Tumgik
#Ankara'da burs
edebiyatsoylesileri · 2 years
Text
Fethi Naci / Postmodernizm gerçeklikten uzaklaşmak isteyenlere sığınak oldu
Tumblr media
Birçok okurun beğeni düzeyini yükseltmesinde onun büyük payı var. Yaşam serüveni, Türkiye'deki eleştiri, yazarlık ve yayıncılığın durumunu gösteren Fethi Naci, "Yazmak benim için her zaman kurtarıcı olmuştur" diyor.
70 yıllık geçen ömrünüze dönüp baktığınızda Fethi Naci'nin yazarlık serüvenini kısaca nasıl değerlendirirsiniz?
- İlk yazım, 1943 yılında, Erzurum gazetesinde yayımlanmıştı; çok sevdiğim babaannemin ölümü üzerineydi. Erzurum gazetesinde 1943, 1944 yıllarında "şiirler", "hikâyeler" yayımladım. O yaşlarda birinin, adını basılı olarak görmesinin heyecanını hâlâ anımsarım; gazetenin çıkacağı gün, gazete binasının önüne gidip beklediğimi unutmam olanaksız! 1945'te, lise son sınıftayken, İstanbul'da yayımlanan İstanbul dergisinde, Yedigün'de, Giresun'da yayımlanan Yeşilgiresun gazetesinde, Halkevi dergisi Aksu'da "şiirler" yayımladım. Liseyi bitirdikten sonra pek şiir yayımlamadım. Yeşilgiresun'da birkaç hikâyem çıktı. En son yazdığım "Mumlar" adlı hikâyem 1949'da Yeşilgiresun'da yayımlandı; Sait Faik'i anlatan bu hikâyeyi Bir Hikâyeci: Sait Faik...  adlı incelememin sonuna koydum.
Üniversiteye dönemediğim için eleştirmen oldum
İktisat Fakültesi'nde okuduğum yıllarda (1945 - 1949) iktisatla edebiyat birlikte gidiyordu; okuma olarak da, yazma olarak da. Hem eleştiriler yazıyordum, hem ekonomik-toplumsal konularda yazılar. Bir yaz, üç ay boyunca Yeşilgiresun'a her hafta bir başyazı yazdım. Ve ilk telif ücretimi aldım: 25 lira.Yıl, 1948. Gazetenin sahibi Nuriahmed Çimşid genç yazarları desteklerdi. Daha lise son sınıftayken Giresun'a dönüşümü haber yapardı: "Değerli gençlerimizden Naci Kalpakçıoğlu şehrimize gelmiştir." Üniversitede okuyanlarla Giresun'un ekâbir takımı buna pek kızardı: "Dünkü çocuklar bunlar! Ne diye şımartıyorlar!"
İktisat Fakültesi'ni bir kamu kuruluşundan burs alarak okumuştum. Sekiz yıl "mecburi hizmet"im vardı. Konya Ereğlisi'ndeki Sümerbank Bez Fabrikası'nda 14 ay çalıştım. İktisat Fakültesi'ne asistan olarak dönmek istiyordum. (Sümerbank, "mecburi hizmet"i devredebiliyordu.) Asistanlık sınavını kazandım. Prof. Hazım Atıf Kuyucak, sınavı kazananlar arasından beni seçmiş ve bunu Fakülte Kurulu'na bildirmişti. Fakülte kalemindeki bir polis memurunun benim için "Komünisttir!" demesi üzerine o zamanlar dekan olan Prof. Ömer Lütfi Barkan o kadroyu lağvetti. Kısa bir süre sonra İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği kurucuları ve yöneticileriyle birlikte tevkif edildim. Sorgusu yapılan herkes tahliye edildi. Çünkü bu tevkiflerin, yeni iktidara gelen Demokrat Parti'nin ünlü 141. ve 142. maddelerini daha da ağırlaştırmak için kamuoyu oluşturmaktan başka amacı yoktu. Bir buçuk ay yattıktan sonra Sultanahmet Cezaevi'nden çıktım. Gidecek başka yerim olmadığı için Giresun'a gittim. Kendi şehrimde dört ay bir sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul'a döndüm. "Sultanahmet"te tanıdığım arkadaşlar Yeryüzü adlı bir dergi çıkarıyorlardı; yazmamı istediler. Ben de "Oktay Deniz" takma adıyla yazmaya başladım. Üniversiteye dönseydim bilim adamı olacaktım, dönemediğim için eleştirmen oldum... İstesek de, istemesek de hayatımızı rastlantılar yönlendiriyor... O tevkifin büyük bir faydası oldu: Sümerbank beni işe almadı; böylece bir buçuk ay hapis yatarak "mecburi hizmet"i ödemiş oldum!
"Fethi Naci" imzasını ilk defa 1953'te kullandım
1951 - 1952 yıllarında Yeryüzü ve Beraber dergilerini yayımlamıştık. O dergileri (Yeryüzü'nün ilk birkaç sayısından sonra) Şükran Kurdakul'la birlikte yönetiyorduk. 1953'te "Yaşamak" adlı bir dergi yayımlamak istedik. Olmadı. O dergi için "Yazarın Gerçeğe Bakışı" adlı bir yazı yazmıştım; Orhan Kemal'in bir hikâyesini eleştiriyordum. Yazı elimde kalmıştı. Sonunda, o koşullarda en uygun bulduğum Kaynak (Ankara'da yayımlanıyordu.) dergisine gönderdim; "Oktay Deniz" fazla 'militan' bir imza olduğu için, babamın adını (Fethi) adıma (Naci) ekleyerek yeni (ve artık değişmeyen) bir "imza" oluşturdum. İlk yazım yayımlanır yayımlanmaz Nurullah Ataç, Ulus gazetesinde bir yazı yazdı. O yıllarda Ataç'ın, bırakın adı sanı bilinmeyen bir genç hakkında müstakil bir yazı yazması, ünlü şairlerin, yazarların yalnızca adlarını anması bile o şairler, o yazarlar için bir mutluluk kaynağı olurdu. Ataç, yaşadığı sürece yazılarıma ilgi gösterdi, yazılarımdan söz etti. İnsan Tükenmez (1956) yayımlanınca iki yazı yazdı. Ulus'ta, yetinmedi, Varlık dergisinde de iki yazı yazdı. Ataç, yazılarımdaki düşüncelere karşı çıkıyordu ama "yazış" biçimimi beğeniyordu (Tek cümle yanlışımı bulamamıştı!), bunun için tutuyordu beni.
Okuyup yazmayı öğrenince dergi almaya başlamıştım
Sizin de yokluk ve yoksunluk günleriniz oldu. Çocukluk ve ilkgençlik yılları, lise, parasız yatılılık ve fakültenin ilk yılları... Parasızlık, evsiz barksızlıkla geçen bu zor günlerinizde bir de edebiyat ve düşün yaşamıyla ilk alışverişiniz başlıyor. İlk önemli okumalar, ilk ilişkiler... Yaşamınızın bu döneminden söz eder misiniz?
- Önce "ilk önemsiz okumalar"dan başlayayım. İlkokul birinci sınıfta okuyup yazmayı öğrenince ikinci sınıfta dergi almaya başlamıştım. Kapı komşumuz Fikri Taş, benden üç yaş büyüktü; ailesi bizimkinden de fakir olduğu için, "dergi al da birlikte okuyalım," demişti. Okul kitabı dışı okumalar böyle başladı. (On beş yıldır gitmediğim Giresun'a 1997 Temmuzu'nda gittiğimde, Giresun'a vardığım akşam, o gün Fikri'nin toprağa verildiğini öğrendim...) Hiç unutmam, haftalık formalar halinde yayımlanan Çırak Uçman adlı bir çocuk romanı vardı; o formalar Giresun'a gelince, babaannemi karşıma alırdım, yüksek sesle okurdum. Çırak Uçman'ın "Oğuz" adlı bir kahramanı vardı; babaannemle birlikte Oğuz'un Giresun'un da üstünden geçmesini aylarca beklemiştik.
"İlk vnemli dkumalar", Erzurum Lisesi'nde başladı. Ortaokul ikinci sınıfa geçtiğim yıl sınava girmiştim; altı yüz küsur öğrenciden yalnızca altı kişi parasız yatılı sınavını kazanmıştık. Bizim sınava girdiğimiz yıldan önce sınava girip de kazananları hep İstanbul'a, Haydarpaşa Lisesi'ne gönderirlerdi; bizi ve bizden sonrakileri Erzurum Lisesi'ne yolladılar.
Tanıştığım yazarlara Sait Faik'ten ezbere parçalar okurdum
Erzurum'a kar yağdı mı her yer aylarca kar altında kalırdı. Lisenin bahçesindeki karlar Nisan ayına doğru erimeye başlayıp da toprağı görünce, "Bahar geldi!" derdik. Haftalarca okuldan çıkmadığımız olurdu. (Bir istisna: on beş günde bir hamama giderdik. Daha gün ağarmadan yola koyulurduk. Çünkü yatılı okulun banyosu yoktu!) Okumak dışında yapacak pek bir şey yoktu. Lise yıllarında okul kitaplığının düzenlenmesine yardım ettiğim için kitaplıktaki dergilerden, kitaplardan dilediğim gibi yararlanabiliyordum. O eski, büyük boy Varlık'lar, Yurt ve Dünya'lar... Bütün parasızlığıma rağmen aldığım İstanbul, Büyük Doğu, Yaratış dergileri... Erzurumlu sınıf arkadaşım Oğuz Öğün, babasının okuduğu Ulus'tan Ataç'ın yazılarını keser bana getirirdi. (Hiç unutmam: Abdülbâki Gölpınarlı'nın Divan Edebiyatı Beyanındadır, adlı kitabının yayımlandığı günlerde edebiyat hocamız İzzet Deliçay, Gölpınarlı'ya çok kızmıştı. Oğuz da, bir gün önce, Ataç'ın bu kitaba karşı yazdığı yazıyı Ulus'tan kesmiş, bana getirmişti. Arkadaşlardan biri bende böyle bir yazı olduğunu söyleyince, İzzet Deliçay da,"Oku o yazıyı!" demişti. Ben de Deliçay'a ve sınıfa o yazıyı okumuştum.) Fransızcamı geliştirmek için Baudelaire'in Les Fleurs du mal'ini Haşet Kitabevi'nden ödemeli getirtmiştim.
Daha çok şairleri okuyordum: Yahya Kemal, Tanpınar, Dıranas, Tarancı, Ziya Osman Saba, Sait Faik'i ortaokulu bitirdiğim yıl keşfetmiştim; o ilk üç hikâye kitabındaki hikâyeleri defalarca okumuştum, ezberlediğim parçalar az değildi. (İstanbul'a gidince, tanıştığım yazarlara zaman zaman Sait Faik'ten ezbere parçalar okur, onları şaşırtırdım!)
O yıllarda Balzac'ı çok sevdiğimi anımsıyorum. Bizim romancılardan Reşat Nuri (Çalıkuşu'nu ortaokuldayken okumuştum.), Kuyucaklı Yusuf'uyla Sabahattin Ali, Aganta Burina Burinata'sıyla Halikarnas Balıkçısı...
Divan şiirini seviyordum, aruzu lise yıllarında öğrendim
Onuncu sınıfta Necmettin Halil Onan'ın İzahlı Divan Şiiri Antolojisi'ni, yıl boyunca, ders kitabı olarak okumuştuk. Divan şiirini seviyordum. Aruzu o yıllarda öğrendim.
Lise yıllarımdan bir anı: Edebiyattan sınava girmiştim. Hocalardan biri bir soru sordu, dokuzuncu sınıfta iken edebiyat hocamız olan, "şiir" yazdığımı bilen ve beni destekleyen Sıtkı Bey, benim yerime kısaca cevap verdi, sonra da bana "Son yazdığın şiiri oku!" dedi. Okudum, "on" verdiler, çıktım.
İktisat Fakültesi'ne 1945-1946 ders yılında başladım. Hemşerim Naim Tirali de Hukuk Fakültesi'ne başlamıştı. Naim Tirali, Galatasaray Lisesi'nin son sınıflarında okurken hikâyeler yayımlamaya başlamıştı; genç bir hikâyeci olarak, belirli bir edebiyatçılar çevresinde tanınıyordu. İlk tanıdığım "ünlü genç yazar" Oktay Akbal'ı Naim tanıştırmıştı. (Ben 18 yaşımdaydım. Oktay Akbal da 22 yaşında...) Ondan sonra Salâh Birsel, Behçet Necatigil, Kenan Harun, Özdemir Asaf, Fahir Onger vb. 1947-1948 yıllarında, Asmalı Mescit'teki Elit Kıraathanesi genç yazarların uğrak yeriydi. İskender Fikret Akdora'nın sahipliğinde çıkan Yirminci Asır dergisi burada hazırlanmıştı. Sait Faik, ressam Fethi Karakaş... Bir ara Edip Cansever...
Erzurum Lisesi'ndeki edebiyat hocası İzzet Deliçay, Orhan Seyfi Orhon'un Çınaraltı dergisini okuyanlara bir not fazla vereceğini söylerdi! Kentle, halkla ilişkimiz yoktu! Ben son sınıftayken İkinci Dünya Savaşı sona erdi ve Erzurum'da kimsenin aklına bunu kutlamak gelmedi!
İlk önemli okumalar
İlk önemli okumalar", Marksizmden söz eden kitaplarla başladı. İktisat Fakültesi'nde, o yıllarda, Marksizmden söz eden öğretim üyeleri hep anti-Marksist yorumlar yaparlardı ama bir Beyazıt Kitaplığı'nda Manifest'in Türkçe çevirisini bulabiliyorduk; Engels'in Cemiyetin Asılları, Lenin'in bir iki kitabı İkbal Kitabevi'nce yayımlanmıştı ve serbestçe satılıyordu. Carlo Cafieri'nin bir Kapital özeti vardı. Sonra Editions Sociales'in ucuz kitapları gelmeye başladı. Kadırga Talebe Yurdu'nda Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayımladığı klasiklerin çoğu vardı; bir yandan onları okurken, bir yandan da genç yazarların neredeyse hepsini okuyordum..
Gece etüdünde seni okuyan bir öğrenci olduğu sürece yazmaya mecbursun
Son yıllarda sanki ansızın gelen, gelip vuran bir kırgınlık, küskünlük içinde olduğunuz görülüyor. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer yalnızca çok özel duygular, düşünceler, yaşantılar yüzünden değilse... Bugün yaşayan edebiyatımızın önemli yazarlarından birinin edebiyattan neredeyse soğuduğunu gösteren bir uzaklaşmaydı bu. 1995'in yazında eleştiri yazılarını bırakıp anılarınızı yazmaya iten de bu olmalı herhalde. Bunun üstünde duralım mı? Bir yazarı kırgınlığa iten nedenleri okurlarla paylaşma kaygıları içinde...
- "1995'in yazında eleştiri yazılarını bırakıp" anılarımı yazmaya iten, "kırgınlık, küskünlük" değildi. O yaz, epeydir üzerinde çalıştığım Reşat Nuri Güntekin’in Romancılığı adlı son (Evet, "son") incelememi bitirmeye karar vermiştim, bunun için çalışmamı dağıtmak istemiyordum; yalnızca Reşat Nuri okumak, Reşat Nuri yazmak istiyordum. Ama yıllardır yazdığım Adam Sanat'a yazmayı da sürdürmek gereğini duyuyordum. Yıllardır anılarımı yazmayı düşünüyordum ve bir türlü başlayamıyordum. Anı yazmak için kitap okumak gerekmiyor, malum, ben de kitap okuma gücümü Reşat Nuri'ye yönelttim ve anılar yazmaya başladım.
Zaman zaman eleştiriden bezdiğim oluyor. Nankör bir iş eleştiri. Bir yazarın bir eserini beğenirsiniz, sizden iyi eleştirmen yoktur; bir başka eserini beğenmezsiniz, bu defa sizden kötü eleştirmen yoktur... Her şey metalaşıyor günümüzde... Edebiyat da. (Bunun son korkunç örneğini de gördük: Kocası yaşadığı sürece kendi soyadını kullanan bir hanım -"Yazar" diyemediğim için "hanım" diyorum- kocası trajik bir ölümle ölünce kızlık soyadını bırakarak ölü kocasının soyadını kullanmaya başladı! İsimler de metalaşıyor!)
Bir edebiyat eserini eleştirmek artık edebiyat ölçütleriyle düşünülmüyor; eleştiri, "malın satışına zarar veren" bir olay olarak düşünülüyor. Otuz sekiz yıllık bir dostum vardı; yazmaktan bezip de bir süre ara verdiğim zaman bana telefon eder, "Gece etüdünde seni okuyan bir öğrenci olduğu sürece yazmaya mecbursun!" diye beni uyarırdı; bir kitabını beğenmediğimi yazdım, ilk tepkisi ilişkileri soğutmak oldu, 1997 baharının sonlarına doğru İstiklâl Caddesi'nde karşılaştık, önce sağa sola baktı, tam karşı karşıya geldiğimiz zaman başını önüne eğdi ve geçti...
Memet Fuat şiir eleştirisini niçin bıraktı sanıyorsunuz?
Daha önceleri de eleştiriden, "koptuğum" demeyeyim, uzaklaştığım olmuştu. Eleştiri Günlüğü 1. Kitap'a bakıyorum: Eylül 1983'ten Mayıs 1984'e kadar yazmamışım. Gücünü Yitiren Edebiyat'a bakıyorum: Ağustos 1987'den Şubat 1989'a kadar yazmamışım. En son 1995 sonbaharından 1996 sonuna kadar yazmayı bırakmışım.
Eleştiri pek de karşılığı olmayan bir uğraş. Yazarlar yalnızca kendilerinin ilgi beklediklerini sanırlar. Geçenlerde Oktay Akbal, Milliyet'teki köşesinde, "Bu kadar kitap çıkıyor, eleştirmenler nerede?" kabilinden sözler ediyordu; ben Yeni Yüzyıl'da Ekim 1996'dan Temmuz 1997'ye kadar bir yığın kitap eleştirisi yazdım, bir eleştirmenden daha ne beklenir?
Edebiyat dergileri kitabın adını anmadı, okur okumak gereğini duymadı
Sonunda siz de edebiyat dünyasına ve okura küstünüz. Sanıyorum Reşat Nuri'nin Romancılığı adlı son kitabınızdan hiç söz edilmemesi özellikle etkili oldu bu kırgınlığınızda.
- Reşat Nuri'nin Romancılığı hakkında dört yazı yazıldı: Memet Fuat, Tarık Dursun, Prof. Gürsel Aytaç ve Doğan Hızlan yazdılar. Bir inceleme kitabı hakkında dört yazı küçümsenecek bir sayı değildir; bu bakımdan, "son kitabınızdan hiç söz edilmemesi" sözünüz gerçeği yansıtmıyor.
Bir de şu var: Böyle incelemeler hakkında ancak kısa "tanıtma yazıları" yazılabilir. Kaç araştırmacı, kaç eleştirmen var Reşat Nuri'nin romancılığı hakkında söz söyleyebilecek?
Reşat Nuri'nin romancılığı hakkında yazı yazılmamasından çok iki olgu beni üzdü: Hiçbir edebiyat dergisi bu kitabın adını anmadı, bu bir. Okur, bu kitabı okumak gereğini duymadı, bu iki.
Şimdilerde bu kırgınlığınız biraz geçmiş görünüyor.
- Geçmedi. Reşat Nuri'den sonra Halit Ziya Uşaklıgil'in, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın romancılıkları üzerine birer kitap yazacaktım, vazgeçtim.
Şiirini eleştirdiğim yazar, haftada bir köşe yazısı yazmamı önledi
Yarım yüzyıllık bir geçmişten gelen anılar, dostluklar, arkadaşlıklar, kırgınlıklar var. Hemen tamamı edebiyatımızın köşe taşları kişilerle yaşanmış. Yarım yüzyıl sonunda, bu ilişkiler Fethi Naci'yi nasıl etkiledi? Olumlu ve olumsuz yanlarıyla...
- İstanbul'a 1945 yılında geldiğim zaman ilk tanıştığım yazar Oktay Akbal'dı. Oktay Akbal'ın bazı kitapları erken tanımam konusunda bana yardımları olmuştur. Sonra edebiyattan çok ekonomiye, daha doğrusu Marksizme önem verdiğim bir dönem var. Ardından on dört ay Konya Ereğlisi'nde çalışma... Tutuklanma... 1951 güzünde İstanbul'a döndüğüm zaman Yeryüzü dergisinde "Oktay Deniz" takma adıyla hem ekonomik-toplumsal-siyasal konularda, hem de edebiyat üzerine yazılar yazmaya başladım. Ardından Beraber dergisinde gene takma adla aynı konularda yazılar... "Oktay Deniz"in nasıl merak edildiğini, herkesin "Kim bu adam?" diye sorduğunu (Yaşar Kemal, Oktay Deniz'in "Behice Boran" olduğunu söylemişti Şükran Kurdakul'la bana!) yaşadıktan sonra artık "ilişkiler"in beni etkilemesi söz konusu değildi. 24-25 yaşlarından başlayarak dostluk, arkadaşlık ilişkilerim, benden 15 yaş büyük yazarlarla bile hep "eşitlik" ilkesine göre yürüdü.
Çok güzel anılarım var - çok kötüleri de.
Bir zamanlar kardeşçe ilişkilerimiz olan bir yazar, utanmadan, beni "12 Eylül'ün gölgesinde yazılar yazmakla, toplumcu sanatçılara kara çalmakla" suçlayabildi... Daha ötesi var: Eline fırsat geçince, benim ticari çalışmalarımı bile engelleyebildi...
Bir başkası, bir şiirini eleştirince, benim bir gazetede haftada bir köşe yazısı yazmamı önleyebildi... Üstelik bunlar "solcu" olduklarını söyleyen insanlardı.
İlgi gösterdiğim zamanlar bana kitaplarını büyük övgülerle imzalayan bir yazar, adını artık anmadığımı görünce, benim bir romanını "ihbar" ettiğimi söyleyecek kadar küçülebildi...
Bunun içindir ki edebiyat dışından olan dostlarımın sayısı edebiyatçı dostlarımdan çoktur.
Kimileri, İnsan Tükenmez'de Şeytan'ın parmağını görecek
İlk kitap İnsan Tükenmez. Edebiyata belli bir tavırla yaklaşan yazılardan oluşuyor. Adından da belli. Ama hâlâ yeni basımlar yapıyor. İnsan Tükenmez'in Fethi Naci'nin eleştirmenlik serüveninde nasıl bir ilk basamak olduğunu anlatabilir misiniz?
- İnsan Tükenmez'deki yazılar Marksizmin klasiklerinden ve Fransız Marksistlerinden öğrendiklerimi edebiyatımızın sorunlarına uygulama çabası diye değerlendirilebilir. O zamana kadar söylenemeyen pek çok şeyin o küçük kitapta söylenmesi birden ortalığı sarsmıştı. Ataç'ın kitap hakında yazdığı dört yazıdan birinde söyledikleri bunu gereğince açıklıyor: "İnsan Tükenmez'i, Bay Fethi Naci'nin bu adla topladığı yazıları okuyorum. Çok söz söylenebilir o betik üzerine. Öyle sanıyorum söylenecektir de. Kimi, örneğin Yeni Ufuklar'da, Yeditepe'de yazanlar pek beğenecek, pek önemli sayacak, bilimsel bir yöntemle bizde eleştiriyi yenileştirdiğini, büyük doğruları yayıp gözleri açtığını söyleyeceklerdir. Kimi de ürperecektir; yavuzlar yavuzunun, yıkıcılar yıkıcısının, Şeytan'ın parmağını görecekler bu betikte, yırtılmasını, yakılmasını isteyeceklerdir."
İnsan Tükenmez'deki eleştirileri yazarken en beğendiğim eleştiri tanımı Plehanov'un tanımıydı: "Maddeci eleştiri bir eserin özünü sosyolojik dile çevirmektir." Plehanov, bununla yetinmemek gerektiğini, eserin biçimini de eleştirmek gerektiğini yazıyordu ama ortada yararlanabileceğimiz örnekler yoktu. Bunun için benim eleştirilerim de içeriğe yönelik, toplumbilimsel yanı ağır basan eleştirilerdi. Bir edebiyat eserinin edebiyat hazzı verebilmesi için biçimin de yetkin olması üzerinde duruyordum -ama o kadar. İnsan Tükenmez'e baktığım zaman birtakım yeteneksiz şairleri ve yazarları yalnızca solcu oldukları için, hapishanelere girip çıktıkları için "tutmuş" olduğumu görüyorum. İyimserlik-kötümserlik hakkındaki düşüncelerimin çoğunun Türkiye gerçekleriyle uyuşmadığını görüyorum. Olumlu tip sorununun kökünde yatan parti çizgisine uyma zorunluluğunun sanatçıyı yaratma özgürlüğünden nasıl uzaklaştırdığını göremediğimi görüyorum.
İnsan Tükenmez beraat ettikten sonra bir özeleştiri yaparak yanılgılarımı eleştirdim
Çift aylı zarfların birinden pek hoş olmayan bir yazı çıktı
1959'da askerlik günleri başlıyor.
- Epey geç yaptım askerliğimi. Önce İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği davası vardı, 141. maddeden yargılanıyorduk. O dava biterken İnsan Tükenmez davası başladı. Bu dava da sonuçlanınca askere gitmeye karar verdim. Yaş, otuzu geçmişti. Neyse ki okul dönemini, İstanbul'da, Tuzla'daki uçaksavarda geçirdik. Ankara'da test sınavlarına göre sınıflara ayrılmıştık. Bir de yabancı dil sınavı vardı. O sınava ben de katılmıştım. Okulda kuraların çekilmesine kısa bir süre kala Fransızca sınavını kazandığımı ve Genelkurmay'a Fransızca mütercim olarak atandığımı bildirdiler. Askerliğimi Ankara'da yapacaktım.
Ne var ki Genelkurmay'a gitmeden üç aylık bir kıta hizmeti vardı. Beni Haber Merkezi'ne verdiler. O zamanlar lise, meslek lisesi, vb. mezunları da yedek subay oluyorlardı; bizim 48. dönemde yüksek öğrenimliler toplamın yüzde 10'u kadardık. Benim işim, gelen yazıları kaydetmek ve alay komutanına  götürmekti. Bir ay sonra çift aylı zarfların birinden pek de hoş olmayan bir yazı çıktı: "Asteğmen İsmail Naci Kalpakçıoğlu'nun Genelkurmay'a tayini iptal edilmiştir. Kıtada kalacaktır. Dosyası ayrıca gönderilecektir." Bir saat sonra, beni bir bölük komutanının emrine verdiler. Bana bir oda ayırmışlardı. Bir şey yapmadan oturuyordum. Askerle ilişkide bulunmamı istemiyorlardı. Bir gün, bir rastlantı sonucu, eğitim malzemesi olarak tüfek, vb. resimlerine gereksinim olduğunu öğrendim. Bölük komutanına eğitim için gerekli resimleri yapabileceğimi söyledim. Bir örnek verdi. Yaptım. Çok beğenildi. Beni başka taburlardan da çağırmaya başladılar. O zaman rahatladım: Ankara'dan sürülmek tehlikesi yoktu. Bizden önceki dönem yedek subaylar (Cevat Çapan da onlar arasındaydı. Her ay başı görüşürdük; çünkü maaşını almak için bizim alaya gelirdi.) terhis edilince beni "levazım" bölümüne verdiler. Büsbütün rahat ettim: Çünkü "levazımcı"lar nöbet tutmuyorlardı.
Mütercimlik tayinimin iptal edildiğini kimseye söylememiştim. Sonradan Edip Cansever anlattı: Orhan Kemal, "Bu ne biçim komünistlik! Herif, Genelkurmay'da mütercim!" diye dedikoduya başlamış. "Fethi Naci" imzasıyla yazdığım ilk yazıda, Orhan Kemal'in bir hikâyesini eleştirmiştim. Ataç da o ilk eleştiri için Ulus'ta bir yazı yazmış, beni övmüştü. Bunlar yetmiyormuş gibi Yaşar Kemal'in 1955'te yayımlanan Teneke'si için de coşkulu bir yazı yazmıştım. Bütün bunlar Orhan Kemal'in bana fena halde kızması için yeterliydi. Bir aylık izinle İstanbul'a gittiğim zaman Edip, Çengelköy'de eşi dostu topladı, Orhan Kemal de gelmişti. Bir öğle yemeği yedik. Orhan Kemal'le karşılaştıktan beş-on dakika sonra buzlar erimiş, karşılıklı espriler başlamıştı.
Ankara'da kaldığım bir yıl hayal edemeyeceğim kadar güzel geçti. O zamanlar evler arası ilişkiler çok iyi idi: Her hafta bir evde buluşulurdu: Can Yücel'lerde, Turgut Uyar'larda, İlhan Berk'lerde (İlhan'a giderken hep yedek rakı götürürdük!), Sabahattin Batur'larda, Bilge Karasu'da, Salim Şengil'lerde...
Dost ve Pazar Postası dergilerinde yazıyordum. Askerlikte yazdığım yazılar bir kitap dolduracak kadar olunca, Muzaffer Erdost, Açık Oturum Yayınları'nda ikinci kitabımı yayımladı: Gerçek Saygısı. Yıl, 1959. Bir hayli endişeli başladığım askerlik umulmadık bir rahatlık içinde geçti.
38 yaşımda ilk defa seçme özgürlüğümü yaşayacağım
1964'te Yön dergisinde hem siyasal yazılar yazıp hem de sanat sayfalarını yönettiniz. Türkiye solunun geçmişinde önemli bir iz bıraktı Yön. Yön günlerini biraz anlatır mısınız?
- Yön dergisinin iki dönemi var: 20 Aralık 1961'de ilk sayısı yayımlanan Yön, 5 Haziran 1963'te yayınını durdurmuştu; Yön'ün ikinci dönemi, 25 Eylül 1964'te başladı ve 30 Haziran 1967'de sona erdi.
İkinci Yön'ün hazırlık döneminde Doğan Avcıoğlu İstanbul'a geldi; şimdiki Nimet Abla gişesinin yanında Ege Lokantası vardı, bir akşam yemeği için orada toplandık. Davetliler arasında Rauf Mutluay, Ayperi Akalan ve daha birkaç kişi vardı. Doğan, Yön'de yazmamı istedi; sayfa düzenini bile yapmıştı kafasında: Derginin arka sayfasında yazacaktık: Üstte ben, altta Mehmed Kemal!
Kurucuları arasında olduğum Türkiye İşçi Partisi organı Sosyal Adalet'ten kopmuştum, ayrıca, o günlerde (anımsadığım kadarıyla) Sosyal Adalet Sıkıyönetim'ce kapatılmıştı. Türkiye İşçi Partisi'nden de ihraç edilmiştim. "Yazmak",  her zaman kurtarıcı olmuştur benim için; Doğan'ın önerisini kabul ettim. Rauf Mutluay da yazacaktı; devlet memuru olduğu için "Samih Emre" takma adıyla yazacaktı.
Bir süre sonra Yön'ün sanat sayfalarını yönetmemi istedi Doğan. Selâhattin Hilav ve Edip Cansever'le konuştum; bana yardım etmeyi kabul ettiler.
Bir süre sonra da "Üçüncü Dünya Konuşuyor" diye bir köşe hazırlamaya başladım. O yıllarda dört-beş Fransızca dergiye aboneydim. Az gelişmiş ülkelerin sorunlarını inceleyen Marksistlerin yazılarını çeviriyor (Bazen de arkadaşlarıma çevirttiriyordum.) ve bu köşede yayımlıyordum. Hikmet Özdemir, Yön üzerine hazırladığı doktora tezinde Yön'de en çok yazan yazarın adını verdikten sonra, beni atlamış, üçüncü sıradaki yazarın adını yazmıştı!)
Yön'de yayımlanan bütün yazılar Doğan'ın denetiminden geçerdi; benim yazılarımla yukardaki paragrafta sözünü ettiğim yazarın yazıları denetim dışıydı. Üstelik, Türkiye İşçi Partisi'nden atılmama rağmen hep TİP çizgisinde ve TİP'i tutan yazılar yazıyordum. 8 Ekim 1965 tarihli Yön'de yayımlanan "Öbür Gün..." başlıklı yazımdan bir parçayı aktarmak istiyorum:
"Öbür gün TİP'e oy vereceğim. İkide bir kendi kendime bunu tekrarlıyorum: Öbür gün TİP'e oy vereceğim.
"10 Ekim 1965: Kızımın yaş günü; o, 10 yaşını bitirecek; ben, 38 yaşımda ilk defa seçme özgürlüğümü yaşayacağım. Ve kızım, benim yaşımda, gerçekten özgür, gerçekten imkân eşitliğine sahip insanların yaşadığı bir Türkiye'de yaşayacak. Biz belki görmeyeceğiz o günleri. Nitekim 10 Ekim'i göremeyenler de çok. 10 Ekim, nice kahırlardan, nice çilelerden sonra ulaşılan bir gün. Geride hapisler var, sürgünler var, işkenceler var; uzak şehirlerde 'Bir garip öldü diyeler' var. Geçmişin acıları içinden geleceğe umutla bakış günü olacak 10 Ekim..."
Yaşamalı günlerdi o günler, umutlu günlerdi.
Sanat sayfalarında ilginç soruşturmalar yapmıştık. Genç yazarların çoğu o sayfalarda yazıyorlardı. Sonradan ünlenen kimi yazarlar da o sayfalardan adım atmışlardı edebiyat dünyasına. Yön'ün baskıya girdiği akşamlar Doğan'ın ağabeyi Hamdi Avcıoğlu, Raif Ertem (Biz "Yöncü Raif" derdik, çünkü Yön'ün bir yığın işi Raif'in üzerindeydi.) ve ben Kumkapı yolunu tutardık
Naci Kalpakçıoğlu'nun Fethi Naci olduğu öğrenilince işten çıkarıldım
Hemen ardından, 1965'te Gerçek Yayınevi'ni kurdunuz. Onun da üstünden otuz iki yıl geçmiş. Gerçek Yayınevi sonraki yaşamınızda belirleyici bir yer tutmuş olmalı. İlkin, bir yayınevi kurma düşüncesi nerden geldi?
- Sümerbank, 141. maddeden tutuklandığım için beni işten attı. Yıl, 1951. O yıllarda işsiz kalan solcular genelikle muhasebeci olurlardı; ben de Ayvansaray'da, bir fabrikada yıllarca muhasebecilik yaptım. Askerlik dönüşü, Bakırköy-Yenimahalle'deki Emayetaş fabrikasına girdim. Personel işlerine bakıyordum, ayrıca murahhas azanın yardımcısıydım. 1960-1964 arasında rahat rahat çalıştım o fabrikada, ama 1964'te işler değişti; toplu iş sözleşmeleri ve grevler dönemi başlamıştı. İşverenlerin toplantılarına murahhas aza ile birlikte katılıyordum. Ve işverenler, toplantılara katılan Naci Kalpakçıoğlu'nun Yön'de yazan Fethi Naci olduğunu öğrendiler. Murahhas azaya beni toplantılarda görmek istemediklerini söylemişlerdir. İşten çıkarıldım. On bin lira tazminat verdiler. O ayın aylığı, yıllık ücretli izin ve bankadaki parayı da bu on bine ekleyince 17.000 liram oluyordu. Arkadaşım Enver Aytekin Tanin gazetesinden ayrılınca Sosyal Yayınlar'ı kurmuştu, pekâlâ yürütüyordu da. Patronlar bana artık iş vermezlerdi, bunu biliyordum. Düşündüm taşındım, yayıncılıktan başka bir şey yapamayacağımı gördüm. Elimde hazır bir kitap vardı, çünkü yazıları daha önce Yön'de yayımlanmış olan Az Gelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm. Ama önce bir işyeri kiralamak gerekiyordu. Aradım aradım, bulamadım. Doğan Avcıoğlu, "Yön'ün bürosunu kullan, doğru dürüst bir yer buluncaya kadar idare ederiz." dedi. (İşten atılıncaya kadar yazdığım yazılar, "Üçüncü Dünya Konuşuyor" köşesinin hazırlanması ve sanat sayfalarının yönetimi için Yön'den hiç para almamıştım; işten atılınca Doğan ayda 600 lira ödemeye başladı.)
Az Gelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm, 1965 Mayısı'nın sonunda, Gerçek Yayınevi'nin ilk kitabı olarak çıktı. 17.000 liralık "sermaye"nin 12.000 lirası bu kitaba gitmişti! Altı ayda 6000 sattı ve ikinci baskı yaptı. Ama yayımlanacak başka kitap yoktu; 1965 yazında Emperyalizm Nedir'i yazdım. 1968'de "100 Soruda" dizisine başladım. Galiba ölünceye kadar da yayıncılığı sürdürmek zorundayım.
Gerçek Yayınevi olmasaydı, günlük yaşamınızın iş güç bölümünü neyle doldurabilirdiniz?
- Gerçek Yayınevi vardı, şimdi de var. Bunun için sorunuzu hiç düşünmedim.
Edebiyatın yerini siyasanın alması mutluluk veren bir duyguydu
Özellikle 1960'tan sonra edebiyat yazılarından gitgide uzaklaşıp siyasaya yöneldiniz. Ülkenin siyasal ve toplumsal sorunlarına değgin yazılar yazdınız, kitaplar yayımladınız. Edebiyatın yerini siyasanın alması nasıl bir duyguydu?
- Ben yıllarca iyi bir Marksist olmaya çalıştım. Klasik iktisat öğrenimi görmenin yararları oldu.  Gerçi 25 Şubat 1966 tarihinde Yön'de "... Sosyal bilimler okuyan öğrencilerin de, bilim adamlarının konferanslarını dinleyenlerin, yazdıklarını okuyanların da (özellikle sendikacıların) unutmamaları gereken bir gerçek vardır: Bugün, ekonomi bilimi diye önlerine sürülen burjuva ekonomi politiğidir, devrini tamamlamış bilgiler, fosilleşmiş bilgiler toplamıdır. Ben de şu bizim İktisat Fakültesi'ni bitirenlerdenim, ödüm kopuyor bir yazımda o fakülteden öğrendiklerimi -farkında olmadan- tekrarlarım diye!.." yazmışım; ama İktisat Fakültesi'nde hiç olmazsa "mal"la "meta" ya da "kullanım değeri" ile "değişim değeri" arasındaki farkları öğrenirsiniz; bunları öğrenmeden Kapital'i okumak, olanaksızdır demeyeyim, ama çok zordur.
27 Mayıs 1960'tan sonra, o eski deyişle, "nispî bir özgürlük ortamı" doğmuştu. Vatan'daki yazıişleri müdürü dostum Turhan Tükel'den söz etmiştim; öteki yazıişleri müdürü Ali Gevgilili de dostumdu. Bana makaleler yazmayı ilk öneren Ali'dir. Sonraları Turhan da desteklemiştir.
Konya Ereğlisi'nde on dört ay boyunca durmadan Marksizmin klasiklerini okumuştum. Muhasebe servisindeydim ve muhasebe müdürüne İktisat Fakültesi'ne asistan olarak gideceğimi, doktora tezimi de Marksizm konusunda yapacağımı söylemiştim. Bütün gün o kitapları okuyordum ve bana "misafir" gözüyle bakan müdür ve memurlar bunu olağan karşılıyorlardı. Yalnız klasikleri okumakla yetinmiyor, Cahiers Internationaux adlı aylık bir dergiyi de izliyordum; bu dergi Marksist açıdan günlük olayları değerlendiriyor ve kuramsal incelemeler de yayımlıyordu. 27 Mayıs'tan sonra şu dergilere de abone olmuştum: La Pensée, Démocratie Nouvelle, Economie et Politique, Recherches Internationales, La Nouvelle Revue Internationale. (Daha sonraları Yön'de "Üçüncü Dünya Konuşuyor" köşesini hazırlarken bu kaynaklardan yararlanmıştım.)
Cemal Süreya, bir yazısında, "Edebiyatın nabzı dergilerde atar." demişti; ekonomi, politika, toplumsal gelişmeler konusunda da yeni düşüncelerin nabzı dergilerde atar; bunları izlemezseniz, farkında olmadan, "hâlâ anneannenizin margarinini kullanırsınız".
Gazete yazılarını kitaplar izledi: Az Gelişmiş ülkeler ve Sosyalizm (1965), Emperyalizm Nedir (1965), Az Gelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi (Derleme, 1966), Kompradorsuz Türkiye (1967)
"Edebiyatın yerini siyasanın alması", mutluluk veren bir  duyguydu. Türkiye'de bir seyirci gibi yaşamadığınızı, bir şeyler yapabildiğinizi görüyordunuz. Ben yıllarca kendimi buna hazırlamıştım. Sonunda düşlediğim şeyleri gerçekleştiriyordum.
Solun ilk bölünüşü ile politika yazılarından edebiyata döndüm
10 Türk Romanı ve Edebiyat Yazıları sizin edebiyata kararlı bir dönüş yaptığınızı gösteriyor. Siyasanın odağındaki yıllarınız, sonra yeniden döndüğünüz edebiyata bakış açınızı da etkilemiş miydi?
- Politika yazılarını, sol'un ilk büyük bölünüşünün ortaya çıktığı, 1968 yılında bıraktım. Ondan sonra edebiyata "kesin dönüş" yaptım.
10 Türk Romanı'na 1960'ta başlamıştım. Dört ya da beş roman üzerine yazdıklarım İstanbul'da yayımlanmaya başlayan Pazar Postası'nda çıkmıştı. Memet Fuat beni yazı için sıkıştırıyordu. Memet'in ve Edip Cansever'in "baskılarıyla" 10 Türk Romanı'nı tamamladım. Edip, kalan yazıları yazdırmak için öylesine dostça bir ilgi gösterdi ki, ben de kitabı Edip'e ithaf ettim.
Daha önce bazı kitaplarda yayımlanmış birkaç yazımı da aldığım Edebiyat Yazıları'ndaki (1976) yazılar 1971-1975 arasında yazılmış yazılar. Kitabın ilk yazısı, İsmail Cem'in çıkardığı Politika adlı gazetenin ilk sayısında (15 Eylül 1975) yayımlanmıştı: "Hem Dersini Bilmiyor Hem de Şişman Herkesten". Yazı, adını, Ülkü Tamer'in bir dizesinden alıyordu; şairler için, yazarlar için kurallar koymaya, giderek yasaklar koymaya çalışan bazı şairlere, bazı yazarlara karşı çıkan bir yazıydı:
"... edebiyatın görevini basit bir pedagojik görev durumuna getirdiniz mi, yani, şiirin, hikâyenin, romanın en güzelini yazmak yerine, halka bilinç vermek ya da sömürü koşullarını ortadan kaldırmak adına şiirin, hikâyenin, romanın en sıradanını yazmaya giriştiniz mi, istediğiniz kadar yüksek ülkülerden söz açın, bu sıradanlığı kimseye yutturamazsınız. Dahası var: Edebiyata yüklediğiniz göreve de yan çizmiş olursunuz..."
"Siyasanın odağındaki yıllar"ım edebiyat anlayışıma zarar vermemiş; çünkü siyasetle uğraşırken Yön'ün de, Ant'ın da edebiyat sayfalarını yönetiyordum, edebiyattan kopmamıştım.
Siyasetin en kötü etkisi, sanatçılara yukardan bakmak olur, sanatçıları "gütmeye" kalkışmak olur; bütün kötü siyasetçiler böyledir: Siyasetçi olamadan siyasal yaşamım sona erdi.
'40 kuşağı şairleri yeteneksiz oldukları için gölgede kaldı
Bugünkü edebiyat anlayışınızla 1970'lerin başlangıcındaki edebiyat anlayışınız arasında farklar var mı?
- Önce "yazarın özgürlüğü" açısından büyük bir fark var. Adam Sanat dergisinde Moskova-Tiflis, 1972 başlığıyla anılarımı yazarken belirtmiştim: 1972'de Moskova'da ve Tiflis'te beni rahatsız eden gerçeklerle karşılaşmıştım ama bunları yazmaya cesaret edememiştim, kendi kendimi sansür etmiştim, susmuştum; hiç olmazsa Moskova'ya giden bütün solcular gibi Moskova'yı övmeye kalkışmamıştım. Moskova-Tiflis izlenimlerimi ancak 25 yıl sonra, 1997'de yazabildim.
"Yazarın işi muhalefettir." diyorduk; ama ben ilk defa, dostum Engin Cezzar'ın bir TV programında (yılını anımsayamıyorum), "Yazarın işi elbette muhalefettir, ama yalnızca kapitalist düzende değil, sosyalist düzende de yazarın işi her zaman muhalefettir." diyebildim.
Her alanda bu böyle. Mehmed Kemal'in 1983'te çıkan bir yazısı için yazdıklarımı anımsıyorum: "... '40 kuşağı şairleri' gölgede kalmışlarsa bunun suçunu Garip şairlerine yüklemek gülünç olmuyor mu? Eş dost hatırı dinlemeyip bir gerçeği söylemenin sanırım sırası gelmiştir:
40 kuşağı şairleri gölgede kalmışlardır, çünkü yeteneksiz şairlerdi. (...) Siyasal ve toplumsal bir savaşa katılmakla, bu savaş uğruna hapislere girmekle, sürgünlere gitmekle övünmek, hiçbir devrimciye yakışmayacak çirkin bir davranıştır." (Eleştiri Günlüğü, I. Kitap, 1986, s. 62)
Yahya Kemal için şu satırları ancak 1983 yılında yazabilmişim: "Yahya Kemal, içinde yaşadığı dönemin, Edebiyat-ı Cedide dilinin, Tanzimat dilinin üzerinden atlayarak, eski şiirimizin birkaç yüz dizelik birikiminden yararlanmasını bilmiş, böylece, hem bir yeni şiir dili kurmuş, hem de 'geleneksel şiirimizin sesi'ni bulmuştur." (age, s: 142)
Bugün, yazarken, kendimi "özgür" hissediyorum.
1958 yılında "Bir autocritique (özeleştiri) denemesi"ni yazarken gerçek bir yazar özgürlüğüne doğru ilk adımlarımı atıyordum. Ancak şimdi, 1997'de, kendimi gerçekten özgür hissediyorum. Edebiyata da "özgürce" bakabiliyorum. "Özgürlük" bana bağışlanmadı, özgürlüğümü ben kazandım.
Bunun öyle pek de kolay gerçekleşmediğini söyleyebilirim.
Benim için "yazar" değil, "eser" vardır
Haklarında yazdığınız yazılar yüzünden size darılan pek çok yazar var. Önceleri darılmayanlar da sonradan size çok kızdılar. Bir tek Yaşar Kemal ile dostluğunuzun bozulmadığını söylüyorsunuz. Ben gene de şunu sormak istiyorum. Sizin de bazen "o kadar da sert yazmasaydım" ya da, "Kantarın topuzunu bu kez kaçırmışım" ya da, "Yanlış yazmışım, haksızlık etmiştim," dediğiniz oldu mu? Varsa eğer böyle durumlar, okurlarınız bunu sizden duymak isteyecektir.
- Benim için "yazar" değil, "eser" vardır. Bir yazar, bir eserini beğendiğim zaman bütün eserlerini de beğeneceğimi sanıyor. Keşke öyle olsa! O zaman kimse bana darılmaz. Ama bunun böyle olması için, o yazarın beğendiğim eserinden sonra yayımladığı eserlerin de en azından beğendiğim eser düzeyinde olması gerekir; o düzeyin altında ise niçin beğeneyim o eseri.
Bir örnek: Mehmet Eroğlu'nın Issızlığın Ortasında adlı romanı yayımlanınca "Bir roman olayı: 'Issızlığın Ortasında'" başlıklı bir eleştiri yazmıştım. (Eleştiri Günlüğü I. Kitap, s. 163-167) Hiç tanımadığım biriydi Mehmet Eroğlu, kitabını beğenmiştim, yazmıştım. Arkadan Geç Kalmış Ölü çıktı. Kötü bir romandı. Arkadan Yarım Kalan Yürüyüş çıktı. O da kötü bir romandı. Sonra Adını Unutan Adam çıktı. O da berbat bir romandı. Düşünün, Mehmet Eroğlu'nun ilk romanını beğenmişim, övmüşüm, sonra üç romanı çıkıyor, hiçbirini beğenmiyorum ve susuyorum... Olacak şey değil! Benim de okurlara karşı bir sorumluluğum var. O ilk yazıyı yazmasam mesele yoktu; ama o övgüden sonra susmak mümkün değildi. Adını Unutan Adam için bir eleştiri yazdım ve romanın "insansız bir roman" olduğunu gösterdim. Epey zamanımı aldı o eleştiri, ama şimdi içim rahat. Artık Mehmet Eroğlu'nun bundan sonra çıkacak romanlarını okumasam da olur. Ha, Mehmet Eroğlu da sürüye uydu: O eleştiriden sonra bir daha aramadı beni. Özetlersek, sizin o sıraladığınız durumlar (Sert yazmak, vb.) hiç olmadı.
* Aslında yazılarınızda şiirden çok söz ettiniz ya da şiir üstüne yazdınız. Sonunda şiir üstüne yazılarınız da yakında bir kitap olarak yayımlanacak. Şiirin yeri sizin için roman ya da öykünün ardı sıra mı geliyor?
- Hayır. Ne var ki günümüzde yazılan şiirlerin çok azını seviyorum. Eskiden çok şiir okurdum, sayısız dize, beyit vardı belleğimde; son zamanlarda fazla şiir okumadığımı itiraf etmeliyim. Okuduğum zaman da eskiden sevdiğim şiirleri okuyorum. Bir de kendimi romana çok verdim. Roman, çok fazla zaman isteyen bir eleştiri alanı. Düşünün, Ahmet Haşim'in yazdığı bütün dizelerin toplamı 1436! Ben yalnızca Yaşar Kemal'den 8000-9000 sayfa kadar okudum...
Yazdıklarını artık merak etmediğim yazarlar var
Yeniden romana dönelim dilerseniz. İlk okuduğunuzda çok önemsediğiniz ve olumlu şeyler yazdığınız kitaplar ya da yazarlardan sonradan vazgeçtiğiniz, yargılarınızın değiştiği oldu mu?
- Sonradan vazgeçtiğim yazarlardan birini daha önceki sorulardan birine cevap verirken açıklamıştım: Mehmet Eroğlu. Vazgeçtiğim, yazdıklarını artık merak etmediğim başka yazarlar da var.
Vedat Türkali'nin 1975'te yayımlanan Bir Gün Tek Başına adlı romanını çok sevmiştim; ama bu romandan sonra yayımladığı Mavi Karanlık ve Tek kişilik Ölüm adlı romanları berbattı. Hele Tek Kişilik Ölüm! Bu kadar berbat bir roman çok az yazılmıştır. Bu iki romanı okuduktan sonra, arada çıkan Yeşilçam Dedikleri adlı romanını okumadım.
Bir zamanlar pek umut bağladığım Selim İleri'nin cinsellik sömürüsünden medet umar hale geldiğini görünce ("Orhan'ı deli gibi  arzuluyordu. Hatta, korkunç ama, sevişmek de yetmiyor, (...) pislikte debelenmek, boğulmak için çırpınıyordu. Öyle çırılçıplak yataklara uzanmış, Orhan yaklaşıyor, boydan boya bu çıplak gövdeye işiyor! İşiyor! İşiyor!") yazdıklarını okumamaya  karar verdim.
Erhan Bener'in, Ayla Kutlu'nun sevdiğim birer romanları vardır, ondan sonra o kadar çok sıradan romanlar yazdılar ki artık okumuyorum yazdıklarını.
Bir de değişik bir durum var: Tahsin Yücel'in Aykırı Öyküler'ini 1991'de okumuş, "Son Yılların En Güzel Hikâye Kitabı" başlığıyla bir eleştiri yazmıştım. Peygamberin Son Beş Günü adlı romanını 1992'de okudum, en uzun eleştirimi o roman için yazdım: Kitap sayfasıyla tam 37 sayfa! Tahsin Yücel'i "Kurulu düzeni eleştirmekten kurulu düzene muhalefet edenlere muhalefet eden bir çizgiye" geçmekle eleştiriyordum. Bu yıl okuduğum Vatandaş ise nefis bir "anlatıydı": Yazımın başlığı da "Tahsin Yücel'den bir başyapıt" idi. Bende önyargı yoktur!
Bazen ilk okumada beğendiğim bir romanı yeniden okuyunca beğenmediğim de olmuştur. Geçenlerde Turgay Gönenç anımsattı: Yakup Kadri'nin Ankara adlı romanını ilk okuduğum zaman beğendiğimi yazmışım: 1960'ta. Oysa, 1981'de yayımlanan Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme adlı kitabımı yazarken yeniden okudum ve çok kötü bir roman olduğunu gördüm.
Postmodernizm, gerçeklikten uzaklaşmak için bir sığınak oldu
Bugünkü Türk romanının, içinde devindiği toplumsal koşullarla ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
- Günümüz Türk romanı, çok kalın çizgilerle bir değerlendirme yaparsak, "toplumsal koşullarla ilişkisini", bu ilişkinin büsbütün dışına çıkamayacağına göre, en düşük düzeyde tutmaya çalışıyor.
Türkiye'nin üzerinden bir buldozer gibi geçen "12 Eylül", edebiyat dünyasını da etkiledi. Bunu açıkça görmek için "12 Mart romanları" ile "12 Eylül romanları"nı karşılaştırmak yeter.
12 Mart romanları, soylu davalar için kendilerini harcayan gençlere ağıtlar yakar, onlara sevgiyle yaklaşır, onları yüceltir. Oysa 12 Eylül romanları, genellikle, o gençlerle alay eder, onları aptal yerine koyar; yani 12 Eylül romanları, bir bozuk düzene muhalefet eden gençlere muhalefetin romanıdır. Bu durum, edebiyatımızın nereden nereye geldiğini açıkça göstermektedir.
Postmodernizm, yaşanan gerçeklikten uzaklaşmak için bir sığınak oldu.
"Kurmaca gerçeklik düzleminden yola çıkmak", yazarın, çağından kaçması olmuyor mu?
Son dönem romancılarının insana uzak düştüğünden, insansız romanlar yazdıklarından; bunun yerine yeni biçim arayışlarını, postmodern yazma biçimlerini öne aldıklarından söz edilebilir mi?
- Yıldız Ecevit, Orhan Pamuk'u Okumak adlı kitabında şöyle yazıyor: "'Metinlerarasılık (Intertextuality) 'legal' bir edebiyat ögesi durumuna gelmiştir son dönem romanında. Yazar, okuyup etkilendiği bir başka metinden yola çıkarak, ondan birçok öge içeren anlatılar ortaya koyuyor ve bunu, Dante'nin 'Yeni Hayat' başlıklı kitabından esinlenerek aynı isimde bir roman yazan Orhan Pamuk gibi göğsünü gere açıklayabiliyordur. Metinlerin içinde, Alman tiyatro yazarı Heiner Müller'de olduğu gibi Hamletler, Macbethler kol geziyordur artık. Yazar, katkıda bulunmakta zorluk çektiği, kendine giderek yabancılaşan dış gerçeği yeniden üretmek yerine, çoğu kez daha önce üretilmiş kurmaca yapıtların dünyasında gezinmeyi, kurmaca gerçeklik düzleminden yola çıkarak üretmeyi yeğliyordur postmodern romanda. Gerçeği ikinci elden üretmek demektir bu." (s. 19)
Şimdiye kadar yazar, "dünyayı ve insanları" yazıyordu; yazarın hareket noktası dünya ve insanlardı, "metinler" değil. "Metinler", eleştirmenin hareket noktasıydı. Bunun içindir ki Roland Barthes, yazarın ürününe "nesne-dil" diyordu ve ekliyordu: "Eleştiri bu nesne-dil üzerinde yükselen üst-dildir." Postmodernizmde, "nesne-dil", "üst-dil"e dönüşüyor. Bu bir bakıma, romanın romanlıktan çıkması olmuyor mu?
Ayrıca, "kurmaca gerçeklik düzleminden yola çıkmak", yazarın yaşanan gerçeklikle ilişkisinin kesilmesi olmuyor mu? Yazarın yaşadığı çağdan kaçması olmuyor mu?
Öyle bir çağda, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, yazarın bu kadar lükse kendinde hak görmesi ne ölçüde doğrudur? Ve aslî işlevi insanlara insanları tanıtmak olan roman, bu yoldan işlevini yerine getirebilir mi? Bunları düşünerek Goethe'ye bir kere daha hak veriyorum: "Hayatın yeşil ağaçları karşısında her kuram kül rengi kalır."
Bunun içindir ki Orhan Pamuk'un 275 sayfalık romanında, iki sayfada "Kürt" sözcüğünün geçmesi bende sadece bir "dekoratif öğe" etkisi bıraktı, "kül rengi" kaldı: "İlan edilmemiş savaş yüzünden boşaltılmış hayaletimsi Kürt köylerini ve uzaklardaki kayalık dağların karanlıklarını döven topçu birliklerini gördüm." (s. 256) ve "Kürt isyancıları yüzünden Viranbağ şehrine tren sefereri kaldırılmıştı." (s. 258)
Romancı bilgilerinin ne kadarını yazmazsa, o kadar iyi romancıdır
Yaşadığını ya da yaşananları yazmanın romanda nasıl bir yeri olmalıdır?
- Bir romancı, romanını yazarken, özyaşamından da, başkalarının yaşamından da yararlanabilir; olağandır bu; ama romanını özyaşam üzerine kurmaya kalkışırsa gündelik yaşamın ayrıntılarıyla kurmaca dünyanın ("roman"ın) kuralları çatışır, hem başarılı bir kurgu sağlanamaz, hem de roman -yazarına ne kadar ilginç, ne kadar vazgeçilmez gelirse gelsin- okuru ilgilendirmeyen bir yığın ayrıntıyla dolar. Çünkü günlük yaşamın ayrıntılarıyla kurmaca dünyanın ayrıntıları benzemez birbirine; kurmaca dünyanın ayrıntılarının o dünya içinde belirli işlevleri vardır, işlevsel olmayan ayrıntıya yer yoktur bir romanda; oysa gündelik yaşam işlevsel olmayan ayrıntılarla doludur.
Roland Barthes, Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş adlı incelemesinde, "Eğer Flaubert, Un coeur simple'de, belirli bir anda, görünüşte üzerinde durmadan, Pont-Evêque Kaymakamının kızlarının bir papağanları olduğunu bize öğretiyorsa, bu daha sonra Félicité'nin yaşamında bu papağanın büyük bir önemi olacağı içindir." diyor.
Oysa Ayla Kutlu, Hoşça Kal Umut adlı romanında, roman kahramanına (Oruç), babası hakkında şunları söyletiyor: "Babam, görevli olarak güneyde bir yere gitmişti. Görevi gizliydi. Gizliliğe gerçekten uyardı." Ve roman boyunca Oruç'un babasının "gizli görev"ine bir daha dönülmüyor!
Rus formalisti Tinyanov, "Yaşamın yazına girdiği yerde yaşamın kendisi yazın olur" diyor; eklemek gerek: İşlevsel ayrıntı olarak girince.
Yaşar Kemal, Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu üçlüsü için, "Bu üçlü benim yaşantım ve tanıklığımdır." demişti ama yaşantısından bu üç romana aktardıkları, o pek "müstamel" benzetişle, buzdağının suyun üstünde görünen parçası kadardır; buzdağının görünmeyen o büyük ana gövdesini görüp incelemeseydi görünen o küçük parçayı yazamazdı; ama görüp tanıdığı o ana gövdeyi olduğu gibi yazmaya kalksaydı yazdığı "roman" olmazdı. Romancı nice emekler sonucu elde ettiği bilgilerin ne kadar çoğunu yazmazsa o kadar iyi romancıdır.
Yaşar Kemal'in bu "üçlü"de gösterdiği romancı davranışını Kemal Tahir 1958'de yayımlanan Yediçınar Yaylası adlı romanında gösterememişti. 1959'da, Ankara'da yayımlanan Dost dergisinde yazdığım "1958'in Romanları" başlıklı yazımda, (Önce Gerçek Saygısı -1959- adlı kitabımda yer alan bu yazı, Gerçek Saygısı'nı ekleyerek yayımladığım İnsan Tükenmez'de var), Yediçınar Yaylası için şöyle diyordum:
"Kemal Tahir'in Yediçınar Yaylası'nda yazarın üç ayrı yanını bir arada, ama bir Kemal Tahir olarak değil de yan yana üç Kemal Tahir olarak görüyoruz. Başlangıçta araştırıcı Kemal Tahir var; romanını belirli bir tarihsel, ekonomik, toplumsal temele oturtmak için gerekli bilgileri, roman haline getirmeden, bir masal diline, bir masal havasına yaslanarak veriyor. Sonra romancı Kemal Tahir, daha doğrusu araştırıcı Kemal Tahir'le birleşmiş romancı Kemal Tahir geliyor. Son bölümde de düşünür-politikacı Kemal Tahir'i buluyoruz. (...) Ne var ki romanda bir değer bütünlüğü yok; başlangıç, roman değil; son bölüm, çok açık bir yama."
O zamanlar Kemal Tahir'le pek dosttuk. "Başlangıç, roman değil." yargısı üzerinde Kemal Tahir'le epey tartışmıştık, sonunda bana hak vermiş. "Çıkaracağım." demişti. Bu satırları yazmadan romanın Adam Yayınları'ndan çıkan yeni baskısına baktım: Evet, Kemal Tahir çıkarmış o "Başlangıç"ı.
Özyaşamın romana psikolojik açıdan da zenginlik kattığını belirtmek gerek. İnsanlar bazı psikolojik gerçekleri ancak yaşayarak öğrenebilirler. Romanlarda böyle yaşanmış gerçeklerle karşılaşmak iç dünyamızı zenginleştirir. Dostoyevski'yi düşünüyorum: Babasından o kadar nefret etmeseydi İvan Karamazov'a, "İçimizden hangimiz babamızın ölümünü dilememiştir?" dedirtebilir miydi?
Psikolojik gerçekler toplumsal gerçeklerden de önemlidir romanda. Ve "yaşananları yazmak" konusunda romana değerini asıl kazandıran da onlardır.
Kitabül Hiyel büyükler için "hafif", çocuklar için "ağır"
Bir de İhsan Oktay Anar'ın iki romanı var: Puslu Kıtalar Atlası ile Kitabül Hiyel. Bu iki romanın roman sanatımız içindeki yeri, geleceğe dönük olarak bıraktığı ipuçları için neler dersiniz?
- Puslu Kıtalar Atlası'nı okudum. Kitabül Hiyel'i yarısında bıraktım. Bana, büyükler için "hafif", çocuklar için "ağır" geldi. O yoldan bir yere varılabileceğini sanmıyorum.
Romanda da "kendi geleneğimizin özgün sesi"nden söz edebilir miyiz? Değilse, niçin?
- Şiirde "kendi geleneğimizin özgün sesi"nden söz edebiliyoruz, çünkü bir şiir geleneğimiz var. Nitekim Yahya Kemal, Edebiyat-ı Cedide dilinin, Tanzimat dilinin üzerinden atlayarak, eski şiirimizin ya da şiir geleneğimizin birkaç yüz dizelik şiir birikiminden yararlanmasını bilmiş, böylece, hem bir yeni şiir dili kurmuş, hem de "geleneksel şiirimizin sesi"ni bulmuştur. Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler'de şöyle diyor: "Yahya Kemal'i başka bir milletten bir şaire benzetmek lazımsa Puşkin'e benzetebiliriz. Onun gibi gelecek nesillerin hesabına kapılar açmış, bize, dilimizle milletimizin şuurunu getirmiştir." Bu düşünceye katılmamak olanaksız; hatta bu düşünceye şunu da ekleyebiliriz: Üstelik uluslaşma sürecinden önce getirmiştir bu ulusal dili.
Oysa bir "roman geleneği"miz yok. Anayasadan demokrsiye kadar, teknolojiden romana kadar birçok şeyi Batı'dan aldık. Batı'da Stendhal, Goethe, Dickens, Dostoyevski o unutulmaz romanlarını yazarlarken bizim atalarımızın seçkinleri, Leylâ ile Mecnun'u, Yusuf ile Züleyha'yı vb. okuyorlardı; halkımız da Battal Gazi'yi, Hazret-i Ali Cenkleri'ni vb. DİNLİYORDU.
Gerçek roman, yani on sekizinci, on dokuzuncu yüzyılın romanı, Batı'da, burjuva yaşama biçiminin belirmesiyle birlikte ortaya çıkan bir edebiyat türü. Oysa 1872'de ilk Türk romanı, Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı Talât ve Fıtnat'ı yayımlanıdğı zaman ülkemizde burjuvazi yoktu; yani başka bir coğrafyanın, başka bir tarihin ürününü ithal etmiştik. Batılılaşma çabalarıyla girişilen romanlar, edebiyatın da Batı'ya açılması sonucunu doğurmuştu.
Bunalım edebiyatı gibi, "postmodern" romanlar da ithal ikamesi ürünler
İlk romancılar, bu ithal malı edebiyat türünü eski Türk hikâyeciliğinin deneyimleriyle kaynaştırmışlar, romanlarında çağlarının önemli sorunlarıyla ilgilenmişler (Kölelik, esir ticareti, kadın hakları...) daha da önemlisi, ithal malı edebiyat türünü kullanarak ithal malı yaşama biçimine karşı çıkmışlardır. Bu roman anlayışı, Servet-i Fünun dönemine kadar sürmüştür; Servet-i Fünun dönemiyle birlikte, bu edebiyatın içinde oluştuğu siyasal, toplumsal koşulların etkisiyle, o ilk dönemin savaşçı edebiyatı gitmiş, yerine, karamsar, umutsuz, hayallerle avunan bir edebiyat gelmiştir.
1960-1980 arasında uygulanan sanayi politikasına "ithal ikamesi politikası" dendiği bilinir: Yabancı sanayi mallarının ithalini bırakarak bunların benzerlerini ülkemizde üretmek. Bugün edebiyatımızda da böyle bir "ithal ikamesi" sorunu var: Çoğu edebiyatçı, eserinin özünü de Batı'dan ithal ediyor. Yıllar önce Sartre'ın, Camus'nün etkileriyle ortaya çıkan bunalım edebiyatı nasıl bir ithal ikamesi idiyse, bugün de "postmodern" romanlar ithal ikamesi ürünlerdir.
Kendi geleneğimizin özgün sesini, bulsanız bulsanız, Yaşar Kemal'in İnce Memed'lerinde bulabilirsiniz.
Bir Yaşar Kemal vardır romanımızda köylüleri olduğu gibi gösteren
Burada Yaşar Kemal'den söz açabiliriz sanırım. Sizce nedir Yaşar Kemal'i "büyük romancı" yapan?
- Fransız, İngiliz, Alman ya da Rus denince hemen belirli kişisel özellikler gelir aklımıza. Peki, "Türk" denince ne geliyor aklımıza? "Türkiye" denince "Şiş kebabı çok güzel, Boğaz harikulâde!" diyen yabancılar gibi, biz de, en çok, "Konukseverlik, tevekkül" gibi sözcükleri tekrarlamaktan başka bir şey diyebiliyor muyuz?
Gerçekte, artık, "Türk insanı" denince aklımıza belirli niteliklerin gelmemesini olağan karşılamak gerek; çünkü, yüzyılımızda, Türkiye ve Türk insanı çok hızlı bir değişim içinde:
Kapitalizm, değer yargılarını, beğenileri, kimi insanî duyguları alt üst ediyor. Bu, bir Türkiye'de böyle değil, bütün dünyada böyle. Çağımızın Fransız'ı, İngiliz'i, Alman'ı, Rus'u bizim bildiğimizi sandığımız Fransız, İngiliz, Alman, Rus değil. Bizim bildiğimizi sandıklarımız, on dokuzuncu yüzyıl romanının bize öğrettikleri. Bir Dostoyevski çıkıp da "Rus halkı Hamlet'ler çıkaramaz, bizden Karamazov'lar çıkar ancak!" dediği içindir ki "Rus" denince aklımıza belirli özellikleri olan kişi geliyor. Ama bunlar geçen yüzyılda kaldı. Geçen yüzyılda güçlü bir Türk romanı olsaydı, "Türk" denince herkesin aklına belirli özellikleri olan bir kişi gelebilirdi. Ama geçti artık.
Gene de edebiyatımızda, "Türk insanı"nı demeyeyim, kapitalizm öncesi dönemin belirli bir bölgede yaşayan "Türk köylüsü"nü belli başlı nitelikleriyle betimleyen bir romancımız var: Yaşar Kemal.
Romancılarımız, Türk köylüsünü ya idealize etmişlerdir, ya köylülerin kimi davranışlarını, düşünüşlerini saklamışlar, kentlilere karşı "kol kırılır yen içinde" havasına girmişlerdir, ya da köylülere "büyük mal" diye, "kavat" diye bakmışlardır. Bir Yaşar Kemal vardır romanımızda köylüleri olduğu gibi gösteren; Yaşar Kemal, yaşantısına ve tanıklığına bağlı kalmış, gerçekçilikten sapmamıştır. Bunun içindir ki Türk köylüsünü "olduğu gibi" tanımak için elimizdeki tek kaynak, Yaşar Kemal'in romanlarıdır.
Yaşar Kemal'in büyüklüğü, roman okurunu ve toplumbilimcileri doyurabilmesinde
Ortadirek'i düşünüyorum: Değişik olaylar ve kişiler karşısındaki tepkileriyle tanıdığımız Meryem'in, Ali'nin, Elif'in ilişkileri, bu üç kişinin aralarındaki ana-oğul, gelin-kaynana, karı-koca ilişkileri, ancak o ilkel tarımsal üretim düzeyinde yaşayan Türk köylüsünün ilişkileridir; başka ülkelerde o ilişkilere rastlanabileceğini sanmıyorum. Yaşar Kemal'in büyük başarıbı burada, bence: Hem roman okurlarını, hem de toplum ve insan gerçekliğimizi araştırmak isteyen toplumbilimcileri doyurabilmesinde.
Yaşar Kemal, yazdığının roman olduğunu hiçbir zaman unutmaz; anlattığı çevrenin ekonomik-toplumsal yapısını bütün ayrıntılarıyla bilir, ama bu geniş bilginin romana girmemesi gereken büyük kısmını yazmamak ustalığını gösterir. Yaşar Kemal, romancı olduğunu hiçbir zaman unutmaz; bunun için uzaktan bakılınca hep birbirlerine benzer görünen köylülerin hiç de birbirlerine benzemediklerini, akla kara gibi şematik tasniflerle köylülerin anlatılamayacağını, hepsinin ayrı bir iç dünyası olduğunu, bireysiz olduğu söylenen köy topluluklarında unutulmaz bireysel dramların yaşanabileceğini gösterir. Bunun içindir ki bir görev, giderek bir tutku haline gelen öldürme saplantısı, bocalamalar, korkular, kaygılar, düşle gerçek arası bocalamalar, kurtulmak için çabalamalar içindeki Memidik'i anlattığı Ölmez Otu'nda bir köylü Hamlet yaratabiliyor, bir Türk köylüsünde de bir Shakespeare kişisinin yaşayabileceğini gösteriyor.
Köyü, köylüyü anlatan Yaşar Kemal, köy toplumunun durağan bir toplum olmadığını, köyde de "bir şeylerin değişmekte olduğunu gören ve gösteren bir romancı. Değişen ekonomik-toplumsal koşullar, köy insanını, bu insanın inanışını, töresini değiştirmektedir. Bunu en iyi Yusufçuk Yusuf adlı romanında görürüz. Yaşar Kemal, bu romanında, "astığı astık, kestiği kestik" derebey artığı ağa tipinin çöküşünü, yok oluşunu ve bu çöküşle, bu yok oluşla birlikte giden bir gelişmeyi, yani tarımdan para kazanan ağaların -Demokrat Parti'nin de kredi yardımlarıyla- sanayi alanına yatırım yapmalarını, eski toprak ağalarının yavaş yavaş sanayici olmaları sürecini betimler. Değişen yaşam koşulları, gelenek ve görenekleri de değiştiriyor: Kan davası güden iki ağanın çocukları, aynı şirketin idare meclisinde artık birlikte çalışabilmektedirler.
İnce Memedlerin dili ayrı, Deniz Küstü'nün dili apayrı
Yaşar Kemal'den söz edip de Yaşar Kemal'in dili üzerinde durmamak olanaksız.
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor'da, "dil"i hakkında şöyle diyor: "Herkesin söylediği, benim şiirli dilim var ya, birkaç romanımda bunun tam tersine, romanların kupkuru olduğunu görürsünüz. Örneğin İnce Memedlerin dili ayrı, Akçasazın Ağaları'nın, Deniz Küstü'nün dili apayrı..."
Gerçekten, bu üç romanda da Yaşar Kemal'in dili ayrı özellikler gösterir, benzemez birbirine.
Otuz iki yıl gibi büyük bir zaman dilimi içinde yayımlanan dört cilt İnce Memed'de Yaşar Kemal hep aynı dili kullanır, hep aynı anlatımı sürdürür: Anlatıcı ile anlattığı kişiler hep aynı dünyanın insanlarıdır sanki; sanki özdeşleşmişlerdir, dilleri aynıdır, inançları aynıdır, aynı mucizelere inanırlar. Sözgelimi İnce Memed yeniden eşkıyalığa dönünce Yaşar Kemal, "Başında o sarı ışık dönüyor, şavkıyor, savruluyordu." (İnce Memed IV) diye yazar; Anacık Sultan'ın gömülüşünü anlatırken, "Bu sırada ölünün üstüne ak bir bulut geldi durdu, o her zaman Ocağın üstünde duran bulut." diye  yazar (a.g.e.); "O ak bulutla, o üç kuş doruğun üstünde süzüldüler kaldılar. Gece de bir yıldız kümesi, ışıkları savrularak doruğun üstüne indi." (a.g.e.) diye yazar. Yaşar Kemal mi yazıyor, halk mı söylüyor, karışır birbirine: Yaşar Kemal de halkın düşündüğüne inanır gibidir.
Bu  dili, bu anlatımı hiçbir romancımızda bulamazsınız. Çünkü Batı'dan romanı aldığımız günlerde Ahmet Mithat gibi, daha sonra, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi romancılar eski Türk hikâyeciliğinden, meddah hikâyelerinden yararlanmışlar, ama Servet-i Fünun romancılarıyla birlikte eski gelenekler geçmişe gömülmüştür. Cumhuriyet döneminde, bildiğim kadarıyla, ilk defa bir romancı  halkın sözlü anlatı geleneğini araştırmış, özümsemiş ve romanında bu gelenekten yararlanmıştır. Yaşar Kemal'dir bu romancı; İnce Memed'ler bu kadar çok sevilmişse, bunu, Yaşar Kemal'in gelenekten yararlanmasıyla açıklayabiliriz. "Âşık hikâyecilerle onun (Yaşar Kemal'in) ortak bir özelliği de, geleneğin hikâyecileri gibi anlattığı şeye 'inanması'dır." (Pertev Naili Boratav)
Yaşar Kemal'in "dil"den söz ederken adını andığı iki romandan Akçasazın Ağaları, bir toplumsal değişimin romanıdır, elbette İnce Memed'lerin diliyle yazılamaz o roman; Deniz Küstü ise Yaşar Kemal'in tek kent romanıdır, İstanbul'un pisliği, rezilliği sinmiştir o romana, dil de buna uygun bir dildir.
Asıl ilginç örnek Yer Demir Gök Bakır'dır: Bu romanda birçok efsane anlatır Yaşar Kemal, ama anlatışı İnce Memed'lerdeki gibi değildir, çünkü anlatıcı, anlattıklarından ayırmıştır kendini.
Yaşar Kemal'in, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor'da, dil konusundaki o birkaç satırı bile bu konuda ne kadar bilinçli olduğunu göstermeye yetiyor.
İlk kez basın savcısının odasında karşılaştığım soru
Eleştiride yararlandığınız düşünce kaynakları üzerinde duralım mı? Lukacs'tan söz ediyorsunuz, sözgelimi; sonra, "şimdilerde en çok ilgimi çeken düşünür ise Bahtin," diyorsunuz; daha yakın bir geçmişte Roland Barthes var, bir de Gerçek Yayınları'nda Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş'i yayımladınız ondan, sonra da sık söz ettiniz bu  kitaptan... Ben uzatmadan, sizden dinleyelim mi uzandığınız, yararlandığınız, sizde iz bırakan kaynaklarınızı?
- "Kitabınızı hazırlarken hangi düşüncelerden yararlandınız?" Bu soruyla ilk defa 1956 yılında, ilk kitabım İnsan Tükenmez dolayısıyla, basın savcısının odasında karşılaşmıştım. O yıllarda Adliye, Büyük Postane'nin üstündeydi. Savcı, bizim yazarlarımızın adlarıyla yetinmiyor, ille de yabancı adlar istiyordu. Ben de hep Sainte-Beuve'ün iki ciltlik Pazartesi Konuşmaları'nı, Anatole France'ın o yıl yayımlanmış Edebiyat Hayatı'nı ileri sürüyordum, ama savcı "yemiyordu".
Kimlerden yararlanmıştım İnsan Tükenmez'deki yazıları yazarken? İlk kaynak Plehanov'du. Çünkü Les questions fondamentales du marxisme'i daha üniversite öğrencisiyken edinmiştim; ders çalışır gibi okuduğum bir kitaptı. Editions Sociales'in yayımladığı kitaplar çok ucuzdu, bunları öğrenci harçlığı ile alabiliyorduk. Fakülteyi bitirdikten sonra o yayınevinin birçok kitabını getirtmiştim; aralarında gene Plehanov'un ünlü L'art et la vie sociale'i de vardı. Ama şimdi İnsan Tükenmez'i gözden geçirirken Plehanov'un adına rastlamıyorum; sanırım o yılların etkisiyle... Anımsarım, Asım Bezirci de Plehanov'un bir  yazısını, Plehanov'un küçük adını soyadı gibi kullanıp, "P. Georges"dan diye çevirip yayımlamıştı. Ben de Plehanov'un "maddeci eleştiri" hakkındaki düşüncelerini, 1952'de, Beraber dergisinde yayımlamıştım; çevirenin adı olarak "Fikret Güney"i kullanmıştım, ama Plehanov'un adını yazmış mıydım, anımsamıyorum.
İnsan Tükenmez'de adını andığım düşünürler o dönemde (O kitaptaki yazılar 1953-1956 arasında yazılmıştı.) durmadan okuduğum Fransız Marksistleriydi: Roger Garaudy (Özellikle Grammaire de la liberte'yi anımsıyorum), Henri Lefebvre (Contribution  à l'esthétique çıkınca ne çok sevinmiştik!), G. Politzer (Cours de philosophie'nin daktilo edilmiş çevirileri elden ele...), Auguste Cornu (Cornu'nün kitabının adı Karl Marx et la la pensée moderne idi; ben, bir önlem olarak kitabın adını sadece La pensée moderne diye yazmıştım), J. Kanapa, vb... İnsan Tükenmez'de bir de "Bir Fransız romancısı", "Bir düşünür" diye adını açıklamadığım yazarlardan alıntılar var. Ama Ataç'la ilgili bir yazıda Engels'in adını anmışım: Ataç'ın Engels'i yanlış aktardığını belirtmek için. Üstelik kaynak da vermişim: Jean Fréville, Sur la littérature et l’art, Cilt I, S. 145. Ama yazarlardan da önemli olan dergilerdi: La Pensée, La Nouvelle Critique... (27 Mayıs 1960'tan sonra edebiyatı bir yana bırakıp ekonomik, toplumsal sorunlar üzerine yazmaya başlayınca bunlara Economie et politique, Démocratie nouvelle, Recherches internationales, La nouvelle revue internationale gibi dergiler eklendi. Bu dergilerden yararlanarak iki kitap derledim: Az Gelişmiş Ülkelerde Askerî Darbeler ve Demokrasi ile Japon Kalkınması ve Türkiye; ikinci çevirinin "Türkiye"  bölümünü Prof. İdris Küçükömer yazmıştı.)
1959'da yayımlanan Gerçek Saygısı'nda ise hiç kaynak göstermemişim. Bu da çok doğal; çünkü o yazıları Ankara'da askerliğimi yaparken yazmıştım; kitaplığım İstanbul'daydı; Ankara'da okuduğum kitaplardan, dergilerden (Bazı Fransızca dergileri Ankara'da bulabiliyordum.) yararlanarak yazmıştım o yazıları.
1961-1967 yılları edebiyatı iyice boşladığım yıllardı. 27 Mayıs hareketinin getirdiği göreceli özgürlük ortamında ben de, çoğu arkadaşım gibi, politikadan başka bir şey düşünmüyordum: Vatan gazetesinde önce makale, sonra köşe yazarlığı, Sosyal Adalet dergisinde, Akşam gazetesinde, kurucularından olduğum Ant dergisinde siyasal, ekonomik konularda yazılar... Az Gelişmiş ülkeler ve Sosyalizm gibi, Emperyalizm Nedir gibi, Kompradorsuz Türkiye gibi kitaplar...
Yeniden edebiyata dönüş yılım 1968 oldu
1968, yeniden edebiyata dönüş yılım oldu. O gün bugündür, varsa edebiyat yoksa edebiyat...
1971'de yayımlanan On Türk Romanı adlı kitabımda ilk kez rastlıyorum Lukacs'ın adına: Kemal Tahir'in Büyük Mal adlı romanı üstüne yazdığım yazıda Lukacs'tan iki alıntı var. Cevat Çapan'ın çevirdiği Çağdaş Gerçekliğin Anlamı'ndan. O yazıyı 1970'te yazmıştım, o yıl Yeni Dergi'de yayımlanmıştı. (Ahmet Oktay, 23 Aralık 1986 tarihli Milliyet'te, "Lukacs ve eleştirimiz" başlıklı yazısında, "Naci, Lukacs'ın bu konudaki (roman kişisi konusu - F.N.) düşüncelerine Avrupa Gerçekçiliği'nin 1977 yılında yayımlanmasından sonra başvurmaya başlıyor (...) Fethi Naci (...) 1978'lere kadar Lukacs'ın yapıtlarına ulaşamamışlardı belki de" diyordu. Ahmet Oktay o yazıyı görmemiş.)
Ama Lukacs'tan ilk okuduğum kitap La théorie du roman'dır. Şimdi bu satırları yazarken o kitap yanımda; üçüncü sayfada alt kısmı kesmişim. Çok iyi anımsıyorum: O sayfada güzel bir "g" harfi vardı (Editions Gonthier'nin amblemi); o harfi keserek rahmetli Mehmet Ali Ermiş'e vermiştim, o da "Gün Yayınları"nın amblemi olarak kullanmıştı. Bu iki kitaptan sonra Lukacs'tan hâlâ Türkçe'ye çevrilmemiş iki kitap okumuştum: 1974'te Ecrits de Moscou, 1976'da Problèmes du réalisme. İlk kitabın adını Ömer Polat'ın Saragöl romanı için yazdığım eleştiride anmıştım; o yazı 1975'te yayımlanmıştı. (Sonra, 1976'da yayımladığım Edebiyat Yazıları adlı kitabıma almıştım. Ahmet Oktay o yazıyı da görmemiş.) Problèmes du réalisme'in adını, 1976'da, İsmail Cem'in Politika'sında yazdığım "Yazar ve Eleştirmen" adlı bir yazıda anmıştım. (Ahmet Oktay o yazıyı da görmemiş.)
Roman Jakobson'un Questions de poétique adlı kitabı bana çok şey öğretmişti. Mayakovski üzerine yazdığı incelemeden eleştiri günlüklerinden birinde söz etmiştim.
Bahtin'in Esthétique et théorie du roman ve Esthétique de la création verbale adlı kitapları, ders çalışır gibi okuduğum kitaplarıdır. Tzvetan Todorov'un derleyip Fransızca'ya çevirdiği Théorie de la littérature'ü de öyle; mutlaka okunması gereken bu kitap, Sema Rifat-Mehmet Rifat ikilisinin nefis çevirisiyle Türkçe'ye çevrildi (Yapı Kredi Yayınları).
Adını andığımız Roland Barthes severek, yararlanarak okuduğum bir yazar. Hiç çeviri yayımlamadığım halde, bana çok şey öğreten Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş'i (Sema Rifat-Mehmet Rifat ikilisinin çevirisiyle), yazarlarımıza yararlı olur diye çevirtip yayımladım. Ama yazarlarımızın bu kitaba ilgi duydularını söyleyemem.
Yararlandığım başka kaynaklara gelince; yazılarımda, kitaplarımda adlarını anmışımdır. Burada iki Türk yazarını da anmak isterim. Ataç'ı hep Türkçe öğretmenim gibi görmüşümdür; Türkçe'ye saygıyı ondan öğrendiğimi söyleyebilirim. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Türkçesi pek parlak değildir, ama onun da gerçekten "özgün" düşüncelerinden çok yararlanmışımdır.
Eleştiri, bir yazarın bütün zamanını ister
Peki, sizi etkileyen bu kaynaklara bakarak, bizde eleştirinin durumunu açalım mı yeniden!
- Eleştiri, bir yazarın bütün zamanını ister. Bir işte çalışayım, artan zamanlarımda da eleştiri ile uğraşayım diyen biri doğru dürüst eleştirmen olamaz.
Eleştirmen, bütün zamanını eleştiriye vermek zorunda olduğuna göre, yazacağı eleştirinin getireceği para ile geçinebilmelidir. Türkiye'de bu koşullar olmadığı için eleştiri de gelişemiyor. Bakın eleştirmenlerin haline; Memet Fuat Adam Yayınları'nda çalışıyor; Doğan Hızlan, Hürriyet'te yayın danışmanı; Ahmet Oktay, yıllarca TRT'de, gazetelerde çalıştı; Atila Özkırımlı, eleştirmenliği ikinci plana atıp edebiyat tarihçiliğine ağırlık verdi; rahmetli Asım Bezirci, emekli oluncaya kadar muhasebe işlerinde çalıştı; Füsun Akatlı, bir reklam şirketinde çalışıyordu, sonra dramaturgluğa başladı, şimdi ne yapıyor, bilmiyorum; siz, Semih Gümüş, bütün gün Adam Yayınları'nda çalışıyorsunuz; ben, bu yaşımda, hâlâ kitap kolisi yapıyorum, hâlâ faturalarla, irsaliyelerle, KDV beyannameleriyle, vb. uğraşıyorum. Asıl işimiz olması gereken eleştirmenlik hep ikincil işimiz oluyor. Bu koşullarda eleştirinin gelişmesi zor.
İki bin-üç bin basılan romanların, hikâye kitaplarının, bin basılan şiir kitaplarının okunmadığı bir ülkede, bunlar için yazılmış eleştiriler, incelemeler okunur mu?
Bir de eleştiriyi ikincil iş olarak yapmayanlar var: Üniversite öğretim üyeleri. Berna Moran'ı kaybettik. Tahsin Yücel var, Yıldız Ecevit var, başkaları var. Onlar bize göre daha talihli: Eleştiri yapabilmek için bir başka işte çalışma zorunlulukları yok; bizden daha verimli olabilirler, bizden daha iyi olabilirler. (Ama üniversite öğretim üyeleri içinde benim Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme adlı kitabımdan "intihal" (çalma) yapıp da intihali fakültece ödüllendirilen kişiler de var: İntihali yapan doçent, mahkeme kararı Yargıtayca onandıktan sonra profesörlükle ödüllendirildi!) Bu koşullarda bizde eleştiri kolay kolay gelişemez.
Batı'daki eleştirmenle Türkiye'deki eleştirmen ayrı koşullarda yazıyor
Ölçütümüz romanda Batı romanı ise eleştiride de Batı'daki eleştirinin düzeyi olmalı değil mi?
- Batı'da okunan iki romancımız var: Yaşar Kemal'le Orhan Pamuk. Bu iki romancı, romanlarını Batı'ya "ihraç" edebiliyorlar. Ayrıca bu iki romancı Türkiye'de de çok satıyorlar. Yani yazdıklarının parasıyla geçinebiliyorlar, bütün zamanlarını yalnızca romana verebiliyorlar.
Batı'daki eleştirmenle Türkiye'deki eleştirmen büsbütün ayrı koşullarda yazıyorlar. Batılı eleştirmen, Türk eleştirmenin aldığı telif ücretinin kaç katını alıyor, bilmiyorum. İstanbul'da evlere temizliğe gelen hanımlar, galiba üç milyon lira alıyorlar; dört-beş saatlik çalışma karşılığında alıyorlar bu parayı. Bir de eleştirmenin çalışmasına bakalım. Orta boy bir romanın (diyelim 240 sayfa) yalnızca ilk okuması sekiz-on saat sürer. İlk okuma yetmez, yeniden okumak gerekir, notlar almak gerekir, o yazarın başka romanlarına bakmak da gerekebilir; ondan sonra oturup yazarsınız, yazma da üç, dört saat sürer. Sonra bu eleştiri karşılığı eleştirmene ne ödenir biliyor musunuz?
Bana bir dergi üç milyon, bir başka dergi ile haftada bir yazdığım gazete daha fazla ödüyorlar; ama bu "daha fazla", aynı sürede bir temizlikçinin kazandığı paranın ancak yarısını buluyor.
Efendim?
Ey okur! Ne dediğinizi duyar gibiyim... Neyse...
Emek gücünün beyin gücünden daha değerli olduğu tek ülke belki de Türkiye'dir. Emek gücü adına sevinmeli mi, beyin gücü adına yerinmeli mi? Bırakın "eleştirinin düzeyi"ni, hâlâ "eleştiri" varlığını sürdürüyorsa buna şükredin!
Böyle baktığınızda Türkiye'de eleştirinin durumu nedir?
- İnanılmayacak kadar mükemmel!
Siz de belirtiyorsunuz; o zamanlar her yazar, her şair, "Acaba benden söz ediyor mu?" diye Ataç'ın yazılarını dört gözle beklermiş. Aslında bugün de pek çok yazar, özellikle genç romancı ya da öykücüler, "Acaba benden söz etti mi?" diye Fethi Naci'nin yazılarını bekler. Bu nasıl bir duygudur?
- Genç yazarlardan kişisel olarak tanıdıklarım pek az, üç beş kişi. Ama bu tanıdıklarımı tanımış olmaktan mutluluk duyduğumu belirtmeliyim. Haklarında yazdığım gençlerin büyük çoğunluğunu tanımıyorum. Böyle bir beklentileri var, bu, beni hem mutlu eder, hem de zaten var olan sorumluluk duygumu daha da güçlendirir. Kimi genç yazarların, ne kadar aceleci, ne kadar üne susamış olmaları beni ürkütüyor; onların umduklarını bulamamaları (Bir ödül  ya da övgü...) durumunda nasıl ağızlarını bozduklarını görünce edebiyat adına umutsuzluğa düşmemek elde değil.
Yazmak benim için her zaman kurtarıcı olmuştur
70. yaş, bana kalırsa, hâlâ yaşlılığın son dönemini anlatmıyor. Belki bir ömrün çoğu yaşandı gitti. Ama gene de yaşanacak yıllar var. Geçen koca bir ömürle gelecek yıllarınızı bir arada değerlendirebilir misiniz?
- Evet, "bir ömrün çoğu yaşandı gitti." Hayatımı karartan düş kırıklıkları: İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girip iyi bir iktisatçı olamamak ve bunca hazırlıktan sonra bizi "politika"dan öylesine soğuttular ki, ("politika"yı olumlu anlamda kullanmak istediğim zaman ben de Ataç gibi "yurtyönetimi" demek istiyorum.) bir şeyler yapamayacağımı, "örgüt" adamı olamayacağımı anlamak...
Ve büyük acılar: Deniz'in, Emel'in o "saçma" ölümleri...
O acılara, önce alkolle, sonra çalışmayla direnebildim. "Yazmak", ki "çalışmak" demek benim için "yazmak" demektir, benim için her zaman kurtarıcı olmuştur. O iki aziz ölünün anılarına sunmak için yazdığım Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme, beni yeniden hayata döndürdü.
O kitabın yayımlandığı günlerde Lâle'yi tanımak, "yazmak" kadar yararlı oldu hayatımda; onunla huzur ve mutluluğu yaşadım, yaşıyorum... 1981'den sonra artan yazılar, kitaplar, hep bu birlikteliğin ürünü...
Gelecek günler, geçmiş günlerden farklı olmayacak: Gene okuyacağım, gene yazacağım, gene her "cuma" dostlarımla oturup kafayı çekeceğim ve bir gün Nâzım'ın dizelerini okuyarak bu dünyaya veda edeceğim:
... Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
 seni bahtiyar
           kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam  ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
  şen olasın Halep şehri
(Semih Gümüş / 5 Kasım 1998 / Cumhuriyet Kitap)
0 notes
hibritteknoloji · 5 years
Text
Yeni bir gönderi var Burs Veren Kurumlar ve Vakıflar
New Post has been published on https://krediburs.com/ankarada-burs-veren-kurumlar-2019-guncel-liste.html
Ankara’da Burs Veren Kurumlar – 2019 Güncel Liste
Tumblr media
Ankara’da burs veren kurumları inceleyeceğimiz bu yazımızda, Ankara’da il ve ilçelerinde Burs veren vakıf ve kurumlara değineceğiz.
Birçok kişi Ankara’da üniversite öğrencilerine burs veren kurumları şu günlerde araştırma içerisine Girmiştir. Bizde sizler için Ankara’daöğrenci burslarını araştırarak Ankara’da burs veren vakıfları aşağıda tablo halinde yer verdik. Öncelikle belirtmekte de fayda var,
Bunlardan birinci husus bazı burs veren vakıflar; üniversite öğrencilerine burs ya da lise öğrencilerine burs olarak ayrı kontenjanlar açmaktadır.
İkinci husus olarak her vakıf bir ya da iki dönem olarak burs başvuruları açmakta sadece bu dönemlerde burs başvurularını kabul etmektedir. Başvuru tarihlerini geçirmezseniz burs alma şansınız artacaktır.
Üçüncü olarak, başarı durumunuzu gösteren Transkript dökümü isteyebilirler. Eğer trankript notlarınız iyi ve zayıf dersiniz yoksa burs başvurularını değerlendirirken üst sıralarda olacaksınız.
Dördüncü husus ise ihtiyaç sahiplerini belirlemek için ailenizin Bordo Dökümünü isteyebilirler. Eğer ailenizin gelir durumu iyi ise başvuran adaylar arasında son sıralarda yer alabilirsiniz. Bu gibi pek çok önemli noktalar vardır.
Zorlu bir eğitim öğretim yılı daha başlamak üzere. Şimdiden burs veren vakıfları araştırarak önümüzdeki eğitim öğretim döneminde bursiyer olabilirsiniz. Birden fazla kuruma başvuru yapabilirsiniz. Bu size kalmış bir durumdur. Sonuçta hangi kurum veya vakıftan burs alacağınızın garantisi yok.
Aşağıda yer alan listelerdeki kurum ve vakıfları ziyaret ederek burs başvuru forumunu doldurmanız burs başvurusu için yeterli olacaktır.
Aşağıda yer alan Burs Veren Vakıfların listesi; https://www.vgm.gov.tr/vakiflar/sayfalar/burs-veren-vak%c4%b1flar.Aspx URL adresi üzerinden alınmıştır. Bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsanız Vakıflar Genel Müdürlüğü ile iletişime geçebilir ve [email protected] Adresine mail atarak bildirebilirsiniz.
Ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğü sayfasında yer alan 3000+ vakıf bulunduğundan tet tek kontrol etme şansımız olmamıştır. Aralarında FETO-PYD terör örgütüne ait olan vakıflar olabilir. Gördüğünüz yasaklı vakıfları da bu mail adresinden bize bildirirseniz listemizden kaldırmamıza yardımcı olursunuz.
Not: Çankaya’da burs veren kurum ve vakıflar için bu bağlantıyı ziyaret ediniz.
Ankara Çankaya’da Burs Veren Kurumlar-2019 Güncel Liste
Ankara’da Geri Ödemesiz Karşılıksız Burs Veren Kurumlar! Güncel Liste 2019
Vakıf AdıAdresiİl İlçeABDURRAHMAN TATLICI HALEFLERİ İLİM VE HİZMET VAKFIKALE MAH. ULUCANLAR CAD. NO: 31 / 2 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞABİDİNPAŞA MERKEZ CAMİİ VAKFIABİDİNPAŞA MAHALLESİ TIP FAKÜLTESİ CADDESİ NO: 54 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKAHMET KAYHAN’IN İZİNDE TOPLUMA HİZMET BARIŞ VE BİRLİK VAKFIDEMİRLİBAHÇE MAH. MAMAK CADDESİ PARLAR APT. NO: 55 / 14 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKAKAR AKADEMİK ARAŞTIRMALAR VAKFI (AKAR VAKFI)YUNUSEMRE SEMERKANT CAD. NO: 21 / 1 06000 PURSAKLAR /ANKARAANKARA / PURSAKLARAKDERE YENİ SONDURAK ULU CAMİİ VAKFIPEYAMİ SEFA MAH. 367. SOK NO: 2 06630 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKALPEREN OCAKLARI EĞİTİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFISAKARYA TEKİN SOKAK NO: 7 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANADOLU LİONS DİABET TEŞHİS TEDAVİ VE EĞİTİM VAKFIÇAYYOLU 2700 YENİ ATILI SİTESİ 33 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEANADOLU YETİŞTİRME VE HAYIR VAKFI– – HACI BAYRAM MAHALLESİ HÜKÜMET CADDESİ/ŞEHİT KESKİN SOK NO: 3 / 3 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA ATATÜRK LİSESİ EĞİTİM VAKFIGAMA BİNASI BEŞTEPELER MAHALLESİ NERGİS SOKAK NO: 9 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEANKARA FEN LİSELİLER VAKFI (AFLİVA)HAMAMÖNÜ TALATPAŞA BULVARI NO: 113 / 52-53 06230 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA HAMİYET VE İRFAN VAKFI (A.H.İ.)– – HACI BAYRAM MAHALLESİ YAYIK SOKAK NO: 9 / – ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA İVEDİK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ EĞİTİM VE YARDIMLAŞMA VAKFIİVEDİK MELİH GÖKÇEK BULVARI NO: 61 06378 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEANKARA MERKEZ İMAM-HATİP LİSESİ ÖĞRENCİLERİ VE MEZUNLARI VAKFIHACIBAYRAM MAHALLESİ GÜLBABA SOKAK NO: 28 00000 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA SİTELER MARANGOZ VE MOBİLYACILAR CAMİİ YAŞATMA YARDIM VE EĞTİM VAKFISİTELER DEMİRHENDEK CAD NO: 100 06360 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA SU VE KANALİZASYON İDARESİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MENSUPLARI YARDIMLAŞMA VAKFI (ASKİ)ANAFARTALAR MAHALLESİ CELAL ATİK SOKAK NO: 4 / 49 06030 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA TIPLILAR VAKFISAKARYA TALATPAŞA BULVARI NO: 113 / 52-53 06230 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA TİCARET LİSESİ EĞİTİM VE DAYANIŞMA VAKFI (ATEDAV)RAGIP TÜZÜN MAH. TAŞKIN SOKAK NO: 17 / 4 06130 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEANKARA TİCARİ MİNÜBÜSCÜLER TİCARİ ARAÇ SAHİPLERİ EĞTİTİM SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA VAKFI (ATM-VAKFI)ANAFARTALAR RÜZGARLI CAD ESER İŞ HANI NO: 14 / 244 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ EĞİTİM ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME VAKFI (AZV)BOZKURT MAHALLESİ ÇANKIRI CADDESİ YİBA ÇARŞISI NO: 42 / 370 00000 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞAŞAĞI EMİRLER KÖYÜ KÜLTÜR KALKINMA TURİZM YARDIMLAŞMA VE GÜZELLEŞTİRME VAKFI (EMİRLER)ZİRAAT MAHALLESİ ATMACA SOKAK NO: 4 / 6 00000 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞATA SPORLARI VAKFIBEŞTEPE MAHALLESİ ALPARSLAN TÜRKEŞ CADDESİ NO: 18 06510 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE VE LAİK EĞİTİM VAKFI (ADLEV)KENTKOOP 1820 NO: 39 / 84 06370 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEATİSAN ANKARA İNŞAAT MALZEMESİ VE DEMİR SATICILARI ARAŞTIRMA GELİŞTİRME EGİTİM KALKINMA VE DAYANIŞMA VAKFI (ATİSAN VAKFI)OSTİM MAHALLESİ ATİSAN SANAYİ SİTESİ 1571 CAD. NO: 17 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEAVRASYA KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ VAKFIEVLİYA ÇELEBİ MAHALLESİ SAMANYOLU CADDESİ NO: 28 / A 00000 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞBARLA EĞİTİM KÜLTÜR VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI (BARLA VAKFI)GÜÇLÜKAYA DERYA SOKAK,2.GÜLKAYA APARTMANI NO: 3 / 22 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENBAŞKENT MESLEKİ EĞİTİM VAKFI (BAŞKENT)OSTİM OSB ALINTERİ BULVARI OSTİM İŞ MERKEZLERİ C BLOK NO: 29 / 38 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEBİLİM EĞİTİM KÜLTÜR SANAT VE SAĞLIK VAKFI (BİLVAK)KARDEŞLER 142. CD. NO: 51 / 7 06010 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENBİRLEŞİK KAFKASYA KONSEYİ KÜLTÜR SANAT EĞİTİM VE YARDIMLAŞMA VAKFI (BİRKONSEV)BATIKENT YENİBATI 2416. CAD. NO: 2 06370 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEBOLVADİNLİLER DAYANIŞMA VAKFI (BOL-DAV)DEMETEVLER MAHALLESİ 357.CADDE 362. SOKAK NO: 3 / 2 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEBÜYÜK ORTADOĞU SAĞLIK VE EĞİTİM VAKFI (BOSEV)HACI BAYRAM EŞME SOKAK NO: 2 / 1 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞÇAĞRI EĞİTİM ÖĞRETİM SAĞLIK VAKFIKARARGAHTEPE ŞEHİT SAVAŞ BIYIKLI NO: 27 / F 06120 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENÇAMLIDERE ŞEYH ALİ SEMERKANDİ VAKFI (ÇASEV)KÖRLER TÜRBE SIRTI MEVKİİ DERE SOKAK NO: 15 / 1 06740 ÇAMLIDERE /ANKARAANKARA / ÇAMLIDEREÇIRAK EĞİTİM VE ÖĞRETİM VAKFIOSTİM UZAYÇAGI CAD.1255 SOK. NO: 5 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEÇÖZÜM EĞİTİM VAKFI (ÇÖZEV)OSTİM ALINTERİ BULVARI NO: 27 / 1 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEDEMİRLİBAHÇELİLER SOSYAL VE KÜLTÜREL YARDIMLAŞMA VAKFIDEMİRLİBAHÇE UZGÖRENLER SOKAK NO: 37 / A 00000 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKDİNİ İLMİ ARAŞTIRMALAR VE DAYANIŞMA VAKFI (DİLARA)ATATÜRK MAH. ANKARA CAD. NO: 5 / 12 SİNCAN /ANKARAANKARA / SİNCANDOST VAKFIZÜBEYDE HANIM İSTANBUL CD. DEVREZ SK. NO: 1 06600 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞDR. EMİN ACAR VAKFIHACIBAYRAM HÜKÜMET CADDESİ ŞEHİT KESKİN SOKAK NO: 11 / A ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞDURAK EĞİTİM ÖĞRETİM DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA VAKFI (DURAK VAKFI)HACI BAYRAM MAHALLESİ BOYACILAR SOKAK NO: 9 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞEFE GÜRAY EĞİTİM VE SPOR VAKFIYEŞİLBAYIR SAĞDUYU CAD. NO: 120 / 122 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKEHL-İ BEYT EĞİTİM KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFIBALIKHİSAR BALIKHİSAR KÜMEEVLER SİTESİ NO: 609 AKYURT /ANKARAANKARA / AKYURTEHLİ BEYT KUDRET DAĞI VAKFIÇAĞLAYAN 297 CAD. NO: 1 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKELMADAĞ KALKINMA VAKFI (EL-BİR)İSMET PAŞA ÜN SOKAK NO: 3 / 1 06780 ELMADAĞ /ANKARAANKARA / ELMADAĞENGELLİ EĞİTİM KÜLTÜR SAĞLIK SPOR VAKFI (ENGELLİ VAKFI)UĞUR MUMCU 1657 SOKAK NO: 1 / 3 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEEYYUBİ İLİM ARAŞTIRMA YAYMA VE YARDIMLAŞMA VAKFIDEMİRLİBAHÇE MAH. UZGÖRENLER SOKAK NO: 89 / 6 00000 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKFARUKİYE İLİM ARAŞTIRMA YAYMA VE YARDIMLAŞMA VAKFIDOĞU MAHALLESİ ABDULLAH FARUKİ CADDESİ ALAADDİN FERSAFİ SOKAK NO: 7 / 1 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞFAZİLET KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFIPEYAMİ SAFA DEREBOYU CAD NO: 331 / 1 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKFEVZİ ÖZMEN GÜNEY VAKFI (GÜNEY VAKFI)KUŞCAĞIZ MAH ULAŞAN CAD NO: 1 / 1 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENGALİP HASAN KUŞCUOĞLU EĞİTİM BİLİM KÜLTÜR VE YARDIM VAKFI (KUŞÇUOĞLU VAKFI)BAŞAK 1714/1 NO: 4 06260 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKGAMA EĞİTİM VAKFIBEŞTEPELER NERGİS NO: 9 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEGEREDE KÜLTÜR KALKINMA VE DAYANIŞMA VAKFI (GERKAV)HACI BAYRAM GÜVERCİN SOKAK NO: 31 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞGESİ KALKINDIRMA VE YARDIMLAŞMA VAKFI (GES-VAK)HACETTEPE TALATPAŞA BULVARI ERZURUM SOKAK NO: 6 / A 06230 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞGÖÇ ARAŞTIRMALARI VAKFISAKARYA MAH. FENER SOK NO: 5 00000 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞGÖNÜL YARDIMLAŞMA VE KÜLTÜR VAKFIHACIBAYRAM GÜVERCİN SK NO: 35 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞGÖNÜL YOLU EĞİTİM KÜLTÜR VAKFIKANUNİ 852 SOKAK NO: 2 06280 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENGÖNÜLLERDE BİRLİK SOSYAL DAYANIŞMA EĞİTİM SAĞLIK KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFI (GÖNÜLLERDE BİRLİK VAKFI)HACETTEPE DUTLU SK. NO: 21 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞGÜLİSTAN SOSYAL DAYANIŞMA EĞİTİM KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFIKAZIM KARABEKİR MAH. HİKMET ÖZER NO: 18 / 1 ETİMESGUT /ANKARAANKARA / ETİMESGUTHACETTEPE ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ VAKFIMEYDAN MAH. SARI KADI SOK. NO: 22 06100 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞHACIBAYRAMI VELİ SOSYAL HİZMETLER VE KÜLTÜR VAKFIHACI BAYRAM GÜVERCİN NO: 39 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞHAMİYYET VE İSLAMİ KÜLTÜR VAKFI (HİKVA)ULUS MAHALLESİ HÜKÜMET CADDESİ NO: 2 06030 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞHANEFİ KÜLTÜRÜNÜ TANITMA VAKFI (HAKTAN VAKFI)ETLİK SÜLEYMANİYE CADDESİ NO: 18 / B KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENHECE EĞİTİM KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFI (HECE VAKFI)SAKARYA MAHALLESİ HACI AYVAZ SOKAK NO: 20 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞHEKİMLER BİRLİĞİ VAKFISAKARYA BAŞŞEHİR SOKAK NO: 23 / 3 06340 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞHIZIROĞLU VAKFIALCI OSB MAHALLESİ(ASO II.OSB) 2013.CADDE NO: 14 06930 SİNCAN /ANKARAANKARA / SİNCANHİCRET CAMİİ İLİM VE HİZMET VAKFIETLİK MEHTERLER SK. NO: 2 / A 06290 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENHİPERTANSİYON DİYALİZ VE TRANSPLANTASYON VAKFIŞAFAKTEPE ARİF YALDIZ CADDESİ NO: 47 / 3 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKHÜDAVERDİ VAKFIHACI HASAN MAH. HİLMİYET CAD. NO: 19 / K 06830 GÖLBAŞI /ANKARAANKARA / GÖLBAŞIİHYA EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFIKARAPÜRÇEK 342 CAD NO: 10 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞİLAHİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNE YARDIM VAKFIABİDİNPAŞA KAYNARCA SOKAK NO: 17/12 NO: 14 / 12 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKİLAHİYAT VAKFIABİDİNPAŞA KAYNARCA SOK. NO: 17 / 11 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKİLÇE KÜLTÜR VE SANAT VAKFIYAZI MH. HAMİDİYE CD. NO:1 06920 NALLIHAN /ANKARAANKARA / NALLIHANİNFAK YARDIM VE DAYANIŞMA VAKFI (İNFAK VAKFI)HACIBAYRAM ÇANKIRI NO: 24 / 18 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞİNSAN VAKFIHACETTEPE MAHALLESİ ZÜLÜFLÜ SOKAK NO: 23 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞİNSAN VE HİKMET VAKFIGAZİ SİLAHTAR CADDESİ NO: 54 06560 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEİSLAMİ İLİMLERİ ARAŞTIRMA VE YAYMA VAKFI (İSİLAY)ŞENLİK DÜZ SK. NO: 6 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENKAFKAS ARAŞTIRMA KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI (KAF-DAV)SAKARYA MAH. TEKİN SK. NO: 17 06230 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞKALEM VAKFIHACIBAYRAM MAH. AHİLER SOK. NO: 3 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞKALFAT KASABASI EĞİTİM KÜLTÜR VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI19 MAYIS MAHALLESİ GÜN SAZAK CADDESİ NO: 38 06290 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENKARA AHMET KÜLTÜR EĞİTİM YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA VAKFI (KARA AHMET VAKFI)ALTINPARK MAHALLESİ SIRMA SOKAK NO: 43 / A 06140 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞKERESTECİLER CAMİİ KORUMA YAŞATMA EĞİTİM KÜLTÜR VE SAĞLIK VAKFISARAY MAHALLESİ KERESTECİLER SANAYİ SİTESİ 7.CADDE NO: 31 KAZAN /ANKARAANKARA / KAZANKIRIKKALELİLER EĞİTİM KÜLTÜR SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM VAKFI (KALEVAKIF)ANAFARTALAR MAHALLESİ ŞEHİT YAŞAR AKANSEL SOKAK NO: 3 / 415 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞKIZILCAHAMAM ÇAMLIDERE EĞİTİM VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI (ESYAV)ETLİK BAĞCI CADDESİ, IŞILAY SOKAK,ALİ SEMERKANDİ CAMİİ ALTI NO: 10 06010 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENKURAN NESLİ EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFIULUS ÇANKIRI CD. NO: 24 / 24 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞLÜTFÜ EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFIŞEHİT KUBİLAY 1669. CAD NO: 93 / A KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENMAHRUMLARLA EKONOMİK KÜLTÜREL DAYANIŞMA VAKFI (MEKDAV)ÖZEVLER MAHALLESİ İVEDİK CADDESİ,946 SOKAK NO: 12 / A YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEMEHMET AKİF İNAN VAKFIHACETTEPE MAHALLESİ HAMAMÖNÜ SOKAK NO: 28 / 6 06230 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞMERAL OKAY EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFIYENİ BATI 1800.CADDE NO: 46 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEMERZİFON KARAMUSTAFAPAŞA KÖYÜ VE KÖYÜNDEN YETİŞENLER SOSYAL YARDIMLAŞMA KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI (KAMUKÖYVAK)OSTİM MAH 41/A SOKAK NO: 5 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEMİLLİ KÜLTÜR VE ÖĞRENCİLERE HİZMET VAKFIYUNUS EMRE MAHALLESİ DERE SOKAK NO: 6 06145 PURSAKLAR /ANKARAANKARA / PURSAKLARMUCUR SAĞLIK SOSYAL EĞİTİM VE YARDIMLAŞMA VAKFI (MUSEV)HACI BAYRAM MAHALLESİ EŞME SOKAK NO: 2 / 1 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞMURADİYE KÜLTÜR VAKFITEPEBAŞI FATİH CADDESİ NO: 99 / 02 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENMUSTAFA HAYRİ BABA VAKFIARAPLAR 1341-1 SOKAK NO: 1 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKMUT NAVDALI EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFIBEŞTEPELER MAH. NERGİS SOK. NO: 7A / 18 06510 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEMÜNİR EFENDİ EĞİTİM YARDIMLAŞMA VE KÜLTÜR VAKFIMEHTERLER SOKAK NO: 20 / A KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENNATA EĞİTİM KÜLTÜR VE SAĞLIK VAKFIAYAŞ YOLU 21 KM ÇATALCA SOKAK NO: 238 SİNCAN /ANKARAANKARA / SİNCANNURETTİN KARAOĞUZ EĞİTİM VE YARDIM VAKFI– – BEYTEPE MAHALLESİ İRFAN GÜMÜŞEL CADDESİ NO: 185 – BEYPAZARI /ANKARAANKARA / BEYPAZARINURŞİN VAKFITEPEBAŞI MAH. SAKIZADASI SOKAK NO: 34 / 1 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENNÜFUS HİZMETLERİNİ GÜÇLENDİRME VAKFI (DTV)DEMETEVLER MAH. KERKÜK CAD. NO: 24 / A 06200 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEOSMANİYE VAKFISAKARYA MAH. İNCİ SOK. NO: 10 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞOSTİM EĞİTİM ARAŞTIRMA GELİŞTİRME KALKINMA VE DAYANIŞMA VAKFI (OSTİM)OSTİM 100. YIL BULVARI OFİM İŞ MERKEZİ 8. KAT NO: 99 / 10 06370 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEOTİZM VAKFIİNCEK 1262 SOKAK NO: 15 GÖLBAŞI /ANKARAANKARA / GÖLBAŞIÖMERHACILI KASABASI YARDIMLAŞMA DAYANIŞMA EĞİTİM KÜLTÜR VE TANITMA VAKFIİSKİTLER TURGUT ÖZAL BULVARI NO: 54 / 1-2 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞÖNDER İLİM KÜLTÜR VE SOSYAL HİZMET VAKFIİSTASYON MAHALLESİ ERKUT SOK NO: 2 / 15 SİNCAN /ANKARAANKARA / SİNCANÖRNEK MEDENİYET EĞİTİM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI VAKFI (ÖMEKAV)BEŞTEPE MERTEBE SOKAK NO: 11 / 5 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEPOLATLI EĞİTİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFIZAFER SAKARYA CAD. NO: 36 06900 POLATLI /ANKARAANKARA / POLATLIPOLATLI MAHMUD EFENDİ VAKFIŞEHİTLİK 13 EYLÜL CADDESİ,AKASYA APARTMANI NO: 67 / 2 POLATLI /ANKARAANKARA / POLATLIPROF. DR. SAADET ÜNERİ VAKFIEMNİYET MAHALLESİ DEGOL CADDESİ NO: 12 06100 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEREŞHA EĞİTİM KÜLTÜR VE SOSYAL DAYANIŞMA VAKFI (REŞHA VAKFI)SUSUZ MAHALLESİ DEMPA SANAYİ SİTESİ DEMPA CADDESİ NO: 19 06105 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLESAADET NARİN DİNİ ÖĞRETİME YARDIM VAKFIHACI BAYRAM MAHALLESİ HACI BAYRAM CADDESİ NO: 23 / B ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞSAĞLIK BİLİMLERİ YÜKSEK TEKNOLOJİ ARAŞTIRMA VAKFIYENİ BAYINDIR MAH. MAVİ GÖL CADDESİ NO: 5 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKSAĞLIK HİZMETLERİNİ GELİŞTİRME VAKFIYENİHİSAR MAH. ÜRÜN SOK NO: 18 / B 06100 POLATLI /ANKARAANKARA / POLATLISAİMEKADIN MERKEZ CAMİİ VAKFIŞAFAKTEPE MAMAK CADDESİ NO: 93 06340 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKSAMİ EFENDİ İLİM VE KÜLTÜR YARDIMLAŞMA VAKFIDEMET MAHALLESİ 357. CADDE 379.SOKAK NO: 20 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLESEHER EĞİTİM YARDIMLAŞMA DAYANIŞMA VE ARAŞTIRMA VAKFI (SEYDAV)ATATÜRK LALE NO: 5 / 65 06934 SİNCAN /ANKARAANKARA / SİNCANSİYASAL BİLGİLER MEZUNLARI YARDIMLAŞMA DAYANIŞMA VE ARAŞTIRMA VAKFI (SİYASALLILAR VAKFI)HACETTEPE MAH. FIRIN SOKAK NO: 5 / 5 06030 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞSULTAN MAHMUD VAKFIESERTEPE MAHALLESİ MUSTAFA ERCİYES CD.279.SK. NO: 30 / 1 06220 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENSÜLEYMANİYE KÜLTÜR SANAT EĞİTİM VE SAĞLIK VAKFIETLİK AYVALI AYVALI CAD. NO: 113 / C 06120 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENŞEFKATELİ EĞİTİM VE YARDIMLAŞMA VAKFIAYDINLIKEVLER MAH. ŞEHİT CEMALETTİN CAD. NO: 37 / 1 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTABABET VAKFIBEŞTEPE MAH. YAŞAM CAD. NO: 13 A / 30 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLETARIM İŞ SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI (TARIM İŞ)ZÜBEYDE HANIM SETLİ NO: 23 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTASAVVUF KÜLTÜRÜNÜ GELİŞTİRME SOSYAL YARDIMLAŞMA DAYANIŞMA EĞİTİM VE KALKINMA VAKFI (TASAVVUF KÜLTÜRÜ VAKFI) (TAKVA)AŞIK VEYSEL MAH BAĞLAR BAŞI CAD. ABİDİN PAŞA NO: 85 / 13 06620 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKTATARİLYAS YAYLA KÖYÜ YARDIMLAŞMA VAKFI (TİYAV)ETLİK AYVALICAD. NO: 56 / B KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENT.C.D.D.’Yİ GELİŞTİRME VE T.C.D.D. PERSONELİ DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA VAKFIÇANKIRI CADDESİ TAŞHAN NO: 9 / 37 06030 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTÜRK DÜNYASI EĞİTİM KÜLTÜR VE SAĞLIK VAKFIBAĞLICA MAH. GÜMÜŞHAN CAD. BAŞKENT KONAKLARI L VİLLA NO: 12 06790 ETİMESGUT /ANKARAANKARA / ETİMESGUTTÜRK DÜNYASINDA DEMOKRASİYİ GELİŞTİRME VAKFIYENİHİSAR ÜRÜN SOK NO: 18 / A POLATLI /ANKARAANKARA / POLATLITÜRK EĞİTİM DERNEĞİ ANKARA KOLEJİ VAKFI (TED)TAŞPINAR MAH. 2800.CAD NO: 5 06830 GÖLBAŞI /ANKARAANKARA / GÖLBAŞITÜRK GASTROENTEROLOJİ VAKFI (T.G.V.)BALKİRAZ GAZİLER SOKAK NO: 22 / 1 06620 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKTÜRK HAVA KURUMU HAVACILIK VAKFI (THK VAK)OPERA ATATÜRK BULVARI NO: 33 06100 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTÜRK JAPON SAĞLIK VAKFI (TÜJSAV)KIZILÇAŞAR MAH. İNCEK TEK YAPI YERLEŞKESİ 2670.CAD, İNCEK NO: 36 06830 GÖLBAŞI /ANKARAANKARA / GÖLBAŞITÜRKİYE EĞİTİM SAĞLIK BİLİM VE ARAŞTIRMA VAKFI (TEBA VAKFI)ANAFARTALAR TALATPAŞA BULVARI / BİGA SOKAK NO: 2 06050 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTÜRKİYE EKONOMİK VE KÜLTÜREL DAYANIŞMA VAKFI (TEK-DAV)SAKARYA BAŞŞEHİR SOKAK NO: 23 / 3 06340 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTÜRKİYE ESNAF VE SANATKARLAR KREDİ VE KEFALET KOOPERATİFLERİ VE ÜST BİRLİKLERİ ORTAK VE ÇALIŞANLARI SOSYAL YARDIMLAŞMA VE EMEKLİLİK VAKFI (TESKOMB V.)IŞIKLAR CADDESİ NO:14/3 ULUS ANKARA NO: 14 / 3 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTÜRKİYE GÜÇSÜZLER VE KİMSESİZLERE YARDIM VAKFITEPEBAŞI FATİH CAD. ÇAĞLA SOK. NO: 2 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENTÜRKİYE KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYON VAKFISAKARYA TALATPAŞA BULVARI NO: 113 / 52-53 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞTÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (TOBEV)TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ 2.BİNA SÖĞÜTÖZÜ CAD.NO 43 SÖĞÜTÖZÜ/ANKARA YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLETÜRKİYE RUH SAĞLIĞI VE TEDAVİ VAKFIESKİŞEHİR YOLU 25.KM BOTAŞ YANI BAŞKENT ÜN.TRST VAKFI PROF DR.EKREM PAKDEMİRLİ TESİS.YAPRACIK 06790 ETİMESGUT /ANKARAANKARA / ETİMESGUTTÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI İKTİSADİ VE SOSYAL ARAŞTIRMA VAKFI (TİSAV)SIHHIYE TOROS SOKAK NO: 11 / 17 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLETÜRKİYE YÜKSEK İHTİSAS HASTANESİ VAKFI (TİVAK)KARAKAYA MAHALLESİ BAĞLUM BULVARI NO: 2 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENULUSLARARASI MÜSLÜMAN TOPLULUKLARLA DAYANIŞMA VAKFISAKARYA MAHALLESİ EV KADINI SOKAK NO: 28 ALTINDAĞ /ANKARAANKARA / ALTINDAĞVAHDET EĞİTİM YARDIMLAŞMA VE DOSTLUK VAKFIKORKUT REİS MAHALLESİ CİHAN SOKAK NO: 33 / 8 ÇANKAYA /ANKARAANKARA / ALTINDAĞVASFİYE ÇELİK EĞİTİM VAKFIERYAMAN İREM KONUTLARI 1.TBMMM CAD.92 SK K BLOK 12 00000 ETİMESGUT /ANKARAANKARA / ETİMESGUTYAMANTÜRK VAKFIKARAOĞLAN MAHALLESİ ANKARA CADDESİ NO: 222 06830 GÖLBAŞI /ANKARAANKARA / GÖLBAŞIYAYGIN EĞİTİMİ GELİŞTİRME VAKFI (YAGEV)TEKNİKOKULLAR BOĞAZ İÇİ SOK. BAŞKENT ÖĞRETMENEVİ ALTI NO: 4 / A YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLEYOZGATLILAR BİRLİK VE DAYANIŞMA VAKFI (YOBİDAV)ŞEHİTLİK MAHALLESİ ŞAFAKTEPE PARKI İÇİ MAMAK CADDESİ NO: 61 / 1 – MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKZARA – BEYDAĞI EĞİTİM KÜLTÜR SAĞLIK SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA VAKFI (ZARA BEYDAĞI VAKFI)ÇİÇEKLİ MAHALLSİ BOZTEPE SOKAK NO: 30 / A 06290 KEÇİÖREN /ANKARAANKARA / KEÇİÖRENZİYA BABA KARAŞAR İNANÇ EĞİTİM HAYIR VAKFI (ZİYA BABA VAKFI)BAĞLARBAŞI CD. NO: 4 / 1 06100 MAMAK /ANKARAANKARA / MAMAKZÜBEYDE-EMİN BAYRAKTAR EĞİTİM KÜLTÜR SAĞLIK VE YARDIMLAŞMA VAKFIBEŞTEPELER NERGİZ SOKAK NO: 7 / 59 YENİMAHALLE /ANKARAANKARA / YENİMAHALLE
Ankara’da burs veren vakıflar dernekler yukarıda listelenmiştir. Bunun haricinde ikametiniz olan yer veya okuduğunuz yerde burs veren vakıflara da başvuru yapmanız burs alma ihtimalini de güçlendirecektir. Burs başvuru yaparken bunu dikkate almalısınız.
0 notes
cerenimo70 · 5 years
Text
Tumblr media
Sabiha…
Sıradışı bir kadındı.
1927 yılında Yüksek Mühendis Mektebi'ne, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi'ne girdi.
Mustafa Kemal'in talimatıyla tarihte ilk defa kız öğrenci kabul eden üniversitenin, tarihteki ilk kız öğrencisiydi.
Devrimci ruha sahipti.
Öncü karakterdi.
“Erkek işi” kabul edilen inşaat mühendisliğini tercih etti.
1933'te mezun oldu, Türkiye'nin ilk kadın inşaat mühendisi oldu.
Ankara'da görevlendirildi, bayındırlık başmühendisi oldu.
Terminolojiyi değiştirmişti, tarihimizdeki ilk “mühendis hanım”dı.
Mesela, odaya girip “mühendis bey nerede?” diye soranlara, “mühendis benim” diye cevap veriyor, şaşkınlıktan uzuuun bir sessizlik oluyordu, bu duruma çok gülüyordu.
Asla pozitif ayrımcılık talep etmedi, arazide çalıştı, kara kışta, kavurucu güneşte, dağ başındaki şantiyelerde, çadırlarda kaldı.
İmar İşleri Reisliği'ne atandı, okul, hastane, hükümet konağı, köprü yaptı, TBMM binasının inşaatında görev aldı.
Hayatının en önemli eseri için, 1944 yılında, 34 yaşındayken resmi teklif aldı.
Anıtkabir inşaatının başmühendisi oldu!
“Bir kadın olarak Mustafa Kemal Atatürk'e minnetimi gösterebilme imkanı yakaladığım için şanslıyım, mutluyum” dedi.
Bu milletin yetiştirdiği en büyük insanın ebedi istirahatgahı, bir kadına emanet edilmişti.
Türk kadını, eğitim ve fırsat eşitliği sağlayan Atatürk devrimleri sayesinde, sadece 15 yıl gibi kısacık sürede, erkeklerin önüne geçmeyi başarmıştı.
Anıtkabir inşaatında dokuz yıl çalıştı.
Her santimetrekaresini bizzat kontrol etti.
Atatürk toprağa verilirken, gözyaşlarıyla, oradaydı.
1963'te kendi isteğiyle emekli oldu.
İzmir'e yerleşti.
2003'te vefat etti.
Bayraklı Doğançay'a defnedildi.
Şehit çocukları konusunda çok hassastı.
Meslek hayatı boyunca elde ettiği tüm malvarlığını, özellikle şehit çocuklarına burs verilmesi kaydıyla, İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı'na ve Fevzi Akkaya Temel Eğitim Vakfı'na bağışladı.
Sabiha'nın…
Bir başka çok önemli ilk'i vardı.
Sporcuydu.
İTÜ'de öğrenciyken voleybola başlamıştı.
Üstün yetenekti.
Fenerbahçe'nin kadın voleybol takımına girmişti ama, kadınlar liginden vazgeçtik, başka kadın voleybol takımı bile yoktu, maç yapamıyorlardı.
Fenerbahçe'nin erkek voleybol takımının omurgası, İTÜ öğrencilerinden oluşuyordu.
Sabiha o kadar başarılıydı ki, okul arkadaşları olan Fenerbahçe erkek voleybol takımıyla birlikte idman yapıyordu.
Erkek takımının kaptanı Bedii Süheyl'di.
Fikir ondan çıktı.
“Sabiha'yı neden bizim takımda oynatmıyoruz?” dedi.
Fikret, İsmail Hakkı, Aziz, Yusuf, Fahri, tereddütsüz hepsi destekledi.
Yönetmeliğe baktılar…
“Erkek takımlarında kız oyuncu yeralamaz” diye bir ibare yoktu.
Yıl 1929'du…
Cumhuriyet sadece altı yaşındaydı.
Sadece altı yıl öncesine kadar, kadınlar neredeyse insan yerine bile konmadığı için, bir kadının bir erkek takımında yeralabileceği hayal bile edilemediği için, ihtimal dahilinde bile olmadığı için, böyle bir madde koymayı kimse düşünmemişti.
Sabiha formayı giydi, sahaya çıktı.
Üstelik, kaptanlık bandı Sabiha'nın kolundaydı.
Takım beş erkek ve bir kadından oluşuyordu, kaptan kadındı!
Görenler ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“Böyle oynayacağız” dediler.
İlk maç, rakip Beşiktaş'tı.
Onlar da üniversite öğrencilerinden oluşuyordu.
İtiraz etmediler, aksine, Sabiha'yı tebrik ettiler.
Sabiha'nın yeraldığı Fenerbahçe erkek voleybol takımı, 1929 yılı sezonunda hiç yenilmeden, İstanbul Şampiyonluğu'nu kazandı.
Şampiyon erkek takımı, kaptanı kadın…
Sadece Türkiye'de değil, dünyada ilk'ti.
Atatürk devrimlerinin eseri olan Sabiha, Türk kadınına voleybol sporunun kapılarını işte böyle açtı.
Sabiha'nın yolundan yürüyen Türk kadın voleybolu, tüm spor branşlarından ayrışarak, kadın-erkek fırsat eşitliğinin, kadın özgürlüğünün sembolü oldu.
Hem milli takım seviyesinde, hem kulüpler seviyesinde, dünya çapında başarılara imza attı.
Bugün, Avrupa Şampiyonası'nda yarı final için sahaya çıkıyorlar.
Eda, Meliha, Zehra, Cansu, Ebrar, Şeyma, Kübra, Meryem, Hande, Naz, Gözde, Fatma, Simge, Aylin, menajerimiz Pelin.
Şimdilik Yunanistan'ı Finlandiya'yı Fransa'yı Bulgaristan'ı Hırvatistan'ı Hollanda'yı yendiler ama, aslında…
Kadını yok saymaya çalışan yobaz zihniyetini, kadını evine hapsetmeye çalışan, malı, eşyası gibi gören feodal kafayı, özgür düşünen, özgür yaşayan kadına tahammül edemeyen maganda kültürünü, kadına yönelik şiddete karşı hâlâ utanmadan sus pus oturan biat toplumunu yeniyorlar.
Türkiye'den hemen hergün yabancı haber ajanslarına yansıyan ilkel, çağdışı, homongolos görüntülerine inat, Türkiye'nin pırıl pırıl yüzünü yansıtıyorlar, Türkiye'ye yönelik algıyı yeniyorlar.
(Söylemezsem çatlarım… Futboldan başka spor tanımayan, futboldan başka spora hayat hakkı tanımayan öküz basınımızı yeniyorlar.)
Değerli Eda…
Sevgili kaptanımız.
Senin şahsında, tüm arkadaşlarına yürekten teşekkür borçluyuz.
Gelişmiş ülkelerden her konuda nal toplayan Türkiye'nin mucizesi oldunuz.
Bugünkü skor şu olmuş bu olmuş, orası çok önemli değil…
Hepinizin varlığıyla onur duyuyoruz.
Yılmaz Özdil
7 notes · View notes
Ünlü Türk Endüstri Mühendisleri
Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere ünlü Türk endüstri mühendislerinden bahsedeceğim.Bunun için 6 isim seçtim.
Tumblr media
FUAT OKTAY
1964 yılında Yozgat'ın Çekerek ilçesinde doğdu. 1985 yılında, Çukurova Üniversitesi, İşletme Bölümü'nden mezun olduktan sonra üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştı ve 1990 yılında, ABD'de otomotiv sektörünün merkezi olan Detroit'teki Wayne State Üniversitesi'nde imalat mühendisliği ve işletme alanlarında yüksek lisans programlarını tamamladı.
Fuat Oktay hem kamu hem de özel sektör olmak üzere birçok şirkete danışmanlık hizmetlerinde bulundu ve bu şirketlerin bazılarında Genel Müdür, Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerine getirildi. Bunun yanı sıra 2000'li yılların başında Türkiye'de yaşanan ekonomik krizde işletmeler bazında kriz yönetimi alanında uzmanlaşmasının yanı sıra Beykent Üniversitesi'nde Dekan Yardımcılığı ve İşletme Bölüm Başkanlığı yapan Oktay, 2008-2012 yılları arasında Türk Hava Yolları (THY) Stratejik Planlama ve İş Geliştirme, Satış ve Pazarlama, Üretim Planlaması ve Bilgi Teknolojilerinden sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürüttü.
Tüm bunların yanı sıra Fuat Oktay THY Teknik A.Ş. bünyesinde bakım- onarım, tasarım ve imalat alanlarında çeşitli ortak girişim projesini hayata geçirerek Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda, Türk-İngiliz, Türk-Alman ve Türk- İspanyol İş Konseyleri Yürütme Kurulu üyeliklerinde de bulundu.
Doç. Dr. Fuat Oktay, 2 Ocak 2012 tarihinden 19 Haziran 2016 tarihine kadar T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı görevini yürüttü. Türk Hava Yolları Teknik A.Ş. yönetim kurulu üyeliği ve Türk Telekom A.Ş. yönetim kurulu başkan yardımcılığı görevlerini sürdürdü. Şuan yeni kabinede Başkan yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Bunun yanı sıra Oktay çok iyi derecede İngilizce biliyor ve 3 çocuk babasıdır.
Tumblr media
ALİ BABACAN
    1967 yılında Ankara'da doğdu. 1985'te Türk Eğitim Derneği Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi’ni birincilikle bitirdi.1989 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü'nden üniversite birincisi olarak 4.00 not ortalamasıyla mezun oldu.
 1990 yılında Fulbright bursunu kazanarak, Amerika Birleşik Devletleri Northwestern Üniversitesi Kellogg School'da İşletme dalında Yüksek Lisans (MBA) yaptı.Yüksek lisans çalışmalarında, Pazarlama, Organizasyon ve Uluslararası İş İdaresi dallarında uzmanlaştı.
 1992 - 1994 yılları arasında, ABD’de finans sektörünün üst düzey yöneticilerine danışmanlık yapan özel bir şirkette çalıştı.1994 - 2002 yılları arasında Ankara'da özel sektörde iş hayatını sürdürdü.
 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kurucu Üyesi olarak siyasete adım attı ve Parti’nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.3 Kasım 2002 Genel seçimlerinde 22. Dönem Milletvekili oldu. 58’inci ve 59’uncu T.C. Hükümetlerinde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini yürüttü.3 Kasım 2002 Genel seçimlerinde 22. Dönem Milletvekili oldu. 58’inci ve 59’uncu T.C. Hükümetlerinde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini yürüttü.
 3 Haziran 2005 tarihinde Devlet Bakanlığı görevinin yanısıra Avrupa Birliği ile müzakereleri yürütmek üzere Başmüzakereci olarak atandı.22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde 23. Dönem Ankara Milletvekili olarak yeniden seçildi.29 Ağustos 2007 tarihinde 60. T.C. Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı olarak atandı.Evli ve iki çocuk babasıdır.
Tumblr media
OSMAN AŞKIN BAK
 Osman Aşkın Bak, 11 Ekim 1966 tarihinde İstanbul'un Üsküdar semtinde doğdu. Aslen Rize Pazar Derinsu köyündendir. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi'nden mezun oldu. İngiltere'de Nottingham Üniversitesi'nde işletme yönetimi ve endüstri mühendisliği alanında yüksek lisans, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Endüstri Mühendisliği Programında doktora yaptı.
 Daha sonra özel sektörde üst düzey yönetici olarak çalışmaya başladı. Bunun yanında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Türk İran İş Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi olarak görev aldı.
 İstanbul Ticaret Odası meclis üyeliğine seçildi. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak dersler verdi. Bunun yanında Kasımpaşa Spor Kulübü genel sekreterliği, İstanbul Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu yönetim kurulu üyeliği, TFF Genel Kurul delegeliği, Profesyonel Kurul ve Dış İlişkiler Kurulu üyeliği, İstanbul Büyükşehir Belediyespor Kulübü genel sekreterliği, Türkiye Güreş Federasyonu Başkanlığı yaptı..
 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimde İstanbul 2. bölgeden milletvekili seçildi.
 24. dönemde NATO Parlamenter Asamblesi Sonbahar Genel Kurulu sırasında Bilim ve Teknoloji Komitesi Enerji ve Çevre Güvenliği Alt Komite Raportörlüğü’ne getirildi. TBMM Dışişleri Komisyonu sözcüsü ve NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu üyesidir.Çok iyi derecede İngilizce, orta derecede Almanca-Farsça bilen Osman Aşkın Bak, evli ve dört çocuk babasıdır. Öte yandan Bak'ın çok sayıda makale ve bilimsel yayını bulunmaktadır.
Tumblr media
 AGAH UĞUR
 Agah Uğur, 1957 yılında İstanbul’da doğdu.İngiliz Erkek Lisesi (High School) ve İngiltere’de Birmingham Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun oldu.
 Uluslararası denetim ve danışmanlık firması Touche Ross’un (şimdiki adıyla Deloitte) Birmingham, Londra ve Jersey ofislerinde beş yıl çalıştı. İngiltere’de “Institute of Chartered Accountants” sınavlarını geçerek Chartered Accountant unvanını aldı.
 Daha sonra Türkiye’ye dönerek Arthur Andersen’de iki yıl görev yaptı.1987-1989 yılları arasında 18 ay Emlak Bankası Mali İşler Grup Müdürü olarak çalıştı.
 1989 Mayıs ayından beri Borusan Holding’de görev yapmaktadır.Öncelikle Grup finansmanından sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu, daha sonra mali planlama, insan kaynakları ve idari koordinasyon konularından da sorumlu oldu.
 1995 yılında Borusan Holding Genel Müdürlüğü görevini üstlendi. 2001 yılından beri de Borusan Grubu’nun CEO’sudur.Özellikle videoart, fotoğraf ve yeni medya sanatına yoğun ilgi göstermektedir.
 Geçmişten bugüne kadar birçok sivil toplum kuruluşunun yönetim kurulunda yer almıştır.Tusiad, Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Türkiye Bilişim Vakfı, Özel Sektör Gönüllüler Derneği,  Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği, Sabancı Üniversitesi Rekabet Forumu geçmişten bugüne yönetim kurulunda yer aldığı kuruluşlardan bazılarıdır.
 Halen Tusiad Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı üyesi, DEİK Türk Amerikan İş Konseyi Yürütme Kurulu üyesi, 2015 B20 Business Leaders Forum Danışma Kurulu üyesi,  Harvard University Kennedy School Dekanlık Konseyi ve Columbia University Istanbul Global Center Danışma Kurulu üyesidir.Evli ve iki kız çocuk babasıdır.
Tumblr media
HAFİZE GAYE ERKAN
 Hafize Gaye Erkan 1982 yılında dünyaya gelmiştir. Üniversite sınavında Türkiye genelinde 26.olarak Boğaziçi Üniversitesi Endüstrisi Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Hafize Gaye Erkan, okuduğu okulu oldukça yüksek bir puanla bitirmiş ve Dünya'nın en iyi üniversiteleri arasında sayılan 9 üniversiten burs teklifi almıştır. 
 Kendisine gelen teklifler arasında Princeton Üniversitesi'ni tercih eden Hafize Gaye Erkan, "Onursal doktora" bursu karşılığında bir ev, ayda 3 bin 200 dolar cep harçlığı ve ABD Ulusal Bilim Vakfı araştırmaları için sınırsız bütçe hakkının da sahibi oldu. 
 ABD'deki başarıları sonucu Türkiye'yi de fazlasıyla gururlandıran bir isim haline gelen Hafize Gaye Erkan, Goldman Sachsaralarında olmak üzere bir çok finans deviyle çalıştı. 1985 yılında kurulmuş olan First Republic Bank ile çalışmaya başlayan Hafize Gaye Erkan, Kıdemli Başkan Yardımcılığı görevinin yanı sıra Yatırım Bölümü Başkanı ve Risk Yönetimi Eş Başkanı unvanlarının da sahibi oldu. 
 Göstermiş olduğu üstün başarılar sonucu Hafize Gaye Erkan'a çalıştığı First Republic Bank tarafından "Başkanlık" görevi verildi ve bu başarısı Dünya çapında konuşuldu. 
Tumblr media
SÜREYYA CİLİV
 Süreyya Ciliv, 1958 de Zonguldak’da dünyaya geldi. Ankara Fen Lisesi’ni bitirdi. TÜBİTAK‘ın düzenlediği Matematik Yarışması’nda 1973’te Türkiye 3.sü oldu. Üniversite hayatına Almanya’dan burs kazandığı halde gitmedi ve Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde başladı. 1976 yılında öğrenci olayları yüzünden kesintiye uğrayan tahsili için bu sefer yine burslu olarak ,1977’de 19 yaşında eğitimini sürdürmek için ABD’ye gitti. Universty Of Michigan’da, endüstri mühendisliği ile birlikte bilgisayar mühendisliği eğitimi aldı. 3.5 yılda, Universty of Michigan’dan iki diploma ile mezun oldu. 1981 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra, Harvard Business School’da iki yıl iş idaresi yüksek lisansı eğitimi alarak 1983 yılında mezun oldu.
 Süreyya Ciliv, Mezuniyet sonrası 4.5 sene Metagraphics’de çalıştı. Buradan ayrıldıktan 8 ay sonra, Metagraphics’in en büyük ortağı oldu. 1987 yılında ABD’li bir arkadaşı ile Novasoft’u kurdu. Daha sonra Novasoft’u satıp 1997’de Microsoft Türkiye genel müdürü oldu. 2000 yılında tekrar Seattle’a dönüp Microsoft, beyin takımında yer aldı. 2007 yılına kadar Microsoft Global Satış, Pazarlama ve Servisler Grubu’nda üst düzey yönetici olarak çeşitli görevler üstlendi. Ve oradan 9 Ocak 2007’de Türkiye’nin en önemli şirketi Turkcell’in CEO’su görevine başladı.
 Süreyya Ciliv, çok uluslu, hızla büyüyen ve yüksek teknoloji şirketlerinde Genel Müdürlük yapmış olup, pazarlama ve satış alanlarında derin deneyime sahiptir.Turkcell’den ayrıldıktan sonra System Capital isimli şirketini kurdu.Süreyya Ciliv Evli ve iki çocuk babasıdır.
2 notes · View notes
kamuweb · 3 years
Photo
Tumblr media
Tenisteki başarı burs getirdi Ankara'da Mehmet Murtaza (10) ve Ahmet Bera Kundakçı (12) kardeşler, teniste elde ettikleri birçok başarı sayesinde eğitim bursu kazandı. Kundakçı kardeşler 5 yıl önce Zonguldak'ta babaları beden eğitimi öğretmeni ve tenis antrenörü Mustafa Kundakçı öncülüğünde tenise başladı. Daha sonra Ankara'ya taşınan Kundakçı kardeşler, kısa sürede kendilerini geliştirerek, katıldıklar... Devamı ve Detaylar için https://www.kamuweb.com/egitim/tenisteki-basari-burs-getirdi.html
0 notes
bobofaegean · 4 years
Photo
Tumblr media
1930 yılında Karaman'ın Uğurlu köyünde bir kız çocuğu dünyaya geldi. Adını Ayşe koydular. Ayşe 15 yaşına kadar köyde eğitim aldı. Sonra Köy Enstitüsüne gitmek istedi. Köy Enstitüsü İvriz'deydi. Bir çıkı hazırladılar Ayşe'ye İçine çökelek, pekmez, yufka koydular. 4 Temmuz 1945'de yürüyerek yola çıktılar eniştesiyle. İki geceyi dağda geçirdiler. Karaman'a vardılar, oradan kağnı ile Ereğli'ye Oradan İvriz'e. Ayşe öylesine okuma heveslisiydi ki. 1950 yılında İvriz köy Enstitüsünü Birincilikle bitirdi. Ardından Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu kazandı. Onu da birincilikle bitirdi. Ankara Valisi Kemal Aygün Ayşe'yi takip ediyordu. Gel danışmanım ol dedi, Ama o Köylere gidip çocukları yetiştirmem gerek’ Deyip öğretmenliği seçti. Trabzon-Vakfıkebir ilçesi Beşikdüzü’nde öğretmenliğe başladı. Yetmiyordu, daha çok şey yapmalıydı çocuklar için. Burs bularak ABD’ye gitti... Wisconsin Üniversitesi’nde doktora yaptı. Okulda hoca ol dediler Ama o Ülkemdeki çocuklara bakmam gerek’ dedi, Ankara’ya döndü. Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Yüksek Okulu’na bağlı Beslenme Bölümü’nde ders vermeye başladı. Yetmedi, Kişisel çabalarla Ankara Üniversitesi Ev Ekonomisi Yüksek Okulu’nu kurdu. Burada bir laboratuvar açtı. Laboratuvarda besin üzerine çalışmalar yaptı. Köydeki çocukların hastalıklarına çare olmak için kimyasallar hazırladı. Köydeki salgınlara karşı ishali engelleyen bir ilaç geliştirdi. Türkiye’nin her köyüne ilaç yolladı. Ve tüm bunları parasız yaptı. Bir vakıf kurdu; Beslenme Eğitimi ve Araştırma Vakfı Besvak. Burada burs beslenme uzmanları yetiştirdi, kurslar verdi. Yetmedi, Vakıf bünyesinde çocuklara burs sağladı ve okuttu. Bilhassa kız çocuklarını, Yani, kendi gibi köylü kız çocuklarını… Prof. Dr. Ayşe Baysal 2016 yılında 86 yaşında Ankara'da Vefat etti Köy Enstitülerinin neden gerekli olduğunun En CANLI örneklerinden birisidir Ayşe Baysal. Nurlar içinde uyusun... Alıntı.. Haluk İlhan https://www.instagram.com/p/CH0XwnQg2tf/?igshid=2ln1476pd1ym
0 notes
yusufserkan · 4 years
Text
Sağlık ve sosyal yardım konusunda izlediğimiz amaç şudur: Ulusumuzun sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölüm oranının azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal ve bulaşıcı hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya yetenekli bir halde sağlığına kavuşturulması” (Atatürk, 1 Mart 1922)
Koronavirüs pandemisi, aynı zamanda ülkelerin sağlık politikalarını da test ediyor. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca'ya göre Türkiye koronavirüs mücadelesinde birçok ülkeden çok daha iyi durumda… Gerçekten de bu pandemiye karşı -üstelik geç kalmış, yanlış ve eksik siyasi kararlara rağmen- tüm doktorlarımızın ve sağlık personelimizin canla başla mücadele ettikleri görülüyor.
Gerçek şu ki, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün “sağlık devrimi”, 90 yıllık “sağlık birikimi” ve “fedakâr sağlık personeli” sayesinde her türlü salgınla mücadele edecek güçtedir.
Sağlık Bakanlığı binası (1933)
OSMANLI'DAN KALAN MİRAS
Türkiye'de modern tıbbın temelleri 19. yüzyılda “Mektebi Tıbbiye”nin kuruluşuyla atıldı. 1871'de taşraya “Memleket Tabibi” adıyla hekimler atandı.
Avrupa ülkeleri Osmanlı limanlarına gelen gemilerini salgın hastalıklardan korumak için 1839'da Osmanlı'da bir karantina örgütü kurdurlar. 2 Türk üyeye karşılık 14 yabancı üyeden oluşan bu karantina örgütü Lozan Antlaşması'nın 114. maddesiyle kaldırıldı.
1880'lerde salgın hastalıklara karşı aşı üretmek amacıyla İstanbul'da bazı bakteriyoloji kurumları kuruldu ve aşı üretildi.
Bağnazlık yüzünden, Osmanlı'da kadınların erkek doktora muayene olması çok zordu. Kadın doktorun olmadığı bir toplumda böyle bir zorluk, kadınların ölüme mahkûm olması demekti. Örneğin 1921'de TBMM'de verilen bir kanun teklifinde frengiye karşı kadınların ve genç kızların da muayene edilmeleri istenince Yozgat milletvekili Hulusi Efendi “kadınların muayene edilmesi şeriata uygun değildir” diyerek bir tartışma başlattı. Kadıların erkek doktora muayene edilmesine karşı meclisten itirazlar yükseldi.
20. yüzyılın başlarında Osmanlı'da sağlık işlerini Dâhiliye Nazırlığı'na bağlı “Sıhhiye Umum Müdürlüğü” yürüttü.
Milli Mücadele günlerinde tifo, tifüs, kolera, trahom, verem, sıtma, çiçek, frengi gibi salgınlar Anadolu'da çok yaygındı. Hastaların çoğu doktorsuzluk, ilaçsızlık ve hastanesizlik nedeniyle yaşamını kaybediyordu.
Atatürk, Milli Mücadele'nin daha başlarında bir sağlık cephesi oluşturdu.
TBMM'nin açılmasından sadece 10 gün sonra, 2 Mayıs 1920'de çıkarılan 3 numaralı kanunla tarihimizdeki ilk sağlık bakanlığı, “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı” kuruldu. Böylece düzenli ordu kurulmadan önce sağlık bakanlığı kurulmuş oldu. Bakanlığın başına sırayla Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam, Dr. Rıza Nur, Dr. Refik Saydam, Dr. Mazhar Germen, Dr. Refik Saydam getirilecekti.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, ilk olarak “Türkiye'nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası” adıyla bir dizi araştırma başlattı. Ankara Hükümeti, Osmanlı'dan kalan sağlık mirasını (hastane, doktor, hemşire, eczane vb.) görmek istiyordu. Bu çalışma sonunda 1922-1938 arasında 19 tane “Sıhhi İçtimai Coğrafya” kitabı basıldı.
Milli Mücadele yıllarında Dr. Refik Saydam
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Milli Mücadele yıllarında savaştan etkilenen yaklaşık 100 bin kişiyi, daha güvenli bölgelere gönderdi. Bu kişilere yemeklik ve tohumluk verdi, vergi muafiyeti sağladı.
Atatürk'ün 1 Mart 1923'te meclisi açış konuşmasında verdiği bilgiye göre o zor Milli Mücadele yıllarında alınan koruyucu önlemlerle çiçek ve tifüs hastalıklarının önüne geçildi. 1920'de Türkiye'de yerli aşı üretimine başlandı. Sivas Aşı Kurumu kuruldu. 1921'de 3 milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Aşı Kurumu'nda 1922'de 5 milyon kişilik çiçek aşısı, 537 kilogram kolera aşısı, 477 kilogram tifo aşısı üretilip halka uygulandı. İstanbul, Sivas ve Diyarbakır'da bakteriyoloji, kimya laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden oluşan hıfzıssıhha kurumları kuruldu. Sıtmanın en etkili ilacı olan ve İstanbul Kimyahanesinde üretilen 1000 kilo devlet kinini Ziraat Bankası eliyle bütün bölgelere dağıtıldı. 1922'de hastanelerde 20 bin hasta tedavi edildi. 30 bin hasta da laboratuvarlarda muayene edildi.
Milli Mücadele yıllarında Urla ve Sinop'ta kuduz tedavi merkezi ve karantina merkezi, İstanbul, Sivas ve Diyarbakır'da aşıhane ve bakteriyoloji laboratuvarları, Eskişehir ve Niğde'de tıbbi malzeme merkezleri açıldı.
1923-1938 arasındaki sağlık devrimi toplam 49 yasa, 2 kararname, 12 tüzük ve 21 yönetmelikle hayata geçirildi.
Türkiye'de cumhuriyetin ilanıyla “halkçı” bir düzen kuruldu. Atatürk, “Üreten köylü milletin efendisidir” diyerek bu cumhuriyeti kurdu. Cumhuriyet kurulurken nüfusun yüzde 85'i köylerde yaşıyordu. Köylülerin büyük bir çoğunluğu hastaydı.
18 Mart 1924'te 442 sayılı “Köy Kanunu” kabul edildi. Bu kanunun tam 23 maddesi doğrudan ve dolaylı olarak sağlıkla ilgiliydi. “Köy Kanunu'na göre; köylerde “Köy Sağlık Korucusu” bulundurulacaktı. “Seyyar Tabiplik” uygulaması başlatıldı. Yolu izi olmayan köylere at, eşek, katır sırtında seyyar tabipler gönderildi. Köylerde yapılan muayeneler ve hastalara verilen ilaçlar ücretsizdi.
1923'te cumhuriyet ilan edilirken tüm Türkiye'de sadece 86 hastane ve 344 doktor bulunuyordu. Eczane sayısı da çok azdı. Öyle ki 1925'te başkent Ankara'da sadece 5 eczane vardı. Türkiye'nin 1927'deki toplam nüfusunun 13 milyon 648 bin 270 olduğu düşünülürse bu rakamların ne kadar yetersiz olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.
1923'te 369 sayılı kanunla doktorlara mecburi hizmet zorunluluğu getirildi. Bu kanunla doktoru olmayan ilçelere “hükümet tabibi” gönderildi. Yavaş yavaş doktor sayısı artmaya başladı. Doktor sayısı 1925'te 725'e, 1930'da 1182'ye, 1935'te 1625'e çıktı. Aynı şekilde hastane sayısı da arttırıldı. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 1923'te 6437 yatakla hizmet veren 86 hastaneye sahipken, 1930'da 11398 yatakla hizmet veren 182 hastaneye sahipti.
Ankara, İstanbul, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır'da 5 “Numune Hastanesi” kuruldu. Elazığ ve Manisa'da 2 “Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi” açıldı. Ankara, Konya, Balıkesir, Adana, Çorum, Malatya, Erzurum ve Kars'ta 8 “Doğum ve Çocuk Bakımevi” açıldı. 1926'da il merkezlerinde acil müdahale için 5 yataklı “Cankurtaranalar” hizmete girdi.
1933'teki üniversite reformu sırasında Tıbbiye Mektebi, “Tıp Fakültesi”ne dönüştürüldü. Dr. Refik Saydam, İÜ Tıp Fakültesi, Haydarpaşa Askeri Hastanesi, İstanbul Yüksek Dişçilik ve Eczacılık Mektebi'ndeki tıp öğrenimini yeniden yapılandırdı. İÜ Tıp Fakültesi'nin birçok enstitüsünde Hitler baskısından kaçan Alman ve Avusturyalı 76 sürgün bilim insanına görev verildi. Burada okuyan yoksul öğrenciler için İstanbul'da parasız-yatılı 300 yataklı bir “Tıp Talebe Yurdu” açıldı. İÜ Tıp Fakültesi'nin hem eğitim kalitesi hem öğrenci olanakları arttırıldı; tıp öğrencilerine yurt ve burs imkânı sağlandı. 1932'den itibaren yalnızca tıp yurtlarında parasız-yatılı kalan öğrencilere zorunlu hizmet uygulanmaya başlandı.
1924'ten başlanarak hastanesi bulunmayan birçok il ve ilçede “Muayene ve Tedavi Evi” adlı dispanserler kuruldu. Burada hastalar ücretsiz muayene edildi. Yoksul hastalara ilaçları parasız verildi. 1922'de tüm Türkiye'de sadece 22 dispanser ve buralarda 189 yatak varken bu sayı 1932'de 339 dispansere ve 1318 yatağa çıktı. Bizzat Atatürk'ün girişimleriyle 1930'da Ankara'da “Etimesgut Toplumsal Sağlık Numune Dispanseri” kuruldu.
1925'te Kızılay Hemşirelik Okulu açıldı. 1925'te İzmir'de engelliler için 100 yataklı bir engelli okulu açıldı.“Ettibba (Tabip) Odaları” kuruldu.
Sıtma savaşı için Adana'da “Sıtma Enstitüsü” kuruldu.
1923-1948 arasında halkı, sağlık konusunda bilgilendirmek için 700 bin afiş, 5 milyon broşür, 146 bin kitap ve dergi dağıtıldı. Halk sağlığı konusunda özellikle Anadolu'da halka çok sayıda film gösterildi.
1 Eylül 1925'te Ankara'da Birinci Ulusal Tıp Kongresi toplandı. Burada ülkenin sağlık sorunları tartışılıp çözüm önerileri ortaya konuldu.
1928'de 1267 sayılı kanunla Ankara'da “Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi” yani “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” kuruldu. Burada 1931'e kadar kimya ve bakteriyoloji, 1931'de de serum bölümü faaliyete geçti. Buradaki “Aşı ve Serum Üretim Birimi”nde birçok hastalığa karşı aşı ve serum üretildi. Öyle ki 1938'de Çin'de başlayan kolera salgınına karşı Çin'e aşı gönderildi.
24 Nisan 1930'da 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” çıkarıldı. Sağlığın anayasası durumundaki bu kanunla halk sağlığı devlet güvencesi altına alındı.
1936'da “Hıfzıssıhha Okulu” kuruldu. Uzun yıllar boyunca her düzeyde sağlık personeli yetiştirildi.
Erken cumhuriyet döneminde koruyucu hekimlere yüksek maaş verildi. Şöyle ki bir sıtma savaşı hekiminin maaşı validen fazla, trahom savaşı teşkilatı başkanının maaşı ise milletvekili maaşının üç katıydı.
Cumhuriyetin sağlık devriminin en önemli ayağı salgın hastalıklarla mücadeledir. Sıtma savaşı için Adana'da “Sıtma Enstitüsü” kuruldu. Yurdun değişik yerlerinde 11 sıtma dispanseri kuruldu. Halk bilgilendirildi. Bataklıklar kurutuldu. Halka kilolarca bedava kinin dağıtıldı.1925-1936 arasında 15 milyondan fazla sıtmalı muayene edildi, 4 milyona yakın sıtmalı tedavi edildi.
Frenginin yaygın olarak görüldüğü Sivas, Bursa, Zonguldak, Bayburt, İnebolu, Bartın, Ordu ve Tokat illerinde Frengi Mücadele Merkezleri kuruldu. Ayrıya koruyucu önlemler alındı. 1926-1934 arasında frengi şüphesiyle muayene edilen 1 milyon 109 bin 866 kişiden 1 milyon 47 bin 683 kişi tedavi edildi.
Ankara, İstanbul, Bursa, Trabzon, Eskişehir, Adapazarı, Adana ve Rize'de “Verem Savaş Dispanseri” kuruldu. 1924'te Heybeliada'da bir “Verem Sanatoryumu” açıldı. 1927'de ilk BCG aşısı uygulandı.
Adıyaman, Adana, Gaziantep, Malatya, Urfa, Maraş ve Siverek'te trahom hastaneleri ve trahom dispanserleri kuruldu. 1925-1936 arasında yurt genelinde 12 trahom hastanesi, 14 trahom dispanseri açıldı. 1931'de yurt genelinde 40 bin trahomlu tedavi edildi. 1930'da Gaziantep'te “Trahom Mücadele Reisliği” kuruldu. Trahomlular için ülke genelinde 25 trahomlu okulu açıldı.
Sivas, Erzurum, Diyarbakır'da 3 yeni Kuduz Tedavi Hastanesi açıldı.
Rize ve civarında ortaya çıkan ankilostomiasis hastalığı ile mücadele edildi. 1930-1933 arasında bölgeye gönderilen doktorlar yaklaşık 45 bin hastaya bakıp tedavi etti.
Salgın hastalıkların zararlarını halka gösterebilmek için “Sağlık Müzeleri” kuruldu.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı dışında Hilali Ahmer Cemiyeti (Kızılay), Himayei Etfal Cemiyeti ve Halkevleri de halk sağlıyla ilgili çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar özellikle anne ve çocuk sağlığı konusunda yoğunlaştı. Çocuk ölüm oranları ciddi oranda azaldı.
Cumhuriyet unutulan sağlık devrimiyle her şeyden öce halkı sağlığına kavuşturdu. Cumhuriyetin salgın hastalıklarla mücadeledeki başarısı dünya ölçeğinde bir başarıdır. O yokluk ve yoksulluk yıllarında çok sayıdaki salgın hastalığı yenmeyi başaran cumhuriyet doktorları bugün de korona virüs pandemisini yenmeyi başaracaktır.
0 notes
otabokasikilanadam · 4 years
Text
Ankara'da Burs Veren Kurumlar
Ankara’da Burs Veren Kurumlar
2020 2021 Ankara’da burs veren kurumların listesini vereceğimiz bu yazıda Ankara’da ve ilçelerinde yer alan burs veren vakıflara ve kurumlara değineceğiz.
Öncelikle Ankara’da burs veren yerlere geçmeden önce Burslar ile ilgili sık sorulan sorulara, bursiyer kriterlerine, başvuru şartlarına, burs başvurusunda istenilen belgeler gibi önemli noktalara da değineceğiz.
VGM burs başvurusu…
View On WordPress
0 notes
Text
Çişli Koltuk Yıkama Yöntemi
Çişli koltuk yıkama yöntemi şu sıralar çocukların çok olduğu evlerde yapılan bir koltuk yıkama yöntemidir. Çok cocuklu aileler özelleklede küçük yaşta çocuğu bulunan aileler evdeki koltuklarınının üzerine her ne kadar kılıf ta geçirseler sonuçta o kılıf üzerinden sızan çiş koltuk kumaşınla leke yapmakta ve kalıcı bur kötü görünüme neden olmaktadır.Çişli koltuk yıkama yöntemi ilk önce sırasıyla koltuk üzerindeki kılıf sökülüp çamaşır makinasına atılır. Koltuk yıkama işlemine geçmeden önce koltuk üzeri elektrikli süpürge ile süpürülür. www.koltukyikama.info Ankara'da 30 yıldır görmediği babasıyla buluşan bir kişi, çıkan kavganın ardından babasını darp ederek sokak ortasında öldürdü. Olay, saat 01.00 sıralarında Keçiören'de meydana geldi. Edinilen bilgilere göre; 30 yıl önce ailesini terk ederek Antalya'ya yerleşen Hüseyin Ö. (64), evlilik arifesindeki oğlu Özgür Ö.(35)'yü görmek için Ankara'ya geldi. Uzun yıllar boyunca karşılaşmamış olan baba ve oğlu, 06 AU 7335 plakalı otomobille geldikleri Yozgat Bulvarı üzerindeki bir noktada alkol alarak konuşmaya başladı. Otomobil içinde bir süre konuşan ikili İstanbul koltuk yıkama daha sonra tartışmaya başladı. Tartışmanın şiddetlenmesi üzerine ikili otomobilden inerek yol kenarında kavga etmeye başladı. Bir süre oğluyla kavga eden Hüseyin Ö., aldığı darbelerin etkisiyle kanlar içinde yerde kaldı. Babasının hareketsiz bir şeklide yattığını gören Özgür Ö., durumu sağlık ekiplerine bildirdi.  İhbar üzerine olay yerinde çok sayıda polis ve sağlık ekibi geldi. Sağlık ekiplerinin yaptığı ilk incelemelerin ardından Hüseyin Ö.'nün hayatını kaybettiği belirlendi. Özgür Ö., polis ekipleri tarafından gözaltına aldı. Olay Yeri İnceleme ve Cinayet Büro ekipleri, bölgede delilleri topladı. Olaydan haberdar olarak gelen Hüseyin Ö.'nün yakınları, sinir krizleri geçirdi. Yapılan incelemelerin ardından cenaze otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. http://www.koltukyikama.info
0 notes
bobofaegean · 4 years
Photo
Tumblr media
1930 yılında,Karaman'ın,Uğurlu köyünde Bir kız çocuğu dünyaya geldi. Adını Ayşe koydular. Ayşe 15 yaşına kadar köyde eğitim aldı. Sonra Köy Enstitüsüne gitmek istedi. Köy Enstitüsü İvriz'deydi. Bir çıkı hazırladılar Ayşe'ye.. İçine çökelek, pekmez, yufka koydular. 4 Temmuz 1945'de yürüyerek yola çıktılar eniştesiyle. İki geceyi dağda geçirdiler. Karaman'a vardılar, oradan kağnı ile Ereğli'ye. Oradan İvriz'e. Ayşe öylesine okuma heveslisiydi ki.1950 yılında İvriz köy Enstitüsünü,Birincilikle bitirdi. Ardından Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu kazandı. Onu da birincilikle bitirdi. Ankara Valisi Kemal Aygün Ayşe'yi takip ediyordu. Gel danışmanım ol dedi, Ama o "Köylere gidip çocukları yetiştirmem gerek" deyip öğretmenliği seçti. Trabzon-Vakfıkebir ilçesi Beşikdüzü’nde öğretmenliğe başladı. Yetmiyordu, daha çok şey yapmalıydı çocuklar için. Burs bularak ABD’ye gitti. Wisconsin Üniversitesi’nde doktora yaptı. Okulda hoca ol dediler. Ama o 'Ülkemdeki çocuklara bakmam gerek’ dedi, Ankara’ya döndü. Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Yüksek Okulu’na bağlı Beslenme Bölümü’nde ders vermeye başladı.Yetmedi. Kişisel çabalarla Ankara Üniversitesi Ev Ekonomisi Yüksek Okulu’nu kurdu. Burada bir laboratuvar açtı. Köydeki çocukların hastalıklarına çare olmak için kimyasallar hazırladı. Köydeki salgınlara karşı ishali engelleyen bir ilaç geliştirdi. Türkiye’nin her köyüne ilaç yolladı. Ve tüm bunları parasız yaptı. Bir vakıf kurdu; Beslenme Eğitimi ve Araştırma Vakfı BESVAK. Burada burs beslenme uzmanları yetiştirdi, kurslar verdi. Yetmedi.Vakıf bünyesinde çocuklara burs sağladı ve okuttu. Bilhassa kız çocuklarını, Yani, kendi gibi köylü kız çocuklarını… Prof. Dr. Ayşe Baysal 2016 yılında 86 yaşında Ankara'da Vefat etti. Köy Enstitülerinin neden gerekli olduğunun En CANLI örneklerinden birisidir Prof. Dr Ayşe BAYSAL ("Mercimek teyze" olarakta biliniyordu.) https://www.instagram.com/p/CEJU5L0AQI5/?igshid=6lx2wd7zifkm
0 notes