Tumgik
#bedel
jupiterliyazar · 9 months
Text
Gökyüzü aşığı olmanın da özgürlüğe baş koymanın da bir bedeli oluyor elbet.
48 notes · View notes
fani-hayat · 8 months
Text
Tumblr media
AKIL veren çok olur ama ya sonra ? Bedelini ( acısını ) her zaman kendimiz çekeriz , öderiz.
20 notes · View notes
kafasikarisikbiriyim · 7 months
Text
yine yangınlar yine ben...
9 notes · View notes
Text
Yine yangınlar, yine ben..
61 notes · View notes
lovebluearth-blog · 1 year
Text
Tumblr media
17 notes · View notes
belkidebirharfimben · 11 months
Text
Değişmek istemeyenin hidayeti yoktur
Tumblr media
Elbette biliyorum arkadaşım. Hidayet Allah'ın hediyesidir. O yakmadıktan sonra hiçbir kalpte nur yoktur. Fakat, 'Allahu a'lem!' kaydıyla diyeyim, tutuşmak için biriktirilecek bir sermayenin varlığını sezinliyorum ben. Nedir? 'Bedel'dir. Yani, hidayet, 'bedel ödemeye hazırlara' teşrif eden bir kıvılcımdır. Bilgiyle ancak 'bedelini ödemek üzere' muhatap olursanız hidayet eylemeye başlar. Bedeli göze alınmamışın hidayeti de yoktur. Malumat bedelsiz hayata dönüşmez. Yapılmak üzere dinlenmemiş nasihat tesir etmez. Bu yüzden, belki birçok müslümandan çok İslam'ı bildikleri halde, oryantalistlerin ekseri müslüman olmamıştır. Yine, Aleyhissalatuvesselam Efendimizi evlatlarından daha iyi tanıdıkları halde, pekçok müşrik hidayet pınarını yudumlayamamıştır. Evet. Hidayet silbaştan yeni bir varlık telakkisini yüklenmeyi gerektirir. O güne kadar sürmüş bozuk düzenin, içten dışa, değişmesi anlamına gelir. Belki bu değişim sırasında menfaatler yitirilecektir. Belki içimizdeki koca koca iddialar yıkılacaktır. Belki dostlar bile hasımlaşacaktır. (Allah razı olsun hepsinden: Sahabe, en ateşli şekillerde, ödenmesi gerekeni ödedikleri için başkadır.) Muannidlerse 'değişmek için' muhatap olmamışlardır zaten bilgiyle. Neşterin sızısını yüklenmemişlerdir. Nehir de ıslanmayı sevmeyen bu talihsizlerin yanından akıp gitmiştir. Gözlerine görünmüştür, hoş sesini duyurmuştur, ama parmaklarının ucunu dahi ıslatmamıştır.
Kibrin mübarek metinlerde böylesine kötülenmesinin hikmetini de buradan oku arkadaşım. Kibir zımnında 'değişimin reddini' de saklıyor. Kim ki kibirleniyor, özünü merkezleştiriyor, ‘olmazsa olmaz’ görüyor, ötesini detaylaştırıyor. Ayken dünyalık taslıyor. Dünyayken güneşlik kasıyor. Güneşken kendini samanyolu yerine koyuyor. Hatta, ayı dünyaya, dünyayı güneşe, güneşi samanyoluna, âlemi âleme peyk yapan Zât-ı Kudreti bile zerrecik cirminin uydusu zannediyor da, hevasından geçeni dinine ekliyor, geçmeyeni çıkarmaya teşebbüs ediyor. (Daha da beğenmedi mi inkâra gidiyor.) Şeriatı tenkid de buradan başlıyor, tahrif de, tahkir de. Her yanlışın başında 'değişmek için' değil 'değiştirmek için' muhatap olmak var. Kendini merkezden çekemeyiş var. Aslolanı karıştırmak var. Aynanın gösterdiği yerine oynaması var.
Yani, hâşâ, Allah'ın karşısında ‘Allahlık taslamak’ var. Halbuki İslam bidayette bir eksen değişimidir. Kul, kulluğunu kabul ettiği andan itibaren, bir daha kendini Allah sanmayacağını da kabul eder. Sandığı her yerden de tevbe eder. Kur'an, hangi şifalı hitabında mü'min kelimesini buyurur, hatırlattığı artık diğerleri gibi olmayacak yanlarımızdır. Elhamdülillah. Yine Allah’ın lütf u keremiyle bedel ödemeye ikna olduğumuz için hidayet bize hediye edildi. Tedavi için gereken işlemleri göze aldığımız için şifa nasip oldu. Evet, biz, artık odak algımızda diğerleri gibi değiliz. Değişiciyiz. Detaylaşıcıyız. Şeriatın buyruğu üzere başkalaşmaya yatkınız. Kurtarıldık kendimizden. Merkeziyet sanrımızdan. ‘Bana göre’nin köleliğinden. Hakiki yörüngemizi çözdük çünkü. Bizim için yalnız Allah Allah'tır. Bizse her sanrımıza rağmen kuluz. Hüda yörüngeye alınmaz. O, dilediğini, dilediği şekilde yörüngelere alır. Kullar Rabbine hesap soramaz. Ancak hikmetini öğrenmeyi dileyebilirler. Ve yanıldığını kabul etmeyene doğrunun nimetinden bahşedilmez.
Müslim'de geçen bir hadis-i şerifinde Aleyhissalatuvesselam Efendimiz buyuruyor ki: "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez!" Sahabesi endişeyle soruyorlar: "Ya Resulallah, insan, elbisesinin/ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır?" (Yani bunlar da kibir sayılır mı?) Efendimiz cevap veriyor: Allah güzeldir. Güzeli sever. Kibir ise ‘hakkı kabul etmemek’ ve ‘insanları küçümsemek’tir." Doğrusu, bu güzeller güzeli eşikten bakınca, mürşidimin 'modern medeniyet(!)' ile 'Kur'an medeniyeti' kıyaslamasını da daha zengin anlıyorum ben. Sanki orada anlatılan her olumsuz şeyin merkezinde ‘parçaların kendisini bütün yerine koyması’ var. Böyle yapılınca da yörüngeler arasında niza çıkıyor işte:
"İşte, medeniyet-i hazıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı 'kuvvet' kabul eder. Hedefi 'menfaat' bilir. Düstur-u hayatı 'cidal' tanır. Cemaatlerin rabıtasını 'unsuriyet ve menfi milliyet' bilir. Gayesi, hevesât-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı 'lehviyattır.' Halbuki, kuvvetin şe'ni, tecavüzdür. Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe'ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır. Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine 'hakkı' kabul eder. Gayede, menfaat yerine 'fazilet ve rıza-i İlâhîyi' kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, 'düstur-u teâvünü' esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, 'rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî' kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir."
Sen de bana katılır mısın arkadaşım: Hak merkezdeki kuvvetin 'ne üzere olduğunu' söyler. Kuvvetse parçanın 'neyi hak olarak vehimlediğini' anlatır. (Parça, Cenab-ı Hakkın kuvvetine dayanmak isterse, bütüne uyumla hakka; yok, yalnız parçalığının haklılığına inanıyorsa, bütüne uyumsuzlukla, şahsî kuvvetine dayanır.) Fazilet (ve derûnundaki rıza-i ilahî arayışı) 'bütünün üzerine kurulduğu şey için yaşamayı' ifade eder. (Yani faziletli olan bütünün menfaatinedir.) Menfaatse parçanın 'yalnız kendi varlığına hizmet etmesinin' tezahürüdür. (Yani, menfaat, yalnız bireyin faydasını kollayan bir sahte fazilettir.) Aynı yörüngeye hizmet edenler elbette birbirleriyle yardımlaşırlar. (Uyum için teavün kaçınılmaz görünür.) Fakat parçalardan herbiri, âlemi kendi merkeziyetine çağırdığında, oluşacak şey yalnız 'cidal'dir. Yani mücadeledir. Kavgadır. Anlaşmazlıktır. Uyumsuzluktur. Büyük balık küçük balığı yutardır. Eh, evet, pes. Yoruldum arkadaşım. Benden buraya kadar. Özetle ne demek istediğimi kavramışsındır zaten. Hazinenin geri kalanını gavvaslığına havale ediyorum. Dualarında beni unutma.
7 notes · View notes
muratmesutfan · 1 year
Photo
Tumblr media
Küçücük mutluluklar büyük bedeller, berdeller isteyince, Vazgeçmişliğimi bir koluma, hatıraları bir koluma takıp, İçimin kimselerin bilmediği tavan arasına kaçtığımda, Aynalar çok yıprandığımı söylüyordu...
Murat Mesut
13 notes · View notes
geceninincisi-7 · 1 year
Text
Birini çok sevmenin bedeli bir daha kimseyi sevmemektir.
9 notes · View notes
bendeniz-hic-kimse · 2 years
Text
Tumblr media
Bence acınası tek bir gerçek vardır oda tüm arayışlarımız kendimizle başlayıp kendimizle bitmesidir yani aslında bulmak istediğimiz kendimizden başkası değildir hani şöyle etrafınıza bakın boş arayışlar içinde olanlar kendinden başka çok şeye sahiptirler ama dediğim gibi onları sadece görürsünüz asla hissedemezsiniz çünkü aramanın bedeli bulmakla son bulur ve bulduğunuz şeyin sorumluğu size aitidir ve o yüzden günümüzde çok kimsenin kalbi emanetçi dükkanında çalışan gibidir not tutar ama mesuliyeti kabul etmez ..
7 notes · View notes
altmisbirinciblog · 1 year
Text
Uzun zamanlar boyunca mazhar olduğun pek büyük nimetlere karşılık, -dönem dönem bazı şeylerin bedeli olarak- yaşadığın bu kısa mahrumiyetleri fazla dert etmemelisin.
Neticede mahrumiyetler, birer bedeldir. Onlar, nimetler ve mutluluklar içerisinde geçip giden yılların bir bedelidir. Onlar, güzel şiirlerin son mısralarıdır. Gelecekte beklenen büyük nimetlerinde birer vesilesidir.
Şimdi razı olmadığın hâlde hakkında takdir edilmiş olanlar, sevip razı olduğu fakat kıymetini bilip şüküretmediğin nimetlerin bir karşılığı, bir bedelidir. Ödetilen bu bedellere pek çok şey borçlusundur. 
•Mecit Ömür Öztürk
4 notes · View notes
mseht · 1 year
Text
Tumblr media
Hayat !.. Dur ßekLe ßeni !.. DizLerimde derman kaLmadı ardından ko$acak ! ' A$k ' Her qeçen qün öLdürme yüreğimi !.. ßirCan daha kaLmadı verecek ! 'MutLuLuk..' Kaçma ßenden her defasında !.. ßu sefer değerini ßiLeceğim Senin! 'Acı...' Uzak dur ßenden !.. Hiç sevemedim Seni! 'Hüzün...' Esir etme artık beni !.. ßen zamanıyLa çok ßüyüttüm Seni...
''Vee.. Sen...'' Daha fazLa yorma ßeni...! ßen fazLasıyla ödedim ! ..Senin uğruna kayßettikLerimin ßedeLini..
(alıntı)
4 notes · View notes
hayattanumudum · 2 years
Text
Herkes yaşattığını yaşar. Ama bazı hesaplar mahşere kalır...
2 notes · View notes
sadece-ben · 2 years
Text
Çok acı çektim. Yorgunum, bitmiş, tükenmiş gibiyim... Hep asosyal bir hayatım oldu. İnternetten sosyal medya hesaplarında gezerken bile kendimi yakın hissediyorum herkese. Sanki yalnız değilmişim gibi.
Bu hayatın acısı, acı çektirenlerden fena çıkacak.
5 notes · View notes
pateralba · 5 months
Text
Tumblr media
Bu ikili sözcük o denli çok kullanılışlı ki, neredeyse her gün bir biçimde duyuyoruz. Ne var ki, her iki ikili sözcüğün yaptırımcılarıyla yaptırıma hedef olanlar zamana, döneme, güce, bulunulan konuma göre değişiyor. Egemen durumda olanlar genellikle “bedel ödetmek”ten söz eder, “bedelini ödeyecekler” diye konuşurlar. Muhalif olanları ve o potansiyeli taşıdıklarını düşündükleri kişi, çevre, topluluk, parti, sendika olsun hepsini siyasal ve sosyo pisikolojik tehdidin hedefine yerleştirirler.
Bedel, ticari dilde ve iktisadi karşılığı bir yana bırakılırsa, bir edimin, eylemin, amaca yönelik çabanın karşılığı olmak üzere çeşitli türden cezai yaptırımı ifade eder. İnsanın, toplumsal yaşamında, daha iyi yaşayabilmek için başvurduğu ne varsa, bir bedeli olagelmiştir. En basitinden yaşayabilmek için çalışması, güç tüketmesi, emek sarfetmesi gerekmiştir. Bir bedeldir, kaçınılmaz ve zorunludur. Topluluk halinde yaşadığından beri, yaşamını üretimi ve yeniden üretimi için başkaca insanlarla ilişki kurarken, düşe kalka, öğrene-örgütlene kendisi için daha iyiye ulaşmaya çalışmış; yorulmuş, yaralanmış, kiminde ölmüş, kiminde sakat kalmıştır. Bu kadarı o zorunluluklar zinciri dahilinde sayılabilir. Ama bu kadarı, “bedel ödeme”nin en basit ve sıradan biçimi biçimleridir. Ne ki, bedel var, bedel var!
Sınıflara bölünmüş; eşitsizliği ve adaletsizliği kendi karakteristik özelliği olan bir toplumda; işsizlik, yoksulluk, açlık, gerginlik, kriz, çatışma ve savaş üreten bir ekonomik toplumsal sistemde “ödeten” ve “ödeyen” ilişkisine alınan bedel, kimi zaman dört işlemle çözülebilir olmayan büyüklükte olabiliyor. Büyük savaşlarda yenenler ve yenilenler değişen oranda bedel öderler. Ama en çok bedel ödeyenler savaş koşullarında ölen, yaralanan, sakat kalanlarla onların aileleri, akraba ve tanıdıklarıyla birlikte, yıkıma uğrayan ekonomik-kültürel birikimdir. Onu da yine emekçiler bedenlerinden harcayarak emek güçleriyle ve doğadan aldıklarıyla yapmış-yaratmışlardır.
Geçmiş zamanlar bir yana, içinde bulunduğumuz dönemin, burjuvazi için dahi “huzur” değil huzursuzluk zamanı olduğunu gösterir milyonlarca neden var. Birbirleriyle daha fazla kâr, alan, toprak, rezerv, ulaşım ve taşıma yolu için dalaşmalarının eksiksizliği, trilyonlarca dolar sermaye ve servet sahibi olanları huzurlu kılmıyor. En azından servetlerinin akıbeti için korkuyorlar. Gelecekten emin olmaları için rekabetin, çatışmanın, dalaşın olmaması gerekir ki buna böylesi bir sistemde olanak yok. Durmaksızın silahlanmaları, daha güçlü olanlarının daha geriden gelen ve zayıf olanları vurmaktan kaçınmayıp işgallerle boyunduruğa almaya yönelmeleri, en yakın örnekleri Libya, Suriye, Afganistan, Irak olan ya da daha “dün” denecek denli yakın bir geçmişte olmasına rağmen unutulmaya yüz tutmuş Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerini yağmalamak üzere “düşürmeleri” ve bunlara karşı olan ya da olası direnç ve direnişleri bastırmaya çalışırlarken ödedikleri bedelin gerçek ödeyicisi de bu ülkelerin işçiler başta olmak üzere emekçileridir.
Yüz binlercesi topraklarından kopup yollara düşmüş ve dünya toplamında 70 milyonu aşan “mülteci” ve “sürgün” topluluklar ağır bedeller ödediler, ödemeye devam ediyorlar. Alan Kurdi bu bedelin farklı biçimlerinin Akdeniz’e ve kıyılarına vurmuş haliydi. Farklı ülkelerin sıradan askerleri, başka ülkelerin sıradan askerlerini vurduklarında kazanmış olmuyorlar. Kendi ülkelerinin patronlarının ve yönetenlerinin çıkarları için öldürmüş ve ölmüş, sakat bırakmış ve sakat kalmış oluyorlar.
Ama yukarıda söylendi, bedel var bedel var! Lübnanlı emekçiler direnişteler, ödedikleri bedeldir ve mecburlar! Durumlarını az da olsa düzeltmek, yaşam koşullarını biraz olsun iyileştirmek için sopayı, dipçiği, hatta bombayı göze alarak sokaklara çıktılar. “Sarı Yelekli” Fransız işçi, genç, kadın emekçiler bir yıldır emeklilik yaşının ölüm sınırına yükseltilmesine karşı çatışmalardalar. Gözünü kaybedenler, ölenler, kolları-bacakları kırılanlar oldu, vazgeçmediler. Ödedikleri bedeldir. Hindistan’da 2020’nin ilk haftasında 250 milyon işçi, yoksul ve barınaksız insan greve çıktı. “Bedel”dir! Latin Amerikanın halkları makinalı tüfeklerin atışları altında zamları protesto, faşist militarizmi reddetme eylemleri yaptılar. Bedeli her bir ülkeye göre değişse de bir hayli ağırdı. Türkiye’nin metal işçileri ücretlerini artırmak, sosyal haklarının gasbını engellemek için direnişe geçtiler. Bedel ödüyorlar ve haklarını elde etmek kararlılığı gösterdikleri sürece ödemeye devam edecekler. Kürt kavramı, sosyolojik, siyasal, kültürel, ulusal bütün anlamlarında hep bedel ödeme kavramıyla yan yana iç içe! Daha iki gün önce katlinin 13. yılında Hrant Dink anılırken, “barış”tan, “kardeşlik”ten söz etmenin dahi bir bedel ödemeyi göze almayı gerektirdiği bir kez daha görüldü, hissedildi.
Kapitalizmin bu ‘vahşi’ dünyasında bedel ödemek ve bedel ödettirmek konjönktürel olarak yöneten sömürücü sınıftan ve onun devlet iktidarından yana bir tablo sunuyor. Dünyanın en zengin 2153 kişisinin servetinin dünyada yaşayan 4 milyar altıyüz milyon insanın toplam servetinden daha büyük olması bu ilişkinin iç bükey aynasıdır. Ve gerçek o ki insan soyunun uzun tarihi, sömürülüp ezilenlere çok çeşitli türden ve tarzda bedel ödettiren egemenlerle onların sopası olanların da bedel ödediklerini göstermiştir. “Yenenler”in kılıçlarının kanını yenilenlerin ak libaslı gömleklerinde sildikleri hem mümkün hem de görülmüştür. Ama tarihsel açıdan bakıldığında bir öncenin yenenlerinin sonradan gelenlere yenildiklerinin kaçınılmazlığı öğrenilmiştir. Öğrenmek ise, bilerek kazanmanın önemli bir koşuludur. “Direne direne kazanacağız” şiarında dile gelen de böylesi bir şeydir. Bedel ödenecek ve kazanılacaktır. Başka yolu bulunmuyor.
EVRENSEL
0 notes
kitaphirsizi-1903 · 9 months
Text
Tumblr media
1 note · View note
Text
Revisiting the 1980 "Bowling Balls From Hell" compilation on Clone Records (not the Dutch Electro powerhouse, but the Akron-based imprint stewarded by Nick Nicholis of the Bizarros) a clean half of which is a dovetailed-in sextet of wry synth-punk miniatures by producer Denis DeFrange, recalling John Bender (geographically apropos), the Jed The Fish single, Billy Synth's "Music is Forever", & the Phil Bedel / Brent Wilcox singles issued on the Urinals-adjacent Happy Squid label.
0 notes