Kum taneleri düşüyor değil mi? İçindeki yaşam kavramını doldurmaya başlıyorsun. Belki de kendini avutuyorsun, o günlerde geçti diye. Oysa bazı anlar vardır unuttuğunu sandığın kayıplarla dolu. Eskimiş hatıralarınının olduğu tozlu raflara koyuyorsun yenilgilerini. Suskun bir kuşa dönüşüyorsun. Lâkin unuttuğun bir şey var. Senin hezimetle sakladığın kaybedişlerin,kum saatinde sıkışmış birer toz tanesinden farksız. Belki şuan nefes alıyorsun belki ufakta olsa bir gülümseme var yüzünde. Fakat şunu unutma sen sadece kulaklarını kapatıyorsun yalan olan gerçeklere. Sessizliğine boğuyorsun çığlıklarını. Kör oluyorsun boynuna bağlanan urgana. Fırtınalar kopuyor kalbinin en ücra köşelerinde. Ve en çokta ne oluyor biliyor musun? Senden aldıkları için yalvarıyorsun sanrılı gecelere.
Zaman, içinde bulunduğun hayal alemi. Zaman, senin renkleri olmayan gökkuşağın. Zaman, saklı kapılarının arkasında kalan feryatların.
Ve yine zaman senin fırtınalı bir günde kıyısında haykırdığın uçurumun...
Kalbim, hazan mektebinin öğrencisi artık. Üstelik kalp kırıklığı bursuyla hak etmiş bu mektebi. Güz yaprakları ölgün bir harcanışın pelesenk izmaritine düşmüş. Can, şimdi kaç yapraklı yonca acıyış gemisinde? Yola çıkılan kaç sessizlikten merdivenlerden düşer gibi düştüm, bir bilseniz.
İstanbul'un sessiz gecesinin nedamet ve feraset yolculuğuna yağıyor şimdi yağmur. Cam, mütemadiyen kırık bir keşkenin balçıkla sıvanmaz kalbime batış eyleminde; hazan mektebinin en soylu öğrencisiyim şimdi. Parmak kaldırıp söz istiyorum kaderden, daha ağzımı açmadan ben; orta yerinden kırılıyor ağlak kalbim. Tutup, geçmişin haksızlıklarına, oltayı saadet düzeneğine kurmaya çalışırken kalbim tekliyor. Bir daha mı? Tövbe!
Mekanı kalbim olmasın da, son saadette bir günah çiğner; sakızın tadı değer acıya, sakızın şekeri imdat çeker.
Kalbim, hazan mektebinin mezunu şimdi. Yaprakları teker teker döktüm kaldırıma, her bir yaprak bunca senelik sevmekti. Daha da sevemez, uslanır, kurur, edebi yok oluştan alır gönül. Uyku tutmaz, bir asker kurşununun hedefi diye söz ederler kalbimden; sivil bir yalanın tek sözüyle harcandığını bilmezler.
Bak! Son bir yaprak daha kalmış, hazan mektebinin gül yağmaz kalbinden, özrü imdat hançeri buyurur, kendini hançerler; bir daha hiçbir yaprak onu sevda sanmayacak diye kendine kıyar, hiçe bilenen yüce gönüllü bir ölmektir bu kalp. Son nefese, es; kepini unutmak diye atmışken, müdürün çığlığı yükselir. Cama vuran yağmur sanırlar, halbuki "sevememeye" ilk mezunu vermiştir mektep, müdür bile bunu yiten kalbin ölmek faslının son satırında anlar. Bak! Şimşeği vurdu kadere güzden bahara, korkma, bir daha acımaz.
Bitik bir mezundur kalp, sahurunu yaşamak; iftarını unutmak diye yapar...
Size ve tüm takipçilerinize bir sorum var ama önce Türkçeyi elinizden geldiği kadar iyi kullandığınız için teşekkür etmek istiyorum.
Sizce insan nedir?
Evet, basit bir soru gibi duruyor ama bence anlamı büyük. Cevabınızı bekliyor olacağım. İyi geceler dilerim.
-Anatolia'nın Vampir Beyefendisi
teşekkür ederim. öncelikle basit bir söyleyişle fikirlere sahip konuşma yeteneği olan, düşünen bir varlık. evreni bilip kavrayan nefes alan, merak eden, öğrenme ihtiyacında olan ve dahası. bir diğer bir açıklamayla anlatırsak her bir insanın duygularının düşüncelerinin çok değerli olup kendisine önem vermesi gereken. ruhun bölümleri arasındaki ahengi rengi, dengeyi yakalayabilen. bir yönden herşey elinde bir yönden de çaresiz. eli kolu bağlı kocaman bir evrende toz taneleri kadar. yaşadığı çevreye kişilere göre duygu değişimi yaşayabilen. kontrol altına alınabilen veya kontrol altına alabilen. öfkeyide sevgiyi de aynı derecede yaşayabilen veya hiç düşünmeden yaşayabilen. en ufak bir şeyden etkilenip hayatının dönüm noktası bile olabilecek bir duruma getirebilecek. bunun her açıdan her bir bireyden çok farklı görüşleri vardır. aklıma gelenleri yazdım. umarım hayatımızda iyi insanlar biriktirebiliriz, dünyadan göçüp gittiğimizde armağan olarak kalacak insanlar olmalı. teşekkürler sorunuz için, iyi geceler dilerim.
Son 3 sene de çok başka birine dönüştüm ve bu dönüşümden memnun da değilim.hayat beni istemediğim biri olmaya zorladı.sigaraya sardım.düşünmeye sardım.kendime sardım.ne diyor şarkı da yaşıyor gibi yapıp ölü de gezdim aralarında.işte hayatım aynen böyle geçti...
Birden çılgınca bir kahkaha fırlattım boşluğa doğru.
Şizofrenik füg….
Kendi kendime oluşturduğum dünyanın içinde kaybolmuş bir vaziyette, üstelik neyin gerçek neyin hayal olduğunu kestiremeyen, bir önceki adımımı dahi hatırlamadan herşeyi tekrar tekrar yapmaya mahkum edilmiş, üstelik tüm bunları tek bir soruyla kendi kendine yapmış biri olarak, kollarımı açıp yerde susuzluktan çatlamaya başlamış topraktan süzülen toz zerrelerini bir su gibi yudumlayarak kocaman bir kahkaha attım.
Yanımdan gelip geçenlerin yüzüme bile bakmadan yürümelerinin verdiği iğreti içerisinde, gülmeye devam ettim. Her birinin yüzüne değecek kadar başımı yaklaştırıp, yapmacık gülüşümü, o pis sırıtışımı gözlerine sokmak istedim. Her birinin yüzüne yaklaştıkça küçüldü, küçüldü, küçüldü gülüşlerim. En son bir duvarın kenarına geçip ne kadar sürdüğünü hatırlamadığım bir ağlama nöbetine girmiştim işte.
Damla damla düşen gözyaşları, yerdeki susuz, kurak bembeyaz toprakta öylece tortop olup kayboluyordu. Yağmur taneleri gibi o toprağın çatlaklarında kayboluyordu, anılarımın duvardaki çatlaklarda kayboluşu gibi.
Eskiye dair herşeyi bir bir saklamamdan mı? Aradığım kişiyi bir türlü bulamadığımdan mı? Bilmiyorum ama bildiğim tek şey kalan ahir ömrümde bu umudun beni ayakta tutacağı gerçeğini unutmamaya çalışmaktan başka birşey yapamamanın verdiği derin çaresizlik hissini korumaya çalışmalıydım. En azından bir amaç, bir soru, bir umut…
Adına her ne dersem diyeyim, içimi ve yaşamımı sorguladığım anda elimde kalan bir çakıltaşı tanesinden başka birşeyin olmadığıydı.
Duvarın dibinden doğrulurken, o ilk olarak durduğum bir tek gelinciğin başında hıçkıra hıçkıra ağladığım gün gelmişti aklıma. O ânı yaşarcasına derin bir iç çektim. Saçlarıma bulaşan o toz zerrelerini silkeleyip kendimi karanlık bir sokağa attım.
Bugün senin sesini duydum Romeo... Beni mi özledin, o yüzden mi çağ��rdın. Ben seni özledim Romeo, sensiz geçen her gün bir cehennem azabı benim için... Ahh Romeo hani masallar mutlu sonla bitiyordu. Bizim hikayemiz de neden ayrılık var...
Sen kışları severdin Romeo, minik kar tanelerini avucunda tutar idam edilen meleklerin göz yaşları derdin gözlerime bakarak.
"Sen benim meleğimsin Juliet bu kan lekeli kar taneleri senin göz yaşların olmasın." Hatırladın mı sevgilim... Senin meleğin bendim intiharı ben değil sen yaptın ama bunlar senin göz yaşların... Her biri içtiğin zehiri akıtıyor, her biri kanına karışmış laneti yağdırıyor.
Senden nefret ediyorum Romeo, beni almadan gittin. Sen yaşamak isterdin, ben ölmek... Ben senin için yaşıyorum sen benim için ölüyorsun... Beraber değil miydik biz kaderin kırmızı ipiyle, neden kopardın bir parçada bizi... Geriye sadece bize ait küller kaldı, artık yanmayan toz olan küller.
Seni seviyorum Romeo, her gün gelip benimle konuşuyorsun rüyalarımda. Özledim senin kokunu, sesini, gülüşünü, sarılışını, öpüşünü... Sen de özledin mi? Eskiden geceleri kaçtığımızda serin bir dağın eteğine uzanır sarılırdık. Sarılışını özledim.
Romeo yoruldum seni bekliyorum ama sen gelmiyorsun... Ama az kaldı biraz sabretmemiz lazım yakında oraya geleceğim. Bekle beni Romeo!