Tumgik
#saldırganlık
seslimeram · 7 months
Text
Cerahat Hayatı Kuşatırken
Tumblr media
“Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi," diye söylendim sokaklarda, "acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim! 'Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum... maddenin ve donukluğun lütfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlemektir. Rüzgâr, havanın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarımdan istifa ediyorum. Nâmevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... 'Arzu', sözlüklerden ve ruhlardan hepten silinsin! Yarınların baş döndürücü şakası önünde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi hâlâ muhafaza etsem dahi, ümit etme melekemi hepten kaybettim.” Emil Michel CIORAN – Çürümenin Kitabı – Metis Yayınları – Çevirmen: Haldun BAYRI
Bariz devamlılığı sağlama alınmış bir hayat tecrübesini yaşıyoruz. Deneyimimiz kılınan o yaşama eyleminin her anı, her dönemeci, her arası, ötesi berisi bir kere daha cerahat halini kapsıyor. Cürümlere hedef ediliyoruz. Nesnel, sabit bir nefret söyleminin toplumun artık her kesimi için bir linç fırtınasını var etmesine tanıklık ediyoruz. Korkunç dehşet verici bir ayrım, ırkçılık tahayyülünün birlikteliğinde bir göçebeler yurdunun her nasıl ötekisine düşman addedildiğini görüyoruz. Her şey iç içe geçiyor. Her gün biraz daha karanlığa yol alınıyor. Sürgit kılınan tahakküm ve beraberinde imal edilen dehşet hali içerisinde tümden bir kaos teorisi var ediliyor. Birbiri ardına şok doktrinlerinin insafına terk edilmiş olan iş bu cenahta her gün hayat hedef kılınıyor. Cürmün cerahatle bütünleştiği zeminde “hayat” bunca karanlık / tahakküm döngüsü arasında un ufak ediliyor. Birer mezar kılınmış olan, aslında dört duvardan ibaret evlerimizde konforlu sandığımız gibi azar azar, peyderpey bir devinim ile hayat mahvediliyor. Her şey aleni bir çürümenin rotasında afaki bir halde çarçur edilmektedir artık. Her gün bir kere daha sınavlarla kuşatılmaktadır. Devri sabık ol iktidarın korkunç pratikleri icraat olarak duyurulurken var edilen kuru gürültü dahilinde duraksamadan yalın bir yıkım tecrübe ettirilir. İlerleme, yenilenme, medeniyet tahlilleri vesaire boş laf kılınır. Bütünüyle doğrudan ve kesintisiz bir cerahat elinde hayat hedeftir.
Tümden namevcudiyet dayatması söz konusu edilendir. Hayat lime lime edilirken feragat istenen hayatın tam da tüm tanımlarından arındırılmasıdır. Ümit etme tahayyülü felsefeyi günümüzde biçimlendiren temsillerden Emil Michel Cioran’ın yazdığı gibi sıradan olan insanın temellerinden ayrıştırılır. Gündelik bir formu dehşet bir biçimde yerle yeksan ede duran iktidar kliğinin sunduğu her şey ayrıntıda değil doğrudan o ümidin mahvını tümler. Değersiz, aleni bir biçimde yalnız, yapayalnız konulan insanların kursaklarından geçen her lokmanın sayıldığı, sayının günbegün azaltıldığı bir zeminde hayat tecrübe edilebilir bir deneyim olmaktan öteye geçer. Ümidin berhava edildiği, her günün bir öncesinden de ağır sınamalara çıkartıldığı, zorun, zorlukların devlet eliyle istihkam edildiği, yönünün tam ve eksiksiz biçimlendirildiği bir kurgu gerçekliğimiz kılınır. Gerisini zaten Cioran’ın kitabından okuyabilirsiniz. Mahvetme retorikleri bir çürümeyi mutlak kılar. Halihazırdaki muhalefetin olduğu gibi salla baş halleri, görmezden gelme çabaları, nasılsa unuturlar hal ve isteminin refakatinde baş efendinin Türkiye tahayyülü dört bir yanda bu geriletmeyi var eder. Duraksamadan bir cerahatin ortasına düşen ülke gerçekliği yıkımı önceler, kesin bilgi.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Zırhlı aracın çarpması sonucu ağır yaralanan 12 yaşındaki Tajdîn Adal’ıyı ziyaret eden Yeşil Sol Parti’li Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Niye başka illerde değil Kürt kentlerinde bu olaylar oluyor?” diye sordu
Şirnex merkezde 30 Ağustos’ta zırhlı polis aracının çarpması sonucu ağır yaralanan 12 yaşındaki Tajdîn Adal’ının hayati tehlikesi devam ediyor.
Şirnex’te yapılan ilk müdahalenin ardından Êlih’teki özel bir hastaneye sevk edilen Adal’ın beyin kanaması geçirdiği tespit edildi. Olay ise, tedavinin sürdüğü hastanedeki raporlara “adli vaka” olarak geçirildi.
Êlih’e gelerek Adal’ıyı ve ailesini ziyaret eden Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Kocaeli Milletvekilli Ömer Faruk Gergerlioğlu olaya tepki gösterdi.
Bilinci açık değil
MA’dan Zeynep Durgut’a Adal’ının hayati riskinin sürdüğünü vurgulayan Gergerlioğlu, bilincinin bulanık olduğunu söyledi. Gergerlioğlu, çocuğun son durumuna ilişkin şunları aktardı: “Tajdin Adal’ıyı hastanede ziyaret ettik. Yoğun bakımda gördüm. 11 yaşında 6’ncı sınıfa giden bir çocuk. Şuuru hafif bulanık. Kendisiyle konuşmaya çalıştım. Kaça gidiyorsun, yaşın kaç gibi sorular sordum ancak cevap veremedi. Beyin kanaması geçirmiş. Şuanda ameliyatsız takip ediliyor. Fakat tomografi sonuçlarında beyin kanamasında biraz artış var. Onu da durdurabileceklerini düşünüyorlar. Çocuk gözetim altında. Durumu iyiye de kötüye de gidebilir. Annesi de oradaydı. ‘Çocuğumun canı önemli ondan başka bir şey istemiyoruz’ dedi.”
Niye Kürt kentlerinde oluyor?
Zırhlı araçlar çocukların oyun alanlarından çekilmediği sürece bu tarz olayların süreceğine dikkat çeken Gergerlioğlu, “Zırhlı araçlar çocukların bisiklet sürdüğü, top koşturduğu, oyun oynadığı alanlarda olmamalı. Barışçıl bir çözüm düşünülmediği müddetçe zırhlı araçlar Kürt kentlerinde çocukların dolaştığı sokaklarda dolaşıp, birçok kaza olacaktır. Şimdiye kadar onlarca kaza yaşandı ve birçoğunu takip ettim. Zırhlı araçların görüş açısının, bisiklet sürmekte olan bir çocuğu fark etme noktasında son derece kısıtlı olduğunu gördüm. Dolayısıyla çocukların oyun oynadığı yerde zırhlı araçların dolaşmasının bir kazaya davetiye çıkarttığı apaçık ortada. Şuana kadar pek çok böyle vaka rastladık. Kimisinde çocuklar yaralandı, kimisinde öldü ve hepsinde biliyoruz ki bu olayların üstü örtüldü. Ciddi cezalar verilmedi. Çoğunlukla ‘takipsizlikle’ veya ‘çocuğun kusurlu olduğu’ yönünde kararlar verildi. Bunun politik boyutunun olduğunu düşünüyoruz. Niye başka illerde değil Kürt kentlerinde bu olaylar oluyor? Barış tesis edilseydi, sorunlar Anayasal çerçevede çözülseydi zırhlı araçlar çocukların oyun oynadığı yerlerde olmazdı ve bu kazalarda olmazdı. Şimdiye kadar olanlar apaçık ortada. Bundan sonra çocukların zırhlı araçlar tarafından hayattan koparılmaması için bir an evvel Kürt sorununda çatışmasız, barışçıl bir çözümün gerçekleşmesi gerekiyor” dedi.”
11 yaşındaki Tajdîn Adal’ın başına getirilenin ta kendisidir işte bir yandan çürüyen bir yandan da dehşet dolu bir vahamet sarmalına dönüşen ülke tahayyülü. Yaşamdan eksik kılan, hayata göz diken, her durumda ama her durumda bir sınamayı süreğen addeden ve kendi yurttaşını ister çocuk ister yaşlı, ister kadın, ister erkek bir biçimde düşman gören, bilen ve bildiren aklın eylediği şey tam da bu kötürüm haldir. Çocukların hayat haklarını terörle mücadele diyerek altüst edebilen bir akımın / mekanizmanın karşısında ne kalır ki düzgün. Eşikler atlandığı, çağın ilerisi için hamleler var edildiği, muasır medeniyetlere ait olduğu zikredilen dönemeçlerin çoktan aşıldığı / yükseldiğimiz zikredilirken son kırk üç yılın ve son bir asrın birörnek benzeş tahakküm hamleleri, sistematik şiddetinden bir gıdım uzağa düşmeyecek midir bu ülke? Soykırım pratiklerine tutunarak tek bir iyi günü var edebilir mi bir ülke. Tajdin Adal kaçıncı çocuktu, Kürd sorununa kurban bilinecek ve daha kaç kere insanların gündelik hayatları dar edilecek? Bitmeyecek yaralarla kuşatılmış bir menzilde hangi gün, hangi olay, hangi yıkımdan sonra bir dur denilecektir. Sahi ama sahiden de düşünen var mıdır?
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır'da 28 Aralık 2019’da zırhlı polis aracının çarpması sonucu yaşamını yitiren Cihan Can davasında karar çıktı.
Can'a çarpan polis H. A.'nın “taksirle ölüme sebebiyet vermekten” yargılandığı davanın karar duruşması Diyarbakır 11’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
MA'nın haberine göre; duruşmada Can’ın ağabeyleri ve ailenin avukatı Fuat Coşacak ile sanık avukatı hazır bulundu. Sanık polis H. A. ise duruşmaya katılmadı.
Savcı önceki celsede, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) olayda sanık polis H.A'yı yüzde 100 kusurlu bulduğu raporlara dikkati çekerek, sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılması yönünde verdiği mütalaasını tekrarladı.
Bugün görülen duruşmada avukat Fuat Coşacak, "sanığın üzerine atılı suçun sabit olduğunu ve hapis cezasıyla cezalandırılmasını" istedi. Sanık avukatı ise müvekkilinin beraatini talep etti.
Taksirle öldürmekten ceza
Savunmaların ardından mahkeme, “Cihan Can’ın taksirle ölümüne sebep olmaktan” sanık polise 3 yıl hapis cezası verdi. Cezada indirime giderek polisin cezasının 6’da bir oranda indiren mahkeme, indirim uygulanan cezayı 21 bin 200 TL para cezasına çevirdi.
"Ceza değil, ödül"
Polise verilen cezaya ilişkin MA'ya konuşa ağabeyi Neytullah Can, şunları söyledi: “Böyle bir ceza beklemiyorduk. Şu an verilen ceza resmen ödüllendirmedir. Yapılan cinayeti akladılar, biz öyle görüyoruz. 21 bin 200 TL’yi de aile olarak biz yatıracağız. Memur rahatsız olmasın.
“Bizim canımız yandı başkalarının yanmasın dedik ama maalesef başka canlarda yanacak gibi görülüyor. 6 tane yüzde 100 kusurlu rapor kararı verildi. Buna rağmen sonuç böyle olunca bu adaletin peşini bırakmayacağız. Elimizden geleni yapacağız. Bizim için bitmiş değildir. Nereye kadar yol varsa oraya kadar gideceğiz."”
Tecrübe ettirilen hayatın eksiltmelere çıkartıldığı bir zeminde yaşıyoruz. Bir kere daha ama asla son kez değil cürmü var edenlerin sırtlarının okşandığı / haklarındaki davaların birer ikişer düşürüldüğü bir zeminde, müşterek olan bir yaşam hakkının muhafazası her nasıl söz konusu edilebilecektir? Kürd sorununun asırdır süre giden inkar ile imha ikilisi arasındaki seyrüseferinde Cihan Can kaçıncı kurbandı? Hemen arkasından bunca yıldırı sürdürüle durulan o inkar ve tümüyle failin arkasının kollandığı bir zeminde hangi adalet mefhumundan bahis açılabilir ki? Tümden, topyekun bir mahvın kıyısına terk edilmiş ol Kürd halkına her gün ayrı, bazı günler apayrı bir tehdit, yıldırı ve tahakküm var edilirken, cinayetlere ortak olan devlet nasıl bir sulhu var edebilir. Cemile Çağırga, Kemal Kurkut, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, nicesi ve nicesinin isminin geriye kaldığı, yaralarının hiçbir zaman kapanmayan bir mirasa dönüştüğü menzilde tecrübe ettirilen hayatın her nasıl katran karanlığından mülhem olduğu artık afakidir. Düzenin kendisine düşman bildiği ya da saydığına karşıtlığını böylesi bir yok etme istemiyle var ettiği yerde hiç kimse ama ol evin esas sahibi biziz biz diye böbürlenenler güvende değildir. Cihan Can’ın yaşama hakkını elinden çalabilen cüretin, hesap vermezlik zırhı ardından var ettiği bu çürüme, bütünüyle cerahat ve apaçık nefretin karşısında hayat hiçbir sıradana en ufak bir nefes alma hakkını dahi çok görür, görecektir de, derdimizdir.
Bir devinim içerisinde mütemadiyen sınanarak bir yaşama mahkum ediliyoruz. Ya hakkımız olan elimizden gasp ediliyor. Ya hürriyetin ta kendisi unutturulmak isteniyor. Eğer ki bir sıra neferi değilseniz sorgulamak dahi dokunan yanar dediklerini hakkaniyete ulaştıran bir sınavı beraberinde getiriyor. Sistem tümüyle çürükken, her yerinden apayrı sökün eden irine karşı ne yapacağız diye sual etmek dahi imkansız kılınıyor. Ya nefrete, ya hiddete, ya tehdide, ya lince maruz konuluyor bir ülkede sıradan insan. Mütemadiyen sınanmak kesintisiz kılınırken, her türden tahakkümün yepyeni suretleri katara ekleniyor. Bir fasit döngü ki her yanında, her gününde apayrı cürümlerle yoldaşlık ediliyor. Bütünün yıkımlarla, cürümlerle, çürüten ve ezen bir tahakküm nesnelliğiyle birlikte çıka geldiği bir zeminde mahkum edildiğimiz yaşam nefesimize kast ediyor artık kesin bilgi. Cepteki delik nasıl büyüyorsa, ruhlarımızı yaralayan, direnci kıran, ezen, azaltan bir tahakküm hal ve istemiyle ülke kuşatılıyor. Yüzüncü yılında, yepyeni ülke diye anılanın masallardan öte hakikatteki bu sureti temsili, bunca açık kötülük dolu yansısı, istikamet diye var edilen çıkmaz sokağında hayat un ufak ediliyor. Sahiden umursar mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Sertaç KAYAR – Reuters – BBC Türkçe
0 notes
kaybolankaos · 1 year
Text
Ankara'da yaşıyorum. Depremi ne gördüm ne yaşadım. Daha yeni şimşek çaktı ve deprem oluyor diye kalp krizi geçiriyordum nefes nefese kaldım ve ben normalde hayatımda gördüğüm en sakin ve soğukkanlı insanım çevremin de böyle düşündüğünü biliyorum. Ben yaşamamış ve gerçekten tüm acıları içimde kendi kendime sindirebilen bir insandım. Bu konuda piskoljim o kadar kötü ki beynimin içinden enkaz çıkmıyor! Yaşanılanlar, adaletsizlik, saldırganlık, özellikle de utanmazlık beni delirtiyor. Olay ne parti ne bir kişi, bir olay! baştan sona hepimizin cahilliği, hepimizin işini iyi yapan yerine tanıdığa vermiş olduğu işler, denetimsizlik. Sağ sol osu busu hepsi aynı yol nerden mi bu kanıya varıyorum, muhalefet ya da baştaki ya da diğerleri başka bişey yapmadı. Hepsi çıkar ilişkisi ego savaşı taht kavgası ve krallıkları için yaşadı. Kim mi gelsin ben de bilmiyorum sizden biri çıkıp şu gelsin sebepleri şunlar diyebilir mi? Bence değil yani bu konu net bir konu cevap hayır. Devlet, hükümet her şeyi denetlemek zorundadır af çıkarmak sadece biz halkın ölümünü izlemekten zevk almaktır. Bu ülkede de değil sadece dünyada büyük bir çoğunluğun vicdanı şahsiyeti inancı ya da insanlığı kaldığına net olarak inanmıyorum ve kanıtım da şu: aç gözünü bi etrafına bak. Cahil sürüsü bir topluluktan ne bekleyebiliriz? Sen ben o bu şu kime sorsak cahil misin desek herkes filozof. En yakın arkadaşlarımdan biri daha bir hafta geçmedi bunun en ağırını yaşattı bana, konu ben değilim ama örneği üstümden vermek istiyorum; hiçbir hayat gayesi olmayan, okumayan, bir inancı olmayan ama inancını savunurken ben her şeyi biliyorum diyen ve inancını savunurken kanıtlar sunmak yerine sen sus sen hiçbir şey bilmiyorsun diyen bir insandı. Bu kim biliyor musunuz bu yine sen o bu şu. Ne biliyorsunuz, ne yapıyorsunuz, ne için yaşıyor neyin değerini biliyorsunuz. Herkes ölecek inancınız Müslümanlık da olsa ateistlik de olsa gerçek bu ve peygamber de olsa, dünyanın en zengini de olsa öldükten sonra sadece ölüyorsun. Sen savaşmazsan ben savaşmazsam biz bir olup okumazsak, cahilliğin duvarını tekmelemezsek şuan niye yaşıyoruz. Sen her şeyi bilen sen evet, bildiklerini nerde kullanıyorsun. Artık hayatın boş olduğunu ve bu boş hayatı doldurmamız gereken kısa süreli hayatlarımızı bir şekilde silah olarak kullanmalıyız. Baştan sona anlattığım her şeyi parti olayı sanan yine de olacaktır, vallahi değil arkadaşlar sadece insan olalım. Vicdanımızı yaşatalım. Ayağa kalkalım gözümüzü açalım. Yüz binlerce insan öldü ve hayat devam ediyor ve edecek ki etmeli de. Fakat yaşayacaksak mala mülke ya da taht için kör olmaya göz yummayalım. Bu birinizin dayısı birinizin annesi birinizin en yakın arkadaşı da olabilir ki şuan herkesin kafasında en az bir kişi belirmiştir. Kimse kral ya da özel değil herkesin bir canı ve bir kısacık ömrü var. Yaşadığımız süreci güzelleştirmezsek geleceğe güzel bişeyler bırakmazsak biz neden buradayız. Dünyanın etrafında döndüğünü sanan milyarlarca insanız ama maalesef ki dünya kendi etrafında dönüyor ve biz bir karıncaya nasıl önemsiz bakıyorsak biz de o kadarız. Ama bir olup bişeyler yapabiliriz, en azından şuan için çünkü artık başka bir yarınımız olmayabilir. Ki inanın ve görün! yarını olmayan binlerce insan öldü ve evet hayata devam ediyoruz.
47 notes · View notes
fatomahperi · 1 year
Text
Tumblr media
Fotoğrafta Gördüğünüz kişi
Kuran'ı Kerim i yaktı
Siz hiç Tevrat yada İncil yakan bir müslüman gördünüz mü. ?
Siz hiç Hz Musa ve Hz. İsa'ya hakaret eden müslüman gördünüz mü?
Göremezsiniz..
Çünkü Müslüman tüm peygamberlerin Allah'ın elçisi olduklarına inanır ve Yaradan'ın emirlerine iman eder.
Saygısızlık/saldırganlık/azgınlık.........
22 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
SESLİ DÜŞÜNCE-SİMÜLASYON
"Kazıklı Voyvoda" yani 3. Vlad Tepeş'i savaş esirlerini kazıklara oturtarak işkence etmesi ve öldürmesi ile tanıyoruz. Kazıklı Voyvoda bu işkencelerini yaparken günlük işlerine devam ediyor, yemeğini yiyor, kitabını okuyordu ve karşısındaki işkenceyi oldukça normal bir şekilde "bir simülasyon izler gibi" izliyordu.
"Simülasyon" terimi genellikle gerçek bir şeyin taklidi veya canlandırmasını anlatmakta kullanılıyor. Fransız düşünür Jean Baudrillard’a göre simülasyonlar; gerçekliğin kurguyla arasına çizdiği çizginin yok olması demek. Gerçek olarak karşılaştığımızda vicdanî olarak ağır gelecek sıcak olaylar simüle edilerek gerçekle bağı kesiliyor ve böylece “soğuk” bir şekilde önümüze konuluyor. “Medya Körfez Savaşı görüntülerini seçerek Amerikalıların vicdanlarını sızlatmayacak bir şekilde bir dizi simüle edilmiş görüntüler silsilesi içinde yayınlamıştı” diyor Baudrillard, 2015. Alman felsefeci T.W.Adorno’ya göre de "bireysel bilinç, medya ideolojileri tarafından kontrol edilmekte ve sonuçta özne ve nesne birbirinin yerine geçmektedir." Bu noktada, Adorno aydınlanma düşüncesinin insanlığı barbarlığa götürdüğünü savunur (Adorno & Horkheimer, 2012). Bu barbarlık yazının başında bahsettiğimiz 3. Vlad’ın yani Kazıklı Voyvoda’nın modernize edilmiş hâliyle aynıdır. Televizyon programları aracığıyla savaşlar, afetler ve insan ölümleri evde günlük olağan işler yapılırken, çoluk çocuk hep birlikte izlenmektedir. Çok uzaklarda yapılan savaşlar birer gerçek değil de birer simülasyon olarak biz sunuluyor. Aslında dili çok yakacak bir içecek, üflenerek tadı daha hafifletilerek ağza dökülüyor ve dilimizi yakmıyor ayrıca güzel de bir tat veriyor. Oluşturulan bu simülasyonlar ekranlarda yeri geldiğinde ağlatılıyor, düşündürülüyor veya bir haber niteliği taşır gibi gösteriliyor. Bu "Hiper-gerçeklik" ile üretilen ve yeniden üretilen simgeler edilgen bir tüketim ile sorgulanmadan kitleler tarafından benimseniyor. Böylece medya kitle algısını çok rahat bir biçimde etkileyebiliyor. Savaşların ve afetlerin bu kadar normalmiş gibi izlenilmesi ve aynı zamanda Kazıklı Voyvoda’nın “barbarlığına” lâf edilmesi büyük bir çelişki gibi görünmüyor mu? Barbarlık, saldırganlık, başka insanların yaşamına merak, gizli olanın çekiciliği gibi insanın içendeki gizli ihtiyaçlar hiçbir zaman bitmiyor. Medya bu ihtiyacı yeniden ve yeniden sürekli üreterek toplumda devamlılığı sağlıyor. Eğer durumu daha net görebilseydik belki de Kazıklı Voyvoda’nın esirlerini öldürürken yemek yemesini daha az eleştirirdik. Çünkü, Deprem haberleri seyrederken aynısını biz de yapıyoruz.
Tumblr media
12 notes · View notes
seytanin-karisi · 1 year
Text
Kadınlığın ne olduğu sorulduğunda, günümüz toplumumuzda hatta belki de yakın tarihimizde tekrarlanan anahtar kelimeler: yumuşak, sessiz, itaatkar ve hatta çoğu, zayıflığı kadınlıkla eşanlamlı olarak kullanacak kadar ileri gider. Kadın karakterlerin çoğu folklorunda veya eski algılarında kafamı en çok karıştıran şey, kadın rol modellerinin genellikle vahşi, evcilleşmemiş, kaotik, cinsel ve iddialı olmasıdır. Kalıplandık ve katlandık, kenarlarımız zımparalandı ve erkek türün fikrine uyacak şekilde tanımlandık. İlahi bir varlıktan, erkeklerin gözlerinin zevki için yontulmuş küçültülmüş bir nesneye dönüştürüldük. Tecavüze uğrayan, öldürülen ve canavara dönüşen güçlü ve güzel bir kadın olan Medusa, güzelliği ve gücü nedeniyle utandırıldı ve dışlandı. Lilith'e bakın; Adem'ın seks sırasında onun altında olmayı reddeden ilk kadın ve ilk karısı, onun eşiti olarak saygı görmeyi talep etti. Ancak bunun için Aden bahçesinden kovuldu. Şimdi bize cinselliğimizden, güzelliğimizden ve hatta sesimizin gürlüğünden utanmamız öğretiliyor. Sürtük, fahişe kelimelerini duydukça cinselliğimizle iç içe olduğumuz için toplum tarafından alaya alınıyor ve dışlanıyoruz. Eğer çok güzelsek, cadı olarak damgalanır, kazıkta yakılır, nehirlerde boğulur, asılır ve teşhir edilirdik. Bize bir bayanın gülmemesi veya çok yüksek sesle konuşmaması gerektiği söylendi; bir kadının bu kadar dik kafalı olmaması gerektiğini; bir kadının kendini savunmaya hakkı yoktur, ancak bunlar bizi iddialılığımızın saldırganlık olduğuna inandırmaya yönlendirir. Erkekler tarafından oyulmuş bir kutuya sığdırılmaya zorlandık. Feminen bir kadının asla sessiz, yumuşak ya da itaatkâr olması beklenemezdi. Gerçek bir kadın tutkulu, vahşi, gürültülü ve evcilleştirilmemiştir.
11 notes · View notes
karanfilsblog · 1 year
Note
Siyah zarif, asil.
Ama siyah ölüm, sonsuzluk, karanlık, korku, gizem, formalite, kötülük, saldırganlık, isyan ve sofistike anlamlarına da gelir.
Güzel renk ama korkutucu, maviyi tercih ederim.
siyahta yaşamayı seviyom ,herkesin rengi farklı bu hayata farklı maviyse ne güzel hem denizle hem gökyüzü senin :)
14 notes · View notes
alyaalexandrovic · 9 months
Text
Tumblr media
“Hayatta öğrenebileceğin en harika şey: yalnızca sevmek ve karşılığında sevilmek olacaktır.”
🥀
Moulin Rouge Film İncelemesi: Psikolojik Tepkisellik mi Aşk mı?
**Bu yazı Moulin Rouge filminin psikolojik açıdan incelenmesini içerir. Moulin Rouge filmini izlemediyseniz veya bir filmi izlemeden önce analiz okumayı sevmeyenlerdenseniz okumaya devam etmemenizi öneririm, bol miktarda spoiler içerir. Popüler şarkıların uyarlamalarıyla, renklerin etkileyici kullanımıyla izleyiciyi hem güldüren hem ağlatan hem de imgelerin kullanımıyla şaşırtan müzikal film; Moulin Rouge. Klasik bir aşk üçgeni senaryosu, izleyelim...
Tumblr media
Popüler şarkıların uyarlamalarıyla, renklerin etkileyici kullanımıyla izleyiciyi hem güldüren hem ağlatan hem de imgelerin kullanımıyla şaşırtan müzikal film; Moulin Rouge. Klasik bir aşk üçgeni senaryosu, izleyelim zaman geçsin derseniz keyif alacağınız bir film ve filmde psikolojik ögelere de oldukça yer verilmiş.
Bir yanda 1900lerin Parisinde maceracı bir yazar olan Christian, bir yanda ekonomik gücü ve unvanı ile The Duke (Dük), ikisinin arasında da dönemin en ünlü gece kulübü olan Moulin Rouge’un en gözdesi, Christian’ın deyimiyle “Aşkını erkeklere satan bir fahişe” Satin…
Tumblr media
Satin, zengin bir eş bulup kankan dansçısı olarak sürdürdüğü yaşamını değiştirmek istemektedir. Filmdeki her şarkının anlamlı bir hikayesi olduğu gibi, Sparkling Diamonds şarkısı da Satin’in hayata bakışını göstermektedir ve Dük’ün kendisini artist yapacağına inanmaktadır. Satin, tesadüfler sonucunda odasında Dük sandığı Christian ile karşılaşır ve macera başlar.
Christian, Satin’i gerçek aşkın varlığına ikna etmeye çalışsa da Satin “I am a material girl” diyerek onu reddeder. Bu reddetmeden sonra Satin’in gerçek aşka kapılması çok sürmez, Christian’a tutulur ama bir yandan da Moulin Rouge’u kurtarabilmek için Dük ile beraber olmak zorunluluğu oluşmuştur. Hikaye böyle akar gider…
Tumblr media Tumblr media
Renkler içinde insanı büyüleyen bu filme psikanalitik yaklaşımla baktığımızda Eros ve Logos’un savaşını görmekteyiz. Film sadece aşkın değil ölümün de hikayesini anlatır. İki temel dürtü; Cinsellik ve şiddet, aşk ve ölüm… İki kavramı da göstermek için en güzel yol: “Rouge” yani kırmızının kullanımı… Satin’in kızıl olması, dekorun kırmızılarla dolu olması, Red Lights göndermeleri, Roxanne, Meet me in the Red Room gibi şarkılardaki kırmızı renk film boyunca hep baskındır. Kırmızı; aşkın, günahın, tutkunun ve ölümün rengidir.
Tumblr media
Filmde özellikle sosyal psikoloji temelli birçok kurama rastlanıyor. Sternberg’in Üçgen Aşk Kuramı’ndan, Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı’na, kıskançlık ve saldırganlık konularından Sosyal Değiş Tokuş Kuramı’na kadar birçok konunun işlendiğini açıkça görebilirsiniz. İzlerken önünüze bir sosyal psikoloji kitabı koyup “Aaa bundan da örnek varmış” diyebileceğiniz bir film.
Birey, sahip olduğu iki düşüncenin çatıştığı durumlarda bu çatışmanın yarattığı rahatsızlığı azaltmak için çeşitli yollara başvurur, buna da bilişsel çelişki denir. Yapmak zorunda olduğu seçimlerde Satin’in bilişsel çelişki yaşadığını izliyoruz. Çelişen bilişlerin önemini azaltma yolu olarak Christian’ın: “Hayatta en önemli olan şey sevmek ve karşılığında sevilmektir.” sözünü benimsemeyi ve buna göre yaşamayı seçer. Davranışlarını bu yeni bilişine göre şekillendirir. Bilişsel çelişkiyi azaltmak için seçtiğimiz seçeneğin olumlu yanlarını yüceltirken olumsuz yanlarını küçümseriz ki Satin’in yaptığı da tam olarak budur. Seçimler üzerine olan bu filmde görebileceğimiz konulardan biri de seçimlerimizden bahseden tepkisellik teorisidir.
Peki nedir bu tepkisellik teorisi?
Zaten yapmayı planladığınız bir şeyi sırf başka biri söyledi diye yapmamaya karar verdiğiniz oldu mu? Rahat rahat otururken aile bireylerinizden birinin “Hadi git ders çalış.” dediğinde çalışmaya dayalı bütün içsel motivasyonunuzun yıkıldığı, yine aile bireylerinizden biri çoraplarınızı giymenizi söylediğinde üşümenize rağmen giymek istemediğiniz zamanlar oldu mu? Peki bunun nedeni ne olabilir, inatçı veya dik başlı biri olmanız mı?
Tepkisellik teorisi, bu durumu bireyin kişiliğininin bir parçası ile açıklamaktan ziyade diyor ki: Birey, seçmekte özgür olduğunu düşündüğü bir davranış engellendiğinde veya ne yapması gerektiği söylendiğinde doğan tepkisellik nedeniyle tehdit edilen davranışı istediği gibi yapar. (Miron &Brehm, 2006).
Satin Dük’ü seçmesi için zorlanır, eğer Dük’ü seçmezse Dük, Moulin Rouge’u kapattıracaktır. Satin’in akıl hocası Zidler, onun Christianla yakınlaşmasını fark eder ve Satin’e “Gideceksin ve Christiandan ayrılacaksın, Dük seni bu hayatı yaşamaktan kurtaracak, senin bir yazar parçasıyla işin olamaz.” der. Satin’in bu sözler üzerine Christian’a daha da bağlandığını görüyoruz.
Yine bu teoriye göre, birey seçim özgürlüğü elde edemediği davranışın çekiciliğini azaltır ve başta reddettiği davranışın çekiciliğini arttırabilir. (Miron & Brehm, 2006).
Satin, Dük ile olması gerektiğini düşünüyordu ve bu konuda seçim özgürlüğü yoktu. Seçim özgürlüğüne sahip olmaması sebebiyle de aslında maddiyatın o kadar da önemli olmadığına, hayatta en önemli şeyin sevgi olduğuna kendini inandırmış olabilir. İki seçenek arasında kendi özgür iradesiyle hareket edebileceği tek seçenek Christian’dır.
Tumblr media
Bir kişi iki çekici alternatif arasında seçim yaptığında, daha çekici olanı seçmeyi düşündüğü için tepkisellik yaşayacak ve sonuç olarak diğer alternatifi daha çekici bulmaya başlayacaktır (Miron & Brehm, 2006).
Christian ve Satin’in fil odasında karşılaştıkları sahnede Satin, etkilendiği bu adamın Dük olmadığını öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşar çünkü Dük parası ve unvanıyla ona o güne kadar hayal ettiği yaşamı verecek kişidir ve böylece daha çekici gelen alternatiftir. Satin maddeye önem veren bir kadın olmasına rağmen ona bunları sunmayan Christian’ı seçmeye bu şekilde karar verir.
Birey özgür seçim yapamazsa hayal kırıklığı doğar, bu da saldırganlığa yol açar, saldırganlığın en önemli sebeplerinden birinin ise engellenme olduğunu biliyoruz.
Tumblr media
Satin ve Christian’ın özgür tercihleri Montmartre’den kaçıp gitmek olsa da Satin verem olduğunu öğrenir ve ölüm özgürce bir seçim yapabileceği bir konu değildir fakat Christian’ı ölümden kurtarmak Satin’in özgürce seçebileceği bir seçenektir. Bu yüzden Christian’dan ayrılır. Christian’ın beraber olmak için planlar yaptığı kadının Dük’ü seçmesiyle engellenme yaşaması buna bağlı olarak hayal kırıklığı ve saldırganlık tepkisi göstermesi; Dük’ün de aynı şekilde kandırıldığını ve planlarının engellendiğini fark etmesiyle karşı saftakileri öldürmeye varan planlar yapmaya başlaması seçim özgürlükleri elinden alınan iki adamın tepkiselliğini gösterir bizlere.
Tumblr media
Hayatı boyunca birileri tarafından seçimleri konusunda yönlendirilmiş bir kadın özgür bireysel seçimini yapabilmişken ve sonunda sevgilisine kavuşmuşken seçme özgürlüğü olmayan bir hastalığın elinde ölüp gider.
Yazardan ufak bir not: Kadınlık özellikle o dönemin ataerkilliğinde bir eğlence ve sömürü nesnesiyken Cristian’ın Satin’e olan sonsuz aşkı ve Satin’in aldığı kararlar kadının özgürleşmesinin sembolleri gibiydi.
Bu yazı Hacettepe Üniversitesi Sosyal Psikoloji ve Sinema dersinde hazırladığım bir analizden uyarlanmıştır.
Kaynak: Miron, A. M., & Brehm, J. W. (2006). Reactance Theory – 40 Years Later. Zeitschrift für Sozialpsychologie, 37(1), 9-18
4 notes · View notes
ruhumdasavas · 1 year
Text
Tumblr media
Farklı farklı kültürler, yaşam şartları, aile modelleri, ebeveynlik tarzları… Hepsinde bir ortaklık var: İçine doğduğu ortama göre şekil alacak olan bir bebek ve bu bebeğin fizyolojik ve psikolojik gereksinimleri. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’nin altıncı maddesine göre çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu gelişmesi için sevgi ve anlayışa gereksinimi vardır. Çocuk, bakım verenin/verenlerin bakım ve sorumluluğu altında ve her durumda yakınlık, maddi ve manevi güvenlik ortamında elden geldiğince yetiştirilir. Her çocuğun fizyolojik ve psikolojik gereksinimlerinin karşılanması hakkı vardır. Bu da öncelikli olarak çocuğun bakım verenine/verenlerine düşer. Bence gelişim psikolojisinin en temel konusu: John Bowlby'nin Bağlanma Teorisi (Attachment Theory)
Bowbly’ye göre çocuk, hayatında ilk defa bir diğer insanın varlığıyla karşılaşır ve bu kişi de bakım verenidir. Çocuğun sosyal ilişki olarak sayılabilecek bu ilk deneyimi, hayatı boyunca kurduğu tüm sosyal ilişkilerini, saldırganlık davranışını, hayatla olan uyumunu yani genel olarak tüm hayatını etkileyebilir. Dört farklı deneyim dört farklı bağlanma stiline sığdırılmıştır: Güvenli, kaygılı, kaçıngan, düzensiz.
Güvenli Bağlanma (Secure Attachment): Ebeveyn, çocuğunun ihtiyaçlarını ve isteklerini görür ve karşılar. Çocuğun güvenlik ihtiyacını karşılarken bağımsız olmasına da izin verir. Çocuk tek başına bir şeyler başardığında öz güveni artarken bir problem yaşarsa ebeveyninin yardıma geleceğini bilir. Çocuğun benlik algısı yüksektir, bir birey olarak var olduğunu bilir.
Güvenli bağlanan yetişkin birey değerli bir insan olduğunu bilir ve ilişkilerini bu doğrultuda kurar. Empati sahibidir, yakınlık kurmaktan korkmaz, sosyal desteğe ihtiyaç duyduğunda bunu dile getirir ve yapıcı hisler ve fikirlerle hayatını sürdürür. Kendiyle vakit geçirmeyi sever ama sevdiği insanlara da dengeli bir şekilde vakit ayırır. Duyguları yaşamaktan korkmaz. İlişkilerinde bir ayrılık söz konusu olduğunda üzülür fakat duygu düzenlemesini de yapabilir.
Kaygılı Bağlanma (Anxious Attachment): Çocuk, ihtiyaç duyduğu duygusal desteği alamaz. Ebeveyn bir vardır bir yoktur. Çocuk, tutarsız davranışlara maruz kaldıkça güvenle ve terk edilmekle ilgili korkular geliştirir. Saldırgan davranışlar sergileyebilir, endişeli görünebilir ve duygu patlamaları yaşayabilir.
Kaygılı bağlanan yetişkin birey sosyal ilişkilerinde güvenememek, duygusal yakınlıktan korkmak, terk edilmek, sınırlarının çiğnenmesi gibi çeşitli zorluklara karşı dirençsiz hissedebilir. Yakınlık kurma isteği vardır ancak ilişki kurduğu insanlardan uzaktayken endişelidir. Takıntılı olma, o kişiden bağımsız hareket etmekten korkmak gibi durumlarla karşılaşabilir. Kabul görmeye dair bir endişe duyar, insanları memnun etmeye çalışır ki insanlar gitmesin. İlişkileri hayatlarının odak noktasıdır; onlar için sevilmenin yeterince güzel, başarılı ve eğlenceli olmak gibi öncülleri vardır. İlişkilerinde bir ayrılık söz konusu olduğunda tetiklenme ve aynı korkuları tekrar yaşama riski yüksektir.
Kaçıngan Bağlanma (Avoidant Attachment): Çocuğun ihtiyaçları görülmez, görülse de ihtiyaçlarına karşı kayıtsız kalınmıştır. Çocuk karşılanmadığını görünce ihtiyaçlarını dile getirmekten vazgeçebilir. Kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılamaya çalışabilir.
Kaçıngan bağlanan yetişkin birey sosyal ilişkilerinde duygusal yakınlık kurmaktan kaçar. Bağımsız olmayı ve sadece kendine güvenmeyi tercih edebilir. Onlara göre yakınlık, kendine güvenmeyen insanların tercih ettiği bir durumdur. Diğerleriyle bir hayat paylaşımında bulunmayı reddederler. Sosyal ilişkilerde diğer insanlar onlara yaklaşmaya çalışınca orayı terk etmek isteyebilirler. Özellikle romantik ilişkilerde partnerlerinin ihtiyaçlarını, isteklerini ve hayatlarını görmezden gelebilirler. Her şey yolunda gidiyor olsa bile ilişkiden ayrılmak için sebep bulmaya çalışabilirler. İlişkilerinde bir ayrılık söz konusu olduğunda az sıkıntı yaşarlar çünkü ayrılık noktasına gelindiğinde mevcut problemleri çözme seçeneğini reddedebilirler, ilişkiden ayrılmak daha kolaydır.
Düzensiz Bağlanma (Disorganized Attachment): Çocuk, aynı davranışına farklı zamanlarda farklı tepkiler almıştır; öncesinde ebeveyni tarafından ödüllendirildiği bir davranışı tekrarladığında bu sefer cezalandırılabilir dolayısıyla bu tutarsızlık çocuğun davranışlarını olumsuz etkiler. Çocuk kendini tehlikede hissedebilir, güven duygusu zedelenir. Bu bağlanma stili aslında kaygılı ve kaçıngan bağlanma stillerinin birleşiminden oluşur.
Düzensiz bağlanan yetişkin birey hayal kırıklığına uğramaktan korktuğu için sosyal ilişkilerden kaçabilir. Kendilerini sabote edebilirler ve bu yetersizlik hissini kamçılar. Korku ve duyarsızlık aynı anda hissedilir. Özellikle romantik ilişkileri inişli çıkışlı ve dramatik olma eğilimindedir.
Bilim insanları bağlanmayı bu dört sınıflandırma yerine bir düzlem üzerinde incelemeyi tercih ediyorlar. Bağlanma stilimiz bağlanma düzlemindeki iki eksen arasında değerlendirilir: bağlanma kaygısı ve bağlanma kaçınması. Şu şekilde:
Tumblr media Tumblr media
Kendi bağlanma stilinizi öğrenmek istiyorsanız şu siteyi bir deneyebilirsiniz. Sonrasında kendi stilinize bağlı olarak çeşitli araştırmalara okuyabilir, sürecinizi iyileştirmek için çeşitli uygulamaları öğrenebilirsiniz. Harika kaynaklar var. Sevgiler!
Kaynaklar: Tık Tık Tık Tık
8 notes · View notes
caginmumineleri · 11 months
Text
Tumblr media
“Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?”
(Mâide Suresi - 50 . Ayet)
Câhiliye kelimesi, sözlükte bilgisizlik anlamına gelen cehl kökünden türetilmiş olup, “bilgiden yoksun olmak, bir konuda doğru olanın tersine inanmak, yapılması gerekenin tersini yapmak” demektir.
İslâmî dönemde ortaya çıkmış olan câhiliye kelimesi özel olarak, Araplar’ın İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat telakkilerini, genel olarak da kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir terimdir.
Kur’an’da dört yerde geçen câhiliye terimi İslâm’ın tevhid inancına aykırı olarak, dönemin hâkim dinî inancı olan şirk/putperestlik ile hâkim ahlâkî yapısı olan kibir, kendini beğenme övünme gibi ben merkezli, alt edilemez duygular ve öfke, zorbalık, saldırganlık gibi şiddet eğilimlerini ifade eder.
Bu âyette câhiliye terimi ile yalnızca İslâm’dan önceki tarihî zaman dilimi değil, o dönemin insanlar arasında farklı uygulamalar doğuran haksız ve zalim zihniyetine, kişisel ve toplumsal olguların sadece menfaat açısından değerlendirilmesine ve ahlâkî eksikliğe dikkat çekilmektedir.
Allah’tan daha üstün bir hâkim ve O’nun verdiği hükmünden daha güzel ve daha âdil bir hüküm yoktur. Bunu ancak hakka, adalete ve eşitliğe inanan toplumlar anlayabilirler. Kalplerinde hastalık olup ahlâken sapmış olanlar bunu anlayamazlar.
Bu tür sapmalar daima ortaya çıkabileceği için Hz. Peygamber, Câhiliye dönemine geçmişte kalan bir zaman dilimi olarak bakmamış, aksine bu dönemdeki anlayışın her fırsatta tekrar ortaya çıkabileceğini düşünerek uyarılarda bulunmuştur.
Bugün içinde yaşadığımız dönem de Rasulullah’ın mücadele ettiği cahiliye döneminden farklı değildir. Menfaatçilik, ahlakî düşüklük, genel manada toplumun her yönünde gördüğümüz ciddi çöküntü bizlere bir problem olduğu sinyalini veriyor.
Oysa problem de çözüm de basittir. Problem Allah’ın mülkünde Allah’ın hükümlerinin uygulanmamasıdır. Ele aldığımız ayette geçtiği gibi, kim Allah’tan daha güzel hüküm verebilir?! Öyleyse çözüm de, yeryüzünde Allah’ın hükümlerini uygulamak için çalışmaktır. Rabbimiz bizleri bu uğurda çaba sarf eden kullarından eylesin…
2 notes · View notes
ssali59 · 2 years
Text
İnsanları ne zaman tanırsınız ? Evet muhtemelen ilk akla gelen kötü gündür ama hiç öyle değil insanları en iyi tartıştığınızda anlarsınız öfkelendiğinde kalbinizi kırmak için yaptıklarında tanırsınız, kırıyoruz kırılıyoruz öfkeleniyoruz bazen derin bi sessizliği tercih ediyoruz ama hepsinde en yakınlarımızdan anlaşılabilmeyi umuyoruz . Kolaya kaçıyoruz hayatta saldırganlık ve öfke en kolayı kalp kırmak çok kolayken neden hayatımızı devam ettirmek için yıkıcı değil yapıcı olmayı denemiyoruz ve işte bunu bazen en sevdiğimiz insana hatırlatmak zorunda kalıyoruz
8 notes · View notes
polemik · 2 years
Note
Merhaba,Ümit Özdağ hakkında ve seçim vaadinin ağırlıklı olarak mülteciler üzerine olması,bu konu hakkındaki saldırgan tutumu hakkında ne düşünüyorsun?
(Bir sürü sıkıntımız var ama niçin sadece bunu kullanıp diğer sorunlarımızı görmezden geliyor -eğer konuşmalarında yer verdiyse benimle de paylaşın ben denk gelmemiş olabilirim sözlerimi geri alacağım- pekala diğer sorunlarla bir arada kullanılabilir.)
Beni asıl rahatsız eden saldırgan tutumu bütün siyasetçilerde olan saldırganlık beni rahatsız ediyor
Acaba insanların en çok şikayet ettiği konu mülteciler olduğu için mi (genel olarak) bu konu üzerinde duruyor bir nevi insanların zayıf noktasını kullanıp alacağı oyları arttırmaya çalışıyor olabilir mi?
Peki siyasi figürlerin birbirlerine resmen hakaret etmesi ve kavgaya çağırmasıyla ilgili düşüncelerin nelerdir?
Çok soru sordum cevapların için şimdiden teşekkür ederim.
Ümit Özdağ basit şekilde bugün yaşadığımız sorunların kaynağını gizliyor. Yoksulluk ve geçim sıkıntısı arttıkça daha fazla yükseltiyor saldırganlığın dozunu. Kendisi de bir göçmen olan, milliyetçi olduğunu iddia edip alman, amerikan üniversitelerinde master yapan tipik bir faşist.
bir sürü sıkıntımızın kaynağında bugünkü toplumsal düzen yatıyor ve ümit özdağ gibiler bu sorunun kaynağını üç beş yoksul göçmene çevirerek bu düzeni aklıyor.
Ve bütün burjuva siyasetçileri bunu yapıyor.
Patronların partisi yedekleniyor. Sürece öyle bakmak lazım. Ümit Özdağ ve beslemeleri ülkedeki göçmenler için örgüt kurmuyor, onlar benim, senin gibi işçi sınıfının olası ayaklanmasına karşı bir araya geliyor.
Ve birbirlerini kavgaya çağırma meselesi, komik. Sirk gösterisi gibi. Biz gösteriyi izlerken arkada asıl işi bitiriyor sermaye sınıfı. Bunu yapmak zorundalar. Goyanın dediği gibi, ressamdır, aklın uykusu canavarlar yaratır demiş, pek haklı, aklı uykuya yatırmaya uğraşıyorlar. Başka türlü beyinsiz canavarları nasıl seferber edecekler? Goyanın tablosu aşağıda:
Tumblr media
3 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
Tüm gözler Ukrayna'ya çevrilmişken, Yemen halkının tam yedi yıldır yaşadığı acıları görmek için kim daha uzağa bakmaya istekli?!
Yedi yıllık saldırganlık 46.262 kişinin ölümüne, şehit olmasına ve yaralanmasına neden oldu.
4 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Yalanın Kılınırken...
Tumblr media
Doğrunun yitirildiği yerde hayat yalanların kılınır. Masallar anlatılmaya devam olunurken gündelik yaşam pratiği zehirlenirken her gün her şey biraz daha eksiltilirken yalan tutulan dayanak kılınır. Doğru kalmamıştır. Topyekun yerine ikame olunanlar ile bariz bir yanlış silsilesi demirbaş kılınır. Düzenin onu var eden kesimlerin, aklın, norm ve normatif ve ol pratiklerinin bozuk plak gibi tekrarla dönüştürüldüğü yerde hakikat çürümenin kılınandır. Hakikat dönüştürüldükçe yalandan medet yükseltildikçe beklentiyle orantılı bir biçimde o mefhum bu sathı mahallin her gününde daha belirgin kılınır. Baş amir ve tek adam idaresi ve yönetiminin bodoslama sunduğu her şeyin bunca afaki yalanlarla kesişimi yeni ülkenin halini de istikametini de belirginleştirir. Her şey bariz bir fasit döngüde yıkılmaya alenen yüz tutar. Hemen her gün yapılan doğrudan müdahalelerle beraber gündelik yaşam pratiği bozguna uğratılır. Hayat felç olunurken cürümler yalan ve tahakkümle yön bulanlar yeni, yepyeni istikametleri günceller. Her güncelleme apayrı yaralara / kesiklere çıkarken. Her teşebbüs apayrı eksiltmeleri doğururken. Her yeni ülke söylemi benzersiz, dipsiz olagelen bir kuyuyu var ederken üstelik!
Yalanların düze çıktığı, ortaya çıkan kepazeliğin üstünü örtmek için daha benzersiz daha da içinden çıkılamayacak yalanların var edilebildiği / anıldığı / bildirildiği bir zeminin ta kendisidir o çukur / kuyu. Yaşam erdeminin yerle yeksan olunduğu yerde, muktedirin tüm o iktidar pratiğini muhafaza edebilmek için savunduğu / var ettiği şeylerin yekununda bu yaralar yalanların nasıl bir istemle yıkıcılığa kavuştuğunu da bildirir. Öyle ya da böyle ve veya şöyle değil doğrudan bir beş yıllık süreci daha kendilerinin kılabilmek için hemen her türden fecaatin altına imzasını atabilecek bir iradeyi görünür kılar bu yalanlar silsilesi. Internet, sosyal medya düzenlemesi nam yapılandırmanın hemen öncesinde gazetecilere yönelik saldırganlık, gözaltı furyasının Bakur Kürdistan’ında var ettiği cerahat bu hallere bir örnektir. 16 insanın tutsak edildiği bir zeminde, suç işleri kolluğunun, “gizli tanıklara” dayanarak ne olduğu belirsiz / muğlak kılarak bir kural tanımazlık örneği sergilediği saha, yer gerçekken hakikati kim görecektir? Örgütsel doküman diye, gazetecilerin kameraları ve lensleri, bilgisayarları, yıllar öncesinde katledilmiş başka gazetecilerin resimleri ve çok eskinin arşiv gazete ciltlerinin paylaşıldığı yerde olmakta olan cürmün farkına varabilmek nasıl söz konusu olacaktır. Ol interneti maniple etme, suskunlaştırma hedefinin yasalaşma yolunda ilerlenen güncellikte asıl derdin Kürd ve öteki halkların hakkaniyetsizce haklarına karşı saldırılardan bihaber kılınması olduğu hakikatini hangi yalan örtebilir ki sahi ama sahiden? Yalanlar her yeri kuşatırken hakikatten meseli kim / nasıl her ne şekil, biçimde açacaktır?
Ruken Tuncel’in Bianet’teki haberini aktaralım: “Cumartesi Anneleri/ İnsanları adalet arayışlarının 899. haftasında 29. yıl önce gözaltında alınıp işkence yapılarak öldürülen gazeteci Ferhat Tepe için adalet istedi
Haftanın açıklamasını gazeteci Reyhan Hacıoğlu, yaptı. Konuşmasına iki önce Diyarbakır’da tutuklanan 16 gazeteciyi hatırlatarak başlayan Hacıoğlu, “Devletin medyayı itibarsızlaştırma, gazetecileri hedef gösterme ve cezalandırma geleneği artarak devam ediyor. Daha iki gün önce yine gazetecilik suç sayıldı ve 16 gazeteci tutuklandı. Basın özgürlüğü, yalnızca gazeteciler için değil, aslında halkın haber alma hakkı içindir” dedi.
"Faili meçhul olarak gömüldü"
Hacıoğlu, daha sonra 19 yaşında Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabirliği yapan Ferhat Tepe’nin hikayesini paylaştı: “Ferhat, 28 Temmuz 1993 tarihinde Bitlis şehir merkezinde silahlı telsizli 3 kişi tarafından kaçırıldı. Ailenin ve gazetesinin ısrarlı başvuruları karşısında devletin ilgili tüm kurumları onun gözaltına alınmadığını söyledi.
"Arayışını sürdüren ailesi ve gazetesi Ferhat'ın ağır işkence görmüş bedenine 13 gün sonra 'meçhul kişi' olarak gömüldüğü Elazığ Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaştı.
"AİHM Türkiye mahkum etti"
"Ferhat Tepe’yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığında işkenceli sorguda gördüğünü açıklayan 14 tanık vardı ama iç hukukta yürütülen soruşturmadan hiçbir sonuç elde edilemedi.
"Bunun üzerine aile AHİM'e başvurdu. AİHM, Ferhat Tepe soruşturmasında 'şaşırtıcı eksiklikler' olduğu tespitini yaptı. AİHM, gerekli bilgi, belge ve tanıklara ulaşımı sağlamadığı ve etkin bir cezai soruşturma yapmadığı için Türkiye’yi mahkum etti.
"AYM hak ihlali kararı verdi"
"Ailenin son olarak başvurduğu Anayasa Mahkemesi ise 16 Haziran 2016 tarihli kararında Ferhat Tepe dosyasında savcılığın olayı aydınlatacak işlem yapmadığını, delillerin toplanması konusunda gerekli özenin göstermediğini, soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını kaydederek ‘etkili soruşturma yapılmadığı’ gerekçesiyle hak ihlali kararı verdi.
“Ancak AYM zamanaşımını gerekçe göstererek dosyanın yeniden açılmasını engelledi. Kısacası AİHM’in ifadesiyle, 'etkili bir soruşturma yürütme hususunda bilinçli olarak gösterilen yargısal direnç' bugüne kadar devam etti.
"Cezasızlığa son verin"
“Ferhat’ın kaybedilişinin 29. yılında bir kez daha hatırlatıyoruz: Kamusal alanı suçtan arındırmak cezasızlık politikalarına son vermekle mümkündür. Devlet aktörlerinin keyfî ve hukuka aykırı şiddetini mahkûm etmeyen yargı sistemi kayıp yakınlarının ve toplumun adalet beklentisini karşılayamaz.
“Kaç yıl geçerse geçsin Ferhat Tepe için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 200 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.”
Bütünüyle yolun / yordamın nasıl eksik gedik kılındığının meselesidir bir kere daha ulu orta sergilenen. Ferhat Tepe’nin doksanların karanlığında Kürd illerinde katledilmiş ve hiçbir zaman katilleri ele verilmemiş olagelen yıkıcı / yok edici süreçte canı çalınan bir temsil olduğunu Batı Türkiye’nin yüzde kaçı haberdardır. Yalanların yekunda sadece ve sadece daha fazla / daha ağır yıkımlara zemin / olanak olarak savunulduğu sunulduğu bir yerde bunca açık / afaki tanıklığa rağmen hesap verme mekanizması neden bunca zaman dilimine / geçen onca yıla rağmen var edilememiştir. Çürüten düzlemin katliamcılığının, hayata dair, hayattan olduğu gibi haberdar edenlerin binbir türlü badireye rağmen burada şu sathı mahalli anlatmaya / sorgulamaya çalıştığı yerde Ferhat Tepe’nin kurbanlığına dair en ufak bir hesap mekanizması işleyecek midir? Etle tırnak gibi olunduğu zikredilen Kürd’ün hakkını / yaşamsal olan hakkaniyeti, yüzleşme ve adalet çağrılarını görmek için daha hangi badireler, daha hangi zamanaşımı tehditlerine rehin davaların sorgulanmasına hacet vardır. Görünen köy de mi kılavuz istiyor! Anayasa Mahkemesi ve tanıklıklar afaki kılınan bir kırıma dair ses verirken, karara imza atarken yalanlarla örselenip görülmezliğe rehin edilmiş olan kaç yıkım böyle örtbas olunacaktır, sahi ama sahiden?
BirGün Gazetesine bağlanalım: “İktidarın yaklaşan seçimler öncesinde TBMM Başkanlığı’na sunduğu yeni sansür düzenlemesine “şerh düşen” muhalefet, Anayasa’ya aykırı düzenlemenin geri çekilmesi gerektiğini bildirdi. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iptal kararı vermesi ihtimaline dikkat çeken muhalefet, milletvekillerinin, basın örgütlerinin ve konunun birinci derece muhatabı hukukçuların itiraz ve önerilerinin dikkate alınması gerektiğini kaydetti. Muhalefet, kanun teklifinin yaklaşan seçimler öncesinde hazırlanmış olması gerektiğini de vurguladı.
Düzenleme Saray'ın Rolünü Arttıracak
Gazetecilerin soyut gerekçelerle en az üç yıl hapiste kalmasına yol açacak, sosyal medya ağlarının erişimlerini tamamen engelleme yetkisi verecek ve basın kartları konusunda Saray’ın rolünü artıracak düzenlemeye karşı muhalefet şerhi hazırlayan CHP, “Anayasa’ya aykırılık” vurgusu yaptı. TBMM Adalet Komisyonu’nun CHP’li üyelerince kaleme alınan şerhte, “Gazetecilere hapis cezası öngören düzenleme başta olmak üzere, kanun teklifi, ifade özgürlüğü sınırlarındaki alanlara müdahale içermektedir” denildi. Gazetecilerin sansür ve otosansür ile karşı karşıya kalacağını bildiren CHP Milletvekilleri, “Düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne baskı uygulanmasına meşruluk kazandırılacaktır ki bunun da her an toplumsal bir kaosu tetiklemesi kaçınılmazdır. Basın mensuplarında oto sansüre neden olacağı, bunun da kanaat oluşturulması yönünde ikame edilemez bir konuma sahip olan basının görevini yapamamasına yol açacağı nettir” ifadelerini kullandı.
Özgürlük Ortamı Yok Ediliyor
TBMM Adalet Komisyonu’nun HDP’li Milletvekilleri tarafından hazırlanan muhalefet şerhinde ise iktidarın var olan sınırlı özgürlükleri yok etmek için çaba gösterdiği ifade edildi. HDP Milletvekilleri, “Sansür ve susturma yasası” olarak tanımladıkları kanun teklifine karşı çıktı: “Konserler yasak, gösteriler yasak, toplumun yaşam tarzına müdahale var, bu hususlara itirazlara karşı bu kanun teklifi gündemde. HDP’yi kapatma, Kobani Kumpas Davasına karşı yükselen itirazları baskılamak için bu kanun gündemde. Cemaatlere ait vakıf ve derneklere aktarılan kaynakların sorgulanması ve bu konularda haber yapılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu yönüyle bir sansür ve susturma yasasıdır. AB ve İngiltere gibi ülkelerde sosyal medya platformlarına yaklaşım geleneksel medyaya yaklaşım gibi ele alınarak devlet ve bürokrasinin mümkün olduğu kadar dışında kaldığı yöntemler kullanılmaya çabalanmış, ifade özgürlüğünü kısıtlamayacak ama kişisel güvenliği sağlayacak tedbirler alınmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de ise AKP hükümetleri ve AKP-MHP hükümetinin medyaya yaklaşımı her dönem özgürlükleri kısıtlamak üzerine olmuştur. Geleneksel medyanın önce sahiplik yapısını kendi yandaş sermayesi lehine değiştirerek ve ardından el koymalar ve kapatmalarla basının özgürlük alanını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.”
Özgürlük, demokrasi, hürriyet konularında naralar atılırken, asıl varılmak istenen tek tip, tek ses, tek renk, tek doğrultuda yürüyen bir istikamet olduğu bir kere daha sökün eder. O düzenleme nam kanun koyucunun var edeceği yegane şeyin çok daha kalıcı bir biçimde bu sahnede sözün önünü kesmek adına olduğu yinelenir. İletişim işleri başkanlığı, bilişim teknolojileri kurumu, saray, kurmay partiler vesairenin itirazları ve bunca açıktan süreğen kılınan bodoslama propagandaya rağmen hakikatin bir yerlerden sızıyor olmasına itirazı, tahammülsüzlüğü bu yasa tasarısı ile var etmeye uğraşır muktedir. Alışılageldik olan tüm o yalanlarla, handiyse her günü apayrı yıkımlara rehin edilen bir ülkede her şeyin ama her bir şeyin yolunda gittiği sanrısı var edilir. İtirazlar ya algı operasyonudur ya dış mihraklar oyunu. Bunlar tutmazsa içimizdeki hainlerden girilip repertuvara ezan, bayrak, vatandan çıkarak oluşturulan tekillik, düşmez, inmez, bölünmezle ayrıştırılmaya def edilmeye bir hışım çalışılır. İşin özü ezcümle tahakküm tahayyül edilenin ötesine geçerken tek bir ama tek bir itiraz var edilmesin istenir. Batı’da ekonomik yıkım, düzenin var ettiği çürüme, ol Bakur Kürdistan’ında sınır ötesinde var edilen düşük yoğunluklu savaşların yansıları hiç bitmeyen bir ötekileştirme ve yeniden ekonomik bozgun faaliyetleri gibi nicesinin var ettiği yaralar konuşulmasın diye bir yasa çıka gelir. Bütünüyle gazeteciliği, basın emekçisi ya da sıradan yurttaşı namümkün kılabilmenin zemini yoklanır. İyi de hangi yalan, hangi tantana bunca çürümeyi saklayabilir ki sahiden?
Doğrunun zayi edildiği yerde yalanlar hayatı kuşatmıştır çoktan. Bütünüyle her anlamda, her yerde, her şekilde o cerahatin üstüne eklenmiş yepyeni cürümlerle yalanlara tutunarak bir yol / yön tayinine girişilir. Bir ülkenin dünü neydiyse, şimdi yeni, yeni, yepyeni denile geleninin de aynı, hep aynı olduğu kanıtlanır. Yasalar teferruat addedilirken, sorgulama hal ve istemi imkansız kılınmak isteniyor. Cerahat bir sicime dönüşürken buna da alışırsınız diye çıkageliyor bir devletli. Devletin yenisi, dününde var edilmiş katran karası hallerin hamisi / yolcusu / takipçisi olarak konu her ne olursa olsun doğrunun değil açıkça tersi / betin / eğrinin düzlemine meyil ediyor. Bütünüyle her anlamda doğru yerine ikame edilmiş yalanlarla kendini güncelliyor. Duraksanmadan icra edilen, sabitlenmeye hala ve hala devam olunan ön almalar, yönlendirmeler ve bitimsiz çürütme istemiyle birlikte bir menzildeki hayat mefhumu alt üst ediliyor. Bir sahnenin yıkımına devam deniliyor hemen her hamleyle birlikte. Bunca afaki olanın karşısında suskunluğa demirlemiş bir ülkenin / bir yurttaş profilinin hakikati iç kıyıcı değil midir?
Görsel: 2010 Sansür’e Sansür Yürüyüşünden... v/Bianet
1 note · View note
ravza-nd · 2 years
Text
RENKLER VE ANLAMLARI
Merhaba, bugün sizlere bazı renkler ve anlamlarını hakkında birkaç bilgi vereceğim. Keyifli okumalar..
SİYAH
Tumblr media
Siyah rengin anlamı güç, korku, gizem, otorite, zarafet, formalite, kötülük, saldırganlık, isyan ve sofistike ile ilişkilidir. Diğer renklerin derinliği ve renk tonunun değişmesi için yine siyah renk gereklidir. Siyah renk , rengin olmamasıdır.
BEYAZ
Tumblr media
Beyaz saflığın, yeni başlangıçların ve barışın rengidir. Bozulmamış, değerini kaybetmemiş ve kutsal sayılan kavramlar beyaz renkle temsil edilir. Işığı yansıtan ve ortama ferahlı kazandıran beyaz, parlak ve enerji vericidir.
SARI
Tumblr media
Sarı güneş ışığının ve altının rengidir; varlığı, yaşamı, zekayı, arzuları ve ruhsal gelişimi simgeler.Büyük yaratıcıların, idealistlerin ve bilim adamlarının genellikle favori rengi sarıdır.
YEŞİL
Tumblr media
Yeşil renk, insana güven ve huzur verir; ayrıca, yeşil umudu temsil eder. Yeniliği, gençleşmeyi ve canlanmayı temsil ederek insanların daha canlı hissetmesini sağlar. Aynı zamanda cömert olma, paylaşma ve uyumlu olma anlamları da vardır.
MAVİ
Tumblr media
Mavi renk, uyumu simgeler. Rahatlatıcı bir renktir. Aynı zamanda dürüstlük ve sadakati de temsil eder. Bu yüzden otorite kişiler ve önemli isimler sık sık giyimlerinde mavi rengi tercih eder.
KIRMIZI
Tumblr media
Kırmızı, sıcak, ateş, aşk, samimiyet, güç, heyecan ve agresifliği temsil etmektedir. Kan basıncını artırırken solunumu hızlandırabilir. İnsanları çabuk karar almaya teşvik edici bir özelliği mevcuttur. Kırmızı renk dikkat çekicidir.
MOR
Tumblr media
Asaletin rengidir. Lüks hayat, zenginlik ve zarafeti simgeler. Aynı zamanda romantizmin, duygusallığın ve tutkunun rengidir.
1 note · View note
doriangray1789 · 1 year
Text
KAVGAM - MEİN KAMPH BÖLÜM 1
Yirminci yüzyıl siyasal tarihi açısından önemli bir yere sahip Adolf Hitler'in "nasyonal sosyalizm" adını verdiği dünya görüşünün açıklamasını yaptığı ve amaçlarını bildirdiği bir kitap... Hitler'in siyasal ve ekonomik tezlerinin yer aldığı, kapitalizmin ve Marksizmin eleştirildiği bu kitap, aynı zamanda bir otobiyografi olması nedeniyle de çok önemlidir. Kapitalizme ve Marksizme karşı yeni bir politik sistemin önerisi sunulmaktadır; bu bakımdan Kavgam'da Hitler'in kendi politik kuramları yazılı haldedir. Hitler parlamenter demokrasinin eleştirisini yapmış, milliyetçiliğin karşıtı olan enternasyonalizmi dönemin sosyopolitik koşulları altında kötülemiş, İdealleri üzerine kurulu "Büyük Almanya" hedefini açıkça dile getirmiştir. "Ben dünyaya insanları güçlü yapmak için gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim.'' siz de bu incelemeyi okuduktan sonra yorumlarınızda "Senin gibi bir çocuk katili olmayı reddediyorum Hitler!" cümlesini söylemek isteyeceksiniz. Çünkü gerek bu sitede gerekse de aramızda elini kolunu sallayarak dolaşıp da ırkçılığın tanımını hala bilmeyenler olduğunu fark ettim. Ben size ırkçılığın sözlükteki tanımını söyleyeyim: "1. tanım: kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayma ve siyasal tutumunu buna dayandırma eğilimi." 2. tanım: insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti." Für Das Deutsche ReichHEIL HİTLER Nasıl başlanır bilmiyorum; ama bir yerden başlamak lazım anlatmaya . İnceleme yazısı mı olacak emin değilim; fakat belli bir kitlenin hoşuna gitmeyeceği kesin. Günümüzde 10 insandan 9' u Hitler'i sevmiyor. Sebebi ise yahudilere (insanlara değil) yaptığı zulm. Sanki bir tek yahudiler öldürüldü. Ya da yakılan kitaplar. Belki saldırganlık politikası hatta dünyayı süreklediği kaos(!) gibi sebepler. Neyseki Hitler bu kitabında kimseye bir gül bahçesi vaadetmiyor. O zamanın Alman halkı da bir gül bahçesi istemiyor olacak ki milyonlar, tereddütsüz bir şekilde Hitlerin izinden gidiyor ve zamanında Alman halkı Hitler'i, kendi duygularının tercümanı olarak gördüğüde aşikardır. Söylenilecek en güzel şeyde aslında Hitler'i yaratan yine bu milyonlar oldu. Bir alıntı-> "Ben bugün yalnız şu anlayışa göre hareket ediyorum: Kaybedilen topraklar yaygaracı parlamenterlerin keskin dilleri ile geri alınmaz, bu topraklar ancak keskin kılıçlarla, kanlı kavgalarla geri alınabilir." İnsanların yaptığı duygu politikası, büyük bir hızla kitleleri ele geçirmiş bulunmakta. Günümüzde Hitler hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir insan bile, bugün Schindler'in Listesi filmini izlediğinde "Katil Hitler", diye bağırabilir. Hepimiz biliriz o vurucu sahneyi. "Bu saat iki yahudi eder. Bununla iki yahudi daha kurtarabilirdim." ya da Hayat Güzeldir filminde Roberto Benigni'nin canlandırdığı Yahudi baba rolü ve çocuğuna gösterdiği ilgi, hepimizin ciğeri parçalanmıştır eminim; ama mesele bu mu değil!
Tumblr media
2 notes · View notes
lolonolo-com · 11 days
Text
Gelişimsel Psikopatoloji 2022-2023 Final Soruları
Gelişimsel Psikopatoloji 2022-2023 Final Soruları 1- Aşağıdakilerden hangisi dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) DSM-5’teki tanı kriterlerinden biri değildir? A) Günlük etkinliklerde unutkanlık B) Fazla ve yüksek sesle konuşma C) Sırasını bekleyememe D) Çabuk sinirlenme ve saldırganlık E) Kişisel eşyalarını sık kaybetme Cevap : D) Çabuk sinirlenme ve saldırganlık DSM-5, Dikkat…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes