Tumgik
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 21: Çiçeği Arayan, caddenin ortasında etikleri çiğniyor
Ç/N: Saray sınavında ilk üç için belli unvanlar var: 状元 zhuang yuan - şampiyon | 榜眼 bang yan - kurul'un gözü | 探花 tan hua - flower seeker/ seeking flower (çiçeği arayan olarak çevireceğim). Birinci/ikinci/üçüncü diye yazmak yerine daha ilgi çekici olduğu için unvanlar ile geçecek.
Canlı kırmızı renk cübbe ve şampiyonun kepini takmakta olan Şampiyon, at bakıcısı tarafından yönlendirilen büyük ve uzun bir atı sürüyordu. İki eliyle dizginleri tutarken çenesini hafif kaldırıp dümdüz ileriye baktı, çevresinden gelen övgülerin ve imrenmelerin tadını çıkarıyordu.
"İşte da-ge! Benim da-ge'm Şampiyon!" diye bağırdı Lu Zhongxing, coşkuyla dolmuştu. İçi duygularla dolup taşar halde haykırmıştı.
Kurul'un Gözü, yirmilerine varmak üzere olan bir genç adamdı. Sokaktaki halktan insanları bir avucunu eliyle sararak selamlıyor, sıradan bir şekilde atını sürüyordu. Rahat bir tavırla biniyor ve parlak bir şekilde gülümsüyordu.
Nangong Jingnu aniden ablasının, elini sıktırdığını hissetti. Ve böylelikle, gözleriyle Nangong Shunu'nun baktığı yönü takip etti...
Fakat, iki kardeşin arasında boy farkı vardı ve Kurul'un Gözü, Çiçeği Arayan'a yakın duruyordu. Nangong Jingnu yanlış kişiyi görmüştü.
Qi Yan imparatorluk tarafından saray sınavının Çiçeği Arayan'ı seçilmişti. Şu anda, ne Lu Boyan kadar zarif ne de Gongyang Huai kadar özgür ve huzurluydu.
Bedeni gerilmişti. İki eliyle dizginleri kavrıyor ve bacakları atın karnına baskı uyguluyordu. İyi eğitilmiş bir imparatorluk atı bile Qi Yan'ın altında huzursuzlanmıştı; yüksek sesle kişnedi.
Qi Yan dehşet içinde nefesini tutarak atın boyuna sarıldı.
Kalabalıktan bir kahkaha dalgası yükseldi. Qi Yan'ın korkuyla solan yüzünde utancın izi belirmişti. Acı acı gülümseyerek yamulan kepini ittirirdi, fakat yaşadığı korku yüzünden yorgun düşmüş gibiydi. Atın boyuna sarılmış bir şekilde duruyor, yeniden dik oturmayı reddediyordu.
Nangong Jingnu tüm bunları görmüştü. Kaşlarını çatmaktan kendini alamadı: bu kişi jiejie'nin kalbindeki kişi miydi? Nangong Jingnu bunca zamandır o kişinin nasıl göründüğünü merak ediyordu, fakat bu gördüğü hiç de iç açıcı bir manzara değildi...
Döndü ve ablasına baktı. Nangong Shunu'nun narin yanakları pembeleşmişti ve bakışları bir ahmak gibi o kişiyi takip ediyordu.
Nangong Jingnu anında ablasının bu münzevi çobanla derin bir ilişkisi olduğu çıkarımını yaptı. Öyle olmasaydı, nasıl bir kez bile kaşlarını çatmazdı?
Geçit alayı çay bahçesini hızla geçti, ardından şehrin güneyine doğru yol aldı. Qi Yan'ın yol boyu 'kendini rezil ettiği' söylenebilirdi. Ya sırtında kıvrılıp atın boyununa sarılıyor, ya da sonunda kalkmayı başarsa bile titreyip sallanıyordu.
Gongyang Huai arkasına dönüp dönüp endişeyle arkadaşına bakıyordu.
Atın bakıcısı yıllardır başarılı imparatorluk sınavı adayları için atlarını yönlendirmişti. Daha önce hiç böylesine onursuz birini görmemişti ve bu onu ölçülemeyecek kadar germişti: bu Çiçeği Arayan'ın atından düşüp onun adına da leke süreceğinden korkuyordu.
Neyse ki, Şampiyon kulesine varmalarına az kalmıştı ve bu Çiçeği Arayan henüz atından düşmemişti.
İzleyen kalabalık son derece eğlenmişti. Qi Yan'ı takip ederken zaman zaman kahkahaları duyuluyordu. Muhafızların onlara birkaç kez bağırması bile etkisiz kalmıştı.
Qi Yan etrafındakilere soğuk gözlerle baktı. Ara sıra abartılı hareketlerde bulunuyordu, lakin kalbi buz kadar soğuktu.
Çimenli Ovaların prensinin ata binmeyi bilmeme imkanı var mıydı? Çiçeği Arayan unvanı ona bunu yapmaktan başka çare bırakmamıştı!
Maskeli kişi önceden Qi Yan'a şöyle demişti: Nangong Rang pis planlar kurmak ve halkın fikirlerini manipüle etmekte ustaydı. Saray sınavının ilk üç adayının içinde mutlaka mütevazı geçmişi olan bir talebe olacaktı.
Fakat, Şampiyon unvanı muhakkak aristokrat bir ailenin oğluna verilmeliydi. Maskeli kişi Qi Yan'ı uyarmıştı: ikinci sırayı alması bir sıkıntı yaratmazdı, fakat şanssızlık eseri üçüncü olursa, kendini rezil etmenin kesin bir yolunu bulmalıydı.
Önceki Hanedandan kalma yazılı olmayan bir kural vardı: saray sınavının ilk üç öğrencisinin yeteneklerini sıralamak gerçekten çok zordu, fakat Çiçeği Arayan unvanı mutlaka en alımlı olan adaya verilmeliydi.
Eğer meclisteki yüksek yetkililerden birinin evlenmeyi bekleyen bir kızı varsa, kesinlikle Çiçeği Arayan'ı damadı olarak alırdı.
Açıkça konuşmak gerekirse, bu gizli bir ödüldü. İmparatordan yetkililerine bir hediye. Majesteleri yüksek yetkililerin kızlarının kocası olması için güzel bir adamı seçerdi.
Qi Yan bir kadındı. Eğer evlenecek olursa yalnızca intikam için olan tüm umutlarını kaybetmekle kalmaz, bir felaketle karşılaşırdı!
At, Qi Yan'a telepatik yollarla bağlıydı; onun neden böyle davrandığını anlamamıştı, fakat kalbinin derinlerinde gizli sonsuz çaresizliği hissedebiliyordu. Huzursuz ve rahatsız olmuş gibi davranarak Qi Yan'a uyum sağlamıştı.
Geçit alayı Şampiyon kulesinin önünde durdu. Gongyang Huai atından inen ilk kişi oldu, ardından hızla Qi Yan'ın yanına geldi ve elini uzattı, "Tiezhu, iyi misin? İnmene yardım edeyim..."
Qi Yan berbat görünüyordu. Dengesiz bir şekilde atın sırtından indi, sonra geçmeyen korkusuyla, "Baishi'nin gülünç şeyler görmesine neden oldum. Bu benim ilk kez ata binişim," dedi.
Gongyang Huai teselli ederek Qi Yan'ın omzuna vurdu, ardından ikili yan yana tören kulesine giriş yaptı.
Şampiyon Lu Boyan yüzünde zafer ifadesiyle fırçayı hadımın elinden aldı. Göze çarpan bir nokta seçti, ardından dans eden fırça darbeleri ile bir şiir yazdı.
Fırçayı sonra Gongyang Huai aldı ve bir şiir yazdı. Fakat sıra Qi Yan'a geldiğinde, korkudan mı olduğu bilinmez; elleri titeyip sallanmaya başlamıştı. Çarpık karakterleriyle kısa bir söz yazdı.
Gongyang Huai Qi Yan'ın kulağına fısıldadı, "Tiezhu, kısa sözler böyle bir durum için uygun değil. Belki de silip başka bir şey yazmalısın."
Wei Krallığı'nda şiirler ciddi çalışmalar kabul edilirken, lirik şiirler ikinci plandaydı. Her ne kadar kısa sözler şık dursa da sadece eğlence için kullanılırlardı. Romantik yerlerde müzik ile eşleştirilip şarkı haline bile getirilebilirdi.
Qi Yan'a bir farkındalık doğdu. Gerginlik içinde hadıma baktı. O ise dillendirmese de, içinden küçümsemeyle dolu soğuk bir homurtu çıkarmıştı. Islak bir bezle Qi Yan'ın yazdığı kısa sözleri sildi.
Şimdi ilk üç aday banyo yapıp üstlerini değiştirmek için evlerine dönebilirdi. Bu akşam Chionglin ziyafetine katılmak için yeniden saraya geleceklerdi. İlk üç adayın performansları ve yazdıkları şiirler onları takip eden kayıt görevlisi tarafından derlenip ziyafetten sonra görevlendirilecekleri yerlere karar vermesi için İmparatora iletilecekti.
Gongyang Huai derin bir iç çekti, Qi Yan için üzülüyordu. Tiezhu'nun bu performansla başkentte kalması zordu. Belki de düşük rütbeli bir yetkili olarak bir yerlere gönderilirdi... Hem de bu karakter ve yetenekle, gerçekten çok yazıktı.
Nangong Rang üç adayın kaydedilen tüm kelimeleri ve davranışlarını okudu. Başta kaşları çatıldı, fakat sonra gülümsemeye başladı.
Bu saray sınavından geçen toplamda seksen talebe vardı. Bu insanların tamamının bu akşam Chionglin ziyafetine katılması gerekiyordu.
Qi Yan öğleden sonra ilerleyen vakitlerde saraya giriş yaptı. Fakat o ikincil salonda beklerken, yanından ani bir ses duydu, "Ah, bu 'sansasyonel' çiçeği arayan genç değil mi?"
Qi Yan döndüğünde tanıdık bir yüzle karşılaştı — Cha vilayetinin Jieyuan'ı: Liu Yimei.
Birbirlerini önceden Xie An'ın düzenlediği ziyafette görmüşlerdi, fakat içme oyunu yüzünden biraz tartışma yaşamışlardı. Liu Yimei'nin yanında duran kişi ise saray sınavının Şampiyonu, Komutanlık mülkünün meşru büyük oğlu: Lu Boyan'dı.
Liu Yimei bu sınavda altmış sekizinci olmuştu, çok daha düşük bir sıraydı. Yetkili pozisyonları için kısıtlı sayıda yer olduğundan, her imparatorluk talebesi anında göreve atanamıyordu.
Genellikle; Şampiyon, Kurulun Gözü ve Çiçeği Arayan başkentte kalırdı. Orta sıralarda yer alanlara ise o anki duruma göre karar verilirdi, fakat çoğunluğu yetkili olurdu.
Liu Yimei'nin sırası sonlara yakın olduğundan, çok da şanslı bir durumda olduğu söylenemezdi. Bu insanlar, imparatorluk talebesi sıfatıyla başkentte kalır ve birer 'shihe' olurlardı. 'Shihe', Chionglin ziyafeti sırasında seçilmemiş ve başkentte bir yetkili pozisyonu için bekleyen insanları kastederdi.
Shihe olmak genellikle üç yıl sürerdi. Eğer bir dahaki başkent sınavına kadar atanamazlarsa, memleketlerine dönmek zorundalardı. Talihsizlik eseri imparatorluk sınavı programdakinden erken yapılırsa, shihe olma süresi daha da kısalırdı.
Bu shiheler, zamanlarını başkentin çeşitli bölgelerinde gezinerek değerlendirmeliydi. Bir dahaki imparatorluk sınavına kadar bir pozisyon kapmak adına, deneyim ve yeteneklerini onları önerecek gücü bulunduran yetkililere kanıtlamalılardı.
Nesiller boyu yetenekle dolu olmasına rağmen maddi durumu kötü, sosyalleşmede kötü ve başka sebepleri olan birçok imparatorluk talebesinin, memleketine dönüp bir muallim olmaktan başka şansı olmamıştı.
Liu Yimei bir çıkmazda olduğunun farkındaydı. Nasıl yaptı bilinmez; Komutanlık mülkünün meşru büyük oğlu Lu Boyan'a kancayı takmayı başarmıştı.
Bir kitap, önceki Hanedandan beri yazılmaya devam ediyordu. Meclis tarafından derlenmiş ve 'Üç Birincilik Kayıtları' adı verilmişti. Geçmişten bugüne vilayet sınavında, başkent sınavında ve saray sınavında birinci olmuş talebelerin hayat hikayelerini kayıt altına alıyordu.
Lu Boyan vilayet sınavında ve saray sınavında birinci olmuştu, fakat başkent sınavında Qi Yan onu tahtından indirerek ikinci sıraya itmişti. Tarih boyu hatırlanma şansını kaybetmişti...
Sesi duyan birçok kişi, bakışlarını Qi Yan'ın olduğu yöne çevirdi.
Lu Boyan'ın ses etmeden izlediğini gördüğünde, Liu Yimei daha da yüzsüzleşti, "Çiçeği Arayan gencin bugün geçit töreninde kendini oldukça rezil ettiğini duydum? Fakir bir geçmişi olan talebeler için gerçek bir utanç kaynağı."
Qi Yan'ın bakışları ciddileşti. Kendisine küçümseyerek bakmakta olan Lu Boyan'a bir bakış attı.
Geçmişte Çimenli Ovalar'ın istilasını komuta eden, bu kişinin babasıydı!
Qi Yan zorla içindeki nefreti bastırdı. Ellerini birleştirerek eğildi, ardından Liu Yimei'ye şöyle dedi, "Bu kimse fakir bir aileden geliyor ve daha önce hiç ata binmedi. Bu kardeş lütfen biraz anlayış göstersin."
Liu Yimei Qi Yan'ın bu sakin 'tevazusu' ile  eğlenmek üzereydi ki, Qi Yan uygun bir tonda konuşmasına devam etti, "Lakin, şu an imparatorluk sarayının içerisindesin. Büyük salonda gürültü çıkarmak da zarif bir davranış sayılmaz. Acaba bu, saray kurallarını ihlâl ediyor mudur?"
Liu Yimei bir anlığına donakaldı, ardından göğsü şiddetle inip kalkmaya başladı. Parmağını birkaç kez Qi Yan'a doğrulttu, fakat hiçbir şey diyemedi.
Lu Boyan Qi Yan'a doğru gelen Gongyang Huai'yi fark etti, bu yüzden uygun zamanda söze girdi, "Kardeş Liu, hadi gidelim artık."
Liu Yimei dalkavuk bir tavırla, "Doğru, lütfen buyurun, Kardeş Lu," diyerek karşılık verdi.
Lu Boyan 'kültürlü ve soylu hareket' ile oradan uzaklaştı. Qi Yan'ın yanından geçerken çenesini hafifçe kaldırdı, bir aristokratın yüceliğini gösteriyordu.
Liu Yimei ise Qi Yan'ın yanından geçerken bilerek ona çarptı, ardından dişlerinin arasından hırladı, "Seni ucube gözlü, sadece bekle ve gör."
Gongyang Huai 'ucube gözlü' lafını duyduğunda öfkelenmişti, "Ne dedin sen?"
Liu Yimei hafiften afalladı, önceden Kurul'un Gözü'nün kim olduğunu duymuştu. Birkaç kelime kekeledi, ardından Lu Boyan'ı takip ederek oradan ayrıldı.
Qi Yan Gongyang Huai'nin kolundan tutup engelledi, "Baishi, boş ver gitsin."
"Kim bu? Nasıl birini çekinmeden hassas noktasından yaralayabilir? Bu kabul edilemez bir şey!"
"Cha vilayetinin Jieyuan'ı. Daha önce karşılaşmıştık, bırak gitsin."
"Hıh, Cha vilayetinin Jieyuan'ı olsa ne gezer? İlk üçe girebildi mi?"
Qi Yan gülümseyerek karşılık verdi, "Baishi, az önce başkalarının kusurlarını açığa çıkarmamamız gerektiğini söylemedin mi? Tabii eğer kendi dediğinle çelişmek istemiyorsan?"
Gongyang Huai parlak bir şekilde gülümsedi, "Tiezhu'nun öğretileri doğru. Hadi şuraya geçelim, sana verecek güzel haberlerim var."
İkisi bir köşeye geldiler. Gongyang Huai çevrelerindekileri süzdü, ardından fısıltılı bir sesle, "Tiezhu, gerçekte talihsizlik gibi görünen bir lütuf elde etmişsin," dedi.
"Ne demek istiyorsun?"
"Ai, bugün geçit törenindeki performansın ortalamanın altındaydı, bu sebeple başka bir yere gönderileceğinden endişelendim. Bu yüzden babamın yanına gidip senin adına birkaç iyi laf etmesini veya Kraliyet Ailesi Bakanlığında işe alınmanın bir yolunu düşünmesini istedim. Fakat babam bugünkü performansını duyduğunda, senin aslında talihsiz gibi görünen bir lütuf elde ettiğini söyledi."
Qi Yan'ın hâlâ kafası karışık durduğunu gördüğünde, Gongyang Huai keyifle açıkladı, "Başkentin yüksek seviye yetkililerinin Çiçeği Arayan'ları damatları olarak almayı veya evlatlık edinmeyi sevdiklerini biliyor musun?"
Qi Yan'ın kalbi tekledi. Başını iki yana salladı.
"Babam dedi ki: ilk üçe giren adaylar genelde başkentte kalır, fakat sen geçit törenindeki berbat performansının getireceği o kaderden kaçınabilirsin. O yüksek seviye yetkililerin tümü itibarlarına önem veriyor sonuçta. Bunun talihsizlikten gelen bir lütuf olduğunu düşünmüyor musun?"
Qi Yan gülümsemeye başladı, ama göğsü sıkışıyordu.
Eğer Gongyang Huai'nin babası bile hamlelerinde bir şeyler sezebiliyorsa, fazlasıyla dikkatli olan Nangong Rang da onun kendini örtbas etme çabalarını şüphe uyandırıcı bulur muydu?
Ç/N: Şimdi çeviriyi ücretsiz okusak da, yazarımız Please Don't Laugh'ın bu romanı ücretsiz okumaya açık yazmadığını hatırlatmak adına, yazar notunu koyuyorum. Çince bilmesek de jjwxc üzerinden onu desteklememiz doğru olur.
Yazarın notu: 
İşte bugünün bölümü. Üç bölüm uzunluğundaki, 5100 kelimelik bölüm yarın öğlen 12 civarında yüklenecek, lütfen herkes desteğini göstersin.
Biraz bu romanı rafa yerleştirmek hakkındaki düşüncelerimden bahsedeceğim. Bu yazdığım dördüncü roman ve hakkındaki fikirlerimi dördüncü kez belirtişim.
Şu anda evde tam zamanlı yazarlık yapıyorum, yani herkesin desteği ile eşlik edişine ihtiyacım var.
Her bölüm yaklaşık 1700 kelimelik, ne kadar para gerektireceğinden emin değilim ama genel olarak 10 senti geçmese gerek.
Roman içinse, eğer 200 bölüm olursa on ila yirmi dolar arası olmalı, bu da bir kase erişte ile bir şişe sodaya tekabül ediyor.
Ayrıca, muhtemelen birkaç ay boyunca uğraş vermem gerekecek. Yazım tarzım mükemmel değil, sizlere olağanüstü bir okuma deneyimi yaşatamam. Beni seven her okura geri ödeme yapmak için tek yapabileceğim bütün kelimeleri düzgünce yazmak ve en sonuna kadar günlük bölüm yayınlamak.
Baihe ufak bir topluluk, sektördeki trafik genel olarak diğer türlerden çok daha az. Lütfen herkes orijinal versiyonu desteklesin, teşekkürler millet.
— Please Don't Laugh, 13/01/2019
İngilizce çevirmenimiz melts'in notu: Buradan itibaren VIP bölümler başlıyor! Bu, henüz almadıysanız eğer jjwxc üzerinden romanın Çince aslını satın almanız için bir hatırlatma. Romanın tamamı cepten $5.48 tutuyor. 
Romanın Çincesine ait sayfa: link
JJWXC kullanma rehberi: link
7 notes · View notes
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 20: Sivil sınavlarda derece yapmak | işler doğal seyrini alır
Haberci yetkili imzası ile mühürlenmiş kırmızı bir dokümanı açtı, ama onu Qi Yan'a uzatmamıştı.
Büyüklerden biri Qi Yan'ın dağınık görünümünü ve ne kadar genç olduğunu gördü. Gergin bekleyişten dolayı yorgun düştüğünü düşündü ve ona neşeyle hatırlattı, "Efendi Huiyuan,* bahşiş."
Ç/N: 会元 - huiyuan - başkent sınavındaki birincilik
Qi Yan alnına vurdu. Arkasına döndü, üç adım attı, ardından tekrar dönüp eğildi, "Memur da-ge, lütfen biraz bekleyin."
Kalabalık keyifle güldü. Herkesin yüzünde dostane gülümsemeler vardı, görünüşe göre Qi Yan'ın hislerini tamamen anlıyorlardı.
Fakat Qi Yan önüne döndüğü gibi, yüzündeki gülümseme hiç iz bırakmadan silindi. Yüz ifadesi arkasındaki gülen kalabalıktan kesinlikle uyumsuzdu.
Yatak odasına geri döndü. Biraz düşündükten sonra, iki liang gümüş ve iki dizi bakır para çıkardı. Merkez odadan çıktığında yüzüne bir kez daha hoşnut bir gülümseme yerleştirdi.
Hızlı adımlarla haberciye doğru yürüdü, ardından bahşiş parasını uzattı ve özür dilercesine şöyle dedi, "Gerçekten üzgünüm, bu talebe burada yeni. Kuralları bilmiyordum, lütfen hatamı bağışlayın. Görevli da-ge zahmet edip de buraya kadar gelmiş, soluklanmak için kalıp bir fincan çay içmeye ne dersiniz?"
Haberci gülümseyerek gümüşü göğsüne yerleştirdi, ardından belgeleri uzattı.
Qi Yan farkında olmadan ellerini uzattı, ama sonra geri çekti ve belgeleri düzgünce almadan önce ellerini üzerine gelişigüzel şekilde birkaç kez sildi.
Haberci bir yumruğunu diğer avucuyla sardı, "Efendi Huiyuan, iyi hazırlanın. Gelecek ayın beşinci gününde sizi imparatorluk sınavı için saraya götürmek amacıyla bir araç gelecek. Eğer vaktiniz olursa, saray sınavının kuralları hakkında bilgi almak için sınav alanına uğrayabilirsiniz."
"Görevli da-ge'ya bilgilendirmesi için teşekkürler. Sizi geçiremeyeceğim için üzgünüm."
"Efendi Huaiyuan'ın zahmet etmesine gerek yok, bu kimsenin daha ilerideki evlere iletecek haberleri var."
Qi Yan rolünü sorunsuzca yerine getirmişti. İzleyen kalabalığa teşekkür etti, ardından odasına döndü. Kırmızı belgeleri Xiao-Die'in erişte kasesinin önüne bıraktı, "Meimei, çok az kaldı."
Qi Yan bir kez Huiyuan olduğunda, şehrin kenar mahallelerindeki ufak konağı bir daha sessizlik ve huzur bulamadı.
Her gün her çeşit insan türlü sebeplerle onu görmeye geliyordu.
Yalnızca bir gecede, Qi Yan'ın sayısız sözde 'köylü tanıdığı', 'çalışma arkadaşı' ve 'eski dostu' olmuştu.
Sabırla bekleyerek hepsini karşılıyor ve gönderiyordu.
Saray sınavına on gün kaldığında, büyük balık sonunda kapıya geldi.
Çift tahtırevana binmekte olan Xie An, güçlükle ilerleyen ve üzerinde kutular asılı omuzda taşınan direkleriyle iki sıra hane hizmetçisini yönlendirdi, "Değerli kardeşim Qi, hayır! Huiyuan Qi. Bu basit kardeşin başkent sınavında birincilik sırasını elde ettiğin için seni tebrik ediyor!"
Qi Yan da eğilerek saygısına karşılık verdi, "Kardeş Yuanshan'ı bu mütevazı meskende ağırlamak büyük bir onurdur. Eğer büyük ağabey için sıkıntı teşkil etmiyorsa, gelin bir fincan çay içelim. Bu kardeşin ev sahibi olarak sizi ağırlamasına izin verin."
Xie An içten bir kahkaha attı. Elini kaldırdığında hizmetçiler hediyeleri düzgün sıralar halinde evin batısına taşımaya başladı, "Değerli kardeşim gerçekten çok nazik. Lütfen, sen önden."
"Ağabey Yuanshan, lütfen siz geçin."
Hediyeler evin batısını hızla doldurdu, bunun ardından barakayı da kullandılar. Kalanların ise avluda kalması gerekmişti.
Xie An Qi Yan'ın odasına bakındı, "Kıymetli kardeşim başkente geldiğinden beri burada mı kalıyor?"
Qi Yan başını salladı, "İmparatorun ayak basığı topraklar altındandır. Böylesine sessiz ve güzel bir konak kiralayabilmek zaten büyük bir şans. İşin aslı, eğer geçen sefer ağabey Yuanshan'ın maddi desteği olmasaydı, Qi Yan haberciye verecek bahşiş bulamayabilirdi."
Xie An'ın yüzünden bir suçlu bir ifade geçti, "Bunu düşünmemek bu basit kardeşin suçu, değerli kardeşimi sıkıntısıyla baş başa bıraktım," dedi. Yüzündeki ifade gerçekti, ses tonu içtendi. Gerçekten kendini suçluyor gibi görünüyordu.
"Şans eseri, benim adıma kayıtlı ufak üç girişli bir konut var. Güzel ve sessiz bir yerde, eşyalar ile hizmetçiler tamamen hazır. Sessiz yerler tercih eden ve uzak mesafeden gelen ziyaretçilere bırakmak niyetindeydim. Eğer kıymetli kardeşim de kabul ederse, tapu belgelerinin buraya getirilmesini emredeceğim. Bugün orayı kıymetli kardeşime vereceğim."
Qi Yan ellerini tekrar tekrar iki yana salladı, "Ağabey Yuanshan, gerçekten vermemelisin. Bir centilmen, birilerini sevdiği şeyden mahrum etmez. Eğer ben oraya taşınırsam, ağabey Yuanshan uzaktan gelen konukları nasıl ağırlayacak?"
"Ai, kıymetli kardeşim bilmiyor. Asıl konağım geçen sene genişletildi. Arkasına birkaç tek kişilik konut inşa edildi, yani konukları ağırlamaya yeter. Ayrıca, sen kıymetli kardeşim artık farklı bir pozisyondasın. Kaçınılmaz olarak yetkili dostları ağırlaman gerekecek. Bu basit ağabeyin kıymetli kardeşini öyle üstünkörü yaşarken görmeye dayanamıyor. Daha fazla reddetme, olur mu?"
Xie An tüm bunları bir kez olsun durmadan söylemişti. Eğer başka birisi duyacak olsa, minnetle gözyaşlarına boğulmuş olurdu.
Qi Yan içinden soğuk bir kahkaha attı, fakat beklenmedik bir anda gelen bu lütuf karşısında ezilmiş gibi davrandı, "Tekrar tekrar ağabey Yuanshan'dan maddi destek alıyor ama, Qi Yan'ın bunları geri ödeyebileceği hiçbir şeyi yok. Fakat eğer gelecekte yardıma ihtiyacınız olursa, lütfen haber edin."
"Madem vakit hâlâ öğlen olmadı ve bu hizmetçileri bir kez buraya getirmiş bulundum, eşyalarını toplayıp bugün taşınmaya ne dersin?"
"O halde resmiyeti sürdürmek yerine size uyayım."
Xie An Qi Yan'ın yeni köşkünde akşam yemeğine kaldı ve tapu belgesiyle hizmetçilerin sözleşmelerini bıraktı.
Gongyang Huai önceden Qi Yan'ı uyarmıştı: Eğer yabancı birileri ziyarete gelirse, hangi bahaneyi kullanırlarsa kullansınlar hediyelerini kabul etme. Gongyang Huai, Qi Yan'ın yoksul bir geçmişi olması nedeniyle, kazara taraflar arasındaki mücadeleye dahil olacağından endişeliydi. Ve Qi Yan'ın temiz bir geçmişe sahip iyi bir yetkili olmasını diliyordu.
Fakat, Qi Yan ünlü tablolar, antik kitaplar, servetler veya hazineler, hatta hane hizmetkarları olmasına bakmaksızın ziyarete gelen her konuk tarafından verilen tüm hediyeleri kabul etti.
Bu zar zor yaşayan bedenin içinde atan, çürümüş bir kalpti. Üzerinde oluşacak birkaç lekeden korkmanın anlamı neydi ki?
Lekesiz ve kusursuz beyaz bir yeşim taşı, hiç şüphesiz hoş olurdu. Fakat geride hiç şantaj malzemesi bırakmazsa, diğerleri nasıl endişe duymadan onu 'kullanacak'tı?
... ...
Altıncı ayın beşinci sabahı, Qi Yan ve diğer üç yüz talebe sınav için saraya giriş yaptı.
Nangong Jingnu da güzelce giyinmişti. Uzun brokar bir kutuya kucaklayarak, ablası Nangong Shunu'yu bulmaya gitti.
Nangong Shunu gölün ortasındaki çardakta qin çalmaktaydı. Nangong Jingnu saray hizmetçilerini gönderdi. Adımlarını yavaşlatıp brokar kutuyu taşıyarak göl ortası çardağına doğru ilerledi.
Nangong Shunu'nun qin çalmadaki yeteneği başkentin en iyisiydi, fakat daha önce hiç izleyicilerin karşısında çalmamıştı. Küçüklüğünden beri yakın olduğu kız kardeşlerinden başka kimse bunu bilmiyordu.
Nangong Jingnu sessizce Nangong Shunu'nun arkasında durdu. Ablasının müziği tarafından mest olmuş gibi sersem bir halde dinliyordu.
Parça bittiğinde, Nangong Shunu sırtını dikleştirdi. Sessizce uzaklardaki bir yere bakmaya başladı.
Bunu gören Nangong Jingnu, kalbinde bir acı hissetti.
"Er-jie."
Nangong Shunu yavaşça başını ona çevirdi. Yüzündeki ümitsiz ifadeden kurtuldu ve gülümsedi, "Ne zaman geldin? Neden geldiğini fark etmedim?"
"Az önce geldim. Er-jie, gerçekten harika qin çalıyorsun~ Bak, göldeki tüm balıklar senin etrafına toplanmış."
Nangong Shunu nazik bir şekilde gülümsedi, "Sadece biraz yetenek. Belki de balıklar Zhenzhen Prensesinin güzelliğine çekilmiştir?"
Nangong Jingnu'nun ince yüzü kızardı, ardından kızgınlıkla karşılık verdi, "Er-jie!"
Nangong Shunu gülümseyerek kız kardeşini yanında oturması için çekti, "Elindeki ne?"
"Ah! Er-jie, hadi çalışma odasına gidelim."
Nangong Jingnu çalışma odasındaki hizmetçileri gönderdi. Nangong Shunu'ya tatlılıkla gülümsedi, ardından gizemli bir şekilde, "Er-jie'nin doğum gününe birkaç gün kaldı. Sana bir hediye aldım~" dedi.
Parşömeni yavaşça açtığında, Nangong Shunu'nun nefesi kesildi, "Bu..."
Nangong Jingnu son derece tatmin olmuştu: er-jie'nin bu münzevi çobanı tanıdığını biliyordu. Bu hediye tam yerinde verilmişti!
"Bu el yazmasını nasıl aldın?"
"İmparator babamdan istedim."
Nangong Shunu'nun bakışları karardı, ama yine de içtenlikle, "Teşekkürler, gerçekten çok beğendim," diye cevap verdi.
Nangong Jingnu ablasının elini kendi ellerinin arasına aldı. Zeki bakan siyah gözleri endişeyle doluydu, "Er-jie, seni rahatsız eden bir şey mi var?"
Nangong Shunu başını iki yana salladı, ardından hafif bir iç çekti ve, "Bazen, jiejie gerçekten ormandaki o kuşlara imreniyor..." diye mırıldandı.
Nangong Shunu bu yıl on yedi yaşını dolduruyordu. İmparator babasının yakında onun için bir evlilik ayarlayacağı içine doğmuştu. Kalbini çalan bu el yazmasını yeniden gördüğünde büyük bir üzüntüyle dolmuştu.
O, Nangong Jingnu değildi. Seçim yapma veya 'hayır' deme hakkına sahip değildi.
Nangong Jingnu alt dudağını ısırdı, ardından Nangong Shunu'nun buz gibi soğuk elini kavradı, "Er-jie, hadi saraylar bölgesinden çıkalım! Bu öğleden sonra saray sınavındaki ilk üç aday için bir geçit töreni düzenleneceğini duydum. Şampiyon kulesine çıkacak ve şiirlerini yazacaklar. Eğlenceli olacak!"
Nangong Shunu'nun gözleri parladı, fakat sonra tereddütle karşılık verdi, "Ama..."
"İmparator babam konusunda endişelenme. Bu gece daha Chionglin ziyafeti olacak, yani bizi rahatsız edemez. Seninle malikaneden çıktığımızı söyleyen bir not bırakacağım."
İki kız kardeş Prenses malikanesine dönüp erkek kıyafetlerini giydiler. Başkentin ana caddesinde büyük bir kalabalık vardı ama görünürlerde hiç taşıt, at veya tahtırevan yoktu.
Çünkü ilk üç aday birkaç saat içerisinde imparatorluk sarayından çıkacaktı. Bu yol boyunca ilerleyip şehrin güneyindeki Şampiyon kulesine gidecek ve şiirlerini bırakacaklardı.
Nangong Jingnu ablasının elini tutarak güçlükle kalabalığın arasında ilerliyordu. Caddeye iyi bir açıdan bakan restoran ve hanların hepsi bir ay önceden ayırtılmıştı.
Nangong Shunu bir eliyle kardeşinin elini sıkı sıkı tutarken diğer eli göğsünün üstündeydi. Kalabalığın arasından büyük bir güçlükle geçiyordu.
Nangong Jingnu biraz rahatsız olmuştu. Sadece ablasını neşelendirmek için bu saraydan çıkma şansını kullanmak istemişti; bunun böyle sonuçlanacağını tahmin bile edemezdi.
Lu Zhongxing ve birkaç arkadaşı en iyi manzarayı gören özel bir odada oturuyordu. Ağabeyinin ilk üç aday arasına gireceğine inancı tamdı.
Aniden, itilen kalabalığın arasında iki tanıdık figür gördü. Tırabzanı kavradı ve büyük bir şok içinde bedeninin üst yarısını aşağı sarkıttı.
Bir talebe aceleyle onu kıyafetlerinden yakaladı, "Kardeş Lu, sakin ol!"
Lu Zhongxing ona aldırmamıştı. Aşağı sarktı ve, "Jing-er!" diye bağırdı.
Nangong Jingnu başını kaldırdı, bu sürprizden memnun kalmış bir şekilde seslendi, "Zhongxing gege!"
"Jing-er, kıpırdama, hemen şimdi aşağı inip sizi çıkaracağım!"
"Tamam!"
Lu Zhongxing arkasını dönüp ellerini birleştirerek saygıyla oradakilerin önünde eğildi, ardından özür dilercesine, "Kusura bakmayın. Birkaçınızın çekilmesi gerek," dedi.
"Kardeş Lu, ne demeye çalışıyorsun?"
Başka biri daha söze girdi, "Çekilmek mi? Kardeş Lu, ciddi misin? Burada oturan herkes belirli şeyler yapmış insanlar, soylu seviyelerin temsilcileriyiz. Çekilmek lafını kim öylece kabul edebilir?"
'Geri çekilme kusuru', Wei Krallığı'nın yasalarından biriydi. Fakat bugünkü ilk üç adayın geçit töreni yüzünden, üçüncü seviye ve üstü başkent yetkilileri halktan insanların rahatlığı için sokağa çıkamazlardı.
Birkaç arkadaşının hoşnutsuzluk dolu ifadelerini gördüğünde, Lu Zhongxing çaresizce iç çekti. Parmağını uzattı, "Daha yakın oturun."
... ...
Lu Zhongxing çay bahçesinden dışarı çıktı. Kalabalığı yararak Nangong kardeşlere davet eden bir işaret yaptı, "Bu kimse sizler için ikinci katta özel bir oda ayırttı, lütfen beni takip edin."
Özel odaya girdiğinde, Nangong Jingnu bozulmuş saçlarını düzeltti ve kırışmış cübbesiyle ilgilendi. İnce kaşları hafifçe çatılmıştı, "Bu kadar fazla insan olacağını tahmin etmemiştim."
Lu Zhongxing birkaç teselli edici şey söyledi, ardından dükkan sahibini masaları yeniden düzenlemesi için çağırdı. İki prenses için çay ve atıştırmalık da sipariş ettikten sonra kendisi en alttakine yakın bir koltukta otururken onların en iyilerinde oturmasına izin verdi.
Davulların ve gongların çınlayan seslerini takiben, kalabalıktan bir heyecan dalgası yükseldi, "Geldiler! Geldiler!"
Nangong Jingnu daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. Heyecanla ayağa kalktı, "Er-jie, bak!"
Nangong Shunu Nangong Jingnu'yu tırabzanlardan geriye çekti, ardından kendisi de onun yanına geldi. İki kız kardeş omuz omuza durarak caddenin sonuna doğru baktılar...
PDL yazar notu: İşte bugünkü bölüm~ Qi Yan yarınki bölümde geçit sırasında bir ata binecek, çok komik olacak. Yarından sonraki gün ise düğün var! Düğün! Düğün!!!
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 19: Deniz dutluğa döndü | kalbi kırık bir insan
"Baishi neden öyle düşünüyor?"
Gongyang Huai Qi Yan'ı süzdü. Gözlerindeki duruluğun sahte olmadığını gördüğünde, göğsünden yeşim kolyeyi çıkardı, "Neden sana verdiğim kolyeyi geri verdin?"
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları kıvrılırken sakince gülümsedi, "Üç yıl önce, başkente gelip seni göreceğime söz vermiştim, ama tesadüfen o gün malikanede değildin. Kapıcıya bu eşyayı iletmesi ve Baishi'ye şunları demesi için zahmet verdim: Qi Yan sözünü unutmadı. Ama onun yerine yanlış anlamana neden olmuşum. Görünüşe göre üzerine iyice düşünememişim."
Gongyang Huai'nin yüzünden bir pişmanlık ifadesi geçti, "Benim hatam, o gün o ziyafete gitmemeliydim. Yalnızca senin gelişini kaçırmakla kalmayıp bana verdiğin katlanır yelpazeyi de kaybettim..."
"Eğer Baishi beğendiyse, bahar sınavından sonra başka bir tane veririm."
Gongyang Huai yeşim kolyeyi Qi Yan'a uzattı, "Bu eşya bizim talebeler olarak dostluğumuzun simgesi. Tiezhu, lütfen sende kalsın."
Qi Yan onu bir gülümsemeyle kabul ettiğinde, Gongyang Huai son derece mutlu olmuştu. Sokaklarda edindiği bu arkadaşı statüsünden dolayı ondan uzaklaşmamıştı!
Gongyang Huai, "Tiezhu başkentte nerede kalıyor?" diye sordu.
"Kenar mahallelerde bir konak kiraladım."
"O zaman bana adresini yazıp ver, sınavdan sonra gelip seni göreceğim."
Qi Yan başını salladı. Gongyang Huai neşeyle devam etti, "Ben güz vilayet sınavlarında Yayuan unvanını aldım, senden ne haber?"
"Şans eseri, Ji vilayetinin Jieyuan'ı oldum."
Gongyang Huai yumruğunu Qi Yan'ın omzuna vurdu, ardından mutlulukla, "Yapabileceğini biliyordum!" dedi. Yeniden Qi Yan'ın kehribar rengi gözlerine baktı ve sessizce, "Gözlerin biraz daha iyi oldu mu?" diye sordu.
Qi Yan başını iki yana salladı. Gongyang Huai'nin yüzünde endişeli bir ifade belirmişti, "Nasıl olacak? Sınav sorularının gece boyu yazman gerekecek kadar uzun cevaplar gerektirdiğini duydum, sen..."
Bunu duyduğunda, Qi Yan şöyle dedi, "Elimden gelenin en iyisini yapıp gerisini kadere bırakacağım. Baishi'nin endişelenmesine gerek yok."
... ...
Sınav alanının kapıları açılana kadar bir süre daha sohbet ettiler. Ardından ikisi omuz omuza içeriye girdi.
Wei Krallığı'nın başkent sınavının tamamlanması üç gün sürerdi. Sınav olacak talebeler girerken dış giysilerini çıkartmalı ve eşyalarını kontrol için gözetmene vermelilerdi. Bunu geçtikten sonra, bir plaka ve üç mum alırlardı. Özel bir odaya kapatılıp üç gün sonra cevapların yazıldığı parşömenler toplandıktan sonra salınırlardı.
Sınav alanından çıktıktan sonra hasta düşmek talebeler için normal bir olay sayılırdı. Eğer Qi Yan maskeli kişi tarafından verilmiş kadın kimliğini baskılayan tuhaf hapları almamış olsaydı, kesinlikle bunu gizleyemezdi.
Qi Yan soru parşömeni açtı, baştan sonra okudu, ardından sınav için verilmiş boş kağıdı sarıp dikkatle sandığına yerleştirdi. Gözlerini kapatıp iki saatini düşünmeye ayırdıktan sonra, nihayet mürekkebi hazırlamaya başladı.
Kalın kağıdı masaya yaydı, üzerine bir tahta bloğu koyup tutturdu ve yazmaya başladı.
Tek seferde altı sayfayı doldurmuştu, sonrasında yorgun halde iki kaşının arasına masaj yaptı.
Birçok bölmede mumlar yakılmıştı. Qi Yan dışarıdaki gökyüzüne baktı. Mürekkep kuruduğunda parşömeni dikkatle sardı, sandığına yerleştirdi, ardından kendine yemek hazırlamak için ayağa kalktı.
Tüm bölmeler ışıklarını birer birer yakıyordu, tabii karanlık kalan Qi Yan'ın odası dışında.
Ana gözetmen Xing Jingfu durduğu platformdan onu fark etti. Gidip kontrol etmesi için bir devriye muhafızını gönderdi.
Muhafız bölmenin kapısını tıklattı, "Neden ışığını yakmadın? Mumlarda bir sıkıntı mı var?"
Qi Yan bu soruyu yatağa gitmek üzereyken duymuştu. İlk başta bir süre öylece dikildi, ardından duvarları yoklayarak kapıya doğru gitti.
Asker elindeki meşaleyi salladı. Qi Yan gelen ışığı azaltmak için kol yenini kaldırdı, "Subay da-ge, bu talebe küçükken ciddi bir hastalık geçirdi. Geceleri görüşüm köreliyor ve parlak ışıklara bakamıyorum, özürlerimi sunarım."
Asker bunu duyduğunda meşaleyi indirdi. Ateşin zayıf ışığında Qi Yan'ın kehribar rengi gözlerine ve içlerindeki aciz boşluğa baktı.
Askerin ağzı hafiften açık kalmıştı, sessizce karşılık verdi, "Büyük sınav için yalnızca üç gün verilir. Eğer bu yüzden sorularını tamamlayamazsan, başkalarına sıkıntı çıkarma."
Qi Yan ellerini birleştirip saygıyla eğildi ve, "Subay da-ge'ya uyarısı için çok teşekkür ediyorum," dedikten sonra, el yordamıyla yatağına gitti.
Asker geri dönüp bunu rapor etti. Xing Jingfu kaşlarını çattı, ardından sınav adaylarının kayıt listesini taradı ve Qi Yan'ın adını buldu.
Qi Yan'ın memleketi ona hemen Jingjia ilk yılda yaşanan veba salgınını hatırlatmıştı. Qi Yan'ın aslında Ji vilayetinin Jieyuan'ı olduğunu okuduğunda, ona karşı bir sempati beslemekten kendini alamamıştı.
Askere şöyle söyledi, "Sabah güneş doğduğunda onu uyandır. Bu talebenin mütevazı bir geçmişi var, Jin vilayetindeki felaketten sağ çıkmış. Bahar sınavına gelebilmesi gerçekten azımsanacak bir başarı değil."
"Anlaşıldı."
Üç uzun ve zorlu gece-gündüz geçti. Artık başkent sınavının perdeleri kapanıyordu. Ana gözetmenden öğrencilere kadar herkes bitkin görünüyordu.
Sınav alanının dışında çok sayıda hane hizmetçisi bekliyordu. Yakın mesafede tahtırevanlar da dizilmişti.
Qi Yan kalabalıktan sıyrıldı, ardından sırtında talebe sandığıyla kendi başına oradan ayrıldı. Sıkı sınav koşulları sebebiyle, kâbuslarını bastıran hapları içeri sokamamıştı. Geceleri uzandığında aslında hiç uyumamıştı.
Son üç gün onu gerçekten yormuştu.
Birkaç gün dinlendikten sonra, Qi Yan yanında yeşim kolye ile Gongyang malikanesine geldi. Bu sefer harika bir şekilde karşılanmıştı. Gongyang Huai'nin babası çalıştığı yerde kalıyordu, bu yüzden onun yerine büyük genç efendi Gongyang Bai* onu ağırladı.
Ç/N: 柏 bai - selvi/sedir
Gongyang Bai, Jingjia üçüncü yılda yapılan imparatorluk sınavında başarılı olmuş bir adaydı. Şimdi ise büyük arşivden sorumlu bir alimdi. Erkek kardeşi, Qi Yan'a derin bir hayranlık besliyordu, bu yüzden Gongyang Bai Qi Yan'ın derinliğini sorgulamak istemişti.
Beklenmedik şekilde, Qi Yan genç yaşına rağmen bireysel bir duyarlılığa sahipti. Ayrıca edebiyat yeteneğiyle dolup taşıyordu. Daha da kıymetli olan ise, üslubu ve tavırları hem mütevazı hem de nezaketliydi ve keskin bir adap duygusu vardı. İkisi sohbetlerine o kadar dalmışlardı ki Gongyang Huai araya girip bir kelime edemiyordu.
O gece Gongyang Bai babasına rapor verdi: Qi Yan edebi yetenekle dolu ve şan şöhrette gözü yok. Gerçekten iyi bir dost.
Bu sayede, Gongyang Huai'nin cezası artık kalkmıştı. Her gün Qi Yan'la başkenti turlayıp ziyafetlerde arkadaşlar edindiler, ne kadar harika bir zamandı.
Göz açıp kapayıncaya kadar, bahar sınavının üzerinden bir ay geçmişti. Sınav alanının kapıları sıkı sıkı kapalıydı. Yüksek koruma altındaki sınav salonunun içinde, üç gözetmen iki sınav kağıdı üzerine sonu gelmeyen bir tartışmaya girmişti.
Adayların isimlerinin üzeri bantlanmış olsa da iki yardımcı gözetmen, Lu Boyan'ın el yazısını tanıyordu. İkisi de onu birinci olarak kabul etmeyi teklif etmişti.
Fakat, ana gözetmen Xing Jingfu, başka bir adaydan daha çok memnun kalmıştı. Yüzleri kıpkırmızı olana kadar tartışmışlardı.
Xing Jingfu Lu Boyan'ın sınav kağıdını sertçe masaya çarptı ve öfkeyle konuştu, "İki efendi tarafından seçilen kâğıt süslü yazılmış olsa da, özlü değil. Politika tartışmaları makalesinin derinliği ise bir yusufçuğun suya dokunması kadar. Son derece çekingen. Yazı, yazarını yansıtır— Bu yetkilinin gözünde, bu genç adam büyük sorumluluklar alamaz!"
Personel Bakanı Deng Hongyuan, sertçe karşı çıktı, "Efendi Xing, pek haklı değilsiniz. Bu adayın iyi bir eleştiri gücü ve yüce bir tutkusu var, yalnızca deneyimsiz. Efendi Xing yüksek bir makamda bulunuyor, bir adayın sizin kıstaslarınıza uymaması normal bir şey."
Xing Jingfu birkaç kez soğukça homurdandı. Arkasını döndü ve bir cevap kâğıdını aldı, ardından ikisinin önünde havaya kaldırdı, "Ben öyle düşünmüyorum! Bu cevap kâğıdındaki yazı basit ve sade olsa da, direkt konuya geliyor. Bu adayın derin düşünmesi ve içtenliği satırların arasında anlaşılıyor. Bu kağıtta bir çocuğun masum kalbi canlı bir şekilde görülüyor. Krallık şimdi barış içerisinde; meclis yeni yetenekleri kullanıyor ve bu gereken yeteneğin ta kendisi! Bu yetkili bu konuda geri adım atmayacak!"
İki yardımcı gözetmen sıkıntılı bir şekilde bakıştı. Xing Jingfu'nun sesi bir kez daha duyuldu, "Siz iki efendi başkent sınavından sonra saray sınavının da olduğunu unutmayın. En sonunda, her şey Majestelerinin kararına bakacak."
... ...
Beşinci ayın beşinci günü. Uğurlu bir gün.
Güneş daha yeni yükselmişti. Sınav alanına giden kapılar içeriden itilip açıldı.
Dört akademisyen ellerinde kırmızı bir kâğıt ve yapıştırıcı ile dışarı çıktı.
Dün geceden beri kapının önünde bekleyen talebeler vardı. Akademisyenler üzerinde üç yüz isim yazılı altı kâğıdı tek tek halka açık panoya astı.
O sırada, bir grup haberci en iyi on iki öğrenciye kırmızı kitapçıkları iletmek için yola çıkmıştı.
Kenar mahallelerdeki ufak konakta, Qi Yan masanın önünde yalnız başına oturuyordu.
İki kâse uzun süre saklanabilen erişte masaya yerleştirilmişti. Temiz beyaz erişteler bir tutam koyu yeşil soğan ezmesi ile garnitür edilmişti.
Bugün Çimenli Ovalar'ın ikinci prensesi, Qiyan Nomin'in doğum günüydü. Xiao-Die soğanların çiçek açtığı mevsimde doğmuştu. Yeşil soğan ezmesi, Çimenli Ovalar kökenli bir baharattı ve koyun eti onunla beraber en iyi tadını verirdi.
Yıllar önce, ne zaman doğum günleri gelse, Furong iki kızı için Wei Krallığı geleneklerine göre birer kâse erişte pişirirdi.
Qi Yan karşıdaki kâseye çubukları yerleştirdi ve son derece sessiz bir şekilde fısıldadı, "Meimei, gege bu erişteleri kendi elleriyle yaptı. Tadı annemizin yaptığı kadar güzel mi?"
Qi Yan karşıdaki boş koltuğa bakarken gülümsedi, kendi kâsesini eline aldı ve yemeye başladı.
"Meimei, gegen Wei Krallığı meclisine girmek üzere. İzle beni."
Jiejie bu saltanata diz çöktürecek ve Wei Krallığı'nın taze kanını akıtacak; ailemiz, Anda ve Çimenli Ovalar'ın adına.
Qi Yan hırsla iki dolu kaşık daha yedi, ta ki yanakları şişip boğazı acıyana kadar.
Diğer kâsedeki soğan ezmesine bakarken gözleri kızardı. Gözyaşları sessizce süzülmeye başladı.
Shifu şöyle demişti: eğer intikam istiyorsa taştan bir kalbi ve çelikten bir yüreği olmalıydı. Yıllar boyu ağlamasına izin verilmemişti.
Qi Yan bambu yemek çubuklarını sıkı sıkı tuttu. Titreyerek kendini ağzındaki erişteleri yutmaya zorladı.
Baba, anne, meimei, Anda...
Hepiniz, sadece izleyin. İzleyin.
Wei Krallığı'nın her yanından savaşın dumanları yükselirken, Nangong ailesi kanlar içinde kalırken, bu devasa kanlı borcunu nasıl ödetiyorum izleyin!
Kâsedeki eriştelerin dibi gözükmüştü, fakat Qi Yan'ın gözyaşları durmuyordu. Sonunda, masaya kapandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
Bu hıçkırıklar oldukça bastırılmıştı, sanki asla başkaları tarafından duyulmaması gerekiyormuş gibi.
Önceden de böyle ağlamış olması gerekiyordu. Çimenli Ovaların prensi Qiyan Agula, aslında o kadar dayanıklı biri değildi. İntikam için yaşamak fikrine tutunmamış olsaydı, bugüne kadar yalnız yaşamaya cesaret edemezdi.
Ama Qi Yan'ın dayanıklı olması gerekiyordu. Saray sınavından sonra, meclise sızdığında, bir daha böyle kendini kaybetme lüksü olmayacaktı.
Ağladı ve ağladı, Qi Yan sonunda ıslak gözleriyle uyuyakaldı...
Rüyasında Çimenli Ovaları gördü.
Akan Ateş ve yavrusu yakınlarda sakin sakin otlanıyordu. O ise kız kardeşi ve Andası ile dağın eteklerine rahat bir şekilde uzanıyordu.
Qi Yan yanındaki iki kişinin artık olmadığını açık bir şekilde biliyordu. Sıcak gözyaşları bir kez daha sımsıkı kapalı gözlerinden aktı.
Acı kalbini parçalıyordu. Yine de inatla gözlerini kapalı tuttu, uyanmayı reddediyordu.
Davul ve gongların vuruş sesleri uzaklardan duyulduğunda, Qi Yan'ın bu rüyayı sonlandırmaktan başka çaresi kalmadı. Doğruldu. Önündeki dokunulmamış erişte kâsesi çoktan soğumuştu.
Haberci kolunun güçlü bir salınışıyla gonga vurdu, ardından yüksek ve net bir şekilde seslendi, "Jin vilayetinden Efendi Qi burada mı kalıyor? Güzel haberler getirdim~ efendi Qi'yi başkent sınavında yüksek bir derece yaptığı için tebrik ediyorum!"
Qi Yan yüzünü yıkadı, ardından kapıyı itip açtı ve evden dışarıya yürüdü. Aralıklı bambu çitler boyunca, halktan insanların haberciyi oraya kadar izlediğini görebiliyordu.
Bahçe kapısını itip açtı. Giriş kapısını çevrelemiş insanlar ona dostça gülümsediler.
Qi Yan bir anlığına dalmıştı. Haberci gülümseyerek, "Siz genç efendinin Jin vilayetinden Qi Yan, efendi Qi olup olmadığınızı sorabilir miyim?" diye sordu.
Qi Yan başını salladığında, haberci gonga üç kez vurdu. Yüksek sesle duyurdu, "Tebrikler, Jin vilayetinden Qi Yan, efendi Qi, başkent sınavında birinci oldunuz!"
2 notes · View notes
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love- Bölüm 18: Ejder kapılar açılır, eski dostlar kavuşuyor
Ziyafet öğleden gece yarısına kadar sürdü. Yiyecek ve şarap kapları masalarda dağılmış, ev sahibi ve davetliler hoşnutlukla dolmuştu.
Qi Yan dışında herkes kör kütük sarhoş olmuştu.
Vaktin gelmek üzere olduğunu gördüğünde, Xie An gelişigüzel bir şekilde elini salladı. İki sıra hane hizmetçisi yeniden balık sürüsü gibi içeriye aktı.
Hepsinin elinde üzerinde kırmızı bir örtü bulunan tepsiler vardı. Xie An ayağa kalktı, "Edebiyat vasıtasıyla dostlar edinmek gerçekten hayatın bir lütfu. Bunlar ise minnettarlığımın göstergesi, lütfen kabul edin."
Kırmızı örtüler sırasıyla kaldırıldı. Birisi nefesini tuttu ve sahne yeniden sessizleşti.
Parlak beyaz gümüş parçaları bir düzineden fazla tepsinin üzerine yayılmıştı. Her gümüş tepsisindeki miktar, Wei Krallığı'nda yaşayan sıradan insanların çoğunun ömrü boyunca kazanabileceğinden fazlaydı!
Xie An devam etti, "Bunlar, bir miktar gümüş para. Tüm kıymetli kardeşlerimin başkentte dolaşmasına yetse gerek. Kıymetli kardeşlerim reddetmeyi düşünmesin lütfen."
... ...
Ziyafetin ikinci turu başlamıştı. Qi Yan "vakit geç oluyor, korkarım yakında görüşüm bozulacak" bahanesini kullanarak izin isteyip Xie köşkünden ayrıldı.
Geri dönüş yolunda sırtında gümüşle dolu ağır bir çanta taşırken, Xie An'ın gümüşleri hediye ederken dediklerini düşündü.
'Dolaşmak' ifadesi insanı düşünmeye itiyordu. Xie An'ın sözleri, belli bir ölçüde Üçüncü Prens Nangong Wang'ın sözleriydi.
O zaman bu prens, mütevazı talebelerden oluşan bir toplulukta kendini göstererek neyi amaçlamıştı? Ya da bu insanlar üzerinden hedefine ulaşmak mı istemişti?
İlginçti, çok ilginç.
Wei Krallığı meclisi, Qi Yan'ın gözünde yüksek bir dağ gibiydi. Her ne kadar Jieyuan unvanını elde etmişse de varlığı hala dağın önünde bir karınca kadar kalıyordu.
Eğer bir prensin ona 'ayrıcalık' tanımasını sağlayabilirse, en az on yıllık vakit kazanmış olacaktı.
Qi Yan kaldığı konağa vardığı gibi kapıları kapattı, gelen tüm ziyaretçilere karşı da kapalı kaldı. Sonuçta büyük sınav hızla yaklaşıyordu. Eğer adını altın panoya yazdıramazsa, yıllardır çevirdiği dolaplar ve sıkı çalışmaları bir hiç uğruna olacaktı.
Yeni yılın gelmesine az kalmıştı. Duruma uyarak, başkentte yoğun kar yağışı başlamıştı. Bir şenlik ruhu caddeleri ve tüm ara sokakları doldurmuştu.
Fakat yılın sonunda, bir cinayet vakası meydana geldi. Bu kargaşa yalnızca yerel makamları harekete geçirmekle kalmamış, Ceza Bakanlığına bile ulaşmıştı.
Bahsetmişken, bu meselenin Qi Yan'a da değen bir ucu vardı.
Başkent gibi saygıdeğer bir şehir, İmparatorun ayakları altındaki topraklar, neyden yoksun olabilirdi? Yetkililer! Ve bu yetkililerin sonraki nesilleri.
Nangong Rang kariyerine talebe olarak başladığından, Wei Krallığı'nın aristokrat kesimi de kültürlü ve soylu talebelerle dolmuştu. Yılı kapatmak için en güzel hediyeler kıymetli yazılar, çizimler ve antik kitaplardı.
Münzevi çobanın aracısı olan dükkan sahibi, ilk yazının ne kadara satıldığını gördüğünde çarpık bir fikir üzerinden ilerlemeye başlamıştı.
Qi Yan'ın gönderdiği iki yazıdan birini dükkanın en göze çarpan yerine astı. Bir ay boyunca sergilenmişti.
Ne zaman birisi fiyat verse "münzevi çobanın mürekkep hazinesine dünyada çok nadir rastlanıyor" diyordu. Hatıra olarak saklama niyetinde olduğu "Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı"ndan başka, elinde sadece bu el yazması kalmıştı. Çok fazla isteyen olduğundan dolayı on ikinci ayın sekizinci gününde en yüksek fiyata satmak için bir açık artırma düzenledi.
Dükkan sahibi kârdan daha büyük bir oran alabilmek için fiyatı biraz arttırmak istiyordu. Yeni yılı rahat geçirmek güzel olurdu.
Qi Yan'ın hattatlığı paha biçilemez bir hazine olmaya uzaktı. Yalnızca akranları arasında eşsiz sayılabilirdi ve otuzlarındaki birçok kişiden daha iyiydi. Fakat gerçek bir kaligrafi ustası ile kıyaslansa, nitelikleri kolayca ayrılırdı.
Sonuçta yalnızca on yedi yaşındaydı. Zamanla gelen olgunluktan ve deneyimden yoksundu.
Öyle olsa da, bu kültürsüz genç efendileri kandırmak için yeterince iyiydi. Bu tür insanlar yenilik avına çıkmayı severdi ve bu, açık artırmalar için mükemmeldi.
Açık artırmaya çok sayıda insan gelmiş, fiyat teklifleri üç yüz elli lianga kadar tırmanmıştı.
İki kişi en sert teklifleri vermişti. Biri İmparatorluk Özveri Meclisinde çalışan bakanın en küçük oğlu Lu Kuang, diğeri ise Yingtian mülkünün ikinci genç efendisi Jiang Wei idi. Lu Kuang dört yüz lianglık büyük bir ücret karşılığı el yazmasını almıştı.
Bu meselenin burada kapanması gerekirdi. Fakat ertesi gün, Lu Kuang'ın ölüm haberi yayıldı.
Ortaya çıktı ki: Lu Kuang mürekkep hazinesini kazandığında Jiang Wei'ye aşağılayıcı laflar etmişti. İki tarafın hane hizmetçileri arasında büyük bir kavgaya yaşanmış, ardından o kaosun ortasında Lu Kuang kafasına bir sopa yemişti. Kurtarılamamıştı.
Jiang Wei Ceza Bakanlığı tarafından göz altına alınmıştı ve ilkbaharın başlarında yargılanacaktı. Münzevi çoban da işte bu yüzden ünlenmişti...
İnsanlar her gün münzevi çobanın yazdığı metne bakmak için kitap dükkanına geliyordu. Ve o gün, sabah erken vakitte üç erkek kardeş gelmişti.
Nangong Jingnu ilk kez kılık değiştirip malikaneden çıktığı zamandan beri, sıradan sokaklara ve pazar yerlerine derin bir ilgi duyuyordu. Nangong Shunu'nun onu tekrar götürmesi için yaygara çıkarıyordu.
Lu Zhongxing tarafından yakalandıklarından beri uzun süredir dışarı çıkmamışlardı.
Bugün Lu Zhongxing'in boş günüydü, bu yüzden gönüllü olarak iki prensese eşlik etmeyi teklif etmişti. Nangong Shunu bundan, İmparator babasının bu duruma sessizce izin verdiği çıkarımını yaptı. Biraz burukluk hissetmesine rağmen, yine kabul etmişti.
Nangong Jingnu son derece mutluydu. Nangong Shunu'nun elinden tutup çekiyor, ara sıra tatlılıkla onu "er-ge" diye çağırıyordu. Gerçekten iki erkek kardeş gibi görünüyorlardı.
"Da-ge, burası bahsettiğin yer mi?"
Lu Zhongxing başını salladı, "Mm. Görünüşe göre, bu dükkanda münzevi çobanın bir yazısının aslı varmış."
"Hadi girelim o zaman."
"Pekala."
Üçü kitap dükkanına girdiler. Lu Zhongxing, "Bayım, elinizde 'Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı'nın bulunduğunu duydum?" dedi.
Dükkan sahibinin abaküsle uğraşan eli dururken uzun bir iç çekti, "Eğer üç genç efendi kitap bakmak istiyorsa, lütfen çekinmeyin. Ama başka şeylerden bahsetmeyin."
Nangong Jingnu, "Neden?" diye sordu.
Nangong Shunu kız kardeşinin elini sıktırdı, "Jing-er, gitsek iyi olacak."
Lu Zhongxing bir gümüş külçesi çıkardı. Bunu dükkan sahibinin eline sıkıştırdı, ardından gülümseyerek şöyle dedi, "Bu iki kardeşim yalnızca bakmak istiyor. Sana kesinlikle bir sıkıntı çıkarmayacağız, bana bir iyilik yapar mısın?" 
Dükkan sahibi gümüş külçesini sıktırarak üçünü süzdü, "Peki o halde. Bu yaşlı adamı takip edin."
Dükkan sahibi onları içeride bir odaya götürdü, "Buyurun."
"Er-ge, hadi girelim!" Nangong Jingnu neşeyle Nangong Shunu'nun elinden tutup odaya götürdü. Anında 'Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı' ile karşılaşmışlardı.
"Eh?" Nangong Jingnu nefesini tuttu. Başını yana eğdi, ardından ablasına baktı: bu, jiejie'sine o yelpazeyi veren kişi tarafından yazılmamış mıydı? Jiejie münzevi çobanı tanıyor olabilir miydi?
Tanıdık el yazısına bakarken Nangong Shunu'nun ağzı hafifçe açık kalmıştı. Göğsünün içinde kalbi hızla atıyordu.
Gongyang Huai'nin nehir kenarında otururkenki rahat ve huzurlu tavırları, şarap içişi ve şiirler okuyuşu aklından geçti. Narin yanaklarını hafif bir kırmızılık kapladı.
Nangong Shunu dudağını ısırdı: o gerçekten de meşhur münzevi çobandı!
"Ama neden yapsın..."
Geriden gelen Lu Zhongxing, "Kim?" diye sordu.
Nangong Shunu başını iki yana salladı, "Bir şey yok." Gözlerinin önündeki yazının dikkatle sadeleştirilmiş olmasına rağmen, Nangong Shunu yine de tanımıştı. Fakat, biraz şaşkındı: büyük sınav yaklaşıyordu. Maddi durumu gayet iyiyken Gongyang Huai'nin neden el yazmalarını satması gerekmişti ki?
Yoksa... dillendirilemez sıkıntıları mı vardı? Ya da başka bir amacı mı vardı?
"Da-ge, bu yazı..."
Nangong Shunu'nun kalbi tekledi. Kardeşinin elini sıktırdı.
"Ne olmuş ona?"
Nangong Jingnu gözlerini kırpıştırdı, "Onu gerçekten çok beğendim."
Nangong Shunu derin bir nefes verdi. Eğer Lu Zhongxing münzevi çobanın gerçek kimliğini öğrenecek olsa, muhtemelen Gongyang Huai'nin başına bela olurdu.
Lu Zhongxing başka bir şeyden şüphelenmedi. Gülümseyerek tatlı dille ikna etti, "Bu el yazması burada tek başına asılı olduğuna göre, galiba dükkan sahibinin favorisi. Yalnızca bakıp çıkalım."
Nangong Jingnu başını yana eğerek ablasına bakıyordu. Nangong Shunu'nun gözlerinde parlayan ışığı gördüğünde; gizli bir karar vermişti.
Yılın bitmesine az kalmıştı, bu yüzden Nangong Rang iki kız kardeşi saraya geri çağırdı.
O öğleden sonra Nangong Rang bizzat Weiyang Sarayı'na gelerek sevgili kızını ziyaret etti. İkisi uzun süredir saraydan ayrılma konusunda bir çıkmazın içerisindelerdi, fakat Nangong Jingnu bir ay ayrı kaldıklarında tüm bunları çoktan unutmuştu.
Nangong Jingnu onu gördüğünde, saray elbisesinin eteklerini hafifçe topladı ve uzaktan o tarafa doğru koşturmaya başladı, "İmparator baba~"
Nangong Rang şefkat dolu gözlerle kollarını iki yana açtı. Nangong Jingnu'yu kucağında havaya kaldırdı, "Evladım ağırlaşmış."
Nangong Jingnu oraya buraya dönerek kucağından kurtuldu, "İmparator baba~ kızın büyüdü artık!"
Nangong Rang içten bir kahkaha attı, "Gerçekten öyle. Göz açıp kapayıncaya kadar çocuğum uzun ve zarif bir leydi olmuş."
Nangong Rang bunu dediğinde, eski karısını yâd ederek neredeyse duyulmayacak bir sesle iç çekti: Yujin, görebiliyor musun? Kızımız büyüdü.
"Saray sınavından sonra evladımın on dördüncü yaş günü var. İmparator baban sana büyük bir hediye vermeyi planlıyor."
"Neymiş?"
Arkasını döndü, "Hepiniz dağılın."
"Anlaşıldı."
Nangong Rang'ın bakışları ciddileşti, ama şakayla karışık bir şekilde, "Senin için çekici ve yetenekli bir Fuma bulmama ne dersin?" diye sordu.
Nangong Jingnu'nun narin yanakları pembeleşti, ardından olduğu yerde tepindi, "İmparator baba, eğer yine böyle şeylerden bahsedersen, kızın seninle bir daha asla konuşmayacak!"
Nangong Rang normalde kızına uyarak konuyu değiştirirdi, fakat bugün ciddiyetle devam etti, "Yoksa İmparator baban yanlış mı söyledi? Evladımın çoktan sevdiği biri mi var?"
"İmparator baba!"
"O zaman, yok mu?"
Nangong Jingnu burnundan nefesini verdi, ardından sinirle puflayarak eteğini topladı ve koşarak kaçtı.
Nangong Rang Nangong Jingnu'nun arkasından baktı: İmparator baban sana kesinlikle her şeyin en iyisini verecek.
Akşam yemeğinden sonra, Nangong Jingnu ilk kez Nangong Rang'dan bir istekte bulundu: münzevi çoban tarafından yazılmış 'Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı'. Öncesinde ablasının ona nasıl baktığını unutamıyordu.
Nangong Rang buna memnuniyetle izin verdi. Kitap dükkanının adresini sorduktan sonra, yeterli miktarda gümüşle beraber onu satın alması için birilerini gönderdi.
Üçüncü ayın üçüncü gününde, ejder kapıları açıldı.
Bahar sınavının perdeleri yavaşça açılıyordu.
Çok sayıda talebe, yalnızca bugün için yıllar boyu sıkı çalışmıştı. Bu kapıdan atlayabildikleri müddetçe yükseklerdeki tutkularına yelken açabilirlerdi.
Gongyang Huai gün ışımadan aceleyle sınav alanına gitmişti.
Her ne kadar son birkaç aydır cezalı olsa da, her zaman Qi Yan'ı düşünüyordu.
Gongyang Huai sırtında bir sandıkla platformda bekliyor, gözleri birini arıyordu. Sınav alanına giden kapılar açılmak üzereyken nihayet sürekli aklında olan o eski dostunu gördü.
Qi Yan geneli deniz mavisi olan fildişi beyazı bir talebe cübbesi giymişti ve başında aynı renk bir kep vardı. Sırtında sandığı ile uzaktan oraya geliyordu.
Gongyang Huai sevinçten havalara uçuyordu. Platformdan aşağı atladı, ardından hızla Qi Yan'a doğru yürüdü.
Gongyang Huai'yi gören Qi Yan da adımlarını hızlandırdı ve ona ulaştı, "Baishi, görüşmeyeli nasılsın?"
İlk karşılaşmalarının üzerinden üç yıl geçmişti. Artık ikisi de on sekiz yaşındaydı.
Gongyang Huai'nin yüz hatları çoktan çocuksu havasından sıyrılmıştı. Boyu da yetişkin erkekler arasında ortalamaydı. İlk karşılaştıklarında boyları hemen hemen aynıydı, fakat şimdi o Qi Yan'dan yarım baş uzunluğu kadar daha uzundu.
Neyse ki Qi Yan kadın olmasına rağmen yarı Çimenli Ovalar kanı taşıyordu. Her ne kadar boyu yetişkin erkeklerle kıyaslanamaz olsa da, Wei Krallığı kadınlarından daha uzundu.
Gongyang Huai'nin adımları durakladı, ardından Qi Yan'ın kolunu tuttu ve onu kenara çekti, "Tiezhu, bana kızgın mısın?"
Ç/N: Burada yaşlar yıla göre sayılıyormuş, doğum günlerine göre değil.
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 17: Bir gönüllü yalnız başına oturmuş attığı yemin yutulmasını bekliyor
Wu Da aceleyle isimsiz vadiye döndü. Maskeli kişiyi selamladı, ardından görevinin raporunu verdi. Qi Yan'ın kitap dükkanında gizlice el yazmalarını satmasıyla ilgili her şeyi aktardı.
Bunu duyduğunda maskeli kişinin yüzünde garip bir gülümseme belirdi. Wu Da'nın tamamen kafası karışmıştı, fakat sormaya cesaret edemedi.
Onun yerine maskeli kişi, "Anlamadın mı?" diye sordu.
Wu Da ise dürüstçe cevapladı, "Bu kul anlamadı."
Maskeli kişi sessiz bir iç çekti, "Sana sorayım. Qi Yan, bir çiftçinin anne-babasını kaybetmiş oğlu, başkent sınavına giriş ücretlerini nasıl ödeyebildi? Nasıl kendine ufak bir konak kiralayabildi? Ve babasını gömmesi için yetim bir kıza yardım edecek parayı nereden buldu?"
Wu Da farkında olmadan, "Shifu'nun sağladığı sermayeyle..." diye cevapladı. Bunu dediğinde, bir şeyler anlamış gibi görünüyordu.
"Sahte İmparator Nangong, tahta pis yollarla çıktı. Her şey için fazlasıyla dikkatli olmak zorunda. Gelecekte Qi Yan'ı önemli bir göreve atamak isterse, kesinlikle geçmişini iyice kontrol edecek. Her ne kadar biz gerçek Qi Yan'ın ailesini ortadan kaldırmış olsak da, kökenleri ne kadar lekesiz olursa yaşlı haydut Nangong o kadar şüphelenecektir. Bilerek kendini ele veriyor."
Wu Da'nın ağzı açık kalmıştı. Gözleri şaşkın bir ifadeyle doldu, "Bunu beklemiyordum..."
"Ne?"
"Aklındakilerin bu kadar derin olacağını beklemiyordum. Shifu Qi Yan'ın gelecekte sorun teşkil edebileceğinden korkmuyor mu?" Eğer Qi Yan maskeli kişinin kimliğini öğrenecek olursa, bu da son derece tehlikeli bir mesele halini alırdı.
Maskeli kişi emin bir şeklide karşılık verdi, "Kimliğimi gizleme niyetinde olsam da, önünde sonunda gerçeği fark edebilecek zekaya sahip. Ama için rahat olsun, o zeki biridir."
Ayrıca, yanına aldığında Qi Yan yalnızca dokuz yaşındaydı. Maskeli kişi ona yıllar boyu öğrettiklerinden yola çıkarak Qi Yan'ın ne tür bir sonuç alacağını tam olarak biliyordu.
Qi Yan'ın dünya üzerindeki olaylara bakış açısı, niyeti, zekâsı ve pervasızlığı. Maskeli kişi, bunların hepsini bir neslin dalkavuk yetkililerine dayanarak geliştirmişti. Ve ayrıca halen... Qi Yan'ın dizginlerinden birini, onu yok etmeye yetecek kadar sıkı tutuyordu.
... ...
Qi Yan o altmış üç liangı pazar alanına götürdü. Önce bir terziye uğrayıp fil dişi beyazı bir cübbe aldı, ardından dükkan sahibinin önerisine kulak verip ekstra bir deniz mavisi cübbe ile kep ve kuşak satın aldı.
Qi Yan'ın yüz hatları annesine çekmişti, bu yüzden fil dişi beyazı cübbesini giydiğinde daha da nezaketli görünmüştü. Saf kehribar rengi gözleri, masmavi kep ve kuşağı ile eşleştiğinde büyüleyici bir görünüm kazanmıştı.
Dükkan sahibi ona bakarken dalıp gitmişti, farkında olmadan, "Genç efendinin gözleri... gerçekten, gerçekten nadide bir güzellikte," dedi.
Qi Yan hafifçe gülümsedikten sonra dürüstçe cevapladı, "Çocukken ciddi bir hastalığa yakalandım. İyileştiğimde gözlerim bu hali almıştı, geceleri görüşüm bozuluyor ve parlak ışıklara bakamıyorum."
Dükkan sahibi pot kırdığını fark etti, bu yüzden tekrar tekrar özür diledi.
"Xiao'er-ge'nın bunu bu kadar ciddiye almasına gerek yok, büyük bir şey değil." 
Ç/N: xiao'er: dükkan sahibi/tezgahtar
Qi Yan'ın ağırbaşlı, zarif ve kibar olduğunu gördüğünde dükkan sahibinin çenesi düşmeye başladı.
Qi Yan bir süre sabırla dinledikten sonra, "Xiao'er-ge'nın Xie An, yani efendi Xie diye birini tanıyıp tanımadığını sorabilir miyim?" dedi.
Dükkan sahibi g��zlerini kırpıştırdı, "Genç efendi şehrin güneyinde yaşayan Efendi Xie'den mi bahsediyor?"
Qi Yan başını sallayarak onayladı, "Dün, üç gün içinde Xie köşkünde düzenlenecek bir ziyafete davetiye aldım. Bu kıyafet takımlarını da ziyafete katılmak için satın aldım. Eğer xiao'er-ge efendi Xie'yi tanıyorsa, onun hakkında bir-iki şey öğrenebilir miyim?"
Dükkan sahibinin gözlerinden anladığını gösteren bir bakış geçti, ardından açıklamaya başladı, "Bu Efendi Xie'nin geniş verimli arazileri, sayısız inek ve koyunu var; burjuvalığın hayat bulmuş hâli gibi! Efendi Xie bağışta bulunmaktan hoşlanır ve seçkin talebelerle arkadaş olmayı sever. Genç efendinin endişelenmesine gerek yok, tek yapmanız gereken katılmak. Bu kimsenin bir keresinde Efendi Xie'yi görme şansı olmuştu, gerçekten çok kibar biri!"
Qi Yan'dan bir karşılık gelmediği için dükkan sahibi ekledi, "Genç efendinin Xie köşkünün nerede olduğunu bilmemesi sıkıntı değil. Sadece şehrin güneyine doğru yürüyün ve herhangi bir dükkana sorun, birileri yolu gösterecektir."
Qi Yan dükkan sahibine teşekkürler etti, ardından terzi dükkanından ayrıldı. Pazardan biraz pirinç satın aldıktan sonra ufak konağına döndü.
Ayın on beşi.
Qi Yan sabah erkenden temiz ve düzenli bir şekilde giyindi, ardından şehrin kuzeyinden ayrıldı. Tıpkı dükkan sahibinin dediği gibi: herhangi bir dükkana sorarak Xie mülkünü kolaylıkla bulmuştu.
Şaşırtıcı şekilde, bu 'burjuvazi' Xie mülkü son derece sessiz ve güzel bir yerdi. Her mevsim yeşil kalan yoğun bir bambu ormanını geçtiğinde, el yapımı kaldırım taşlarıyla döşenmiş bir yolun sonunda Xie malikanesi görünüyordu.
Kapıların önünde dört hane hizmetkarı dikiliyordu. Qi Yan'dan önce başka bir talebe çoktan varmıştı.
O gün davetiyeyi getiren hizmetkar Qi Yan'ı fark etti. Hemen ona doğru koşup geldi, saygıyla tek dizi üzerine çöktü, ardından gülümsedi, "Genç efendi Qi, gelmişsiniz? Efendim sizin davetiyeyi kabul ettiğinizi duyduğunda çok sevinmişti. Lütfen bu basit kimseyi takip edin."
Qi Yan ona kısık sesle teşekkür etti, içten içe şöyle düşünüyordu: Xie köşkünün hane hizmetkârları bile akıllı ve saygılıydı. Efendileri de basit biri olmasa gerekti.
Qi Yan kapılarda davetiyesini gösterdi, ardından yol boyunca hane hizmetkarını izleyerek su kenarındaki kamelyaya vardı. Orada akşam yemeği masaları çoktan kurulmuştu ve birkaç genç talebe bir sohbetin ortasındaydı.
Qi Yan'ı gördüklerinde, hepsi kalkıp ellerini birleştirerek saygıyla eğildi. Birer birer kendilerini tanıttılar.
Qi Yan da bir koltuk seçip oturdu, ardından onların sakin sohbetlerini dinlemeye koyuldu. Qi Yan sohbeti dinleyerek bir benzerlik fark etti: her biri geçen güz sınavında farklı vilayetlerde ilk üçe girmişti. Hatta içlerinden birisi Cha vilayetinin Jieyuan'ıydı!
Zaman geçtikçe, ziyafete toplamda bir düzineden fazla davetli geldi. Qi Yan bu insanların hepsinin çok genç olduğunu fark etti. Ayrıca giyimleri ve üsluplarına bakarak pek varlıklı insanlar olmadıklarını söyleyebilirdi.
İçten bir kahkaha sesini takiben, etrafı hane hizmetçileriyle çevrili otuz yaşlarında bir adam dışarı çıktı. Bu kişi kamelyaya geldi, ardından ellerini birleştirerek eğildi, "Bendeniz Xie An, onursal adıyla Yuanshan; bu naçiz meskene gelen tüm talebe dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum."
Ç/N: 谢安 xie - teşekkür | an - sakinlik/huzur/dinlenmek | 远山 yuan - uzak | shan -dağ
Xie An sade bambu yeşili bir cübbe giymişti ve belinde yeşimden bir aksesuar asılıydı. Görünümü şık bir talebeyi andırıyordu.
Herkesin bakışları Xie An'a odaklanmışken, Qi Yan'ın dikkati onun yanında gelen genç adamın üzerindeydi.
En başta adam farkında olmadan 'kültürlü ve soylu hareket' ile giriş yapıp sonradan bunu bıraktığında, Qi Yan'ın ilgisini çoktan üzerine çektiği söylenebilirdi.
Bu kişi koyu siyah bir cübbe giyiyordu. Belinde herhangi bir aksesuar takılı değildi. Saçları beyaz yeşim bir toka ile yukarıda tutturulmuş, dudaklarının üzerindeki bıyığı düzgün bir şekilde kırpılmıştı.
Xie An bir süre hoş sohbet ettikten sonra, elini yanındaki genç adama doğru kaldırdı, "Bu basit kardeşiniz size seçkin bir talebeyi tanıtsın: Xu Wang, onursal adı Shuhan."
Ç/N: 许望 xu - izin vermek | wang - dilek | 叔寒 shu - amca | han - soğuk
Qi Yan'ın kalbi tekledi. Bu kişinin gözüne tanıdık gelmesine şaşmamalıydı!
Önceden Nangong soyunun yetişkin prenslerinin tablolarını görmüştü. Bu kişinin görünümü ise yalnızca birkaç yıl içinde değişmişti. 'Xu Wang' ve onursal adı sahte olsa da, 'Wang' karakteri gerçeğine uygundu.
Üçüncü Prens Nangong Wang, yirmi sekiz yaşında. Öz annesi Cariye Shu'ydu.
Ç/N: 淑 shu - kibar ve nezaketli
Qi Yan'ın parmakları geniş kol yenlerinin içinde hafifçe kıvrıldı. Xie An'ın etrafındaki gizem artık çözülmüştü.
Demek bu yüzden adresini bulabilmişti; Nangong Wang için çalışıyordu.
Nangong Rang'ın arka koltuğu boştu ve henüz bir Veliaht Prens de seçmemişti. Bahar sınavı başlamak üzereydi. Nangong Wang bu kritik anı seçip Xie An'ın bağlantılarını kullanarak çeşitli vilayetlerden mütevazı geçmişleri olan ve ilk üçe giren talebeleri bir araya toplamıştı, buna yönelik amaçları çok açıktı.
Shifu, Nangong Wang'ın diğer tüm prenslerden daha derin planlara sahip olduğunu söylemişti.
Nangong Wang'ın onun arayan gözlerini fark ettiğinden emin olduğunda, Qi Yan 'hiçbir iz bırakmadan' bakışlarını çekti. Kehribar rengi gözleri sakin ve etkilenmemiş halini korurken diğer talebeler gibi dudaklarına dostane bir gülümseme yerleştirdi. 
Görünüşe göre her şey Qi Yan'ın beklediği yöne doğru ilerliyordu.
Xie An geniş kol yenini salladı. Düzinelerce hane hizmetçisi düzenli bir balık sürüsü gibi akarak içeriye leziz yemekler, meyveler ve yıllanmış şaraplar taşımaya başladı.
Uygun zamanda uzaktan telli ve üflemeli çeşit çeşit enstrümanın sesi gelmeye başladı. Talebeler o yöne baktığında, gölün orta yerindeki platformu fark ettiler. Müzisyenler çoktan bambu bir sal ile oraya gelmiş ve platformda performanslarına başlamışlardı.
Gölün ortasındaki platform, suyun kenarındaki kamelyadan uygun bir uzaklıktaydı. Enstrümantal müzik uzaktan geliyor, gürültü oluşturmadan ortamı canlandırıyordu.
Yeniden baktıklarında ise uzakta birkaç zarif dansçı, müzikle salınıyor ve dans ediyordu. Yalnızca uzaktan izlenebilen olağanüstü bir hazza şahitlik etme hissi yükseliverdi, zevkin doruğuydu.
Buradaki tüm talebelerin mütevazı geçmişleri vardı. Aileleri sırf bir juren yetiştirmek için maddi durumlarını zorlamışken, nasıl öncesinde böyle bir gösteri izlemiş olabilirlerdi ki?
Afallamış, sersemlemiş ve gıpta etmiş haldelerdi. Nangong Wang istemsizce verdikleri bu tepkilerin tümünü zihnine kaydetti.
Qi Yan ise içinden sessiz bir kahkaha attı. Yüzüne diğerlerininkiyle uyumlu şaşırmış bir ifade yerleştirdi, fakat uygun zamanda bakışlarını çevirdi.
Üçüncü Prens Nangong Wang yalnız başına oturup yemin yutulmasını beklemek için kılık değiştirip bu ziyafete gelmişti. Qi Yan ise tam tersini yapmakta ısrarcıydı.
Bir gönüllü, yemi yutar.
Ziyafet başladı. Bir kişinin yetişebileceğinden daha fazla leziz yiyecek birbiri ardına sıralanmıştı.
Xie An bir içme oyunu teklifinde bulundu: her kap için bir kafiye.
Tüm talebeler başlamak için sabırsızlanıyordu. Her biri edebi yetenekleriyle diğerlerini şaşırtmayı umuyordu.
Nangong Wang kafiyeyi başlatmaya davet edildi. Bir kap şarabı bitirdi, ardından gülümseyerek, "O zaman başlıyorum: 'Talih çiftler halinde gelir, başarı çiftleri talihlidir.'" dedi.
Ç/N:  好 事 成 双 成 事 好
Bu başlangıç kafiyesi basit görünebilirdi, fakat aslında içinde iki tüyo saklıydı. 'Çift' karakteri ortadan ikiye bölündüğünde, cümlenin başı ve sonu tamamen aynı oluyordu. Cümle sondan okunduğunda da birebir aynısı oluyordu.
Birkaç kişi devamını bir kafiyeyle eşleştirmeyi başardı, fakat hiçbiri şık durmamıştı.
Daha fazla kişi ise sondan okunduğunda aynı olan cevaplar vermişti, ama onlar da ortadan simetrik cümleler değildi, bu yüzden kendilerini üç kap daha içerek cezalandırdılar.
Sıra Qi Yan'a geldiğinde bakışlarını aşağı çevirerek bir an düşündü. Herkes onu izlerken yavaşça ayağa kalktı, "Kardeş Yuanshan, kardeş Shuhan, edebiyattan olan tüm dostlarım. Bu kabı içmediği için Qi Yan'ı bağışlayın."
Xie An Nangong Wang ile bakıştıktan sonra gülümseyerek sordu, "Niçin? Bu konağın şarabı genç efendi Qi'nin zevkine uymuyor mu?"
"Ondan değil. Bu saygıdeğer köşkün şarabı eşsiz ve enfes; fakat bu kimse ne yazık ki bu zevki tadamaz. Bu kimse çocukluğunda ciddi bir hastalık geçirdi. Neyse ki hayatta kalmış olsam da, bunun sonucu olarak gözlerimin rengi değişti. Geceleri görüşüm bozuluyor ve parlak ışıklara bakamıyorum. Hekim bu kimseye tekrar tekrar içki almamasını tembihledi."
"Eğer böyleyse, davetlilere uygun düşmeyecek ikramda bulunmak, genç efendi Qi'yi ihmal etmek bu basit kardeşin suçu. Birisi gelsin! Efendi Qi'ye onun yerine bir bardak yüksek kalite biluochun* koyun."
Ç/N: Biluochun çayı, diğer bir adı ile Pi Lo Chun, yeşil çayın bir türüdür. En kıymetli ve nitelikli 10 Çin çayından biri olarak kabul edilir.
Ani bir ses duyuldu, "Uygun kafiyeyi bulamadığını kabul et işte. Neden bahaneler uyduruyorsun?"
Qi Yan başını çevirip bir baktı. Ona soruyu yönelten kişi Cha vilayetinin Jieyuan'ı: Liu Yimei idi.
Ziyafetin başında Jieyuan unvanını duyurmuştu, fakat içme oyunu sırasında kendini üç ekstra kap ile cezalandırmak zorunda kalmıştı. Ve böylelikle, öfkesini Qi Yan'dan çıkarmıştı.
Nangong Wang bir miktar ilgiyle Qi Yan'a baktı. O ise kayıtsız bir tavırla gülümsedi ve tartışmaya girmedi. Onun yerine, seviyeli bir tonda cevap verdi, "Yorgun kuşlar ormana dönüyor, orman ise yorgun kuşlara ait."
Ç/N:  倦 鸟 归 林 归 鸟 倦
Qi Yan bir kez daha dönüp Liu Yimei'ye bakmadı. Geri yerine oturdu ve fincanını kaldırıp ufak bir yudum aldı.
Kalabalıktan yükselen alkış seslerinin arasında, Nangong Wang'ın gülümsemesi belirginleşirken Liu Yimei'nin yüzünün rengi beyaz ile kırmızı arasında gidip geliyordu.
Qi Yan'ın kafiye dizesi basit olup dikkat çekici değil gibi görünebilirdi, fakat zengin kavramlar ve yaratıcılık içeriyordu. 'Yorgun kuşlara ait' ifadesi de şık ve derindi.
Qi Yan yanlış iddialara fırsat vermemek için bu davranışlarda bulunmuştu. Sıra dışı gözleriyle de doğrulandığında, artık kimse onun şarap içemeyeceği iddiasına şüpheyle yaklaşamazdı.
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 16: Derin aile sevgisi, karanlık bir plan şekilleniyor
uyarı: ırksal insandışılaştırma
Qi Yan onlarca adım ilerlerdi. Birdenbire, destek almak için duvara dayandı ve kaşlarını çattı: o ufak genç efendi gerçekten sağlam bir tekme indirmişti.
Küçük konağına döndüğünde, bakmak için pantolonunu yukarı sıyırdı. Bacağında net bir morluk oluşmuştu.
Durumu kabullenerek başını iki yana salladı. Belki de o ufak genç adamda kendisini koruyan Xiao-Die'nin gölgesini gördüğünden, sinirlenememişti bile.
Qi Yan ufak kare pencereden uzaklardaki sararmakta olan dağlara baktı. Sonbaharda her şey göze kasvetli gelirdi, kalbinden bir kez daha sızı yükseldi.
Geçmişte, her zaman Xiao-Die'in Çimenli Ovalar'ın bir köşesinde hayatta kalmış olmasını dilemişti. Fakat isimsiz vadiden ayrılıp bu topraklarda ilerledikçe, bu düşüncesi zayıflamıştı.
Geçmişte Wei Krallığı'nın meclisiyle birlik olan Tuba kabilesi dışında, Çimenli Ovalar halkının tamamı savaş esiri yapılmıştı. Başta, kuzeyde şehir surları inşa etmeye zorlanmışlardı. Son yıllarda bu surlar birer birer tamamlandığından dolayı, Wei Krallığı'nın meclisi onları ağır işlerde çalışmaya devam etmeleri için çeşitli vilayetlere dağıtmıştı.
Qi Yan Jin vilayetine ulaştığında, Wei Krallığı askerlerinin Çimenli Ovalar halkını acele ettirmek için kırbaçladığına şahit olmuştu. Şöyle düşünmekten kendini alamamıştı: Çimenli Ovalar halkından esir alınanların arasında erkekler ağır işler yaparken, fiziksel olarak güçsüz olan kadınların çoğu hayvan marketlerine satılmıştı. Sığır ve atların yanında tutuluyorlardı.
Köle pazarındaki kadınların tümü bir deri bir kemik haldeydi. Bedenlerini zar zor örten yırtık paçavralar giyiyor, Wei Krallığı halkının onlarla diledikleri gibi ilgilenerek eşsiz hobilerini yerine getirmesine yol açıyordu.
Maskeli kişinin ona yol parası olarak verdiği elli liang böyle harcanmıştı.
Her ne kadar Qi Yan büyük intikam planı için onları görmezden gelmesi gerektiğinin bilincinde olsa da...
Wei Krallığı'nın halkının domuzların beslenmesi için bağırdığını, artıkları yiyecek oluğuna atıp onun halkını çoktan bozulmuş olan erzak için çiftlik hayvanları gibi savaştırdığını görünce, Qi Yan sakinliğini koruyamamıştı.
Chengli kabilesi felaketle karşı karşıya kaldığında Xiao-Die henüz beş yaşındaydı. Eğer hala hayattaysa, Qi Yan onun bunca yıldır nasıl bir hayat sürdüğünü tahmin bile edemiyordu.
Bunun ardından, Qi Yan korkunç bir dilekte bulundu:  Xiao-Die ve Bayin'in çoktan ölmüş olmasını diledi.
Savaşta ölmüş olmalarını. O çocukken ölmüş olmalarını; tıpkı Akan Ateş gibi, hiçbir zaman Wei Krallığına boyun eğmeden. Bilinmeyen bir yerin topraklarına gömülmüş, tanrının kollarına dönmüş olmalarını.
Fakat, zihni önceden gördüğü o iki kardeşe gitti. Şimdi de Xiao-Die ile Bayin'in şans eseri hayatta kalmış olmalarını ummaya başlamıştı.
Bu düşünceler son derece karmaşık ve açıklanamazdı. Ailesinin sıcaklığına ait kalıntılar ve buz gibi soğuk mantığı, Qi Yan'ın kalbinde farklı yönlere dağılmıştı. Ciğerlerinin ve kalbinin paramparça edilmesinden çok daha derin bir acıydı.
Qi Yan bakışlarını geri çekti. Bir süre sessizce oturduktan sonra, sağ kolunun uyuşmuş olduğunu nihayet fark etti.
Yumruğunu gevşetti. Çok uzun süredir kuvvet uyguladığı için parmakları titriyordu, avucunda dört tane hilâl şeklini almış kan izi belirdi.
Qi Yan bununla ilgilenme gibi bir niyeti olmadan sakince avucunun kanayışını izledi. Bu, maskeli kişiden gizlice öğrendiği bir başa çıkma metoduydu.
Kalpteki ulaşılmaz yaralar yırtılıp açıldığında, başka yöntemler kullanarak bu yaraları görebileceği bir yere taşırdı.
Kalbi artık o kadar acımıyor gibiydi.
"Xiao-Die, gege'nı bekle," diye mırıldandı Qi Yan, kendi kendine.
Wei Krallığı kaosa sürüklendiğinde, her yerden savaşın dumanları yükseldiğinde, Wei Krallığı kraliyet ailesi kanı kanlarıyla ödediğinde; jiejie de gelip sana eşlik edecek.
Bu intikam yolunda, Qi Yan hiçbir zaman tam olarak hayatta kalmayı düşünmemişti.
Qi Yan Shifu'nun ona önceden gösterdiği parşömeni hatırlamak için yeniden gözlerini kapattı. Temiz ve ince parmaklar masada tempo tutuyordu.
Baş Katip Xing Jingfu, Jingjia birinci yılın Şampiyon'uydu. Sonrasında altıncı seviye rütbeli basit bir yetkili olarak atanmıştı. Ama yalnızca yedi yılda, Nangong Rang onu adım adım Baş Katip koltuğuna çıkarmıştı. Hatta gözde bir yetkili olduğu bile söylenebilirdi.
Xing Jingfu halktan biri olarak doğmuştu, mecliste hiçbir bağlantısı yoktu. Yıllardır Komutanın partisine karşı bir zıt kutuptu. Bu kişinin prensipleri vardı ve baskıya teslim olmazdı. Dürüst ve namusluydu. Şık ve süslü yazıyı sevmezdi, yanlış uygulamaları gösterip çözüm önerisi sunan makalelere yönelirdi.
İki yardımcı gözetmen ise Personel Bakanı Deng Hongyuan ile Vekil Personel Bakanı Shu Liren'di.
İlki Lu Quan'ın meslektaşı ve arkadaşı, ikincisi ise Lu Quan'ın en sevdiği öğrencisiydi. Rapor, Shu Liren'in sivil ve askeri ilişkilerde iyi olduğunu söylüyordu. Her şey yerli yerine oturduğunda, Lu Quan'ın önerisi sayesinde direkt Personel Bakanlığında bir yetkili olmuştu.
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları kıvrıldı, Wei Krallığı'nın meclisi gitgide daha da ilginç bir hâl alıyordu.
Birden, çalıdan yapılmış kapının ardından bir bağırış duyuldu, "Jin vilayetinden Qi Yan'ın, genç efendi Qi'nin, burada kalıp kalmadığını sorabilir miyim?"
Qi Yan tek kaşını kaldırdı. Ana odaya gidip avucundaki kanı yıkadı, ardından avluya geldi ve, "Evet, benim. Kim olduğunuzu sorabilir miyim?" dedi.
"Bu kimse Xie mülkünden bir hane hizmetçisi, genç efendiye bir davet mektubu iletmek için geldim."
Qi Yan derhal alarma geçmişti: başkentte Gongyang Huai'den başka tanıdığı yoktu. Adresini ise yalnızca bahar sınavı işaretini almak için Ayin Bakanlığına gittiğinde bırakmıştı, peki o zaman bu kişi onu nasıl bulmuştu?
Qi Yan kapıyı açtığında üzerinde hane hizmetçisi giysileri olan bir genç adam gördü. Adam saygıyla yere tek dizi üzerine çöktü, "Genç efendi Qi, bu kimse Xie mülkünün hizmetkarlarından biri. Efendim, efendi Qi'yi bu ay içerisinde verilecek ziyafete davet etmeyi umarak bu davetiyeyi iletmemi emretti. Efendimin temsilcisi olarak, bu basit kimsenin açıklama yapmayışını mazur görün. Zaten davetiyenin içinde yazılı, genç efendi bir göz atarsa öğrenecektir."
Qi Yan davetiyeyi almadı ve, "Ben buraya yeni geldim, öyle görünüyor ki saygıdeğer mülkün efendisini tanımıyorum," diyerek karşılık verdi.
Hane hizmetçisi gülümseyerek cevap verdi, "Genç efendi, bilmiyor olabilirsiniz. Efendimizin yetkili pozisyonu veya bir rütbesi yok, fakat hayır işlerini sever. Edebiyat vasıtasıyla dost edinmekten hoşlanır ve bu başkentte ünlü bir isimdir. Siz genç efendinin büyük bir yetenek sahibi olduğunuzu duydu, bu yüzden kendisi de kabiliyetinizi görme şerefine nail olmak istiyor. Ziyafete başka kentlerden öğrenciler de katılacak, genç efendi lütfen kabul etsin."
Hane hizmetçisi eğilerek davetiyeyi iki eliyle başının hizasının üzerine kaldırdı. Qi Yan bir süre bunun artı ve eksilerini tarttı, ardından davetiyeyi kabul etti.
"Mülkünüzün saygıdeğer efendisi gerçekten çok ince, bu kimse kabul edecek o halde."
Hane hizmetçisi ona peş peşe teşekkürlerini sundu. Biraz daha hoş sözler ettikten sonra, ikisi de geldikleri yere döndü.
Qi Yan davetiyeyi açtığında, süslü bir şekilde yazılmış iri karakterleri gördü: Jin vilayetinden genç efendi Qi'ye en içten davetimle, sizi bu ayın on beşinde naçiz mülkümün su kenarı kamelyasında görmekten mutluluk duyarım.
İmza — Xie An.
Qi Yan uzunca bir süre düşündü: anılarında Xie An diye biri olmadığına emindi ve adı Shifu'nun ona verdiği parşömende de geçmiyordu.
Kimdi bu Xie An? Ve onun yaşadığı yeri nasıl bulmuştu?
O sırada, Nangong kardeşler malikaneye yeni dönmüştü. Onları gizlice koruyan muhafızlar, kılık değiştirip malikanenin dışına yaptıkları gezintiyi Nangong Rang'a anlatmıştı.
Nangong Rang bunu duyduğunda, bir an sessiz kaldıktan sonra, "Çocuğum eğlendi mi?" diye sordu.
Salonda diz çökmekte olan muhafız, İmparatorun kimden bahsettiğini anlamak için bir an düşündükten sonra yüksek ve net bir sesle cevapladı, "Ekselansları Zhenzhen halka açık sokaklardaki nesneler ve olaylara oldukça merak duyuyordu. Bu basit kimse haddini aşarak Ekselanslarının muhtemelen mutlu olduğu çıkarımını yaptı."
"Durum böyleyse, söyleyeceğim emri uygula. Eğer Jingnu dışarı çıkmak isterse, durdurmayın. Onu göz önüne çıkmadan koruması için tanıdık olmayan daha fazla adam gönder. Jingnu'nun sizi fark etmesine izin vermeyin."
"Anlaşıldı." Muhafız büyük salondan ayrılırken aklından şöyle düşünceler geçiyordu: Majestelerinin Zhenzhen Prensesi'ne olan düşkünlüğü, başka kimseninkine benzemiyor.
"Sijiu."
"Bu hizmetkar burada."
"Lu Zhongxing'i saraya çağır."
"Anlaşıldı." 
Lu Zhongxing çağırıldığını duyduğu sırada, Prenses malikanesinin arka bahçesinde Nangong Jingnu ile balıklara yem atmaktaydı. Aceleyle izin istedi ve malikaneden ayrıldı. Nangong Jingnu'nun düşünme şekli basitti ve üzerinde fazla durmadı, fakat Lu Zhongxing'in kalbi teklemişti: Majesteleri onun nerede olduğunu nasıl eliyle koymuş gibi bulmuştu?
Lu Zhongxing imparatorluk çalışma odasına geldi, ardından cübbesini yayarak yere diz çöküp eğildi, "Lu Zhongxing Majestelerini selamlıyor. Bu basit kul saraya aceleyle geldiği için henüz resmi giysilerini giyemedi, Majestelerinin bağışlamasını diliyorum."
Nangong Rang elindeki imparatorluk yazı fırçasını bıraktıktan sonra gülümseyerek, "Yeğenim, geldin mi? Geç otur," dedi.
"Majestelerine teşekkürler."
"Yeğenim nereden geliyor?"
"Bu kul... Zhenzhen Prenses malikanesinden geldi."
Nangong Rang konuşmadı ve bir anlığına Lu Zhongxing'e öylece baktı. Karşıdaki kişinin dizlerindeki güç kesilmişti, yeniden dizleri üzerine düştü, "Bu kulunuz suçlu."
"Ah? Yeğenim neyden dolayı suçluymuş ki?"
"Bu basit kul... Bu basit kul görevlerinde başarısız oldu. Bu kul iki prensesi düzgünce korumadı."
Nangong Rang sormamış, fakat Lu Zhongxing Nangong kardeşlerin kılık değiştirip malikaneden ayrıldığını itiraf etmişti. Hiçbir detay atlanmamış ve Nangong Shunu'nun elindeki yaradan bile bahsedilmişti.
Daha az önce Nangong Jingnu'ya sırrını koruyacağına dair içten yeminler ediyordu.
Nangong Rang sonuna kadar dinledi, ardından gülümseyerek şöyle dedi, "Bunları zaten biliyorum. Yeğenim, kalkabilirsin." 
"Majestelerine teşekkürler."
"Jingnu saraydan yeni ayrıldı, yeniliği sokaklarda buluyor. Yaşı henüz küçük olduğu için biraz oyuncu olması kaçınılmaz. Bu mesele bir daha tartışılmayacak."
Lu Zhongxing soğuk terler dökerek başını aşağı eğdi. Kendini hazırladıktan sonra cevap verebildi, "Bu kul anlıyor."
Nangong Rang yumruklarını çekti. Sonrasında konuyu değiştirdi, "Gelecek günlerde, yeğenim boş günlerinde Prenses malikanesinin etrafında dolaşabilir. Eğer Jingnu dışarı çıkmak isterse, onu korumak için tam yetkiye sahipsin."
Lu Zhongxing'in ağzı kulaklarına vardı, bu lütuf için Nangong Rang'a coşkuyla teşekkürlerini sundu.
Nangong Rang elini sallayarak işaret verip onu gönderdi. Lu Zhongxing büyük salondan çıktığında, Nangong Rang'ın bakışları kasvetli bir hal aldı: böyle aşağılık bir meziyette hâlâ arzuyla dolu düşünceleri mi vardı?
Her ne kadar Nangong Rang Lu Quan'ın o gün Lu Zhongxing ile ne konuştuğunu bilmese de, Lu Quan'ı tanıyışına dayanarak işin özünü tahmin edebiliyordu.
Son yıllarda, Komutanlık mülküne darbe indirmek için, falcılık bölümü ve dil bölümüne, Lu kardeşler arasındaki anlaşmazlığı arttırmak için tarihten örnekler kullanarak 'ikizlerin ne kadar uğursuz olduğu' meselesini abartmasını emretmişti.
Özellikle büyük oğul Lu Boyan, ikiz kardeşi için endişeliydi. Lu Quan'ın yalnızca bu iki meşru oğlu vardı ve büyük oğlu büyük sınava girmek üzereydi. Onu sakinleştirmek için kesinlikle bir hamlede bulunacaktı.
Wei Krallığı'ndaki yasalara göre, Fuma*lar politikaya katılamazdı. Lu Zhongxing'in meclisten tamamen çekilmesini sağlamak, Lu Boyan'ın endişelerini yatıştırmanın tek yoluydu.
Ç/N: 驸马 - fuma: imparatorun damadı.
Eğer tahminleri doğruysa, Lu Quan büyük sınavdan sonra gelip evlilik meselelerini açacaktı...
Lu ailesinin derin bağlantıları vardı. Nangong Rang çoktan onların kökünü kazımaya niyetlenmişti. Eğer Lu Zhongxing onun tek meşru kızıyla evlenirse bu, dünya barışını sağlayabilirdi.
Nangong Rang soğuk bir kahkaha attı: Lu Quan, şu yaşlı tilki. Zekice hesapları gerçekten de kusursuzdu.
Ama...
On gün sonra, Qi Yan iki kaligrafisini satmak için yeniden kitap dükkanına tekrar geldi. Dükkan sahibi onu gördüğü için havalara uçuyordu, "Gelmişsiniz, bu taraftan lütfen."
İkisi sessiz ve sakin bir bölüme geldiler. Dükkan sahibi şişkin bir çanta çıkardı ve iki eliyle Qi Yan'a uzattı, "Efendi juren, lütfen bunu kabul edin."
"Bu... ne?"
Dükkan sahibinin gülümsemesi daha da yaltakçı bir hal aldı, "Efendi juren, önceki yazınız satışa çıktıktan sadece iki gün sonra satıldı. Fakat siz adresinizi vermediğinizden dolayı, bu yaşlı adamın sizi beklemesi gerekti."
Qi Yan çantayı aldı, oldukça ağırdı, "O kadar ediyor muymuş?"
Qi Yan'ın her zamanki gibi tamamen ilgisiz olduğunu gördüğünde, dükkan sahibi bu genç efendi juren'in öyle kolay anlaşılamayacak kadar derin biri olduğunu hissetti, "Efendi juren bilmiyor olabilir ama, bu dükkandaki yazı çalışmalarının çoğunun verilmiş bir fiyatı yok. Eğer müşterinin gözüne çarparsa, ücretini kendileri belirlerler. Birkaç gün önce gelen saygıdeğer bir genç efendi, girer girmez gözlerini sizin yazılarınıza dikti. Dedi ki böyle harika bir sanat çalışmasını elde etmek, bin altın elde etmekten zormuş; sonra hemen orada yüz liang teklif etti. Avans ödemesiyle kesilen üç ila yedilik kısım toplam altmış yedi liang ediyor. Saymak ister misiniz?"
"Gerek yok, bu talebe size güveniyor."
"Ah evet, efendi juren'in imza mührü de hazır. Bu iki çalışmaya basmak ister misiniz? Bu yaşlı adam da bu olaya tanıklık etmek istiyor."
Qi Yan başını salladı, ardından 'münzevi çoban' imzasını iki çalışmaya da bastı.
İzlerken dükkan sahibinin gözleri parladı, sevincini güçlükle bastırabilmişti.
Qi Yan gümüşleri sandığına yerleştirdi. Ayrılmadan önce dükkan sahibini tekrar tekrar uyardı: Münzevi çobanın gerçek kimliğini açığa çıkarayım deme.
Dükkan sahibi ise hevesle onayladı.
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Tumblr media
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 15: Ben bilmeden, gelip geçmişti
Başlık, "李商隐 Lǐ shāng yǐn《锦瑟》 Jǐn sè - İşlemeli Arp" şiirinden bir alıntı.
Qi Yan kopya ettiği yazıyla beraber yazdığı iki kitabı kitap dükkanına getirdi. Qi Yan'ı gördüğünde tezgâhtarın gözleri parladı ve aceleyle tezgâhın etrafından dolaştı, "Gelmişsiniz? Bu taraftan, lütfen."
İkisi gizli bir odaya geldiler. Qi Yan yazdığı kitabı ve kaynak kitabı çıkardıktan sonra ikisini de dükkan sahibine uzattı, "Kitabın kopyasını çıkardım, yaşlı bayım bir göz atabilir."
Kitapçı sayfaları gelişigüzel çevirdi, ardından tatmin olmuş bir şekilde kafasını salladı, "Bu yaşlı adam hemen efendi juren'in ücretini ödeyecek."
"Bayım, durun. Bu talebe iki mütevazı yazı getirmişti, rica ediyorum bir bakın," dedikten sonra Qi Yan sandığından biri büyük biri küçük iki parşömen çıkardı.
Önce küçük olanı açtı, "Bu seyahatlerim sırasında ilham geldiği bir vakit yazdığım kısa bir söz, yaşlı bayım da bakabilir."
Dükkan sahibi bunu iki eliyle teslim aldığında, siyah kâğıda beyaz mürekkep ile yazılmış satırlardan gelen ışıltıyı gördü: Yeşim beyazından karla çevrili bir köşk, gecenin rengini siliyor. Türlü çiçekler bahar esintisiyle yarışıyor. Ardından hafif kolları ve kısa şapkasıyla yaz geliyor. İnsanlar çakırkeyif şarkılarla bağlanıyor. Güz yağmurları dışarı bir sis gibi çökerken, aynı eski şiir kâğıttan yelpazeyi mürekkebe boyuyor. Yeşimden flütün yeni tınısı ve güzel bir kadının melodik şarkısı ile sarılmış, bahar rüzgârının mekânına varıyorum.
Ç/N: 李彭老 Lǐ péng lǎo《浣溪沙·题草窗词》 Huàn xī shā · tí cǎo chuāng cí — son cümlede bazı değişiklikler var, "takip etmek" ifadesi "burası/ulaşmak" olarak, "doğu rüzgarı" ise "bahar rüzgarı" olarak değiştirilmiş.
İmza — münzevi çoban.
Dükkan sahibi dizeleri iki kez kendi kendine mırıldandı, okudukça daha da etkileniyordu, "Bu... gerçekten mükemmel bir yazı olmuş!"
"Yaşlı bayımın övgüsü hak edilenden fazla."
Dükkan sahibi kafasını kaldırdı. Qi Yan'ın o gün daha farklı kıyafetler giymekte olduğunu fark etti, fakat yine de giysilerine yama üzerine yama yapılmıştı. Öyle bile olsa, bu genç adam sırtını bir fırça misali dimdik tutuyordu ve övgü almasına rağmen sakin yüz ifadesi kibrin izinden yoksundu.
Bu dükkan sahibi üç kez sınavlara girmiş fakat başarısız olmuştu. Başka seçeneği kalmayınca da babasının kitapçı dükkanını devralmıştı. Artık, altmışlarına merdiven dayamıştı. Böylesine temiz bir taslak hazırlamak şöyle dursun, karakterleri de bu denli mükemmel yazamayacağını biliyordu. Önündeki genç adamsa henüz yirmilerinde bile değildi fakat juren unvanı almıştı. Geleceği sınır tanımasa gerekti.
Bu noktaya kadar düşünen dükkan sahibinin Qi Yan'a duyduğu saygı daha da arttı. Qi Yan ise ikisi de açılıp dağılmış iki parşömenden diğerini çıkarırken bu düşüncelerden habersiz görünüyordu.
İkinci parşömen otuz santimetre uzunluğunda ve yaklaşık on beş santim genişliğindeydi, "Ve bu... bu ne?
"'Jiucheng Sarayı'nda tatlı baharların yazıtı'. Bu talebe Jin vilayetinde doğdu ve bu taş yazıt Jin vilayetinin hazinesidir. Chencang ilçesinin altında yatıyor, fakat artık yazarı bilinmiyor. Küçüklüğümde okuma şansı edinmiştim ve yıllardır unutmadım, bu sebepten onu yazıya geçirmeye karar verdim."
Beklendiği üzere, metnin altında keskin bir satır vardı: Jingjia yedinci yıl sırasında münzevi çoban tarafından yazıya geçirilmiştir.
Dükkan sahibi sonunda bir şeylerin eksik olduğunu fark etti, "Efendi juren neden buna imzasını basmıyor?"
"Bu talebe daha acemi biri olduğundan ötürü henüz hazırlamadı."
"Orası kolay, bu dükkanda en iyi kalite zanaatkâr mührüm var. Efendi juren imzasını bırakıp üç gün içerisinde mührü almaya gelebilir."
"O halde teşekkürlerimi sunuyorum."
Dükkan sahibi gülümsedi, ardından direkt konuya girdi, "Bu yaşlı adamın haddini aşan bir ricası olacak."
"Söyleyin lütfen."
"Efendi juren'in yazısına mühür basıldığında, onu hemen ipeğe dikip dükkana asacağım. Kesinlikle iyi bir fiyata satılacaktır. Fakat bu taslak... bende kalabilir mi? Karşılığında on liang gümüş vereceğim!"
On liang gümüş yoksul bir talebe için oldukça büyük bir miktardı, fakat bu kadar parayla asla mükemmel bir kaligrafi çalışması satın alınamazdı. Ne var ki bu 'münzevi çoban' ünlü bir isim değildi. Ne kadar edeceğini kestirmek zordu.
Qi Yan hafifçe gülümsedikten sonra, "Yaşlı amcanın memnuniyetsiz olmamasına sevindim," diye cevaplamakla yetindi.
Dükkan sahibi Qi Yan'a toplamda on üç liang gümüş ve üç yüz bakır ödedi.
Ekstra üç liang bu taslak için olan depozitoydu. Satıldığında elde edilen kâr üç ila yedi parçaya bölünecekti.
Qi Yan kitap dükkanından çıktı. Fakat, sokak girişinde duran tanıdık bir figür gördü, çocukluğundan anılarına kazınmış biri: Wu Da.
Maskeli kişi Qi Yan'ı Çimenli Ovalar'a geri götürmesi için Wu kardeşlere emir verdiğinde, ona Chengli kabilesinin kasvetli haberlerini anlatan kişi oydu.
Wu Da, Qi Yan'ın kendisini gördüğünden emin olduğunda döndü ve gitti. Qi Yan ise hızla Wu Da'nın gözden kaybolduğu sokağa saptı.
Kazara birine çarptı. Çarptığı kişinin nefesi kesildi ve yere düştü. Qi Yan başını eğdi ve bir bakış attı, "Kusura bakmayın," deyip geçiştirdikten sonra ileriye adımını attı.
O sırada, kol yeni tutulmuş ve geriye çekilmişti, durmaktan başka çaresi yoktu.
"Nasıl bu kadar kaba olabilirsin?! Benim, benim er-ge'mi düşürdün ve yardım bile etmiyor musun?!"
Qi Yan başını çevirdi ve kol yeninden tutmakta olan kişinin on üç ila on dört yaşındaki bir genç adam olduğunu gördü. Doğal kırmızı dudakları ve narin hatları vardı. Bir tutamı şakaklarından çıkmış olan saçları bir taç ile tutturulmuştu.
Zeki bakan iri gözleri öfkeyle doluydu. Qi Yan'a dik dik bakarken onun kaçıp gitmesinden korkar gibi kol yenini ölümüne sıkıyordu. Bu genç adam hâlâ ufak tefekti ve henüz çocuksu havasından kurtulamamıştı. Öfkeyle soluyor olmasına rağmen, hiç de korkutucu görünmüyordu.
Qi Yan bir miktar şaşırmıştı. Tekrar baktığında, sokağın çoktan bomboş olduğunu gördü. Wu Da da görünürlerde yoktu. Sessiz bir iç çekmekten kendini alamadı.
Bu kişinin birine çarptıktan sonra öylece uzaklaşmaya çalıştığını, kolundan tutulduktan sonra ise dikkatini başka şeylere yöneltme cüretini gösterdiğini görünce; küçük genç adamın öfkesi bir anda taşmıştı. Qi Yan'ın bacağına sert bir tekme attı.
Qi Yan acıyla yüzünü buruşturdu, genç adam tüm gücünü kullanarak vurmuştu. Wei Krallığı talebeleri adabı ve nezaketleriyle bilinirdi. Ding Fengshan gibi acınası zengin genç efendiler bile onlara 'şiddet uygulamak' için hane hizmetçilerini gönderirdi. Uzun yıllardır Wei Krallığı'nda olmasına karşın daha önce hiç böyle zorba bir genç adam görmemişti.
Qi Yan neye uğradığını şaşırdığı sırada arkasından nazik bir ses duyuldu, "Jing-er, gel de kalkmama yardım et." Bu açık bir şekilde bir kadın sesiydi. Qi Yan bir miktar şüphe barındırarak döndüğünde, bambu yeşili cübbe giymiş bir genç adam daha gördü. Kendi cinsiyet kimliğinden dolayı, yere düşürdüğü 'genç adamın' aslında erkek kılığına girmiş bir kadın olduğunu bir bakışta anladı.
Bu genç adamın bu kadar öfkeli olmasına şaşmamalıydı. Qi Yan özür dileyerek elini uzattı, "Kusura bakmayın, genç efendinin bir yeri incindi mi?"
'Pa', Qi Yan'ın eli vurup uzaklaştırılmıştı. Küçük genç adam Qi Yan'a ters ters bakarak, "O pis elini çek!" dedi.
"Jing-er, kaba davranma."
"Er-ge, kalkmana yardım edeyim." Bu 'Jing-er' denilen genç adam anında tavrını yumuşatmıştı. Uysal bir tavırla onun yerden kalkmasına yardım etti.
Qi Yan ihtiyatla bir bakış attı. Hiç şüphesiz diğer kişinin erkek kılığına girmiş bir kadın olduğunu doğrulamıştı, ardından bakışlarını 'Jing-er' denilen bu küçük genç adama çevirdi. Bu yaştaki çocuklarda cinsiyet açıkça belli olmazdı, az önceki kabadayı tavrından dolayı Qi Yan bu 'Jing-er'in feminen görünen bir erkek olduğunu düşünmüştü.
"Er-ge! Elin kanıyor!" Nangong Jingnu ablasının elini kaldırdı, minik yüzü kalbinin acısıyla buruşmuştu.
Saraylarda büyütülmüştü, bu yüzden daha önce hiç böyle halka açık sokaklara çıkmamıştı. Geçenlerde sonunda malikaneye taşınabilmişti ve Nangong Shunu'nun sıklıkla erkek kılığına girip malikaneden çıktığını gördükçe onun da dışarı çıkma arzusu artmıştı. Nangong Shunu onu da yanına götürmeyi kabul edene kadar uzunca bir süre yalvarmıştı, fakat böyle bir şeyin yaşanabileceğini tahmin edememişti.
Bu genç adamın ablasının elini tutmuş dikkatle üflediğini gördüğünde, Qi Yan'ın bacağındaki keskin acı, onu çok uzak bir anısına götürdü.
Yıllar önce, Xiao-Die ve Bayin ile birlikte Momo Dağı'na mantar toplamaya gitmişti. Kazayla dağdan yuvarlanmış ve dizini sıyırmıştı. Xiao-Die de onun için aynı böyle dizine üflemişti. Qi Yan kalbinde bir sancı hissetti: eğer yaşasaydı, Xiao-Die de bu yaşlarda olacaktı.
Fakat bu acı kısa sürdü. Gözlerindeki derin ve sessiz gölgede tek bir dalgalanma bile görünmedi. Qi Yan Nangong Shunu'nun yanına geldi, ardından elini birleştirerek eğildi, "Bu kişi aceleyle yürürken genç efendiye çarpıp yere düşürdü. Gidip bir doktora göstermeli miyiz?"
Nangong Shunu başını kaldırdığında, içten bakışlar bulunduran kehribar rengi gözlerle karşılaştı.
Bir anlık şaşkınlıktan sonra, Qi Yan'ın sırtındaki sandığı ve yamalı kıyafetlerini gördü. Duyduğu acıya katlanırken o da ellerini birleştirerek eğildi, "Sorun değil, bu küçük yaralanmayla malikaneye dönünce ilgilenebilirim."
"Durum buysa, yollarımız burada ayrılıyor," dedi Qi Yan ve hafifçe eğildi, ardından oradan aceleyle ayrıldı.
Nangong Jingnu sinirle yanaklarını şişirmişti. Qi Yan'ın uzaklaşışını izledi, ardından tepinmeye başladı, "Er... Er-ge! Onu nasıl öylece gönderebildin?"
"Bilerek yapmamış olabilir. Belki acele bir işi vardır."
Kız kardeşinin gözlerinde hâlâ şüphe olduğunu gördüğünde, Nangong Shunu sakince açıkladı, "Aksanına bakılırsa, başkentten biri olmayabilir. Sade kıyafetler giyiyor ve sırtında talebe sandığı taşıyordu, yani uzak bir yerden başkent sınavına girmek için gelmiş olabilir. Başkentte muayene ücretleri hiç de ucuz değil, neden onu ekstradan bir sıkıntıya sokalım?"
Nangong Jingnu hep sarayların derinlerinde yaşamıştı, bu yüzden para kavramı hakkında hiçbir fikri yoktu. Tekrar düşündüğünde, gerçekten de onun kıyafetlerinin daha önce gördüklerine benzemediğini fark etti. Dokunduğunda da çok sert hissettirmişti. Başını yana eğerek bir süre düşündü, "Bu babamın önceden bahsettiği 'insanların yaşadığı zorluklar' şeyi mi?"
Nangong Shunu oldukça şaşırmıştı. Dünyevi ilişkilere yabancı olan şımartılmış kız kardeşinin bu şekilde düşüneceği aklına gelmemişti. Gülümsedi, ardından Nangong Jingnu'nun elini kaldırdı, "Jing-er gerçekten çok zeki."
Nangong Jingnu başını çevirdiğinde Qi Yan'ın çoktan gözden kaybolduğunu gördü. O esnada birden fark etmişti ki başkent çok yakınlarında olmasına rağmen hayat kraliyet sarayındakinden bambaşkaydı. Ciddiyetle, "Er-ge, beni dışarıya daha sık çıkarabilir misin?" diye sordu.
"Elbette."
Qi Yan üç sokak boyu koşturmuş, fakat Wu Da'yı bulamamıştı. Birden yukarıdan bir hışırtı sesi geldi, sonra gözlerinin önünde bir şey bulanıklaştı. Wu Da duvardan aşağı atlamıştı.
Birbirlerine bakarken bir süre ikisi de sessiz kaldı. Wu Da soğukça söze girdi, "Shifu'nunsözlerini aktarıyorum. Bu sınavın ana gözetmeni Baş Katip Xing Jingfu. İki yardımcı gözetmen ise Personel Bakanı Deng Hongyuan ve Vekil Personel Bakanı Shu Liren. Erkenden planını yap."
"Anladım." Qi Yan Wu Da'ya tekrar bakmak istemiyordu, bu yüzden arkasına döndü ve uzaklaşmaya başladı.
Arkasından Wu Da'nın sesi duyuldu, "Esas hedefini unutayım deme."
Qi Yan ufak sokaktan çıkarken dudaklarında ıssız bir kıvrım belirmişti.
Nangong kardeşler el ele malikaneye döndü. Yirmilerinde bir genç adamın kapının önünde dikilmekte olduğunu fark edince Nangong Shunu gerginlik içinde durdu.
"Er-jie? Ne oldu?"
"Lu mülkünün ikinci genç efendisi seni görmeye gelmiş. Arka kapıdan girelim."
Fakat, Lu Zhongxing onları çoktan fark etmişti. Nangong Shunu, Nangong Jingnu'nun elini sıktı, ardından sessizce, "Jingnu, genç efendi Lu'dan bunu bir sır olarak saklamasını isteyebilir misin?" diye sordu.
"Er-jie, için rahat olsun."
Nangong Jingnu onun elini bıraktı. Neşeli adımlarla Lu Zhongxing'e doğru yürüdü, ardından sevimli bir şekilde, "Zhongxing gege," diye seslendi.
Lu Zhongxing sevgi dolu gözlerle ona baktı, "Ekselansları Zhenzhen."
Nangong Shunu etraflarından dolaştı, ardından aceleyle malikaneye girdi. Küçüklüklerinden beri Lu ailesinin genç efendileriyle yakın olsalar da o, Nangong Jingnu kadar ayrıcalıklı değildi. On altı yaşına gelmişti, bu yüzden yabancı yetkililerle görüşmesi yasaktı. Ayrıca, bu kişi sarayın önündeki Baş Muhafızdı. Eğer bu İmparatorun kulağına çalınacak olsa, tek cezalandırılan o olurdu.
"Ekselansları İkinci Prenses neden dışarı çıktı?"
"Zhongxing gege, Jingnu senden bir iyilik isteyebilir mi?"
Lu Zhongxing hiç düşünmeden cevapladı, "Benim yetki dahilimde olduğu müddetçe, elbette."
Nangong Jingnu parlak bir şekilde gülümsedi, zeki bakan gözleri hilâl şeklinde kıvrıldı. Ellerini arkasında kavuşturup göğsünü dikleştirdi, "Er-jie ve benim malikaneden ayrılmamız, Zhongxing gege bunu bir sır olarak tutmalı, tamam mı?"
Lu Zhongxing bir tüyün kalbini gıdıkladığını hissetti. Bu genç kadının büyümesine emekleyip yürümeyi öğrendiği zamanlardan beri tanıklık etmişti. Ağabeyinin çoktan evlenip iki cariye sahibi olmuş olmasına rağmen, kendisi hâlâ bekardı ve hiç evlenmemişti, onun büyümesini bekliyordu. Yıllardır kalbinde sakladığı kişinin basit bir ricasını nasıl geri çevirebilirdi ki?
"Tabii ki, söz veriyorum."
'Plan başarılı' anlamında kurnaz bir bakış Nangong Jingnu'nun gözlerinden geçti. Başını arsızca yana eğdi ve belirgin bir ciddiyetle sordu, "İmparator babama da söylemiyorsun değil mi?"
Lu Zhongxing de kibar bakan gözlerle gülümsemeye başladı, "Söylemeyeceğim."
— — —
PDL yazar notu: Bu kitabın kadın ana karakterlerinden biri Ekselansları Zhenzhen, Nangong Jingnu~ Her ne kadar Shunu'yu da çok sevsem de~ Bu bölümün başlığı için 'hayat yalnızca ilk karşılaşmaları takip ederse' ile 'ben bilmeden gelip geçmişti' arasında kaldım. Sonuç olarak ikincisini seçtim. O zaman bu bölüm önemli yan karakterimiz Nangong Shunu için yapılmış bir karşılama olsun. Shunu ve Jingnu'nun ikisi de Qi Yan'ın katlanır yelpazesine oldukça şaşırmışlardı. Shunu'nun yanlış kişiyi tanıması çok yazık, fakat belki bazı şeylerin kaderi önceden belirleniyordur. Ve sonsuza kadar sürmesi gereken bir an, ben bilmeden gelip geçti. Ama Jingnu'yu da çok çok seviyorum~ O zamanlarda, Shunu gibi aristokrat hanımefendiler çok fazlaydı. Jingnu'muz elmasların dünyasında akan berrak bir nehir gibi~ hehe.
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 14: Garip bir rüyanın yorumu, etkili bir kehanet beliriyor
Nangong Rang hayatının baharındaydı. Toplam dokuz oğlu ve üç kızı vardı.
En büyük prenses Nangong Sunu geçen sene evlenmişti. Nangong Jingnu ise bir süre önce saraydan ayrılmak için yola koyulmuştu, ama yine de kendi başına yaşamaktan korkuyordu. Nangong Rang sevgili kızının isteği için iyi bir fikir bulmuş, Nangong Shunu'nun da onunla gitmesine izin vermişti.
Nangong Shunu'nun yüzünün rengi kırmızı ile beyaz arasında gidip geliyordu, ansızın ayağını yere vurdu, "Ah, tabii eğer bugün o zeki minik ağzını yırtmazsam, bakalım o zaman babama söylemeye cesaret edebiliyor musun!"
Nangong Jingnu arsızca dilini çıkardıktan sonra saray elbisesini topladı ve kapıdan dışarı sıvışıverdi. Ne harika bir "kültürlü ve soylu hareketti", ne harika bir saray adabıydı; tek seferde hepsini ihmal etmişti.
Nangong Shunu da hemen arkasından kovalamaya başladı. Erkek cübbesi giyiyordu ve yaşça daha büyüktü, bu yüzden Jingnu birkaç adımda yakalanmıştı.
Nangong Jingnu'nun nefesi kesilirken hemen merhamet dilenmeye başladı, "Güzel jiejie'm, beni bu seferlik bırak! Jingnu bir daha yapmayacak."
Nangong Shunu soğukça homurdandı, sonunda kız kardeşini gıdıklamakta olan ellerini geri çekmişti. Nangong Jingnu'nun narin yanaklarını sıktı, "Başka kimseye söyleme."
Tanrı bilir iki kız kardeş ne konuşmuşlardı, fakat sonunda gülüşmeye başladılar. Malikaneye el ele girdiler, aralarının iyi olduğunu söylemek zor değildi.
Nangong Shunu biraz utangaç bir ifadeyle katlanır yelpazeyi kol yenine sakladı.
Gongyang Huai katlanır yelpazesini nehir kenarında unutmuştu, Nangong Shunu da oradan almıştı.
O sırada Gongyang Huai iki arkadaşının yardımıyla malikaneye geri götürülmüştü. Kapı bekçisi hemen geldi. Ona desteklik etmeleri için birkaç hane hizmetçisini çağırdı, ardından onu kapılara kadar taşıyan iki talebeyi kapıya geçirdi. Onlara tekrar tekrar teşekkür ettikten sonra içeri döndü.
Hane hizmetçileri Gongyang Huai'yi avluya götürdü. Kapı bekçisi ise dişlerini sıkıp arkalarından geliyordu. Evin girişine geldiklerinde, Gongyang Huai gözlerini kıstı ve, "Neden bekçi kulübesini gözetmek yerine buraya kadar geliyorsun?" diye sordu.
Kapı bekçisi eğildikten sonra, "Genç efendim, bu kulunuzun bildirecek bir şeyi var," diye cevap verdi.
Gongyang Huai elini sallayıp hane hizmetçilerini gönderdi, ardından kapı bekçisi onun önünde korkuyla diz çöktü, "İkinci genç efendim, bir süre önce sizin eski bir dostunuz olduğunu iddia eden genç bir talebe geldi."
Gongyang Huai çok da dikkate almamıştı, "İsim bıraktı mı?"
"B- bıraktı... Adının Jin vilayetinden, Qi Yan olduğunu söyledi."
Gongyang Huai'nin tepki vermesi biraz vakit almıştı, sonra gözleri birden fal taşı gibi açıldı, "Şimdi nerede?!"
Kapı bekçisi dehşet içinde yeşim kolyeyi çıkardı, ardından iki eliyle uzattı, "O genç efendi, bu eşyayı size iletmemi istedi, fakat bu kulunuz onu durduramadan çoktan gözden kaybolmuştu."
Gongyang Huai yeşim kolyeyi kaptı. Yakından inceledi: zamanında Qi Yan'a hediye ettiği ile tıpatıp aynıydı.
Kiraz çiçeği şarabının geciken etkisi Gongyang Huai'ye nüfuz etti. Kapı pervazından destek aldı, ardından hoşnutsuzlukla çıkıştı, "Madem böyle bir eşyayı gösterdi, neden nezaketle karşılamadın? Nasıl onu öylece gönderirsin?"
Kapı bekçisi soğuk soğuk terliyordu. Kekeleyerek, "O genç efendi bu yeşim kolyeyi bıraktıktan hemen sonra gitti, bu, bu kulunuz zamanında tepki veremedi," dedi.
Gongyang Huai üç kez soğuk bir havayla kahkaha attı, "Tie... Dostum kaba bir insan değildir. Onu küçümsemiş olan sensindir kesin."
Kapı bekçisi cevap vermeye cesaret edemeyerek başını yere bastırdı. Gongyang Huai uzun bir iç çekti: bu kapı bekçisi malikanenin kıdemli bir üyesiydi, başkentin çarpıklığından nasibini almıştı ve bu onu biraz züppe biri yapmıştı. Babası ve ağabeyi asla dönüp de böyle şeylere bakmazdı, fakat Gongyang Huai hiçbir zaman bu bürokratik ortamdan hoşlanmamıştı. Üç yıl önce imparatorluk sınavı yapılma ihtimalini duyduğu için malikaneden sıvışmıştı. Sonunda onun geçmişini umursamayan bir arkadaş edinmişti, gel gör ki o kişi kendi bekçisi tarafından kovulmuştu!
Gongyang Huai Qi Yan'ı anmaya başladı: mütevazı ve kibardı, bunun yanı sıra basit ve kibirli biri de değildi. Acaba ona yapılan bu saygısızlık kalbini soğutmuş muydu?
Bu noktaya kadar düşündüğünde, istemsizce elini göğsüne götürdü. Fakat yıllar önce Qi Yan'dan kopya etmesini istediği katlanır yelpaze orada değildi!
Gongyang Huai artık tamamen ayılmıştı. Kapı bekçisini büyük bir öfkeyle tekmeledi, "Derhal tahtırevanı hazırla!"
"Genç efendim, o efendinin hâlâ birkaç güne geri gelme ihtimali var. Onca insan arasında onu nasıl arayabilirsiniz? Sarhoşsunuz, evde kalıp dinlenmeniz daha iyi olur. Bu kulunuz onu aramanıza yardım eder!"
"Genç efendin önemli bir eşyasını kaybetti, çabuk tahtırevanı hazırla!"
Kapı bekçisi bunu duyunca tuttuğu derin nefesi verdi, "Kulunuz hemen dediğiniz gibi yapacak."
Gongyang Huai büyük bir hızla nehir kenarına döndü, ama toplantı alayı çoktan dağılmıştı. Peki neden katlanır yelpazesine dair bir iz yoktu? Elinden bir tek ruhunu yitirmiş gibi eve dönmek geldi. Ertesi gün, saçlarını düzgünce tarayıp özenle giyindikten sonra Qi Yan'ı aramaya gitti.
Lakin başkentte bir insan deryası vardı, aradığı kişiyi bulmak nasıl bu kadar kolay olabilirdi ki?
Gongyang Zhong bunu duyduğunda Gongyang Huai'yi azarlamış ve büyük sınava kadar dışarı çıkmasını yasaklamıştı.
Qi Yan her zamanki gibi şehrin eteklerinde sessiz ve güzel, ufak bir konaklama yeri kiralamıştı. Fakat, başkentte yaşamanın masrafları diğer vilayetlerdeki gibi değildi. Yolculuğu sırasında yaşadığı bazı şeyler sebebiyle, kirasını ödedikten sonra çantasında çok az bakır kalmıştı.
Ve böylelikle, Qi Yan şehre bir el yazması götürdü. Doğrudan bir kitapçıya yöneldi, orada dükkan sahibini buldu; ardından masraflarını karşılayabilmek için kendine bir kâtiplik işi istedi.
Dükkan sahibi Qi Yan'a şüphe dolu gözlerle baktı, "Bunu sen mi yazdın?"
Her ne kadar Qi Yan dikkatle el yazısını değiştirmiş olsa da, hâlâ yanına yaklaşılamayacak kadar mükemmel bir hattatlıktı.
Qi Yan saygıyla cevapladı, "Evet."
"Maliu! Çabuk kağıt ve yazı fırçası getir!"
Çalışan kalem ve bir fırça getirdi. Dükkan sahibi çenesiyle Qi Yan'a işaret etti, "Birkaç şey yaz da bakayım. Eğer bu el yazması gerçekten senin tarafından yazıldıysa, o zaman fiyatı tartışırız."
Qi Yan dükkan sahibinin bakışları altında kısa bir söz yazdığında, adam büyük bir heyecanla tepki vermişti, "Mükemmel bir hattatlık! Mükemmel! Madem bu genç efendinin böyle kusursuz bir yazısı var, neden onca yol gidesiniz? Bu naçiz dükkana birkaç parça bırakıp sizin için satmasına izin vermeye ne dersiniz?"
Qi Yan başını iki yana salladı, "Doğruyu söylemek gerekirse, başkente yaklaşan bahar sınavına katılmak için geldim. El yazması işini maddi sıkıntılarımdan dolayı düşünmüştüm. Fakat satmaya cesaret edemem."
Wei Krallığı'nda tüccarlar düşük sınıftandı. Bir talebe ne kadar fakir olursa olsun, bir tüccarla ortaklık ederek kendi seviyesini düşürmezdi. Kaligrafi satmak ise daha da küçük düşürücüydü. Eğer bu yayılacak olsa kınanmasına sebep olurdu.
Dükkan sahibi biraz şaşkındı. Qi Yan'ı yeniden süzdü: bahar sınavına girecek olanlar en üst seviye talebelerdi ve onlara başkentte bile tarifsiz bir saygı duyulurdu. Bir göreve atanmamış olsalar bile diğer devlet yetkililerini eğilerek selamlamaları gerekmezdi.
Dükkan sahibi özür mahiyetinde gülümsedi, "Demek bir efendi juren'siniz, bu yaşlı adamın hantal gözlerini bağışlayın."
Ç/N: Juren 举人 - en üst seviye talebe
Qi Yan da nezaketle karşılık verdi, "Bayım, böyle davranmanıza gerek yok. Bana verecek işiniz olup olmadığını sorabilir miyim?"
Dükkan sahibi bir kitap ve önceden katlanmış boş bir sayfa çıkardıktan sonra onları Qi Yan'a uzattı, "Bir kitap için iki yüz bakır ödüyoruz. Sizin mükemmel hattatlığınızla ise kesinlikle iyi para etmeli, bu yüzden bir yüzlük de ben ekliyorum. On gün içerisinde tekrar gelmenizi isteyerek size zahmet vereceğim, işinizin karşılığını o zaman ödeyeceğim."
Qi Yan başıyla onayladı, ardından el yazmasını sandığına geri koydu. Qi Yan'ın sade giyimini ve cana yakın karakterini gördüğünde, dükkan sahibi onu hafifçe durdurdu.
"Efendi juren başka bir yerde konuşmak için bir dakikasını ayırabilir mi?"
İkisi tenha ve sessiz bir noktaya geldiler. Dükkan sahibi sessizce konuşmaya girdi, "Dememesi gereken şeyler dediği için bu yaşlı adamı bağışla ama, başkentteki ücretler başka vilayetlere benzemez. Büyük sınava hâlâ birkaç ay var. Arkadaşlarınızla görüşmek, yiyecek içecek almak ve hatta mürekkep ve kâğıt için epey gümüşe ihtiyacınız olacak. Bahar sınavından sonra sonucunuzu bildiren haberci bile bahşiş olarak en az bir liang gümüş isteyecek. Yaşlı adam sizin bu ticaret işlerini yapmaktan utanç duyduğunuzu biliyor, fakat eski söyleyişlerin de dediği gibi: eşeğini sağlam kazığa bağlamalısın, değil mi?"
Qi Yan başını salladı, "Amca mantıklı konuşuyor."
Dükkan sahibi ekledi, "O zaman neden değiştirilmiş bir isim veya takma ad kullanmıyorsunuz? El yazmasını güzelce paketleyip bu naçiz dükkana bırakın. Sizden saklamayacağım, geçmişte sizin durumunuzdaki birçok öğrenci yapmıştı bunu. Bu kitap dükkanı iyi tanınır ve yüz yıldır açık. Gelecekte nasıl bir duruma düşerseniz düşün, bu yaşlı adam dışarı bir sözcük bile sızdırmayacak. Efendi juren'in içi rahat olsun."
"Yaşlı bayım, iyi niyetiniz için teşekkür ederim. Eve dönüp biraz düşünmem için vakit verin, on gün içinde size cevabımı bildiririm."
"Tabii, tabii. Bu yaşlı adam sizi uğurlasın."
"Gerek yok, bayım."
... ...
Gece yarısında, Ganquan Sarayı'ndan ani bir bağırış yükseldi. Yatak odası kapılarının önünde korumalık yapan Sijiu, kapıyı itip açtı ve hızla içeri daldı, "Majesteleri!"
Ejder yatağındaki Nangong Rang nefes nefese kalmıştı. Sijiu perdenin dışında diz çöktü ve yumuşak bir sesle, "Majesteleri, kâbus mu gördünüz?" diye sordu.
Nangong Rang derin bir nefes verdi, ardından koluyla alnındaki terleri sildi. "Sijiu..."
"Bu hizmetkar burada."
"Çabuk kâhini çağır."
"Anlaşıldı."
Bir saat sonra fildişi beyazı bir cübbe giymiş, yakalarına Büyükayı deseni işlenmiş orta yaşlı bir adam odaya girdi. Sayvanlı ejder karyolanın dışında diz çöktü, "Kâhin Guo Qingliu, Majestelerini selamlıyor."
"Sijiu, oturacak yer göster."
"Anlaşıldı."
Sijiu Guo Qingliu için bir tabure koydu, ardından odadan usulca çıktı.
Parlak sarı tül, ikisini ayırıyordu. Nangong Rang ejder yatağında kurulmuş oturuyordu, silueti perdenin arkasından belli belirsiz görünüyordu.
"Ben... bir rüya gördüm."
"Bu naçiz kulunuz dikkatle dinliyor."
"Rüzgârla itilen bir buluta binmiş tuhaf bir yaratık gördüm. İlk başta bu imparatorluk sarayının üzerinde havada asılı kaldı, ardından bir kükremesiyle tüm kraliyet muhafızlarını öldürdü. Daha sonra bu tuhaf yaratık benim yatak odama doğru geldi. Camları parçaladı, devasa gözleriyle hiddetle bana baktı. Rüyamda ejder yatağın üzerinde kıpırdayamadan duruyordum. Tuhaf yaratığın kükremeleriyle sırtımdan aşağı bir ürperti yayıldı."
Nangong Rang yumruklarını sıktı. Rüyasından kalan korku iliklerine işlemişti, etkisinden çıkamıyordu.
"Değerli bakanım... sen bu rüyayı nasıl yorumlarsın?"
Guo Qingliu, cübbesini yayarak yere diz çöktü, "Majestelerine bu garip yaratığın neye benzediğini sorabilir miyim?"
"Dört ayağı üzerinde yürüyordu. Bedeni qilin'e benziyordu, fakat pulları yoktu. Uzun kahverengi kürkü ve başının tepesinde bir çift keskin boğa boynuzu vardı. Bir kâse büyüklüğünde pars gözleri vardı. Keskin ve uzun dişler..."
Ç/N:  麒 麟 Qí Lín - Çin mitolojisinde ender ortaya çıkışı genellikle, bir bilgenin veya şanlı bir hükümdarın eli kulağında olan doğumu ya da ölümüne işaret eden efsanevi varlık.
"Garip yaratığın binmekte olduğu bulut ne renkti?"
"Gök gürültüsü seslerinin eşlik ettiği, kapkaranlık bir siyah."
Gao Qingliu alnını yere vurdu, ardından yüksek ve net bir sesle şöyle dedi, "Majestelerini tebrik ederim, bu oldukça uğurlu bir işaret!"
Nangong Rang yatağından kalktı. Perdeleri araladı, sonra yalınayak Guo Qingliu'ya doğru yürüdü, "Sayın bakan, kalk ve ayrıntıları ver. O yaratık çok vahşiydi, nasıl uğurlu olabilir ki?"
"Bu kulunuz Majestelerinin tarif ettiği yaratığı daha önce hiç duymadı, fakat kesinlikle qilin veya altın ejder sınıfından değilmiş. Ayrıca bu kulunuz yaratığın bindiği bulutların rengini sordu. Majesteleri de koyu siyah olduğunu söyledi."
"Bu doğru."
"Siz Majesteleri dokuz oğul babasısınız ve cennetin korkusuz evladısınız, eğer qilin ya da altın ejder görmüş olsaydınız bu farklı bir mevzuydu. Eski bir efsaneye göre qilin gücü elinde tutarken altın ejderha kıdemlidir; Majesteleri rüyasında yatağının altında gizlenen bu iki tür tuhaf yaratığı gördüyse, bu bir iktidar mücadelesinin alâmetidir," dedi ve bu noktaya değinen Guo Qingliu yeniden diz çöktü, "Majesteleri bağışlayın, bu naçiz kul sadece rüyaların yorumunu belirtiyor."
"Kalk. Anlatmaya devam et."
"Anlaşıldı. Bu tuhaf yaratık vahşi görünebilir, fakat aslında asil kanlı değil. Cennetin korkusuz oğlu olarak siz Majesteleri onu kesinlikle terbiye edebilirsiniz. Tuhaf yaratık şimşeklerin gücüne sahip bir buluta biniyormuş, bu yüzden bu kesinlikle Majesteleri için destek güç olacak. Bu kulunuz haddini aşarak, çağlar boyunca dikkate değer olmuş bir yeteneğin yakında Majestelerinin işine yarayacağı tahmininde bulunuyor."
"Ah? Gerçekten öyle mi?"
"Bu kulunuz pervasızca konuşmaya cüret etmez."
"Çıkabilirsin."
"Anlaşıldı."
Nangong Rang ejder yatağına geri döndü, fakat içi henüz rahatlamamıştı. O rüyayı görürken hissettiği korku çok gerçekçiydi, yatışmıyordu.
"Çağlar boyunca dikkate değer olmuş bir yetenek mi? Bu saray sınavında dikkate değer bir yetenek ortaya çıkabilir mi?"
Birkaç gün önce gizli bir rapor almıştı: Lu Boyan bu sınavda bir yer edindiğinde, Lu Quan askeri yetkilerini devretmeye niyetliydi. Bu gerçekten de sevindirici bir haberdi.
Ama...
Komutanlık mülküne sızmış olan casus da bir raporla dönmüştü. Lu Quan yardımcılarını çağırarak gizli bir görüşme yapmış, bunun ardından da küçük oğlu Lu Zhongxing'i özel olarak görüşmek için çağırmıştı.
Lu Zhongxing çalışma odasından keyifle dolup taşarak çıkmıştı. Lu ailesinin ikinci oğlu bir tutkusu olmayan sıradan bir adamdı — onun böyle mutlu olmasına sebep olan ne olabilirdi?
Nangong Rang'ın gözlerinde sert bir bakış belirdi. İmparatorluk muhafızı, Komutanlık mülkünün ikinci oğlunun, Prenses malikanesinin düzenli ziyaretçisi olduğunu bildirmişti. Yoksa...?
— — — —
PDL yazar notu: Bir dahaki bölümde Jingnu ve Qi Yan'ın ilk karşılaşmaları yaşanacak. Ve 22-23-24. bölümlerde ikisi bir aile olacak, aşktan önce evlilik yaşanacak; lütfen unutmayın.
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - Ekstra
Xiao Bing, son altı aydır erken çıkıp geç dönüyordu. Müdürü rutin olarak saat yedide odaları dolaşıyordu ve o vakitten önce hastanede olması, ardından da her odadaki hastaları kontrol etmek için yedi veya sekiz doktorla birlikte müdürünü takip etmesi gerekiyordu.
Bazen geceleri yarı uyur haldeyken kapıyı duyardım. Xiao Bing sessizce içeri girer ve yıkanmak için banyoya giderdi. Çok hızlı hareket eder, tüm yüzünü yıkama ve dişlerini fırçalama işlemini on dakika içinde tamamlar, sonra yatağına sokulurdu. 
Bazen programı ameliyatlarla dolu olurdu ve günde üç veya dört ameliyata girerdi: modern yöntemlerle ama yine de risklerle dolu ve her biri benzersiz olan omurga ameliyatları. Chen Ruobing vekil yardımcı olarak görev yapıyordu ve ameliyat olan günlerde çok geç geliyordu. 
Bir keresinde Xiao Bing'e, "Doktor olmayı gerçekten seviyor musun?" diye sordum.
Başını sallayarak onayladı.
Güldüm, "Kızını bile umursamıyor musun? Hiç bu kadar ahmak birini görmemiştim!"
O sabahın öncesinde, Chen Ruobing önceki gece geç dönmüştü. Uyandığındaysa güneş ışığı çoktan yatak odasına düşmeye başlamıştı. 
Chen Ruobing boydan boya olan pencerenin önüne geldi ve perdeleri açtı. Arkasını döndüğünde güneş ışığı saçlarını aydınlattı, hatta tüm vücudunun yarı saydam bir altın gibi görünmesine yol açmıştı. Otuz üç yaşındaki Chen Ruobing, on altı yaşındayken okulun terasında duruyormuşuz gibi bana gülümsedi. 
Aniden, "Sana makyaj yapayım," dedim.
"Neden?"
"Makyajla nasıl göründüğünü hiç görmedim, o yüzden görmek istiyorum."
İşe giderken bazen hafif bir makyaj yapardım ama Xiao Bing'in yüzü her zaman makyajsız olurdu. Heyecana kapıldım, onu aynanın önüne oturttuktan sonra makyaj malzemelerimi çıkardım.
Xiao Bing aynada kendine bakıyordu, ben de yüzüne bakmak için başımı eğerek pudra sürmeye başladım. Xiao Bing sadece gözlerini kapatmakla yetinmişti.
Xiao Bing, "Sınıfımız bir keresinde okul korosuna katıldığında makyajımı yapan yine sendin," dedi.
Çenesini kaldırarak sol elimle alnını tuttum ve sağ elimle göz kalemini çektim. Sağ göz kapağı istemsizce gerilmişti ve diğer elimin altındaki kirpikleri titriyordu.
"Hatırlamıyor musun?" diye sordu.
Çok geçmeden göz kalemi çekmeyi bitirmiştim. Xiao Bing'in yanaklarından birinde uzun zaman önce keşfettiğim küçük bir ben vardı. Kapatıcı ile kapatmaya çalışmak için tam zamanında güneş ışığından yararlandım.
"O çok çirkin olan mor elbiseyi giydiğimiz zaman mı?"
"Evet." Xiao Bing gözlerini kapadı ve güldü, "O elbisenin dekoltesi epey derdindi, bu yüzden göğüslerimize sünger doldurmamız gerektiğini söyleyerek bağırmıştın; hatta benimkine de doldurmak istemiştin!"
"Haha, bunu ben de hatırlıyorum."
Makyajını yapmam biraz vakit aldı, ama sonra kapatıcıyı fazla sürdüğümü düşündüm. Bu yüzden bölgeyi ıslak bir mendille sildim ve küçük beni tekrar ortaya çıkardım.
Xiao Bing, "O zamanlar gerçekten cesurdun," dedi ve güldü, ardından biraz da gururla, "Hep diğerlerinden farklı bir şekilde düşündün," dedi.
Biraz allık sürdüğümde, yüzünün hemen aydınlandığını hissettim.
"Terden sırılsıklam olana kadar oynardın ve bir kez yerine oturduktan sonra benimle uzun süre sohbet edebilirdin."
"Nasıl bir erkek arkadaş bulman gerektiğini merak ederdim. Her türlüsünü hayal etmeliydim ama kiminle evleneceğini düşündüğümde, doğru gelmiyordu. Seni ona kolay yoldan veriyor gibi hissettiriyordu. O çocuk kim olursa olsun sana layık olmayacak gibiydi."
Xiao Bing gözlerini açtı ve kıkırdadı, "Ben de kızlar için aynı şekilde düşünürdüm."
Homurdanarak ona koyu kırmızı dudak parlatıcısı sürdüm.
"Artık işler farklı." Xiao Bing aynada kendine baktı ve iç çekti, "Artık yaşlandım, dışarı çıkmadan önce gerçekten de makyaj yapmam gerekiyor."
Boynuna sarıldım ve onunla birlikte aynaya baktım, "Kaç yaşındasın ki daha?"
"Ama makyaj yaparsam maske takamam." Xiao Bing bir an düşündükten sonra, "Maske ile makyaj yapmana gerek de olmaz zaten," dedi.
"Mhm, bence de gerek yok," dedim.
O Çin Yeni Yılı sırasında hastanede daha az hasta vardı. Kuzenimden hafta sonu ufaklığa bakmasını istedim ve Xiao Bing'i benimle Chongli'ye gitmeye davet ettim. Xiao Bing ilk kez kabul etmişti.
Bir arkadaşımın arabasına birkaç kişi birlikte binmiştik. Arabadaki diğer üç kişiyle oldukça yakındım ama Xiao Bing ile yeni tanışacaklardı, bu yüzden ortam başlangıçta biraz sessizdi. Yarım saat sonra, her zamanki gibi bir hararetli bir sohbet etmeye başlamıştık. Kayak topluluğundaki insanlar her türlü alanda çalışıyordu ve çeşitli geçmişleri vardı ama kayak yapma sevgimiz ve birlikte yemek yiyip takılmamızdan dolayı yakınlaşmak zor olmuyordu.
Ne hakkında konuşursak konuşalım Xiao Bing çoğunlukla bir şey demeden pencereden dışarı bakmıştı. Ben onun böyle bir kişiliği olduğunu biliyordum ama diğerleri bundan habersizdi. Daha sonra tesise vardığımızda ve birkaçımız kayak teleferiğine oturduğunda Kuan Ge, "Xiao Bing gerçekten sessiz," dedi.
"Daha önce hiç konuşkan bir tanrıça gördün mü?" diyerek karşı çıktım.
O ise, "Bence sen ve tanrıçan birbirinize yakışmıyorsunuz!" diye şaka yaptı.
"Nasıl olur da uyumlu olmayız?"
"Doktorların hepsi çok titiz, senin gibi umursamaz biri nasıl bir tanrıçanın peşinden koşuyor?"
"Ben mi umursamazım?" dedikten sonra başımı çevirip Xiao Bing'e baktım, "İnanmıyorsan kendin sor, ona nemlendirici kullanmasını hatırlatmazsam hiçbir şey sürmeden dışarı çıkabiliyor."
Xiao Bing bana baktı. Kayak gözlüklerinin arkasında gizli olan kıvrılmış gözlerini hayal edebiliyordum.
Kayak teleferiği bir süre yükseldiğinde, dağa bakarak ayağa kalktım ve Xiao Bing'e üç kış boyunca gittiğim yeri anlattım.
"Orada Altın Ejderha Yolu var. Kar orada kalındır ve bir tarafında ormanlar var, rüzgarlı günlerde kar koşulları açısından en iyi parkur orası. Şu anda üzerinden geçtiğimiz yer ise Gümüş Ejderha Yolu. Ortasında geniş ve zorlamayan bir bölüm var, bu yüzden kayması çok rahat. Bu ikisi en çok kayak yaptığım yerler. Şu da batı ucu. Birçok orman yolu var ve ağaçlar oldukça sık. Beni oraya ilk götürdüklerinde neredeyse altıma işeyecektim."
"Güneşli günlerde patikalar altın renginde oluyor ve uzaktaki dağları görebiliyorsun. Kar yağdığında pek bir şey göremiyorsun ama kar havada savrulduğunda sis gibi oluyor, bu yüzden kayak yapmak bulutlarda uçuyormuş gibi hissettiriyor!"
"Onu dinleme," dedi yanımdaki Kuan Ge, "Rüzgar estiğinde, bıçak dalgalarının arasından geçmek gibi oluyor."
Öncesinde bir süreliğine cesaretlenmişse de dağa çıktığımızda Xiao Bing hala korkuyordu ve son yokuşa vardığımızda ne olursa olsun kayak yapmayacak haldeydi. Sonrasında kayaklarımı çıkarıp Xiao Bing'inkini dağa yerleştirdim ve benimkini dik tuttum. Kayağa başlanıldığı yeri işaret ettim ve, "Hadi oturup ve kayalım," dedim.
Birimiz önde birimiz arkada olmak üzere kar kayağına oturduk. Xiao Bing'e sıkıca tutunmuştum.
Biz hızlandıkça, her iki tarafımızda da hava gittikçe daha rüzgarlı hale geliyordu. Dengemizi korumak için sağa sola sallanmam gerekiyordu. Xiao Bing dehşet içinde çığlık atıyordu ve ben de heyecandan bağırıyordum.
Salonun girişindeki bir kar tümseğinin önündeyken ayaklarımı geriye çektim. Taze çöreğin içine dalıyormuş gibi yumuşak bir şekilde düşmüştük.
"Heyecan vericiydi, değil mi? Haha."
Xiao Bing kaskını çıkardı ve, "Bana yalan söyledin! Aşağı kayma aşaması daha da hızlıydı!" diye bağırdı.
"Korktun mu? Sadece seni dağdan daha hızlı indirmek istemiştim," dedikten sonra vücudundaki karları silkeledim.
"Korkunçsun!" Xiao Bing geldi ve bana sinirle vurdu, "Ödüm koptu az önce."
"Sendeki bu cesaretle insanları nasıl ameliyat ediyorsun ki?!"
Bir süre karda güreştikten sonra yorulmuştuk. Xiao Bing dinlenme salona geri dönmek için yaygara koparmıştı. Kolundan çektim ve, "Sadece bir kez daha, hadi Ersuo'ya gidelim. Orası çok güzel ve eğimi de yumuşak," dedim.
Xiao Bing bana bakarak, "Bu seferki de yalan mı?" dedi. Yanakları kızarmıştı ve iki sıra halindeki düzgün, beyaz dişleri konuşurken takırdadı, hızla dağılan beyaz buharı dışarı serbest bırakmıştı.
"Kesinlikle yalan söylemiyorum," dedim.
Ersuo, birkaç yıl önce inşa edilmiş bir dağ teleferiğiydi. Binmesi çok basitti, öndeki korkuluğu elinizle aşağı çekmeniz gerekiyordu. Oturduğumuz sırada üstünde örtü yoktu ve sık sık popomuzun altında gıcırdıyordu.
O gün hava açıktı ve kayak teleferiği çok yavaş hareket ediyor, karlık alandaki nemli rüzgar yüzümüze çarpıyordu. 
"Çok yavaş gidiyor. Bu teleferiği elden geçirmeliler," dedim.
Güneş, patikanın bir tarafında parlıyor ve her kar tümseği ışık ve gölgelerden oluşan bir desen oluşturuyordu. Ufak yolda çok fazla insan yoktu, kayak yapan birkaç çocuğun sesini bile duyabiliyorduk.
Xiao Bing ve ben yavaş ve yatay hareket eden teleferikte öylece oturuyorduk. Çam ağacının dalları açık ve belirgindi; yukarıya, ayaklarımıza kadar uzanıyordu. Etrafımız son derece sakindi.
"Çok güzel," dedi Xiao Bing, "Çok sessiz."
O öğleden sonra, Xiao Bing kayak yapmaktan yorulmuş ve salonda beni beklemişti. Akşam saat beşte kayaklarımı topladım ve dağdan aşağı indim. Öğleden sonra altı tur kayağı tamamlayıp tamamlamadığımı sordu ve beni ilk kez kar kıyafetleri içinde görmesine rağmen, ikinci kat penceresinin önünde otururken bir bakışta tanıyabildiğini söyledi.
O akşam bana, arkadaşlarla yemek yediğimiz sırada sohbete dahil olmamasına rağmen harika zaman geçirdiğini söyledi.
Bunun tam da Xiao Bing'in diyeceği bir şey olduğunu biliyordum. Etrafındaki insanlardan uyumsuz görünüyordu, haksızlığa uğramak ve değişmeye çalışmak istemiyordu ama nazik bir kalbi vardı.
Bir dahaki hafta sonu kızlar olarak kayak yapmaya gittik, ufaklık da çok eğlenmişti. Xiao Bing bundan çok mutlu olmuştu, ufaklığın benim gibi olmasını ve onun yolundan gitmemesini umduğunu söyledi. Ama sonrasında ufaklığa dönüp, "En iyisi annen gibi olman," dedim.
—son—
Son olarak çevirenin notu
Finali ettik... Bu kitabı çevirmeye karar verdiğimde sanırım şubat veya marttı, yazın bitirip insanlarla paylaşmak ve onların da okumasını sağlamak istediğimi hatırlıyorum.
Okurken gözlerim dolan ve kendime yakın hissettiğim, açıklayamayacağım bir büyüsü var gibi gelen kısımlar vardı. Bitirince burukluk doldu biraz içime.
Mükemmel olmasa da çeviride elimden geleni yapmaya çalıştım, okuduğunuz için teşekkür ederim hepinize~
—28 Ağustos 2022
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 20. Bölüm (Final)
Daha önce farklı erkek ve kızları öpmüştüm ama en tatlı, aynı zamanda en acı olanları Chen Ruobing vermişti.
"Artık böyle bir hayat yaşama," dedim.
Chen Ruobing başını omzuma gömdü ve şiddetle başını salladı.
Kulağına şöyle dedim, "Seni on altı yaşımdan beri seviyorum ve şimdiye kadar, hayatımın yarısına gelmişken... Hep, sadece bir kişiyi sevdim. Bundan vazgeçmeye çalıştım ama yine de acı çektim."
"O şarkı doğru söylüyordu. Senden haber almaktan korktum. İyi olsaydın, terk edilmiş hissedecektim; iyi olmasaydın da ağlayacaktım."
Chen Ruobing'in yüzünü gözyaşlarıyla durulanmış gibi görünen, soğuk elimle sildim; ardından düşünmeden yüzünü de avuçlarımla sildim.
"Bu sefer ne kadar saçma bir şey dersen de inanmayacağım! Ve benim hangi kişiyle çıkmamı ya da hangi kahrolası yere gitmemi söylersen söyle, yapmayacağım! Bencil olmak ve ne gerekiyorsa yapmak istiyorum. Seni unutmak için bir hikaye yazmaya bel bağlamayacağım ve artık kimsenin ne düşündüğü umurumda olmayacak."
Ne kadar denesem de Chen Ruobing'in gözyaşlarını kurulayamadım, ama yine de ona son on yıldır söylemek istediğim şeyleri söylemek istiyordum.
Bir süre konuştuktan sonra Chen Ruobing'in mırıldandığını duydum, "Ama şu anki halimle..."
"Ne varmış halinde?" diyerek lafını böldüm, "Sana sorayım; ne zaman daha iyiydin, şimdi mi yoksa on yıl önce mi?"
Chen Ruobing bana bakarken parlayan gözlerini kırpıştırdı ve, "Şimdi," dedi.
"Ben de öyle düşünüyorum."
Chen Ruobing'in ve benim otuz iki yaşına bastığımız yıl, ilk düzgün ilişkimize başladık. Altı yıllık evliliğinin başarısızlıkla sonuçlandığını gören ailesi, sonunda onu rahat bırakmıştı. Her şey yerine oturuyordu. Dairemi sattım, biraz para biriktirdim ve iki odalı küçük bir daire satın almak için kredi çektim. Elbette, Chen Ruobing hafta sonları fazla mesaiye kaldığında yapılacak ilk iş çocuğuna bakmaktı.
Chen Ruobing'in küçük kızı benimle ilk tanıştığında utangaç davranıyordu. Onu bisiklete binmeye, futbol oynamaya, paten kaymaya ve köpeklerle oynamaya çıkarıyordum. Chen Ruobing'in yapmasına izin vermediği her şeyi yapması için onu dışarı çıkarıyordum, sonraları bir bahaneyle hafta sonları kuzenimin oğlunu bizim evimize davet etmeye başladım. Bu şekilde, ikisi için yemek pişirmekle ilgilenmem gerekecekti sadece.
Sonradan ufaklık ve ben yakınlaştık; bana "abla", yeğenime "ağabey" ve Chen Ruobing'e "anne" demeye başlamıştı.
Bir gün, ufaklığa çizgi film açmak için internette gezinirken elim bir ebeveynlik forumuna değdi. İnsanların dört-beş yaşındaki çocuklarının birçok karakter ve kelime bildiğini, birçok da kitap okuduğunu gördüm.
Chen Ruobing'e, "Ona İngilizce öğrettin mi?" diye sordum, o ise hayır dedi.
Sonra, "Peki ya Çince karakterler?" diye sordum.
"Büyükannesi ve büyükbabası biraz öğretti."
"Onu bu şekilde yetiştirmeye devam etmek istediğine emin misin? Yeğenim her türlü eğitim kursuna gitti."
Chen Ruobing yorumda bulunmadı ve bir süre sonra, "Neden iki yıl daha etrafta oynamasına izin vermiyoruz?" dedi.
Böylece ufaklık altı yaşına geldiğinde yabani bir çocuğa dönüşmüştü. Dış görünüşü Chen Ruobing'e çok benzemesine rağmen, kişiliği onun gibi değildi. Bu konuda bazı pişmanlıklarım vardı. Bundan sonraki birkaç yılda Chen Ruobing ameliyatlara girmeye başladı, eve geldiğinde de ufaklık çoktan uyumuş oluyordu.
"Senin gibi başka bir anne daha var mıdır ki?" dedim.
Banyo yapması on dakika sürmüştü, ardından yatağa girdi ve gülerek, "Ben öyle olsam da, sen varsın ya?" dedi. Bir an düşündükten sonra, "Böylesi çok güzel. Gelecekte iyi bir evlat ya da eş olmak zorunda değilim," diye ekledi.
"Hey, insanlar ortaokuldayken böyle davranır. Asi dönemlerin biraz geç gelmedi mi?"
"Mhm, biraz gecikti." Chen Ruobing yanımıza geldi ve gülümseyerek şöyle dedi, "Ama iyi ki hala zamanım var."
***
Ç/N: Sizi ekstraya alayımm
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 19. Bölüm
Lobinin bekleme salonuna oturdum ve küçük bir grup hemşirenin dışarı çıkışını izledim. Çoğu en güzel yaşlarındaydı ve mesai bitiş saati olmasına rağmen yüzleri ışıl ışıldı, bir araya toplanmış bir yandan konuşuyor bir yandan da gülüyorlardı.
Bir süre bekledikten sonra aşina olduğum, fakat bir şekilde tanıdık gelmeyen o figür benim olduğum yere doğru yürüdü. Chen Ruobing bej renkli sıradan bir ceket, kot pantolon ve yumuşak tabanlı spor ayakkabılar giymişti. Bu sefer yüzünü gördüğümde on yıl öncesinden bir farkı yoktu, gülümsediğinde yüzünde oluşan çizgiler bile aynıydı. Ama yakından bakıldığında bu, olgun bir kadının tarif edilemez bir çekiciliğe sahip gülümsemesiydi.
"Seni beklettim."
"Sorun değil." Gülümsedim ve Chen Ruobing'in yanında yürümeye başladım.
"Çok güzel olmuşsun," dedi.
Başımı ona çevirdim, "Sen de değişmişsin."
Chen Ruobing gülümsedi. Biraz utanmış gibiydi, bu yüzden başını eğdi, "Yaşlandım. Gece nöbetlerim için sürekli bütün gece uyanık kalmak zorunda kaldım. Şimdiden kırışıklıklarım oluşmaya başladı."
"Çok güzelsin ve hayal ettiğimden çok farklısın. Olsa olsa zaman senin için durur sanmıştım ama gördüğüm, yaşadığın onca şey için seni ödüllendirdiği oldu," demek istedim.
Ama yaklaşık on yıl sonra gerçekleşen ilk buluşmamızda bu sözleri söyleyemedim.
Tıpkı on sene önce kendi başımıza ders çalıştıktan sonra yemek yemeye gittiğimiz zamanlar gibi, Chen Ruobing ve ben sessizlik içinde dışarı çıktık.
Sonbaharın sonlarında ay gökte yavaşça yükselirken bir süre cadde boyunca yürüdük.
"Ailen nasıl?"
Chen Ruobing başını salladı, "Babam birkaç yıl önce bir ameliyat geçirdi ve iyileşiyor. Çocuğun yaşının artık daha büyük olması iyi bir şey, bu sayede o kadar yorucu olmayacak."
Demek Chen Ruobing bir anne olmuştu! Her sınavda birinci olan ve ilk sırada yer alan o sessiz kız, artık bir anneydi.
Bu haber karşısında ağzım açık kalmıştı.
"Çocuk... Erkek mi, kız mı?"
"Kız, dört yaşında."
Başımı salladım ve şirketimdeki anne olan kadınlarla konuşabileceğim şeyleri düşünmeye başladım. Fakat bir süre düşündükten sonra saçmaladığımı hissetmiştim.
Sonuçta o hâlâ Chen Ruobing'di.
Akşam yemeği için bir restoran seçtik ve ikimiz de geçtiğimiz birkaç yıl hakkında konuştuk. Sohbetimizin ortasındayken bir telefon aldı ve kızının ateşi çıktığını öğrendi. Aynı şekilde yemeğimizin ortasında, Chen Ruobing oradan ayrıldı.
Bir aydan fazla bir süre sonra, liseden sınıf arkadaşlarım iki buluşma düzenledi. Haberi veren eski sınıfımdan bir adamdı. Chen Ruobing'e gidip gitmeyeceğini soran bir mesaj gönderdim. Buna vakit bulamayabileceğini ve o zaman geldiğinde tekrar durumuna bakacağını söyledi.
Buluşma günü, herkes büyük bir masaya doluşmuştu. Buluşmaya ilk defa geldiğim için herkes etrafımda toplanmış Amerika'da yüksek maaş alıp almadığımı ve hâlâ aynı Amerikan maaşını mı aldığımı soruyordu. Eski sınıfımdan oldukça zengin görünen iki adam vardı ve bunlar hiç durmadan aynı şeyleri soruyordu. Yemeğin yarısına gelindiğinde, nihayet Chen Ruobing kapıyı itip içeri girdi.
Düz siyah bir ceket giymişti, saçlarıyla kıyafeti birbirinden ayırt edilemiyordu. Yüzü kireç gibi olduğu için dikkatlice baktım, gözlerinin altında birer karaltı vardı.
"Üzgünüm. İşten yeni çıktım."
Bir adam, "Sana gerçekten saygı duyuyorum, Ruobing, cidden geldin," dedi.
Yanımdaki sandalyeyi çekip oturmasını işaret ettim. 
Chen Ruobing'in gelişi çok geçmeden herkesin dikkatini çekmişti, bunun ardından Chen Ruobing'in son birkaç yıldır sadece bir buluşmaya katıldığını öğrendim. İnsanlar ona bir doktor olarak nasıl hissettiğini sordu.
Chen Ruobing gülümseyerek, "Güzel," dedi. Sonra birkaç kişi o ve Yang Xu hakkında şaka yaptı, o ise sadece gülümsemekle yetinmişti.
"Yang Xu şimdi nerede?" diye sordum.
Yanımdaki bir kişi, "Bir süredir Amerika'daydı," dedi, "Bilmiyor muydun?"
Başımı iki yana salladım, sonra bir adamın Chen Ruobing'e, "Doktor olmak çok yorucu, ne kadar para kazanıyorsun?" diye sorduğunu duydum.
Okuldayken bu çocuğun Chen Ruobing'le konuşmaya asla cesaret edemediğini hatırlıyordum. O sırada, nedense, sözleri kulaklarıma rahatsız edici gelmişti; bu nedenle Chen Ruobing'in cevap vermesini beklemeden araya girdim, "Paradan bahsetmesek nasıl olur? Ne kadar kırıcı."
Birkaç kişi buna güldü ve o adam beceriksizce, "Erkekler çok baskı altında, biliyorsun. Ailemizi geçindirmek için para kazanmamız gerekmiyor mu?" dedi.
Bunun ardından yaklaşık bir saat boyunca, kendini övmekle kıyaslamanın karışımı saygısız şakalar yapılmıştı. Chen Ruobing kesinlikle bu tür bir ortama ait değildi ve ondan gelmesini istediğime pişman olmaya başlamıştım.
Buluşma sonlara yaklaşırken, Chen Ruobing'in diğer tarafında oturan bir kadın sınıf arkadaşının ona sessizce, "Çocuğun nasıl?" diye sorduğunu duydum. Chen Ruobing ise, "İyi," diye karşılık verdi. O kadın sınıf arkadaşımız da doktor olmuş ve geleneksel Çin tıbbı eğitimi almıştı. Sonra şöyle fısıldadığını duydum, "Hastanemizde iyi bir erkek meslektaşım var. Otuz beş yaşında, o da boşanmış ve çocuğu yok. Sizi tanıştırmamı ister misin?"
Buna iki saniye sonra tepki verebildim, ardından odada hiçbir şey duyamayana kadar başım uğuldamaya başlamıştı.
Başımı çevirdim ve Chen Ruobing'e baktım. Benim bunu duyduğumu ve kendi yüzünde doğal olmayan bir ifade olduğunun farkındaydı ama daha fazla açıklama yapmadı.
Kalabalık dağılırken Chen Ruobing ile ben oradan gitmeden önce en son biz kalana dek oyalandık. Dışarı çıktığımızda ve soğuk rüzgar yüzümüze vurduğunda, gözyaşlarım akmaya başladı.
Ona, "Xiao Bing, ben senin... en iyi... arkadaşın mıyım?" diye sordum.
Chen Ruobing kafasını yukarı çevirerek bana baktı, sonra başını indirdi ve sessizce, "Evet, sen benim... en iyi arkadaşımsın. Sen... bana en yakın kişisin," dedi.
"Her zaman mı?" diye sordum.
"Her zaman," dedi.
Omuzlarından iki elimle tuttum ve, "Geri dönmesem ve bir daha görüşmesek bile öyle olacak mıyım?" diye sordum.
Chen Ruobing yukarı bakarken gözleri titreyen yaşlarla doluydu, "Evet."
Ellerimi uzattım ve onu kollarımın arasına aldım. Saçları yüzümü gıdıklıyor ve gözyaşlarıma yapışıyordu.
"Öyleyse neden... benden bu kadar çok şey sakladın?" Artık tutarlı konuşamıyordum.
"Seni... rahatsız etmekten... korktum."
Chen Ruobing'in omuzları seğirdi ve kollarımda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Birbirimize sarılarak uzun bir süre ağladık, sonra yüzünü ellerimin arasına alıp onu öptüm. Dudaklarımızın değdiği yerler tuzlu gözyaşlarıyla kaplanmıştı.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 18. Bölüm
Amerika'da altı yıl çalıştım. Ailem ısrarla beni evlenmem için acele ettiriyordu ve acele ettirdikçe daha da sabırsızlaştılar, bu yüzden bir kör randevuya çıkmam için Çin'e geri döneyim diye baskı yapmaya başladılar. O kadar rahatsız olmuştum ki onlara doğrudan kızlardan hoşlandığımı söyledim.
Daha sonra beni ziyarete geldiklerinde onlara yıllardır yaşadığım tüm ilişkileri anlattım. Denemediğimden değil diye söyledim, hatta bir kereden fazla denemiştim. Depresyondan ölmemi istemedikleri sürece artık bir erkekle evlenme ihtimalim yoktu.
Annem birkaç gece boyunca ağladı, babamsa durmadan iç çekiyordu. Birkaç gün kaldıktan sonra gitmek istediler ama gitmeyin dedim. Burada söylenen hiçbir şeyi anlayamadıklarını ve buradayken hem dilsiz hem de sağır olduklarını söyleyerek karşı çıktılar. O birkaç günde annem ve babam birden daha da yaşlanmış gibiydi. Bundan sonraki birkaç yılda bir arada olduğumuzdan çok daha fazla ayrı zaman geçirdik; onları her gördüğümde biraz daha yaşlandıklarını, kalbimdeki suçluluğun da biraz daha derinleştiğini hissediyordum.
Zaman acımasızdı. Ailem bir yana, aynadaki "ben" bile artık daha farklı görünüyordu.
Üniversiteye başlayıp Chen Ruobing ile vakit geçirmeye başladığımdan beri onlardan yavaş yavaş uzaklaşıyordum. İşte o zaman birini gerçekten sevmeyi öğrenmeye başlamış ve ona her şeyin en iyisini -zamanımı, enerjimi ve düşüncelerimi- vermek istemiştim.
Neticede ebeveyn-çocuk ilişkimiz daha da uzaklaşmıştı, otuz yaşıma bastığımda on günden fazla bir süre birlikte kaldık ama annemle babam kendilerini buraya uygun değil gibi hissetmişti.
Sonunda dediler ki, "Neden Amerika'da kalmıyorsun? Burada hayatın daha kolay olacak."
Bunu duyduğumda ağlamıştım, "Eleştirilere kulak asmayan biriyim ve hiçbir şeyden korkmuyorum," dedim, "Çocuk istemiyorum ve o kadar paraya da ihtiyacım yok. Eğer doğru insanı bulamazsam, hayatımın geri kalanını sizinle geçireceğim o halde. Yani olaya iyi tarafından bakmalısınız, benim gibi insanlar kolay bir hayat yaşıyor."
Bu bir veya iki yıl içinde şirketimin Çin'deki işleri artmıştı ve oraya geri dönmek için sık sık fırsatlar doğuyordu. Daha sonra şirkete başvuruda bulundum ve yurt içi bir şubeye transfer edildim. Bir yıldan fazla bir süre bekledikten sonra, otuz iki yaşıma bastığım yıl nihayet Pekin'e dönmüştüm.
Yıllar içinde kazandığım parayı, ailemden çok da uzakta olmayan tek yatak odalı bir daire satın almak için harcadım. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Bu sabah dokuz-akşam beş şeklinde geçen günleri seviyordum. Kendi kendimi kontrol edemediğim için, sabit bir biyolojik saate ihtiyacım vardı. Gündüzleri çalışıyor, geceleri bir şeyler okuyor, kışın hafta sonlarında birkaç arkadaşımla kayak yapmak için Chongli'ye gidiyor ve hafta sonları kalan vakitte bir badminton kulübüne gidiyordum. Temelde yaşamak istediğim hayat buydu. Hayatımın geri kalanını böyle geçirsem hiç dert etmezdim. 
Chen Ruobing'e geri dönüşümden bahsetmemiştim. Bazı insanlar birini unutmanın en iyi yolunun bir hikaye uydurup onu baş karakter olarak yazmak olduğunu söylerdi. O zamandan beri bu yaklaşımı denemiştim ve faydasını görmüş gibiydim, bu yüzden denemeye devam edecektim.
Bir keresinde annem şans eseri, "Geçmişte aynı sınıfta olduğun o zeki kız, şimdi Youyi'nin gastroenteroloji bölümünde bir doktor. Onunla hâlâ görüşüyor musun?" diye bahsetmiş bulundu.
Er ya da geç adını duyacağımı ve onu tekrar göreceğimi biliyordum. Ama bana bu kadar yakın bir yerde çalıştığını bilmiyordum. Bu haber beni biraz endişelendirmişti.
Onu görmek için ilk adımı atmam gerektiğini hissettim. Ne olursa olsun, tek kelime etmeden dönmemeliydim.
Bir cuma günü işten sonra o hastanenin gastroenteroloji bölümüne gittim, kapıdaki hemşireye sordum ve Chen Ruobing'in o gün bulunduğu muayene odasını buldum.
Doktor önlüğü Chen Ruobing'in ince vücudunu sarıyordu ve saçları başının arkasında toplanmıştı. Bir maske taktı, hastayla konuşurken başı eğik bir şekilde tıbbi kayıt tutuyordu. Hasta gidene kadar bir süre kapının yanındaki sandalyede oturup bekledikten sonra oraya doğru yürüdüm.
"Kayıt olmuş muydun? Bugünlük mesaim bitti."
Chen Ruobing bilgisayar ekranına baktı, sesi maske yüzünden biraz boğuk çıkmıştı. Ses tonu yumuşaktı ve ağzından çıkan her kelimeyi duymak biraz çaba gerektiriyordu.
Hareket etmediğimi fark eden Chen Ruobing, başını kaldırdı.
Delicesine çarpan kalbimle, yüzüme sakin bir gülümseme yerleştirmek için elimden geleni yaptım.
Ama onunla göz göze geldiğim an bunda başarısız olmuştum.
Chen Ruobing'in ufak yüzünde yalnızca bir çift simsiyah göz açıktaydı.
Onu hiç böyle soğuk, derin bir kuyuya benzeyen gözleriyle görmemiştim. Kuyunun ağzından bakıldığında sadece saf, dipsiz bir siyahlık vardı.
Karanlık beni olduğum yerde dondururken bir düşünce zihnime hücum etti. 
Chen Ruobing büyümüştü ve artık benimle çikolata yiyen o küçük kız değildi. Küçük bir kızın böyle gözleri olmazdı.
"Sen, sen neden buradasın?" Chen Ruobing ayağa kalktı ve gözlerini kırpıştırdı, o iki su kuyusu gün ışığıyla parlamıştı.
"Ah... seni görmeye geldim."
"O zaman, birlikte yemek yemeye gidelim mi?" diye soran Chen Ruobing kalemini bıraktı ve ellerini birbirine kenetledi, sonra açıp elini kaldırdı ve yüzünün yanındaki serbest saçları kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Tamam, seni dışarıda bekliyorum." Arkamı dönerken başımı eğdim ve onun hastanedeki tüm kızların giydiği türden bir çift beyaz kumaş ayakkabı giydiğini gördüm. Birden onun doktor olmaya gerçekten uygun olduğunu ve buna ondan daha uygun kimsenin olamayacağını hissetmiştim.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 17. Bölüm
Forumdaki gey topluluğunda epeyce kişi vardı ama lezbiyen diye bir bölümü yoktu. Yazımı yayınladıktan sonra, birçok insanın ilgisini çekti. Teselli veren, iyi dilekler sunan, gizlice merak eden ve hatta alay edenler gibi tüm zihniyetlerden insanlar görüntülüyordu. Ama beni etkileyemiyorlardı, çünkü benim hikayem çok öncesinde yazılmıştı zaten.
Sonraları daha fazla insan gelip okumaya başladı, bazıları hikayeyi benim uydurduğumu öne sürerek sorgulamaya başlamıştı. "Arkadaşım" ya da "sınıf arkadaşım" diye geçen kişi kendinden bahsediyor, "ben" diye geçen kişi ise dikkat çekmek için gerçekleri saptırıyor olmalıydı. Düşününce, durum gerçekten de buydu, bu yüzden bir roman yazıyormuş gibi davranacaktım.
Bu kuzey şehrinde kışın çok kar yağıyordu. O yıl Noel arifesinde Tayvanlı bir adam beni kayak yapmaya davet etti. Bir anda, uçma hissine aşık olmuştum. Karda özgürce dönebilmek için bütün kış uğraştım. Onunla kayak yaparken, Liu Yufei ile birlikte olmanın tamamıyla aynısını hissettiriyordu. Artık bir erkeğe aşık olma şansım olmadığını biliyordum. Bir sonraki hayatımda erkek olmalıyım. Sporu çok seviyordum ve erkeklerle iyi anlaşıyordum, çok iyi arkadaşlarım olacağından emindim. Ama bir kez daha düşününce, Chen Ruobing'in saç teli kadar ince olan duygularını sadece kızlar anlayabilirdi. Erkek olsaydım, her zaman Chen Ruobing ile aramda bir perde bulunacaktı. Onunla evlenme olasılığım olsa da, istediğim böyle bir ihtimal değildi. Bir zamanlar sahip olduğumuz o birbirini bütünüyle anlama halini istiyordum.
Yani bir sonraki hayatımda yine bir kız olmalıyım. Sonraki hayatımda ona aşık olmak istemiyordum, onun en iyi arkadaşı olmak istiyordum.
Bir yıl sonra, temel olarak hikayemi yayınlamayı bitirdim. Bu yıl içinde, gönderilerime yorum yapan birçok internet arkadaşım oldu. Farklı farklı hüzünlü hikayeler anlatan erkekler ve kızlar vardı. Sevmeye değer diyordum, ama onlar birbirini sevenlerin birlikte olması gerektiğini söylediler. Yirmi yaşındayken Çin Yeni Yılı'nda aldığım şeylerin hayatımın geri kalanında bana yeteceğini söylerdim. Artık aşka inanmadıklarını söylediler. Bense hâlâ aşka inandığımı, elli ya da altmış yaşında, menopoza girmiş, kırışıklarla dolu ve tanınmayacak kadar yaşlı olsam bile yine de seveceğimi söyledim. 
Üç yıl sonra yüksek lisanstan mezun olduğum yaz, okul bahçesinde mezuniyet elbisemle fotoğraf çektirirken Chen Ruobing aniden bana bir mesaj gönderdi.
"Sha Yu, ben evleniyorum."
Şaşkınlıkla, "Neden evlenmek için bu kadar acele ediyorsun?" diyerek düşünmeden cevap verdim. 
Hemen yanıtladı, "Annemle babamın sağlığı pek iyi değil, çok ödevim var ve gelecek sadece daha çok yorgunluk ve meşguliyet getirecek, bu yüzden bana yardım edecek birine ihtiyacım var."
Chen Ruobing'in ailesi, o doğduğunda oldukça yaşlıydı. Bu cevabı okuduktan sonra, "Ah, sana iyi davranıyor mu..." diye yazmaya başladım.
"Benden birkaç yaş büyük ve bana iyi davranıyor," diyen bir mesaj gönderdiği sırada henüz soru işaretini koyamamıştım.
Güldüm ve yazdığım kelimeleri sildim. "Amca ve teyzeme iyi bak" diye cevap vermek istedim ama bunun alakasız olduğunu düşündüm ve yine sildim. Bir an düşündükten sonra nihayet, "Kendine iyi bak," yazdım.
Ben telefonumda defalarca silip geri yazarken Chen Ruobing de bir şeyler yazıyordu. Tam gönderdiğimde, "Nasılsın? Erkek arkadaşın var mı?" diye sordu.
Galerimi açtım ve benimle o Tayvanlı adamın fotoğrafını buldum. O gün hava çok soğuk ve rüzgarlı olduğundan patikada tek bir kişi bile yoktu. Dağın tepesindeki sıcaklık göstergesi eksi yirmi altı derece gösteriyordu. Hatıra kalması için sıcaklık göstergesinin yanında bir selfie çekmiştik. Kan kırmızısı renkte giyinmiştim, yüzümde tek bir bölge bile açıkta değildi. Kayak gözlüklerime, gökyüzünde süzülmekte olan kar tanelerinden başka bir şey yansımıyordu. Bunların içinde oldukça havalı göründüğümü düşünüyordum.
Bu resmi Chen Ruobing'e gönderdim ve o, "Bu harika. Senin adına sevindim," diye karşılık verdi.
O yaz, bazı sınıf arkadaşlarımla yüzmek için Batı Sahili'ne gittim. Kaliforniya'ya gelmiştim.
Kaliforniya'da güneş ışığı güzeldi ama herhangi bir yerde görülenden pek farklı değildi. Sahilde palmiyeler vardı ama gümüşi beyaz kum görememiştim.
On altı yaşındayken, o şarkı yüzünden beklentiyle dolmuştum. Buraya gerçekten geldiğimde hayal kırıklığına uğradığımı söyleyemezdim ama, artık on altı yaşımdaki saflığa ve enerjiye sahip değildim. 
Hayvanların da insanların da böyle olduğuna inanıyorum. Her yıl büyürüz, vücudumuza bir taş bağlanır ve bu yüzden giderek daha sakin ve içine kapanık hale geliriz. 
Bir fotoğraf çekip Chen Ruobing'e göndermek istiyordum ama uygunsuz olacağını düşündüm. Ne cevap vermesini istiyordum ki? Bazen anlık mesajlaşma gerçekten yersiz oluyordu.
Sonuç olarak bir yığın Kaliforniya kartpostalı aldım ve ona postaladım.
Mezun olduktan sonra çalışmak için Amerika'da kaldım. Burada gerçekten daha özgür bir ortam vardı. O birkaç yılda iki kızla çıkmayı denedim. Biri hayat dolu ve açık fikirliydi, diğeri ise biraz Chen Ruobing gibi sessizdi. Fakat en sonunda, iki ilişki de hiçbir sonuca ulaşamadı.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 16. Bölüm
Bölümümüz büyük bir iş bulma kaygısı yaşattığından, üçüncü sınıfın ikinci yarısından itibaren sınıfın yarısından azı yüksek lisans sınavına girmeye ve ana dal değiştirmeye, geri kalanı ise yurt dışına gitmek için İngilizce sınavına hazırlanıyordu. Ailem de beni yurt dışında okumaya ikna etmeye çalışıyordu. Hem akademik hem de duygusal olarak ne yapacağımı bilemediğim için o zamanlar çok endişeliydim. Adeta hayatımın kritik bir yol ayrımındaydım.
Chen Ruobing'e belli bir seviyede kızgındım, onun bu kadar mantıklı davranmasının yanında duygusuz olmasından nefret ediyordum, ama yapılabilecek hiçbir şey yoktu.
Ardından TOEFL ve GRE'ye girmek için zorlu yola adımımı attım. Akşamları kurslara kalıyor, kelime ezberlemek ve alıştırma testleri çözmek için uzun zaman harcıyordum. İlk başta hala Chen Ruobing'i görmeye gidiyordum ama bir süre sonra artık zamanım olmamaya başladı, onunla sadece cep telefonuyla iletişim kurmak zorunda kalıyordum.
Bir gün oda arkadaşım ağzından kaçırarak bana, "Neden sınıf arkadaşının artık seni görmeye geldiğini görmüyorum?" diye sordu.
O an nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Bunun üstüne hiç düşünmediğimi söylemek güvenli olurdu.
Oda arkadaşım bunu sorduktan sonra, ben yatakta uyuyamadan yatarken birkaç kişiyle sohbet etmeye başladı.
Bu gerçek anlamda ilk ilişkimdi ve bakabileceğim benzer bir örneği daha yoktu, bunu diğer kızlar gibi tartışamayacak olmam bir yana, kalbimden şüphe ve ilişkimizden olumsuz duygular eksik olmayacaktı.
Bütün gece düşündükten sonra Chen Ruobing'in beni aslında o kadar da sevmediğini hissettim. Ona mesaj göndermemek için kendimi tuttuğumda elbette benimle iletişime geçmek için ilk adımı atmıyordu. O zamanlar gördüğüm motivasyon kırıcı alıntılar kafamda belirdi. Birinin yüzde yetmiş sekizini sevebilmek ve gerisini kendilerine saklamak, bir de aşkta ilk adımı atmak için güçlü olmak zorunda olmakla ilgili bir şeylerdi.
Bu nedenle, üniversiteye başladığımdan beri gerçekleşen en çılgın çalışma dönemimi yaşadım. Gün içinde başım dönene kadar kelime ezberlerdim ve gece yurda döndüğümde hissettiğim tüm olumsuz duyguları günlüğüme yazardım. Bundan sonra uyurdum ve döngü yeniden başlardı.
Çoktan üç ya da dört kalın günlüğü doldurmuştum ve çoğu gün Chen Ruobing de yazdıklarımda geçiyordu. Asıl amacım hikayemizi yazmak olduğu için ilk başta her şey onunla ilgiliydi, sonra hayatımın diğer yönlerini dahil etmeye başladım ve zaman geçtikçe onunla ilgili kısımlar giderek azaldı.
GRE ve TOEFL'a girip bitirdiğimde Chen Ruobing hastanenin merkez bölümünde çalışmaya başlamıştı, çok sayıda laboratuvar sınavı ve profesyonel sınavlara giriyor, bu yüzden onu görmeme olanak verilmiyordu. Bu nedenle, son sınıfta oraya sadece birkaç kez gittim. Benden bilerek uzak durduğu belliydi. Belki beni yurt dışına gitmeye ikna etmeye çalışırken, belki de daha öncesinde zaten benden ayrılmayı kafasına koymuştu. 
Son sınıfta, kendisi de erkek arkadaşı da Pekinli olan bir kız dışında, yurtta erkek arkadaşları olan kızlar onlardan ayrıldı. Herkes bu sonucu kabullenmiş ve ortama alışmıştı. İlginçtir ki, ayrılmayı önerenlerin hepsi kızlardı. Belki kızlar kritik zamanlarda daha akılcı davranıyordu, ya da erkekler anlaşılmayı bekleyen ipuçları bırakıyordu; yalnızca bir tesadüf olabilir miydi ki?
Bilmiyordum. Hikayelerinin beni ilgilendiren hiçbir yanı yoktu.
Telefonumu çıkarıp Chen Ruobing'in profil resmini bulduğumda çoktan üçüncü sayfaya düştüğünü fark ettim.
"Ayrıldık mı?"
İki saatin ardından, Chen Ruobing bir tek kelime gönderdi, "Üzgünüm."
Son sınıfın ikinci döneminde, bir okuldan teklif beklerken yapacak işim yoktu. Okulumuzda çok fazla basketbol sahası yoktu, pek oynayan da yoktu zaten. Basketbol sahasının alanı badminton sahalarına bölünmüştü. Daha sonraları bir koç buldum ve düzenli olarak badminton öğrenmeye başladım. Koç benden uzun mesafe koşu antrenmanı yapmamı istemişti, bu yüzden tüm zamanımı koşarak ve top oynayarak geçiriyordum. 
Kişi enerjisini tamamen sevdiği bir-iki şeye verdiğinde, gerisini unutabilirdi.
İşte o zaman sporun verdiği sevinci yeniden tam anlamıyla yaşamıştım. Aşkın getirdiği sevinç insanı sarhoş eder, spor ise sonrasında seni zinde tutardı. En önemlisi, kalbim yeniden özgür hissediyordu. Sık sık geçmişi düşünüp üzülürdüm, ama artık tüm kalbim tek bir kişiye bağlı değildi.
Duygularım nihayet bana aitti.
Bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilmiyordum.
Aynı yılın ağustos ayında Amerika Birleşik Devletleri'ne geldim. Annem benim için her türden günlük ihtiyaç duyulan şeylerle dolu üç büyük valiz hazırlamış ve içine tencere, tava ve mutfak bıçaklarını koymaya yeltenmişti. 
O zamana kadar yazmayı seviyordum ve elle yazmayı tercih ediyordum. Yıllardır yazdığım her şeyi yanımda götürdüm.
İlk dengesiz geçen daire arayışı, ikinci el mobilya satın alma, okula kayıt olma ve ders seçme döneminden sonra her şey yoluna girdi. Bir mühendislik bölümüne geçmeyi başardım, dersler başta çok ağır değildi. O sırada okunacak basılmış kitap yoktu, bu yüzden bir kindle aldım ve e-kitap okumaya başladım, bilgisayardan yazmaya da başlamıştım.
Bir gece aklıma aniden Chen Ruobing geldi, bu yüzden tüm günlüklerimi çıkardım ve hepsini okudum. O sırada kalbim artık acımamıştı.
Birden aklıma tuhaf bir fikir geldi, o dönemde Amerika'daki Çinliler arasında ünlü olan bir foruma girdim. Forumda pek çok bölüm vardı, bunlardan biri içindeki birkaç kişiyle hoş bir atmosfere sahipti, herkes aklına gelen şeyleri yazmayı seviyordu. O bölümün üyeleri arkadaş canlısıydı da.
İlişkimizi sona erdirecek olsa bile, Chen Ruobing ile benim hikayemi yazıp yayınlamaya karar verdim.
O sıralarda, ilk defa Wang Er ve Chen Qingyang'ın* hikayesini okumuştum ve zihnim bir ağaca sarılmış sarmaşık misali Chen Qingyang ile doluydu. Bu yüzden hikayemde Xiao Bing'in soyadını Chen* olarak değiştirdim.
— —
Ç/N
1. Wang Er ve Chen Qingyang, Wang Xiaobo'nun Altın Çağ kitabından karakterler.
2. Bu ifadenin ne anlama geldiğinden tam olarak emin değilim çünkü Chen Ruobing'in soyadı zaten Chen. (aynı yazı karakteri her iki durumda da kullanılıyor)
1 note · View note
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 15. Bölüm
Chen Ruobing'in ailesi tipik bir aydın aileydi. Babası Pekin'deki bir üniversitede profesördü ve annesi bir lisede İngilizce öğretmenliği yapıyordu. Chen Ruobing hep annesinin bizim okuduğumuz lisede çalışmadığı için şanslı olduğunu, yoksa zamanını kesinlikle mutsuz bir şekilde geçireceğini söylerdi. Annesi katı bir öğretmen olarak biliniyordu ve de çok iyi öğretiyordu. Küçük yaşta İngilizce sınıf başkanı olmuş ve büyüdüğünde müdür bile ona saygı göstermek zorunda kalmıştı. Lise öğretmenlerinin de öğrencilerin arasına katıldığı günümüz çağında, annesi mucizevi bir şekilde ürpertici havasını koruyabiliyordu.
Aile, kişinin karakterini büyük ölçüde etkiler. Sonuçta biri doğar doğmaz kaderinin büyük bir kısmına neredeyse karar verilmiştir. Bireyin kendi kontrolü dahilindeki tek şey gideceği ana yoldaki küçük dallardır.
Chen Ruobing ve ben bundan sonra altı ay boyunca bir balayı evresi geçirdik. Bu süre zarfında her gün birbirimize bağlı kalabilmeyi diliyorduk, ne zaman yollarımız ayrılacak olsa okulun önünde uzun süre oyalanıyorduk. Bazen kütüphaneden çıktıktan sonra yolda yürüyorduk ve söylenecek pek bir şey olmuyordu. Birbirimize bakıp kıkırdar, kıkırdadıktan sonra öpüşür, öpüştükten sonra yemek için birer top dondurma alırdık.
Şimdiye kadar Chen Ruobing ile birlikte olmak çay içmek gibiyse, o zaman bu süre boyunca her gün sarhoş olana ve gerçek ile hayali ayırt edemeyene kadar aşırı derecede içiyordum. Benim için gelecek, çevik ve kurnaz bir balık gibiydi— o kadar kaygandı ki ne kadar denersem deneyeyim onu ​​yakalayamazdım. O anı yaşarken tek görebildiğim ben ve Chen Ruobing'di.
Öte yandan Chen Ruobing ise her şeyi planlı yapan ve kurduğu yaşam yolunda adım adım ilerleyen bir insandı. Bir sonuca varmayacak şeyleri yapmamanın daha iyi olduğunu düşünen aklı başında biriydi, bu yüzden önce ailesine itiraf etmişti.
Daha sonra annesi, önünde hâlâ onu bekleyen bir hayatının olduğunu, bu yüzden bu kadar erken karar vermemesi gerektiğini söylemişti. Hayatın boyunca parmakla gösterilmeyi ve hakkında fısıldaşmalarını kaldırabilir misin? Yaşlandığında güvenecek kimsenin olmamasıyla başa çıkabilecek misin? Chen Ruobing, evli olmasa da çocukları olabileceğini söylemişti. Annesiyse, "Babasız bir çocuğu görmeye yüreğin elverir mi?" demişti.
Chen Ruobing'in daha sonra bana söylediği tek şey buydu. O gün, o ve ben batı kapısının dışındaki bir barbeküye gittik ve vakit oldukça geç olana kadar konuştuk. Annesine karşı gelemeyeceğini ve annesinin haklı olduğunu söyledi. Ama o da yanlış bir şey yapmıyordu. Kimin hatalı olduğunu bilmiyordu.
Chen Ruobing'in acısını hissedebiliyordum. Bu acıyla başa çıkma yolu ise kendini sonsuz profesyonel kitaplar denizinin içine atmaktı, çünkü bu yönü zaten sınır tanımazdı.
Özel kurslar ve çeşitli laboratuvarlar döneminin gelmesiyle Chen Ruobing artık o kadar meşguldü ki bayılmak üzereydi, birbirimizi nadiren görüyorduk.
Kendini kasten bu kadar meşgul ettiğinin farkında olsam da ondan bir şey istemeye cesaretim yoktu.
Ne yapabilirdim ki? Benimle fazladan bir öğünü daha geçirmesini mi isteyecektim? Ya da benimle biraz daha fazla konuşmasını?
Söylenebilecek şeyler zaten birkaç kez söylenmişti ve günler hep birer birer geçmek zorundaydı. Gerçeklikte her bir gün, şiirsel ya da çok uzaklarda olmayan monoton bir şekildeydi.
O zamanlar bir insanı sevdiğimde ne yapmalıyım, diye düşünüyordum. Gerçekten bir insan bana ait olabilir miydi? Her gün birlikte olmak, onun bana ait olması mıydı? Birbirini seven iki insan tam olarak nasıl anlaşıyordu?
Yirmi yaşındaki ben, bunlara hiçbir cevap bulamamıştı.
Daha sonra, Chen Ruobing benim önümde bir daha hiç ailesinden bahsetmedi; ailesinin evindeyken de benim hakkımda ağzını kapalı tuttuğunu düşünüyordum.
Birinci sınıfın başında, herkes sıradaki adımlarını düşünmek zorundaydı. Yurt dışına gidecekler GRE ve TOEFL* eğitimi almaya başlamış ve gelecek dönem yüksek lisans  giriş sınavlarına girecek olanlar da makale gözden geçirme sürecine başlamak zorunda kalmıştı. Benim bölümümde yüksek lisans ve doktora çalışmaları için çok az yer vardı, bunların hepsi de en iyi öğrenciler tarafından kapılmıştı.
Ç/N: GRE, birinin lisansüstü düzeydeki kurslara ne kadar hazır olduğunu değerlendirmek için yapılan bir sınavdır. TOEFL ise bir kişinin İngilizce becerilerini test eder. Öğrencilerin ABD'de yurt dışı lisansüstü eğitimi almaları için her ikisinin de yapılması gerekir.
Chen Ruobing yurt dışına gitmemi önerdiği zaman uzun süre bir şey demedim.
Daha sonra onunla büyük bir kavga ettik, bu bizim için bir ilkti.
"Notların iyi ve ana dalın kuramsal bilim, İngilizceni geliştirip yurt dışında okumalısın," demişti.
"O zaman neden yurt dışına sen gitmiyorsun?" diye sordum.
"Ben sadece doktor olmak istiyorum. Ne yapmak istediğini bilmiyordun, değil mi? Dışarı çıkıp dünyanın daha fazla yerini görmen iyi olacak."
Biraz endişeleniyordum, "Öyle olursa ayrılmamız gerekecek." 
"Ayrılmak bir anlam ifade etmiyor," dedi Chen Ruobing sakince, "Birkaç yıl sonra geri dönmek istersen dönersin. Ayrıca, neredeyse son sınıf oldun, önce geleceğini düşün."
Bunu söylediğini duyduğumda o kadar sinirlenmiştim ki konuşamıyordum, kalbim uzun bir süre hızla attıktan sonra, "Uzun mesafenin ne demek olduğunu bilmiyor musun?" diye sordum.
Bir süre bekleyip de onun hâlâ bir şey demediğini gördüğümde sesim kontrolsüz bir şekilde titremeye başladı, "Duygularımız senin için ne ifade ediyor? Bir hiç mi?"
"Bilmiyorum. 'Soğukkanlı bir hayvan olmayı ve kimse gibi olmamayı tercih ederim'. Bunu her yaptığında ya inciniyorsun ya da çok fazla baskıya katlanmak zorunda kalıyorsun." Chen Ruobing bana baktı, kanlanan gözlerinin kenarları kızarmıştı, "Sha Yu, insanlar sana bu gözle baktığında gerçekten görmezden gelebilir misin? Böyle bir ömür senin için gerçekten sorun olmayacak mı?"
Bir ömür. Bu sözcük bir anlığına zihnimde parlamıştı.
Geçmişte gördüğüm ve düşündüğüm her şeyin, tüm yaşam deneyimimin bu kelime üzerindeki kontrolü sıfırdı. 
Bir ömre ulaşabilecek her şey ciddi bir hal alırdı. Karanlık, sınırları olmayan bulutlar gibi baskı yaratırdı.
İlk defa umutsuzca güçlü olmak— kendimi toplayacak kadar güçlü olmak ve Chen Ruobing'e, "Böyle bir hayat sürmeyi sorun etmem," demek istedim.
Ama o esnada, bir ömrün sınırlarını bile göremiyordum.
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Chen Ruobing and I - 14. Bölüm
Sürekli Tsinghua'ya geldiğim için kampüsteki birçok yere aşinaydım, bazen buraya kendi okulumdan daha fazla bağlı olduğumu hissediyordum. Ne zaman o yeri düşünsem kalbim yumuşar, hatta daha yavaş atmaya başlardı.
İkinci sınıfımızın ikinci döneminde kış tatilinden önceki son hafta sınavlarım bitti, Chen Ruobing de o sabah son sınavını vermişti. Onu görmeye gittim, aslında o gün eve birlikte gitmeyi planlamıştık. Fakat sonuç olarak akşam olduğunda anlık bir kararla sinemaya gittik, bittiğindeyse saat dokuzu çoktan geçmişti. Sinemadan çıktığımızda dışarısı bir anda bembeyaz olmuştu. Yer ince bir kar tabakasıyla kaplıydı. Chen Ruobing eve gitmemeyi ve geceyi yurtta geçirmeyi teklif etti.
Böylece doğu kapısından geçtik. Yolun o kısmındaki taşlar karla kaplanmış ve oldukça kaygan hale gelmişti. Chen Ruobing yavaşça yurda doğru yürürken bisikleti itiyordu. Sokak lambalarının yaydığı ışık, toz halindeki kar taneleri tarafından renklendiriliyordu; her yer net bir şekilde görülemeyecek kadar loştu. Etrafımda tek hissedebildiğim sessizlikti, zaman bile yavaşlamıştı. Garip olan şey, Tsinghua Parkı'nın da o gün normalden çok daha sessiz olmasıydı. Yolda genellikle yanından hızla geçen bisikletler ortalıkta görünmüyordu. Chen Ruobing ve ben bu sessiz kış gecesine daldığımızdan yol boyunca pek bir şey söylemedik.
Yurda döndüğümüzde saat çok geç olmuştu. Odadaki diğer üç kişi de oradaydı ama sık sık gittiğim için beni görmeyi garipsememişlerdi. Ama bu, ilk kez onun yurdunda geceyi geçirişimdi. Kısaca yıkandıktan sonra, ilk ben yatağa tırmandım. Oda biraz soğuktu, bu yüzden soyundum ve yorganın altına girdim. Chen Ruobing'in yastığına uzanırken burun deliklerime tanıdık bir koku geldi.
Yastığın yanında ortasına kalem koyulmuş bir kitap vardı. O sayfayı çevirdim, bakışlarımı yukarı çevirdiğimde altı kırmızı kalemle çizilmiş bir cümle gördüm. 
"Araştırmamız, eş cinsellikte payı olan doğuştan gelen biyolojik faktörler ve edinilmiş sosyal faktörler arasında kişinin erken cinsel deneyimlerinin, özellikle de ilk cinsel deneyimin oldukça önemli olduğunu keşfetti."
Zihnim başka bir şey duyamayacak kadar uğulduyordu. Aklımdan endişe verici bir düşünce geçti: Chen Ruobing ondan hoşlandığımı biliyordu ve beni araştırmaya mı başlamıştı?!
Doğru, yurdumdaki kızların bile tahmin ettiği bir şeydi bu, o nasıl anlayamasındı ki?
Gelişigüzel bir şekilde onda da altı çizili bir cümle olan daha sonraki bir sayfaya geçtim, ana fikir, bir insanın yaşamayı seçme şeklinin başkalarına zarar vermediği sürece tamamen kendisini ilgilendirmesi gerektiğiydi.
Bir an aklım durdu, bunun iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu bilmiyordum. Kalbim hızlanmıştı, bir şeyleri kavrayabilmek için zamanım yoktu. Chen Ruobing'in de yatağa tırmandığını hissedince, elimi çekip sırt üstü yatmadan önce kitabın adına bakacak zamanım bile olmamıştı.
"Soğuk, ha?" dedi Chen Ruobing yorganın altına girerken, "Yurttaki kaloriferler ortalığı pek ısıtmıyor."
"Sorun değil," dedim, yatakta kütük gibi kaskatı kesilmiştim.
Diğer üç kız da kısa sürede yataklarına girdi. Sınavları yeni bitirdiğinden herkes rahatlamıştı. Işıklar kapandıktan sonra yarım saatten fazla sohbet etmeye devam ettiler, Chen Ruobing onlarla sohbet ederken iyi bir ruh halinde gibi görünüyordu.
Seslerinin arasına saklandım, birkaç yıl önce Chen Ruobing'i öpen Sha Yu adlı kıza derin bir hayranlık duyuyordum.
Belki de kendimi gerçek anlamda tanıdığımdan beri cesaretim kırılmıştı.
 Uykuya dalmadan önce ne kadar zaman yatakta kaskatı bir şekilde yattığımı bilmiyordum.
Kış tatilinin ardından bu konuyu birkaç kez kafamda çevirdikten sonra bu kadar korkmama gerek olmadığını fark ettim. Chen Ruobing, arkadaşlığın ötesinde olan bu duyguları hiçbir zaman reddetmemişti.
O birkaç gün tam da Çin Yeni Yılı dönemine gelmişti, bu yüzden ev hareketliydi. Aslında Chen Ruobing'i görmek için zaman yaratmayı planlıyordum. Fakat sonuç olarak Çin Yeni Yılı Arifesi gecesi, önce o beni aradı.
Bana henüz akşam yemeği yiyip yemediğimi, ardından da o gün neler yaptığımı sordu. Hemen bir şeylerin tuhaf olduğunu hissetmiştim, biraz hoş sohbet ettikten sonra Chen Ruobing derin bir nefes aldı ve, "Sha Yu, bugün ailemle konuştum," dedi.
"Ne hakkında?" diye sordum.
Telefonun diğer ucundan Chen Ruobing'in sakin sesi geldi, gecenin karanlığında bir göl gibi soğuk ve berraktı.
"Bir kıza aşık oldum, dedim."
O anda, kalbimin dayanılmaz bir hızda atmaya başlaması ile gözyaşlarım bir anda dökülmeye başladı. 
Mutlu olduğum için değil, etkilendiğim içindi— anlaşıldığım ve bir yanıt aldığım gerçeğinden etkilendiğim içindi.
Bu dünyada beni Chen Ruobing'in anladığı gibi anlayabilecek başka biri yoktu. Benimle aynı frekansta dolaşan başka kimse olamazdı.
Telefonu sıktırırken tek kelime edemedim.
Diğer taraf da bir süre sessiz kaldı, sonra aniden bir hıçkırık koptu.
Chen Ruobing de ağlıyordu. Belli belirsiz bir şeyleri anlamıştım.
"Sha Yu, özür dilerim, ailemi ikna edemedim... Biz, bizim hâlâ evlenmemiz ve gelecekte kendi çocuklarımız olması gerekiyor."
Gözyaşlarım hiç durmadan yüzümden akıyordu, ama kalbim garip bir şekilde sakindi.
"Xiao Bing, özür dileme, benden çok daha cesursun."
Asla itiraf edemediğim bu sonsuz aşkta beklenmedik bir şekilde Chen Ruobing'den bir yanıt almıştım. Bu yanıt dokunaklı, cesur ya da başka herhangi bir kelime olarak adlandırılabilecek bir şey taşıyor ve kalbime doluyor; üzerindeki küçük izleri iyileştiriyordu.
Chen Ruobing telefonun diğer tarafında hıçkırıklara boğulmuştu.
Ertesi gün haber vermeden evine gittim, anne babasının işine yardım etmek istiyordum ama kapıda durduruldum ve içeri alınmadım. Chen Ruobing dışarı çıkmadan önce yaklaşık bir saat aşağıda bekledim.
Etrafta kimsenin olmadığı bir sokak köşesinde Chen Ruobing ve ben sarıldık. Alnımı alnına dayayarak onu öptüm. Gözyaşlarının tadına baktım, belki de benimkilerdi— ne olursa olsun, ayırt edilemez hale gelene kadar birbirine karışmışlardı.
Romanlarda geçen o neşeli çevresine açılma aşaması, gerçeklikte olmuyordu.
Sadece bu da değil, gerçeklik hayal edilenden daha ağır gibiydi.
O birkaç gün, Chen Ruobing'in önünde güçlüymüşüm gibi davrandım ve etrafta kimsenin olmadığı yerlerde yıllarca dökülecek tüm gözyaşlarımı akıttım.
Bazen bencil ve saf bir şekilde merak ederdim, ya Chen Ruobing ve ben yetim olsaydık?
O zaman, belki de şu ana kadar iyi bir yaşam sürememiş olurduk.
0 notes