etmez hemen yola koyulup doğruca padişahın huzuruna çıkar ve heyecanla mektubu okur. Padişah derki “bunu kim yazdırdı doğru söyle” der, oda durumu anlatır.
Padişah o senin bahçıvan dediğin adam bizim YEDİ SEKİZ HASAN PAŞAMIZ evladım der tekrar göreve davet eder. Damat geri dönüp durumu babasına anlatır, Birlikte İstanbul’a gelip Padişahın huzuruna çıkıp şartını söyler,
Padişah kabul eder. Plana göre üst düzey paşalar ve idareciler toplanır.
Padişah der ki “bugün buraya sizi sadakatinizi ölçmeye çağırdım bana sadık olan şu tabağın içindeki b..ktan bir parmak alıp yiyecek” der ne kadar yağcı gevşek adam varsa dediğini yaparlar.
Geriye on kişi kalır “siz ne beklersiniz, bana karşımı geliyorsunuz hiç mi hatırım itibarım yok sizin yanınızda” diye hiddetlenir.
Ölümü göze alan bu yiğit adamlar der ki “PADİŞAHIM HATIR İÇİN B..K YENMEZ” deyince Hasan Paşa gizlendiği yerden çıkar ve der ki;
“İşte, Padişahım senin ve devletin gerçek sadık adamları bunlar” Hasan Paşanın bu operasyonunun, Osmanlının ömrünü kırk yıl uzattığı da söylenmektedir.
Kıssadan hisse anlayana. Allah devleti idare edenlere HATIR İÇİN ..... YEMEYECEK yardımcılar nasip etsin
10 notes · View notes
bedrierdem · 3 years
Text
Hakkımızda ilginç tespitler!
“”Emekli bir Türk ile evlenen, yetmişiki yaşındaki bir Rus hanım, Türklere ait gözlemlerini anlatıyor.;
Ben Türkiye'ye geldi, evlendi. Türk erkek Ve Türk kadınlar, çok yemek seviyor. Hep çeşit istiyor. Biraz oturuyor hemen yemek soruyor. Sonra hasta olmak, anlatmayı çok seviyor. Şikayet çok. Kadınlar kendine zaman ayırmak bilmiyor. Hasta olmak bekliyor, doktora gitmek sonra doktor diyecek; dinlen çok yoruldun, bunu bahane ederek hep hastalık konuşarak geçiriyor. Çocuklar hep televizyon başında. Eşimin oğlu evlendi. Torun televizyon başında. Geline dedim ki; çocuk seni az görüyor, onları çok görüyor. Zihninde sen az onlar çok, reklamları ezberlemiş. Öyle ezberlemiş, istiyor anne reddedince ağlıyor. Işte böyle ağlıyor, sonra yine istiyor yine ağlıyor üç gün, dört gün, sonra anneyle arada çatışma oluyor. Şimdi saygı nasıl olsun. Çocuğun zihninde anne az televizyondakiler çok. Kapat onu çocuk seni seyretsin, seni anlasın, senin güzelliğin, onun beyninde yer etsin dedim. Kimse anlamıyor çocukların beyni kimlerle doluyor. Sen çocuğu doğurdun, Sen hatırlıyorsun onu kundakladın büyüttün, sen hatırlıyorsun, O bunları bilmiyor. Karnını bile televizyon başında doyuruyorsun, senin yüzüne bakmıyor o çizgi filme bakıyor. Sonra diyor ki çocuk yüzümüze bakmıyor hiperaktif. Çünkü çocuğun beynini televizyon artık yeniden tasarladı. Sonra çocuk o çizgi kahramanların Vitrinde kostümünü görüyor istiyor ağlıyor çünkü çocuk aslında artık onlara ait oldu. Kardeşi ile oynarken bile, oradaki karakterler gibi davranıyor ve o karakterler gibi konuşuyor. Diyorum ki; bak çocuk babası gibi değil, senin gibi değil konuşması, televizyon gibi. Kadınlar çok konuşuyor hiç susmuyor. Düşünmeden konuşmak Türkiye'de çok. Hep hastalıklar çok konuşmaktan diyorum bana ters bakıyorlar. Tiroid hasta diyor çok yiyorsun ve çok konuşuyorsun diyorum, bana kızıyor. Bana çok konuştukları zaman hemen elimle reddediyorum. Diyorum ki çok konuştun ben yoruldum. Çünkü dinlerken beyin doluyor ve ısınıyor. Susuyorlar o zaman. Çünkü kalp te yoruluyor. Türk kadını güzel şeyler konuşmayı bilmiyor hep şikayet. Kocasından şikayet ediyor, ailesinden şikayet ediyor , çocuğundan şikayet ediyor, kendinden şikayet ediyor. Bir saat çay içiyor, çay içerken gönül demlenir fakat öyle olmuyor. Herkesin sinirleri kabarıyor sonra herkes evine gidiyor. Bu sefer ne oluyor, hastalık oluyor. Bu yazı gerçekten ders alınması gereken bir konuyu ortaya koyuyor. Sadece okumayın. Paylaşın ve belki bir yaraya parmak basmış olurdunuz.””
Alıntı
13 notes · View notes
senkilomuverdin · 3 years
Text
Geçen gün kız arkadaşımla kavga ediyoruz ve duygularımı kontrol etmek için kanepeye yattım kulaklıkla sesli kitap açtım. Hemingway'in ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR!! kitabına vermeye çalışıyorum kendimi fakat olmuyor. Bir yandan can sıkıcı duygular bir yandan sevgilim geliyor bişi diyor falan. İspanyol iç savaşı, birilerini meydanda ortaya alıp sopalarla öldürseyie dövüyorlar. o arada moralim bozuldu yemek söyledim semtimizdeki AVMden. Sevgilimin dürtmeleri kızmaları üzülmeleri arasında cenin pozisyonunda uyuyakalmaya başlamışım, bir yandan kafamın bir tarafı bakırköydeki avmde, ispanyol kadın nasıl sopalarla dövdüklerini anlatıyor, bir anda kadın bakırköydeki avmde yemek reyonunda burger kingin önünde arkadaşıyla menülerini almış oturmuş iş yerinde olan olayı arkadaşına anlatan kadınlar gibi, rüyayla karışık o kitabın içinde anlatıyor ama ben onu bakıköyde avmde görüyorum gözümün önünde! uykuya dalmışım.
Psikoterapi rotasyonunu anlamamaya devam ediyorum, ben kendime üniversiteye yeni başlamış veya ünviversite son ama zehir gibi, biraz destekle hayatla başa çıkabilecek sosyal anksiyetesini vb yencek hasta profilini seçmeye çalışıyorum. Seçmek dediğim terapi günün var o gün normal gelen hastalar dışında kendi seçtiğin hastalara randevu veriyorsun. Neyse ben nezih profilden hastaları topladım ama mesela anksiyeteli anaokulu öğretmeni anksiyeteli dişçilik öğrencisi bir baktım hepsi başörtülü! dijital pazarlama yapan daha hipster olmasını beklediğim hasta bile sosyal medyaya yandaş medya tarzı bir şekilde girişmiş babası sağcı bir gastenin bilmemnesi! sonra bunu sevgili annemle konuştum anne dedim neden solcu insanlar devlet hastanesine gelmiyor mu devlete inançları olmadığından mı! anksiyeteli zeki üni öğrencisi dedin mi daha avrupai bir şey bekliyorum ben!
Ve yine bir şey bilmeden cinsel terapiye de başladık, bir yandan cinseli anlatıyor hocalar ama daha eğitim bir yere gelmeden hastaları vermeye de başlıyorlar, ve tabiki onlar da hepsi modern mutaasıp insanlar, neyse baktım ben bunlara ne terapi yapacağımı bilmiyorum laf arasında adının geçtiğini duyduğum sensate egzersizini yutubdan gugıldan araştırıp bir güzel anlattım, PArtnerini eni konu okşama egzersizi! siz dedim eve gidin bir güzel birbirinizi cinsel organlar hariç okşayın gelin. Onlar da çok memnun kaldı sonuçlar iyi oldu, zaten sonra eğitim devam edince öğrendim ki nonspesifik bir şekilde her türlü cinsel bozukluğa ilk bu egzersiz veriliyormuş! Tabi bir yandan vajinismus muhafazakar çiftleri gördükçe kendi çağdaş ilişkimi de seviyorum, çok çağdaş , cinsellik terapisi gibi bir yatak hayatımız var, sadece laubali hoişça vakit geçirmek ister misin bebeyim gibi seslenmeler, olayın taşak muhabbetine döndüğü konularda sorun oluyor. Küçükken MAsturbasyona nasıl başladınız dediğim bir hastanın oo bizim evde çılgın bir uydu çanağı vardı tuşa basınca uzayın geri kalanını çekmek için dönüyordu çanak kendi etrafında, adamın richi rich gibi bir masturbasyon hayatı varmış! hani 90lar çocuk filminde çocuğun porschesi falan olurya böyle çocuktan beklemediğin şeyler, yakışıklı çocuğun motoru olur falan adam gibi gezen küçük çocuklar.
Barmen olduğu için dinen günahkar mıyım diye takıntı yapan bir hastaya ise boş bulunup  SONUÇTA PEZEVENKLİK YAPMIYORSUNUZ!?!
şeklinde son derece suçluluk duyduğum bir laf ettim, ki bundan o kadar urtanıyorum ki bu yazaıyı veya yazını bu kısmını silerim muhtemelen, ama sonra tesettürlü sosyal anksiyete dişçi hastam benim anlamsız çıkışlarımdan biri için özür dilerken yok kendinizi açıklamanıza gerek yok daha ciddi doktorların yanında anksiyetem artıyor sorun etmeyin dedi ve sevindim!
saçma çıkışım: bu hafta bir arkadaşını kahve içmeye çağırma ödevi vermiştim yapmış ama söylemedi ben sorunca söyledi dedim X Hanım hem de çok iyi geçmiş arkadaşlıkları ilerlemiş(insanlar yakınlaşırsak benden soğur sıkıcı olduğumu fark eder fobisi vardı kız buluşunca çok daha fazla ortak yanları olduklarını fark etmişler) şu anda türk psikiyatrisinin zafer anlarından birini yaşıyoruz nasıl söylemezsiniz! öyle coştum 
bir keresinde de OKB hastası girdi oKBde şöyle klasik bir geyik var kızıma vurur muyum sevdiğim insanlara zaraar verir miyim vb takıntıları olan insanlar oluyor diyorsun ki SİZ VAR YA SİZ ŞEREFSİZİM BU KORKTUĞUNUZ ŞEYİ YAPACAK SON İNSANSINIZ OKB İNSANI ÇOK KAFAYA TAKAR AMA ASLA YAPMAZ!!! böyle yani sen varya altın kalplisin mi demeye getiriyoruz napıyoruz anlamıyorum her neyse bir adam geldi sevdiklerime zarar vermekten korkuyorum ama böylele yapışık gıcık bir tip pis pis sırıtıyor kızına zarar vermek de yani hanımını kızını iteliyormuş kızınca vuruyormuş ufak tefek okbden çok öfke kontrolü!!!
Şimdi bu adama da sen varya asla kimseye bişey yapmazsın demem lazım ama istemiyorum sen herkese vuracak bir puştsun demek istiyorum! bir yandan da anlattığım şeyleri anlıyor uygulamak istiyor falan ilgili. meğer takıntısı şeymiş siyah kuşakmış karate kursunda ölüm vuruşu öğrenmiş tartıştığı insanlara ölüm vuruşu yapmaktan korkuyormuş. böbürleniyor bana diyor ki işte bir insanı öldürmem çok kolay benim ellerim silah gibi "bakıyorum korktunuz doktor bey." bi gıcık oldum bi gıcık oldum
kafamda canlanan senaryo: hastaya masadaki bilgisayardan bir vidyo açıyorum vidyo şu 8 yaşındaki RUS çocuğu sibiryada nehir kıyısında ayıyla boğuşuyor 5 tonluk ayıyı boğarak öldürüyor!
sonra diyorum kibakın ne güzel vidyo ve ben bunu derken adam bir anda fark ediyor ki o çocuk benim! (çocuğun ufak bir özelliğinden fark ediyor ben olur yara izi bişi olur)
Bu arada evi taşıyorum, annem kamyonetçi bir adam bulmuş ama taşıyacak hamal yok, nasıl buluruz falan diyorum, annem diyor ki ya şu mahalledeki AVMnin güvenlik görevlilerine falan mı sorsak! güvenlikler annemi sürekli maskesini kapatmamış hes kodunu çıkarmamış vb şaşkınlığı yüzğnden durduruyorlar aralarında kısa konuşmalar geçiyor annem ya bu muhabbetler sırasında güvenlikleri sevmiş ve arkadaş bellemiş ya da o kadar çok şaşkınlık yapmış ki arkadaş olmuşlar, yani arkadaşı bellemiş güvenlikleri bence çok komik nakliyeci sormak için aklına tanımadığı güvenlik gelmesi
11 notes · View notes
almondluvsdinos · 3 years
Text
KISA BİR DRAM HİKAYESİ.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ ⠀⠀⠀[köpüğe dönüşen deniz kızı.]
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Sıcacık güneş ışınları uzandığım şezlongta çıplak sırtımı yalayıp geçiyor, gözümdeki güneş gözlüğüne rağmen gözlerimi acıtıyordu. Denizden çıkalı en fazla yarım saat olmasına rağmen suya hiç girmemiş gibi kupkuruydum. Kulağımda babamın dolabından yürüttüğüm kaset oynatıcıdan (?) çalan hiç bilmediğim şarkılar oynasa da asıl ilgim gelip geçende ve küçük deniz kızındaydı. Şezlongun plastiğiyle bütünleştiğimi ve karnıma battığını hissetsem de yerimden kalkasım yoktu, bu yüzden Christina'yı göz hapsinde tutmaya çalışıyordum.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Sırtımda hissettiğim buz gibi ellerle yerimden sıçrayarak doğrulduğumda kulağıma gür ve neşeli bir kahkaha dolmuştu. Ağzımdan çıkan birkaç küfürü durdurmak için hiçbir çaba sarf etmeden gözlerimi soğuk ellerin ve bu güzel gülüşün sahibine çevirdim. Beline koyduğu elleri ve birbirine bastırdığı dudaklarıyla gülüşünü engellemeye çalışan sarışın kıza gözlerimi kısarak baksam da belindeki parmaklarının hareketinden -16 yıldır pek çok şeyi bu hareketler sayesinde çözmüştüm.- anladığım heyecanı ve neşesi çok geçmeden bana da bulaşmıştı. Öne doğ ru birkaç saniyelik eğilmemle kolunu kavradıktan sonra tüm gücümle yanıma çekmiştim onu.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Demek uyuyan abini böyle bir işkenceyle uyandırdın Christina Alanis Lenore. Şimdi cezalardan ceza beğen."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Şezlongun diğer tarafına kelimenin tam anlamıyla devrilen Christina'ya dönüp dişlerimi göstererek güldükten sonra sinsi bir tavırla ellerimi beline yerleştirip gıdıklamaya başladım onu. Anında kıvranmaya başlamasından çok geçmeden katılacağını anlamak zor değildi, yine de ellerimi çekmeden gıdıklamaya devam ettim. Sesini kısmak için hiçbir çaba sarf etmeyen Christina karnıma dirseğini geçirdiğinde iki büklüm olup mecburen geri çekilmiş ve gözlerine bakmıştım. Benimkine benzeyen ancak kesinlikle benimkilerden güzel gözleri gözlerimle buluştuğunda omuz silkip ayağa kalktım.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Cezanız bendeniz harika hakim Chris Lenore tarafından yüzde seksen indirimle yumuşatılıp uygulanmıştır, aklınız varsa bir daha denemezsiniz."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Kıçımdan neredeyse kayacak çizgili şortu çekip ipini bağlarken gözlerimi Christina'dan ayırmıyordum, sular damlayan saçlarını geriye iterken bana dil çıkartıp şezlonga yaslanmış ve uzun bacaklarını üst üste attıktan sonra ukala bir sesle konuşmuştu.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Sözde harika hakim Chris Lenore akraba ve zafiyet indirimi yapmayıp tam manasıyla hakim olduğunda görüşelim."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"İlla sağlam bir ceza istiyor bu. Seninle uğraşamayacak kadar yakışıklı ve yoğunum Tina, sonra uğraşırsın. Sümüklü ergenlerle işim yok."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Yüzünde beliren umursamaz ifade, kendine güveninin en büyük göstergesiydi aslında ve bu güveni de sonuna kadar taşıyacak tek kişiydi Christina. Beline inen uzun sarı dalgaları, turkuaz mavi gözleri ve karakteristik yüz hatlarıyla çok güzeldi. Benim aksime annemden aldığı o küçük, güzel burnu ve babamdan aldığı dolgun dudaklarıyla herkesin ilgisini çekebilirdi yüzü. Ayrıca fiziği de düzgündü, profesyonel yüzücü olmasının getirisi sıkı ve ince kasları, uzun boyu ve artık kendini iyice belli eden kıvrımlarıyla her bakana iç çektirebilirdi. Bazen sırf bu yüzden Christina'yı insanlardan saklayasım gelirdi, insanların dışına vuran bu güzelliğine yanıp canını yakabilecek olma ihtimalleri çıldırtırdı beni.  Yine de şu anda hayatındaki iki erkekle yetinen Christina'nın gerçekten aşık olmadan kimseye yaklaşmayacağını ve kendine yaklaştırmayacağını bilmenin verdiği bir rahatlık da vardı omuzlarımda, şimdilik sadece benim küçük kardeşim ve babamın miniğiydi.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Açılalım mı Tina hanım?"
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Bir an gerçekten hiç sormayacaksın sandım."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Rekabeti ve özellikle benimle yüzme yarışı yapmayı sevdiğini bildiğim için yaptığım teklifi hemen kabul edip ayaklanmasına gülümsedim ve şezlogtaki kaset oynatıcıyı çantalardan birinin içine atıp üstüne havlu örttüm. Ayaklanan Tina'yı kolumun altına alıp erkek çocuk sever gibi saçlarını darmadağın ederken keyifli bir ıslık vardı dudaklarımda.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Dalgaların kumlarla buluştuğu noktaya ilerlerken gözüm bir yandan diğer insanlarda geziniyordu, aynı şekilde üstümde hissettiğim bakışları da memnun bir gülümsemeyle karşılıyordum. Christina kadar ilgi çekici olamasam da ben de fena sayılmazdım. Sarı, kıvırcık saçlarım ve tamamlayıcısı mavi-yeşil gözlerim vardı, Christina'nın aksine daha çok yeşile kaçıyordu. Profesyonel yüzücü olduğumdan sağlam ve yapılı bir vücudum vardı ve boyum bir doksanın üstündeydi. Okulumdaki üç beş kızdan çıkma teklifi almış olsam da hiç kabul etmemiştim, bu yüzden boştaydım ama kimsede gözüm de yoktu zaten. Hatta Christina'yla böylesi benzemesek insanlar bizi harika görüntülü bir çift olarak görebilirdi bile. Ancak hem benzer hatlarımız hem de bütün ailede genetik mirasın bir getirisi olarak bulunan koltuk altı lekelerimiz bunu imkansızlaştırıyordu.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Yanımdan geçen bir kıza öylesine göz kırptıktan sonra Christina'nın başını kolumun altından kurtarıp gözlerine baktım. Güzel yüzünde hem memnun hem de sorgular bir ifade belirdiğinde başımla önümüzdeki açık sahili işaret edip sordum.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Üç dediğim anda koşuyoruz, bakalım yüzdüğün kadar koşabiliyor musun?"
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Yamyassı ederim seni, say bakayım."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Anında koşu pozisyonu alıp arkada kalan bacağını esnetmeye başladığında sırıtarak aynı pozisyona geçtim ve sakin bir şekilde saydım üçe kadar. Aynı anda yerlerimizden fırlamamızla arkamızda kalkan kumlar güneşlenen birkaç kişiyi rahatsız etmişti ama ikimiz de arkamıza bile bakmıyorduk. Kumun zorlaştırdığı -sıcak ve zorluk- yarışımız son sürat devam ederken birazcık önüme geçtiğini görebiliyordum. Birkaç saniye önümde kalmasına izin verdikten sonra tüm gücümü bacaklarıma verip depara geçtim. Denize yaklaştıkça koşmak kolaylaştığından açık iyice büyüyordu ama amacımız eğlence olduğundan pes etmiyorduk.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Saatlerdir kumda oturduğumdan iliğime kemiğime işleyen sıcak suya yaptığım ani dalışla yerini sağlam bir ürpermeye bırakmıştı. Başımı çıkartmadan hızlı kulaçlarla arayı açmaya çalışırken nefes alma molalarında Christina'nın da geldiğini görebiliyordum. Çocukluğundan beri benimle yüzme yarışı yapmayı seven ve bu yarışlar esnasında kendini keşfedip lisanslı bir profesyonel olan Christina son günlerde yarışların çoğunu kazanır olmuştu, bir yandan kaybettiklerinin çoğu da kıl payıylaydı. Müthiş esnekliğinin ve koordinesinin bir getirisiydi bunlar ve yaz kış demeden her sabah antrenman yapması da hak ettiğinin en büyük kanıtıydı.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
İleride duran işaret dubasına kadar yarışmak yazılı olmayan bir kuraldı bizim için yıllar yılı. Arkama bakmayı bırakıp kazanma aşkıyla kulaç atarken olabilecek en hızlı halimle yüzüyordum. Bu sefer o küçük bücüre kazanma konusunda benimle dalga geçme fırsatı vermeyecektim, kendimi şartlamıştım.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Suyun içinde dubanın alt kısmını görmemle kafamı sudan çıkartıp derince soluklanmam bir olmuştu, hiç ısınmadan ani şekilde bu kadar yüzmek ciğerlerimi zorlasa da şu hissin keyfine diyecek yoktu. Yarışı kazananın kim olduğuna bakmak aklıma geldiğinde Christina'nın dubanın üstünde ayakta durarak yüzümden akan tuzlu sulardan kurtulmaya çalışmamı izlediğini fark ederek gülmeye başlamıştım. Bu yarışı da kazanmıştı ve saçma sapan hareketler yaparak benimle dalga geçiyordu. Ayak bileğinden suya çekip omuzlarına abanmaya başladım. Bir dakikadan fazla nefesini tutabildiğini bildiğimden içim rahattı ve bir süre daha abisiyle geçtiği dalganın cezasını çekmesinin kötü bir yanı da yoktu bence.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Hiç çırpınmadan geçirdiği otuz saniyenin ardından bacağımda hissettiğim dişlerle omuzlarını bırakıp bacağıma indirdim elimi hemen. Parmaklarımın altında dişlerinin bıraktığı izleri hissedebiliyordum, yalandan öfkeli bir ifadeyle Christina'ya bakarken işaret parmağımı salladım yüzüne doğru.
"SENİ KÜÇÜK SIÇAN!"
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Güneşin ve plajdakilerin yer değiştirmesi, bir de yoğunlaşmasıyla şezlongların ikisini de kayalıkların arkasında kalan sakin tarafa taşıyıp oraya kurulmuştum rahat rahat. Christina'nın plaj voleybolu oynamaya gitmesini fırsat bilerek önümüzdeki günlerdeki doğum günü için plan yapma işini halletmeye başlamıştım dudaklarımdaki keyifli ıslıkla. Bütün gün dibimde gezindiği için son günlerde bunu yapmak için fırsat kolluyordum, nihayetinde oluşan yarım saatlik açığı en efektif şekilde kullanacaktım şimdi. Sevdiğim bir şarkıyı ıslıkla mırıldanırken bitirdiğim davetli listesini çantamın içine sıkıştırıp kendim tasarlamak istediğim davetiyenin çizimine yönelttim ilgimi. Konsept olarak en sevdiği hayvan olan tilkileri belirlemiştim ve catering şirketiyle de konuşup işin yiyecek kısmını halletmiştim. Christina için önemli bir yaştı alacağı yaş, hiçbir beklentisi olmasa da abisi olarak ona bu kutlamayı yapmak benim boynumun borcuydu.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Beş altı tane deli saçması çizimi çöp olarak kullandığımız poşete sıkıştırsam da bir tanesi hoşuma gitmişti, onun üzerine eklemeler yaparken Christina'nın sesini duymamla başımı kaldırıp o yöne baktım. Suyun boyunu biraz geçtiği bir bölgede çırpınıyordu, bu oyunu defalarca yaptığı için hiç korkmadan başımı iki yana sallayarak gülmüştüm. Duyacağından emin olamasam da ellerimi ağzımın kenarlarına siper edip ona doğru seslendim.
"Yemiyorum bunları Alanis hanım, artık küçücük bir kız değilsin. Abini rahat bırak."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Gözlerimi tekrar kağıda çevirirken Christina'nın da sesi kesilmişti, belli ki benden ekmek çıkmayacağını anladığı için susmayı yeğlemişti. Bütün ilgimi çizimlerime yöneltip keyifle ıslık çalmaya devam ettim.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Yaklaşık on dakika sonra oturduğum yerden kalkıp kaslarımı esnetirken içimde tuhaf bir his vardı. Bütün gün güneşin altında oturmak muhtemelen kafatasımı yakıp kavurduğundan kuru cildimin gerginliğiyle sıcağın etkisi tuhaf bir kombin olmuştu. Kıyı şeridine doğru adımlarımı yönlendirirken cankurtaran kulesindeki görevlilerden birinin kuleden atlayıp suya koştuğunu fark ettiğimde aylak adımlarımı hızlandırıp o yöne doğru koşmaya başladım. Sahilin sol çapraz tarafında bir iki kişi avazı çıktığı kadar bağırıyordu, adımlarımı onlara yönlendirirken bir yandan da Christina'yı arıyordu gözlerim. Birlikte harika bir kurtarma ekibi olduğumuz geçen yazki cankurtaranlık tecrübemizle sabitti.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Sürekli çığlık atan genç kızın yanına nihayet vardığımda omuzlarından tutup gözlerime bakmasını sağladım ve güven veren bir sıcaklıkla omzunu sıvazladım. Aşağı yukarı bizim cadıyla yaşıt sıcak kahve gözleri yaşlarla doluydu, akıntıya kapılanın tanıdığı olduğu muhtemeldi.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Sudaki kişiyi tanıyor musun?" Zor tuttuğu hıçkırıklarının arasında nefeslenip burnunu elinin tersine sildikten sonra mırıldanmış, anlamadığımı fark edince daha yüksek sesle tekrarlamıştı.
"Az önce voleybolda tanıştık, sarışın bir kız. İsmi Christina."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Duyduğum isim iliklerime kadar titretirken beni kızın omuzlarını bırakıp suya koşmaya başladım. Yaptığım en büyük hata, çok büyük bir sonuçla kapıma doğru yaklaşırken kendimi bu sularda boğmak ve bu sularda kaybetmek istiyordum. Christina şaka yapmıyordu, Christina gerçekten boğuluyordu, sen onu terk ettin diye bas bas bağıran bir ses yankılanırken kafamın içinde, kendime yapmak istediğim bütün eziyetleri bir kenara bıraktım. Kız kardeşimi kurtarabilirdim, ondan sonra ne olursa olsun umrumda bile değildi. Cezamı kendim kesecektim zaten.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Kulaklarımda uğultuya sebep olan hızlı kalp atışlarım ve kol kaslarıma bir anda gelen deli gücüyle olabildiğince hızlı bir şekilde son görüldüğü noktaya doğru kulaç atıyordum. Cankurtaran ekibinden bir görevli jetskiyle akıntı hattını kontrol ederken aklımdan geçen tek dua akıntıya kapılmamış olmasıydı. Çünkü buranın akıntısı neredeyse okyanusta bitecek kadar uzun, Christina gibi ne yapacağını bilen birini bile yoracak kadar hızlıydı. İnsanı alabora edecek kadar da şiddetliydi. Kulaç-nefes düzenine hiç uymadan akıntıya paralel şekilde yüzerken içimde oluşan panik git gide büyüyerek bütün bedenimi ele geçiriyordu. Beni fark eden jetskili cankurtaran yanımda durup elini bana uzattığında başımı sudan çıkartıp gözlerine baktım başımı iki yana sallarken.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Profesyonel yüzücüyüm, lisansım var. Kız kardeşimi kurtarmak istiyorum."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Buradan sonrası tehlikeli, seni de akıntıya kaptırmayalım. Jete çık, haydi."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Dediğini boğulma korkusundan çok, vakit kaybetmeye tahammülümün kalmamasından kabul ederek jetin arka kısmına çıktım. Cankurtaran hiç beklemeden aracı hareketlendirip belirlediği bölge boyunca devam ederken ortalama kaç dakikadır suda olduğunu hesaplamaya çalışıyordum Christina'nın on beş dakika önce onu suda ilk ben görmüştüm, şimdi on yedi dakika kadar olmuştu muhtemelen. Cankurtaranın kulağına eğilip beni duyması için gergin ve yüksek bir sesle konuştum.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"En az on yedi dakikadır akıntıda olması gerekiyor. Voleybol oynadıkları saha benim solumda kalıyordu, ben onu gördüğümde benim sağımda kalıyordu. Akıntının doğu yönüne yoğunlaşsın ekipler. Bu akıntı onun gibi bir profesyonel için bile çok tehlikeli."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Derin bir pişmanlık hissettiren sesim titremeye başlamıştı sona doğru. Benim aptallığımın bedelini kız kardeşimin ödeyecek olması korkunç bir oyunuydu kaderin. Christina'ya bir şey olursa, en ufak bir şey, kendimi ölene kadar affetmezdim.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Cankurtaranın bana hak verip ekiplere anons geçmesinin üzerinden sekiz dakika daha geçmişti. Gözlerim manyak gibi su yüzeyinde gezinirken gözlerim tek bir işaret arıyordu Christina'ya dair. Sarı bir tutam saç, kolyesinden yansıyan bir ışık, turkuaz bikinisi. Ama hiçbiri yoktu, paniğim, korkum ve pişmanlığım artık gözlerime dolan yaşlar olarak belli etmeye başlamıştı kendini. Küçüklüğümden beri bana sorun yaratan kalbim göğüs kafesimin içinde kasım kasım kasılırken arama yapan cankurtaranlara sahil güvenlik ekipleri de katılmıştı. Geçen her bir saniye altın değerindeydi ve işin kötüsü hiçbir şey bulamadığımız saniyeler birbirini kolaylıkla atlatıp dakikalara dönüşüyordu. Kafamın içinde bir ses, yaptığım hatayı tüm çıplaklığıyla art arda yüzüme çarparken cankurtaran da keskin bir dönüşle sahile ilerlemeye başlamıştı. Sesimin pürüzünü umursamadan dehşete kapılmış bir sesle başımı iki yana salladım.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Christina'yı bulamadık, nereye dönüyorsun?"
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Benden belki iki yaş büyük cankurtaranın yüzünde tarifi acıma kelimesinden başka bir kelimeyle olmayacak bir ifade belirdiğinde suçluluğumun zayıflattığı öfkemle başımı iki yana sallamaya devam ediyordum.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Biz anlık boğulma durumlarında müdahale edebiliriz sadece. Christina'yı tam bir saattir arıyoruz. Buradan sonrası sahil güvenlik ve yerel polis ekiplerinin, üzgünüm kardeşim."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Başımı ellerimin arasına alarak yüzümü kollarımın arasına gömmek, bir deve kuşuymuşum gibi kendimi gizlemekten başka çarem kalmamıştı o dakikadan sonra. Çok büyük bir hata yapmışım ve Christina'nın canı olacaktı belki de bedeli. Jetskinin kuma saplanmaması için benim boyum kadar bir yerde aracı durduğunda güçsüz ama pes etmez bir ifadeyle başımı iki yana sallayıp yüzümdeki ıslaklığı koluma sildim ve suya atlayıp akıntının olduğu kısma doğru ilerledim.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Dakikalar dakikaları kovalamış, çoğunu saate çevirmişti. Christina'yı son gördüğümde arkasında pırıl pırıl parlayan güneş çoktan dünyanın diğer ucunu aydınlatmaya başlamış, gecenin karanlığı gibi acı bir karanlık ruhumu sarıp sarmalamıştı. Suya atladıktan sonra bir buçuk saat aralıksız yüzerek aynı şeridi defalarca gezelemiştim bir şey bulma umuduyla ama polislerden birinin önüme jetskiyle çıkıp beni zorla kıyıya götürmesinin hiçbir faydası olmadığı gibi bunun da olmamıştı. Suların kumları dövdüğü noktada küskün bir çocuk gibi kollarım kendime çektiğim dizlerime sarılı, başım dizlerime yaslıyken hıçkırmaktan ses namına hiçbir şey kalmamıştı. Annemler olay yeri şeridinin dışında bir yerlerde kendi kendilerine dövünürlerken ben şansıma başlayan yağmurun altında ıslanmaya başlamıştım çoktan. Başımı yukarı kaldırıp yukarıdaki her kimse, tanrı, ilah, şeytan, ona dua etmeye başlamıştım sırılsıklam yüzümle. Çabalar sonuçsuzdu, tek şansımız beklemek ve dua etmekti. Yağmur şiddetini arttırdıkça bedenimdeki titreme iyiden iyiye artıyordu. Sarsak adımlarla ayağa kalkıp denize bakarken Christina'mı düşünmeden edemiyordum. Kendi kendime ona ulaşacak sözler yollamaya çalışırken gök, yarılırcasına gürüldedinde aklıma Christina'nın yazdığı bir makalenin kesiti gelmişti.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Olur olmaz bir zamanda yağmur yağıyorsa kayıp birinin ölüm haberine ağlıyor demektir yer gök. Her düşen damla kaybedenlerin, belki de kaybettiğinin bile bilmeyenlerin Tanrı katından inen hüznüdür. Yağmur çok şiddetliyse kırgın giden birinindir cenaze, yarılan gök onun kırgın çığlıklarının ta kendisidir."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
O zaman deli saçması gelen kelimelerinin şimdi kendi vedasını anlatır oluşu iç dünyamı yerle yeksan ederken avazım çıktığı kadar bağırdım havaya doğru. Polis ekipleri beni kendi halime bırakıp uzaklaşırken dizlerimin üstüne çöküp yerdeki kumlara geçirdim parmaklarımı. Çocukluğumuzu geçirdiğimiz plajda geçirmişti kız kardeşim son gününü.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Ciğerim yırtılana kadar ağlayacaktım belki de, yüzümden sicim sicim boşalan yaşların ardı arkası kesilmiyordu. Kız kardeşim ölmüştü, belki bedenini bulamamıştık henüz ama kendi yazdıkları anlatmıştı bana vedasını. Midem kasıla kasıla, nefessiz kala kala ağlamaktan başka hiçbir çarem kalmamıştı. Christina, küçük kardeşim, uyurken minik ellerini eldivenden nasıl çıkarttığını aylarca her uykusunda izleyip annemden gizli öpücükler kondurduğum güzel kızımdan geriye böylesi aptal bir şey kalmasını yediremiyordum. Onun saçlarını okşayarak uyutmak istiyordum her geceki gibi, önümüzdeki doğum gününü kutlamak istiyordum. Kafamın içinde isteyip yapamadıklarım bir olmuş beynimi bulduğu boşluktan kemirirken yapabilecek hiçbir şeyimin kalmadığını kabullenerek izin veriyordum onlara.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Bir iki güzel anı gözlerimin önünde canlanırken yüzümde hastalıklı ama huzur dolu bir ifade belirmesini engelleyememiştim. Annemin küçük elimi alıp artık iyice belli olan karnına götürdüğü gün vardı şimdi aklımda, başımın tepesini öpüp "Sen bu küçük kızın abisisin." dediği anları görüyordu gözüm hırçın denize bakarken. Biraz sonra Christina'nın peşimde "Abi" diye bağırarak koştuğu anlar vardı. Bu iki görüntü kafamın içinde defalarca oynarken ağlayarak gülümsüyordum, sanki bu güzel şeylerle veda ediyordu kız kardeşim bana. İkisinin gözleri de kafamın içindeki küçük Christopher'dan bana döndüğünde el sallamak istercesine elimi kıpırdatmıştım ama ikisinin de yüzündeki öfkeli ifadeler engellemişti beni. Dedikleri her şey anlamsızlaşıp sadece abi demeye başladıklarında sadece izliyordum. Kelimeler yavaşça değişip "Katil, katil, katil." demeye başladığında başımı kuma yaslayıp yanımdaki ıslak kumları dövmeye başlamıştım yavaşça.
🩰
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Ben berbat bir abiyim, ben berbat bir abiyim, ben berbat bir abiyim..."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Aralıksız, saniyelik nefes molalarıyla sadece bunu tekrar ediyordum. Boğazımın zedelenmesinden sesim zoraki hırıltılar şeklinde çıkıyordu bir yerden sonra ama bunlar içimde kopan fırtınaların yanında hiçbir şeydi. Suçluluk vücudumun her bir parçasını alaşağı ederken başımı kaldırıp denize baktım usulca. Saçlarımdan dökülen kumlar yüzümdeki ıslaklıklara yapışırken acı bir sesle mırıldandım.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Benim yüzümden öldü, ben bir katilim, kız kardeşimi ben öldürdüm."
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Sesli söyledikçe içimdeki kötü iç sesime beni yem eden bu cümleleri korkunç bir pişmanlıkla mırıldanabilmek bile kendimi öldürmek istememe sebep oluyordu. Ani bir kararla ayağa kalkıp en yakınımdaki polis memuruna ilerledim. Adam öylece durup ne yaptığımı anlamaya çalışırken yanına ulaşır ulaşmaz kemerindeki silahı çekip babamdan öğrendiğim şekilde emniyetini açtım ve şakağıma yasladım. Etrafımdaki herkes yavaş hareketlerle beni durdurmak için hamle yapmaya hazırlanırken başımı iki yana salladım yaşlardan sırılsıklam yüzümde acı bir ifadeyle.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Durdurmaya çalışmayın beni, onun olmadığı bir dünyada bana gerek yok. Onun abisi olmadığım bir dünyada yaşamama gerek yok. Onun katili olduğum bu dünyada daha fazla durmaya hakkım yok. Ben onun ilk anlarında yanında olup sonuna kadar yanında olacağım sözünü verdim ama son anlarında dalga geçiyor sanıp onu bu katil denize yem ettim. Anne, baba. Böylesi bir hayal kırıklığı olduğum için, Christina'mın canını denize öylece bıraktığım için beni hiç affetmeyin. Beni gömmeyin bile, atın denize gideyim. Ben bunların hiçbirini hak etmiyorum, ben ölmeyi hak ediyorum. Christina'yı hak etmiyorum. Ben bir katilim, ben onu öldürdüm. Kız kardeşim-"
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Kolumda hissettiğim iğnenin acısı ve saniyeler içinde işlevini yitiren kaslarımla yere yığılırken bilincimin kaydığını hissedebiliyordum. Ocağını kaybetmiş gözlerle yüz zannettiğim ilk şeye bakarken son bir çabayla, ciğerlerimi acıta acıta konuştum.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
"Onun katili olduğum bu dünyada neden beni yaşatmaya çalışıyorsunuz?"
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀- nicholas c. lenore açısından yazılmıştır.
2 notes · View notes
Text
Tumblr media
Nazıın Hikmet'in evlenme önerisine Nüzhet Hanım'ın henüz "evet" demediği günlerden birinde şaire " Gövdemdeki Kurt" şiirini yazdıracak olan bir kıskançlık olayı yaşarlar. Nüzhet Hanım bu konuyla ilgili olarak şunları anlatacaktı:
"Nazım çok kıskançtı. Sevdiği insanlarda gördüğü bir ilgisizlik ya da başkasına yö­nelen bir yakınlık sezdi mi, çabuk kızar, üzülürdü. Moskova'daydık.. Nazım'ın bir ar­kadaşı vardı, Dağıstanlı bir genç... Ben de tamyordum. Nazım gibi uzun boylu, yakışıklı, erkek güzeliydi. Bir ders arasında Nazım, hocayla bir şeyler konuşurken biz dışa­rıdaydık. Dağıstanlı genç bir şeyler anlattı, ben de güldüm. Bu sırada Nazım bize doğ­ru gelirken, gülüşümü duymuş, o Dağıstanlı gençle sohbet edişim onu çileden çıkarmış.
Moskova'da Nazım'la yakınlığımız günden güne kuvvetleniyordu o sırada. Ancak evlenme kararına henüz varmamıştık. Ben tereddüt ve korku içindeydim. Yakışıklı Dağıs­tanlı gençle sadece bir mektep arkadaşlığı da olsa, o sıralarda Nazım'ın bu masum ya­kınlığı hoş görecek ruh halinde olduğunu kabul etmek yerinde olmaz sanırım. Dağistanlı gençle neşeli sohbetim Nazım'ın sinirlerini bozdu ve beni epeyce hırpaladı. Bir­birimize küstük. O da son sözünü bana 'Gövdendeki Kurt' şiiriyle bildirdi."
"Gövdemdeki Kurt" şiirinin ilk dizeleri şöyledir: "Sen/ benim/ minare boyunda çam gövdeme, yumuşak beyaz, /bir kurt gibi girdin,/ kemirdin!/ Ben, barsakla­rında solucan Macdonald'ı besleyen/ İngiliz işçisi gibi taşıyorum/ seni içimde! "
Nazıın Hikmet tarafından bu şiirle taçlandırılan "kıskançlık" nöbetinin atlatılmasından sonra, Nüzhet Hanım'la Nazım Hikmet evlenmeye karar verirler ve evle­nirler.
Emin Karaca (Hece, Türkçenin Sürgün Şairi Nazım Hikmet, Ocak 2007)
21 notes · View notes
fecrimazi · 4 years
Text
"Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin son dönemlerinde bir paşa vardır, Yedi-Sekiz HASAN PAŞA. Bu lakapla bilinmesinin sebebi, okuma yazması zayıf olan bu paşanın imzası Arapça yedi ve sekiz rakamlarının birleşmesinden oluştuğu için adı böyle kalmış.
Hasan Paşa alaylı olduğundan okuma yazması zayıftır. Lakin hitabeti, görgüsü ve nezaketi çok gelişmiştir.
Tam bir vatan-sever olan Hasan Paşa'yı çekemeyenler başına türlü çorap örerler ve sonunda Hasan Paşa azledilir, her şeyi elinden alınır.
Hasan Paşa tebdil-i kıyafet ederek Adapazarı civarında bir çiftliğe maişetini karşılamak için bahçıvan olarak girer ve ailesiyle beraber orada çalışmaya başlar.
Bir zaman sonra, çiftliğin sahibi İstanbul’un zenginlerinden olan zât vefat eder, çiftlik genç oğluna kalır.
Hariciye Nazırlığında çalışan bu genç diplomat, çiftliğe gelir; at bindiği sırada düşer, elbiseleri çamur olur, çiftlik kâhyası elbiseleri bahçıvanın hanımına götürür, hanım elbiseleri bir güzel yıkayıp ateş ütüsüyle de güzelce ütüler bir bohça içinde kızıyla gönderir.
Diplomat bohçayı açar bakar, elbiselerin katlanışından, ütüsünden, bu insanların sıradan olmadığını anlar. Oradaki saray terbiyesini hemen fark ederek, hulasa tanışıp görüşürler.
Bir zaman sonra diplomat bahçıvanın damadı olur.
Ancak durumun hassasiyetinden dolayı da bu evliliği gizli tutulur, artık sık sık çiftliğe gelmektedir.
Bir gün çok sıkıntılı bir şekilde gelir İstanbul’dan ve odasına kapanır, dışarı çıkmaz.
Yedi Sekiz Hasan paşa sıkıntılı bir durum olduğunu anlar ve damadının odasına girer bakar ki etrafa saçılmış onlarca kağıt, durumu sorunca, damadı “baba bu devlet işi sen anlamazsın bırak da çalışayım” der.
Israrı üzerine derdini anlatır. Padişah bir görev vermiştir.
Rus çarına öyle bir mektup yazılacak; yazılacak ki, çar savaşı göze alamayacak. Paşa bir de ben yazdırayım der ısrarla, damat istemeye istemeye kabul eder ve başlar söylediklerini yazmaya.
Öyle bir üslupla yazdırır ki, damadı şaşar kalır.
Oldu baba oldu işte, baba sen kimsin, demeden de edemez. Paşa açık etmez, hemen yola koyulup doğruca Padişahın huzuruna çıkar ve heyecanla mektubu okur.
Padişah der ki “bunu kim yazdırdı doğru söyle” der. O da durumu anlatır.
Padişah o senin bahçıvan dediğin adam, bizim YEDİ SEKİZ HASAN PAŞAMIZ evladım der, tekrar göreve davet eder.
Damat geri dönüp durumu babasına anlatır, birlikte İstanbul’a gelip Padişahın huzuruna çıkıp şartını söyler.
Padişah kabul eder. Plana göre üst düzey paşalar ve idareciler toplanır.
Padişah der ki, “bugün buraya sizi sadakatinizi ölçmeye çağırdım; bana sadık olan, şu tabağın içindeki b..k tan bir parmak alıp yiyecek” der.
Ne kadar yağcı, gevşek adam varsa, dediğini yaparlar.
Geriye on kişi kalır, “siz ne beklersiniz, bana karşı mı geliyorsunuz, hiç mi hatırım, itibarım yok sizin yanınızda?” diye hiddetlenir.
Ölümü göze alan bu yiğit adamlar, “PADİŞAHIM HATIR İÇİN B..K YENMEZ” deyince Hasan Paşa gizlendiği yerden çıkar ve der ki:
“İşte, Padişahım senin ve devletin gerçek sadık adamları bunlar!” Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın bu operasyonunun, Osmanlının ömrünü kırk yıl uzattığı da söylenmektedir.
7 notes · View notes
haytaogluyunus · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA:
TÜRK MİLLİYETÇİSİ, BÜYÜK SOSYOLOG VE ALİM
İNSAN, ERZURUMLU HEMŞERİMİZ
MÜMTAZ TURAHN’IN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
Mümtaz Turhan, (d. 1908 Horasan Köyü, Erzurum - ö. 1 Ocak 1969, İstanbul), Türk sosyal psikolog ve akademisyen.
Türkiye'de deneysel psikoloji çalışmalarını başlatmış ve sosyal psikoloji alanında çalışmalar yapmıştır. Lâle Devri'nden Meşrutiyet döneminin sonuna kadar büyük şehirlerde meydana gelen kültür değişmelerini inceleyen "Kültür Değişmeleri" adlı kitabı en ünlü eseridir.
1908 yılında Erzurum'un Horasan Köyü'nde doğdu. Babası Pasinlerli Şerif Efendi, annesi ise Cebriyye Hanım'dır.[1] Üç erkek kardeşin en büyüğüdür. Erzurum'un Rus işgaline uğraması üzerine ailesi 1916'da Kayseri'ye göç etmiş; Mümtaz Turhan ilk ve orta öğrenimini Kayseri Sultânîsi'nde tamamlamıştır. Ailesiyle birlikte daha sonra Bursa'ya göç etti ve lise öğrenimine Bursa Lisesi'nde başladı.[1] Sekiz yıllık göçmenlikten sonra ailesi yeniden köylerine döndü.[2] Mümtaz Turhan ise lise öğrenimine Ankara Lisesi'nde devam etti ve 1927'de mezun oldu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra Maarif Vekaleti'nin açtığı sınavı kazanarak yüksek öğrenim için devlet bursu ile Almanya'ya gitti 1928-1935 yılları arasında Almanya'da yaşadı. Berlin Humboldt Üniversitesi'nde psikoloji öğrenimi gördükten sonra, doktorasını Frankfurt Üniversitesi'nde deneysel psikoloji alanında yaptı. "Gestalt psikolojisi"nin mucidi Max Wertheimer'in öğrencisi oldu.[3]
1936'da Türkiye'ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tecrübî psikoloji kürsüsünde asistanlığa başladı. Gestalt teorisinden hareket ederek yüzde belirli bir heyecan ifadesini algılamanın o ifadenin nasıl bir psikolojik ortamda gözlendiğine bağlı olarak değiştiğini ortaya koyan çalışmalar yaptı.[3] Yüz ifadelerinin yorumlanmasına ilişkin deneysel araştırmasıyla 1939'da doçent oldu.
1936-1942 yıllarında yaz tatillerinde köyüne giden Turhan, şehre göç edip geri dönmüş olan köy topluluğunun yaşamını inceledi.[2] Köylülerde şehir yaşantısına ait alışkanlıkların ortadan kalktığını gözledi ve duyduğu hayret, onu kültür değişimleri üzerine çalışmaya sevk etti.[2]
1943 yılında Mevhibe (Ögel) Turhan Hanım ile evlendi. Bu evlilikten iki çocuk sahibi oldu.[1]
1944 yılında British Council'in bursuyla İngiltere'ye gitti. Cambridge Üniversitesi'nde sosyal psikoloji alanında ikinci bir doktor unvanı aldı. 1948'de tamamladığı doktorası için deneysel psikoloji profesörü Frederic Bartlett ile birlikte kültür değişmeleriyle ilgili bir araştırma gerçekleştirdi. Tezini yurda döndükten sonra genişletti. Lâle Devri'nden Meşrutiyet Dönemi'nin sonuna kadar büyük şehirlerde meydana gelen kültür değişmelerini inceleyerek yorumladığı bu çalışması ile 1950'de profesör unvanı aldı.[2] Çalışması, "Kültür Değişmeleri" adıyla 1951 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından kitap olarak yayımlandı.
1949-1951 yılları arasında Birleşmiş Milletler Sosyal Komisyonu'nda Türkiye temsilcisi olarak çalıştı. 1952'de İstanbul Üniversitesi Tecrübi Psikoloji Kürsüsü Başkanı oldu. Bu görevine devam etmekteyken 1 Ocak 1969'da karaciğer kanserinden öldü.
Eserleri
Telif eserleri
Yüz İfadelerinin Tefsiri Hakkında Tecrübî Bir Tetkik, Rıza Coşkun Matbaası, İstanbul, 1941.
Kültür Değişmeleri, Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul, 1951.
Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri, Bedir Yayınevi, İstanbul,1954.
Garplılaşmanın Neresindeyiz, Türkiye Basımevi, İstanbul, 1958
Toprak Reformu ve Köy Kalkınması, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1964.
Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, Şehir Matbaası, İstanbul, 1965.
Üniversite Problemi, Yağmur Yayınevi, İstanbul, 1967.
0 notes
morkedisblog · 11 months
Text
Toplumda yayılmaya çalışılan Kılıçdaroğlu karşıtlığı bana değişim umudu verdi Murat Karayalçın gördüm bugün tv'de aslında 2 haftadır görev başında kendisinin 80'lı yıllarda yaptığı yolsuzluklar ve mal varlığı dillere destandı birşeyin önü açılacağı zaman derin devlet eski tüfeklerini sahneye çıkartır bunlar sağcı-solcu-futbolcu fark etmez Ecevit fetö tarafından zehirlenmeye başlamıştı aklı melekeleri ve vücut kapasitesiyle oynamışlar bunu farkedip kimseye dert anlatamayan Rahşan hanım eşine kendisi bakmaya yemeklerini kendisi pişirmeye başlamıştı Ecevit aklı karıştığından"sayın başbakan Haberal"deyip fetönün Ecevitin yerine doktorunu başbakan yapmak istediğini anlatmaya çalışmıştı sonra o doktor Atatürkçü ilân edildi bugün olduğu gibi medyada Ecevit görevi bıraksın kampanyası başlatıldı sonra Akp iktidar yapıldı birkaç yıl sonra o bıraksın diyen kişiler"tekerlekli sandalyedeki Ecevite bile razıyım"demeye başladılar Deniz Baykal da kalmakta inat edince mumya kadınla sex videoları afişe edilip uzaklaştırıldı Chp içindeki Çerkes kadrolar safdışı edildiler hiç hesapta olmayan Kılıçdaroğlu başkanlığa seçildi bazıları için kolay lokmaydı ama son 2 seçim gördüler aslında hile hurda para tehdit dış güçler sadat mit içişleri putin aliyev sahte vatandaşlar karışmasalar başabaş seçim bitmişti hstta Kılıödaroğlu 4-5 puan öndeydi,Can Ataklının da yanından geçtiği gibi Türkiyeyi bir değişim bekliyor ama var olanın başka isimle devamı mı yoksa tiranların seçtiği Oğan/İmamoğlu gibi kişilerle devam mı ya da yıllar öncesi Kılıçdaroğlu gibi sürpriz mi bakacağız Kılıçdaroğlu kongre tarihini ve başkan adayı olmayacağını açıklayıp kendisini yıpratmasın şükür etsin Allahın sevgili kuluymuş ki seçim kazandırılmadı eğer o CB olup euro 25 olsaydı millet ayaklanır bunun gerçek sorumluları onu suçlarlardı halk sokaklara döktürüldü kimsenin sesi çıkmıyor şimdi işler Kılıçdaroğlunun boyunu aşacak kadar kirli yaş 74 hep o kalp işaretiyle simge olsun saygı görsün kendisini tehlikeye atmasın😨sıradan bir seçmen olarak benim görüşüm aday olunmayacağının ve temmuz sonu kurultay açıklanmasıdır Sarıgül/Özel/İmamoğlu vs yarışsınlar görelim derinler kimi hazırlamış çünkü böyle devam etmeyeceğini cıa/ingiliz hatta rus farkındalar birşeyler değişecek herkesin foyası meydana çıkacak yoksa Oğan mı İmamoğlu mu şaşkın damat mı ben İnceyi istiyorum 😂
Tumblr media
0 notes
edebiyatsoylesileri · 4 years
Text
Ahmet Haşim / Çin kâsesinde neden çay içiyorsam, şiiri de onun için yazıyorum, sırf bir lezzet meselesi
Tumblr media
1.Dünya Savaşı başladığında Ahmet Haşim 28 yaşındaydı. Askere alınmış Çanakkale'de Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde görev yapmıştı. İstanbul'a dönüp İaşe Nezareti'nde çalışmaya başlamadan önce bir süre kendi başına kalmayı tercih etmişti. Bu dönemde kapısını çalan Ruşen Eşref, şaire edebiyat yaklaşımı ve çağdaşlarıyla ilgili fikirlerini sormuştu.
"Göl Saatleri”nin şairini, sakin bir evin arka bahçesine bakan sessiz bir odasında gördüm. Bu sade odaya koyu kırmızı perdelerle örtülü pencerelerden tatlı sabah ışıkları, uysal ve cana yakın gölgeler dolduruyordu. Küçük küçük raflarda birçok kitaplar vardı. Hemen hepsi de "Mercure de France" adlı mecmuanın neşretmiş olduğu eserlerdendi... Yeşil masa üzerinde Rus semaveri kaynıyordu. Yedi - sekiz yıl kadar önce şiirimize, sanki kayan ve akan yeni bir dünyanın altın kapılarını açan Ahmet Haşim Bey, Çanakkale'deki askerlik hayatını, Anafarta denizlerinin üzerinde kırmızı gün batışlarını bana, zevk veren bir dil ve ifade ile resim halinde çizdi. Odayı, çaydanlığının ince emziğinden hafif dumanlarla üfürdüğü nefis bir çay kokusu bürümüştü. Ahmet Haşim Bey'den, önce bugünkü dil, edebiyat ve sanat cereyanları hakkındaki görüşlerini öğrenmek istedim. Şair şöyle cevap verdi: - Çoktan beri İstanbul'dan uzaklarda dolaşıyorum. Edebiyata ait mevzular ve meseleler bizde biraz da ”Paydaht dedikodusu” mahiyetinde bir şeydir bilirsin. Dışarıda olanlar bundan pek haberdar değildir. Onun için size bu hususta söyleyebileceğim çok şey yoktur. Bununla beraber "bugünkü sanat" dediğiniz şey "dünkü sanat" diyeceğiniz şeyden bana pek de farklı görünmüyor. Kabiliyet ve samimiyet farklarından başka ortada göze çarpan bir şey yoktur. Zaten bugün yazanların birçoğu dün de yazıyorlardı değil mi? Fakat dün onları gölgelemiş bulunanlar bugün artık sessizliğe bürünmüş bulunuyor. Onun için bunlar sizi bu kadar meşgul ediyorlar.
Fikret’in ölüm haberini Çanakkale’de cephede aldım
Bakışlarında, gizlemeye çalıştığı, ince bir istihza tebessümü vardı. Sordum: Servet-i Fünun edebiyatı, 10 Temmuz Meşrutiyet inkılâbından sonra niçin ömürlü olamadı? Bunun sebebini neye bağlıyorsunuz? “Onu siz öyle sanıyorsunuz" dedi. "O edebiyatın sınırlarını aşabilenler, yani onları geride bırakanlar aramızda henüz ikiden fazla değildir belki: Yahya Kemal, Yakup Kadri. Bu isimlerden sizinle tekrar bahsedeceğiz. Servetifünun edebiyatı, umumi fikir hayatımıza göre, hâlâ çok ileridedir. Ben harpte iken samimi dakikalarımızda arkadaşlarımın okuduğu hep Fikret'ti. Fikret'in öldüğünü biz Çanakkale'de öğrenmiştik. Bu haberi getiren Şamlı bir muvazzaf subay idi ki sesi, bildirdiği felâketin elemiyle, titriyordu. Ve hatırlıyorum, o gün karargâhımız bir matem durgunluğu içinde kalmıştı. Halit Ziya'ya gelince; hayatımızda ve fikirlerimizdeki değişme ve gelişmelerden doğrudan doğruya mesul olan kimsedir. Gördüğünüz son tipteki genç kadınlar ve genç erkekler "Aşk-ı Memnu" sabitelerinden hayata dökülüyorlar. Geçkin hanımlar bizde "Firdevs" Hanım halindedir. Genç kızlar bizde daha "Nihal"ı geçmediler. Genç erkekler çok zaman hâlâ "Behlûl ayarındadır. Esasen Servetifünun edebiyatı temmuzdan sonra iktidara geçmedi mi? Bununla beraber, o edebiyattan bugün ismi bile unutulan eserler de var. Mesela "Beyaz Gölgeler" sahibinin aşkı dile getiren şiirleri. Tabii ağaç, böyle ölü yapraklarını silkip atmıştır."
Cenap Şahabettin Bizanslı mozaik ustası, Fikret altından deniz feneridir
Gülümsedi ve gülümsedim. Koltuğundan ayağa kalktı. Çaylan mavi nakışlı Çin kâselerine boşalttı. Ve masanın etrafındaki iskemlelerden birine oturdu. O edebiyatın üstadları hakkında ne düşünürsünüz, dedim. O, çayının şekerini karıştırmakla meşguldü: “Onlar hakkındaki duygu ve düşüncelerimi söyleyeyim" dedi. Biraz düşündü, sonra şöyle devam etti: “Fikret, benim için, kurdurmuş bir deniz karşısında kayalar üzerinde yükselen altından bir ışık ve altından bir kuledir. Ben onu daima böyle düşündüm. Cenap Şehabettin, Bizanslı bir mozaik ustasıdır ki, bütün hüneri parmaklarının ucunda bulunur. Süleyman Nazif, bir kubbe altında çakırdan bir âlete üfürüp kelimeleri şişirten ve onları birer ahenk halinde uçurtan bir gulyabanidir. Halit Ziya öyle bir "Balzac"tır ki, yarattığı şeyleri eserlerinde değil, fakat ekseriyetle hayatta yarattı. Behlûl’ü ben çok yerde gördüm. Son zamanlarda ona gâh "Lebon" pastahanesinde, gâh cephede tesadüf ettim. Nihal Hanım da, zannedersem, Hege’den piyano dersi alıyor. Diğerlerinden sizinle ne için bahsedelim?" Fakat Yahya Kemal'le Yakup Kadri'den bahsedecektiniz. - Evet, onlardan bahsedelim. Bu ikisi bütün son edebiyatımızdır. Yahya Kemal, eski Yunanistan'ın Lezvos kıyılarında; yaprakları gümüşten bir zeytin ağacının gölgesinde uzanmış; beyaz mermer harabe sütunları aralıkIarından Akdeniz'in maviliklerini seyrediyor zannedilir ki bu şair Menderes kenarında Santüreslerle güreşmiş ve kamışlarda yankılar perileriyle konuşup şakalaşmıştır. Stenfal bataklıklarını kaplayan ördek bulutlarını dağıtan eski kahraman ne ise, Yahya Kemal de edebiyatımız için odur. Onun okları, şiirimiz üzerinde yatan bütün ölüm kuşlarını dağıtmış ve bâzıları edebiyatımızın Neme devini boğmuştur. Edebiyatımız onunla ışık ve havaya kavuşuyor. Türkçülüğün en güzel teorisini bu şair getirdi. Onun tasavvur ettiği Türkçe'de terkip ne kadar yoksa o kadar da hece vezni ve olgaç, uçgaç çeşidinden kelimeler de yoktur. Ahlâk ve estetik bahislerinde fazilet bazen aynı şeydir. Büyük sanat, büyük fazilet gibi çocukça aşırılıklardan, kadınca coşkunluklardan sakınmak, çok hissedip çok esirgemek ve sözleri pek gizli bir kuvvetle, pek derin ürpertilerle harekete getirmektir ki Yahya Kemal'in sanatı işte bu sanattır.
Yakup Kadri siyah bir haşhaş çiçeğidir
“Yakup Kadri'ye gelince; o siyah bir haşhaş çiçeğidir. Ruha uyku, ölüm ve rüya döken bir çiçek... Fazıl Ahmet'i unutmuyorum. O, Cenap Bey'in yakınarak ve üzüntüyle arzu ettiği sadece rokoko bir edebiyata düşmeyecek kadar zeki bir adamdır, zeki bir istihzadır." Ve yine başını hatifçe sallayarak gülümsedi: Dağ başından kasr-ı sultanîye bulduk bir mermer; Enli dehlizlerde saydık on trilyon on kemer beytini okudu. "Güzel, güzel!" diye güldü. Böylece mevzu dışına çıkmış gibi görünmesinden istifade ederek dedim ki: Gençler hakkında ne düşünürsünüz? "— Genç... Gençler... Bundan ne anlıyorsunuz? Sanatkâr için yaş, anladığımız bildiğimiz senelerin birbiri üstüne gelip çoğalmasına denmez zannederim. Hissin bütün ateşleriyle yanan Renier ve Mallarme gibi şairler; bizde Cenap'ın ve hatta Hâmit'in yaşındadırlar. Gençlik şairlerin, bahar mevsimi gibi, kadınlar hesabına icat etmiş oldukları bir muhayyel yaş olsa gerek. İki manasıyla da gençlik ve ihtiyarlık zooloji bahislerini alakadar eden bir meseledir. Sanat âleminde genç ve ihtiyar yoktur; yalnız sanatın efendileri ve köleleri vardır. "Genç" sözü, çok zaman, ağırbaşlı tenkitçilerin yenilik meydana getirmiş kimseleri küçümsemek, belki hor görmek için kullandıkları bir kelimedir. Edebiyatımızda tanınmış bir ebedî genç var zaten. Uzun saçlara süs gibi takılan o ölü gençliğin kıymeti nedir? O genç zât, gerçekte, ihtiyar Neşter’dan daha da ihtiyar değil midir?"
Milli şiirden ne bir şey anlıyorum ne de hoşlanıyorum
Son zamanlarda, sanat millîdir, diyorlar. Siz ne dersiniz? - Zannederim ki son zamanlarda hemen her şey dediler. Gazetelerde görüyorum. Her gün yeni bir ilim, yeni bir âlim, yeni bir sanat ve yeni bir dâhiden bahsettiler. Birçok dâhiler var ortada, fakat bir tek dâhice eser yok. Ben kendi hesabıma, şimdiye kadar gerçekten üstünde durulabilecek bir millî edebiyattan bahsedildiğini bilmiyorum. Size itiraf edeyim: Ben fazla bir Avrupalılıktan pek hoşlanmam; bazen Anadolu türkülerini dinlemekten sonsuz hazlar duymuşumdur. Ayaş'tan Ankara'ya dönerken bir gece, arabacının söylediği şarkıları belki bütün bir Servetifünun edebiyatına tercih etmekte tereddüt etmem. Fakat, buna rağmen, ben bu yeni millî şiirden ne bir şey anlıyorum, ne de hoşlanıyorum." Fakat hece vezni, millî gramer, millî dil ve ifade ile Türkçe'de millî bir şiir arayanlar var. Sizin yeni dil ve hece vezni hakkındaki fikirleriniz nedir? Millî cereyan taraftarlarının pek istedikleri bir Türkçe kökleşecek mi? - Türkçe gerçekten de sadeliğe doğru mühim bir gelişme gösteriyor. Bu bahiste Ziya Gökalp'in mütevazı bir hava içinde gösterdiği gayret herhalde unutulmayacak. Fakat millî şiire gelince, böyle bir şey icat etmeye bilmem lüzum var mı? Her dilde olduğu gibi Türkçe'de de çok eski zamanlardan beri doğup süregelmekte olan bir millî şiir var. Onu, şairler değil, isimsiz halk yapmıştır. Dille meşgul olan bütün ilim akademileri birleşse, halka ait olan o mukaddes sazın tellerinden, gülünç olmayan bir sesi yine de çıkaramaz. Taklit, hiç bir suretle yaşayamaz. Onun için, bu tarzdaki tecrübeler de bence kökleşmeyecektir. Hece veznine gelelim: Hece vezni, zannediyorum ki, Türk köylüsünün veznidir. Aruz vezni de, Türk köylüsünden büsbütün başka bir şey olan, şehirlilerimizin veznidir. Çünkü iki taraf da, karşılıklı olarak, birbirlerinin vezinlerinden hoşlanmıyor. Gerçek budur. Başka milletlerde böyle şehirli, vezni, köyde vezni diye ayrı vezinler var mıdır, yok mudur? Bu bizim bahsimizin dışındadır. Bizde böyle acayip bir vaziyet bulunmaktadır. Ancak, acayip hadiseleri normal bir hava içinde birleştirmeye muktedir olan, dünyada hangi insan vardır? Hadiseler arasındaki mantıksızlıktan şaşıp kalan, kararsızlığa düşen kimdir? Eğer yeryüzünde böyle bir adam bulunuyorsa, o adamın aklı başında bir kimse sayılmaması lazım gelir. Zannederim ki hece veznini şehirlilerin, yüksek tabakanın vezni yapmayı ilk düşünen şair Mehmet Emin'dir. Bu hassas şair Anadolu'yu dolaşmış, o toprağın şiiriyle sarhoş olmuş ve bu sarhoşluk onu bir çeşit alicenaplık havası içinde, demokrasi merakına götürmüştür. Mehmet Emin'in büyük şiiri, bir ıstıraba deva olmak üzere yazılmıştır. O şiirin manasına hürmet edelim; fakat dokunuşu ve yapısı bakımından o şiir millî olmasa gerek. Hece vezniyle benim anladığım millî şiiri yalnız iki kişi yazmıştır: Filozof Rıza Tevfik Bey ve İhsan Raif Hanım Efendi.
Şinasi’den evvelki edebiyat, sonrakinden daha samimi
Peki, nesirde Türkçülük ne yaptı, ortaya neler koyabildi? Bu bahiste bir tek isim tanıyorum: Halide Edip Hanımefendi. Fakat bunun Türkçülüğü de Gabriel Rossetti’nin Türkçülüğüdür. Şinasi’den evvelki edebiyat hakkında düşünceleriniz nedir? O edebiyat için “sunidir, sahtedir, taklittir” diyenler var. Siz ne dersiniz? - Ben ne deriiim!.. Ben derim ki Şinasi'den evvelki edebiyat, Şinasi'den sonraki edebiyattan daha az sun'i ve daha çok samimidir. Şüphe yok ki her ikisi de birer taklit edebiyatı idi; fakat birinin taklit ettiği Şarktı. Bu milletin, ana yurdundan gelirken göç yollarına tesadüf etmiş olan bildik, tanıdık bir şark ötekinin taklit ettiği ise yabancı bir batı ve yabancı batının yabancı olan duygulan, duyuşları idi. Şarklılar, az farklarla, birbirine benzerler; seyahat edenler bunu görmüşlerdir. Türk, Arap ve Acem'in adeta birbirlerine karışmasından ortaya çıkmış bir örneği olan Osmanlı Türkü ise, bunların hepsine birden benzer. O, rahat ve ölçülü bir hassasiyet içinde yaşar. Hayatı karışık manalarla yüklenip düşünmekten nefret eden, güler yüzlü, sade, rind ve kalender yaradılışta bir insandır. Bu sadeliği çininin üç renginde, nakışın tekrarlanan çizgisinde, şiirin sınırlı mevzularında, musikinin ısrarlı tek nağmesinde, mimarlıkta binaların medrese ve cami tipi etrafında dönüp dolaşmasında görülmez mi? Osmanlı Türk'ü için Norveçli Ibsen ve dolaşık ruhlu Barres birer acayip şeydirler. Şinasi'den sonrakiler hep bu acaip şeyleri Türk edebiyatı için kendilerine örnek edinmişlerdi. Şinasi'den evvelkiler ise, onlar da sade insana daha çok yakın idiler. Onlar samimi, usul ve erkâm bilen, seven adamlardı. Adetlerine göre elbiseleri, zevklerine göre hayatları ve bu hayatı sürdürüş tarzları vardı. Şiirleri dikkatle okunursa kendilerinin hususiyetlerini, zamanlarındaki sedirin, iskemlelerin ve lambanın şekline, eğlencelerinin nelerden ibaret olduğuna, hatta çiçeklerinin cinsine kadar, her türlü özelliklerini bu şiirlerden anlayabilmek mümkündür. Onların hayatları ile şiirleri arasındaki bağlılık o kadar sıkı idi. Eskilerin sevgilileri, Petrarca'nın Laura’sı ve Dante'nin Beatrice’si tarzında levend ve şahane mahluklardı. O sevgililer. Şinasi'den sonraki şiirin sevgilileri ile karşılaştırınız. Bu karşılaştırmadan ruhlarımız adeta utanır.
Perde aralarından sızan ışık huzmeleri, koyu renk yaldızlı kâğıtlarla kaplanmış duvarlara asılı Baudelaire’le Veriain’in çerçeve camlarını yer yer pırıldatıyordu. Haşim Bey, sigarasını bırakıp fokurdayan semaverden Çin kâselerine birer çay daha boşalttı.
Aklımın beğendiğini ruhum çoğu zaman sevmemiştir
Sanatınız ve şiiriniz hakkındaki fikirleriniz nedir? - Maalesef aklımın beğendiğini ruhum çok zaman sevmemiştir. Bundan, tabii mahzunum. Bana derlerse ki sanat nasıl olmalı? Ben düşünür ve derim ki: Halkın üzerinde dalgalanan, yine halkın büyük ortak ve samimi sesi olmalı. Ve derim ki tek başına bulunan ruhlar üzerinde parazit bazı otlar gibi biten şahsî sanat, millî bünye için zararlı değilse bile lüzumsuzdur. Fakat ben bu büyük sanatı kendim için istemiyorum. Benim istediğim sanat, mananın ve ahengin birbiri içinde eriyip kaynaşmasından meydana gelen sanattır, (içinde ateş gibi ve ateş renkli çayın bulunduğu kaseyi göstererek) Ben bu Çin kâsesinde neden çay içiyorsam, şiiri de onun için yazıyorum. Sırf bir lezzet meselesi. Tevfik Fikret'in vezinde ve nazımda yaptıklarını daha ileriye götürerek vezinde yeni bir düzen ortaya koymak istemiştiniz. Serbest nazımdan beklediğiniz neydi? Bu tecrübeleriniz Türkçe'de ne dereceye kadar başarıya ulaştı? -Serbest nazım, hassasiyetime göre biçtiğim bir nazımdır ki bunun edebiyata getirilmiş yeni ve hususi bir tarz şeklinde anlaşılmasını, öyle kabul edilmesini fazla bulurum. Ben kendi hesabıma, bu tarzdaki tecrübelerimden pek memnunum. Bu hususta başkalarının ne düşünebileceğini tabiî bilmiyorum.
Bu soruyu ömür boyu bekleyenlere sorun!
Son bir şey daha sormak arzusundayım. Hususi âdetlerinizden bahseder misiniz? Mevzulannızı nasıl hazırlarsınız? Kolay mı, güç mü yazarsınız? Günün hangi saatleri sizi en fazla meşgul eder? Güldü: - Azizim, siz bu sualinizi arkadan resim çıkartıp neşredenlere sorunuz. Onlar, bir ömür içinde böyle sualleri beklediler. Ben herkes gibi, herkesten farklı olmayan bir insanım. Şairi bu sıcak ve loş odasında bıraktım. Bu sanat havası dolu konuşmanın ruhunda uyandırdığı hazla yanından ayrıldım. (Ruşen Eşref Ünaydın / Mülakat tarihi: 22 Aralık 1917, Yayım: 1918, Dersaadet, Sayı: 1134)
2 notes · View notes
ibokumus · 4 years
Text
Emekli bir Türk ile evlenen 72 yaşındaki Rus hanım Türklere ait gözlemlerini anlatıyor ;
🤔
Ben Türkiye'ye geldi, evlendi .
Türk erkek Türk kadınlar çok yemek seviyor.
Hep çeşit istiyor.
Biraz oturuyor hemen yemek soruyor.
😳
Sonra hasta olmak anlatmayı çok seviyor.
Şikayet çok.
😳
Kadınlar kendine zaman ayırmak bilmiyor.
Hasta olmak bekliyor, doktora gitmek sonra doktor diyecek; dinlen çok yoruldun bunu bahane ederek hep hastalık konuşarak geçiriyor.
😳
Çocuklar hep televizyon başında.
Eşimin oğlu evlendi Torun televizyon başında.
Geline dedim ki;
çocuk seni az görüyor onları çok görüyor.
Zihninde Sen az onlar çok.
Reklamları ezberlemiş.
Öyle ezberlemiş istiyor anne reddedince ağlıyor.
Işte böyle ağlıyor sonra yine istiyor yine ağlıyor 3 gün 4 gün sonra anneyle arada çatışma oluyor
Şimdi saygı nasıl olsun.
Çocuğun zihninde anne az televizyondakiler çok.
Kapat onu çocuk seni seyretsin seni anlasın senin güzelliğin onun beyninde yer etsin dedim.
😳
Kimse anlamıyor çocukların beyni kimlerle doluyor.
Sen çocuğu Doğurdun
Sen hatırlıyorsun onu kundakladı büyüttün
Sen hatırlıyorsun
O bunları bilmiyor.
😳
Karnını bile televizyon başında doyuruyorsun senin yüzüne bakmıyor o çizgi filme bakıyor.
Sonra diyor ki çocuk yüzümüze bakmıyor hiperaktif.
Çünkü çocuğun beynini televizyon artık yeniden tasarladı.
😳
Sonra çocuk o çizgi kahramanların Vitrinde kostümünü görüyor istiyor ağlıyor çünkü çocuk aslında artık onlara ait oldu.
😳
Kardeşi ile oynarken bile oradaki karakterler gibi davranıyor ve o karakterler gibi konuşuyor diyorum ki;
bak çocuk babası gibi değil senin gibi değil konuşması televizyon gibi.
😳
Kadınlar çok konuşuyor hiç susmuyor.
😳
Düşünmeden konuşmak Türkiye'de çok.
😳
Hep hastalıklar çok konuşmaktan diyorum bana ters bakıyorlar.
😳
Tiroid hasta diyor çok yiyorsun ve çok konuşuyorsun diyorum bana kızıyor.
Bana çok konuştukları zaman hemen elimle reddediyorum Diyorum ki çok konuştun ben yoruldum.
Çünkü dinlerken beyin doluyor ve ısınıyor
Susuyorlar o zaman.
Çünkü kalp te yoruluyor.
😳
Türk kadını güzel şeyler konuşmayı bilmiyor hep şikayet.
Kocasından şikayet ediyor, ailesinden şikayet ediyor , çocuğundan şikayet ediyor Kendinden şikayet ediyor.
😳
1 saat çay içiyor
çay içerken gönül demlenir fakat öyle olmuyor herkesin sinirleri kabarıyor sonra herkes evine gidiyor bu sefer ne oluyor hastalık oluyor.
Bu yazı gerçekten ders alınması gereken bir konuyu ortaya koyuyor. Sadece okumayın .
Paylaşın ve belki bir yaraya parmak basmış olurdunuz.@lıntı
4 notes · View notes
gamze3458 · 5 years
Photo
Tumblr media
Emekli bir Türk ile evlenen 72 yaşındaki Rus hanım Türklere ait gözlemlerini anlatıyor ;_ 🤔 Ben Türkiye'ye geldi, evlendi . Türk erkek Türk kadınlar çok yemek seviyor. Hep çeşit istiyor. Biraz oturuyor hemen yemek soruyor. 😳 Sonra hasta olmak anlatmayı çok seviyor. Şikayet çok. 😳 Kadınlar kendine zaman ayırmak bilmiyor. Hasta olmak bekliyor, doktora gitmek sonra doktor diyecek; dinlen çok yoruldun bunu bahane ederek hep hastalık konuşarak geçiriyor. 😳 Çocuklar hep televizyon başında. Eşimin oğlu evlendi Torun televizyon başında. Geline dedim ki; çocuk seni az görüyor onları çok görüyor. Zihninde Sen az onlar çok. Reklamları ezberlemiş. Öyle ezberlemiş istiyor anne reddedince ağlıyor. Işte böyle ağlıyor sonra yine istiyor yine ağlıyor 3 gün 4 gün sonra anneyle arada çatışma oluyor Şimdi saygı nasıl olsun. Çocuğun zihninde anne az televizyondakiler çok. Kapat onu çocuk seni seyretsin seni anlasın senin güzelliğin onun beyninde yer etsin dedim. 😳 Kimse anlamıyor çocukların beyni kimlerle doluyor. Sen çocuğu Doğurdun Sen hatırlıyorsun onu kundakladı büyüttün Sen hatırlıyorsun O bunları bilmiyor. 😳 Karnını bile televizyon başında doyuruyorsun senin yüzüne bakmıyor o çizgi filme bakıyor. Sonra diyor ki çocuk yüzümüze bakmıyor hiperaktif. Çünkü çocuğun beynini televizyon artık yeniden tasarladı. 😳 Sonra çocuk o çizgi kahramanların Vitrinde kostümünü görüyor istiyor ağlıyor çünkü çocuk aslında artık onlara ait oldu. 😳 Kardeşi ile oynarken bile oradaki karakterler gibi davranıyor ve o karakterler gibi konuşuyor diyorum ki; bak çocuk babası gibi değil senin gibi değil konuşması televizyon gibi. 😳 Kadınlar çok konuşuyor hiç susmuyor. 😳 Düşünmeden konuşmak Türkiye'de çok. 😳 Hep hastalıklar çok konuşmaktan diyorum bana ters bakıyorlar. 😳 Tiroid hasta diyor çok yiyorsun ve çok konuşuyorsun diyorum bana kızıyor. Bana çok konuştukları zaman hemen elimle reddediyorum Diyorum ki çok konuştun ben yoruldum. Çünkü dinlerken beyin doluyor ve ısınıyor Susuyorlar o zaman. Çünkü kalp te yoruluyor. 😳 Türk kadını güzel şeyler konuşmayı bilmiyor hep şikayet. Kocasından şikayet ediyor, ailesinden şikayet ediyor , çocuğundan şikayet ediyor Kendinden şikayet ediyor. 😳 1 saat çay içiyor çay içerken gönül demlenir fakat öyle olmuyor herkesin sinirleri kabarıyor sonra herkes evine gidiyor bu sefer ne oluyor hastalık oluyor. Bu yazı gerçekten ders alınması gereken bir konuyu ortaya koyuyor. Sadece okumayın . Paylaşın ve belki bir yaraya parmak basmış olurdunuz. Av. Hüseyin IŞIK 😳🙄🤔😜
14 notes · View notes