Tumgik
carmillalia · 4 days
Text
bakıştık
konuştuk
gülüştük
sigara almaya gittik
kütüphaneye gittik
bileğimi sardın
saçlarına dokundum
sigara içtik
el ele tutuştuk
sarıldık
yüzüne dokundum
adımlarımız eşti
aynı şakaya güldük
aynı şeyi aynı anda söyledik
köpek sevdik
yemek yedik
kahve içtik
şarkı dinledik
şarkı söyledik
bakıştık
ve aslında bunlar
bir hiçti
öyle miydi
0 notes
carmillalia · 8 days
Text
cumaları sevmediğimi söylemiştim.
cuma imiş.
0 notes
carmillalia · 15 days
Text
01.23 saatini çok severim bir de! hep seveyim..
0 notes
carmillalia · 15 days
Text
çok değil birkaç gün sonra saçlarımı mora boyadım ve kampüse girdim.. o gün derse girmeyelim dedi yanıma gelip 4 arkadaş kafeye geçtik. "saçlarını mı boyadın.." dedi gülerek. sonrasında da "hoş olmuş." diye ekledi. o an savcı esra'ydım. o da behzat amir.. tüm gün flörtleştiğimize eminim. bir perşembe günü daha keyifli olamazdı. hatta ona ilk defa o gün sarıldım. bileğimi sarıp "ne kadar ince bu ne hilal hanımefendi.." dediğini de hatırlıyorum.. sonra ben şarkı dinlerken şarkının en sevdiğim kısmını, en sevdiğim sözünü mırılandığını.. "los olvidados sabra gâly paidos.." hatta o gece eve gidip farazi v kayra playlisti yaptığını.. oyun oynarken sürekli ona kart çektirdiğim için ona trip attığımı düşünerek aslında kafama bile takmadığım eski bir meseleyi detaylıca açıklamasını.. ve masadaki herkes onun için "kanka, kardeşim" iken benim hilâl hanımefendi olduğumu... böyle güzel bir gündü işte. sonra cuma oldu. ben cumaları hiç sevmem. o günü de pek sevmedim.
şimdi nasıl derseniz..
ben şimdi aşık ama korkak biriyle mücadele ediyorum.
belki de dostum bir arkadaş ortamı fikrine bizi hiç itmemeliydi. hiç arkadaş olmamalıydık.
yine de her şeyin olacağına varacağını da biliyorum.
ben beklemeyi seviyorum.
bekleteni de.
hissetmek güzel! ölecek gibi olsam dahi son anıma kadar his dolu bir kadın olarak var olmuş olmak isterim. eğer bir an hissedemezsem, kendimi bir tırın altına atıvermek çok olası gelir çünkü bana, böyleyim ben.
ha bir de,
bende bir hâl falan yok
ben genelde böyleyim..
0 notes
carmillalia · 15 days
Text
adını duyunca gözlerim dolar.. biraz yazalım, sürûr içinde biraz, az bir şey derdimi anlatayım.
burayı sadece aşık olduğum zamanlarsa hissettiklerimi paylaşmak için kullandığımda kendime çok kızıyorum fakat şu da var; bir insanın bir başka insana beslediği hisler kadar ihtişamlı ve yoğun olarak bana nükseden herhangi bir duygum yok. aşk sandığım kalp çarpıntısı ve heyecan dışındaki hislerin hepsi alışılagelmiş hissettiriyor.. bu sebeple yazıyorum. ha bir de bir gün vazgeçersem böyle hissetmekten, bu hissetmelerin nasıl güzel hissettirdiğini bir an olsun unutmamak için de olabilir. bilmiyorum. çok fazla hissetmek dedim. hissediyorum. evet. konu dağılmadan anlatayım,
okulun ilk zamanları sınıfa bir oğlan girdi. gözüme çarptığını inkâr etmiyorum fakat içimden "bu ne berduş hâller.." diye geçirdiğimi çok net hatırlıyorum. dağınık uzun kıvırcık saçlar ve siyah uzun kaban.. evet. sonrasında aylarca bu deli heyecanı şu an yaşatan insan yörüngemde değilmiş gibi her sabah hazırlanıp fakülteye giriyorum. bir gün amfide kaynaşabildiğim tek dostum bana artık ikimizin eylemlerinin sıkıcılaştığını, sınıf ortamına çok uzak kaldığımızı ve insanlarla aktivite yapmamız gerektiğini söylüyor. pekâlâ, huzurum bozulacak demek bu. ama tamam dedim belki de doğru söylüyor. dostum gözüne o'nu ve iki arkadaşını çoktan kestirmiş. bana diyor ki, "çok kafa gözüküyorlar. gel selam verelim." demeye kalmadan onlar gelip bizimle selamlaşıyor. sonrasında bir vizede panoda notlarımız asılıyken dönüp finalde kaçla tamamlayabileceğini sordu. ilk ikili konuşmamız gerçekten buydu. sonra gidecekken saçma, klişe o an yaşandı.. ikimiz de aynı tarafa doğru birbirimize yol vermeye çalışıp gülmüştük. sanırım o ara kalbim ilk defa farklı attı o kişi için. sonrasında denk gelişler.. ortak proje ödevleri, kahve içme teklifleri ve gerçekten oluşturabildiğimiz o arkadaş grubumuz. gayet keyifli ilerliyor her şey. bir gün sohbet dönerken kütüphaneye gitmem gerektiğini söylüyorum, ne alacağımı soruyor. Hakan Günday'dan Daha'yı alacağımı söyledim. pekâlâ dedi sohbet devam etti. bir de onun bulamadığı -muhtemelen aramadı ve almaya üşendi- proje ödevi materyali olan bir divan söz konusu.. kütüphane'de daha'yı aradığım rafta onun ödevi için gerekli olan kitabı buluyorum. tam da 1 adet var. onu ilk arayışım da bu şekildeydi. heyecanlanıyor, okulun çevresindeyim sana yük olmasın gelip alırım ben diyor, ya başkası alırsa diye korkutuyorum ki gelsin de yüzünü tekrar göreyim. kendi kitabımı bulamadan onun divan'ı ile çıkıyorum. sonra kampüsün karşısındaki kafe'ye geçip onu tekrar arıyorum. heyecanla yanıma geliyor, oturuyor yanıbaşıma. sanki geçimi zor bir ailede yetişip babası sınıfındaki herkesin oyuncaklarından bile en güzel oyuncağı almış küçük bir çocuk gibi diyebilirim. gereğinden fazla mutlu olduğunu hatırlıyorum. hatta bi ara arkadaşım, "yeter lan teşekkür ettin kıza git artık." diye alayla kovmuştu onu yanımdan.. kalkmadan bana dönüp önce elimi kolumu, sonra masayı inceleyip "ben de yarın senin kitabını getiririm." dedi. "anlamadım.." dediğimde daha'yı diyorum demişti. aslında bu şekilde gerçekten benim için başladı. bir ateşi yaktı yani. sonrasında bazı anlık hevesle atılan mesajlar, takipleşmeler, göndermeler derken.. biz birkaç defa baş başa kalabildik. ilki, kütüphaneye onun için aldığım divanı iade etmeye giderkendi sanırım. -biraz romantize edeceğim çünkü romantize edilmeye değer görüyorum- yağmur yağıyor, saat öğlen dersi suları. hava kapalı. biz konferanstan çıkıp yan yana yürüyoruz. okul boş çünkü herkes derste. "kestirmeden niye gitmiyoruz?" gibi bir şey demiştim. "yürüyoruz işte ne güzel." demişti. sohbet etmeye başladık. kütüphanede annesinden gelen mesajı okutup utanmıştı, 2. kata indiğimizde çantasına divan'ı yeniden koymak için çantasından 2 kitap uzatıp tutar mısın dedi. biri ah muhsin ünlü - gidiyorum bu, diğeri ise emil michel'dı. doğru kişi olduğuna emin olduğum kadar intihar etmesinden de korktuğumu o an hatırladım. sonra çıkarken sohbet etmeye başladık. "kedi istiyorum ama alerjim var. huyum bu." dedi. "burcun ne ki" dedim.. korktuğum cevabı aldım. sonra o sordu, eskilerden yenilerden, felsefeden, kitaplardan konuşa konuşa gittik. zeki demirkubuzdan, haluk bilginere kadar, emil michelden benim karınca yeme anılarıma kadar konuştuk. ilk yürüyüş buydu. sonrasında beraber sigara almaya giderken sohbet etmiştik. okulun ortasındaki Atatürk büstünün önünde onu durdurup selam verdiğimiz anı hatırlıyorum. o kadar hoşuma gitmişti ki.. ona "bence sen marjinal kızlardan hoşlanıyorsun." dedim. dönüp "nasıl yani nereden çıktı?" demişti. ben de ne bileyim öyle geldi saçları boyalı kızlar falan dedim.. sevince salaklaşma ve saçmalama meselesi.. sonrasında bana "bilmem olabilir." deyip konu değişti. +
0 notes
carmillalia · 3 months
Text
"Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır"
İnsan, var olduğu sürece hatırlar. Zihin hep devinim hâlindedir. Acı dolu bir anı, -ki genelde beyin, acı dolu anılarımızın üzerini beyaz bir çarşaf ile örter- sakladığımız o yerden, bazen boş bir caddede bir kedi, bazen bir mekânda sandalyedeki ayyaş adamın giydiği palto veyahut en basitinden, bir yolculukta karşılaştığımız sima ile kendini hıfz ettiği yerden sapasağlam beliriverir ve aynı acıya, o acıyı yaşadığımız o ana döneriz.
Unutmak erdemdir sözü yanlıştır, basittir. İnsan unutmaz. Sadece tekrarlamamaya alışır. Kendine hatırlatmaz yahut yokmuştan sayar fakat unutmaz. İnsanın değeri elinde olmayan bu eylem ile ölçülemez.
Peki hatırlamamak? Bu elimizde olan bir şey dahi olsa ilk paragrafta söz ettiğim gibi, acı dolu bir anına sinmiş somut bir palto, sana aynı geçmişi cam gibi serer. Fakat parçaları yine sana batar. Hayat böyledir, insan budur. Unutmak kavramı bizlere lütfedilmedi. Biz hatırlamamaya çalışmaktan ibaret canlılarız. Affetmek ise bambaşka bir olay. Bu tamamen içsel bir savaşın doğurduğu, objektif bir durum. Unutmamak, hatırlamak elimizde olmayan şeylerdir fakat bağışlamak tamamen kişiseldir. Aslında herkes, her şeyi biraz bağışlar. Bağışlamamış olsa, bugün bunu konuşuyor olamazdık. Gerçekten bağışlamak, hatırlamamaktır. Yok saymak, silmek..
Ben de bağışladım. -yalan söylüyorum- Bağışlamış olsam bugün bu satırlarda neyden söz ettiğimi hatırlar mıydım? Bağışlamış olsam onu gerçekten özgür bırakırdım. Ama bunları yazarken bile hatırlamamak için çaba gösterdiğim, -unutmadığım- bazı şeyleri anımsıyorum ve bir miktar da olsa bağışladığım için hâlâ satırlarımın arkasına bazı anıları saklayarak bunları yazıyorum. Elimizde olmayan eylemler, intikam silahlarımız olamaz. Bu kompozisyonum, başlığa bir karşı tezdir. İnsan belki affedebilir ama unutamaz, o hâlde insan ne hiçbir zaman iyi olacaktır ne de intikam alabilecektir.
31 ocak 24/ 05.24
0 notes
carmillalia · 3 months
Text
gençlerin başına gelen en felâket şey aileleridir. sevgisiz büyümüş bir çocuğun psikiyatr olma olasılığı seri katil olma olasılığından daha fazla. ortalama bir ilişki yürüten iki temel faktör var, kadının orgazm taklidi yapması ve erkeğin insan taklidi yapması. Freud kendi ailesini bile anlatmaktan aciz bir takozdu ve eğer Dostoyevski olmasaydı herhangi biri olarak ölecekti. Acaba Pavlov'un köpeği de "her zil çaldığında beni beslemeye çalışmış pezevenk." diye düşünmüş müdür? gençliğe geçiş sancılıdır çünkü yetişkinlerin hiç de o kadar zeki olmadığını fark edersin ve o aldatılmışlıkla yüz yüze kalırsın. çocukluğun boyunca bu salakların söylediklerini ciddiye aldın, şimdi o zırvaları sisteminden atamıyorsun ve sürekli savaşman gerekiyor. acı. ve çok yorucu. güzellik ve yakışıklılık, kendi azgınlığımızı dışa vurmak için yarattığımız bahanelerdir. sanki hiç aklımızda yokmuş da onları görünce azmışız gibi standartlar yaratıyoruz. ki kimse garipsemeden yükselebilelim yoksa neden biri diğerinden daha güzel olsun ki? çoğu grubun şarkı sözlerinden anlattıkları duyguyu hiç yaşamadıklarını anlayabiliyorum. öpüşürken neden gözlerimizi kapatmak zorundayız sevdiğim insanı hiç öpüşürken göremeyecek miyim? o beni görsün isterim. neyi savunursanız savunun aksini iddia edecek bir kalabalık bulabiliyorsunuz. milyonda bir görülecek geri zekâlılığa sahip sekiz bin tane insan var. neyseki yukarıda gemim beni bekliyor.
cehenneme gidiyorum. geçerken bırakayım mı?
0 notes
carmillalia · 4 months
Text
fırtınalar koptu, ben de dans ediyorum
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
05.33
biraz seni yazayım istedim. sana yazamıyorum, seni yazayım o hâlde. Turgenyev gibiyim bu gece. senden ayrıyken senin hasretini çekiyorum ama yanında da daha iyi durumda olamıyorum gibi. özlediğimi inkâr etmiyorum, özledim. vedalardan hep nefret edeceğini söylediğinde, bence anlamıştın. ben de biliyordum böyle olacağını biraz aslında. muhtemelen güzel olan her şeyi ellerimle yıkıp, kuvvetli bir bağı en sağlam yerinden hançerlediğim için bana hâlâ kırgın ve kızgınsın. seni anlayamadığımı, hep kendi çerçevemden baktığımı ve kafamda seni suçlu belleyip, asla sen konusunda af çıkarmadığımı söylemiştin. bu doğru değil. bana kırgın ve kızgın olmanı anlayışla karşılayabiliyorum çünkü ben de bana kırgın ve kızgınım. görüyor musun? yine aynı hisleri paylaşıyoruz. sana karşı hep büyük bir yakınlık duygusuna kapıldım ben de. Fredric ve Miranda gibiyiz. aramızdaki aşk veya çekim değil. sempati hiç değil. ama birbirine zincirlenmiş yazgılar; evet, geminin batmasından sonra birlikte bir adaya düşmüş gibi. hiçbir şekilde beraber olmak istemeyerek ama beraber paylaşıyoruz bu yükü. umursamıyor gibi davranmak ustalık alanın olduğundan bu eyleminin arka planını ezberledim. umursuyorsun. için içini yiyor muhtemelen bazı konularda. "Efla haklıymış dersin." dediğim bir mesele vardı hatta. sahiden de haklıymışım. bunu bilmek sana nasıl hissettiriyor bilmek isterdim. doğum günün yaklaşıyor. ben ilkleri severim, bilirsin. hediyeni çoktan verdim. ellerin satırlarıma değdi. içine değebildim mi bilmiyorum ama bildiğim tek şey ellerine değen satırlar kalbine teğet bile geçmedi. var ol yine de, hep var ol sen. doğum gününü kutlamak istemiyorum. ben bomboş bir senaryoda, kimsenin bilmediği bir döngü değilim, olmak da istemem. kalabalık olacak biliyorum her ne kadar sevmesen de uzun uzun "iyi ki doğdun!" lara mâruz bırakacaklar seni. umarım başın çok ağrımaz. benim için çoktan iyi ki doğdun. kalbimi kıran tüm cümlelerinin arkasında olduğunu söylemiştin hiç acımadan. şimdi sıra bende. kalbinin hak etmediği tüm satırlar ve hediyelerimin arkasındayım. sana söyledim, insan hissettiğinde var olur dedim. nefret bile olsa, bunu layığı ile hissetmeye bak dedim. yanaşmadın. ne bir kalbi paylaşan iki genç olabildik ne de yoldaş kalabildik. ama gariptir ki; hâlâ aynı yoldayız. üç kağıt parçasına ben 3 hafta sığdırdım, sen tek solukta okumayı denedin. yanlış yaptın. soluğunu tıkaması bundandı. ben hep böyleydim. beni bir yıl, üç yıl, beş yıl önce de tanısan, dünya üzerindeki en sevilebilir insan olduğumu hissettirmemin hemen ardından gelen gecede ne kadar gözümün dönebileceğini de görürdün. sana hissetmeyi bu yüzden öğretmek istedim. çok bilmiş kişiliğin, belki bunu yanlış anlayacak ama saygımız kendisine sonsuz. demek istediğim şudur; sevgiyi en zirvede yaşadığım kadar nefreti, kini ve bastıramadığım intikamcı ruhu da zirvelere çekebilecek kadar köklü ve ağrılı bir geçmişe sahibim. sen bunu biliyorsun, ben de senin geçmişini biliyorum. işte fark bu olacak. sana uzun paragraflar döşenirken sadece sana olacak o sözler. ben ise yazılarımı sana, geçmişteki sana ve o gece titreyerek daha yüksek bir bina arayan kişiye yazdım. aldığım pembe toka, 8 yıl öğretmenini ziyarete giden küçük çocuğaydı. taşlar, her biri farklı anlama gelen o taşlar kimi -gayet memnun olduğun- üşengeçliğine, kimi ne kadar siktir ettim kafasına yaşayan biri gibi davransan da tarotta açtırdığın o soruları soran kişiye, kimi de korkup koşarak kaçtığı hâlde koştuğu o yolda başı dönük, ardını seyreden insanaydı. seni hissel açıdan acıtan o sarhoş adamaydı ölüm sayfası mesela. gülümsediğin tek hediyen.. belki yenilerine de gülümsersin bilmiyorum fakat bildiğim şey, seni bir kere olsun güldürmenin, bana "bu hediyelere değmediğimi biliyorum." cümlesinin yanlışlığını kanıtladığıydı. gülümsemek de hissetmektir balım, sana bunu öğretmediler mi. keşkelere nefret duyuyorum evet ama keşke o gün yanımda olsaydın ve keşke bu durumda olmasaydık demekten de kendimi alıkoyamıyorum. seni affettim. en azından bunu bilmeni isterdim. seni içimde özgür bıraktım. hiçbir şeyi hissedemediysen, özgürlüğünü hisset.
#t
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
birbirini anlayan iki insandık*
#t
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
sanki ben gidecek olsam kimse benim kadar üzülmezmiş.
bir yere gittiğim yok.
ama neden kimse beni uğurlamaya gelmemiş gibi hissediyorum?
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
bir zamanlar hissederdim, hiç değilse nefret ederdim
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
göğsümden koparıp da verdiğimi çöpte buldum
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
sana bildiğim her şeyi öğrettim hadi şimdi siktir git hayatımdan
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
kendimi sevmeye kendim yetemiyorum
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
tek bedenin içinde beş kişilik yoruldum
0 notes
carmillalia · 5 months
Text
bir kitapta okumuş, bir filmde izlemiş gibi
seninle olduğumuz eski güzel günleri
hep giydiğin o hırkanın cebinde unutmuşum ellerimi
ısınmıyor, ısınmıyor
hep içim üşüyor
dalmışım kedinin sesiyle sıçradım
sen çok gülerdin burada olsan
sessizce gelip omzuma dokundun
bu his geçmiyor
ben paramparça hâlimle sana derdim;
"hastalık olurum olsam olsam"
korkma şimdi bakıyorum kendime
ama keşke seninle ölsem
bir kitapta okumuş, bir filmde izlemiş gibi
seninle olduğumuz eski güzel günleri
bana kalan gerçek hayat
buna artık gücüm yetmiyor
hayatında ben yokum
gün geçip gidiyor
0 notes