Tumgik
#baihe çeviri
adl1bbed · 2 years
Text
Clear and Muddy Loss of Love Türkçe Çeviri
Tumblr media
Luo Nehri adı verilen doğal bir hendek, büyük toprakları ikiye böldü — kuzeyden Jing ve güneyden Wei.
Biri Çimenli Ovaların hiçbir endişesi ve kederi olmayan ‘prensi’ydi, diğeri imparatorun ayrıcalık tanıdığı meşru bir prenses.
Bir savaş, Çimenli Ovaların ‘prensini’ yetim haline getirdi. On yıl boyunca uykuda kaldı; başlangıçta dalkavuk bir yetkili olmayı ve düşman krallığını kaosa sürüklemeyi planlamıştı lakin, Chionglin ziyafetinde Fuma olarak atandı.
Bekle ve gör, yıkılmış bir krallıktan ve harap olmuş bir evden gelen bu kin borcu nasıl ödenecek.
JWQS adlı baihe(wlw) Çin romanının artık Türkçe çevirisi var!! Çevrilmiş bölümleri editleyerek buraya da yükleyeceğim. Çeviriyi ve son okumayı tek başıma yapıyorum. 
Çevirmen/editör: Adlibbed
Wattpad sayfası. Bitirdiğim en güncel bölümlere buradan ulaşabilirsiniz.
Yazar: 请君莫笑 Please Don’t Laugh
Romanın jjwxc üzerindeki aslı
Toplam bölüm sayısı: 303 + 4 ekstra
Kitabın tamamını İngilizceye çeviren: meltsmelts - twitter ve tumblr 
Mutlu sonla bitiyor.
Ana karakter villain
Bir sürü isim, bölge, olay, politika ve saray entrikası 
泾渭情殇 başlığı, "Aşk erken ölür Jing ile Wei topraklarında" şeklinde de çevrilebilir.
Enemies to/and lovers
Uyarılar! 
- Ana çift arasında dört yıllık yaş farkı. Politik nedenlerle 18/14 yaşındalarken evlenmeye zorlandılar, hikaye tüm hayatlarını anlatıyor (ilişkileriyle yaklaşık on yıl geçiyor ve evliliklerinden on yıl sonra ilk seferlerini yapıyorlar)
- İki yan karakter cinsel saldırıya uğruyor, ancak bunu betimleyen sahne yok. O sahnelerde/flashback içeren bölümlerde bir uyarı olacak ama ima eden tek cümlelik bölümlerde olmayacak.
- Savaş şiddeti, kölelik, soykırım içerir
Notlar 
Bu roman tanıtımına kendi yorumumu katmak istemiyorum çünkü tarif edemem gibi geliyor. Ama ciddi ve ağır bir kurgu olduğunu, saf romantizm arayan ve bol trajediye dayanamayan kişilere göre olmadığını, ağır politik öğeler içerdiğini; romantizmin, nefretin ve intikamın da son derece kompleks işlendiğini söyleyebilirim.
Karakter listesine buradan ulaşabilirsiniz.
Aynı yazarın İngilizceye çevrilmiş diğer kitapları; FGEP, MWSL, RUZHUI
10 notes · View notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - Ekstra
Xiao Bing, son altı aydır erken çıkıp geç dönüyordu. Müdürü rutin olarak saat yedide odaları dolaşıyordu ve o vakitten önce hastanede olması, ardından da her odadaki hastaları kontrol etmek için yedi veya sekiz doktorla birlikte müdürünü takip etmesi gerekiyordu.
Bazen geceleri yarı uyur haldeyken kapıyı duyardım. Xiao Bing sessizce içeri girer ve yıkanmak için banyoya giderdi. Çok hızlı hareket eder, tüm yüzünü yıkama ve dişlerini fırçalama işlemini on dakika içinde tamamlar, sonra yatağına sokulurdu. 
Bazen programı ameliyatlarla dolu olurdu ve günde üç veya dört ameliyata girerdi: modern yöntemlerle ama yine de risklerle dolu ve her biri benzersiz olan omurga ameliyatları. Chen Ruobing vekil yardımcı olarak görev yapıyordu ve ameliyat olan günlerde çok geç geliyordu. 
Bir keresinde Xiao Bing'e, "Doktor olmayı gerçekten seviyor musun?" diye sordum.
Başını sallayarak onayladı.
Güldüm, "Kızını bile umursamıyor musun? Hiç bu kadar ahmak birini görmemiştim!"
O sabahın öncesinde, Chen Ruobing önceki gece geç dönmüştü. Uyandığındaysa güneş ışığı çoktan yatak odasına düşmeye başlamıştı. 
Chen Ruobing boydan boya olan pencerenin önüne geldi ve perdeleri açtı. Arkasını döndüğünde güneş ışığı saçlarını aydınlattı, hatta tüm vücudunun yarı saydam bir altın gibi görünmesine yol açmıştı. Otuz üç yaşındaki Chen Ruobing, on altı yaşındayken okulun terasında duruyormuşuz gibi bana gülümsedi. 
Aniden, "Sana makyaj yapayım," dedim.
"Neden?"
"Makyajla nasıl göründüğünü hiç görmedim, o yüzden görmek istiyorum."
İşe giderken bazen hafif bir makyaj yapardım ama Xiao Bing'in yüzü her zaman makyajsız olurdu. Heyecana kapıldım, onu aynanın önüne oturttuktan sonra makyaj malzemelerimi çıkardım.
Xiao Bing aynada kendine bakıyordu, ben de yüzüne bakmak için başımı eğerek pudra sürmeye başladım. Xiao Bing sadece gözlerini kapatmakla yetinmişti.
Xiao Bing, "Sınıfımız bir keresinde okul korosuna katıldığında makyajımı yapan yine sendin," dedi.
Çenesini kaldırarak sol elimle alnını tuttum ve sağ elimle göz kalemini çektim. Sağ göz kapağı istemsizce gerilmişti ve diğer elimin altındaki kirpikleri titriyordu.
"Hatırlamıyor musun?" diye sordu.
Çok geçmeden göz kalemi çekmeyi bitirmiştim. Xiao Bing'in yanaklarından birinde uzun zaman önce keşfettiğim küçük bir ben vardı. Kapatıcı ile kapatmaya çalışmak için tam zamanında güneş ışığından yararlandım.
"O çok çirkin olan mor elbiseyi giydiğimiz zaman mı?"
"Evet." Xiao Bing gözlerini kapadı ve güldü, "O elbisenin dekoltesi epey derdindi, bu yüzden göğüslerimize sünger doldurmamız gerektiğini söyleyerek bağırmıştın; hatta benimkine de doldurmak istemiştin!"
"Haha, bunu ben de hatırlıyorum."
Makyajını yapmam biraz vakit aldı, ama sonra kapatıcıyı fazla sürdüğümü düşündüm. Bu yüzden bölgeyi ıslak bir mendille sildim ve küçük beni tekrar ortaya çıkardım.
Xiao Bing, "O zamanlar gerçekten cesurdun," dedi ve güldü, ardından biraz da gururla, "Hep diğerlerinden farklı bir şekilde düşündün," dedi.
Biraz allık sürdüğümde, yüzünün hemen aydınlandığını hissettim.
"Terden sırılsıklam olana kadar oynardın ve bir kez yerine oturduktan sonra benimle uzun süre sohbet edebilirdin."
"Nasıl bir erkek arkadaş bulman gerektiğini merak ederdim. Her türlüsünü hayal etmeliydim ama kiminle evleneceğini düşündüğümde, doğru gelmiyordu. Seni ona kolay yoldan veriyor gibi hissettiriyordu. O çocuk kim olursa olsun sana layık olmayacak gibiydi."
Xiao Bing gözlerini açtı ve kıkırdadı, "Ben de kızlar için aynı şekilde düşünürdüm."
Homurdanarak ona koyu kırmızı dudak parlatıcısı sürdüm.
"Artık işler farklı." Xiao Bing aynada kendine baktı ve iç çekti, "Artık yaşlandım, dışarı çıkmadan önce gerçekten de makyaj yapmam gerekiyor."
Boynuna sarıldım ve onunla birlikte aynaya baktım, "Kaç yaşındasın ki daha?"
"Ama makyaj yaparsam maske takamam." Xiao Bing bir an düşündükten sonra, "Maske ile makyaj yapmana gerek de olmaz zaten," dedi.
"Mhm, bence de gerek yok," dedim.
O Çin Yeni Yılı sırasında hastanede daha az hasta vardı. Kuzenimden hafta sonu ufaklığa bakmasını istedim ve Xiao Bing'i benimle Chongli'ye gitmeye davet ettim. Xiao Bing ilk kez kabul etmişti.
Bir arkadaşımın arabasına birkaç kişi birlikte binmiştik. Arabadaki diğer üç kişiyle oldukça yakındım ama Xiao Bing ile yeni tanışacaklardı, bu yüzden ortam başlangıçta biraz sessizdi. Yarım saat sonra, her zamanki gibi bir hararetli bir sohbet etmeye başlamıştık. Kayak topluluğundaki insanlar her türlü alanda çalışıyordu ve çeşitli geçmişleri vardı ama kayak yapma sevgimiz ve birlikte yemek yiyip takılmamızdan dolayı yakınlaşmak zor olmuyordu.
Ne hakkında konuşursak konuşalım Xiao Bing çoğunlukla bir şey demeden pencereden dışarı bakmıştı. Ben onun böyle bir kişiliği olduğunu biliyordum ama diğerleri bundan habersizdi. Daha sonra tesise vardığımızda ve birkaçımız kayak teleferiğine oturduğunda Kuan Ge, "Xiao Bing gerçekten sessiz," dedi.
"Daha önce hiç konuşkan bir tanrıça gördün mü?" diyerek karşı çıktım.
O ise, "Bence sen ve tanrıçan birbirinize yakışmıyorsunuz!" diye şaka yaptı.
"Nasıl olur da uyumlu olmayız?"
"Doktorların hepsi çok titiz, senin gibi umursamaz biri nasıl bir tanrıçanın peşinden koşuyor?"
"Ben mi umursamazım?" dedikten sonra başımı çevirip Xiao Bing'e baktım, "İnanmıyorsan kendin sor, ona nemlendirici kullanmasını hatırlatmazsam hiçbir şey sürmeden dışarı çıkabiliyor."
Xiao Bing bana baktı. Kayak gözlüklerinin arkasında gizli olan kıvrılmış gözlerini hayal edebiliyordum.
Kayak teleferiği bir süre yükseldiğinde, dağa bakarak ayağa kalktım ve Xiao Bing'e üç kış boyunca gittiğim yeri anlattım.
"Orada Altın Ejderha Yolu var. Kar orada kalındır ve bir tarafında ormanlar var, rüzgarlı günlerde kar koşulları açısından en iyi parkur orası. Şu anda üzerinden geçtiğimiz yer ise Gümüş Ejderha Yolu. Ortasında geniş ve zorlamayan bir bölüm var, bu yüzden kayması çok rahat. Bu ikisi en çok kayak yaptığım yerler. Şu da batı ucu. Birçok orman yolu var ve ağaçlar oldukça sık. Beni oraya ilk götürdüklerinde neredeyse altıma işeyecektim."
"Güneşli günlerde patikalar altın renginde oluyor ve uzaktaki dağları görebiliyorsun. Kar yağdığında pek bir şey göremiyorsun ama kar havada savrulduğunda sis gibi oluyor, bu yüzden kayak yapmak bulutlarda uçuyormuş gibi hissettiriyor!"
"Onu dinleme," dedi yanımdaki Kuan Ge, "Rüzgar estiğinde, bıçak dalgalarının arasından geçmek gibi oluyor."
Öncesinde bir süreliğine cesaretlenmişse de dağa çıktığımızda Xiao Bing hala korkuyordu ve son yokuşa vardığımızda ne olursa olsun kayak yapmayacak haldeydi. Sonrasında kayaklarımı çıkarıp Xiao Bing'inkini dağa yerleştirdim ve benimkini dik tuttum. Kayağa başlanıldığı yeri işaret ettim ve, "Hadi oturup ve kayalım," dedim.
Birimiz önde birimiz arkada olmak üzere kar kayağına oturduk. Xiao Bing'e sıkıca tutunmuştum.
Biz hızlandıkça, her iki tarafımızda da hava gittikçe daha rüzgarlı hale geliyordu. Dengemizi korumak için sağa sola sallanmam gerekiyordu. Xiao Bing dehşet içinde çığlık atıyordu ve ben de heyecandan bağırıyordum.
Salonun girişindeki bir kar tümseğinin önündeyken ayaklarımı geriye çektim. Taze çöreğin içine dalıyormuş gibi yumuşak bir şekilde düşmüştük.
"Heyecan vericiydi, değil mi? Haha."
Xiao Bing kaskını çıkardı ve, "Bana yalan söyledin! Aşağı kayma aşaması daha da hızlıydı!" diye bağırdı.
"Korktun mu? Sadece seni dağdan daha hızlı indirmek istemiştim," dedikten sonra vücudundaki karları silkeledim.
"Korkunçsun!" Xiao Bing geldi ve bana sinirle vurdu, "Ödüm koptu az önce."
"Sendeki bu cesaretle insanları nasıl ameliyat ediyorsun ki?!"
Bir süre karda güreştikten sonra yorulmuştuk. Xiao Bing dinlenme salona geri dönmek için yaygara koparmıştı. Kolundan çektim ve, "Sadece bir kez daha, hadi Ersuo'ya gidelim. Orası çok güzel ve eğimi de yumuşak," dedim.
Xiao Bing bana bakarak, "Bu seferki de yalan mı?" dedi. Yanakları kızarmıştı ve iki sıra halindeki düzgün, beyaz dişleri konuşurken takırdadı, hızla dağılan beyaz buharı dışarı serbest bırakmıştı.
"Kesinlikle yalan söylemiyorum," dedim.
Ersuo, birkaç yıl önce inşa edilmiş bir dağ teleferiğiydi. Binmesi çok basitti, öndeki korkuluğu elinizle aşağı çekmeniz gerekiyordu. Oturduğumuz sırada üstünde örtü yoktu ve sık sık popomuzun altında gıcırdıyordu.
O gün hava açıktı ve kayak teleferiği çok yavaş hareket ediyor, karlık alandaki nemli rüzgar yüzümüze çarpıyordu. 
"Çok yavaş gidiyor. Bu teleferiği elden geçirmeliler," dedim.
Güneş, patikanın bir tarafında parlıyor ve her kar tümseği ışık ve gölgelerden oluşan bir desen oluşturuyordu. Ufak yolda çok fazla insan yoktu, kayak yapan birkaç çocuğun sesini bile duyabiliyorduk.
Xiao Bing ve ben yavaş ve yatay hareket eden teleferikte öylece oturuyorduk. Çam ağacının dalları açık ve belirgindi; yukarıya, ayaklarımıza kadar uzanıyordu. Etrafımız son derece sakindi.
"Çok güzel," dedi Xiao Bing, "Çok sessiz."
O öğleden sonra, Xiao Bing kayak yapmaktan yorulmuş ve salonda beni beklemişti. Akşam saat beşte kayaklarımı topladım ve dağdan aşağı indim. Öğleden sonra altı tur kayağı tamamlayıp tamamlamadığımı sordu ve beni ilk kez kar kıyafetleri içinde görmesine rağmen, ikinci kat penceresinin önünde otururken bir bakışta tanıyabildiğini söyledi.
O akşam bana, arkadaşlarla yemek yediğimiz sırada sohbete dahil olmamasına rağmen harika zaman geçirdiğini söyledi.
Bunun tam da Xiao Bing'in diyeceği bir şey olduğunu biliyordum. Etrafındaki insanlardan uyumsuz görünüyordu, haksızlığa uğramak ve değişmeye çalışmak istemiyordu ama nazik bir kalbi vardı.
Bir dahaki hafta sonu kızlar olarak kayak yapmaya gittik, ufaklık da çok eğlenmişti. Xiao Bing bundan çok mutlu olmuştu, ufaklığın benim gibi olmasını ve onun yolundan gitmemesini umduğunu söyledi. Ama sonrasında ufaklığa dönüp, "En iyisi annen gibi olman," dedim.
—son—
Son olarak çevirenin notu
Finali ettik... Bu kitabı çevirmeye karar verdiğimde sanırım şubat veya marttı, yazın bitirip insanlarla paylaşmak ve onların da okumasını sağlamak istediğimi hatırlıyorum.
Okurken gözlerim dolan ve kendime yakın hissettiğim, açıklayamayacağım bir büyüsü var gibi gelen kısımlar vardı. Bitirince burukluk doldu biraz içime.
Mükemmel olmasa da çeviride elimden geleni yapmaya çalıştım, okuduğunuz için teşekkür ederim hepinize~
—28 Ağustos 2022
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 20. Bölüm (Final)
Daha önce farklı erkek ve kızları öpmüştüm ama en tatlı, aynı zamanda en acı olanları Chen Ruobing vermişti.
"Artık böyle bir hayat yaşama," dedim.
Chen Ruobing başını omzuma gömdü ve şiddetle başını salladı.
Kulağına şöyle dedim, "Seni on altı yaşımdan beri seviyorum ve şimdiye kadar, hayatımın yarısına gelmişken... Hep, sadece bir kişiyi sevdim. Bundan vazgeçmeye çalıştım ama yine de acı çektim."
"O şarkı doğru söylüyordu. Senden haber almaktan korktum. İyi olsaydın, terk edilmiş hissedecektim; iyi olmasaydın da ağlayacaktım."
Chen Ruobing'in yüzünü gözyaşlarıyla durulanmış gibi görünen, soğuk elimle sildim; ardından düşünmeden yüzünü de avuçlarımla sildim.
"Bu sefer ne kadar saçma bir şey dersen de inanmayacağım! Ve benim hangi kişiyle çıkmamı ya da hangi kahrolası yere gitmemi söylersen söyle, yapmayacağım! Bencil olmak ve ne gerekiyorsa yapmak istiyorum. Seni unutmak için bir hikaye yazmaya bel bağlamayacağım ve artık kimsenin ne düşündüğü umurumda olmayacak."
Ne kadar denesem de Chen Ruobing'in gözyaşlarını kurulayamadım, ama yine de ona son on yıldır söylemek istediğim şeyleri söylemek istiyordum.
Bir süre konuştuktan sonra Chen Ruobing'in mırıldandığını duydum, "Ama şu anki halimle..."
"Ne varmış halinde?" diyerek lafını böldüm, "Sana sorayım; ne zaman daha iyiydin, şimdi mi yoksa on yıl önce mi?"
Chen Ruobing bana bakarken parlayan gözlerini kırpıştırdı ve, "Şimdi," dedi.
"Ben de öyle düşünüyorum."
Chen Ruobing'in ve benim otuz iki yaşına bastığımız yıl, ilk düzgün ilişkimize başladık. Altı yıllık evliliğinin başarısızlıkla sonuçlandığını gören ailesi, sonunda onu rahat bırakmıştı. Her şey yerine oturuyordu. Dairemi sattım, biraz para biriktirdim ve iki odalı küçük bir daire satın almak için kredi çektim. Elbette, Chen Ruobing hafta sonları fazla mesaiye kaldığında yapılacak ilk iş çocuğuna bakmaktı.
Chen Ruobing'in küçük kızı benimle ilk tanıştığında utangaç davranıyordu. Onu bisiklete binmeye, futbol oynamaya, paten kaymaya ve köpeklerle oynamaya çıkarıyordum. Chen Ruobing'in yapmasına izin vermediği her şeyi yapması için onu dışarı çıkarıyordum, sonraları bir bahaneyle hafta sonları kuzenimin oğlunu bizim evimize davet etmeye başladım. Bu şekilde, ikisi için yemek pişirmekle ilgilenmem gerekecekti sadece.
Sonradan ufaklık ve ben yakınlaştık; bana "abla", yeğenime "ağabey" ve Chen Ruobing'e "anne" demeye başlamıştı.
Bir gün, ufaklığa çizgi film açmak için internette gezinirken elim bir ebeveynlik forumuna değdi. İnsanların dört-beş yaşındaki çocuklarının birçok karakter ve kelime bildiğini, birçok da kitap okuduğunu gördüm.
Chen Ruobing'e, "Ona İngilizce öğrettin mi?" diye sordum, o ise hayır dedi.
Sonra, "Peki ya Çince karakterler?" diye sordum.
"Büyükannesi ve büyükbabası biraz öğretti."
"Onu bu şekilde yetiştirmeye devam etmek istediğine emin misin? Yeğenim her türlü eğitim kursuna gitti."
Chen Ruobing yorumda bulunmadı ve bir süre sonra, "Neden iki yıl daha etrafta oynamasına izin vermiyoruz?" dedi.
Böylece ufaklık altı yaşına geldiğinde yabani bir çocuğa dönüşmüştü. Dış görünüşü Chen Ruobing'e çok benzemesine rağmen, kişiliği onun gibi değildi. Bu konuda bazı pişmanlıklarım vardı. Bundan sonraki birkaç yılda Chen Ruobing ameliyatlara girmeye başladı, eve geldiğinde de ufaklık çoktan uyumuş oluyordu.
"Senin gibi başka bir anne daha var mıdır ki?" dedim.
Banyo yapması on dakika sürmüştü, ardından yatağa girdi ve gülerek, "Ben öyle olsam da, sen varsın ya?" dedi. Bir an düşündükten sonra, "Böylesi çok güzel. Gelecekte iyi bir evlat ya da eş olmak zorunda değilim," diye ekledi.
"Hey, insanlar ortaokuldayken böyle davranır. Asi dönemlerin biraz geç gelmedi mi?"
"Mhm, biraz gecikti." Chen Ruobing yanımıza geldi ve gülümseyerek şöyle dedi, "Ama iyi ki hala zamanım var."
***
Ç/N: Sizi ekstraya alayımm
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 19. Bölüm
Lobinin bekleme salonuna oturdum ve küçük bir grup hemşirenin dışarı çıkışını izledim. Çoğu en güzel yaşlarındaydı ve mesai bitiş saati olmasına rağmen yüzleri ışıl ışıldı, bir araya toplanmış bir yandan konuşuyor bir yandan da gülüyorlardı.
Bir süre bekledikten sonra aşina olduğum, fakat bir şekilde tanıdık gelmeyen o figür benim olduğum yere doğru yürüdü. Chen Ruobing bej renkli sıradan bir ceket, kot pantolon ve yumuşak tabanlı spor ayakkabılar giymişti. Bu sefer yüzünü gördüğümde on yıl öncesinden bir farkı yoktu, gülümsediğinde yüzünde oluşan çizgiler bile aynıydı. Ama yakından bakıldığında bu, olgun bir kadının tarif edilemez bir çekiciliğe sahip gülümsemesiydi.
"Seni beklettim."
"Sorun değil." Gülümsedim ve Chen Ruobing'in yanında yürümeye başladım.
"Çok güzel olmuşsun," dedi.
Başımı ona çevirdim, "Sen de değişmişsin."
Chen Ruobing gülümsedi. Biraz utanmış gibiydi, bu yüzden başını eğdi, "Yaşlandım. Gece nöbetlerim için sürekli bütün gece uyanık kalmak zorunda kaldım. Şimdiden kırışıklıklarım oluşmaya başladı."
"Çok güzelsin ve hayal ettiğimden çok farklısın. Olsa olsa zaman senin için durur sanmıştım ama gördüğüm, yaşadığın onca şey için seni ödüllendirdiği oldu," demek istedim.
Ama yaklaşık on yıl sonra gerçekleşen ilk buluşmamızda bu sözleri söyleyemedim.
Tıpkı on sene önce kendi başımıza ders çalıştıktan sonra yemek yemeye gittiğimiz zamanlar gibi, Chen Ruobing ve ben sessizlik içinde dışarı çıktık.
Sonbaharın sonlarında ay gökte yavaşça yükselirken bir süre cadde boyunca yürüdük.
"Ailen nasıl?"
Chen Ruobing başını salladı, "Babam birkaç yıl önce bir ameliyat geçirdi ve iyileşiyor. Çocuğun yaşının artık daha büyük olması iyi bir şey, bu sayede o kadar yorucu olmayacak."
Demek Chen Ruobing bir anne olmuştu! Her sınavda birinci olan ve ilk sırada yer alan o sessiz kız, artık bir anneydi.
Bu haber karşısında ağzım açık kalmıştı.
"Çocuk... Erkek mi, kız mı?"
"Kız, dört yaşında."
Başımı salladım ve şirketimdeki anne olan kadınlarla konuşabileceğim şeyleri düşünmeye başladım. Fakat bir süre düşündükten sonra saçmaladığımı hissetmiştim.
Sonuçta o hâlâ Chen Ruobing'di.
Akşam yemeği için bir restoran seçtik ve ikimiz de geçtiğimiz birkaç yıl hakkında konuştuk. Sohbetimizin ortasındayken bir telefon aldı ve kızının ateşi çıktığını öğrendi. Aynı şekilde yemeğimizin ortasında, Chen Ruobing oradan ayrıldı.
Bir aydan fazla bir süre sonra, liseden sınıf arkadaşlarım iki buluşma düzenledi. Haberi veren eski sınıfımdan bir adamdı. Chen Ruobing'e gidip gitmeyeceğini soran bir mesaj gönderdim. Buna vakit bulamayabileceğini ve o zaman geldiğinde tekrar durumuna bakacağını söyledi.
Buluşma günü, herkes büyük bir masaya doluşmuştu. Buluşmaya ilk defa geldiğim için herkes etrafımda toplanmış Amerika'da yüksek maaş alıp almadığımı ve hâlâ aynı Amerikan maaşını mı aldığımı soruyordu. Eski sınıfımdan oldukça zengin görünen iki adam vardı ve bunlar hiç durmadan aynı şeyleri soruyordu. Yemeğin yarısına gelindiğinde, nihayet Chen Ruobing kapıyı itip içeri girdi.
Düz siyah bir ceket giymişti, saçlarıyla kıyafeti birbirinden ayırt edilemiyordu. Yüzü kireç gibi olduğu için dikkatlice baktım, gözlerinin altında birer karaltı vardı.
"Üzgünüm. İşten yeni çıktım."
Bir adam, "Sana gerçekten saygı duyuyorum, Ruobing, cidden geldin," dedi.
Yanımdaki sandalyeyi çekip oturmasını işaret ettim. 
Chen Ruobing'in gelişi çok geçmeden herkesin dikkatini çekmişti, bunun ardından Chen Ruobing'in son birkaç yıldır sadece bir buluşmaya katıldığını öğrendim. İnsanlar ona bir doktor olarak nasıl hissettiğini sordu.
Chen Ruobing gülümseyerek, "Güzel," dedi. Sonra birkaç kişi o ve Yang Xu hakkında şaka yaptı, o ise sadece gülümsemekle yetinmişti.
"Yang Xu şimdi nerede?" diye sordum.
Yanımdaki bir kişi, "Bir süredir Amerika'daydı," dedi, "Bilmiyor muydun?"
Başımı iki yana salladım, sonra bir adamın Chen Ruobing'e, "Doktor olmak çok yorucu, ne kadar para kazanıyorsun?" diye sorduğunu duydum.
Okuldayken bu çocuğun Chen Ruobing'le konuşmaya asla cesaret edemediğini hatırlıyordum. O sırada, nedense, sözleri kulaklarıma rahatsız edici gelmişti; bu nedenle Chen Ruobing'in cevap vermesini beklemeden araya girdim, "Paradan bahsetmesek nasıl olur? Ne kadar kırıcı."
Birkaç kişi buna güldü ve o adam beceriksizce, "Erkekler çok baskı altında, biliyorsun. Ailemizi geçindirmek için para kazanmamız gerekmiyor mu?" dedi.
Bunun ardından yaklaşık bir saat boyunca, kendini övmekle kıyaslamanın karışımı saygısız şakalar yapılmıştı. Chen Ruobing kesinlikle bu tür bir ortama ait değildi ve ondan gelmesini istediğime pişman olmaya başlamıştım.
Buluşma sonlara yaklaşırken, Chen Ruobing'in diğer tarafında oturan bir kadın sınıf arkadaşının ona sessizce, "Çocuğun nasıl?" diye sorduğunu duydum. Chen Ruobing ise, "İyi," diye karşılık verdi. O kadın sınıf arkadaşımız da doktor olmuş ve geleneksel Çin tıbbı eğitimi almıştı. Sonra şöyle fısıldadığını duydum, "Hastanemizde iyi bir erkek meslektaşım var. Otuz beş yaşında, o da boşanmış ve çocuğu yok. Sizi tanıştırmamı ister misin?"
Buna iki saniye sonra tepki verebildim, ardından odada hiçbir şey duyamayana kadar başım uğuldamaya başlamıştı.
Başımı çevirdim ve Chen Ruobing'e baktım. Benim bunu duyduğumu ve kendi yüzünde doğal olmayan bir ifade olduğunun farkındaydı ama daha fazla açıklama yapmadı.
Kalabalık dağılırken Chen Ruobing ile ben oradan gitmeden önce en son biz kalana dek oyalandık. Dışarı çıktığımızda ve soğuk rüzgar yüzümüze vurduğunda, gözyaşlarım akmaya başladı.
Ona, "Xiao Bing, ben senin... en iyi... arkadaşın mıyım?" diye sordum.
Chen Ruobing kafasını yukarı çevirerek bana baktı, sonra başını indirdi ve sessizce, "Evet, sen benim... en iyi arkadaşımsın. Sen... bana en yakın kişisin," dedi.
"Her zaman mı?" diye sordum.
"Her zaman," dedi.
Omuzlarından iki elimle tuttum ve, "Geri dönmesem ve bir daha görüşmesek bile öyle olacak mıyım?" diye sordum.
Chen Ruobing yukarı bakarken gözleri titreyen yaşlarla doluydu, "Evet."
Ellerimi uzattım ve onu kollarımın arasına aldım. Saçları yüzümü gıdıklıyor ve gözyaşlarıma yapışıyordu.
"Öyleyse neden... benden bu kadar çok şey sakladın?" Artık tutarlı konuşamıyordum.
"Seni... rahatsız etmekten... korktum."
Chen Ruobing'in omuzları seğirdi ve kollarımda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Birbirimize sarılarak uzun bir süre ağladık, sonra yüzünü ellerimin arasına alıp onu öptüm. Dudaklarımızın değdiği yerler tuzlu gözyaşlarıyla kaplanmıştı.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 18. Bölüm
Amerika'da altı yıl çalıştım. Ailem ısrarla beni evlenmem için acele ettiriyordu ve acele ettirdikçe daha da sabırsızlaştılar, bu yüzden bir kör randevuya çıkmam için Çin'e geri döneyim diye baskı yapmaya başladılar. O kadar rahatsız olmuştum ki onlara doğrudan kızlardan hoşlandığımı söyledim.
Daha sonra beni ziyarete geldiklerinde onlara yıllardır yaşadığım tüm ilişkileri anlattım. Denemediğimden değil diye söyledim, hatta bir kereden fazla denemiştim. Depresyondan ölmemi istemedikleri sürece artık bir erkekle evlenme ihtimalim yoktu.
Annem birkaç gece boyunca ağladı, babamsa durmadan iç çekiyordu. Birkaç gün kaldıktan sonra gitmek istediler ama gitmeyin dedim. Burada söylenen hiçbir şeyi anlayamadıklarını ve buradayken hem dilsiz hem de sağır olduklarını söyleyerek karşı çıktılar. O birkaç günde annem ve babam birden daha da yaşlanmış gibiydi. Bundan sonraki birkaç yılda bir arada olduğumuzdan çok daha fazla ayrı zaman geçirdik; onları her gördüğümde biraz daha yaşlandıklarını, kalbimdeki suçluluğun da biraz daha derinleştiğini hissediyordum.
Zaman acımasızdı. Ailem bir yana, aynadaki "ben" bile artık daha farklı görünüyordu.
Üniversiteye başlayıp Chen Ruobing ile vakit geçirmeye başladığımdan beri onlardan yavaş yavaş uzaklaşıyordum. İşte o zaman birini gerçekten sevmeyi öğrenmeye başlamış ve ona her şeyin en iyisini -zamanımı, enerjimi ve düşüncelerimi- vermek istemiştim.
Neticede ebeveyn-çocuk ilişkimiz daha da uzaklaşmıştı, otuz yaşıma bastığımda on günden fazla bir süre birlikte kaldık ama annemle babam kendilerini buraya uygun değil gibi hissetmişti.
Sonunda dediler ki, "Neden Amerika'da kalmıyorsun? Burada hayatın daha kolay olacak."
Bunu duyduğumda ağlamıştım, "Eleştirilere kulak asmayan biriyim ve hiçbir şeyden korkmuyorum," dedim, "Çocuk istemiyorum ve o kadar paraya da ihtiyacım yok. Eğer doğru insanı bulamazsam, hayatımın geri kalanını sizinle geçireceğim o halde. Yani olaya iyi tarafından bakmalısınız, benim gibi insanlar kolay bir hayat yaşıyor."
Bu bir veya iki yıl içinde şirketimin Çin'deki işleri artmıştı ve oraya geri dönmek için sık sık fırsatlar doğuyordu. Daha sonra şirkete başvuruda bulundum ve yurt içi bir şubeye transfer edildim. Bir yıldan fazla bir süre bekledikten sonra, otuz iki yaşıma bastığım yıl nihayet Pekin'e dönmüştüm.
Yıllar içinde kazandığım parayı, ailemden çok da uzakta olmayan tek yatak odalı bir daire satın almak için harcadım. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Bu sabah dokuz-akşam beş şeklinde geçen günleri seviyordum. Kendi kendimi kontrol edemediğim için, sabit bir biyolojik saate ihtiyacım vardı. Gündüzleri çalışıyor, geceleri bir şeyler okuyor, kışın hafta sonlarında birkaç arkadaşımla kayak yapmak için Chongli'ye gidiyor ve hafta sonları kalan vakitte bir badminton kulübüne gidiyordum. Temelde yaşamak istediğim hayat buydu. Hayatımın geri kalanını böyle geçirsem hiç dert etmezdim. 
Chen Ruobing'e geri dönüşümden bahsetmemiştim. Bazı insanlar birini unutmanın en iyi yolunun bir hikaye uydurup onu baş karakter olarak yazmak olduğunu söylerdi. O zamandan beri bu yaklaşımı denemiştim ve faydasını görmüş gibiydim, bu yüzden denemeye devam edecektim.
Bir keresinde annem şans eseri, "Geçmişte aynı sınıfta olduğun o zeki kız, şimdi Youyi'nin gastroenteroloji bölümünde bir doktor. Onunla hâlâ görüşüyor musun?" diye bahsetmiş bulundu.
Er ya da geç adını duyacağımı ve onu tekrar göreceğimi biliyordum. Ama bana bu kadar yakın bir yerde çalıştığını bilmiyordum. Bu haber beni biraz endişelendirmişti.
Onu görmek için ilk adımı atmam gerektiğini hissettim. Ne olursa olsun, tek kelime etmeden dönmemeliydim.
Bir cuma günü işten sonra o hastanenin gastroenteroloji bölümüne gittim, kapıdaki hemşireye sordum ve Chen Ruobing'in o gün bulunduğu muayene odasını buldum.
Doktor önlüğü Chen Ruobing'in ince vücudunu sarıyordu ve saçları başının arkasında toplanmıştı. Bir maske taktı, hastayla konuşurken başı eğik bir şekilde tıbbi kayıt tutuyordu. Hasta gidene kadar bir süre kapının yanındaki sandalyede oturup bekledikten sonra oraya doğru yürüdüm.
"Kayıt olmuş muydun? Bugünlük mesaim bitti."
Chen Ruobing bilgisayar ekranına baktı, sesi maske yüzünden biraz boğuk çıkmıştı. Ses tonu yumuşaktı ve ağzından çıkan her kelimeyi duymak biraz çaba gerektiriyordu.
Hareket etmediğimi fark eden Chen Ruobing, başını kaldırdı.
Delicesine çarpan kalbimle, yüzüme sakin bir gülümseme yerleştirmek için elimden geleni yaptım.
Ama onunla göz göze geldiğim an bunda başarısız olmuştum.
Chen Ruobing'in ufak yüzünde yalnızca bir çift simsiyah göz açıktaydı.
Onu hiç böyle soğuk, derin bir kuyuya benzeyen gözleriyle görmemiştim. Kuyunun ağzından bakıldığında sadece saf, dipsiz bir siyahlık vardı.
Karanlık beni olduğum yerde dondururken bir düşünce zihnime hücum etti. 
Chen Ruobing büyümüştü ve artık benimle çikolata yiyen o küçük kız değildi. Küçük bir kızın böyle gözleri olmazdı.
"Sen, sen neden buradasın?" Chen Ruobing ayağa kalktı ve gözlerini kırpıştırdı, o iki su kuyusu gün ışığıyla parlamıştı.
"Ah... seni görmeye geldim."
"O zaman, birlikte yemek yemeye gidelim mi?" diye soran Chen Ruobing kalemini bıraktı ve ellerini birbirine kenetledi, sonra açıp elini kaldırdı ve yüzünün yanındaki serbest saçları kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Tamam, seni dışarıda bekliyorum." Arkamı dönerken başımı eğdim ve onun hastanedeki tüm kızların giydiği türden bir çift beyaz kumaş ayakkabı giydiğini gördüm. Birden onun doktor olmaya gerçekten uygun olduğunu ve buna ondan daha uygun kimsenin olamayacağını hissetmiştim.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 17. Bölüm
Forumdaki gey topluluğunda epeyce kişi vardı ama lezbiyen diye bir bölümü yoktu. Yazımı yayınladıktan sonra, birçok insanın ilgisini çekti. Teselli veren, iyi dilekler sunan, gizlice merak eden ve hatta alay edenler gibi tüm zihniyetlerden insanlar görüntülüyordu. Ama beni etkileyemiyorlardı, çünkü benim hikayem çok öncesinde yazılmıştı zaten.
Sonraları daha fazla insan gelip okumaya başladı, bazıları hikayeyi benim uydurduğumu öne sürerek sorgulamaya başlamıştı. "Arkadaşım" ya da "sınıf arkadaşım" diye geçen kişi kendinden bahsediyor, "ben" diye geçen kişi ise dikkat çekmek için gerçekleri saptırıyor olmalıydı. Düşününce, durum gerçekten de buydu, bu yüzden bir roman yazıyormuş gibi davranacaktım.
Bu kuzey şehrinde kışın çok kar yağıyordu. O yıl Noel arifesinde Tayvanlı bir adam beni kayak yapmaya davet etti. Bir anda, uçma hissine aşık olmuştum. Karda özgürce dönebilmek için bütün kış uğraştım. Onunla kayak yaparken, Liu Yufei ile birlikte olmanın tamamıyla aynısını hissettiriyordu. Artık bir erkeğe aşık olma şansım olmadığını biliyordum. Bir sonraki hayatımda erkek olmalıyım. Sporu çok seviyordum ve erkeklerle iyi anlaşıyordum, çok iyi arkadaşlarım olacağından emindim. Ama bir kez daha düşününce, Chen Ruobing'in saç teli kadar ince olan duygularını sadece kızlar anlayabilirdi. Erkek olsaydım, her zaman Chen Ruobing ile aramda bir perde bulunacaktı. Onunla evlenme olasılığım olsa da, istediğim böyle bir ihtimal değildi. Bir zamanlar sahip olduğumuz o birbirini bütünüyle anlama halini istiyordum.
Yani bir sonraki hayatımda yine bir kız olmalıyım. Sonraki hayatımda ona aşık olmak istemiyordum, onun en iyi arkadaşı olmak istiyordum.
Bir yıl sonra, temel olarak hikayemi yayınlamayı bitirdim. Bu yıl içinde, gönderilerime yorum yapan birçok internet arkadaşım oldu. Farklı farklı hüzünlü hikayeler anlatan erkekler ve kızlar vardı. Sevmeye değer diyordum, ama onlar birbirini sevenlerin birlikte olması gerektiğini söylediler. Yirmi yaşındayken Çin Yeni Yılı'nda aldığım şeylerin hayatımın geri kalanında bana yeteceğini söylerdim. Artık aşka inanmadıklarını söylediler. Bense hâlâ aşka inandığımı, elli ya da altmış yaşında, menopoza girmiş, kırışıklarla dolu ve tanınmayacak kadar yaşlı olsam bile yine de seveceğimi söyledim. 
Üç yıl sonra yüksek lisanstan mezun olduğum yaz, okul bahçesinde mezuniyet elbisemle fotoğraf çektirirken Chen Ruobing aniden bana bir mesaj gönderdi.
"Sha Yu, ben evleniyorum."
Şaşkınlıkla, "Neden evlenmek için bu kadar acele ediyorsun?" diyerek düşünmeden cevap verdim. 
Hemen yanıtladı, "Annemle babamın sağlığı pek iyi değil, çok ödevim var ve gelecek sadece daha çok yorgunluk ve meşguliyet getirecek, bu yüzden bana yardım edecek birine ihtiyacım var."
Chen Ruobing'in ailesi, o doğduğunda oldukça yaşlıydı. Bu cevabı okuduktan sonra, "Ah, sana iyi davranıyor mu..." diye yazmaya başladım.
"Benden birkaç yaş büyük ve bana iyi davranıyor," diyen bir mesaj gönderdiği sırada henüz soru işaretini koyamamıştım.
Güldüm ve yazdığım kelimeleri sildim. "Amca ve teyzeme iyi bak" diye cevap vermek istedim ama bunun alakasız olduğunu düşündüm ve yine sildim. Bir an düşündükten sonra nihayet, "Kendine iyi bak," yazdım.
Ben telefonumda defalarca silip geri yazarken Chen Ruobing de bir şeyler yazıyordu. Tam gönderdiğimde, "Nasılsın? Erkek arkadaşın var mı?" diye sordu.
Galerimi açtım ve benimle o Tayvanlı adamın fotoğrafını buldum. O gün hava çok soğuk ve rüzgarlı olduğundan patikada tek bir kişi bile yoktu. Dağın tepesindeki sıcaklık göstergesi eksi yirmi altı derece gösteriyordu. Hatıra kalması için sıcaklık göstergesinin yanında bir selfie çekmiştik. Kan kırmızısı renkte giyinmiştim, yüzümde tek bir bölge bile açıkta değildi. Kayak gözlüklerime, gökyüzünde süzülmekte olan kar tanelerinden başka bir şey yansımıyordu. Bunların içinde oldukça havalı göründüğümü düşünüyordum.
Bu resmi Chen Ruobing'e gönderdim ve o, "Bu harika. Senin adına sevindim," diye karşılık verdi.
O yaz, bazı sınıf arkadaşlarımla yüzmek için Batı Sahili'ne gittim. Kaliforniya'ya gelmiştim.
Kaliforniya'da güneş ışığı güzeldi ama herhangi bir yerde görülenden pek farklı değildi. Sahilde palmiyeler vardı ama gümüşi beyaz kum görememiştim.
On altı yaşındayken, o şarkı yüzünden beklentiyle dolmuştum. Buraya gerçekten geldiğimde hayal kırıklığına uğradığımı söyleyemezdim ama, artık on altı yaşımdaki saflığa ve enerjiye sahip değildim. 
Hayvanların da insanların da böyle olduğuna inanıyorum. Her yıl büyürüz, vücudumuza bir taş bağlanır ve bu yüzden giderek daha sakin ve içine kapanık hale geliriz. 
Bir fotoğraf çekip Chen Ruobing'e göndermek istiyordum ama uygunsuz olacağını düşündüm. Ne cevap vermesini istiyordum ki? Bazen anlık mesajlaşma gerçekten yersiz oluyordu.
Sonuç olarak bir yığın Kaliforniya kartpostalı aldım ve ona postaladım.
Mezun olduktan sonra çalışmak için Amerika'da kaldım. Burada gerçekten daha özgür bir ortam vardı. O birkaç yılda iki kızla çıkmayı denedim. Biri hayat dolu ve açık fikirliydi, diğeri ise biraz Chen Ruobing gibi sessizdi. Fakat en sonunda, iki ilişki de hiçbir sonuca ulaşamadı.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 16. Bölüm
Bölümümüz büyük bir iş bulma kaygısı yaşattığından, üçüncü sınıfın ikinci yarısından itibaren sınıfın yarısından azı yüksek lisans sınavına girmeye ve ana dal değiştirmeye, geri kalanı ise yurt dışına gitmek için İngilizce sınavına hazırlanıyordu. Ailem de beni yurt dışında okumaya ikna etmeye çalışıyordu. Hem akademik hem de duygusal olarak ne yapacağımı bilemediğim için o zamanlar çok endişeliydim. Adeta hayatımın kritik bir yol ayrımındaydım.
Chen Ruobing'e belli bir seviyede kızgındım, onun bu kadar mantıklı davranmasının yanında duygusuz olmasından nefret ediyordum, ama yapılabilecek hiçbir şey yoktu.
Ardından TOEFL ve GRE'ye girmek için zorlu yola adımımı attım. Akşamları kurslara kalıyor, kelime ezberlemek ve alıştırma testleri çözmek için uzun zaman harcıyordum. İlk başta hala Chen Ruobing'i görmeye gidiyordum ama bir süre sonra artık zamanım olmamaya başladı, onunla sadece cep telefonuyla iletişim kurmak zorunda kalıyordum.
Bir gün oda arkadaşım ağzından kaçırarak bana, "Neden sınıf arkadaşının artık seni görmeye geldiğini görmüyorum?" diye sordu.
O an nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Bunun üstüne hiç düşünmediğimi söylemek güvenli olurdu.
Oda arkadaşım bunu sorduktan sonra, ben yatakta uyuyamadan yatarken birkaç kişiyle sohbet etmeye başladı.
Bu gerçek anlamda ilk ilişkimdi ve bakabileceğim benzer bir örneği daha yoktu, bunu diğer kızlar gibi tartışamayacak olmam bir yana, kalbimden şüphe ve ilişkimizden olumsuz duygular eksik olmayacaktı.
Bütün gece düşündükten sonra Chen Ruobing'in beni aslında o kadar da sevmediğini hissettim. Ona mesaj göndermemek için kendimi tuttuğumda elbette benimle iletişime geçmek için ilk adımı atmıyordu. O zamanlar gördüğüm motivasyon kırıcı alıntılar kafamda belirdi. Birinin yüzde yetmiş sekizini sevebilmek ve gerisini kendilerine saklamak, bir de aşkta ilk adımı atmak için güçlü olmak zorunda olmakla ilgili bir şeylerdi.
Bu nedenle, üniversiteye başladığımdan beri gerçekleşen en çılgın çalışma dönemimi yaşadım. Gün içinde başım dönene kadar kelime ezberlerdim ve gece yurda döndüğümde hissettiğim tüm olumsuz duyguları günlüğüme yazardım. Bundan sonra uyurdum ve döngü yeniden başlardı.
Çoktan üç ya da dört kalın günlüğü doldurmuştum ve çoğu gün Chen Ruobing de yazdıklarımda geçiyordu. Asıl amacım hikayemizi yazmak olduğu için ilk başta her şey onunla ilgiliydi, sonra hayatımın diğer yönlerini dahil etmeye başladım ve zaman geçtikçe onunla ilgili kısımlar giderek azaldı.
GRE ve TOEFL'a girip bitirdiğimde Chen Ruobing hastanenin merkez bölümünde çalışmaya başlamıştı, çok sayıda laboratuvar sınavı ve profesyonel sınavlara giriyor, bu yüzden onu görmeme olanak verilmiyordu. Bu nedenle, son sınıfta oraya sadece birkaç kez gittim. Benden bilerek uzak durduğu belliydi. Belki beni yurt dışına gitmeye ikna etmeye çalışırken, belki de daha öncesinde zaten benden ayrılmayı kafasına koymuştu. 
Son sınıfta, kendisi de erkek arkadaşı da Pekinli olan bir kız dışında, yurtta erkek arkadaşları olan kızlar onlardan ayrıldı. Herkes bu sonucu kabullenmiş ve ortama alışmıştı. İlginçtir ki, ayrılmayı önerenlerin hepsi kızlardı. Belki kızlar kritik zamanlarda daha akılcı davranıyordu, ya da erkekler anlaşılmayı bekleyen ipuçları bırakıyordu; yalnızca bir tesadüf olabilir miydi ki?
Bilmiyordum. Hikayelerinin beni ilgilendiren hiçbir yanı yoktu.
Telefonumu çıkarıp Chen Ruobing'in profil resmini bulduğumda çoktan üçüncü sayfaya düştüğünü fark ettim.
"Ayrıldık mı?"
İki saatin ardından, Chen Ruobing bir tek kelime gönderdi, "Üzgünüm."
Son sınıfın ikinci döneminde, bir okuldan teklif beklerken yapacak işim yoktu. Okulumuzda çok fazla basketbol sahası yoktu, pek oynayan da yoktu zaten. Basketbol sahasının alanı badminton sahalarına bölünmüştü. Daha sonraları bir koç buldum ve düzenli olarak badminton öğrenmeye başladım. Koç benden uzun mesafe koşu antrenmanı yapmamı istemişti, bu yüzden tüm zamanımı koşarak ve top oynayarak geçiriyordum. 
Kişi enerjisini tamamen sevdiği bir-iki şeye verdiğinde, gerisini unutabilirdi.
İşte o zaman sporun verdiği sevinci yeniden tam anlamıyla yaşamıştım. Aşkın getirdiği sevinç insanı sarhoş eder, spor ise sonrasında seni zinde tutardı. En önemlisi, kalbim yeniden özgür hissediyordu. Sık sık geçmişi düşünüp üzülürdüm, ama artık tüm kalbim tek bir kişiye bağlı değildi.
Duygularım nihayet bana aitti.
Bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilmiyordum.
Aynı yılın ağustos ayında Amerika Birleşik Devletleri'ne geldim. Annem benim için her türden günlük ihtiyaç duyulan şeylerle dolu üç büyük valiz hazırlamış ve içine tencere, tava ve mutfak bıçaklarını koymaya yeltenmişti. 
O zamana kadar yazmayı seviyordum ve elle yazmayı tercih ediyordum. Yıllardır yazdığım her şeyi yanımda götürdüm.
İlk dengesiz geçen daire arayışı, ikinci el mobilya satın alma, okula kayıt olma ve ders seçme döneminden sonra her şey yoluna girdi. Bir mühendislik bölümüne geçmeyi başardım, dersler başta çok ağır değildi. O sırada okunacak basılmış kitap yoktu, bu yüzden bir kindle aldım ve e-kitap okumaya başladım, bilgisayardan yazmaya da başlamıştım.
Bir gece aklıma aniden Chen Ruobing geldi, bu yüzden tüm günlüklerimi çıkardım ve hepsini okudum. O sırada kalbim artık acımamıştı.
Birden aklıma tuhaf bir fikir geldi, o dönemde Amerika'daki Çinliler arasında ünlü olan bir foruma girdim. Forumda pek çok bölüm vardı, bunlardan biri içindeki birkaç kişiyle hoş bir atmosfere sahipti, herkes aklına gelen şeyleri yazmayı seviyordu. O bölümün üyeleri arkadaş canlısıydı da.
İlişkimizi sona erdirecek olsa bile, Chen Ruobing ile benim hikayemi yazıp yayınlamaya karar verdim.
O sıralarda, ilk defa Wang Er ve Chen Qingyang'ın* hikayesini okumuştum ve zihnim bir ağaca sarılmış sarmaşık misali Chen Qingyang ile doluydu. Bu yüzden hikayemde Xiao Bing'in soyadını Chen* olarak değiştirdim.
— —
Ç/N
1. Wang Er ve Chen Qingyang, Wang Xiaobo'nun Altın Çağ kitabından karakterler.
2. Bu ifadenin ne anlama geldiğinden tam olarak emin değilim çünkü Chen Ruobing'in soyadı zaten Chen. (aynı yazı karakteri her iki durumda da kullanılıyor)
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 15. Bölüm
Chen Ruobing'in ailesi tipik bir aydın aileydi. Babası Pekin'deki bir üniversitede profesördü ve annesi bir lisede İngilizce öğretmenliği yapıyordu. Chen Ruobing hep annesinin bizim okuduğumuz lisede çalışmadığı için şanslı olduğunu, yoksa zamanını kesinlikle mutsuz bir şekilde geçireceğini söylerdi. Annesi katı bir öğretmen olarak biliniyordu ve de çok iyi öğretiyordu. Küçük yaşta İngilizce sınıf başkanı olmuş ve büyüdüğünde müdür bile ona saygı göstermek zorunda kalmıştı. Lise öğretmenlerinin de öğrencilerin arasına katıldığı günümüz çağında, annesi mucizevi bir şekilde ürpertici havasını koruyabiliyordu.
Aile, kişinin karakterini büyük ölçüde etkiler. Sonuçta biri doğar doğmaz kaderinin büyük bir kısmına neredeyse karar verilmiştir. Bireyin kendi kontrolü dahilindeki tek şey gideceği ana yoldaki küçük dallardır.
Chen Ruobing ve ben bundan sonra altı ay boyunca bir balayı evresi geçirdik. Bu süre zarfında her gün birbirimize bağlı kalabilmeyi diliyorduk, ne zaman yollarımız ayrılacak olsa okulun önünde uzun süre oyalanıyorduk. Bazen kütüphaneden çıktıktan sonra yolda yürüyorduk ve söylenecek pek bir şey olmuyordu. Birbirimize bakıp kıkırdar, kıkırdadıktan sonra öpüşür, öpüştükten sonra yemek için birer top dondurma alırdık.
Şimdiye kadar Chen Ruobing ile birlikte olmak çay içmek gibiyse, o zaman bu süre boyunca her gün sarhoş olana ve gerçek ile hayali ayırt edemeyene kadar aşırı derecede içiyordum. Benim için gelecek, çevik ve kurnaz bir balık gibiydi— o kadar kaygandı ki ne kadar denersem deneyeyim onu ​​yakalayamazdım. O anı yaşarken tek görebildiğim ben ve Chen Ruobing'di.
Öte yandan Chen Ruobing ise her şeyi planlı yapan ve kurduğu yaşam yolunda adım adım ilerleyen bir insandı. Bir sonuca varmayacak şeyleri yapmamanın daha iyi olduğunu düşünen aklı başında biriydi, bu yüzden önce ailesine itiraf etmişti.
Daha sonra annesi, önünde hâlâ onu bekleyen bir hayatının olduğunu, bu yüzden bu kadar erken karar vermemesi gerektiğini söylemişti. Hayatın boyunca parmakla gösterilmeyi ve hakkında fısıldaşmalarını kaldırabilir misin? Yaşlandığında güvenecek kimsenin olmamasıyla ba��a çıkabilecek misin? Chen Ruobing, evli olmasa da çocukları olabileceğini söylemişti. Annesiyse, "Babasız bir çocuğu görmeye yüreğin elverir mi?" demişti.
Chen Ruobing'in daha sonra bana söylediği tek şey buydu. O gün, o ve ben batı kapısının dışındaki bir barbeküye gittik ve vakit oldukça geç olana kadar konuştuk. Annesine karşı gelemeyeceğini ve annesinin haklı olduğunu söyledi. Ama o da yanlış bir şey yapmıyordu. Kimin hatalı olduğunu bilmiyordu.
Chen Ruobing'in acısını hissedebiliyordum. Bu acıyla başa çıkma yolu ise kendini sonsuz profesyonel kitaplar denizinin içine atmaktı, çünkü bu yönü zaten sınır tanımazdı.
Özel kurslar ve çeşitli laboratuvarlar döneminin gelmesiyle Chen Ruobing artık o kadar meşguldü ki bayılmak üzereydi, birbirimizi nadiren görüyorduk.
Kendini kasten bu kadar meşgul ettiğinin farkında olsam da ondan bir şey istemeye cesaretim yoktu.
Ne yapabilirdim ki? Benimle fazladan bir öğünü daha geçirmesini mi isteyecektim? Ya da benimle biraz daha fazla konuşmasını?
Söylenebilecek şeyler zaten birkaç kez söylenmişti ve günler hep birer birer geçmek zorundaydı. Gerçeklikte her bir gün, şiirsel ya da çok uzaklarda olmayan monoton bir şekildeydi.
O zamanlar bir insanı sevdiğimde ne yapmalıyım, diye düşünüyordum. Gerçekten bir insan bana ait olabilir miydi? Her gün birlikte olmak, onun bana ait olması mıydı? Birbirini seven iki insan tam olarak nasıl anlaşıyordu?
Yirmi yaşındaki ben, bunlara hiçbir cevap bulamamıştı.
Daha sonra, Chen Ruobing benim önümde bir daha hiç ailesinden bahsetmedi; ailesinin evindeyken de benim hakkımda ağzını kapalı tuttuğunu düşünüyordum.
Birinci sınıfın başında, herkes sıradaki adımlarını düşünmek zorundaydı. Yurt dışına gidecekler GRE ve TOEFL* eğitimi almaya başlamış ve gelecek dönem yüksek lisans  giriş sınavlarına girecek olanlar da makale gözden geçirme sürecine başlamak zorunda kalmıştı. Benim bölümümde yüksek lisans ve doktora çalışmaları için çok az yer vardı, bunların hepsi de en iyi öğrenciler tarafından kapılmıştı.
Ç/N: GRE, birinin lisansüstü düzeydeki kurslara ne kadar hazır olduğunu değerlendirmek için yapılan bir sınavdır. TOEFL ise bir kişinin İngilizce becerilerini test eder. Öğrencilerin ABD'de yurt dışı lisansüstü eğitimi almaları için her ikisinin de yapılması gerekir.
Chen Ruobing yurt dışına gitmemi önerdiği zaman uzun süre bir şey demedim.
Daha sonra onunla büyük bir kavga ettik, bu bizim için bir ilkti.
"Notların iyi ve ana dalın kuramsal bilim, İngilizceni geliştirip yurt dışında okumalısın," demişti.
"O zaman neden yurt dışına sen gitmiyorsun?" diye sordum.
"Ben sadece doktor olmak istiyorum. Ne yapmak istediğini bilmiyordun, değil mi? Dışarı çıkıp dünyanın daha fazla yerini görmen iyi olacak."
Biraz endişeleniyordum, "Öyle olursa ayrılmamız gerekecek." 
"Ayrılmak bir anlam ifade etmiyor," dedi Chen Ruobing sakince, "Birkaç yıl sonra geri dönmek istersen dönersin. Ayrıca, neredeyse son sınıf oldun, önce geleceğini düşün."
Bunu söylediğini duyduğumda o kadar sinirlenmiştim ki konuşamıyordum, kalbim uzun bir süre hızla attıktan sonra, "Uzun mesafenin ne demek olduğunu bilmiyor musun?" diye sordum.
Bir süre bekleyip de onun hâlâ bir şey demediğini gördüğümde sesim kontrolsüz bir şekilde titremeye başladı, "Duygularımız senin için ne ifade ediyor? Bir hiç mi?"
"Bilmiyorum. 'Soğukkanlı bir hayvan olmayı ve kimse gibi olmamayı tercih ederim'. Bunu her yaptığında ya inciniyorsun ya da çok fazla baskıya katlanmak zorunda kalıyorsun." Chen Ruobing bana baktı, kanlanan gözlerinin kenarları kızarmıştı, "Sha Yu, insanlar sana bu gözle baktığında gerçekten görmezden gelebilir misin? Böyle bir ömür senin için gerçekten sorun olmayacak mı?"
Bir ömür. Bu sözcük bir anlığına zihnimde parlamıştı.
Geçmişte gördüğüm ve düşündüğüm her şeyin, tüm yaşam deneyimimin bu kelime üzerindeki kontrolü sıfırdı. 
Bir ömre ulaşabilecek her şey ciddi bir hal alırdı. Karanlık, sınırları olmayan bulutlar gibi baskı yaratırdı.
İlk defa umutsuzca güçlü olmak— kendimi toplayacak kadar güçlü olmak ve Chen Ruobing'e, "Böyle bir hayat sürmeyi sorun etmem," demek istedim.
Ama o esnada, bir ömrün sınırlarını bile göremiyordum.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 14. Bölüm
Sürekli Tsinghua'ya geldiğim için kampüsteki birçok yere aşinaydım, bazen buraya kendi okulumdan daha fazla bağlı olduğumu hissediyordum. Ne zaman o yeri düşünsem kalbim yumuşar, hatta daha yavaş atmaya başlardı.
İkinci sınıfımızın ikinci döneminde kış tatilinden önceki son hafta sınavlarım bitti, Chen Ruobing de o sabah son sınavını vermişti. Onu görmeye gittim, aslında o gün eve birlikte gitmeyi planlamıştık. Fakat sonuç olarak akşam olduğunda anlık bir kararla sinemaya gittik, bittiğindeyse saat dokuzu çoktan geçmişti. Sinemadan çıktığımızda dışarısı bir anda bembeyaz olmuştu. Yer ince bir kar tabakasıyla kaplıydı. Chen Ruobing eve gitmemeyi ve geceyi yurtta geçirmeyi teklif etti.
Böylece doğu kapısından geçtik. Yolun o kısmındaki taşlar karla kaplanmış ve oldukça kaygan hale gelmişti. Chen Ruobing yavaşça yurda doğru yürürken bisikleti itiyordu. Sokak lambalarının yaydığı ışık, toz halindeki kar taneleri tarafından renklendiriliyordu; her yer net bir şekilde görülemeyecek kadar loştu. Etrafımda tek hissedebildiğim sessizlikti, zaman bile yavaşlamıştı. Garip olan şey, Tsinghua Parkı'nın da o gün normalden çok daha sessiz olmasıydı. Yolda genellikle yanından hızla geçen bisikletler ortalıkta görünmüyordu. Chen Ruobing ve ben bu sessiz kış gecesine daldığımızdan yol boyunca pek bir şey söylemedik.
Yurda döndüğümüzde saat çok geç olmuştu. Odadaki diğer üç kişi de oradaydı ama sık sık gittiğim için beni görmeyi garipsememişlerdi. Ama bu, ilk kez onun yurdunda geceyi geçirişimdi. Kısaca yıkandıktan sonra, ilk ben yatağa tırmandım. Oda biraz soğuktu, bu yüzden soyundum ve yorganın altına girdim. Chen Ruobing'in yastığına uzanırken burun deliklerime tanıdık bir koku geldi.
Yastığın yanında ortasına kalem koyulmuş bir kitap vardı. O sayfayı çevirdim, bakışlarımı yukarı çevirdiğimde altı kırmızı kalemle çizilmiş bir cümle gördüm. 
"Araştırmamız, eş cinsellikte payı olan doğuştan gelen biyolojik faktörler ve edinilmiş sosyal faktörler arasında kişinin erken cinsel deneyimlerinin, özellikle de ilk cinsel deneyimin oldukça önemli olduğunu keşfetti."
Zihnim başka bir şey duyamayacak kadar uğulduyordu. Aklımdan endişe verici bir düşünce geçti: Chen Ruobing ondan hoşlandığımı biliyordu ve beni araştırmaya mı başlamıştı?!
Doğru, yurdumdaki kızların bile tahmin ettiği bir şeydi bu, o nasıl anlayamasındı ki?
Gelişigüzel bir şekilde onda da altı çizili bir cümle olan daha sonraki bir sayfaya geçtim, ana fikir, bir insanın yaşamayı seçme şeklinin başkalarına zarar vermediği sürece tamamen kendisini ilgilendirmesi gerektiğiydi.
Bir an aklım durdu, bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilmiyordum. Kalbim hızlanmıştı, bir şeyleri kavrayabilmek için zamanım yoktu. Chen Ruobing'in de yatağa tırmandığını hissedince, elimi çekip sırt üstü yatmadan önce kitabın adına bakacak zamanım bile olmamıştı.
"Soğuk, ha?" dedi Chen Ruobing yorganın altına girerken, "Yurttaki kaloriferler ortalığı pek ısıtmıyor."
"Sorun değil," dedim, yatakta kütük gibi kaskatı kesilmiştim.
Diğer üç kız da kısa sürede yataklarına girdi. Sınavları yeni bitirdiğinden herkes rahatlamıştı. Işıklar kapandıktan sonra yarım saatten fazla sohbet etmeye devam ettiler, Chen Ruobing onlarla sohbet ederken iyi bir ruh halinde gibi görünüyordu.
Seslerinin arasına saklandım, birkaç yıl önce Chen Ruobing'i öpen Sha Yu adlı kıza derin bir hayranlık duyuyordum.
Belki de kendimi gerçek anlamda tanıdığımdan beri cesaretim kırılmıştı.
 Uykuya dalmadan önce ne kadar zaman yatakta kaskatı bir şekilde yattığımı bilmiyordum.
Kış tatilinin ardından bu konuyu birkaç kez kafamda çevirdikten sonra bu kadar korkmama gerek olmadığını fark ettim. Chen Ruobing, arkadaşlığın ötesinde olan bu duyguları hiçbir zaman reddetmemişti.
O birkaç gün tam da Çin Yeni Yılı dönemine gelmişti, bu yüzden ev hareketliydi. Aslında Chen Ruobing'i görmek için zaman yaratmayı planlıyordum. Fakat sonuç olarak Çin Yeni Yılı Arifesi gecesi, önce o beni aradı.
Bana henüz akşam yemeği yiyip yemediğimi, ardından da o gün neler yaptığımı sordu. Hemen bir şeylerin tuhaf olduğunu hissetmiştim, biraz hoş sohbet ettikten sonra Chen Ruobing derin bir nefes aldı ve, "Sha Yu, bugün ailemle konuştum," dedi.
"Ne hakkında?" diye sordum.
Telefonun diğer ucundan Chen Ruobing'in sakin sesi geldi, gecenin karanlığında bir göl gibi soğuk ve berraktı.
"Bir kıza aşık oldum, dedim."
O anda, kalbimin dayanılmaz bir hızda atmaya başlaması ile gözyaşlarım bir anda dökülmeye başladı. 
Mutlu olduğum için değil, etkilendiğim içindi— anlaşıldığım ve bir yanıt aldığım gerçeğinden etkilendiğim içindi.
Bu dünyada beni Chen Ruobing'in anladığı gibi anlayabilecek başka biri yoktu. Benimle aynı frekansta dolaşan başka kimse olamazdı.
Telefonu sıktırırken tek kelime edemedim.
Diğer taraf da bir süre sessiz kaldı, sonra aniden bir hıçkırık koptu.
Chen Ruobing de ağlıyordu. Belli belirsiz bir şeyleri anlamıştım.
"Sha Yu, özür dilerim, ailemi ikna edemedim... Biz, bizim hâlâ evlenmemiz ve gelecekte kendi çocuklarımız olması gerekiyor."
Gözyaşlarım hiç durmadan yüzümden akıyordu, ama kalbim garip bir şekilde sakindi.
"Xiao Bing, özür dileme, benden çok daha cesursun."
Asla itiraf edemediğim bu sonsuz aşkta beklenmedik bir şekilde Chen Ruobing'den bir yanıt almıştım. Bu yanıt dokunaklı, cesur ya da başka herhangi bir kelime olarak adlandırılabilecek bir şey taşıyor ve kalbime doluyor; üzerindeki küçük izleri iyileştiriyordu.
Chen Ruobing telefonun diğer tarafında hıçkırıklara boğulmuştu.
Ertesi gün haber vermeden evine gittim, anne babasının işine yardım etmek istiyordum ama kapıda durduruldum ve içeri alınmadım. Chen Ruobing dışarı çıkmadan önce yaklaşık bir saat aşağıda bekledim.
Etrafta kimsenin olmadığı bir sokak köşesinde Chen Ruobing ve ben sarıldık. Alnımı alnına dayayarak onu öptüm. Gözyaşlarının tadına baktım, belki de benimkilerdi— ne olursa olsun, ayırt edilemez hale gelene kadar birbirine karışmışlardı.
Romanlarda geçen o neşeli çevresine açılma aşaması, gerçeklikte olmuyordu.
Sadece bu da değil, gerçeklik hayal edilenden daha ağır gibiydi.
O birkaç gün, Chen Ruobing'in önünde güçlüymüşüm gibi davrandım ve etrafta kimsenin olmadığı yerlerde yıllarca dökülecek tüm gözyaşlarımı akıttım.
Bazen bencil ve saf bir şekilde merak ederdim, ya Chen Ruobing ve ben yetim olsaydık?
O zaman, belki de şu ana kadar iyi bir yaşam sürememiş olurduk.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 13. Bölüm
Üniversiteye girdikten sonra hayata dair harika olan şey bağımsız yaşamanın getirdiği rahatlık ve özgürlük değil, değerlerin çeşitliliğiydi. Belki de içimde çok fazla asi bir tuh taşıdığım için, üniversiteye girdikten sonra cennete düşmüş gibi oldum; çeşitli yollarla oynanabilecek bir oyun gibiydi. Notlar artık tek değerlendirme kriteri değildi ve insanlar, "Notların kötüyse bir geleceğin yoktur" gibi şeyler söylemiyordu.
Yavaş yavaş farklı bir üniversite hayatı inşa etmemiz yaklaşık bir yıl sürdü. Bazıları öğrenci konseyleri ve gençlik ligi komiteleri gibi çeşitli okul organizasyonlarında aktifti. Belki hoşlarına gidiyordu, belki mezun olduktan sonra fakültede kalmayı umuyorlardı ya da amaçları sadece özgeçmişlerine birkaç güzel ekleme yapmaktı. Bazı insanlar yardım dernekleri, kitap kulüpleri, müzik grupları, drama grupları gibi çeşitli topluluklara tutkuluydu... Bazı insanlar bilgisayar oyunlarına takıntılıydı veya anime bağımlısıydı. Bazılarıysa gerçek hayat deneyimi yaşamak için boş zamanlarını yarı zamanlı işlerde çalışarak ya da staj yaparak geçiriyordu. Flört etmek ise hâlâ önemli bir konuydu, üçüncü ve son sınıflardan bile yurttaki bazı kızlar okulun önünden lüks arabalara biniyordu.
Bu yaşam biçimlerinden hiçbirine tepeden bakmıyordum. Her birinin makul görüşleri var gibiydi ve hepsinin durumu benimkinden daha iyi görünüyordu, kafası karışmış ve kaybolmuş benden.
Daha birinci ya da ikinci sınıftayken ne yapmak istediğini bilen şanslı gençlere karşı derin bir imrenme duygusundan başka bir şey beslemiyordum.
Ne olursa olsun, zorlukları aşıp sonuna kadar gidebilirlerse onlardan etkilenir, en ciddi ve samimi saygılarımı sunardım.
Chen Ruobing de böyle bir insandı. Üniversitede, yorulmadan tüm zamanını kütüphanede ve çalışma salonunda geçiriyordu. Bir zamanlar bu kadar çok çalışmanın onun için sadece bir alışkanlıktan ibaret olduğunu düşünmüştüm, ama sonradan öğrendim ki bundan zevk alıyormuş.
Birbiri ardına mesleki sınavları geçecek, bembeyaz üniformasını giyecek ve mükemmel bir doktor olacaktı. Yıllar sonra yaşıtları ne kadar rahat, zengin ya da boş bir hayat sürerse sürsün, kendini her zaman yapmak istediği şeylere gömecekti.
Üniversite hayatıma kendimi adadığım söylenemezdi. Bölümümdeki etkinliklere katılıyor, sınıf arkadaşlarımla yarışmalara ve çalışmalara katılıyordum. Ayrıca uzun mesafe koşusu, basketbol ve badminton topluluklarına katılmıştım; notlarım ortalamanın altındaydı. Kısacası, yaptıklarım çeşitli görünüyordu, ancak göz dolduran hiçbir şey yoktu— feri sönmüş bir tiptim.
Ama o zamanlar daha açık olmaya başlamıştım, birçok arkadaşım vardı ve yurttaki kızlarla iyi anlaşıyordum. Tsinghua'da "yakın bir arkadaşım" olduğunu biliyorlardı. İlk başta en iyi arkadaşımı göreceğimi söylüyordum ama daha sık gitmeye başladığımda, artık kimse bana inanmadı. Onlardan sakladığım bir erkek arkadaşım olduğundan emindiler ve durmadan muziplik yapıyorlardı. Bana ancak Chen Ruobing ve benim kütüphanede çekilmiş bir resmimizi bulduğumda inandılar. Ama ikinci sınıfın ikinci döneminde, gece sohbetleri sırasında konu bana geldiğinde her zaman, "Çok yakınsınız. Neredeyse iki yıldır her hafta görüşüyorsunuz," diyen birileri oluyordu. Sadece "Mhm" veya "Evet" diyerek karşılık veriyordum. Yeni soruları olduğunu biliyordum ama artık kimse bana muziplik etmiyordu.
İkinci sınıftayken Chen Ruobing ile benim hikayemi yazmaya başladım. Aslında birkaç an, hatırladığım birkaç konuşma ve kafamda düşüncelerimle başıboş dolaşmalarımdan ibaretti. Ama yazmazsam her şeyi unutacağımdan korkuyordum. Kişi her şeyi unutacaksa, bu dünyada yaşamanın amacı neydi ki?
Bu hikayeyi yazdıktan sonra kendimi tamamen fantezilerime verirdim. Söylediğimiz sözler ve aklımdaki parçalar bir şekle bürünmüştü. Gerçeklik benden çok uzaktaydı. Chen Ruobing'in gölgesiyle baş başaydım, denizde süzülüyordum. Bu rüyadan uyandıktan sonra yazdıklarımı okurdum ama hepsinin çok gerçek şeyler olduğunu görürdüm.
Hâlâ yapmaktan hoşlandığım şeylerden biri Chen Ruobing'e okuduğum hikayeleri, hayal ettiğim şeyleri ve aklımda oluşan taslakları anlatmaktı. Kütüphanede konuşamazdık, bu yüzden her akşam yemeğine giderken onu bisikletle alır ve sürerken hikayeler anlatırdım. Bazen üzülürdü ya da aklında canlanacak bir şekilde anlattığımda uzun süre susardı.
Kafamı çevirip, "Dinliyor musun?" diye bağırdım.
O ise alakasız bir şekilde, "Düşünüyorum!" diye cevap verdi.
İşte o zaman içimde belli bir his belirmişti— o ve ben gerçeklikte değil, yazdığım hikayelerde yaşıyorduk.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 12. Bölüm
Chen Ruobing, üniversitenin ilk üç yılını okuluma çok uzak olmayan Tsinghua'da geçirdi. Otobüste sallanarak geçen yarım saatin ardından Tsinghua'nın batı kapısına varabiliyordum.
Chen Ruobing her seferinde nehir kenarındaki batı kapısının yanında bir bisikleti iterek beni bekliyor olurdu. Çoğu zaman bisiklette onu arkama alır ve okula doğru sürerdim. Her zaman belirli bir kavşaktan rastgele dönerek patika boyunca amaçsızca ilerlerdik. Bu nedenle, okulun yeni başladığı dönemde hep kayboluyorduk. Neyse ki Tsinghua'daki yolların çoğu kuzeye de güneye de bağlıydı, bu yüzden biraz dolaştıktan sonra dönüş yolunu bulabiliyorduk.
Birinci sınıf dolu bir programı da beraberinde getirdi. Üniversiteye girdikten sonra kişiliğim yavaş yavaş açılmıştı. Spor ve sanatla ilgili bölümler olduğu için, etkinlikler daha çeşitliydi. Hayal ettiğim kadar boş zamanım olmamasına rağmen, en az haftada bir kez Tsinghua'ya gittiğimden emin oluyordum.
Üniversiteye yeni başladığım döneme kaygısız demek yanlış olmaz. Chen Ruobing ödev yaparak çok zaman harcamak zorunda kalırdı, ben ise ödevimi teslim tarihinden önceki gece kopyalardım. Chen Ruobing ve ben zamanımızın çoğunu Tsinghua'daki kütüphanede geçirirdik. Chen Ruobing ödevini yaparken ben de onun yanında bir şeyler okurdum. Bu üç yıl boyunca kütüphanenin edebiyat bölümündeki kitapların çoğuna göz atmıştım. O zamanlar Tsinghua'nın kütüphane müdavimleri roman okumayı sevmiyor olmalıydı. Her seferinde hızlı bir şekilde göz gezdirilen iki ya da üç çok satan kitap ekleniyordu. Chen Ruobing kotasını, daha çok talep gören teknik kitapları ödünç almak için kullanırdı, öyle ki bir hafta genellikle romanın yarısını okurdum, gelecek hafta geri döndüğümdeyse gitmiş olurdu. Bir dahaki sefere ne zaman alabileceğimi bilmiyordum.
Yani belki de hikaye yaratma aşkım, yarım bir hikaye okumanın ve daha sonra ne olacağını asla bilmemenin ıstırabından çıkmaya zorlayan bir ilgiydi.
Gaokao'dan sonra, Liu Yufei Şanghay'a gitmişti. O zamanlar akıllı telefonlar popüler olmaya başlamıştı, anlık olarak mesajlaşma yavaş yavaş yaygınlaşmış ve insanların birbirleriyle iletişim kurmasını son derece kolaylaştırmıştı.
Buna rağmen, gerçek manada bir iletişim kurmak halen zor bir işti.
WeChat'in yaygınlaşmasından sonra çalışma verimliliğinin yükselip yükselmediğini araştıran var mıydı bilmiyordum, ama aşkın hiçbir zaman teknoloji veya sosyal ilerleme ile ilgisi olmadığına inanıyordum.
Liu Yufei, üniversite birinci sınıfta Ulusal Gün* için Pekin'e döndü ve iki defa randevuya çıktık.
Ç/N: Çin'de her yıl 1 Ekim'de kutlanan bir bayram.
O Ulusal Gün'den sonra ikimiz de tekrar kendi işlerimize döndük, artık gitgide daha da az konuşmaya başlamıştık. Hep ne yediğimiz, hangi dersleri aldığımız ve diğer önemsiz konularla ilgili oluyordu.
Uzak mesafenin acımasızlığını ilk defa o zaman öğrendim. Bir aradayken konuşacak hiçbir şeyimiz olmasa bile öylece takılabilirdik. Fakat uzun mesafeden bahsederken önceki etkileşimlere ne kadar dayanabilirdik ki?
Birkaç ay sonra, ona ayrılmamız gerektiğini söyleyen bir mesaj attım.
O da buna pek şaşırmamış gibiydi. O sırada,teknolojik ilerlemenin bu tarz tuhaf durumları kurtarması gerçekten iyi bir şey,diye düşünmüştüm.
Chen Ruobing bana Liu Yufei'yle nasıl gittiğini sorduğunda, kafeteryada erişte yiyorduk. Hafta sonuydu, sınav haftasından hemen önceydi, bu yüzden tekli çalışma yerleri büyük talep görüyordu ve bu da kütüphaneye gitmeyi imkansız hale getirmişti. Chen Ruobing ve ben günü üçüncü öğretim binasında ders çalışarak geçirdik, kafeteryaya ancak hava karardığında akşam yemeği için dönmüştük.
Yemek çubuklarıyla eriştelerini döndürdü ve başını eğerek, "Liu Yufei ile nasıl gidiyor?" diye sordu.
Başımı kaldırdım ve, "Ayrıldık," diyerek karşılık verdim.
Chen Ruobing'in eli dondu, gözleri bir an için şokla bakakalmıştı. Bakışlarını çabucak aşağı eğdi ve yemek çubuklarını kâsesine bıraktı, bir şeyler söylemek istiyordu ama nasıl söyleyeceğini bilemiyordu.
"Geçen ay oldu," diye ekledim.
"Ah."
"Çok baharatlıymış." Erişteden bir lokma alarak konuşmayı kısa kesmiştim.
Onunla eski erkek arkadaşım hakkında konuşmak istemiyordum, çünkü konuşmaya değer bir şey olmadığını düşünüyordum. Eski erkek arkadaşım yanlış bir şey yapmamıştı ve Chen Ruobing ile ilgili de bir sorun yoktu. Kimse yanlış bir şey yapmamıştı. Chen Ruobing'le birlikteyken daha ilginç şeyler hakkında konuşmamız gerektiğini düşünüyordum.
Chen Ruobing'in de böyle hissettiğine emindim, çünkü Yang Xu ile birlikteyken bana ondan hiç bahsetmemişti. Daha öncesinde onun hakkında hiç iyi bir şey söylememiş, arkasından da kötü konuşmamıştı.
Onun ve benim erkekler hakkında aynı duygulara sahip olduğumuzdan şüpheleniyordum, ikimiz için de bahsetmeye değmeyeceğini düşündüğümüz seviyede bir ilgisizlik olarak tanımlanabilirdi.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 11. Bölüm
Ertesi gün okuldan sonra basketbol oynamayarak rutini bozdum ve onun yerine sınıfta oturup kitap okudum. Chen Ruobing, dışarıdaki gürültü dinene ve kampüste yaşayan öğrenciler akşam çalışması için gelene kadar sınıfa geri dönmemişti. Kafasını eğerek sırasına geri döndüğünde, başını yana doğru koluna yasladı.
Yanına gittim, önündeki sıraya oturdum ve dönüp ona baktım.
Beklenmedik bir şekilde, Chen Ruobing'in kirpiklerinde parıldayan gözyaşları asılıydı.
"Sorun ne?" diye sordum.
Chen Ruobing irkildi ve başını kaldırdı. Ben olduğumu görünce sakinleşti ve başını geri kollarına yasladı. Gözlerinden iki damla yaş kollarına dökülmüştü.
"Haidian deneme sınavım kötü geçti."
"Ne kadar kötü?"
"Toplam puanım muhtemelen Haidian'ın yalnızca ilk ellisine girer."
Semtimizin deneme sınavından sonra öğretmenler bize sürekli olarak her semtinkini yapmamız için sınava hazırlık soruları vermeye başlamıştı. Haidian'ın şehir çapındaki ilk ellisi bölge genelinde ilk 100'e girebilirdi ve tercih edilen tüm okulların standardı buydu. Ancak Chen Ruobing için bu sonuç, başarısız olduğu anlamına geliyordu.
Onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum, ne kadar baskı altında olduğunu ancak o zaman anlamıştım. O zamanlar öğretmenlerin çok acımasız olduğunu düşünürdüm. Şimdi düşününce, yaptıklarının büyük ihtimalle kötü bir şey olarak değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Sonuçta, herkesin hayallere ve beklentilere ihtiyacı vardı. Aradan on ya da yirmi yıl geçse bile birçok şeyin kontrolünüz dışında olduğunu anlayacaktınız. İster şans ister fırsat deyin, kaderin belirsizliğini kabul etmeliydiniz.
Bu açıdan, sadece pürüzsüz alnını görebiliyordum. Uzanıp hafifçe başının üstüne dokundum ve fısıldayarak, "Neden bu gece bizim eve gelmiyorsun?" diye bir teklifte bulundum.
O gece Chen Ruobing ve ben yatakta yatarken karanlıkta pek çok şey konuştuk. Ona ne okumak istediğini sorduğumda, tıp okuyup cerrah olmak istediğini söyledi. Oldukça şaşırmıştım, böyle zayıf bir kız neşter tutabilir mi bakmak için kolunu kaldırdım.
Gülümseyerek, "Doktor olmak için onur öğrencisi olmana gerek yok," dedim.
"Evet, yok," dedi.
"O zaman artık roman yazmak istemiyor musun?" diye sordum.
"Doktor olmak için diplomaya ihtiyacın var, roman yazmaya değil," diye cevapladı.
Bir an sessiz kaldık, sonra Chen Ruobing, "Son zamanlarda neden derslerine özen göstermiyorsun? Etrafta takılıyorsun sadece," dedi.
"Oyun oynamasam da seninle aynı okula gidemem," diyerek ağzımdan kaçırdım.
Chen Ruobing bana dönük şekilde yan tarafına yatarken bir sessizlik anı daha yaşandı. Karanlıkta, o kıvrımlı bedenin bir kası bile kıpırdamıyordu. Sonra çok kısık bir sesle, "Pekin'den ayrılmazsan birbirimizi sık sık görebiliriz," dedi.
"Evet, Pekin'den ayrılmayacağım," demeden önce bir an donup kalmıştım.
Bunu söyledikten sonra, ikimiz de sırtüstü yatana kadar bedenlerimizi döndürdük.
"Aşık olmak nasıl bir duygu?" Bu pozisyonda Chen Ruobing'in sesi, çok uzaklardan geliyormuş gibi belirsiz bir şekilde duyuluyordu.
"Oldukça güzel," dedim.
Devam etmemi bekliyor gibiydi, ama Liu Yufei ile olan ilişkim hakkında bu iki kelimeyi söylemekle yetindim. Bir süre sonra Chen Ruobing, "Bazı şeyleri ancak kendimiz deneyimlediğimizde anlıyoruz," dedi.
"Evet, ancak deneyimledikten sonra anlayabiliyoruz," diyerek tekrarladım.
Ben deneyimledim, ama erkeklerle öpüşmek seninle olduğu kadar tatlı değildi, diye söylemedim.
O yılın gaokao'sunda sorular biraz garipti ve puanların normalden biraz sapmasına neden olmuştu. Sınavdan sonra puanların henüz açıklanmadığı dönemde, öğretmenimiz bir gezi düzenledi. O gün okul hayatımızın en mutlu gününü yaşadık. Birkaç kızla bir süre karaoke yapmış, sonra da biraz poker oynamıştım.
Gece olduğunda, Chen Ruobing ve ben otelden dışarı koştuk. Tatil beldesinin nilüfer çiçekleriyle dolu kocaman bir gölü vardı ve ay o kadar parlaktı ki ilerideki dağlarla vadiler açıkça görülebiliyordu.
Chen Ruobing ve ben göl kenarında oturup bir süre sohbet ettikten sonra biraz da konuşmadan öylece oturduk. Yalnızca oturuyorduk, kalplerimiz birbirine bağlıymış gibi, bunun belki de hayatımızın en kaygısız gecesi olduğunu biliyorduk.
Bazı nedenlerden dolayı, gaokao sonuçları ertesi gün erken saatlerde erişime açıldı. Sonuç olarak, gezimizin keyifli atmosferi erken sona ermişti. Herkes gaokao puanlarını öğrenmek için telefon etmeye başladı, sonrasında bir kızın ağladığını duymuştum. Bu ortamın içindeyken sonucu iyi gelenler dillerini tutmuşlardı.
Bazıları gülerken bazıları üzgündü, ancak sonuçlarımızı bu şekilde bir aradayken duyurmak çok acımasızcaydı.
Chen Ruobing puanına baktığında, en üst sırayı alamadığını ve ondan çok uzakta olduğunu zaten biliyordu. Ama üzgün değildi, sanki sonucu uzun zaman önce öngörmüştü.
O yıl Chen Ruobing okulumuzun birincisi oldu ve umduğu gibi Pekin Birliği Tıp Fakültesini kazandı, bense standartları izleyerek Haidian'da bir Proje 211 okuluna* girdim.
Ç/N: Proje 211, 1990'larda Çin'de başlatılan ve 21. yüzyılın sonuna kadar uluslararası akademik standartlara yükseltmek amacıyla yaklaşık 100 üniversitenin güçlendirildiği ve aynı zamanda üniversiteleri araştırma standartları ve kapasitelerinde desteklemeyi amaçlayan bir projeydi.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 10. Bölüm
İkinci sınıftan sonraki yaz tatilinde, üzerimize bir anda baskı yüklendi.
Ne de olsa lise yıllarımızda her yol aynı çıkışa, gaokao'ya çıkıyordu. Bunun saçma olduğunu söyleseniz de o sırada mevcut tüm seçeneklerin en mantıklısı olduğunu kabul etmeliydiniz.
Elbette bir lise öğrencisine Pekin-Tsinghua'ya* bile gitse pek bir şey yapamayacağını söyleyemezsin. Artık bu tür olumsuzluklar çok fazla kaçıyordu.
Ona Tsinghua öğrencilerinin çene çalmak yerine uygulamaya koyma* niteliğine sahip olduğunu ve Pekin Üniversitesi'nde şık görünümlü* kardeşler olduğunu söylemeniz gerekiyordu.
Her durumda, yalnızca hayalleri olan insanlar mutluydu.
İlk deneme sınavından sonra, Chen Ruobing'in toplam puanı ikinci sıradaki kişiyi otuz puandan fazla bir farkla geçmişti. Her ne kadar her yıl okulumuzdan Pekin-Tsinghua'ya giren yirmi ya da otuz kişi olsa da, hiçbiri Chen Ruobing kadar olağanüstü değildi. Okulumuz her zaman bir okul birincisinin olmasını beklerdi, bu yüzden Chen Ruobing o yıl tüm okulun umudu haline geldi. Dersler bittikten sonra ek sınavlar yapmak için öğretmenler odasına çağrılacaktı.
Mevcut notlarımla Pekin-Tsinghua'ya girme şansım yoktu ve Pekin'deki diğer okullar da benim için pek bir önem arz etmiyordu. Aslında farklı bölümlerin kabul şartları arasında büyük farklılıklar vardı, ancak o zamanlar çok bilgisizdim; izleyecek bir yol bulamıyor, hayalimin ne olduğunu bilmiyordum. Bu nedenle, bu çıkmazın içinde debelenirken çalışmak için çok az motivasyonum vardı.
Bu süre zarfında Chen Ruobing ve ben birlikte yalnızca öğle yemeği yiyorduk. Ortada her zaman tarif edilemez derecede garip bir atmosfer olurdu. Belki de doğru düşünemediğim için, bunun tuhaf olduğunu düşünen sadece bendim.
Öğle arası zili çalar çalmaz öğretmen henüz gelmeden Liu Yufei ile basketbol oynamak için okul bahçesine koşardım. O zamanlar herkese karşı çıkıyor gibi görünüyordum ve birdenbire asi bir ortaöğrenim öğrencisi olmuştum. Bir ay böyle geçti, öğretmen tarafından defalarca azarlanmıştım.
Elbette, bir erkekle olan bu ilk ilişkimin tatsız geçtiğini söyleyemem.
Kızlar ve erkekler tamamen farklı varlıklardı. NBA'deki en iyi orta oyuncusunun kim olduğu konusunda sizinle tartışır veya moralinizi bozana kadar defalarca pas atma hareketini gösterirdi. Sonra da sert bir ifade takınıp yorgunum dediğinizde "O zaman ara ver," derdi.
Konuşmalarımız genel anlamda basketbol etrafında dönüyordu. Benim hassas ve narin kişiliğime  kıyasla; sinirlenmeyen, insani endişeleri taşımayan biri olduğu söylenebilirdi. Ya da daha doğrusu her gününü mutluluk içinde geçirir, hayatın sonsuz güzellikte olduğunu ve elbette gaokao olmasaydı her şeyin mükemmel olacağını hissederdi. Onunla önemsiz hayal kırıklıklarım veya ufak sevinçlerim hakkında konuşmak zordu. Anlatsam bile bana istediğim cevabı vermezdi, bu yüzden de lafını açmazdım.
Muhtemelen çok uzun süredir Chen Ruobing'le birlikte olduğum için beni gördüğüm bir rüya, hayal ettiğim bir şey ya da birinin ettiği bir sözden dolayı hissettiğim mutsuzluk gibi küçücük duygularımın olup olmadığını sorgulamaya yöneltmişti; hepsini itiraf edebilirdim.
Sorun bu değildi. Her bir düşüncemi bu dünya üzerindeki herkesle paylaşamazdım.
Öte yandan, şimdiye kadar bu şekilde olan yalnız bir kişiyle tanışmıştım, o da Chen Ruobing'di.
Bir gün basketbol oynamayı bitirdikten sonra saat altıyı çoktan geçmişti ve Liu Yufei ile ben dinlenmek için sahanın kenarında oturuyorduk. Liu Yufei benimle durmadan dünkü NBA maçı hakkında konuşuyordu, onun dediklerini tekrarlarken bakışlarımı yukarı çevirdim.
Birdenbire Chen Ruobing'in derslikler ve laboratuvarın olduğu binanın üçüncü katında koridordaki o tanıdık koltukta oturduğunu gördüm. Bizim olduğumuz yöne bakıyordu, fakat sonra başını tekrar eğdi, bir şeyler yazıyor gibiydi.
Liu Yufei'nin söylediklerinin tek kelimesini duyamıyordum. Aklım sadece uzaktaki o belirsiz görüntüyle doluydu.
Ne yaptığını merak ettim. Ev ödevini mi yapıyordu? Son zamanlarda okul biter bitmez alıştırma soruları çözmek için öğretmenin odasına gitmiyor muydu?
Nedense kalbim aniden yumuşadı, biri akupunktur noktama bastırmış gibi içime bir acı saplandı. Şimdiye kadar hissettiğim o anlaşılmaz iç çatışma hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştu. O an neden orada oturduğumu bilmiyordum. Açık bir şekilde Chen Ruobing'in yanında olmalı, onunla boş boş sohbet etmeli ya da hiç konuşmadan yalnızca birlikte gün batımını izlemeli olduğumu hissettim.
— — — Çeviri Notları:
1. Tsinghua-Pekin, Tsinghua ve Pekin Üniversitesinin her ikisini de kasteder ve ilk karakterlerinin birleşimidir (birebir çevirisi bu şekilde değilmiş ama İngilizcede genelde böyle adlandırılıyorlarmış).
2. Çene çalmak yerine uygulamaya koymak (行胜于言), sıkı çalışmaya/işleri bitirmeye vurgu yapılan ve Tsinghua Üniversitesi ruhunun vücut bulmuş hali olarak görülen bir deyim.
3. Burada ünlü bir deyiş (腹有诗书气自华) kullanılmış, okuma konusunda bilgili ve gayretli olan kişilerin her zaman onları öne çıkaran bir zarafete sahip olacağı anlamına geliyor. (Diğer bir not, "kardeşler" derken de diğer öğrencileri kastediyor).
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 9. Bölüm
Günler böyle sakin ve yavaş şekilde geçiyordu.
O zamanlar kuzenim son sınıfın en yoğun dönemine girmişti, ancak onun arkadaşı olan Lin Che bana aşkını itiraf etti.
Bunu birinci sınıfın başında duymuş olsaydım hiç tereddüt etmeden evet derdim. Ama çok geç kalmıştı.
Bazen Chen Ruobing'le bu kadar uzun süredir birlikte olduğum için mi bu garip duyguların ortaya çıktığını merak ediyordum. Genel anlamda, "hoşlanmak" gibi değildi. Eğer ilk başta Lin Che ile çıkmış olsaydım, yine de bu tür zorluklardan geçmek zorunda kalır mıydım?
Ama hayat, yeni bir formül kullanıp net bir cevap elde edebileceğiniz bir matematik problemi değildi.
Bu süre zarfında Chen Ruobing ile eskisi kadar doğal ve rahat bir şekilde anlaşamıyordum. Okulun her günü acı ve neşe dolu bir deneyime, sonu bilinmeyen bir maceraya dönüşüyordu. 
Bunun böyle olduğundan emin değildim ama her gün birlikte çok fazla zaman geçirmemize rağmen Chen Ruobing'in benden uzaklaştığını hissediyordum. O ve ben esintiyi duymak için çatıya çıktığımızda, konuşacak bir şeyler bulmaya çalışırdık. Bazen ise söylenecek hiçbir şey olmazdı ve kendi kalbimin atışını dinlerdim.
Eskiden sahip olduğum sakin ve açık tavırlarımdan artık eser yoktu.
Kuzenimin sınıfındaki çocukların basketbol oynayacak fazla zamanları yoktu, bu yüzden kendi dönemimden bir grup erkekle oynuyordum. Beşinci sınıfta, buğday tenli ve yükseğe sıçrayabilen Liu Yufei adında biri vardı, o zamanlar smaç vurabilen birkaç kişiden biriydi.
Bunun ne zaman yaşanmaya başladığını bilmiyordum ama her gün son dersten sonra düzenli olarak kapıda durur ve beni basketbol oynamaya çağırırdı. 
Bazen onunla giderdim, bazense meşgul olduğum için oturduğum yerden ona "Bugün oynamıyorum!" diye bağırırdım. Sonra "tamam" der ve döner, topu sektirerek çıkardı. Topun zemine çarptığı anda çıkan gümbürtü koridorda uzun süre boyunca çınlardı.
Bir öğleden sonra Chen Ruobing ve ben öğle yemeğini bitirdiğimizde, atıştırmalık tezgahında yeni bir tür kuru erik olduğunu keşfettik. İkimiz de birer paket aldık ve ikinci ile üçüncü bina arasındaki koridora doğru yürüdük.
Geçit, altlarında iki bank bulunan pencerelerle çevriliydi. Chen Ruobing okul bahçesinin kenarına oturdu ve pencereden dışarı bakarak kuru eriğini yemeye koyuldu. Yanında durdum ve ben de dışarıyı izleyerek pencere pervazına yaslandım.
Ona, "Son zamanlarda başka bir roman daha yazdın mı?" diye sordum.
Chen Ruobing, "Hayır, ilham gelmedi," dedi ve bir an düşündükten sonra, "Daha önce yazdığımız hikayede, bence yaptığın değişiklikler iyiydi ama..." dedi ve durdu.
"Ama ne?"
"Pek gerçekçi değil. O dönemlerde evlenmemiş ve çocuğu olmayan kızlara en temel yaşam standardı bile garanti değildi. Ve küçük yaşlardan itibaren onlara öğretilenlerle ideolojik prangaları kırmak onlar için zordur," dedi Chen Ruobing ve bir iç çekti, "Mutlu olmazdı."
"Sanırım öyle." Başımı çevirip ona baktım, "Zaman yolculuğu temasıyla yazabilirsin, o zaman sorun olmaz. Modern insanlar daha farklı düşünüyor."
Chen Ruobing uzaklara bakarak, "Modern çağda da aynı," dedi.
O anda, okul bahçesindeki sekizinci sınıf üniforması giymiş ve kenarda oturan birkaç kişiden tezahürat sesleri geldi. Liu Yufei basketbol sahasında takım arkadaşlarına beşlik çakıyordu.
Bunu düşünecek zamanım yoktu çünkü o anda tüm enerjimi gerginliğimle başa çıkmak ve Chen Ruobing ile aramızda geçen konuşmayı idare etmek için kullanıyordum.
"Bence Liu Yufei iyi bir çocuk." Chen Ruobing'in herhangi bir ifade taşımayan sesi kulaklarıma ulaştı, "Onunla çıkmalısın."
Sessizce sahadaki kalabalığı izlerken kalbim küt küt atsa da tek kelime edememiştim. Az önce aldığım kuru erikler aslında tatlı, keskin ve lezzetliydi ama artık o kadar acıydılar ki yutamıyordum.
Bir gün doktorunun ona kontrol dışı yayılan bir kansere sahip olduğunu söylediği ve ardından hakkında acımasızca karar verilen, kendini inkar etmekte olan bir kanser hastasıymışım gibi hissettim.
O öğleden sonra Chen Ruobing bunları söyledikten sonra uzun süre toparlanamadığımı hatırlıyorum. Ders zili çaldığında ayağa kalkıp sınıfa dönene kadar ona tek kelime etmemiştim.
O öğleden sonra, Liu Yufei yeniden benim yanıma geldi. Kapıda durup beni çağırdığında, bir kez daha Chen Ruobing'e baktım. Başı eğik şekilde yazmaya devam etti, masanın üzerinde fizik ders kitabına benzeyen bir şey vardı. 
Ayağa kalktım ve sınıftan çıkan Liu Yufei'yi takip ettim, o kadar incinmiştim ki ağlamak üzereydim.
Gülünç olduğumu düşündüm. Acı çekecek ne vardı ki ortada?
O gün saat geç olana kadar yorulmadan koştum, mekik çektim ve topa vurdum. Tıpkı o günkü 3000 metrelik spor müsabakasındaki gibi, uyuşana kadar koştum.
Liu Yufei bana, "Hala eve gitmiyor musun?" diye sordu.
"İstemiyorum."
"Ah, peki susadın mı?"
"Evet."
Böylelikle kafeteryaya doğru koştu.
Şimdiye kadar, basketbol oynayan birkaç kişi de gitmişti. Bir an tereddüt ettikten sonra Liu Yufei'yi beklemek için kenarda oturdum.
Bir süre sonra, Liu Yufei koşarak geri döndü ve bana bir şişe soğuk kola uzattı. Bir yudum aldığımda tüm vücudumu büyük ölçüde tazelenmiş hissettirdi. Kalbimdeki bastırılmış öfke, terle birlikte yok olup gidiyor gibiydi.
Gökyüzü lacivert görünüyordu, gün batımına ait son ışınlar arkadan belirerek okulun cam pencerelerini kırmızıya boyadı.
Liu Yufei başını çevirdi ve bana baktı, sonra aniden, "Saçların ıslak," dedi.
Uzanıp atkuyruğumu tuttuğumda, saçlarımın uçlarının birbirine yapıştığını ve tişörtümün arkasının onlardan dolayı ıslandığını fark ettim.
Ertesi gün, birçok insanın bakışları benim üzerimdeydi. Birincisi, saçımı kısa kestirdiğim için ve ikincisi, artık Liu Yufei'nin kız arkadaşı olduğum için.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 8. Bölüm
Sınırların ne demek olduğunu ve sınırlarını aşmanın ne anlama geldiğini ilk kez o 3000 metre yarışında anladım. 
Bundan önce benim deneyimim, televizyonda heyecan verici bir müzik eşliğinde kararlı bir şekilde koşan ve insanlara güçlü, tarif edilemez bir his veren koşucuları izlemekten ibaretti. Ama bir izleyici olarak bu duyguyu doğru bir şekilde anlatmak mümkün değildi. Tam olarak nereden gelmişti ve ne anlama geliyordu? Bu, sporculuk denilen şey miydi?
İki ya da üç saat süren sıkıcı maratonlar şöyle dursun, bu tür bir beceriye gerçekten inanamıyordum ve bu tarz sporlarla asla ilgilenmeyeceğimi düşünüyordum.
Ama hayatın güzelliği, gelecekte başınıza ne geleceğini asla bilememenizde yatar.
O spor karşılaşmasından sekiz yıl sonra, nihayet ilk tam maratonumu tamamlayacaktım.
Uzun mesafe koşusu yaptığım saymakla bitmeyecek gecelerde, terden sırılsıklam olduğum sayısız zamanda ve bedenimin sınırına ulaştığı her anda ikinci sınıftaki halimi ve yeni inşa edilmiş stadyumu, benim elli metre ilerimde giden koşucuyu ve tanıdığım ya da tanımadığım yüzlerin beni görmezden gelişini hatırlıyordum. Beşinci turda ona yetişmeye karar verdiğimde, yan tarafta duran beden eğitimi öğretmeninin bana "Elinden gelenin en iyisini yap" deyişini hatırlıyordum.
O sırada ona "Yapabilirim" diye cevap vermek istemiştim. 
O koşucuya yetişecek gücüm vardı ama öğretmene tek bir kelime bile edecek mecalim kalmamıştı.
Bazen insan zihni de insan ruhu kadar tuhaf oluyordu. İkisi de birbirini etkiliyordu ve aralarında bir uyum yakalamak zordu. Ancak bir kez uyumu sağladıklarında, en büyük potansiyelinizi açığa çıkarabilir ve normalde hayal etmeye cesaret bile edemediğiniz şeyleri yapabilirdiniz.
Güneş ışığı stadyumun yarısını aydınlatırdı. Işığı karşıma alıp koşarken güneşle yüzleşmek zorunda kalır ve gözlerimi kısmaktan başka seçeneğim olmazdı, ama ter yine de gözlerime damlar ve acıtırdı. Etrafta neredeyse kimse olmazdı. Gölge olan yere ulaştığımda işler çok daha kolaylaşırdı, koşarak seyircilerin yanından geçtiğimdeyse bir alkış patlaması duyardım.
Ancak pistteki her yarışmacı, gölge olan tarafta koşarken size tezahürat yapacak ve bitiş çizgisinde sizi karşılayacak insanlar olsa da, en zor yerin tek başınıza savaşmanızı gerektiren güneşli taraf olduğunu bilirdi.
O gün son turda adımlarım hafiflemiş ve zihnim berraklaşmıştı. Önümdeki kız dışında hiçbir şey göremiyor ve duyamıyordum.
O anda içime bir gerçek dışılık hissi doldu, bir an nerede olduğum ve ne yaptığım konusunda şüpheye bile düştüm. Ama sonradan beni gerçekliğe döndüren ayaklarımın altındaki zemin oldu. 
Ayaklarımın altındaki sentetik pistin bana uyguladığı tepki kuvveti net ve gerçekti, sırtımda asılı yarışçı numarasının rüzgarda dans ettiğini hissedebiliyordum. Sağ ayağımın serçe parmağında hafif bir ağrı vardı ama çok da önemli değildi.
Son turun güneş olan kısmında önümdeki kızı geçtim, yarışın en önüne geçtim ve bu pozisyonu sonuna kadar korudum.
Bitiş çizgisini geçtiğimde oraya doğru gelen ilk kişinin Chen Ruobing olduğunu gördüm. Gözleri kızarmıştı ama bir şey demiyordu. Ben de konuşmayıp yanına giderek sarılmaktan başka bir şey yapamamıştım.
Chen Ruobing'e sarılırken kalbimin az önce olduğundan daha hızlı, o kadar ki göğsümden fırlayacakmış gibi attığını hissettim.
Sonra kuzenim Lin Che'yi ve beni beni tebrik eden diğer sınıf arkadaşlarımı gördüm ve onlara el salladım.
Ondan sonra Chen Ruobing bana bakarak, "Saçların dağılmış," dedi.
"O zaman düzeltmeme yardım edebilir misin?"
Tribünlere gidip oturduk ve Chen Ruobing arkama geçip saçlarımı taradı. Akşam olmuştu ve Nisan meltemi hem serin hem de yumuşak bir şekilde esiyordu. Orada otururken az önce yaşadığım şoktan sonra kalbim yavaş yavaş normal hızına döndü. Chen Ruobing'in gölgesi benim yanıma düştüğünden, orada oturup nefesimi düzene sokmaya çalışırken onu izliyordum. Saç fırçasını ağzında tutuyor ve elleri dikkatlice saçlarımda geziniyordu. Birden etrafımdaki her şeyin yavaşladığını ve huzurlu bir hal aldığını hissettim, rüzgarın sesini bile duyabiliyordum. Chen Ruobing bir süre saçımı yaptı, ama sonra sonuç onu tatmin etmediği için tekrar taramaya başladı.
Konuşmak gereksizmiş ve bir şeyleri mahvedecekmiş gibi baştan sona kadar ikimiz de sessiz kalmıştık.
Küçükken hep "kardeşlerin birbirini anlaması" diye bir şey duyardım ve Chen Ruobing ve benim o "anlama" hissini, hiçbir şey söylemeden tüm gün bir arada durma ve bunun tuhaf gelmemesi hissini, paylaştığımıza inanıyordum. Bir süre boyunca Chen Ruobing ve benim aynı ruhu paylaştığımızdan veya ruhlarımızın arasında bir çeşit bağlantı olduğundan şüphelenmiştim. Belki de gerçek kız kardeşlerdik.
Tabii ki gerçekten kardeş olsaydık, işler çok daha basit olurdu.
Spor müsabakasından sonraki gece, aklımda hâlâ Chen Ruobing'i kucaklama hissiyle yatağıma uzandım. Ondan sonraki sayısız gece boyunca Chen Ruobing'e sarıldığımı, eskiden kalan yaralarını okşadığımı ve sonra döktüğü gözyaşlarını öptüğümü hayal edecektim.
Her gün, yanında olmadığım kısa anlarda bile, beynimdeki bir haritada onun o anda tam olarak nerede olduğunu işaretlerdim. Örneğin, şimdi öğretmenler odasındadır, sınıfta ödevini yapıyordur, laboratuvar dersi için laboratuvarın olduğu binaya gitmiştir gibi.
Tıpkı bu klişe benzetme gibi, hayalimde Chen Ruobing'in başında bir başrol halesi* vardı, var olan diğer tüm haleleri aşan özel bir hale.
Ç/N: Çincede başrol halesi temel olarak bir oyundaki, hikayedeki vb. başrolün sahip olduğu zırhı/avantajları ifade eder ve o kişinin karşılaştığı zorlukların üstesinden gelmesini sağlar.
O andan itibaren artık gözümün gördüğü tek kişi Chen Ruobing'di.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 7. Bölüm
O günden sonra Chen Ruobing benim gözümde bambaşka biri oldu. Başkalarının gözünde buzu andıran soğuk bir güzelliğe sahipti ve daha öncesinde onu kardeş gibi görmeyi başarmam uzun zaman almıştı. Ama artık bu tanımların hiçbiri bana doğru gelmiyordu.
Chen Ruobing benim için birden canlı ve sıcak bir insan olmuştu.
Belki de o öpücük yüzünden, isteyerek veya istemeden bilmiyordum ama hafifçe aralık duran dolgun dudaklarına ve atkuyruğu yaptığında ensesinde kalan ince, gevşek saçlarına bakmaya başlamıştım.
Sadece bu da değil, birdenbire artık olgunlaştığımı hissetmiştim. Bir süredir aydınlıkta duruyormuş gibi hissediyordum ve başımı salladığımda aniden arkamda bir gölge olduğunu fark etmiş gibiydim. 
Banyo aynasının önünde durduğumda bedenime farklı bir ışığın altında bakmaya başlamıştım.
Aynadaki kişinin çoktan alımlı kıvrımları olan bir kıza dönüştüğünü gördüğümde şok oldum. Kendimi sıkıcı, küçük bir kız olarak görüyordum ama göz açıp kapayıncaya dek başka bir şey olmuştum.
Duş sürelerimi uzatmış, farklı bir saç maskesi kullanmaya ve koltuk altımı dikkatlice tıraş etmeye başlamıştım; ayrıca maddi durumum elverdiği ölçüde yüzüme ve vücuduma uygulamak için farklı cilt bakım ürünleri satın almıştım.
Bir keresinde basketbol oynadıktan sonra ter içinde kalmıştım. Chen Ruobing, "Hangi şampuanı kullanıyorsun? Her basketbol oynamayı bitirdiğinde saçının kokusunu alabiliyorum," diyerek ağzından kaçırdı.
Bundan sonra gizli gizli parfüm sıkmaya başladım ve yalnızca giyimime dikkat etmekle kalmayıp sütyen stilime ve çamaşırlarıma da dikkat etmeye başladım. Kilomu kontrol etmeye başladım, ne kadar yediğime ve hatta hal ve hareketlerime bile dikkat ediyordum.
Diğer kızların bunları yapmaya ne zaman başladığını bilmiyordum; neden birdenbire bu aydınlanmayı yaşadığımı, kendime ve başkalarına olan bakış açımın değiştiğini de bilmiyordum.
Bir gün Chen Ruobing bana, "Son zamanlarda okuldan sonra basketbol oynamaya başlayan bir sürü oğlan olduğunu fark ettin mi?" diye sordu.
"Sanırım. Belki havalar ısınmaya başladığı içindir?" 
"Ben öyle düşünmüyorum," dedi ve gizemli bir şekilde gülümsedikten sonra ekledi, "Senin için geliyorlar."
Böylelikle, çevremdeki insanların bakışlarına da dikkat etmeye başladım, o bakışlar artık yalnızca Chen Ruobing'e yönelmiyordu. Bira şişesiyle yaptığım saldırıdan beri herkes birden Chen Ruobing'in yanında gezen kızı fark etmiş gibiydi.
Benimle sohbet etmeye çalışan çok az insan olduğu doğruydu. Basketbol oynarken ne zaman topu karşılayacak olsam erkekler hep bana yol verirdi ama şu anki durum bundan farklıydı, erkeklerin çoğu bilerek tüm güçleriyle beni savunuyordu. Top bendeyken çevreyi birkaç kez dolaşırdım ama yine de içeri girecek bir açıklık bulamazdım.
Şimdi bir düşünecek olursam o zamandaki Sha Yu her bakımdan güzel ve alımlı bir kız sayılabilirdi.
Şimdiye kadar Chen Ruobing'in hep sahnenin ortasında durduğunu ve onun yanında olmama rağmen her zaman gölgede kaldığımı hissetmiştim. Ama bir gün benim başımın tepesinde de bir sahne ışığı belirivermişti.
Ertesi yıl okul genişletildi ve yeni bir stadyum inşa edildi. O yıl bahar, okulun en büyük spor etkinliklerinden birini karşılayacaktı. Sık sık basketbol oynadığım için insanlarda sporda çok iyi olduğum gibi yanlış bir izlenim oluşmuştu, öyle ki sınıf temsilcileri ben herhangi bir etkinliğe kaydolana dek ısrar ettiler. Aslında sürat koşum, uzun atlamam vs. hiçbir zaman iyi olmamıştı. Tüm etkinliklere baktım ve sonunda kimsenin katılmadığı, en uzun mesafe olan 3000 metrelik koşuyu seçtim. 
Sıklıkla yorulana kadar basketbol oynamama ve hatta birkaç uzun mesafe koşusu yapmama rağmen bu yarışı hafife almıştım. Silah sesi duyulduktan sonra, altıncı sınıflardan uzun boylu bir kız hız konusunda çıtayı yükseltti ve mevcut enerjimin yarısından fazlasını kullanmak zorunda kalarak ona zar zor yetişebildim. İkinci turda ciğerlerime yeterli oksijen gitmemeye başlamıştı, bu da planlarımı tamamen alt üst etti.
Pistte durmanın verdiği his, seyirciler arasında oturmaktan tamamıyla farklı bir deneyimdi, çünkü kalbin yorucu egzersiz sırasında tüketilen oksijeni vücuda geri sağlamaya uğraşması yetmiyormuş gibi gerginlik ve heyecanın neden olduğu ekstra yükle de baş etmek zorunda kalıyordunuz.
Piste çıktığımda, Chen Ruobing seyirci koltuklarından indi ve sahadan kısa bir mesafe uzakta durdu.
İkinci turda önden giden kız hâlâ bu hızını koruyordu ve ona ayak uydurmak için çabalamaya devam edip etmeme konusunda tereddüt ediyordum, ama ona bu şekilde ayak uydurabilir miydim bilmiyordum, sonraki birkaç turu ancak yürüyerek tamamlayabilecektim.
3000 metre yarışı, özellikle kızlar için, lise spor karşılaşmaları arasında tartışmasız olarak en sıkıcı ve en çok zaman kaybı olan etkinlikti. Yarışın başlangıcında herkes bizi yüreklendirmek için gelmişti, ancak sonradan herkes kendi işine döndü, muhtemelen kimse pistteki insanların kaç tur koştuğunu umursamayacaktı. 
Üçüncü turda, öndeki koşucunun onlarca metre arkasında kalmıştım. Bu turdan dönerken, hademelerden başka saha dışında yalnız Chen Ruobing'in olduğunu ve tek başına durduğunu gördüm.
Ona zayıf bir şekilde gülümsedim. Fakat Chen Ruobing heyecanla, "Yürü Sha Yu!" diye bağırmıştı.
Daha şimdiden kalp ritmimin hız sınırında olduğunu hissediyordum ve 3000 metrelik bir yarış için gereken tüm enerjiyi neredeyse tüketmiştim, bu yüzden kalan dört turda ne yapacağımı bilmiyordum.
Dördüncü turda, birkaç kişi önemli ölçüde yavaşlamıştı ve hızlı bir şekilde yürüdükleri söylenebilirdi. Önümdeki kız da yavaşlamıştı ama hâlâ benden elli ya da altmış metre ilerdeydi. Normalde çok fazla egzersiz yapmayan ve ağırlıklı olarak ders çalışmaya odaklanan liseli kızlar için 3000 metre gerçekten çok zor bir mesafeydi. 
Şu anda sahadaki her kızın, neden adımı bu etkinliğe yazdırdım ki?diye kendi kendine sorguladığını düşünüyordum.
100 metre koşusunda izleyicilerin büyük bir çoğunluğu sporculara tezahürat yapmıştı. 800 metre bile çoğu insanın dikkatini çekebilirdi. Ama biz buna devam etmektense ölürüm diye düşünürken seyirciler arasındaki öğrenciler gruplar halinde sohbet ediyordu ve biz kimsenin umurunda değildik.
Gözlerime ter damladığında, alnımı sildim ve ben ilerlerken yere savrulmuş oldu.
Bunun böyle olacağını tahmin etmeme rağmen şu an pes etme arzumun bu kadar güçlü olacağını beklemiyordum. 
Kendimi hiçbir şey, durmakla ve hatta yavaşlamakla ilgili hiçbir şey, düşünmemeye zorlayarak koşma hareketinin aşamalarını tekrarlarken tamamen uyuşmuştum. 
Dördüncü turu tamamladığımda Chen Ruobing'in pistin kenarında durduğunu, beklenmedik bir şekilde kağıttan bir bardak tuttuğunu ve dikkatlice ileriye uzattığını gördüm. Belki de büyük bir güçlükle koştuğumu gördüğü için, az önceki heyecanlı ifadesini bir kenara attı, daha hızlı koşmamı istiyor ama bunu gizlemeye çalışıyor gibiydi.
Ah şu saf kız! 3000 metrelik bir yarışın ortasındayken kim su içerdi ki?!
0 notes