Tumgik
tanriningolgesi · 19 days
Note
İsminiz Tuğba mi?
Sümeyra
1 note · View note
tanriningolgesi · 4 months
Text
hayır. canım ne zaman isterse konuşamam. yanılıyorsun, canıma susayan sesler uykudayken, o dağınıklıktan çıkarttığım öznesi eksilerek tamamlanan bir cümleyle sana varabilirim. bir akşam salıncak ararken, bir çocuk parkında korkuluğa dönüşebilirim. kafamdaki sesler uyanmadan sana varamazsam yolda kaybolabilirim. beni bulmayacağını biliyorum.
ve
artık
sorun
etmiyorum.
şiirlerde okuyunca edebi gelen şeylerin günlük hayattaki beyhudeliğini yakından tanıyorum.
77 notes · View notes
tanriningolgesi · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
70 notes · View notes
tanriningolgesi · 9 months
Text
Denize kavuşan ırmak Şimdi gerisin geri dönüyor Kaynağına.
73 notes · View notes
tanriningolgesi · 9 months
Text
Sonun Sonsuzluğu
1 Acı, bir ırmak gibi Doluyor yüreğime Bardaktan boşanırcasına ağlamak istiyorum Beni arhk ne çiçekler, Ne çocuklar kurtarır; Ne de o her gün Yinelenen doğum. Fırtına ektim Rüzgar biçtim şu dünyada. Acı, tepeden tırnağa Acı çekiyorum. Ey, yüreğimden hep ölüme doğan İsa! Haydi, yeniden çarmıha geril Bu son ölümün olsun Ve bir daha doğma!
2 Öldürmeyeceğim kendimi Ama, keşke öldürseydi Diyeceksin bana. Öldürmeyeceğim kendimi Ama, bir ağıt yakmak Gelecek içinden; Aklımı yakıyorum çünkü ben Yaşanmış, yaşanacak Bütün günlerimi. İntihar diye bir şey Yok bu dünyada. Ölümle biten bir intihar yok. Asıl intihar Gün gün yaşamakta. Öldürmeyeceğim kendimi Ama, keşke öldürseydi Diyeceksin bana.
3 Yüreğime bir tanım Bulabilmek için Yollara vurdum kendimi, Dillere düştüm. Ben hangi yalnızlığın tarihi, Hangi umudun Tarih öncesiyim? Birbaşıma kalakalmışım uzak, Uzak ufukların sonsuzluğunda Kollarım ardına kadar Dünyaya açık. Ama yaşamımda ne bir esinti Ne de bir Yangın var artık.
4 Ey taşlar! Ey, Karşımda susan dünya! Ey, bütün ölümlerime Gebe kalan deniz! Yağmurun bile İzi kalır toprakta. Havada çiçeğin kokusu Yel vurdukça tüter. Değil mi ki Ufuk çizgilerinin bile Bir sının var Değil mi ki Artık ne topraklar, ne sular Beni sarıp sarmalayacak. Gitsem, kendime Gideceğim bundan böyle; Kalsam, bir uçurum Kendi derinliğiyle dolacak. Yaşamı da, ölümü de Tutmayacak yüzüm benim Yüzüm benim, yüzüm benim Dalacak bir yol gibi Kendi çizgilerine – Kim bilir nereye?
5 Bütün kapıların Dışına kovuldum. Taşlandım kahve masalarında. Şimdi ben, ıslak bir toprağın Tüten buğusuyum; Kendine bakan bir aynayım Ben bu dünyada. Bütün kapıların Dışına kovuldum. Yüreğim, kurtarılmış bir Bölgedir şimdi. Yaşamak eğer Gerçekten bir savaşsa, Kalkana ve mızrağa Çevirdim de dilimi Omuzlarımdaki Apoletlerden oldum.
6 Her denizin bir kıyısı, Her insanın Bir boyutu varmış. Ölüm araya girmeye görsün Bütün hücrelerini Bir kapıya döndürüp beklesen de Açan olmazmış Gel ey Yalnızlığım benim! Açıp da solmayan gülüm! Doldurdum bir vazoyu seninle Suyunu yeniledim, Kokunu öptüm.
7 Beynimle yüreğimin Arasında ırmaklar akar Her sabah Boğulurcasına uyanmam bundandır. Azraili yoldaş bilip, Yeniden doğanım ben. Her susayışım çöl, Her boğuntum Çağlayanlar boyuncadır. Çırpınsam da çıkamam Kendi eksenimden.
8 Çiçeksiz bir dal gibiyim Susuz ırmak yatağı … Varlığım soyutlandı Bütün anlamlarından. Gün gelir çekip giderim Avuçlarıma alıp da aklımı Çığlık çığlığa Bu sokaklardan.
9 Yüreğimi dünyaya karşı Bir kalkan bilirken Son burcu da çökertildi İçimde bir kalenin. Aklımın ovalarını yeniden Ölçüp biçmem gerekiyor şimdi Kimsesiz ve dingin. Bu sorular tufanında Tutunacak dalım değil, Bir tek yaprağım bile kalmadı sanki. Ne bir kıpırh var havada Ne de sularda Yeniden doğuşların cenini.
10 Dünya kendine döner Ben kendime dönerim. Aklın dizginlerini çözdüm, Yüreğin köprülerini athm Savaşlara girdim Yenik, umarsız Bana bir yara kaldı Bir de yaşama isteği Belli belirsiz.
11 Bir şiire başlamadan önce Noktayı koymayı öğrendim; Yeni başlamış bir şeyi Yitirilmiş görmeyi… Tufanlar da istemiyorum artık Bir dünya kuruyorum kendime Devinimsiz, duruk. Aklımı da kovuyorum cennetlerimden Yüreğimi de şimdi. Günışığıdır beni kör eden Yağmurlardır yaralayan Ve eve döner gibi yapıp, Kendime döndüğüm her akşam Anladım, yüreğimde doldurulmamış Uçurumlar olduğunu. Karşılıksız sorular göveriyordu Aklımın geniş ovalarında. İşte, bir zamanlar Denize kavuşan ırmak Şimdi gerisin geri dönüyor Kaynağına.
12 Yalazlanıyor deniz Önce usul usul Sonra gürül gürül… Uçurumlar açılıyor derin, Dağlar yükseliyor yüce. Oturmuşum bir kayanın üstüne Akdeniz’e bakıyorum Kendime bakar gibi Mavi bir aynadaki gençliğime … Ne söyledim, ne yazdımsa bu dünyada Ne yitirdim, ne buldumsa Bir derin iç çekişin Bağrında eridi. Bütün nesneler tek bir ses olarak Bağırıyor bana:
Bitti arbk, Artık her şey bitti!
13 Ardımda kalan bütün köprüleri bir bir yakhm Geri dönemem artık Namludan çıktı kurşun. Ne çok yürüdüm şu dünyada Ne kadar az yol aldım Acının alfabesindeyim daha. Geri dönemem artık Bir çizgi gibi uzar giderim Anlamsız, kimsesiz Ve soluk.
14 Aamı Anlamıyor musun yüzümden? Yüreğimi yansıtan Bir aynaya döndü. Aklımdan Azat oldu da dilim Yaşamın arkasından konuşarak Özgürlüğünü kanıtlıyor şimdi. Acımı Anlamıyor musun yüzümden? Bir kez olsun duy beni Sözcükler Araya girmeden!
15 Bir gün gelir de Ölüme yenilirsem eğer -Yenileceğim demiyorum Yenilirsem eğer – Deyin ki, erlerindendi Eşit olmayan bir savaşın Kılıcı sözcüklerdi, Kalkanı sevgiler…
16 Dağlar sesimi tutar Dağılıp, parçalar ovalar Acılar niye benim Üstüme kanat gerer? Ne dünya kadar yaşım Ne göklerden akranım var Hüküm niye hep ölümüm? Urganlar da kendini boğar Göreceksiniz bir gün Bütün uçurumları böler Köprüleri sevginin.
17 Kendi rengini yadsıyan Bir bayrak gibi Dürüp, katlıyorum yüreğimi. Ne kaldı konuşacak, Ne vardı ki? Yücelerde seyrettim Uzun bir zaman; Gönderlere çekildim Ve anladım ki , Doruktur asıl uçurum Odur insanı boğan.
18 Ben mi yanıldım, Yoksa dünya mı bilmem? Bir yerlerde tökezledim Ama düştüm diyemem. Yağmur boğulmaktan söz eder şimdi bana Güneş çekip gitmekten. Beni kurtarmak için Pamuk iplikleri uzanır Uçurumlanma … Sevgili dünya, Ne petekle balım kaldı, Ne derilecek çiçeğim Salıver arlık beni Kopar dizginlerimden!
19 Gün akşama kavuşur Dünyadan el ayak çekilir Bütün görüntülerimi yitiririm birden. Aynalara baka baka Unuturum yüzümü. Her şiirde biraz daha Koparım sözcüklerden. Gün akşama kavuşur Kapılar sürgülenir Evler mezar taşıdır arlık Sokaklar teneşir … Ey yankısız ses! Ey devinimsiz tufan!
20 Uzun dinginliklerden Sonra gelen fırtına Taş taş üstünde koymamaya yeminli Dönüp dolaşıp geldiğim Bu kör noktada Kırılıyor gülüşüm Bir bardak gibi. Ölüm kapıyı çalınca Söylenmedik bir sözüm kalmayacak Ve bu dünyada Tepeden tırnağa yürek olmasını bilenler Hep selden kaçarken Tufana kapılacak Batacak sulara yüzüm Batacak sulara yüzün Ağır bir taş gibi Gömülüp susacak…
21 Yağmurun ardından Kar geliyor; Onun ardından sel… Bir şeyleri tamamlamadan Ölmek bana Zor geliyor. Bu şiir nerde biter Gece güne ulanırken? Çiçek tohum olur döner, Su denize kavuşurken, Yaşamın sonunda mı, Başında mıyım bilmem? Beni kim düşünür bu irinler dünyasında? Herkes kendi yüreğini deşip, Derin kuyular açarken Sinmek, saklanmak için Karanlıklarına. Gülün ardından Diken geliyor; Sütün ardından irin… Bir şeyleri bitirmeden Ölmek bana
22 Sonun sonsuzluğundayım Ufkun çok ötesinde. Geçip giderim dünyanızdan Bir yıldız gibi akarım Yanarım kendimce. Ok çıkınca yaydan Artık beni aramayın Ne mezar taşı dikin Ne diriltin söylevlerle. Ok çıkınca yaydan Saplanacak bir yerler Bulurum elbet Gücümün yettiğince…
23 Bir kalenin Ele geçirilemeyen Son burcuyum ben; Yeryüzünden silinmiş ırkların Tek temsilcisi … Ne söyledimse yele söyledim, Sanki ne yazdımsa buza Taşlandım adımbaşı Taşlandıkça konuştum. Ben acının dallarıysam Yeryüzüydü gövdesi Ben bir ırmaksam Yaşam denizdi… Bekleyen görecek. Yanan sular, Boğulan topraklar bana tanık. Ben susarsam Taşlar konuşacak artık.
24 Yağmurlar yağacak uzun Yağmurlar ince Dünya, bir alıcı kuş gibi Üstüme çökünce Ne bir sözcük kalacak, Ne de bir çığlık. .. Yine de gülsün isterim Şu pencerelerde Sokağı seyreden çocuk; Gülsün artık!
25 Umut, o arslanın Ağzında değil, Midesindeyken şimdi Gülümseyerek seyrediyorum Tarihin sofralarında Onu çiğneyenleri. Varın taşlayın beni! Yaralarım övüncümdür Bu dünyadan olduğuma Yaşadığıma dair. Umutsuzluğun umudundayım Karanlığın ışığında Öyle derin, öyle yoğun Uçurumların doruğundayım. Varsın bir yanıt Bulmasın sorularım; Yalnızca soru sormaya Bile razıyım…
26 Kişisel alacakaranlığın Cephelerindeyim. Yaralarım bedenimi yırtarcasına fırlıyor. Geride kalan Yalnızca kan ve irin…
27 Sabaha yakın görülen düşlerde Bilinci körelten Bir karabasan yoğunluğu, Biraz da aa vardır. Güneşin alhnda kararan şeyden Korkun, derim ben Kül alhnda yanan kordan … Ve ışık, uzun bir karanlığın Ardından gelirse eğer Asıl anlamını bulur.
28 Güneşin öte yüzünü gördüm O sonsuz karanlığı … Doğadaki her şeyin İkinci adı yalnızlıktı, Ölümdü, suskunluktu. Bir çiçek ki, taşırmış İçinde hep solgunluğu, Suyun akışında bir Boğulma korkusu varmış Yanan topraktan Yükselen buğu… Güneşin öte yüzünü gördüm Ki, orada her şey Önce kendini yadsıyordu.
29 Belki kendini boğan Biri değilim Yağmur, ne biliyorsun? Belki bir beklediğim var yaşamdan. Bir bardak mıyım sanki Kendiyle dolup taşan? Belki bir sıcaklık Kaldı bir yerlerimde Güneş, ne biliyorsun? Belki gecelerimizden sızan bir ışık. .. Bir kum saati miyim? Boşalıp kaldım mı artık? Belki açacak Bir şeylerim vardır Çiçek, ne biliyorsun? Belki konuşacak birkaç söz kalmıştır Bir gün karşıma çıkacak olanla Geçmişe, geleceğe dair…
30 Akdeniz susuyor. Susuyor turuncu. Susuyor yeşil. Bir yaşam ki nasıl Ancak kendiyle tanımlanır; Bir insan ki nerede Artık her şeye razıdır Orada dursun dünya! Ölü deniz, Güneşli, puslu deniz Sularını rahim, taşlarını cenin Kıldığın çağlardan kalmış Bir gülümsemeydim bir zamanlar Belli belirsiz … Cebimde kelebek ölüleri, Ağzımda tütün kokusu Turuncu sokaklardan denize uçan Soluk bir gölgeydim Dalgın ve kimsesiz … Köşkerin kızının Memelerine dolan iyot kokusunda, Gülüşünde bir işçinin Bir payım vardı Hiç kuşkusuz… Akdeniz susuyor. Yaralı bir balık gibi; Çağın zıpkınlarıyla delik deşik. Akdeniz susuyor. Suları kirli şimdi, Mavisi soluk…
31 Beni doğuracak rahim, Beni sallayacak beşik yok! Dünyaya düştü yolum Bir görümlük Konuk geldim. Tek bir soru sordum Bin yanıt aldım; Ama hiçbirine bende yanıt yok! Uçurumlara itildim, Doruklara çekildim. Çaprazlama çiçekler astım da göğsüme Şaire çıktı adım. Dinsiz bir peygamberim şimdi Ateş olsam bir kendimi yakarım. Kendi karanlığından korkan Bir geceyim ben, Kendi sınırlarına düşman Bir ülke; Kuşablmış, yorgun … Ey dünyalıklar, ey tarihçiler! Oysa hepsi topu topu iki kelime: Yaşadım ve öldüm.
32 Bu şiir burda biter Yaşam benimle bitmiyor Umutsuz değil, umarsızım şu anda Ne çiçeklerde payım var, Ne şu suskun taşlarda… Acıdan kurtulmaya yeltendiğim zamanlar Acı olduğumu anladım Dünya bunu bilmiyor… Ben insanlığın çocukluğuyum Ve yaşlılığıyım sırasında. Bu şiir hurda biter Hiçbir dayanak bulmadan Doğanın avuntusu nedir? Gece günle tanımlanırken? Işığın kaynağında hep Bir karanlığın donduğu Bilmem nasıl kanıtlanır? Y ıllar yılı sorulara yaslanıp Yaşarken ölüme doğdum ben Hiç kimseyi öldüremem Kendimi bile artık. Bu şiir burda biter Nasılsa anlaşılmaz Çünkü bir sese, yankısından başka Kulak veren çıkmaz -Çoktan biliyorum bunu… Karanlıkta gülümsüyorum son kez Böyle anımsa beni…
66 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
BEŞ
içimde çocuk kapanı var   kocaman boşluklar var   tüm o boşlukların içinde ölü çocuklar var   ölmüş çocuklar var
içimde gövdesi kadar büyük yaralı bir çocuk var   gözlerinde ölüm sallanıyor   sen o’ymuşsun diyor   sen o’ymuşsun   sen oymuşsun gözlerimi
bilekleriyle sevişiyor her gece   bileklerini   her gece bileklerini emiyor   bileklerini sallayarak uyutuyor
-
rüya kapanı serisi devam ediyor.   beynim tek hücre çalışıyor.   vazgeçilemeyen bu paçavranın içinde   narında üç ilah barınıyor.   beni yaratan üç ilah da bileklerimde ölüyor.   rüyalarda   ölüleri diriltiyor   dirileri öldürüyorum.    rüya bitişi makası   üç kez   üç kez  üç ilah için   öpüyorum.
bir elinin parmak sayısı yaşınla   tırnaklarının arasındaki kanları temizliyorsun.   körsün.   soyun   üçüncü gözün görsün.   iki dünya arasında kalmış ölüm’sün.   sırtındaki bıçak kendin'sin.
beynimin çarkları arasında sıkıştığım bu zaman   cehennemin kaçıncı katı.   diyorsun.   kaçıncı kat olursa olsun atlamayacak mısın. İnşa ettiğin her şeyin üstünden atlayansın.    tanrıyla oyun mu oynuyorsun   kendini   halahalahala   geceleri yenen bir şey sanıyorsun.   yatağının altında aradığın canavarsın   kendinikendinikendini   yiyorsun.
çillerini yaratıyorsun.   cinlerini. cinler parmaklarını yiyor   kaç yaşındasın   parmakların eksiliyor.
yerdeki çizgilere basmış gibi. yannnnndım diyorsun yirmi ikinde de sönmüyorsun.
29 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
ÇIKMAZ
tütün poşetimin içine iki dilim elma koyduktan sonra küflenmesi gibi süslediğim her köşesi çürümüş evimin. makasın değdiği güzelliğimi ve atanımı ve atamı ve anamı büyük ama büsbüyük bir takı kutusuna koyuyorum. takı kutusu deprem çantamda, deprem çantam kapının ucunda. olası bir kıyamda kapı sonsuz bir kuyunun dibine açılır açılır açılır. büyüyünce büyük olanlar büyüyünce büyücü olanları anlamaz. kimse musluğun gırtlağını sıkarken, sızdırmaya devam eden gözünün yaşını duymaaaaaaaaaassssssz. ateşin sesini ateş susturmaz. kaldı ki büyük bir yalandır bu azrail sadece delilerle konuşmaz. fakat yalnızca dünyanın kucak açmadığını bilenler başının üstünden azraili kovmaz.
ırzına geçildi döşeğimin de, kamburum çıkardı her kabusumun bitişinde. o gecelerde hep aynı masalı anlatırdım kedime; yalanmış ya da doğruymuş, bu dünyada, bu ikisinin arasındaki duvar yok olmuş. ama yine de güneşin doğuşundan, baharın çiçeklerinden, vaadettikleri cenette söneceğimizden bahsetmişler. kırmızı ama kıpkırmızı bir ateşin içinde yanacağımızı söyleyenler bizi yakarak kendi aydınlığını yaratanlarmış.  dünyanın da bir kalbi varmış, seninki kadar yaraymış ve hep yanarmış. her saat başı bir deli doğururmuş. her saat başı bir kadın azraili kucaklar, ona ninni okurmuş. ölümü kucaklayan her kadın bir deli doğururmuş. dünyanın deli gözleri varmış. göz oyanlar, görmediklerini bilenlermiş. dünyanın da bir ekseni varmış. güneşin etrafında fırfır dönermiş. ekseni dışına çıkan bir gezegen savrulur, boşlukta boğulur-muş. ekseni dışına çıkan on gezegen kendi eksenini yaratırmış.
büyürken küçülenler, küçülürken büyüyenleri anlamaz. hayatı boyunca bir duvarın köşesini doldurmayanlar tanrıtanımaz. kaldı ki büyük bir yalandır bu tanrı kimseye susmaaaassz.
ve kendine söylenen yalan en büyük yalan tartışılmaz. reset tuşuna bas. batmaz. olur da kendine yakalanırsan kaz eşele etimi. ama varmaz bir yere bir delinin içindeki çıkmaz.
14 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
KOZA
kalbimi ülke sınırları dışına çıkartıyorum. dönmeyecek hiçbir çürük benimle. vaftiz edildiğim suya üfleyeceğim bin kere. bir dilek için; babamdan kalma gözümdeki ben bende kalsın.
çiller yaratmayı bırakalı, cinler terk edeli çok oldu. çok geçti. iyileşen hiçbir yanım bende kalmadı. al. bu lal de sende kalsın. bir daha atmasın bende. kelebek olmak değil insan olmak için ölüyorum bu kez, hiçbir yağmur kanatlarımı eritemez.
ağlama. içimdeki yaşını ememez. öldü zihnimdeki sürü. yanaklarına yağan artık beni büyütemez.
* * *                                              
ağzındaki dikeni yut. metalimsi tadı unut. ve sakın sorma bir daha. neden. neden bilmiyorum. neden bilmiyorum. neden solmuş jilet rengi kalbim.
12 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
RÜYA KAPANI
“Her şeyin bir kokusu var” demişti bir büyücü. “Keyifsiz sabahların, okul çıkışlarının, yalanların, sarılmanın, aşkın, korkunun.. korkunun bile bir kokusu var.” Tekrar o geceye dönmüş olsam, koklasam, eminim badem kadar lezzetli ve keskin olurdu.
Dördüncü uykumun dokuzuncu rüyası. Koridor on iki adım. Sekizinci adımda sola dönüyorum. Mutfak olduğu yerde, kıpırdamamış bile. Bir önceki rüyadan hiç hasar almamış, avizeye kimse kendini asmamış. Birinci çekmece. Ne sert rüya. Pencereden dışarısı ne koyu. Dışarıdaki pislik çekirdeğimden boşalıyor.  Tiz bir çığlık gözlerimi açıyor.  Bu kalp benim mi. Bunca yıl annemin sandım. Beynimin kıta sınırları yıkılıyor. İçimdeki dışarıya sesleniyor:  “dışımızdayız hepimiz. halaaaaa.“ Ağzını açıyor. Ağzında ben. Diriliğim-le tabutun içi dopdolu. Saçım örülü. Taşım yarinde değil. Elimle kalbimi yokluyorum, elim elim değil. Evde elimi arıyorum. Ev evim değil. Koridorun sonundan kendimi izliyorum. Gözlerimi açıyorum. Açtığım yer gerçek değil. Koridorun sonundaki ben değil. Üstüne toprak attığım çığlık boğazımı sıkıyor. Biri sessizce kulağıma fısıldıyor: “uyuduğun yerden geziyorsun evi fakat rüyalarda geçmiyor elindeki izin”.
kabul diyorum. kabulleniyorum. nasıl ki; dirilerin ölüleri var, ölülerin de dirileri!
kanımla çizdiğim tek yönün dışına atıyorum kendimi. değemez leşime dişlerin. dışarıdan içeriye doğru, yırtılan gırtlağıma sarılarak. doğurur gibi içimdeki sancıyı. ben diyorum, ben attım son tekmeyi kıçıma. siktirsin gitsin şuurum da. akılsızlığı’m-la ve yara bedenimle buradayım, kaçmıyorum. ama yakalayamaz beni dünyanın yer çekimi bile. -ayaklarımı kestim-
18 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
ÜÇ ARTI DÖRT BÖLÜ İKİ
Bay Ç., Kabuk Gecelerinde bizi hep aynı sözlerle karşılardı.  
“Yakılan büyücülerin külleri yeryüzünden silinmez, hiçbir büyücü ölmez. Çöller atamızdır ve insanlar çölleri sevmez. İnsan yanmaya gelmez. Çiğdir ve yenmez.”
Kazanlarda pişirilen kabuklar eşliğinde, herkes kendi duasını ederdi sessizce. Büyüler dualarla büyür, gönderilirdi gözümüzün kısa kaldığı bir yere.
İdrakın ışığı vardır. Aydınlattığı yeri kavurur. Kavurdukça atılır kabuklar. Kabuklar atıldıkça ayaklarımız basardı yere en sağlam. Dünyanın da bir kalbi vardı. Göçtükçe yakınlaşırdık içimize. Kimsenin anlamadığı yerin dibine.
“Magma, rahminde kavurup doğurmadığına hakikati vermez.”
İnsanlar taşıdığı iki gözle dört boyutlu görmez. Bu yüzdendir ki, bir kabuğun atomik boyutundaki değerini bilmez. Şerrin arkasındaki hayrı ellemez. Acıtandan korkar, kabul etmez. İnsan iki uçlu bir bıçaktır. Kesilen etini bileyerek soğutur. Düğümü koparır. Bu yüzden hep savrulur. Dengesini dengesizliğiyle kurar. Kurduğu dengesizliğiyle hep bir yana yatar,  yatılan diğer yana hep yanar. Diğer yana yatan da, bir yana yatana hep kanar. Denge kuramayan, dengeyi kurmak adına kendinden daha dengesizi arar. Oysa bir yaraya failini bulmak iyi gelmez. Hiçbir yarayı bıçak iyileştirmez.
“Sevgili Kan, büyücü olmayı ben seçmedim. Kazanımda pişen yara kabuklarının sahiplerini ben kesmedim. Sadece içtim. Kaçılan ve kabul görmeyen yaraları midemde sindirdim. Ataların tarafından kaçılan ve kabul görmeyen birine dönüştüm. Beni kabul etmedin. Bana aşık olmanın günahını kör köşelerde sakladın. Ben bu oynadığın saklambaçta kalın, kanlı bir yara kabuğu gibi koparıldım. Hiç içmedin. Soydun. Soydun. Soydun. Bu benim bilmediğim bir efsun.
Bu dengesizliğe bir ad koymuyorum. Bıçağımı aramıyorum. İnan seni hiç suçlamıyorum. İnsan olduğunu biliyor fakat hep unutuyorum. İnsan insandır sevgilim, üç gözlü büyücüleri sevmez. Hakikati bulduğunu sandığından, kendini aramaz. Kendini arayanı bağışlamaz.  Büyücüler büyücüdür sevgilim. İdrakın dışında kalanı, idrakın içine sokmaya uğraşmaz. Nafileyi sevmez.
Dünya üçle dördü üç buçukta eşitlemez. Üçlerle dörtler dilinle dilimi çekemez. Bu aşk eşitlenemez.  
İnsansın sevgilim unutursun, kader defterime kazıyacağım. Ben unutmayacağım. Üçüncü gözümü açık tutacağım. Tüm bu olanların ortasında kalakaldığımızı affetmek için tırnaklarımı kızıla boyayacağım.
Seni büyüleyeceğim;
“Unutulan gözlerim hatırına, unutan gözler tenimi ısırsın bir yerden. Hep yeniden.”
Kum eden bu günâhı taşıyacağım. Hatırlanacağım, yeniden.
Dengenin, dengesizliklerle dengelendiğini göz ardı eden dünya kabul etmesin. Yüz beş yaşıma geldiğimde mezarındaki kelebekleri öpeceğim. Kanatlarını saklayacağım. Zamanı geldiğinde sevgilim, kumlarımla mezarını örteceğim. Ve senden kelebek kanatlı çiçekler peydahlayacağım.  
Etini yiyen böceklere tek tek anlatacağım. Gözlerinin inmeyen panjurlarını.  Yıldızların ellerine bahşettiği nehirleri. Nehirden sağ çıkamayanları. Sağ çıkanın da soldan kaybettiklerini bir bir anlatacağım. Sağ çıkanın yılları on on atladığını. Yılların zamana dahil olmadığını.
Sevgilim, kusursuzluğun kusurunu göğsümde taşıyacağım.
Ne kadar tanrı varsa yalvaracağım. İsa’nın babasının ayaklarına kapacağım. Minareleri büyüleyip, duyulmaz dualarla inleteceğim inleteni.
“Xwedê, me ji van hemûyan xilas bike”
İki mum yakacağım. Yeryüzünde eşitlenmeyenler eşitlensin. Eşitlenemeden kopanların göbek bağı gömülsün diye, yıldızdan bir kubbenin eşiğine. Sonu bulur başlangıç, sindirilen yara nihayet yerinde acır. İnsan sevgilim, öğrenecek ciğerin de bir çiçek olduğunu. Ve solduğunu.
Tükürülen her şeyin yalanmak için olduğunu.
Doğrulan her kurşunu doğrultanın yarası olduğunu.
Gerçeklerin naylonla kaplı olduğunu ve yırtılan hakikâtin kirini bulduğunu.
Reddedilen mertebelerin de mertebelerden biri olduğunu.
Zaman genişleyerek keskinleşir. Zaman sevgilim, zaman sana değemez. Adımı tüketen ve tüketilen zaman koyan annem, rahminden çıkarttığı büyünün, büyücüye dönüştüğünü bilemezdi. Değil mi?
Zaman genişleyerek keskinleşir. Zaman sevgilim, zaman sana değemez. Adını kan koyan annen, rahminden çıkarttığı kızılın tırnaklarına bürüneceğini bilemezdi. Değil mi?"
-
“Xwedê min, me wekhev bike”    “Tanrım bizi eşitle”
11 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
ARTI ON İKİ KEZ
Ben, günah sayan meleklerin gözünü yumduğu günahların birinde düştüm annemin rahmine. Diriliğimi orada sakladım, tam yirmi üç yıl boyunca. Günah sayan meleklerin gözünü yumduğu günahlar gördüm, doğdum. Doğumumdan yaklaşık birkaç yıl sonra boğuldum. Babalar put sanırdım. Baba kalbi görmemiştim. Gördüğüm gece kendi kalbimi gömdüm. Babamı ben döktüm. Babam ciğerimin tuzunu affetsin.
-
kadıköy balık pazarında, bir balığa sarılıp ağlayan bir kadın yetiştirdi babam. geldiğiniz, güldüğünüz, ağladığınız, beslediğiniz, yediğiniz, kustuğunuz, tükürdüğünüz bir kadın ismiyim, varlığını artı.on.iki.kez. reddetmiş.
çığlığımı naftalinleyip kaldırıyor annem. kendimden çıkacak gibiyim. tekrarlıyorum. kendimden çıkacak gibiyim. tekrar! ken dim den çı ka cak gi bi yim sessizce. oturduğum iskemle kırılacak, ayakları iki yana açılacak, babam hiç dokunmayacak. kırılan şeyler babamın ilgi alanında değil. düzeltiyorum. bu evde, kırılan şeyler babamın ilgi alanında değil. bu evde olanlar hiçbir zaman babamın ilgi alanında olmadı.
mutfakta kırılan bardaklar, akvaryumunda pişen balıklar, karnı yarılan yastıklar. yemekler. annemin yemekleri zehir olana kadar karabiber atılan, içine parmak doğranan, yanığın suyuyla kavrulan, gözünün yaşıyla haşlanan sebzeler. kanına kadar kuruyan etler. kanı pişen şeyler babamın en sevdiği. bir de üzümlü, üzümlü en üzümlü keklerim. içine en çok üzüm eklerim. böylelikle sevgimin ekşi tadını babamdan gizlerim.
-şimdiden gizlenerek, yeni bir gelecek-
anneme, ladese tutuştuk arkadaşlarımla derim, lades kemiğinin benden çıktığını da gizlerim. anılarımı değiştiririm. annem tam bir mimar. gelinliğini bile atar ama anılarımı saklar. unuttuğumda, hepsini çıkartıp yeniden kurar.
pembe okul çantamın içinde hiç de pembe olmayan taşlar. düğümüyle suçlanan urganlar. birinin intihar ipi gibi öylece, öyle boş boş booooooooomboş hiçbir şeyden habersiz. tercihsiz. günahın bir parçası gibi görülen boş bir odanın sesi gibi duruyorum. 110 112 155 110 112 155 içimin siren seslerini sadece ben, sadece ben duyuyorum.
babamın denizi iştahla, minicikliğimi ayırt etmeden dişlerini geçiriyor. çiğniyor. çiğniyor. çiğniyor. ağzında döndürüp duruyor. nefes almama hiç izin vermiyor.
beni ben pişirmedim ama yenmesem çürüyecektim. sindiremeyenler bir gün sindirilirler. sindirilemeyenler tükürülür.
midyelerin üzerinde ilk öpücüğüm. ıpıslağım. bir o kadar da kupkuru. dışarıda unutulmuş bir ekmek kadar ufalanıyorum. serçeleri doyuruyorum. karga geliyor kolumu koparıp kaçıyor. korkmuyorum. kendimi, kendime bile ait hissetmiyorum. kolumu sevmiyorum.
kalan son nefesimi bin üç yüz üç adımda yavaş yavaş yavaş yavaş yavaş yavaş odama taşıyorum.
hiçbir yapboz başka bir yapbozun parçalarıyla tamamlanmazmış. almak eksiltenmiş, vermek eksilten. yaşamak, yendiğin kadar yaşamakmış.
kapıdan annem giriyor. kapıdan babam. kapıdan herkes. kapıyı kimse görmüyor. kapı biliyor; kapıdan girenler beni tekrar tekrar tekrar yiyor.  kapı konuşuyor: tadın vişneye benziyor.
-
Tanrım, kalbimi bir meyve gibi yetiştirip ağaçların dallarına as. Çünkü biliyorum, insan içine gömüldükten sonra annesinin karnına geri dönse bile, ölü doğardı.
11 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
EFSUN
Günahın bedeli en ağır günaha ödetilir. Günah var olmanın cezasını cehennemde yanarak değil, cehennem olup kendini yakarak öder.
Karayırtık Mahallesi’nin en Erdemli Sitesi’ndeyiz. Evde toplamda kırk altı duvar, bir zemin, sekiz dişi var. Bir insan, iki kedi, sekiz deli. Üçünü göz, beşini Efsun görür. Kediler bile Efsun’un faça atılmış zihninin yarığından, başka bir diyardan gelen varlıkları göremez. Yalnızca duyarlar. Kedilerin kulaklarına aynadaki yansımanın sesi bile dolar.
Zemin bilir, bu evde çok ayak bezdi. Her biri anlatmak isterdi zeminin bir ağzı olduğunu, dişlerini geçirdiğini. Ama hiçbir insan, ağzının dışında başka bir parçasının konuşabildiğine inanmazdı.  Bu eve giren zavallılar akıl suyunun içildiğini bile hissetmezdi. Çünkü gözle görülür hiçbir şey yoktu.  Oysa Efsun görülmeyeni görür, kediler duyulmayanı duyar, cinler girilmez yerlere girerdi. Bu ev, insanın kendi içinde hesaplaşamadığı her şeyi bilirdi.
Efsun geceleri, taze gömülmüşlerin mezarlarını kazıp duyularını emer; görülmeyeni görmek için gömülenin gözlerini yerdi. Bembeyaz, kırmızı geçişli, renkli boncuklar. Sararmış, benli, çatlak damarlı, görmekten kör olmuş gözler. Tüyü bitmiş diller. Kulaktan gireni yutmak için ısırılmış. Yutulamamış olanı çatlaklarının arasında saklamış bir yığın dil. Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, her dilde dönmüş ama hiçbir dilde  “bizler ve sizler” demeyi bırakmayanlar, şimdi hepsi dilsizler.
Ağzından çıkanı duymayanlar mezara girmeden yense. Yaşarken, o an konuşurken yenmiş olsa. Kedilerin şapırdatma sesini bir haklılık bastırırdı. Herkes haklıydı. Ağzı haklıydı, kulakları haklıydı, burnu haklıydı. Haklı kulakların sonu bir kedi bağırsağından geçer. Duymayan kulak işlevine geri döner. Ve yaşayanlar artık en az ölüler kadar işlevsizler. Onlar da bir gün gömülecekler. Kediler, hepsinin kulaklarını kulaklarına ekleyecekler.
Kendi pimini çekenler, bacaklarını bir sağ bir sol hareket ettirip ölüme kuryelik yapanlar, uzuvlarını bir bir kaybederler. Cinler kendine gelmeyenlerin uzuvlarını tek tek yer! Böylelikle zihinlerde dolaşıp putları kül ederler!
Efsun imanlıdır. Kireç tutmuş günahların porçözle çözülür olduğuna inanır. Yalandan çatlamış dilleri, duyan sağır kulakları, derisi günahtan tutulmuşları porçöze batırırdı. Günah kimyasal reaksiyonla insandan ayrılır, günahlarla duvarları kireçler, bitkilerini insan etiyle gübrelerdi. Porçöz bu evdeki her şeye sindi, onlarla yaşamayı öğrendi. Porçöz Efsun’a alıştı, Efsun porçöze. Porçöz artık Efsun’un gözlerinde!
Efsun her doğum gününde ağlar, kırk altı duvara kırk altı gün boyunca kendini asar, kurumaya bırakırdı. Bilirdi. Günah işlemek için gelmemişti, günahın kendisiydi. Günahın dünyaya gelmesine izin veren Tanrı, bunun günahını kendine yazsındı.
Günah işlendiğinin 9150. günü gözlerini gördüklerine yumdu. 25. yaş günün boynu koridorun sol duvarında incelip koptu. Babası kızını, günahını; günahının kedileriyle gömdü. Efsun topraktan ödünç aldığı tüm duyuları geri verdi. Efsun öldü. Bulunması kırk altı gün sürdü. Kediler ve cinler açlıktan öldü. Cinlerin cesedini kimse görmedi ama bir başka kedi duydu.
Duasız, Efsun iki kedi, yediği yüz yetmiş sekiz dil, üç yüz elli altı göz, üç yüz elli altı kulakla boşalttığı mezarlardan birine gömüldü.  Kimse ağlamadı. Sadece evi su bastı. Mezarlık yokuştaydı.  Kendini akıtan musluk mezara varamadan dağıldı.
Solucanlar Efsun’u yedi, Efsun’u yiyen solucanlar biliyordu: Efsun da bir solucandı, içine kıvrıldı, kıvrıldı, kıvrıldı. Boyut atladı. Küçük bir yumurtaydı, çatladı.
Kuş solucanı yedi. Kuş biliyordu: “Efsun da bir kuştu, sağanağa tutuldu. Havadayken boğuldu.”
Kuş kanında taşıdığı idrakla bir kedi tarafından yendi. Kedinin kulakları evdeki ölü cinlerin sesini duydu, kapıyı kırk altı gün boyunca tırmaladı. Kırk altı günün sonunda kapı konuştu:
“Efsun da kapıydı, duvarı yıkıldı.”
Kedi duvarın sesini duydu. Duvarda boynunun kırılma sesi takılıp kalmış, boynu zaman dilimi tanımamış. Duvar şahitti. Kırık olan her yanı bu evde kaldı. Efsun artık bir duvardı, kızıla boyandı.
Her insan dünyanın intihar hapının bir parçasıydı. Efsun biliyordu, zehir zehirdi. Kötü yoktu. İyi hiç. İnsan insandı. İnsan insan. Sadece insan, insandı.
Görebildiğinde insan insanlığını, kendi yarattığı iyiler ve kötülerle yargılandığında anlayacak, İsa’nın gözlerinin neden kanadığını.
Aklıyla kendini piramidin en üstüne koyanlar, aklından kaçacaklar. Boşluk da bir yere varır. Acıtmaz düşmek çakılana kadar.
İnsanın aklıyla örülen her duvar yıkılacak! İntihar insan etmeyecek! Ölmeyecek Efsun’dan sonra hiç kimse. Çünkü yaşamadı ondan öncekiler de.
O ev birilerinin yuvası olacak. Efsun’un kırıkları çatırdayacak. Duvardan ses geldiğine ailenin en küçük çocuğu yemin edecek. Babaannesi cin diyecek, cin, bir nas bir kulhuvallah. Allah çocuğu Efsun’un kırıklarından koruyacak ama Efsun’u efsunluğundan kimse kimse kimse.
5 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
O
kaderin dairesel boyutunun en alt katmanı cehennemin lobisi. birazdan asansörün sıfır numaralı tuşuna basacak aşağı çakılacaksın. hoş geldin. bir delinin eti atomik boyutta burada yarılır. atom burada parçalanır. sen burada. ben burada. bir yarıktan insanlar burada bir bir birleşir. bütünlük ölümcüldür. sen bütüncül. sıfır eşittir sıfır. aşk böyle eşitlenir. yok olur. elimi bırakır elinin musluğunu sıkarsın. elin hep dam la ta cak tır.
7 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
makas
adım beş. adım bu. adımı on dokuz yıl sonraki ben koydu. henüz annemin rahmine düşmemiş, beden beni içine gömmemişken biliyordum. zaman uzunca akan bir nehir değil, durağan bir göldü. evrenin tüm kadim öğretileri o göle ulaşmak içindi. o göle dönüp hatırlamak için... kendini, zamanı ve zamansızlığı.
dünyaya gelmeden önce göl bize bir soru hakkı verirdi, tüm bilgiler onda mevcuttu. soracağımız soruyla dünyaya nasıl ve kim olarak geleceğimizi belirler, darmamızı oluştururdu. göle nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi soranlar oldu. hepsi saygıdeğer ruhlardı. ben tanrıyı sormadım, evreni sormadım, zihne kendimi hazırlamadım... sadece ve sadece annemi sordum. annemin beni ne kadar seveceğini. göl beni içine aldı, derinlere çekti… çekti… çekti…
sonrasında hatırladığım tek şey beni annemden ayıran bir makastı.
o makas beni hiç bırakmadı.
o makas benden hiç ayrılmadı.
o makas beni kendimden ayırıp benden yeni bir ben yaratmak için çok uğraştı.
o gölün bana bir hediyesiydi.
makas her benden yeni bir ben yaratmaya çalışırken gölün yanıtını hatırlattı. annem beni hiç sevmeyecekti.
4 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
 kurtların sofrasında bulundum,  butlarımdan tutulup  ikiye yarıldığımda  gıkımı aradım,  çıkmadı.
 en çivili yatak hangisiyse  gittim onda yattım.  delirmemek için uyumadan  iki çizik attım. 
 seni bulmak korkunç bir çukura beni sürükler  mi?   
 açmak için seni aradım,  bu bahar sonmuş,  betona tohumumu bıraktım.  
 kilidin kilidimi açar  mı?   
 kokun düzleme  sırtın düzleme  bakışın düzleme  çıkar  mı?  kalbimi boş ver  uyandığında beni ara.   
 inanır mısın  uyuduğum sabahlar  uyandığım sabahlardan fazladır.  uyurken sayıkladıklarım  uyanıkken konuştuklarımdan fazla.  mı.  mı.  mı.   
 düzlemin beni uçuruma çıkarır  mı?   
 mı'ları  mıhla  ve unutma.  tekrarla.  senin kalbin  benim kalbim.  benim kalbim yok!
Tears-Remastered
4 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
dolgu
dişimi oyan doktora gözlerimi de oyacak mısın diye soracak oluyorum. kendimi kaybedemem ama bir süreliğine kendime örmüş olduğum duvarı in cel te mem. gözlerime dolgu yaptırıp çıkıyorum. dışarısı bu kadar işte.
13 notes · View notes
tanriningolgesi · 1 year
Text
otuz beş bin sene önce annemin iman tahtasında dövdüğü ve biçimlendirdiği ve tanrının göğsüne bir nişan gibi iğnelediği kuvvetli bir çığlığın hızıyla yarınlara koşarak kalbimi nalların dikiş tutmadığı aşklardan ve kabahat kadar uzun yollardan sanki çok geç kalmış gibi gelmiştim sana belki yamalıydım belki yaralı hatırlıyor musun?
37 notes · View notes