Tumgik
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Senin annen bir melekti yavrum
“BEDENİME SAHİP OLABİLİRSİN AMA RUHUMA ASLA!”
Mehtap Doğan / 29 Kasım 2011
Türk Sineması’nda kadınlar, 1960’lı yıllara kadar “faziletli anne” ve “dokunulmamış sevgili” olarak idealize edildiler. 1980’lerden sonra, gerek televizyonun, gerekse toplumsal değişimin etkisiyle film yıldızları birer birer soyunmaya başladılar. Kimi güzel olduğu kadar küstahtı, kimi melek bir anne. Ya sevdikleri adamla ayrı dünyaların insanıydılar, ayrıldılar ya da evlenip pembe panjurlu evlerine kavuştular. Parayla satın alındılar, tertemiz hislerle oynadılar, şerefleri için yaşayıp, namusları için öldüler, saadet dolu yuvalara kara gölge düşürdüler…
Türk sinemasında kadınlar, 1960’lı yıllara kadar melodram kalıpları içinde “faziletli anne” ve “dokunulmamış sevgili” olarak idealize edildiler. Filmlerdeki diğer kadın karakterse genellikle kötü, seksi, erkeksi ya da histerikti. 1980’lerden sonra, gerek televizyonun etkisine, gerekse toplumsal değişimlere paralel olarak Türk sinemasının starları bir bir soyunmaya başladılar. İyi ve kötü kadınların ayrı ayrı temsil edildiği filmlerin yeriniyse her ikisinin özelliklerini belirli ölçülerde taşıyan tek kadınlı filmler aldı.
Türk Sineması tarihinde ilk konulu film 1917’de Sedat Simavi tarafından çekildi. Eliza Binemeciyan, Nurettin Şefkati ve Raşit Rıza’nın rol aldığı Pençe isimli film, şehvet düşkünü, histerik bir kadınla ilişki kuran Pertev’le, “evli bir kadın uğruna yuvasını unutan” Vasfi’nin öyküsünü anlatıyordu. Film gösterime girdikten sonra Muhsin Ertuğrul tarafından ağır bir dille eleştirildi. “Seyri sadece Türkleri değil, herkesi utandıran eser”, böylece eleştirisi yapılan ilk Türk filmi unvanını da kazanmış oldu.
Türk sinema tarihinde sansüre uğrayan ilk filmse Mürebbiye oldu. Sevgilisini başka bir erkekle aldatan ve çalıştığı konaktaki herkesi baştan çıkartan Anjel’in öyküsünü konu alan film, İşgal Kuvvetleri Kumandanı Franchet d’Esperey tarafından yasaklandı. Komutan Franchet’in yasaklama gerekçesiyse “bir Fransız kadınının yosma olarak gösterilmesi”ydi (1919).
1922-1939 yılları arasında Türkiye’de film yapan tek isim Muhsin Ertuğrul’du. Sinema ve tiyatro yönetmeni Ertuğrul, erotik filmler çekmese de filmlerinde cinselliğe yer verdi. Yönetmen, o dönemlerde çektiği filmlerde ana karakter olarak ya zevk düşkünü, yuva yıkan, sömüren, vamp hayat kadınlarını ya da metres hayatı yaşayan, para yiyen sosyetik kadınları kullandı. 
Mayolu kızların ritmik bacak hareketleriyle açılan Karım Beni Aldatırsa sinema gişeleri önünde uzun kuyruklar oluşmasına sebep olsa da erotizm Muhsin Ertuğrul sinemasına Cahide Sonku’nun oynadığı Şehvet Kurbanı ile girdi. Ancak bu, yönetmenden değil Türk sinemasının ilk erotik simgesi Cahide Sonku’nun çekiciliğinden kaynaklanıyordu.
Asıl erotik patlama ise 1960-68 yılları arasında yaşandı. Metin Erksan’ın Susuz Yaz, Suçlular Aramızda, Kuyu gibi filmleri döneme damgasını vurdu. Köy gerçeklerinin yanı sıra cinsel bir tutkunun da altını çizen Erksan’ın Susuz Yazı’nda Hülya Koçyiğit ve Erol Taş başarılı bir oyunculuk sergiledi. Erksan gibi Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Osman Seden, Turgut Demirağ da filmlerinde erotizmi kullandı. Atıf Yılmaz’ın bu dönemde çektiği İki Gemi Yan Yana’da Suzan Avcı ve Sevda Nur adlı iki kadın oyuncunun dudak dudağa gelişiyle Türk sinemasında yeni bir sayfa açıldı.
Parçala Behçet!
Yeşilçam’da 1960’lı yıllara kadar çekilen film sayısı ancak yüzü bulurken, sonraki yıllarda bu rakam üçyüzlere ulaştı. 1970’li yıllarda seyircisini televizyonun başından kaldıramayan yapımcılar çareyi “erotik” film yapmakta buldu. 1972 yılında 299 film çekilerek Türk sinema tarihinin en büyük rekoru kırıldı.
O yıllarda “hardcore movies” denilen seks filmlerinde gerçekten sevişilir, “softcore movies” denilen seks filmlerindeyse ya sevişilir gibi gösterilir ya da sadece sesler duyulurdu.  Kimi zamanlarda da “hardcore” filmler sansür makasıyla “softcore movies”e dönüştürülürdü. Bu süreçte pornografi cinsel sorunları olanlar ya da toplumsal baskı hissedenler için terapi yöntemi olarak görülmeye başlandı. 70’li yıllarda seks filmlerine giden seyirci sayısında ciddi bir artış yaşandı. Toplumun her kesiminden insanlar bu filmlere gidiyor, hatta çiftler birlikte izliyordu.
1970’li yıllarda Türk sinemasında bir kan değişimi yaşandı ve sadist kişilikli erkek tipleri ön plana çıkmaya başladı. Melih Gürgen’in Parçala Behçet’i yeni bir akımın öncüsü oldu. Ardından da Bastır Behçet Bastır, Ustura Behçet, Namın Yürüsün Behçet gibi cinsellik ve sadizmi iç içe gösteren bir dolu Behçetli film çekildi. Gülgen, Behçet serisiyle seks ve avantür filmlerine yeni bir yol açtı. Aşırı şiddet sahneleriyle dolu bu tür filmlerin erkek oyuncusu Behçet Naçar’dı. Dönemin en çok soyunan kadınıysa Seyyal Taner oldu. “Pişman mısın yavrum?” Türk sinemasında cinselliğin en çok sömürüldüğü, abartıldığı ve saptırıldığı dönem 1974 yılında başlayıp 1979’a kadar süren seks komedileri dönemi oldu. İtalyan komedi filmlerinden uyarlanan Beş Tavuk Bir Horoz’la başlayan seks komedileri modası, Türk sinemasındaki bunalımı iyice körükledi. Bu komedilerde “vamp erkek” rollerini daha çok Ali Poyrazoğlu, Aydemir Akbaş, Hadi Çaman, Alev Sezer, Rüştü Asyalı gibi tiyatro sanatçıları üstleniyordu. 1979’da seks komedileri büyük bir tırmanışa geçti. Bu türde tam 131 film çekildi. Öyle Bir Kadın Ki adlı filmle de seks furyası giderek pornografiye dönüşmeye başladı. Nuri Yurten’in yönettiği film numaradan değil sahiden sevişilen ilk porno film oldu. Aynı yıllarda Zerrin Egeliler bir yıllık süre içinde çevirdiği 37 filmle dünya rekorunu kırdı.
Erotik filmlerde vücudunu cömertçe sergileyen oyunculara o yıllarda iyi gözle bakılmıyordu. Aşağılanmaya, tacize, dışlanmaya maruz kalan kadınlar arasında Arzu Okay, Alev Altın, Dolgan Sezer, Mine Soley, Nalan Çöl, Seyyal Taner gibi pek çok isim vardı. Bir dönemin gözde oyuncuları zamanla depresif, mutsuz kadınlara dönüştü. Tam da bu yüzden ya evlenerek “namuslarını” temizlemek ya da başka şehirlere, ülkelere yerleşerek izlerini kaybettirmek zorunda kaldılar. 1970’lerin en gözde sinema yıldızlarından Feri Cansel sevgilisi tarafından öldürülürken, vamp rollerin vazgeçilmezi Seher Şeniz intihar etti…19 yaşında sinema sektörüne giren Mine Mutlu ise 41’inde kansere yenik düştü…
Bu furyayı uzaktan izleyip suskunluğu tercih eden usta yönetmenler 1980’lerde “sosyal içerikli” filmlerle erotizme dönüş yaptı. Yönetmen Atıf Yılmaz, ikiyüzlü ahlak anlayışına başkaldıran bir kadının öyküsünü konu alan Mine’yi, Türkan Şoray’ın hayat kadınını oynadığı Seni Seviyorum’u, Hale Soygazi’nin çevre baskıları sonucu kocasına ihanet ettiği Bir Yudum Sevgi’yi, sürekli zengin erkeklerle birlikte olarak yoksulluk içinde geçen çocukluk yıllarını unutmaya çalışan Meryem’in öyküsü Dağınık Yatak’ı bu dönemde çekti. Kadının cinsel özgürlüğünün gündeme gelmeye başladığı bu yeni dönemde erotizmin simgesiyse Müjde Ar oldu.    
Müjde Ar, Ömer Kavur’un yönetmenliğini üstlendiği Ah Güzel İstanbul’la (1981) başlattığı kadının kimlik arayışını, Aile Kadını (Kartal Tibet), Güneşin Tutulduğu Gün (Şerif Gören) ve Şalvar Davası’yla (Kartal Tibet) sürdürdü. Baş kaldıran özgün kadın tipinin kuramcısı olarak Türkan Şoray dâhil, birçok oyuncuyu etkiledi. Bu aşamada dibe bastırılmış kadın cinselliği ve iç dünyası da ön plana çıkmış oldu.  
Şerif Gören, çaresiz ve ezilen bir kadının öyküsü üzerine kurduğu Firar’da cinselliği gerçekçi bir bakış açısı içinde ele alarak yılın en cesur çıkışlarından birini gerçekleştirdi. Yusuf Kurçenli’nin Ölmez Ağacı bir Türk kızıyla bir Yunanlı gencin aşkını, insani ve evrensel boyutlara ulaştırdı. 
Yavuz Turgul Fahriye Abla’da, Atıf Yılmaz ise Bir Yudum Sevgi’de başkaldıran yeni kadın imajını beyaz perdeye getirdi. Özellikle Bir Yudum Sevgi, “kadının kurtuluşu” açısından Türk sinemasının o yıllarda çevrilen en önemli filmlerinden biri oldu. Atıf Yılmaz’ın, 1988’de, Duygu Asena’nın kitabından uyarladığı Kadının Adı Yok ise, Türk sinema tarihindeki en büyük gişe rekorunu kırarak, 6 haftada 140 TL kazandırdı.
Bu replikler unutulmaz!
Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da!
Senin annen bir melekti yavrum.
Bu kızla evlenirsen, seni mirasımdan mahrum, evlatlıktan men ederim.
Ben fakir bir gencim, sen ise zengin bir fabrikatör kızı.
Biz ayrı dünyaların insanlarıyız.
Evlenince pembe panjurlu bir evimiz olacak.
Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!
Seni sevemem, sen arkadaşımın aşkısın.
Bana yıllar önce çılgıncasına sevdiğim bir kadını hatırlattınız
Beni paranla satın alabileceğini mi sandın?
Saadet dolu yuvamıza kara bir gölge düşürdün.
Bizim gibi insanlar şerefleri için yaşar, namusları için ölürler.
_____________________ Kaynaklar: Gelişim Sinema Dergisi (Mayıs 1985) Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü Sinema Tarihi Araştırması
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
İyi ki doğdun Aligül!
"İSİMLERİNDE CİNSİYETLERİ VAR"
LGBTİ hareketin önemli aktivistlerinden ve Voltrans'ın kurucularından Ali, 26 Eylül'de, 'rahim kanseri' nedeniyle aramızdan ayrıldı. O gün Karacaahmet'te alışılmadık bir cemaat vardı. Yanımıza yaklaşan gençten bir kadın "hangi ünlü öldü?" diye sordu. Öyle ya bu kadar "marjinal" insan ancak bir ünlünün uğurlamasında olabilirdi! 
Ali’nin gidişi LGBTİ’lerin sağlık hakkına erişiminin önündeki engelleri bir kez daha görünür kılmakla kalmadı "farklı" olmanın yarattığı zorlukları da görmemizi sağladı.
Mehtap Doğan
"İsimlerin de cinsiyeti var. Kadınlara kadın, erkeklere erkek ismi veriliyor. Resmi belgelerde değişikliğe gitmek için herhangi bir şey yapmadım ama, en azından belli bir çevrede Aligül olarak çağrılmak istedim. Bu ismi hem içinde bulunduğum fiziksel hali (hala kadın biyolojisine sahibim) ve kendimi algılayışımı (erkek olarak algılıyorum) simgeliyor oluşu, daha önceden kullandığım isme benzerliği, hem de kendi transfobim yüzünden aldım. (…) Kadınsın işte neden erkek ismi kullanıyorsun ki denilmesinden korkuyordum. Sonrasında bu korkuların yersiz olduğunu gördüm. Nisan 2008'den beri ailem ve işim dışında kalan çevremde Aligül olarak çağrılıyorum. Kendi kendime Aligül dediğimde komik geliyordu. Sonra düşündüm ki kadın ismimi söylediğimde gülmüyorum. Bu farkındalık beni kendime getirdi. Artık Aligül benim için diğer isimler gibi bir isimdi." 
Bu cümleler Türkiye'nin ilk trans erkek inisiyatifi Voltrans'ın kurucularından Ali Arıkan'a ait. Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği'nin eski üyesi ve LGBTİ hareketin önemli aktivistlerinden biri olan Ali, son nefesini verene kadar bu alanda mücadele etmesine, politik tartışmalarda sözünü esirgememesine, sadece LGBTİ'lerin değil kadınların da sorunları üzerine çokça kafa yormasına rağmen binlerce trans erkek, eşcinsel kadın, bekar anne gibi jinekoloğa gitmekten çekindi ve sırf bu nedenle geç teşhis edilen kanser hastalığı nedeniyle 26 Eylül 2013'te aramızdan ayrıldı. O gün Karacaahmet'in pek de alışkın olmadığı bir cemaat vardı. Yanımıza yaklaşan gençten bir kadın "hangi ünlü öldü?" diye sordu. Öyle ya bu kadar "marjinal" insan ancak bir ünlünün uğurlamasında olabilirdi! Cenazede LİSTAG; LAMBDA, SPOD, SFK, Mor Çatı, İFK gibi çeşitli LGBTİ ve feminist örgütlerde politika yapanlar ağırlıktaydı. Ali'nin tabutu avluya getirildiğinde imam, "kadınlar arkaya, erkekler öne geçsin" dediğinde bir kadın olarak arkaya  itilmekten çok, cinsiyet mücadelesi vermiş bu kalabalığın neye göre ayrışacağını düşündüm. Ali’nin vefatı LGBTİ’lerin sağlık hakkına erişiminin önündeki engelleri bir kez daha görünür kılmakla kalmadı "farklı" olmanın yarattığı zorlukları da görmemizi sağladı.
- Bana göre bu cenaze pek çok ayrıntısıyla diğer cenazelerden ayrışıyordu. "Erkekler öne, kadınlar arkaya geçsin" denildiğinde ne hissettiniz?
Öner: O sırada bir itiş kakış oldu ama imam dedi diye ne öne, ne de arkaya geçtik. Cuma namazından çıkan bir grup erkek 'kadınlar geriye doğru açılın' dedi. O grup öne doğru geçerken de yer vermemeye çalıştık. Belli açılardan bu törene uymak zorunda kaldık. Ali nasıl bir şey ister diye konuşma fırsatımız olmadı. Hiçbirimiz ölümü konduramıyorduk. Yine de olabildiğince prosedüre müdahale ettik. Mesela yıkamaya bizim arkadaşlarımız girdiler. Tabutun üstündeki kadınlar için pembe, erkekler için mavi olan isimlikleri değiştirip mavi isimlik koydurduk ve üzerine Ali yazdırdık.
Özlem: Ali Destek Grubu adında bir e-posta grubumuz.var. Cenazeyi almaya gruptan Aydın'la birlikte gitmiştim. Kendimizi nasıl tanımladığımızdan bağımsız olarak Aydın erkek, ben kadın görünümündeydim. Görevli imzalanması gereken kağıdı Aydın'a uzattı. Biz mümkün mertebe ikili cinsiyet üzerine kurulu sistemden kaçacak, kendimizi rahat ifade edebileceğimiz bir dünya kuruyoruz ama hastalık, ölüm gibi durumlarda mevcut sistemle karşı karşıya kalıyoruz. Ali'nin süreci bu anlamda bizi de büyüttü ve deneyim kazandırdı. Mesela cenazeyi ben de taşımak istedim. Beni 'hanımefendi siz taşımayın' diye geri ittirdiler. Ya o benim arkadaşım, bırakın ben taşıyacağım, siz karışmayın dedim.  
- Seni neden engellemek istediler? Kadın olduğun için mi, günah olduğu için mi?
Özlem:  Hem günahtı, hem ağır kaldırmak erkek işiydi, hem de cenazeyi taşımak kadınların görevi değildi. Sen kendine başka bir dünya kuruyorsun ama bazı anlar oluyor ki o minik ayrıntılarla örülmüş koca sistemle karşılaşıyorsun. İşte bu yüzden Ali ile geçirdiğimiz zaman çok kıymetli. Çünkü o minik minik şeyleri değiştirdik, dönüştürdük. Hastanede kimsenin Ali'nin kimlik ismini hatırlamaması bence çok önemliydi. O gücü kendi yarattığımız dünyadan aldık. Dirayetli ve kendinizden emin olunca düzeni değiştirebiliyorsunuz. Mesela mavi kartı değiştirmeyi biz değil güvenlik görevlisi bir kadın akıl etti. Tabutun başına da gökkuşağı bayrağını koydurduk. Biz Ali'nin erkek olarak gömülmesini istiyorduk. Hayatının son zamanlarını erkek olarak geçirmişti ve bunun için çok mücadele etmişti.
- Böyle cenazeler için bir imamınız var mı peki?
Öner: Bu cenazede birkaç şeyi fark ettik. Birincisi nefret cinayetlerinde transları ya aileler ya da arkadaşları gömüyor. Böyle bir mücadelenin içinde olmamıza rağmen, ne yazık ki böyle bağlantılarımız yok. Hatta cenazelerin nasıl gömüldükleriyle ilgili fikrimiz bile yok.
Özlem: Çok keskin bir çarpışmaydı aslında ve ilk kez ne yapacağımızı şaşırdık. Gezi Direnişi sürecinden Antikapitalist Müslümanlar'la bağlantı kurmuştuk. Onlardan cenazede yanımızda olmalarını istedik. Bizi kırmadılar. Karacaahmet'in imamı hem Ali'nin kendi talebini, hem de ailesini gözeterek cinsiyetsiz bir dil kullanmaya gayret etti. Mesela Ali'nin kimlik ismini kullanmadı ve 'hatun kişi' demedi.
 - Hastane sürecinde yarattığınız alternatif aile modelini nasıl örgütlediniz?
Öner: Böyle zamanlarda hiç ortada olmayan bir aile çıkıveriyor ve senin nasıl bir hayat yaşadığına, neleri biriktirdiğine, nelerden geçtiğine, nasıl düşündüğüne bakmaksızın kan bağının verdiği güçle senin üzerinde hak iddia edebiliyor. Senin hayatında yıllarca olup olmamalarının bir önemi yok yani. Kan bağı nedeniyle istediği zaman ortaya çıkıp seninle ilgili bütün kararları alabiliyor. Biz de kan değil sevgi bağıyla birbirine bağlanmayı ilk defa bu sayede pratik etmiş olduk. Ali'nin babası yaşlı ve hastaydı, annesini erken yaşta kaybetmişti, tek çocuktu ve pek akrabası yoktu. Belki sorumluluğu alacak büyük bir ailesi olsaydı sürece o kadar müdahale edemezdik.
Özlem: Gerçekten enteresan zamanlardı. Sabah erkenden uyanıp, hastaneye gidiyor, Ali'ye refakat edip oradan da işe dönüyorduk. Hafta sonu bir şey yapacaksak önce bütün refakatler tamam mı diye bakıyorduk. Bir yandan Gezi Direnişi devam ediyordu ama biz Ali ile birlikte başka bir direnişi yürütüyorduk. Bu süreç şu açıdan da önemliydi; kalabalık ailelerde bile bazen sorumluluk bir kişiye kalır. Biz burada birbirimizin fiziksel ve psikolojik durumlarını bile gözetiyorduk. Hastanede geçen bir buçuk aylık süreçte herkes Ali'nin kimlik ismini unutmuştu. Arada bir gelen hasta bakıcı kimlik ismiyle seslenildiğinde, doktor 'Ali Bey diyeceksiniz' diye düzeltiyordu. Ali orada yalnız değildi ve arkasındaki destek çevreyi de etkiliyordu.
- Neden başkasının değil de Ali'nin cenazesini konuşuyoruz sence?
Özlem: Trans erkeklikle ilgili mücadelenin görünür olması, cinsel istismar ve şiddet konuları onun için çok önemliydi. Hayatına dokunan şeyleri bir şekilde görünür kılıp kendi mücadelesinin parçası yapıyordu ve etrafındaki insanları bu mücadeleye katıyordu. Bu kadar insana böyle bir emekle dokunduğu için bugün Ali'yi konuşuyor olmamız tesadüf değil. Hasta olduğunda bu kadar insanın ona bakması harcadığı emeğin karşılığıydı.
- Ali kendisini trans erkek olarak tanımlamaya nasıl başladı?
Özge: Ali ile Amargi'ye aynı dönemlerde girmiştik. Yaklaşık dört-beş ay sonra, lezbiyen tanımıyla rahat hissetmediğini, kendini trans erkek olarak tanımladığını söyledi. Bir kadın örgütünde açılan ilk trans erkekti. Aslında belli transnormativite kalıplarını da kabul etmiyordu Ali, ameliyat olmak istemiyordu, hormon kullanmak istemiyordu. O yüzden kendisini trans erkek olarak tanımlamasının yıllarını aldığını ve transgender kavramının kendisini iyi hissettirdiğini söylerdi. Amargi’de bir kafa karışıklığı yarattı bu durum tabii ki, ama en çok da bu kafa karışıklığının açtığı tartışmalar iyi oldu. İkili cinsiyet sistemi ve kızkardeşlik üzerine daha fazla kafa yormamı, daha geniş bir yerden bakmamı sağladı.
Peki bu deneyim sizin kendi cinsel yöneliminizi, cinsiyet kimliğinizi sorgulamanıza sebep oldu mu?  
Özge: Erkekten kadına translar varsa, kadından erkeğe translar da olmalıydı, ben en çok bunu nasıl akıl edemediğime şaşırmıştım. Sonrasında kendimi neden kadın olarak tanımladığım, bunu nasıl içselleştirdiğim üzerine çok düşündüm. Cinsel yönelimimizi seçemiyoruz ama politik bir tercih olarak nasıl tanımlayacağımızı seçebiliriz. Kimden hoşlandığımız önemli değil, hoşlandığımız bedenin biyolojisi de, envai çeşit tanımı olabilir bunun. Trans erkeklik ve transgender kavramı artık daha çok biliniyor. İnsanların içine sıkıştırıldıkları kalıplardan çıkmaları için daha fazla seçenekleri var. Ali'nin deneyimlerini tüm açıklığıyla paylaştığı “Hikayeci” ve “Cinsel İstismardan Hayatta Kaldım” adlarında iki bloğu var. Hikayeci’deki blog yazılarını kitaplaştırmak istiyoruz. İyi ki Ali kendi mücadelesini böylesine samimi ve açık bir dille görünür kıldı, bize kişisel olarak öğretilen o alan daha güzel politik kılınamazdı.
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Eski Malatya
70'lerinde bir adamın, minibüste size ısrarla yer vermeye çalıştığı, "iki Battalgazi ne kadardı?" diye seslendiğinizde önden tanımadığınız birinin "ben sizinkileri ödedim" dediği, su almak için girdiğiniz bakkalın "burada mı içeceksiniz, bir yere mi götüreceksin, burada içecekseniz boşuna para vermeyin, ben size dolaptan su veririm" dediği, dolmuşta tanıştığınız adamın "misafirimizsiniz" diye işi gücü bırakıp kervansaray gezdirdiği bir memleket Malatya.
İsminin tarihi Hititlere uzanan
ESKİ MALATYA
Malatya'nın ilk merkezi olan ve Eski Malatya olarak da bilinen Battalgazi'de, Selçuklu döneminden kalma pek çok cami, kervansaray ve hamam bulunuyor. Karakaya Barajı sınırındaki ilçede bulunan önemli yapılardan birisi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı. Battalgazi ilçesinin girişinde bulunan Kervansaray IV. Murat Han’ın silahtarı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış.
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde ‘’En güzeli Sultan Murad Han’ın makbul veziri Silahtar Mustafa Paşa hanıdır" diye bahsettiği hanın, 170 odası bulunuyor.
Kesme taştan yapılmış kervansarayın restorasyonu 2010 yılında tamamlanmış. Bu güzelim bina restore edilmeye edilmiş ama bu sırada pek çok özelliğini de yitirmiş. Duvarların sıvayla kaplandığı yetmezmiş gibi bu tarihi dokuya hiç uymayan havalandırma panelleri de yerleştirilmiş.
İpek Yolu üzerinde bulunan bu hanın ticari olduğu kadar askeri önemi de bulunuyor. Temelinde 200 bin kazık çakılı olduğu söylenen Silahtar Hanı'nın biri taç kapı diğeri de Alacakapı Mescidi avlusunda olmak üzere, 1637-1638 tarihli, iki kitabesi bulunuyor.
Battalgazi'de sadece tarihi yapılar değil 84 ev ve 500 metre uzunluktaki sokak da restore edilmiş. Malatya Valiliği, Battalgazi Kaymakamlığı, İnönü Üniversitesi, Malatya İl Özel İdaresi, Mimarlar Odası ve Battalgazi Belediyesi iş birliğiyle restore edilen ve araç trafiğine kapatılan bu sokaklardan birinin adı Çukurpınar. 
Eski Malatya Surları Ve Kalesi de Malatya'nın ilk kuruluş yeri olan Aslantepe'de bulunuyor. Malatya’nın ilk surlarını Roma İmparatoru Trajanus yaptırmış. Roma-Bizans-Sasani-Arap mücadelelerinde önemli tahribatlara maruz kalan surlar, Osmanlı devrinden itibaren savunma özelliğini kaybetmiş ve özellikle 19. yüzyılda büyük ölçüde yıkılmış. Bölgenin Türk hakimiyetine geçtiği dönemdeyse Malatya surlarının çok zayıf kaldığı, 1057 yılında Kemah, Arapkir üzerinden Malatya’ya ulaşan Türklerin şehri kolaylıkla ele geçirdiği söyleniyor. Malatya surlarının beşi doğuda, biri kuzeyde, biri batıda, dördü güneyde olmak üzere 11 kapısı bulunuyor. 
Battalgazi ilçesinde yer alan Ulu Camii Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubad zamanında, Malatyalı mimar Yakup Bin Ebubekir’e 1224 yılında yaptırılmış. 
Daha sonra yapılan onarımlarla plan ve mimarisi oldukça değişmiş. Kesme taş ve tuğlaların ustalıkla kullanıldığı caminin eyvanının bütün cephesi firuze ve patlıcan renkli çini mozaik bezemelerle kaplı.
  Dört ayrı devri yansıtan caminin tuğla minaresi kuzeybatı kısmında yer alıyor. Ankara Etnografya Müzesi'nde yer alan, eğri kesim tekniğinde yapılmış camiinin minberi 13.yy Selçuklu ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biri.
Caminin önemli bir başka özelliği de kaymakamlığın sayfasında şöyle açıklanıyor: "Büyük Selçuklu yapılarında revaklı iç avlunun eksenine yerleştirilen dört eyvan vardır. Bunlardan girişin karşısındaki diğerlerine nazaran büyük tutulmuştur ve mihrap önü kubbesi bulunur. Büyük Selçukluların İran’daki camilerinde gördüğümüz (dört eyvanlı) bu plan Malatya Ulu Cami’de tek eyvan uygulamasıyla Anadolu’daki tek örnektir." 
   İlçede görülmesi gereken bir başka tarihi bina da Kanlı Kümbet. Adından da anlaşılacağı gibi buranın pek sevimli bir hikayesi yok. Cellat-hane olarak tanınan kümbet, aslında kripta odası bulunan bir anıt mezar.
1890'de yapıldığı tahmin edilen ve Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda yörenin en güzel yapısı olarak belirlenen Poyrazlar Konağı, Ulu Cami'ye yakınlığından dolayı Selçuklu çağı eseri olduğu sanılan Şahabiyye-İ Kübra Medresesi ve Çermik Camii olarak da bilinen tek kubbeli Sütlü Minare Camii, Ulucami ve Şahabiye-i Kübra Medresesi ile bir bütünlük sağlayan Halfetih Minaresi, sur içinde bulunan ve sadece bir odası ayakta kalmış olan Zeynel Bey Mescidi, kitabesinde Seyyit Ömer ve Şah Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazan ve 1998 yılında gördüğü restorasyonun ardından tarihi özelliğini büyük ölçüde kaybeden Miralay Şah Ali Bey Camii (Alacakapı Camii), H.996-m.1588 tarihinde, Miralay Hüsrev Bey tarafından tamir edildiğini bildiren bir kitabesi bulunan Toptaş Camii, şehir surlarının dışında bulunan Ahmet Duran Mescidi Ve Türbesi, Kanlı Kümbet ile aynı güzergahta bulunan Nefise Hatun Kümbeti, Eski Malatya kalesinin kuzey cephesinde, ‘’çatlak’’ denen mevkide bulunan Emir Ömer Mescidi Ve Türbesi, Selçukluların yolcuların rahatlıkla namaz kılmaları için  yol güzergahlarına yaptırdığı Namazgah,,Kırkkardeşler yolu güzergâhında yer alan 1582'de Malatya miralayı Hüsrev Bey tarafından yaptırılan Karahan Camii, Şişman Köyü'nün 2 km yakınında bulunan Şişman Han,II. Selim dönemine ait olup, Battalgazi’de ayakta kalan eski ve ender yapılardan biri olan Ak Minare Camii,halk arasında Vaiz Baba Camii olarak bilinen, 1302-1380 tarihleri arasında yaşamış olan Melik Sunullah ailesinin adıyla anılan Melik Sunullah Camii gibi pek çok tarihi yapı bulunuyor.
Sur içinde, Ulu Cami ile Sıptırız sur kapısı arasında bir bölgede bulunan Melik Sunullah Camii'nin mescidinde üç yatır bulunuyor. Uyurken korkan, korkulu  rüyalar gören, uyuma güçlüğü çekenler korkularını yenmek için bu yatırları ziyaret ediyor.
Battalgazi'nin Karahan mahallesinde, tamamen kesme taştan, sekizgen köşeli, kubbesi bu sekizgeni tamamlar yapıda sivri bir piramit şeklinde yapılmış bir kümbet bulunuyor. Selçuklu dönemine ait olduğu tahmin edilen Sıddı Zeyneb Kümbeti'nin, Battal Gazi’nin annesi ile eşinin isminin Zeynep olması sebebiyle,  adını nereden aldığı tam olarak bilinmiyor. Halk arasındaki inanışa göre bu yatır sevenleri kavuşturuyor, küskünleri barıştırıyor.
Yöre halkına "nereleri gezebiliriz" diye sorduğunuzda size söyledikleri ilk yerlerden birisi de Kırklar Mezarlığı. Battal Gazi’nin şehit olan kırk yakın arkadaşının mezarlığı olarak bilinen ancak daha sonra yapılan kazılar sayesinde çok eski bir İslam medeniyeti mezarlığı olduğu anlaşılan bu mezarlıkta, sonradan Abbasiler dönemine dayanan mezar taşları da bulunmuş. Mezarlıktaki taşların birçoğu tahrip olmuş durumda, sağlam kalan bazı taşlarınsa Malatya Müzesi'ne götürüldüğü söyleniyor.
Son 20 yıldır özellikle Adıyaman ve Elazığ'dan göç alan Battalgazi'de Hasan Basri'nin ve Zeynal Abidin'in türbeleri de bulunuyor.
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Türkiye'nin en büyük höyüklerinden...
TÜRKİYE’DEKİ EN BÜYÜK HÖYÜKLERDEN BİRİ
ASLANTEPE HÖYÜĞÜ 
Malatya'nın 7 km. kuzeydoğusunda yer alan Aslantepe arkeolojik yerleşimi, Türkiye’deki en büyük höyüklerden biri. Fırat Irmağı'nın üzerindeki Karakaya Baraj Gölü'nün batısında bulunan höyüğe Orduzu ya da Battal Gazi ilçeleri üzerinden gitmek mümkün.
Anlatılanlara göre 30 metre yüksekliğindeki höyüğün mazisi MÖ 2 bin yıllarına dayanıyor. MS 5. ve 6. yüzyıllarda Roma köyü, daha sonra da Bizans nekropolü yani toplu mezar yerleri olarak kullanılan bu büyük yapı topluluğunun saray olduğu düşünülüyor.
  Arslantepe’de ilk kazılar 1930’larda Louis Delaporte başkanlığındaki bir Fransız ekip tarafından yapılmış. 
  Kazılarda taş üzerine alçak kabartma ile dekore edilmiş avlu ve giriş kapısının iki yanında iki aslan heykeli ve karşısında devrilmiş bir kral heykeli ile bir Geç Hitit Sarayı bulunmuş. 
  Bu eserler o tarihlerde Malatya’da müze bulunmadığı için Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne götürülmüş. Kazı alanının girişinde sizi karşılayan aslan ve kral heykellerinin orijinalleri hala burada sergileniyor.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız Arkeolog C.Schaeffer alanda birkaç derin sondaj açmışsa da sürekli kazılar 1961’de Roma La Sapienza Üniversitesi'nden bir ekip tarafından başlatılmış. 
Biz Aslantepe'ye gittiğimizde İtalyan arkeologlar ve antropologlar çalışıyordu. Ne yazık ki, kazı alanında bu kıymetli kalıntıları size hakkıyla anlatacak bir rehber bulunmuyor.
 Höyükte yapılan kazılar sonucunda;  MÖ 3.600-3.500 yıllarından bir tapınak, M.Ö.3300-3000 yıllarına ait bir kerpiç saray, M.Ö.3600-3500’lere ait tapınak, iki bini aşkın mühür baskısı, ustalıkla yapılmış madeni eşyalar bulunmuş. 
Tüm bu buluntular o tarihlerde yerleşimin, aristokratik siyasi, dini ve kültürel bir merkez olduğunu gösteriyor. Tarım için çok uygun topraklara sahip olan bu yerleşimin, yerel bir hakim sınıf tarafından yönetildiği ve höyüğün Anadolu’daki ilk şehir devleti olma özelliği taşıdığı söyleniyor.
Bu kazı alanından en sık çıkan buluntu ise mühürler. Çeşitli malların depolanması ve nakliyesi sırasında kullanılan mühürler bu yapı kompleksinin yönetsel bir merkez olduğuna işaret ediyor. Saray kompleksinde ayrıca arsenikli bakır alaşımlı, gümüş kakmalı kesici-delici silahlar da bulunmuş. Bu buluntular ise Malatya Müzesi’nde sergileniyor.
Sarayın yakınında bulunan ve MÖ 2.900 olarak tarihlenen mezarın önemli bir kişinin (belki bir kralın) mezarı olduğu sanılıyor. Mezardaki zengin ölü hediyeleri ve mezarı kapatan taş kapak üzerinde bulunan kurban edilmiş dört gencin cesedi, bu mezarın bir kral mezarı olduğunu düşündürüyor.
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Pireli Yazı
BU DÜZEN BÖYLE Mİ GİDECEK?
İstanbul'un en rahat semtlerinden biri olan Kadıköy'de, hiç saat 22:00'den sonra bira almayı denediniz mi? 22:00'den sonra dediysem 22:15-22:30 gibi; gece yarılarında değil yani…
Bugün bir tekel bayisine uğradım. İçeride benden başka biri daha vardı.
"Bira alabiliyor muyuz?" diye sormak için adamın hesabını ödemesini bekledim.  Malum 22:00'den sonra bira satmanın cezası çok yüksek!
İş uzayınca ağzımdan soru dökülmüş oldu. Tekelci "yok" dedi ama kaşı gözü başka bir şey söylüyordu. "O zaman çekirdek alayım" dedim. Pek yemem halbuki... Bu sırada el çabukluğu ile iki birayı adama uzatmayı başardım. Adam işaret parmağını dudaklarına götürüp "şiişşt" dedi. Sustuk! Şüphelinin sırtının dönük olmasını fırsat bilip biraları tezgahın altına attık. Adam yüzünü bize doğru dönüp "su var mı?" diye sorduğunda, tekelci dışarıdaki dolaptan alabileceğini söyledi. Adam dışarı çıkar çıkmaz el birliği ile biraları sırt çantama tıktık.
Buna benzer bir eylemi,  ben en az üç kez yaşadım, adamınsa kim bilir kaçıncı yaşayışıydı. Koşar adımlarla oradan uzaklaşırken fena halde illegal bir şey yaptım duygusuna kapıldım. Tek derdim vardı oysa, çalışırken bana eşlik edecek iki bira satın almak.
Ben sahiden bu işten bir şey anlamadım. Hem bunu içselleştirmiş olmamız çok tuhaf geldi, hem de kendimi Persepolis'in bir karakteri gibi hissetmem…
Eh o zaman bu şarkı benim gibi sevip de kavuşamayanlara gelsin!
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Küfürle değil inatla!
KIRMIZILI,
SİYAHLI,
BAŞÖRTÜLÜ,
SAPANLI KADINLAR…
Gezi Parkı Direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Bu kadar çok kadının direnişin içinde yer alması ise birikmiş bir öfkenin göstergesiydi.
Mehtap Doğan
Halkın AKP iktidarına ve Tayyip Erdoğan’a olan öfkesinin direnişe dönüştüğü Gezi eylemlerinin ilk gününden itibaren biz kadınlar da kent merkezlerinde, caddelerde, sokaklarda, parklarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın mücadelesini verdik. Kadınları aileye, evlere mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan patriyarkal sisteme karşı çıktık. Kürtajı fiilen yasaklayan, en az üç çocuk doğurmamızı söyleyen, erkek şiddetini besleyen, kadını esnek, güvencesiz ve ucuz emeğin kaynağı olarak gören, heteroseksüel tek eşliliği bütün topluma dayatan, trans cinayetlerini, lezbiyenlerin ve biseksüellerin üzerindeki baskıları artıran AKP hükümetine karşı yaşam alanlarımıza sahip çıkmak için direndik. Direnişin sürdüğü sokaklarda kendimizi normalden daha güvende hissettik. Bu güveni korumamız gerektiğini düşündüğümüz için de direniş boyunca parkı da, geceleri de, sokakları da, barikatları da terk etmedik.
Tarihe geçen direnişin öyküsü, 27 Mayıs Pazartesi gecesi sosyal medya sayfalarına düşen "Kepçe girdi, ağaçları sökecekler" cümlesiyle başladı. Dozerin önüne barikat kurarak, ağaçlara çıkarak ya da sarılarak kesimi engellemek isteyen gruba polis önce kalkanlarıyla sonra da biber gazıyla saldırdı. Direnişin sembollerinden bir haline gelen 'Kırmızılı Kadın' fotoğrafı o gün çekildi. Gezi nöbetinin üçüncü gününde, daha gün bile ağarmamışken, çevik kuvvet ekipleri yaklaşık 200'den fazla protestocunun olduğu Gezi Parkı’na TOMA'larla girdi. Polis uyuyanlara gaz bombası ve tazyikli su ile saldırırken, iş makineleri boş durmadı. Yüzlerinde maske, ellerinde telsiz olan siviller çadırları, müzik aletlerini, uyku tulumlarını bir araya toplayarak ateşe verdiler. Gezi Parkı'nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarı yıkıldı, ağaçlar söküldü, yaralananlar, gözaltına alınanlar oldu...
31 Mayıs Cuma günü, Taksim Meydanı'nda ‘şafak baskını’yla ilgili bir basın açıklaması yapılacaktı. Polis hiç beklenmedik bir anda kalabalığın üzerine gaz ve tazyikli su sıkmaya başladı. Taksim Meydanı'nda otururken kafasına gelen gaz fişeği nedeniyle 25 gün komada, aylarca yoğun bakımda kalan ve hala konuşma güçlüğü çeken Lobna'nın zihnimizden silinmeyen görüntüsü o gün kayıtlara geçti.
40 Saat sonra Taksim
İstanbul'daki gösteriler bu saldırıdan sonra hız kazandı. Taksim'e bütün çıkışlar kapatılmış olsa da, oldukça büyük bir kalabalık İstiklal’e ulaşmayı başardı. Çarşı grubundan LGBT'lere, Anti-kapitalist Müslümanlar'dan feministlere, sendika temsilcilerinden plaza çalışanlarına kadar her kesimden insan oradaydı. İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na 40 saate yakın süren çatışmalardan sonra çıkabildik. Eylemler hızla diğer illere de yayıldı. 28 Mayıs’tan Eylül’ün ilk haftasına kadar geçen 112 günlük süreçte Bayburt hariç 80 kentte 5 bin 532 eylem gerçekleştirildi. Eylemlere 3 milyon 600 binin üzerinde kişi katıldı. Bunların yüzde 51'i kadınlardı.
Gezi Parkı Direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Bu kadar çok kadının direnişin içinde yer alması birikmiş bir öfkenin göstergesiydi. Polisin yakın mesafeden yüzüne gaz sıktığı Kırmızılı Kadın, TOMA'nın karşısına geçip kollarını açan Siyahlı Kadın gibi direnişe sembol olan başka kadınlar da vardı. "Bu maskenin altında fikir var, fikirler kurşun geçirmez" düsturuyla bir başkaldırı ikonu haline gelen V'nin maskesini başörtüsüyle birlikte takan, yaşına aldırmadan elindeki sapanı polislere doğrultan, "Kaç gündür izliyorum, hep kuru yiyorsunuz" diye Gezi'de kalanlara sıcak çorba taşıyan, topuklu ayakkabıları, mini etekleriyle gaz kapsüllerine tekme atan, üzerine sıkılan biber gazı ve tazyikli su nedeniyle ayakta bile duramazken polislere "Çok büyük yanlış içindesiniz, yapmayın, görevi bırakın, görevi bırakın!" diye bağıran farklı yaşlardan, farklı meslek gruplarından, sosyal sınıflardan pek çok kadın direnişte aktif olarak yer aldı.
Her yer anne!
Direnişin 18'inci gününde İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İçişleri Bakanı Muammer Güler’in ailelere yönelik “Çocuklarınızı parktan alın” çağrısına da kadınlar kayıtsız kalmadı. Anneler çocuklarını eve çağırmak yerine, Gezi'ye gidip yanlarında olmayı tercih ettiler. Parkın etrafında el ele tutuşarak çember yapan yüzlerce kadın, "Her yer anne, her yer direniş", "Abdullah Cömert çocuğumuzdur" sloganları attı. Gezi'nin esprili ortamından annelerde nasibini aldı. TOMA ile anne terliği kıyaslandı, anneler için ihtiyaç listeleri açıklandı. Listenin ilk sıralarındaysa polisin kafasına atmak için terlik, direnirken terleyen çocukların sırtına koymak için havlu, Gezi'de taşa oturanlara vermek için minder vardı.
Direnişin diline feminist müdahale 
Haklarında adli soruşturma başlatılanların yüzde 50’si kadınlar olsa da, direniş boyunca kadınlara, seks işçilerine, LGBT'lere cinsiyetçi ve homofobik küfürler edildi. Bu öfkenin sorumlusu olmadıkları halde Erdoğan'ın anasına ve kızına yönelik yazılamalar yapıldı. Bütün bunlar erkek egemen bir namus algısının göstergesiydi. "Küfürle değil inatla diren" sloganı bu süreçte feminist kadınlar tarafından üretildi.
 04 Haziran'da "Boyanı kap gel" çağrısı yapan kadınlar Taksim'de toplanarak cinsiyetçi ve homofobik yazıları sprey boyalarla kapattılar. Kadınlar, küfürleri dönüştürülürken “Küfürle değil, inatla isyan”, “Küfür tacizdir, inatla diren”, “Tayyip kaç, kaç, kaç kadınlar geliyor” gibi sloganlar attı. Bu eylemden dört gün sonra kadınlar, Gezi Parkı'nda küfür atölyesi organize ederek kadınların bedenlerini ve cinselliğini hedef alan küfürleri nasıl tersine çeviririz, bununla nasıl mücadele ederiz sorularına yanıt aradılar. Beden, cinsiyet, dil ilişkisi tartışılırken tedavülden kalkmış küfürler yeniden hatırlandı, cinsiyetsiz küfürlerin neler olabileceği, tamamen küfürsüz bir tepkinin nasıl verilebileceği tartışıldı. "Kadına, orospuya, ibneye küfretme", "Barikattayız direniyoruz", "Gezi'de tacize yer yok" yazan stickerlar bastırıldı. Kadınların bütün bu çabaları sonuçsuz kalmadı. Direnişin başında orospu çocuğu, ibne, amına koyayım gibi cinsiyetçi küfürleri fütursuzca kullananlar "Şerefsiz diyebiliyor muyduk abla?" diye sormaya, küfür edenleri uyarmaya başladılar.
Feministlerin çadırı: Tayyipsiz, tacizsiz hava sahası
Gezi Parkı'nda örgütlenmek, atölyeler yapmak, cinsiyetçi küfürlere, tacizlere engel olmak, kadınların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan ve isteyen her kadının kullanabileceği ‘mor’ bir çadırımız da vardı. Dövizlerle kaplanan ve üzerinde "Tayyipsiz, tacizsiz hava sahası" yazan bu çadırda toplantılar yapıldı, atölyeler düzenlendi, halaylar çekildi, şarkılar söylendi, sloganlar atıldı, broşürler, dergiler dağıtıldı… Direnişte kullanılan sloganları tişörtlere basmak için tişört atölyesi, kadınların hükümetten ve erkeklerden taleplerini yazmaları için de "Kadınlar ne ister?" panosu yapıldı. Ancak bu çadır polisin içine attığı gaz bombası nedeniyle yandı.
5.000 kadın AKP'ye karşı ses çıkardı
Bu süreçte üç önemli eylem gerçekleştirdik. Direnişin içinde başından beri yer alan Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi'nin, park dışında meydana gelen kadınlara yönelik saldırıları kınamak amacıyla 7 Haziran'da gerçekleştirdiği yürüyüşe feministler olarak destek verdik. Kadınlar, Kabataş İskelesi'nde buluşup, Başbakan'ın ve hükümetin kadın düşmanı politikalarına karşı sloganlar atarak Gezi Parkı'na kadar yürüdüler. 
Asıl büyük yürüyüş ise 8 Haziran Cumartesi günü gerçekleştirildi. Saat 14.00'de, Galatasaray Meydanı'nda toplanan 5 binin üzerinde kadın, tavalarla, tencerelerle, davullarla, zillerle ses çıkartarak Gezi'ye kadar yürüdü. Kürtaj yasası, ucuz iş gücü, AVM yapımları ile ilgili mesajların verildiği üç ayrı oturma eyleminin yapıldığı yürüyüş yaklaşık iki saat sürdü. Gezi Parkı girişinde son bulan yürüyüşte okunan basın bildirisinde “Bu büyük direniş, en başından itibaren kadınların isyanıyla yankılandı. 
Kadınları, aileye, evlere mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan erkek egemen sisteme karşı sokaklardayız. Polisin TOMA’sına, gazına göğsümüzü siper ettik, barikatlarda çatıştık, mahallelerden kent meydanlarına direnişi örgütledik ve sokaklarda olduk. Barikatları, pankartları, meydanları, geceleri terk etmiyoruz” sözleri yer alıyordu. 6 Temmuz günü kadınların sesi Taksim’de bir kez daha yankılandı. "Polis şiddetine son", "Tacizi teşhir et", "Polis elini bedenimden çek" yazan dövizlerle yürüyen kadınlar gözaltına alınanlara uygulanan çıplak aramaları kınadı.
Gezi Direnişi'nin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen kadınlar sokakları terk etmediler. Berkin Elvan'ı yitirdiğimizde de, Hrant'ın anmasında da, 1 Mayıs'ta da sokaklardaydık. Kadınları aileye hapseden, çocuk ve bakım emeğini üzerlerine yıkan, kadının bedenini, cinselliğini denetleyen heteroseksist AKP politikalarını deşifre etmeye, Hükümetin kadın emeği sömürüsünü açığa çıkarmaya devam edeceğiz. Kadınlar olmadan güzel bir gelecek düşü kurulamaz!
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
KADINLAR GEZİ'Yİ HATIRLATIYOR
Etkin Haber Ajansı / 30 Mayıs 2014 - Semiha Şahin'in haberi
'GEZİ'DE DEVRİM YAPMADIK AMA...'
Sosyalist Feminist Kolektif'ten Mehtap Doğan, kadınların Gezi direnişindeki rolüne dikkat çekti, “Gece geç saatlerde sokaklarda güvenli yürümenin, kamusal alanlarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın, tacize, şiddete, gaspa uğramamanın tadına vardık. Direniş boyunca kendimizi sokaklarda, normalden daha güvende hissettik” dedi.
Kadınlar, Haziran isyanında sokağa çıkan kitlenin yarısını oluşturdu. Kadınlar, erkek egemenliğine, AKP'nin cinsiyetçi ve erkek egemen politikalarına karşı sokaklara çıktı, isyan etti. 
Sosyalist Feminist Kolektif'ten Mehtap Doğan, Gezi'de farklı yaşlardan, meslek gruplarından, sosyal sınıflarından pek çok kadının direnişte aktif yer aldığını hatırlattı. Doğan, "Kadınları aileye, eve mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan, kürtajı fiilen yasaklayan, en az üç çocuk doğurmamızı dayatan, erkek şiddetini besleyen, kadını esnek, güvencesiz ve ucuz emeğin kaynağı olarak gören, heteroseksüel tek eşliliği savunan, trans cinayetlerini, lezbiyenlerin ve biseksüellerin üzerindeki baskıları artıran AKP Hükümeti'ne öfkemizi dile getirmek için biz kadınlar da Gezi eylemlerinde aktif olarak yer aldık" dedi.
Mehtap Doğan direnişte sembolleşen kadınları anımsattı: "Direnişe katılanların yüzde 51'i kadınlardı. Taksim Meydanı'nda otururken kafasına gelen gaz fişeği nedeniyle aylarca yoğun bakımda kalan Lobna'nın, polisin yakın mesafeden yüzüne gaz sıktığı Kırmızılı Kadın'ın ve TOMA'nın karşısına geçip kollarını açan Siyahlı Kadın'ın yanı sıra, 'Bu maskenin altında fikir var, fikirler kurşun geçirmez' düsturuyla bir başkaldırı ikonu haline gelen V'nin maskesini başörtüsüyle birlikte takan, yaşına aldırmadan elindeki sapanı polislere doğrultan, 'kaç gündür izliyorum, hep kuru yiyorsunuz' diye Gezi'de kalanlara sıcak çorba taşıyan, topuklu ayakkabıları, mini etekleriyle gaz kapsüllerine tekme atan, üzerine sıkılan biber gazı ve tazyikli su nedeniyle ayakta bile duramazken polislere 'çok büyük yanlış içindesiniz, yapmayın, görevi bırakın, görevi bırakın!' diye bağıran, Vali Avni Mutlu ve İçişleri Bakanı Muammer Güler’in 'çocuklarınızı parktan alın' çağrısı üzerine Gezi'ye gidip çocuklarıyla direnen kadınlar gibi farklı yaşlardan, farklı meslek gruplarından, sosyal sınıflardan pek çok kadın direnişte aktif olarak yer aldı."
'DİRENİŞİN DİLİNE MÜDAHALE ETTİK'
"Gezi'de devrim yapmadık ama önemli kazanımlar sağladık" diyerek Gezi direnişini özetleyen Mehtap Doğan, kazanımları şu sözlerle anlattı: "Gezi direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Direnişin diline sıkça müdahale ettik. Direniştekilerin eleştirisi hükümete yönelmişken, kadınların ve LGBTİ'lerin eleştirisi sadece dışarıya yani hükümete değil aynı zamanda içimize yani bizlerle birlikte direnenleredeydi. Her küfür edilişinde 'küfürle değil inatla diren', 'ibneye, kadına, orospuya küfretme' sloganlarını attık, duvarlardaki cinsiyetçi ve homofobik yazıları sprey boyalarla kapattık. 
Gece geç saatlerde sokaklarda güvenli yürümenin, kamusal alanlarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın, tacize, şiddete, gaspa uğramamanın tadına vardık. Direniş boyunca kendimizi sokaklarda, normalden daha güvende hissettik. Gezi milliyetçilerin, Kürtlerin, homofobiklerin, LGBTİ'lerin, plaza çalışanlarının, anarşistlerin vb. aynı zeminde direnmesini mümkün kıldı. Kim olduğumuzu önemsemeden bir arada durmayı, dayanışmayı deneyimledik. Eylem pratiği olmayan insanlar sokakla tanıştılar. Haberlerin nasıl taraflı verildiğine, kendilerinden çapulcu, bir grup marjinal, yasa dışı örgüt üyeleri diye bahsedildiğine tanık oldular. Gördükleriyle duydukları çelişince basının ve hükümet temsilcilerinin ifadelerine mesafeli yaklaşmaya, sorgulamaya başladılar."
'SOKAKLARI TERKETMİYORUZ'
30 Mart yerel seçimleri sonucunun bir kriter olarak ele alınmaması gerektiğine dikkat çeken Doğan, "Gezi Direnişi'nin üzerinden bir yıl geçmesine ve artan polis şiddetine rağmen biz kadınlar sokakları, alanları, geceleri terk etmedik. Berkin Elvan'ı yitirdiğimizde de, Hrant'ın anmasında da, 1 Mayıs'ta da, Soma katliamında da sokaklardaydık. Seçimler pek çok insanın moralini bozmuş olsa da ben bunu bir kriter olarak görmüyorum. Gezi istediğimizde nasıl dayanıştığımızı, birlikte olduğumuzu ve 20 kişiyle başlayan Gezi nöbetlerini nasıl ülke geneline yayılan bir direnişe dönüştürebileceğimizi bize gösterdi. AKP politikalarını deşifre etmeye, hükümetin kadın emeği sömürüsünü açığa çıkarmaya devam edeceğiz" dedi.
1 note · View note
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Gerçeğe hüü…
SAHKULU DERGAHI
"Yapılan cemleri, kesilen lokmaları, dönülen semahları Hak kabul etsin. Pir defterine yazılsın. Herkese sevgi ile niyaz olsun. Gerçeğe hüü…."
Osmanlı döneminde kurulan yaklaşık 20 Alevi dergahından biri olan Şahkulu Sultan Dergahı'ndaydık bugün, lokma dağıtmak için…
Horasan erenlerinden kabul edilen Şahkulu Sultan, 1370'li yıllarda yani Bizans İmparatorluğu'nun son dönemlerinde İstanbul’a gelerek dergahını kurmuş ve kapısını 72 millete, 18 bin aleme açmış.
Çevresini aydınlatan bu bilge yol eri ile birlikte, aynı yıl Karacaahmet, Gözcü Baba, Eren Baba, Sancaktar Baba ve Kartal Baba da dergahlarını kurup halkı barış, kardeşlik, insan sevgisi ve halkça bölüşüm düşüncesiyle eğitmişler. 
Bu ‘gönül erleri’nin isimleri daha sonra Erenköy, Kartal, Göztepe ve Karacaahmet semtlerine verilmiş.
  Göztepe - Merdivenköy’de kurduğu dergahına gelmeden önce bir süre Hacı Bektaş Dergahı’nda kalan Şahkulu, 1390’lı yıllarda, bir Ahi dergahı olan Merdivenköy’deki dergaha görevli olarak gelmiş ve yaklaşık 15 yıl burada postnişinlik yapmış.
1402 yılında, Bizanslılara karşı girişilen savaşta şehit olan Şahkulu Sultan, dergahın bahçesine defnedilmiş. O günden sonra dergah onun adıyla anılır olmuş.
   500’ü aşkın derviş ve dervişanın (bacı) barındığı, eğitildiği, hizmet verdiği Şahkulu Dergahı'nda Edip Harabi, Neyzen Teyfik, Mehmet Ali Hilmi Dedebaba gibi isimler de yetişmiş.
II. Mahmut Döneminde ‘Yeniçeri Olayı’ bahane edilerek yerle bir edilen dergahın içindeki kütüphanesi ve arşivi yakılmış. Yönetimine getirilen Nakşibendi şeyhleri ise dergahı geleneğinden uzaklaştırarak sünnileştirmeye çalışmış. Dergahın son postnişlerinden olan Mehmet Ali Hilmi Dedebaba (1842-1907) bir vakıf kurarak dergahı yeniden inşa etmiş.
  15 yıl önce bir harabeye dönüşen dergah devletten bir tek kuruş alınmadan vakfın ve bağışçıların desteğiyle bugünkü ‘külliye’ durumuna getirilmiş.
    Her gün ziyarete açık olan Şahkulu Dergahı haftada yaklaşık 3 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.
MERDİVENKÖY 
İMAM RAMİZ TEKKE ALTI SK. 
NO : 7, 34732 
KADIKÖY/İSTANBUL
(0216) 368 5525
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
MOR İSYAN!
SOSYAL MEDYAYI MORA BOYADIK!
Bugün, "kürtaj yasakçılarına oy yok" diyen yüzlerce kadın mor kıyafetleriyle çektikleri fotoğraflarını #KurtajYasalHastanedeYasak etiketiyle Twitter ve Facebook sayfalarında paylaştılar. Kadınların fotoğraflarının altında şu mesajlar vardı: "Babaannem bebeğini kendi kendine düşürmeye çalışırken öldü", "Tayyip annem terliklerinin yüzde 50'sini elinde zor tutuyor", "Kürtaj haktır Uludere katliam", "Kürtajı yasaklayamazsınız, beden benim karar benim, sana ne!", "Anneme kürtaj nedeniyle ölen arkadaşını unutmayacağıma söz verdim".
Benim de üyesi olduğum, çeşitli illerde geniş katılımlı eylemler, kürtaj kampanyaları gerçekleştiren ve 40'tan fazla bileşeni olan Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu’nun çağrısıyla harekete geçen kadınlar, bugün sosyal medya sayfalarını mora boyadılar!
"Kürtaj yasakçılarına oy yok" diyen yüzlerce kadın mor kıyafetleriyle çektikleri fotoğraflarını #KurtajYasalHastanedeYasak etiketiyle Twitter ve Facebook sayfalarında paylaştılar. 
  Kampanyaya oyuncu Serra Yılmaz da destek verdi.
SOSYAL MEDYADA MOR İSYAN!
Bugün sosyal medyada kürtaj yasağına dikkat çekmek amacıyla başlattığımız fotoğraflı eyleme farklı illerden, yaşlardan, mesleklerden yüzlerce kadın katıldı. 
   Kadınlar fotoğraflarıyla birlikte şu mesajları paylaştı: "Kürtaj yasakçılarına hayır", “Yasakçılara oy yok”, "Kürtaj yasal, hastanede yasak", "Kürtaj hakkimiz engellenemez", "Babaannem trajik bir şekilde bebeğini kendi kendine düşürmeye çalışırken öldü", "Ücretsiz, erişilebilir, sağlıklı koşullarda kürtaj hakkımızdan vazgeçmiyoruz!", "Kürtaj hakkımız için bugün mor renkliyiz", "Kamu hastanelerinde ücretsiz, koca izni sorulmadan kürtaj yaptırmak bütün kadınların hakkıdır", "Kürtaj Haktır Platformu'nun eylemine ben de katıldım, mor giydim ve kürtaj yasal ama hastanelerde yasak olmasın istiyorum", "Tayyip annem terliklerinin yüzde 50'sini elinde zor tutuyor", "Yasakçılara oy yok!", "Kürtaj haktır Uludere katliam", "Kürtajı yasaklayamazsınız, beden benim, karar benim, sana ne?", "Anneme kürtaj nedeniyle ölen arkadaşını unutmayacağıma söz verdim."
KÜRTAJ HAKTIR
17 milyon nüfusa sahip İstanbul'da bile kürtaj yaptırılabilecek hastane sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Doğum kontrol yöntemlerinin kolay erişebilir, ücretsiz ve yaygın olarak sunulması devletin görevi.
   Doğum yapılan her hastanede kürtaj da yapılmalı. 
    Kadının sağlığını tehdit eden, yapılması zorunlu kürtajlarda bile üç hekim raporu isteniyor. 
  Kamu hastanelerinde kürtaj yaptıramayan kadınlar sağlıksız, niteliksiz koşullarda kürtaj yaptırmaya razı oluyorlar.
Kadınların cinsel yaşamları devletçe izlenir oldu. Gebelik testlerinden başlayarak takip ediliyorlar ve gebeliklerini sürdürmeleri konusunda psikolojik baskıya uğruyorlar.
AKP politikaları nedeniyle ölecek kadınların yasını tutmak istemiyoruz.
Bu nedenle de kürtaj yasakçılarına oy vermeyeceğiz. 
     HÜKÜMETTEN NE İSTİYORUZ?
Kürtaj hizmeti kamu hastanelerinde kadınlar için erişilebilir olmalı.
Kürtaj servisleri yeniden açılmalı.
Kamu ve özel hastaneler kürtajda 10 haftalık yasal süreye uymalı ve yasal süre 12 haftaya çıkartılmalı.
Evli kadınların gebeliklerini sonlandırmak istedikleri durumlarda eşlerinden izin istenmemeli.
Bütün sağlık kuruluşlarında doğum kontrol hizmeti ve kürtaj hizmeti veren birimler oluşturulmalı.
Tıbbi düşük seçeneği de dahil olmak üzere her kadın duygusal ve fiziksel zorluk yaşamadan nitelikli, sağlıklı koşullarda ücretsiz kürtaj hakkına erişebilmeli.
Kadınları doğurmaya zorlamak için yapılan baskılara, gebelik testi ile kadınları izlemeye, mahremiyet ihlallerine son verilmeli.
Sezaryen kararı başbakanın değil kadının ve hekimin kararı olmalı.
Tecavüz durumunda oluşan gebeliklerde kadının beyanı esas alınarak, isteği halinde gebelik sonlandırılmalı.
VİDEOLAR İÇİN: https://www.youtube.com/watch?v=zmM2zRi22-4
İKNA ODASI: http://www.youtube.com/watch?v=jfrOr_yPBn4
SUÇLU: http://www.youtube.com/watch?v=pjy9iFTVvlE
ERKEKLER KORUNSUN: http://www.youtube.com/watch?v=Ak3AYFLJcQo
SÜRE: http://www.youtube.com/watch?v=VZrv8V1xfrE
      KÜRTAJ HAKTIR KARAR KADINLARIN PLATFORMU
W: http://www.kurtajhaktir.org/
F:https://www.facebook.com/kurtajhaktirkararkadinlarin  T: https://twitter.com/#!/kararkadinlarin
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Kürtaj haktır
KADINLARDAN KÜRTAJ YASAKÇILARINA
OY YOK!
Kürtaj hizmetinin erişilebilir ve ücretsiz olması, kürtaj servislerinin yeniden açılması, 10 haftalık yasal sürenin 12 haftaya çıkarılması gibi talepleri bulunan Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, bugün yazılı bir açıklama yaparak hükümete taleplerini hatırlattı. Kürtaj yasakçılarına oy vermeyeceklerini açıklayan platform üyeleri, 28 Mart Cuma günü bütün kadınları mor giyerek ya da mor aksesuarlar takarak sokağa çıkmaya çağırdı.
Çeşitli illerde geniş katılımlı eylemler, kürtaj kampanyaları gerçekleştiren ve 40'tan fazla bileşeni olan Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, seçime sayılı günler kala kürtajın gizlice yasaklandığı bilgisi kamuoyunda yaygınlaşınca AKP hükümetine taleplerini hatırlatmak amacıyla yazılı bir açıklama yaptı. “Birçok devlet hastanesinde kürtaj yapılmazken, bakanın ücretsiz kürtaj hakkı bir yalandan ibaret değil de nedir? Kürtaj hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz, kürtaj yasakçılarına oy vermeyeceğiz!" diyen platform üyeleri, bütün kadınları 28 Mart Cuma günü, mor giyerek ya da mor aksesuarlar takarak sokağa çıkmaya çağırdı.
Kürtaj yasasına dokunmayan ancak, bu süreçte fiili yasaklara ve engellemelere devam eden AKP hükümetine oy vermeyeceklerini açıklayan platform üyeleri, yaptıkları yazılı açıklamada ücretsiz, sağlıklı, güvenli doğum kontrol ve kürtaj hizmeti sağlanmadığı, kürtajın yasaklandığı ve doğum kontrolü sadece kadınların üzerine yıkıldığı müddetçe kadınların ölüme terk edilmiş olacaklarına dikkat çektiler. Türkiye'de kürtaj hizmeti veren kamu hastanesi sayısının giderek azaldığını, 17 milyon nüfusa sahip İstanbul'da sayılı hastanede kürtaj yaptırılabildiğini vurgulayan platform üyeleri şu açıklamalarda bulundu: "Doğum kontrol yöntemlerini kolay erişebilir, ücretsiz ve yaygın olarak sunmak devletin görevidir. Doğum yapılan her hastanede kürtajın da yapılması gerekir. Hükümet bu hizmeti vermek zorundadır. Hükümeti imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymaya çağırıyoruz! Kadının sağlığını tehdit eden durumlarda bile yapılması zorunlu kürtajlar için üç hekim raporu isteniyor. Bunun gibi baskıcı yöntemler, iznin bakanlık tarafından verilmesine kadar vardırıldı. Kadınların yaşamı bizzat Sağlık Bakanlığı uygulamalarıyla tehdit ediliyor. Kamu hastanelerinde kürtaj yaptıramayan kadınlar sağlıksız, niteliksiz koşullarda ve yaşamlarını hiçe sayarak kürtaja razı gelmek zorunda kaldılar. Sağlık Bakanlığı, dünyada etkili ve kadınlar için daha az yıpratıcı bir yol olan “tıbbi düşük yöntemi” için 2000 yılından beri yürütülen çalışmaları yok saydı. Yetmedi, bu ilaçları piyasadan toplattı. Oysa aynı ilaçlar, kadınların doğumları sırasında da hayati öneme sahip. AKP’nin aile politikaları üzerinden şekillenen kadın bedeni ve cinselliğini denetleme siyaseti, kadınların doğurup doğurmama, anne olup olmama gibi kendi yaşamlarını belirleyen bir konuda karar almalarının önünde bir engel oluşturdu. Kadınlar gebelik testlerinden başlayarak takip edildi, gebeliklerin sürdürülmesi konusunda psikolojik baskı uygulandı, cinsel yaşamları devletçe izlenir oldu. Sezaryen kararını da kadına ve hekime bırakmayıp bakanlıktan idare ettiler. AKP politikaları nedeniyle ölecek kadınların yasını tutmadan bugün haykırıyoruz. Kürtaj yasakçılarına oy vermiyoruz!" Kadınların doğum kontrol yöntemlerine ücretsiz olarak erişme hakkı olduğunu açıklayan platform üyeleri, ayrıca kürtajı engelleyen kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduklarını söyleyip yasadışı eylemleri nedeniyle cezalandırılmalarını da talep ettiler.
Tecavüz durumlarında kadınların kürtaj isteği yeterli sayılsın!
Isparta’da tecavüz sonucu hamile kalan Nevin Yıldırım, istemediği çocuğu doğurmak zorunda kalmış dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise “tecavüz gebeliklerinde doğursunlar devlet bakar” açıklamasında bulunmuştu. Tecavüze uğrayarak hamile kalan ve kürtaj olmak istemiyle Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuran 16 yaşındaki F.T.'nin talebi de mahkeme tarafından “Anne yönünden sorun yaratmadığı ve başka bir zorunluluk hali olmadığı” gerekçesiyle reddedilmişti. Türkiye'de kürtaj yasası 20 haftaya kadar kadının kürtaj olmasına olanak tanırken, tecavüz travması yaşayan kadınlar, savcı izni gerekçesiyle süre aşımına uğratılıyor ve kürtaj yaptıramıyor. Tecavüz durumlarında, kadınların kürtaj olmasının önüne mahkeme kararıyla engeller konulması nedeniyle kadınlar istemedikleri çocuğu doğurmak zorunda kalıyor. Bu nedenle platform üyeleri tecavüz durumlarında kadınların kürtaj isteğinin yeterli sayılmasını istiyor.
Ne olmuştu?
Türkiye'de kürtaj 1983’den beri yasal olarak uygulanırken, 2012 yılından itibaren hükümet tarafından adım adım engellenmeye başlandı. Önceleri kürtaj ve doğum kontrol hizmetleri ücretsiz olarak verilirken AKP hükümeti tarafından sağlık paralı hale getirildi, kadınların ihtiyaçlarında kısıntıya gidildi ve kadınların doğum kontrolü ile kürtaj hizmetlerine doğrudan ulaştıkları AÇSAP’lar kapatıldı. Hükümetin doğum kontrol ilaç ve yöntemlerini gerçek ihtiyacı karşılamayacak şekilde azaltması nedeniyle birçok kadın “prezervatif kalmadı”, “doğum kontrol hapları haftaya gelecek” gibi nedenlerle aile sağlığı merkezlerinden eli boş dönmeye başladı. Önce ikna odaları kurmayı planlayan, sonra kürtajın yasaklandığı bilgisini yayan AKP hükümeti gebelik fişlemesi gibi yöntemlerle kadınların gözlerini korkuttu. 01 Mayıs 2013'te çıkarılan sağlık uygulama tebliği içinden tıbbi tahliye hanesi tamamen kaldırılarak kürtaj, ödemesi yapılacak bir sağlık hizmeti olmaktan çıkartıldı. Bu durum kürtaj yaptıran sınırlı sayıda hastanenin devreden çıkmasına yol açtı. Kürtajın gizlice yasaklandığı bilgisi kamuoyunda yaygınlaşınca kadınların tepkisinden çekinen AKP hükümeti kürtajı tekrar ücretsiz sağlık kapsamına almak zorunda kaldı. Sağlık Bakanlığı iki gün önce “tıbbi bir hizmet bile değil” dediği kürtajı hemen ertesinde Sağlık Uygulama Tebliği’ne (SUT) ekledi.
KADINLAR HÜKÜMETTEN NE İSTİYOR?
Kürtaj hizmeti kamu hastanelerinde kadınlar için erişilebilir olmalı.
Kürtaj servisleri yeniden açılmalı.
Kamu ve özel hastaneler kürtajda 10 haftalık yasal süreye uymalı ve yasal süre 12 haftaya çıkartılmalı.
Evli kadınların gebeliklerini sonlandırmak istedikleri durumlarda eşlerinden izin istenmemeli.
Bütün sağlık kuruluşlarında doğum kontrol hizmeti ve kürtaj hizmeti veren birimler oluşturulmalı.
Tıbbi düşük seçeneği de dahil olmak üzere her kadın duygusal ve fiziksel zorluk yaşamadan nitelikli, sağlıklı koşullarda ücretsiz kürtaj hakkına erişebilmeli.
Kadınları doğurmaya zorlamak için yapılan baskılara, gebelik testi ile kadınları izlemeye, mahremiyet ihlallerine son verilmeli.
Sezaryen kararı başbakanın değil kadının ve hekimin kararı olmalı.
Tecavüz durumunda oluşan gebeliklerde kadının beyanı esas alınarak, isteği halinde gebelik sonlandırılmalı.
 İKNA ODASI: http://www.youtube.com/watch?v=jfrOr_yPBn4
SÜRE: http://www.youtube.com/watch?v=VZrv8V1xfrE
ERKEKLER KORUNSUN: http://www.youtube.com/watch?v=Ak3AYFLJcQo
SUÇLU: http://www.youtube.com/watch?v=pjy9iFTVvlE
Ayrıntılı bilgi ve röportaj talepleri için:
Mehtap Doğan: 535 740 84 98  
VİDEOLAR İÇİN:
https://www.youtube.com/watch?v=zmM2zRi22-4
KÜRTAJ HAKTIR KARAR KADINLARIN PLATFORMU
W: http://www.kurtajhaktir.org/
F:https://www.facebook.com/kurtajhaktirkararkadinlarin T: https://twitter.com/#!/kararkadinlarin
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Berkin Elvan bir varmış, bir yokmuş...
Uçurtman bizlere emanet!
Berkin Elvan, 16 Haziran 2013’te  polisin attığı biber gazı fişeğiyle yaralandı.
Gezi Direnişi sırasında evinden ekmek almak için dışarı çıktığında başından vurulan Berkin, 269 gün boyunca uyudu...
Küçük Prens, 269 gün tedavi gördüğü Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde üç ameliyat ve çok sayıda operasyon geçirdi.
6 Mart’ta geçirdiği epilepsi krizinden sonra durumu günden güne ağırlaştı. 
Ertesi gün duran kalbi 20 dakika süreyle çalıştırılamadı. 
Daha sonra yaşam destek ünitesine bağlandı. Beyin fonksiyonları ağırlaştı, iç organlarına zarar vermeye başladı.
Minik kalbi 12 Mart'ta ikinci kez durdu ve sabah saat 07.00 sıralarında hayata gözlerini yumdu.
15 yaşındaki lise öğrencisi, 12 Mart'ta aramızdan ayrıldı.
Vurulduğunda 45 kiloydu, öldüğünde 16…
Hrant için insan seli Osmanbey'den Samatya'ya akmıştı. 
Berkin için Okmeydanı'ndan Şişli'ye uzandı…
İstanbul'daki cenaze törenine onbinlerce kişi katıldı. Ankara'da, Edirne'de, Sivas'ta, Malatya'da, Dersim'de, Roboski'de ve daha nice yerde halk sokaklardaydı. O akşam Berkin'in, Ethem'in, Ali İsmail'in, Medeni'nin, Abdullah'ın, Ahmet'in, Hasan Ferit'in, Mehmet'in katilleri de aramızdaydı. 
"Çocuklar uyuduğunda sessiz olunur, öldüğünde değil!"
KATİL VAR!
BERKİN ELVAN
ALİ İSMAİL KORKMAZ
AHMET ATAKAN
HASAN FERİT GEDİK
ABDULLAH CÖMERT
MEHMET AYVALITAŞ
ETHEM SARISÜLÜK
MEDENİ YILDIRIM
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Berkin Elvan 15'inde bir fidan
GÜLE GÜLE ÇOCUK…
Kişi kötü demeyelim, işi kötü diyelim. 
Bağışlamak en büyük emek.
Ya Allah, can kıblesine döndük.
Sana yakarıyoruz.
Hakk’a yürüyen can senin aşığındır.
 Sen canansın, o can. 
Şimdi canı, bedenini terk etti; bedeni toprağa dönecek, canı ise sana.
Pir Ali, mürşit Muhammed ve Ehl-i beyt yüzü suyu hürmetine üçler, beşler, yediler, onikiler, ondörtler, onyediler ve kırklar bize yardımcı olsun, yol göstersin.
Hakk’a yürüyen canımızın arkasından yaptığımız bu helallik tören gönül defterine kayıt edilsin, silinmesin hatırlansın.
Erenler, canlar, dostlar, yarenler
Yüzümüz yerde, özümüz dâr’da
Elimiz bağlı, yüreğimiz dağlı
Gözümüz yaşlı, bağrımız ateşli
Yaşam bitimli, acılar bitimsiz.
Yer anamız, gök atamız
Doğada doğduk, topraktan var olduk
Bir tende can bulduk, bir bilinçle özgür olduk
Kişi kötü demeyelim, işi kötü diyelim
Bağışlamak en büyük emek
Emeğiniz varsa bağışlayın
Toprak ana bir canı bağrına basıyor.
Ateş külde söner, acı yürekte diner.
Acı paylaşıldıkça azalır, 
Sevgi paylaşıldıkça çoğalır.
Acılar azalsın, sevgiler artsın.
Kinler bitsin, dostluklar pekişsin.
Yeni yaşamlarda yeni çiçekler yeşersin.
Allah kalanlara uzun esenlik dolu yaşam versin. Erenlerin, evliyaların ruhu sinsin.
Hacı Bektaş Veli, Hatayi Sultan, Pir Sultan ruhunu pak etsin
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
İFK'dan kınama
8 MART'TA SOSYALİST ERKEK ŞİDDETİ!
12. Feminist Gece Yürüyüşü'nde polisten şiddet beklerken Kaldıraç grubundan erkeklerin fiziksel ve sözlü şiddetine uğradık. Kaldıraç, Mücadele Birliği, Partizan ve EKA yaptığımız bütün uyarılara rağmen bize alanı açmadılar. Bayraklarını indirip aramızdan çıkmaları konusunda ısrarcı olduğumuz, kendilerinden destek talep etmediğimiz halde kortejimize gidip "yoldaşlarımızla dayanışıyoruz" saçmalığıyla bize kendilerini dayattılar. Erkekler 12 yıldır gerçekleştirdiğimiz 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'nde bile kadınlar üzerinde baskı yarattılar, hakimiyetlerini kurmaya çalıştılar, sözlü ve fiziki şiddet uyguladılar. Bu yüzden aylardır hazırlandığımız ve büyük bir coşkuyla başladığımız eylemimizi sonlandırmak zorunda kaldık. İstanbul Feminist Kolektif olarak hazırladığımız açıklamayı aşağıda paylaşıyorum:
İSTANBUL FEMİNİST KOLEKTİF'TEN KINAMA:
Feministler olarak 12 yıldır 8 Mart’ta patriyarkaya, erkek şiddetine, cinsiyetçiliğe, heteroseksizme, kapitalizme, militarizme, emperyalizme ve savaşa karşı kadınlar ve translar olarak Taksim’de feminist gece yürüyüşünü düzenliyoruz. Aylar önce feministler olarak çağrısını yaptığımız ve örgütlenmesi için çalıştığımız yürüyüşümüze bu yıl da binlerce kadın katıldı. Galatasaray’da başlattığımız yürüyüşümüz büyük bir coşkuyla, sloganlarımızla devam etti.
AKP hükümeti geçen 1 Mayıs’tan bu yana Taksim’de yapılan eylemlere polis şiddetiyle müdahalede bulunuyor. Gezi direnişi günlerinden beri toplumsal muhalefetin Taksim’deki eylemlerine gazla, suyla, copla saldırmaya devam ediyor. Bugün de Fransız konsolosluğu önünde Taksim’e girişi kestiklerini gördük.
Feministler olarak polis barikatının önüne geldiğimizde biz gelene kadar eylemsiz biçimde barikat önünde duran kadınlı erkekli sosyalist gruplar (Kaldıraç, Mücadele birliği, Partizan, EKA) öncesinde yaptığımız uyarılara rağmen bize alanı açmadılar. Bu durum kimi sosyalist grupların bir politik hareket olarak feminizmin mücadelesini ve örgütlenmesini meşru görmeyen yaklaşımlarının en açık ifadesidir. Bu grupların eylemsiz olarak polis barikatı önünde beklerken, feminist kortejin gelmesiyle polise karşı eyleme geçmelerini siyasi etiğe uygun bulmadığımız gibi toplumsal hareketin devlet karşında dayanışmacı bir tutum sergilemesi fikrinden de tümüyle uzak buluyoruz. En kötüsü de bu grupların eylemimizi engellememeleri yönünde yaptığımız uyarılara hakaret ve fiziksel şiddet uygulayarak yanıt vermeleri oldu. Kaldıraç grubunun bayraklarının inmesini isteyen kadınlar ve LGBT bireylere, Kaldıraç grubundan erkekler fiziksel şiddet ile karşılık verdiler. 8 Mart’ta erkek devlet şiddetine karşı yürürken kimi sosyalist erkeklerin şiddetiyle karşılaşmamız tarihe bir kayıt olarak geçti. Daha kötüsü eylemimize müdahale eden bu grupların bizim eylem komitesi olarak bu durum nedeniyle eylemi sonlandırmak zorunda kalışımızın ardından bayraklarını toplayarak ve sessizce geri çekilmeleri oldu.
8 Mart’ta bile alanları kadınlara bırakmayan, feminizmi meşru bir politik hareket olarak görmeyen, hiçbiri siyasi etiğe girmeyen tutum ve davranışlar sergileyen bu grupları kınıyoruz. Bu vesileyle erkek egemenliğine karşı haklı mücadelemizi her yerde sürdüreceğimizi bir kez duyuruyoruz.
İstanbul Feminist Kolektif / 08.03.2014
fotoğraflar: fatih kaynak
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
#DirenBerkin
Korkma,sadece kara bir bulut geçiyor...
#BerkinElvan #DirenBerkin
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Duvarlar 8 Mart'a hazır
DUVARLAR 8 MART'A HAZIR
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
Feminist olmayan devrim devrim değildir!
İSTANBUL'DAKİ FEMİNİSTLERE
DÜNYADAN DESTEK YAĞIYOR
2003 yılından beri her 8 Mart'ta Taksim'de düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü için yapılan uluslararası dayanışma çağrısına dünyanın dört bir yanındaki kadın ve LGBTİ örgütlerinden destek yağıyor. Dünya çapında bilinen feminist aktivist ve yazarlardan gelen mesajlardaki ortak dilek ise yürüyüşün engellenmemesi.
07.03.2014
    2003 yılından beri her 8 Mart'ta Taksim'de düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü için yapılan uluslararası dayanışma çağrısına dünyanın her yerindeki kadın ve LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) örgütlerinden destek geliyor. İstanbul Feminist Kolektif'in çağrısıyla yarın, saat 19:00'da Taksim'de 12'ncisi düzenlenecek olan 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü için bu yıl uluslararası dayanışma çağrısı yapıldı. Bu çağrı üzerine İtalya'dan Hırvatistan'a, İngiltere'den Macaristan'a kadar dünyanın çeşitli yerlerinden İstanbul'daki feministlere dayanışma mesajları geldi.
Dünyanın dört bir yanından gönderilen mesajlarda feminist mücadelenin ve kadın dayanışmasının gücüne vurgu yapılarak Feminist Gece Yürüyüşü'nün 12'inci yılı kutlandı. Christine Delphy ve Cynthia Cockburn gibi dünya çapında bilinen feminist aktivist ve yazarların da yaygınlaştırdığı dayanışma mektuplarında Taksim'de Gezi sürecinden sonra yoğunlaşan güvenlik önlemleri sebebiyle Feminist Gece Yürüyüşü'nün engellenme ihtimaline karşı oldukları mesajı da yer alıyor.
"SÜRECİN TAKİPÇİSİYİZ"
Kendi dillerinde yaptıkları açıklamaları internet sitelerinden ya da sosyal medya hesaplarından yaygınlaştıran kadınlar, 8 Mart kapsamında düzenledikleri eylemlerden dayanışma mesajlarını içeren fotoğraflar da paylaştılar. Ayrıca, İçişleri Bakanlığı, İstanbul Valiliği ve Başbakanlık'a ilettikleri e-posta ve fakslar yoluyla yürüyüşün engellenmesiyle ilgili kaygılarını dile getirerek 8 Mart'ta Taksim'de bir araya gelecek kadınların güvenliğinin sağlanması konusunda sürecin takipçisi olduklarını vurguladılar.
ARJANTİNDEN ZAGREB'E
Uluslararası alanda örgütlenen AWID (Kalkınmada Kadın Hakları Derneği), savaşa karşı uluslararası bir kadın ağı olan Women in Black (Siyahlı Kadınlar)'in Londra örgütlenmesi, İtalya'daki Dünya Kadın Yürüyüşü grubu, uluslararası örgütlenen Young Feminists Wire, İtalyan radyosu Radyo Onda Rossa, Hırvatistan Zagreb'den Women's Room, Arjantin'den Peace-aids Foundation, Avrupalı Yeşiller Partisi başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinden kadın ve LGBTİ örgütleri kendi dillerinde basın açıklaması yaparak, web sitelerinde İFK'nın çağrısına yer vererek ya da dayanışma mesajları yollayarak gece yürüyüşüne destek verdiler. İstanbul'daki feministlere desteklerini sürdüreceklerini ifade eden kadın ve LGBTİ örgütlerinden dayanışma içeren mesajlar gelmeye devam ediyor.
Destek mesajının yayınlandığı linklerden bazıları:
http://www.sigurnomjesto.hr/rad-na-prevenciji-i-suzbijanju-nasilja/vijesti/
http://delphysyllepse.wordpress.com/2014/03/05/nous-les-femmes-serons-a-taksim-istanbul-le-8-mars/
http://europeangreens.eu/news/international-womens-day
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=770782079598650&id=533089360034591
Feminist Gece Yürüyüşü'nün tarihçesi  
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'nün ilki 2003 yılında Taksim Meydanı’ndan Mis Sokak'a doğru gerçekleştirildi. Savaş ve işgal temasıyla gerçekleştirilen yürüyüşte 'Hitler, Mussolini, Şaron, Miloseviç, Bush, Saddam… Hepsi erkek, tesadüf mü?' yazan bir pankart taşındı. 2004 Yılında yine aynı yerde toplanan kadınlar bu defa kadın cinayetleri temasıyla ve 'erkek vuruyor devlet koruyor, mezar değil sığınak istiyoruz' yazan pankartlarla yürüdüler. 2005 Yılında yürüyüş Galatasaray’dan Taksim Meydanı'na doğru yapılırken, 'erkek düzenine itaat etmiyoruz' pankartı taşındı. 2006 Yılında 'feminist başkaldırı', 2007 yılında ise ‘patriarkaya, kapitalizme, militarizme ve milliyetçiliğe karşı feminist mücadele' pankartlarıyla yüründü. 2008 ve 2009 yıllarında gerçekleştirilen yürüyüşlerin ana sloganı ‘militarizme, kapitalizme, milliyetçiliğe, patriyarkaya karşı feminist mücadele’ydi. Kadınlar 2010 yılında 'feminist isyan, kadın cinayetlerine isyandayız', 2011 yılında da 'erkek egemen düzene karşı feminist mücadele' diye hep bir ağızdan bağırdılar. 2012 yılında ise kadınların gündeminde aile vardı; pankartlarında ise 'aile değil kadınız feminist isyandayız' yazıyordu. 2003 yılında 100 kadar kadınla başlayan gece yürüyüşüne 2012 yılında binlerce kadın katıldı. İstiklal Caddesi'nde toplanan binlerce kadın ‘yaşasın feminist mücadelemiz’ diye haykırdı. 2013 yılında kadınlar 'hayatımız, bedeniz, kararımız bizim, aileniz sizin olsun' sloganları atılıyordu.
http://www.youtube.com/watch?v=IqAzUNG4S68
12. FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ
Tarih: 08 Mart, Cumartesi
Yer: Galatasaray Lisesi
Saat: 19:00 PROGRAM:
8 MART CUMARTESİ 19:00 Gece Yürüyüşü Beyoğlu Galatasaray 20:30 Bulunduğun her yerden ses çıkarma eylemi 21.30 8 Mart Partisi Beyoğlu The Mekan 9 MART PAZAR: 12.00 8 Mart Mitingi Kadıköy Haydarpaşa Numune önü
0 notes
geziyorumcekiyorum · 10 years
Text
geceleri terk etmiyoruz!
KADINLAR
SOKAKLARI DA,  MEYDANLARI DA
TERK ETMEYECEK!
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'nün ilki 2003yılında Taksim Meydanı’ndan Mis Sokak'a  doğru gerçekleştirildi. Savaş ve işgal temasıyla gerçekleştirilen yürüyüşte 'Hitler, Mussolini, Şaron, Miloseviç, Bush, Saddam… Hepsi erkek, tesadüf mü?' yazan bir pankart taşındı. 2004 Yılında yine aynı yerde toplanan kadınlar bu defa kadın cinayetleri temasıyla ve 'erkek vuruyor devlet koruyor, mezar değil sığınak istiyoruz' yazan pankartlarla yürüdüler. 2005 Yılında yürüyüş Galatasaray’dan Taksim Meydanı'na doğru yapılırken, 'erkek düzenine itaat etmiyoruz' pankartı taşındı. 2006 Yılında 'feminist başkaldırı', 2007 yılında ise ‘patriarkaya, kapitalizme, militarizme ve milliyetçiliğe karşı feminist mücadele' pankartlarıyla yüründü. 2008 ve 2009 yıllarında gerçekleştirilen yürüyüşlerin ana sloganı ‘militarizme, kapitalizme, milliyetçiliğe, patriyarkaya karşı feminist mücadele’ydi. Kadınlar 2010 yılında 'feminist isyan, kadın cinayetlerine isyandayız', 2011 yılında da 'erkek egemen düzene karşı feminist mücadele' diye hep bir ağızdan bağırdılar. 2012 yılında ise kadınların gündeminde aile vardı; pankartlarında ise 'aile değil kadınız feminist isyandayız' yazıyordu. 2003 yılında 100 kadar kadınla başlayan gece yürüyüşüne 2012 yılında binlerce kadın katıldı. İstiklal Caddesi'nde toplanan binlerce kadın ‘yaşasın feminist mücadelemiz’ diye haykırdı. 2013yılında kadınlar 'hayatımız, bedeniz, kararımız bizim, aileniz sizin olsun' sloganları atılıyordu.
12. FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ
Tarih: 08 Mart, Cumartesi
Yer: Galatasaray Lisesi
Saat: 19:00
http://www.youtube.com/watch?v=IqAzUNG4S68
0 notes