Beni öptü, Yankı Sarca beni öptü; dünya titredi, ben titredim, hayatım titredi. Kalbim titredi, bütün güzellikler yaşadı ve bütün kötülükler öldü. Bütün acılar silindi, anılar gülümsedi; ikimizin de çocukluğu bizi izledi. İhanet sırtını döndü, ben gülümsedim. Ben gerçekten gülümsedim; ben gerçekten yaşadığımı hissettim.
Yaşamın 48 günün son deminde yine durgunluğu yaşıyorum.
48 yıl sonra hissediyorum sanki yaşadığımı, yaşıyor olduğumu ve hatta yaşlandığımı.
Meğer yaşlandığını hissetmek; yapmak istediklerinle yapabildiklerini bir terazide karşılaştırmakmis.
Hangi taraf agirsa zaman o tarafta anlam kazanıyormuş.
Hazır yaşlandığımı hissetmisken bu tiyatro oyununda sahne alabildiğim için tesekkür etmem gerektigini hatırladım.
Çünkü tesekkür etmeye değecek bir hayat yaşadım.
İşte bu yüzden hayatın kendisine teşekkür etmeliyim hissi saklıydı 45 yıl geçmiş bir hatırlayınca. Hayat sana sonsuz teşekkürler:
Bir şekilde kader kupasında, bir yerlerde ve birilerinin hayatında olmamı sağladığı için…
Fazla beklentim olmadığını bilen sen, beni kırmayıp beklediğimden fazlasını vermediğin ve aksine yaşamak istemedigim olaylari vermekte de cömert davrandığın için…
Benimle önce mutlu edip sonra üzme oyunları oynadığın için…
Birilerinin hayatını da işgal etmeme izin verdiğin ve böylelikle onların gözünde değerli olmamı sağladığın için…
Dogum günü fotograf karesine sığmayacak kadar çok arkadaşlarla birlikte dogum günü kutlama lüksünü sunduğun için…
Tüm bunlar ve bunlar gibi sunduğun tüm güzellikler için tesekkürler sana hayat ama en çokta; her doğum günümde hediye olarak bana, çocuklarımın dinleyebileceği anılar miras bırakmamı sağladığın için teşekkür ederim...
Mesela ben çok gülerdim. Çok konuşur, saatlerce aynı konudan bahsedebilirdim. Ama bir şeyler oldu sonra, gerçi bir şeyler hep oluyordu ama ben geç fark ettim işte, bazı konuları aşamadım, bazı şarkıları susturamadım, bazı cümleleri unutamadım ve kalbimi yaşanmışlıklardan arındıramadım.
Birileri uzun uzun bir şeyler anlatıp durdu ama cevap veremedim hiçbirine. Çok sevdim herkesi ama kimsenin sevdiği olamadım. Çok şey sayıkladım, kimse anlamaya çalışmadı. Sonra sustum,hep öyle olur ya zaten ✒️📖
rejisörler senden yana, mevsimler ve uçan halılar. son sahne sarhoşuyuz belki de hâlâ, o filmin sonunda ağlayacaktık galiba. gözümüze dünya kaçtı, beyazıtta, ne meydandı ama. elektrik kokuyor her yanımız, insan hakları mı diyorduk? beş heceli başka bir şey mi yoksa. anne bir on iki eylül yarasıdır, merkez sağ bahsini çokça söylemiştik. gözlerinden geçiyoruz. guantanamo'nun kapısı açık kalmış yine. emperyalizm de kahrolmadı. bir sigaran var mı? çünkü bir sigara serbestledikçe beş vakit piyasa, holosko artı bir miktar para. dünya değiştirilebilir biraz sıkı tutunca. mezar geceleri, dört kollular iyi bilecek olanlar asla. eksik pansumanlara razıdır ikna odalarında, son kez yüksek sesle batının ilmini mutlaka.
sigarayı yakınca otobüsün gelmesi, ontolojik bir sorun değildir ayrıca.
holosko artı bir miktar yara, statükoya armağan olacaktır varlığım, bakışları kapital, iyi halden marksist, kerbela görüce zülfikarı susan gönüllere deva. her şeyi devletten beklemek uzunca bir kış gibi, yakacak içimizi tevhid-i tedrisatın ateşi. söz, kıymetli bir mayındır, meclisten içeridedir. şubatlar çok sert geçer, senetler ve de aşklar merhem olunuyorsa ve salyangoza sürekli zam yapılıyorsa, mahallemiz işgal altındaysa, burada yabancıları sevmezler. evet evet tam olarak burada. ceo olmak istemiyorum diye uyanılan kabuslarda. hangi sosyolojik yaraya varılır bilmem, uçan halılarda yerimiz yok, anladık. ve babaannesi baş örtülü adamlar memleket meselesidir hala. tab edilmemiş yaslardan geçiyoruz kaç zamandır. adettir çünkü yazıldığı gibi ölünür burada. ışık şiirden yükselirse, yanık kokuları yusufiye'dir. doğudan gelenlerin hepsi bize hatıra. bir ölünün ardından bakakalmak gibiyiz. bazı ikindiler hep böyledir, sen bize aldırma, adımızı tahtaya yazıyorlar, pek konuşmuyoruz oysa. yine de çok yakışıyoruz tahtaya. bazı ikindiler hep böyledir yazıldığı gibi ölünür, sen bize bakma. gösterdiğin yolda hiç durmadan yürüyeceğime, holosko artı bir miktar para. yaralı serçeleri manşete taşımıyor dünya. dünya bunu hep yapıyor, çirkin kurbağalar öpmekten yorgunuz sanma. misafirliğin zekatı ayakta beklemek. dünyaya tabiyiz her gün. bekleme odaları kadar gergin, karateciler nedense hep yeşil kuşak. seksen sonrasıyız dedik ya en fazla nakarata eşlik ederiz, burada konuyu değiştirmek isterdim aslında. yağmurda bazen mecaz da ıslanır. iyi ki bir metin yüksel'iniz var lan diyenlerden geçtim. geçtim dünya üzerinden, lapa pilava da risotto diyorlar ısrarla. tamam lan siz haklısınız, şiir rönesanstan büyüktür.
şiir ve rönesans aynı cümlelerde hep biraz eksik.
son teklifimdir dünyaya, uslu çocuklar çarmıha.
holosko artı bir miktar yara. çirkin kurbağalar öpmekten yorgunuz sanma. romancılara bayılan baş örtülü kızların, hayır hayır, bu şarkı bizim değildir. bu kemancılar ve bu beşinci sınıf artistlik acılar. nükleer silahlarla şiir de yazılmaz. tek kişilik acılarla kaplıdır çünkü uçurtmalarımız. jilet bağlanmıştır telaşımıza henüz erkenden. çocukluk denmez ya buna, olsa olsa kundaklama. şimdi ölebiliriz aslında bir proleter gibi dikeriz gözlerimizi belki hayata. uhud'un okçularından rol çalıyor nasılsa dünya;
Ben kaybettim. Ne zamandı ya da nasıl oldu hatırlamıyorum bile. Bu kadar erken bırakmak benim hatamdı, bu kadar erken kaybedilmemeliydi. Bu kadar erken çekilmemeliydi perde, henüz son bir sahne daha vardı ve onun adı hayattı. O zaman neden seyirciler koltuklarından yavaş yavaş kalktı? Işıklar kapandı. Daha o zaman biliyordum. Bunun bir bedeli vardı. Herkes gittikten sonra üzerime çöken sessizliğin çıkardığı kesik çığlıkları hatırlıyordum. Duvarlara sürtünen tırnaklar benimkiler değildi ama diplerinde hissettiğim acı bana aitti, saçlara dolanıp çekilen parmaklar bana ait değildi ama kafamın her bir milimetresinde hissettiğim acı bana aitti; hayaletler benim değildi, hayaletler benimle değildi ama gölgeleri bana aitti. Giden insanlar belki hiç elimden tutmamıştı ama giderken yanlarında götürdükleri göğüs kafesi bana aitti.
Yaşamın 45 günün son deminde yine durgunluğu yaşıyorum.
45 yıl sonra hissediyorum sanki yaşadığımı, yaşıyor olduğumu ve hatta yaşlandığımı.
Meğer yaşlandığını hissetmek; yapmak istediklerinle yapabildiklerini bir terazide karşılaştırmakmis.
Hangi taraf agirsa zaman o tarafta anlam kazanıyormuş.
Hazır yaşlandığımı hissetmisken bu tiyatro oyununda sahne alabildiğim için tesekkür etmem gerektigini hatırladım.
Çünkü tesekkür etmeye değecek bir hayat yaşadım.
İşte bu yüzden hayatın kendisine teşekkür etmeliyim hissi saklıydı 45 yıl geçmiş bir hatırlayınca. Hayat sana sonsuz teşekkürler:
Bir şekilde kader kupasında, bir yerlerde ve birilerinin hayatında olmamı sağladığı için…
Fazla beklentim olmadığını bilen sen, beni kırmayıp beklediğimden fazlasını vermediğin ve aksine yaşamak istemedigim olaylari vermekte de cömert davrandığın için…
Benimle önce mutlu edip sonra üzme oyunları oynadığın için…
Birilerinin hayatını da işgal etmeme izin verdiğin ve böylelikle onların gözünde değerli olmamı sağladığın için…
Dogum günü fotograf karesine sığmayacak kadar çok arkadaşlarla birlikte dogum günü kutlama lüksünü sunduğun için…
Tüm bunlar ve bunlar gibi sunduğun tüm güzellikler için tesekkürler sana hayat ama en çokta; her doğum günümde hediye olarak bana, çocuklarımın dinleyebileceği anılar miras bırakmamı sağladığın için teşekkür ederim...