Tumgik
emrahkilic28 · 2 years
Text
11. bölüm
Bursa caddelerinde yarım saati aşan bir süredir dolaşan A8 in sürücü koltuğundaki Kenan, on- on beş metre öndeki dolmuş taksiyi bir an bile gözünden kaçırmamıştı.
Bir şeylerin ters gittiği konusunda bastıramadığı bir his vardı içinde. Yine de elindeki cihazın yanıldığına ihtimal vermiyordu. Hedef cihaz öndeki taksinin içindeydi. Sinyaller kesin bir biçimde bunu doğruluyordu.
Biraz sonra taksi ana caddeden ayrılıp şehrin dar sokaklarında ilerlemeye başladı. Bu sokaklarda iki aracın yan yana gitmesi bile pek mümkün değilken sokağın bir tarafına araçlar park edilmişti. Kenan taksi ile arasını biraz daha açarak şüphe çekmemeye çalıştı.
Biraz sonra taksi şoförü aracı iyice yavaşlatarak sağdaki iki katlı betonarme bir binanın önüne park etti.
Artık hedefi köşeye sıkıştırdığını düşünen Kenan, avdan payını almak için sabırsızlanan bir sırtlan gibi, taksiden gözlerini ayırmadan yaklaşmaya devam etti. İyice yaklaşmışken taksini kapısı açılmış ve şoför araçtan inerek kapıları kilitlemişti. Kenan taksinin yanından geçtiğinde dikiz aynasından hala taksiyi izliyor, başka birilerinin daha aşağı inmesini bekliyordu. Fakat taksinin içinden şoförden başkası inmemişti. A8 i nerede ise duracak kadar yavaşlatmıştı.
Bu akşam Arnavut kaldırımlı taş sokaktaki köhne evin arka bahçesinde başlayan kovalamacadan sonra yaşananları zihninde tarıyor, hedefinin takside olmaması ihtimalini düşünmek bile istemiyordu. Hem hemen yan koltukta duran gps takip cihazının yanıp sönen yeşil imleci bu ihtimalle taban tabana zıt sinyaller veriyordu. Hedef hala taksinin içindeydi, ama neden inmemişti? Bunu anlamlandırmakta zorluk çekiyordu, çünkü hedefi kendi gözleriyle taksiye binerken görmüştü ve iki kişi olduklarını biliyordu. İki kişiyi gözden kaçırmak çok küçük bir ihtimaldi. Söz konusu kendisi gibi uzman bir insan avcısıysa bu imkânsızdı.
Bu düşünceler aklında arı kovanındaki arılar gibi dolaşırken imkânsız ihtimalin gerçekleşme olasılığıyla yükselen tansiyonu kulaklarında gittikçe artan bir uğultuya sebep oluyordu. Biraz daha ilerledikten sonra yan sokağa saparak tekrar dolmuş taksinin park ettiği sokağa girdi. Sarı renkli cılız ışıklar yayan sokak lambasını geçtikten sonra dolmuş taksiye iyice yaklaşarak yanında durdu. Önce aracından inmeden taksinin içi dikkatlice izledi. Kimse yoktu.
Şiddetli bir öfke dalgası bütün vücudunu büyük bir hızla esir alırken biryandan da boğazına hücum eden galiz küfürleri soluğu kesilene kadar bağıra bağıra etrafa saçmamak için kendini tutmaya çalışıyordu.
Dişlerini sıkarak aracından indi ve dolmuş taksiye yaklaştı. İçerisini tekrar gözden geçirdi.  Sokağın ıssız olduğundan emin olduktan sonra 80yılların oto hırsızları gibi arsızca arka camı kırdı. Alarm çalmadığı için şanslı sayılırdı. Yavaşça kapıyı açtı ve vücudunun yarısını aracın içine sokarak kolduk döşemelerini ve koltuk altlarını el yordamıyla hızlıca aramaya koyuldu.
Ön yolcu koltuğunun altında sert bir cisme dokunduğunda dirseğiyle camı kırmanın vermiş olduğu rahatlama hissiyle öfkesi dinmiş ve nispeten daha sakindi.
Lanet olsun dedi içinden. Gps sinyalinin kaynağını bulmuştu. Ama hedefler ortada yoktu.
Bu akşam ki ikinci çuvallaması olduğunu anımsayınca yine bir öfke dalgası vücudunu sarmaya başlamıştı. Ama şu anda öfke nöbeti geçirmenin ne yeri ne de zamanıydı. Burada biraz daha oyalanırsa adi bir oto hırsızı gibi yakalanabilirdi. Böyle bir durumda işlerin şu anda olduğundan daha karmaşık bir hal alacağı şüphesizdi.
Hızlıca aracına geri döndü ve dar sokaktan caddeye çıktı. Durumu operasyon merkezine bildirip haber beklemekten başka, bu akşamlık, en azından şimdilik yapacak bir şeyi yoktu.
Aracını kalacağı otele sürekken bu iki kişinin nasıl olup da onu atlatmayı başardığını düşünüyordu. Onları kaybetmeye en yakın olduğu yer taksi şoförünün ani bir manevrayla otobüs durağında yolcu alan bir belediye otobüsünü önüne geçerek, belki beş saniyeliğine görüş açısından çıktığı andı. Dolmuş tekrar görüş alanına girdiğinde her halinden dolmuştan yeni indiği belli olan, elbiselerini çekiştirecek düzelmeye çalışan, orta yaşlarında haki hırkalı bir kadın caddenin karşı tarafına geçmeye çalışıyordu.
Artık bunları düşünmenin bir faydası yoktu. Rapor verecek, haber bekleyecek ve hedeflerin yeri belirlendiğinde görevini kusursuzca yerine getirmek için dinlenerek güç toplayacaktı.
Evet, bu akşam başarısız olmuştu, ama bunun bir daha tekrarlanmasına izin vermeyecekti.
Öfkesini sarsılmaz azmiyle bileyecek ve Davud’un kılıcının Câlût'un kellesini tek hamlede aldığı gibi düşmanının işini bitirecekti.
1 note · View note
emrahkilic28 · 3 years
Text
10. bölüm
10. Bölüm
Batuhan, Aşkar ile birlikte birkaç dar sokaktan geçtikten sonra ana caddeye açılan loş bir sokak girişinde durdular.
Dur! Dedi Batuhan. Aşkar, caddeye çıkma! Burada biraz bekleyelim. Birkaç yere telefon edip neler olup bittiğini öğrenmeye çalışayım.
Aşkar hemen atıldı. Bir dakika bekle. En azından şu anda ve bu telefonla birilerini aramanın iyi bir fikir olduğundan emin misin.? Son iki günde yaşadıklarımı düşünürsek pekte iyi bir fikir gibi gelmedi bana.
Batuhan;
-          Haklısın galiba, başka bir yol bulmalıyız. Bir dakika bekle beni diyerek, akan trafiğe aldırmadan caddenin karşısına koşmaya başladı.
Aşkar ilk anda arkadaşının aklından ne geçtiğini anlayamasa da   caddenin karşısındaki ikinci el telefon mağazasına girdiğini görünce aklında bir fikir belirmişti.
Birkaç dakika sonra   Batuhan yanına elinde başka bir telefonla gelince şaşırarak   tahmininde yanılmadığını anlamıştı. Ne yani gerçekten de kendi telefonundan vazgeçmemek için başka bir telefon mu almıştı.
Batuhan kaşla göz arasında   sim kartını telefonundan çıkartarak aldığı ikinci el telefona taktı ve telefonu çalıştırdı.
Şimdi bu telefondan kurtulmak gerekiyordu.
Aşkar la bir anlığına göz göze gelen Batuhan;  
Telefonumu atacağımı düşünmüyordun herhalde. Hayır hayır atamam, telefon için değil ama içindekiler için hayatımı feda etmeye değer dedi ve ekledi;
-Hadi gidiyoruz.
Aşkar daha ne olduğunu anlamadan bir farı diğerinden daha az aydınlatan beyaz renkli bir dolmuş taksi önlerinde durmuştu. Batuhan arka kapıya yönelerek kapıyı artı ve arka koltuğa yerleşti. Aşkar da   arkasından zaman kaybetmeden otomobile binmişti.
Dolmuşun arka koltuğunda 3 kişi oturuyorlardı. Arka koltukta   bir ve şoförün yanında da bir kişi daha vardı.
Taksi dolmuşun koltukları oldukça rahatsız ediciydi. Yıllardır kullanılmanın yıprattığı koltuklar muhtemelen  ilk üretildiğinde konforlu sayılabilirlerdi ancak şu anda konfordan çok uzaktılar.
Kısa bir mesafe ilerledikten sonra arka koltuktaki diğer yolcu şoföre inmek istediğini söylediğinde Aşkar içinden  belki biraz daha rahat yolculuk edebileceğini bile düşünmüştü.
     Şoför kıvrak hareketlerle sağa manevra yaparak aracı sağda bir yolcu indirme cebinde durdurmak üzereyken Batuhan dolmuş ücretini uzatarak üstü kalsın diyordu. Aynı anda araç durmuş ve arka koltuktaki üç yolcu da araçtan inmişti.
Beni takip et dedi Batuhan. Orta refüjü demir yeşile boyanmış demir korkuluklarla ayrılmış dükkan ışıklarıyla gündüz gibi aydınlanan caddede birkaç dakikalık yürüyüşten sonra dar bir arada arka sokakların karanlığına dalmışlardı.
Hemen yanında yürümeye devan ederken , Batuhan’ın elleri cebinde kaygısız yürüyüşü Aşkar’ın dikkatinden kaçmıyordu.
-Bu kadar sakin olman beni şaşırtıyor diye söze başladı Aşkar.
- Peşimizde kim olduğu belirsiz adamlar ver, her an bizi bula bilirler, daha önce bulmuşlardı,
Bizden ne istedikleri bile bilmiyoruz ve sen bu kadar rahatsın.
Batuhan yüzünde muzip bir gülümsemeyle cevap verdi.
Sakin ol kardeşim. Sakin ol. Telaşlanırsan mantıklı düşünemezsin.
Birincisi bizden değil senden ne istediklerini bilmiyoruz.
Bu işe ben sonradan dahil oldum. Peşimizdekilerin kim olduğundan ve bizi nasıl bulabildiklerinden önce  senden ne istediklerini öğrenmemiz gerekiyor.
Bu konuda bize yardımı olabilecek tek bir kişiyi tanıyorum o da sensin.
Simdi sakin ol ve beni takip et. Güvenli bir yere gidiyoruz. Bizi bulmaları belki imkansız değildir fakat kolayda olmayacak, dedi Batuhan.
Aşkar alaycı bir tavırla;
O cep telefonu hala cebindeyse bence sandığın kadar da zor olmaz kardeşim diye karşılık verdi Aşkar.
Keyifli bir kahkaha attı  ve sakin ol kardeşim, o işi hallettim diyerek cevap verdi Batuhan.
Telefonu küçük bir Bursa tuşuna çıkarttım. Taksi şoförü kardeşimiz bizim için peşimizdekileri bir süre oyalayacaktır. Bize yeterince zaman kazandıracak merak etme.
Bursa’nın tarih kokan eski dar sokaklarında bir süre yürüdükten sonra ,önce parke taşlarıyla döşeli ,araç trafiği olmayan cadde boyunca dükkan ve mağazalarla dolu olan bir caddeye çıkmışlardır. Bir müddet yürüdükten sonra caddenin solunda  bir mescidin arkasında kalan karanlık bir aralığa, sonrada bir dehlizin girişini andıran dar ve alçak bir kapıdan içeriye girmişlerdi.
Tavandaki yarım küre şeklimdeki kubbeleri görüp içerideki rutubet kokusunu ciğerlerine çekince tanıdık bir yere geldiğini anlamıştı.
Çocukluk anıları gözlerinin önüne gelmişti. Çocukken yaz tatillerinde komşuları Mehmet amcanın kapalı çarşıdaki küçük ayakkabıcı dükkanında çıraklıkla geçirdiği günlerden hafızasına kazınmış rutubet kokusu sanki o günlere geri götürmüştü Aşkar’ı.
En fazla  on beş metrekare büyüklüğünde ki dükkan o günlerde Aşkar’a çok büyük bir yermiş gibi geliyordu.
Dükkanın arka tarafında küçücük birde depo alanı vardı. Bu alandaki sıvalar  kokusu hafızasına kazınan rutubetin etkisiyle dökülmüş, alttaki ince kırmızı tuğlalar ve aralarındaki  nemden beyazımsı bir renk alan beton parçaları gözlerini önüne gelivermişti. Duvarın o görüntüsünü annesinin pötibör bisküvi ve kakaolu krema ile yaptığı bisküvi pastasına benzetirdi.
Annesi Aşkar’ın ısrarlarına dayanamayarak sık sık yapardı bisküvi pastasını. Yanında da ev yapını limonata  olduğunda bayram günü gibi gelirdi Aşkar’a.
Batuhan;
-Nereye gidiyorsun? Buradan gitmeliyiz.
Batuhan’ın sesini duyunca  bir girdabın içinden geçercesine anılarından sıyrılmıştı Aşkar.
Ta- tamam diye kekeledi ve Batuhan’ın olduğu tarafa yöneldi. Batuhan’ın arkasından ilerlerken burnunda yoğun bir kakao kokusu ve damağında ev yapımı limonatanın soğuk ve acımtırak tadı varı.
1 note · View note
emrahkilic28 · 4 years
Text
bölüm 9
Kenan, az önce sokağın köşesini dönerek gözden kaybolan iki kişinin ardından bakarken dişlerini sıkarak hırsla bir küfür savurdu.
-ben şarmuta…
Hızla balkondan mutfağa ve orada da merdivenlere koştu. Karanlığa aldırmadan dar merdivenleri ikişer üçer atlayarak aşağı indi. Audi A8 e binmesiyle start butonuna basarak motoru çalıştırdı ve gazı kökledi. A8 ıslak parke taşlarının üzerinde patinaj çekerek ileriye atıldı.
Bir an önce arka sokağa geçip elinden kaçırdığı hedefi, “artık iki kişi olmuşlardı” yakalamak istiyordu. Direksiyonu hırsla yumruklarken tekrar sövdü;
-          ben şarmuta...! ben şarmuta…!
Arka sokaklarda bir süre dolandıktan sonra kendi tabiriyle “iki kaçağı” kaybettiğini kabullenmek zorunda kalmışdı. Bundan nefret etse de yardım almak zorundaydı. Yardım istemek Kenan için neredeyse onur kırıcı bir durumdu. Doğrudan başarısızlığı kabullenmekle aynı şeydi ve bu onun canını görevi başındayken vücuduna saplanan kurşunlardan daha fazla acıtıyordu. Hatta uyluk kemiğinde taşıdığı kurşundan bile.
İsteksizce aracın asistan uygulamasına sesli komut vererek numarayı arattırdı. Telefon, otomobil ile bluetooth bağlantısı üzerinden iletişim kuruyordu. Kısa bir beklemeden sonra arama yanıtlanmıştı.
Telefondaki istihbarat subayı;
“Buyurun efendim” diye yanıtladı.
Kenan’ın , olan biteni anlatıp hedefi kaçırdığını itiraf etmeye hiç niyeti yoktu. Bu operasyonu o yönetiyordu ve detayları herkesin bilmesine hiç gerek yoktu.
Doğrudan söze girdi.
-          Hedefin yerini ve yardım aldığı kişinin kimliğini tespit ettiniz mi.
Subay ;
-          Hedefin yerini tespit edemedik efendim. Cep telefonu sinyalleri evinden gelmeye devam ediyor. Ancak evde olmadığından eminiz. Hedefin otomobilinden başka bir de motosiklete sahip olduğunu tespit ettik. Motosiklet ise Bursa da bir motelin önünde bulundu. Motel kayıtlarında ismi yok ancak güvenlik kameralarından tespit ettiğimize göre bu sabah bir taksiyle motelden ayrılmış.
Diğer şahıs ile ilgili biraz bilgi topladık.
İsmi Batuhan. Mit mensubu. Gizli görevde. Ancak görevinin ne olduğunu öğrenemedik. Adresi daha önceden paylaşmıştım sizinle. Onun cep telefonu sinyallerine ulaşabiliyoruz. Kısa bir süre önce adresindeydi ancak şu anda mobil durumda. Hareket hızından anladığımıza göre birkaç dakika öncesine kadar yaya olarak hareket ediyordu efendim dedi
Kenan az önceki sinirli halini üzerinden atmış biraz gevşemişti. Hatta yüzünde, yarasa adamın azılı düşmanın ki kadar büyük olmasa da sinsi bir gülümseme bile belirmişti.
Subay anlatmaya devam ediyordu;
-Efendim gps bilgilerini takip cihazınıza gönderiyorum. Cihaz üzerinden takip edebilirsiniz.
Kenan ;
-          “Tamam hemen gönder” dedi ve birkaç saniye içinde takip cihazının ekranında yuvarlak, yeşil bir imleç yanıp sönmeye başlamıştı.
-          Kenan subaya yeni gelişmelerden beni en kısa sürede haberdar edin diyerek direksiyondan bir tuşa basarak görüşmeyi sonlandırdı.
Bir yandan aracı kullanırken , yüzünde ki hakim olamadığı joker vari gülümsemeyle takip cihazının ekranında yanıp sönen yeşil imleci kaçamak bakışlarla takip ediyordu…..
5 notes · View notes
emrahkilic28 · 5 years
Text
8. bölüm
8. bölüm 
Kapının açık olması Batuhan’ı oldukça şaşırtmıştı. Evden çıkarken kapıyı açık bırakmadığından emindi. Sağ koluyla kapıyı yavaşça iterken sol eliyle de Canik TP9 model silahını belinden çıkartarak horozu kurmuştu.
Ayaklarının ucuna basarak içeriye girdi. Gözlerinin karanlık ortama alışması için birkaç saniye bekledikten sonra koridorda yavaça ilerledi. Oturma odasının kapısını sessizce açarak içeri girdi.
Koltuğun üzerinde uzanmış biri vardı. Aklına ilk olarak bir hırsız olabileceği geldi. Ama nasıl bir salak bir mit görevlisinin evini soymaya kalkardı ki? Birde soymaya girdiği evde uyuya kalsın.
Bu bir hırsız olamazdı. Sessizce ve eli tetikte olarak koltukta uyuyan şahısa yaklaştı.
Eliyle koltukta uzanan şahsın ağzını kapatarak diziyle göğsüne bastırdı. Silahını alnına dayadı ve dişlerinin arasından hırlayarak;
-Sen kimsin ve evimde ne arıyorsun diye sordu.
Aşkar göğsündeki ağırlığın verdiği acıyla gözlerini açtığında alnına dayanmış bir silah ve yüzünden beş santimetre uzakta kirli sakallı biriyle göz göze geldi.
-Dur! Dedi kısık sesle. Dur ateş etme. Benim Aşkar.
Batuhan dizini Aşkar’ın göğsünden çekerek doğrulmasına izin verdi. Dişlerini sıkarak konuşmaya başladı.
-Ne halt ediyorsun burada?. Evime nasıl girdin.?
İki gündür senden haber alamıyor, telefonuna ulaşılamıyorum. Ve bu akşam bir bakıyorum evime gizlice girmişsin ve koltuğumda uyuyorsun.
Seni hırsız ya da katil sanıp vuramadığım için çok şanslısın.
Şimdi ne biçim bir pisliğe bulaştın anlat bakalım dedi.
Aşkar birkaç gündür yaşadıklarını kafasında toparlayıp nereden başlayacağına karar vermeye çalışırken Batuhan’ın aydınlatma düğmesine basmak üzere olduğunu son anda fark etmişti.
Dur demeye fırsat bulamadan oda birden aydınlandı. Aşkar koşarak tekrar aydınlatmayı kapattı.
Aşkar
-Sen ne yaptığını sanıyorsun?. Bir daha aydınlatmaya dokunma. Ben olan biteni anlatana kadar bekle. Sonra ne yapacağımıza karar veririz. dedi
Batuhan şaşkın gözlerle Aşkar’a bakıyordu. “Anlat bakalım” dedi. “Anlat da neler dönüyor bizde bilelim.”
Aşkar anlatmaya başlamıştı bile;
Batuhan, buradan hemen çıkmalıyız. 2 saattir burada seni bekliyorum ve bu akşam seni ziyarete gelen ilk kişi ben değilim.
Muhtemelen de bu akşam buraya gelen son kişi ben olmayacağım. Benden önce iri kıyım bir dazlak geldi ziyaretine. Seni mi yoksa benimi arıyordu bilmiyorum ama şu anda bir yerlerden evini göz hapsinde tuttuğundan eminim. Ve sen az önce aydınlatmayı açarak davetiyeyi gönderdin. Buradan hemen çıkmalıyız. Detayları yolda anlatırım.
Hadi şimdi yolu göster. Mümkünse ön kapı olmasın. O dazlakla karşılaşmayı hiç istemem. Bir amatör olmadığını anlayacak kadar yakından gördüm onu. Ve inan bana o dazlak kesinlikle bir amatör değil. dedi
Batuhan şaşkınlığını üzerinden atmıştı. Bu olanların ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamamış olsa da durunum ciddiyetini anlamıştı.
Durum bu kadar ciddi ve sen burada bu koltukta uyuyorsun öyle mi? Dedi Aşkar a
Aşkar sırıtarak cevap verdi;
Ne yapayım içim geçmiş.
“Beni takip et” dedi Batuhan.
Hızla oturma odasından dışarı çıktılar.
Bir dakika bekle beni ,daire kapısını kapatayım dedi Batuhan. Bize zaman kazandırır.
Batuhan daire kapısını kapatırken döner merdivenlerden gelen telaşlı ayak seslerini duyabiliyordu.
Kapıyı kilitledi ve mutfağa yöneldi. Aşkar da hemen arkasından onu takip ediyordu. Daire birinci kattaydı ve balkondan atlamak pekte zor olmayacaktı.
Balkondan önce Batuhan atladı. Aşkar sırt çantasını çıkararak Batuhan’a atarken “sakın düşürme, bunun içindeki bizim hayatlarınızdan daha önemli diye bağırıyordu.
Batuhan sırt çantasını yeni doğan bir bebeği tutar gibi kollarının arasında yakalamıştı. Saniyeler sonra Aşkar da balkondan atlamış Batuhan’ın yanında bitivermişti.
Önlerindeki tek engel olan bir buçuk metrelik bahçe duvarını da aştıktan sonra dar ve karanlık sokaklardan oluşan bir labirenti andıran bu eski mahallede izlerini kaybettirmek kolay olacaktı.
Bahçe duvarının hemen dibine atılmış eski buzdolabını atlama rampası gibi kullanarak duvarın üzerinden aşmışlardı.
Batuhan ve Aşkar sokak lambasının altından geçerek sokağın köşesini dönerken Batuhan omzunun üzerinde geriye mutfak balkonuna göz atarak irikıyım dazlağı görecek kadar fırsat bulmuştu….
1 note · View note
emrahkilic28 · 5 years
Text
5.bölüm devamı
Şimdi taksi ile Batuhan’ın evine giderken bu kararının doğru olup olmadığı hakkında endişeleri vardı. Ancak elinden gelen tek şey Batuhan’a kendinden önce kimsenin ulaşmamış olmasını temenni etmekti....
30 dakika sonra taksi dar ve hafif yokuş bir sokağa girdi. Siyah boyalı tek kanatlı demir kapısı olan bir apartmanın önünde yavaşlayarak durdu.
Taksi şoförü;
- “Adres burası efendim” , diyerek sol taraftaki apartmanı gösteriyordu.
Aşkar taksinin ücretini ödedikten sonra , etrafına bir göz gezdirerek taksiden indi.
Otelden çıkarken başlayan yağmur şiddetini azaltmış olsa da tam olarak dinmemişti.
Sokağın karşısında ki kaldırım taşlarıyla yol arasında, küçük bir pınar gibi akan yağmur suyunun üzerinden atlayarak kaldırıma, oradan da apartman girişini yükselten üç basamaklı merdivenin üzerine çıktı.
Batuhan birinci katta yaşıyordu. Bir zil aradı fakat apartmanın bir zilinin bulunmadığını fark etti.
Tekrar sokağın diğer tarafına geçerek, Batuhan’ın ya da apartmanda yaşayan herhangi birinin içeri girmek veya dışarı çıkmak için kapıyı açmasını beklemeye karar verdi.
Apartmanın karşı tarafındaki iki binanın arasındaki boşluğa girerek beklemeye başladı. Bu aralığın üzerini binaların birinin çatı saçağı kapatılıyor ve yağmurun bu aralığa girmesini engelliyordu.
Havanın yavaş yavaş kararmasıyla oluşan koyu gölgeler iyi bir gizleme sağlıyordu.
Aşkar yarım saate yakın bir süredir dar loş aralıkta bekliyordu.
Henüz apartmana kimse girmemiş ya da çıkmamıştı. Biraz sonra bir otomobilin sokak boyunca ilerlediğini duydu. Kendini açık etmeden binanın köşesinden sesin geldiği yöne doğru gizlice baktı.
Uzay grisi A8 sokakta bir adres arıyormuş gibi yavaş yavaş ilerliyordu.
Aşkar hemen kendini aralığa geri çekti. Araç Batuhan’ın oturduğu apartmanı geçtikten on metre sonra durmuştu. Birkaç saniye sonra uzay grisi A8 in kapısı açıldı. Otomobilden esmer tenli, askeri özel tim mensuplarında görülen, boyu ortalamanın üzerinde, geniş omuzlu, iri yapılı bir kişi inmişti. Traşlı kafasının omuzlarıyla birleştiği yerdeki kalın ensesi bu mesafeden bile net bir şekilde görülebiliyordu.
Adam apartmana yönelmiş, çevik birkaç hareketle kaldırıma atlayıp duvar dibine geçmişti. Aşkar adamın hızlı hareketlerle apartman kapısının önüne geldiğini görünce, aralığa atılmış eski mobilya döküntülerinin arkasına gizlendi ve adamı izlemeye başladı.
6. bölüm
Kenan, önce demir kapıyı omuzuyla yokladı. Kapı açılmayınca cebinden kilitli kapıları açmak için kullandığı çilingir takımını çıkardı. Bu aletle açamayacağı kapı yoktu. El çabukluğuyla demir kapıyı açtı ve yavaşça itti.
Demir kapı hasta birinin güçsüzce inlemesi gibi bir sesle inleyerek açıldı. İçeriye loş ve hafif rutubetli bir hava hakimdi. Dönerek yukarı doğru kıvrılan merdivenlerden aydınlatmayı açmadan yumuşak adımlarla ses çıkarmadan yukarı çıkmaya başladı. Merdivenlerden yarım tur kadar dönerek yukarı çıktığında kahverengine boyanmış ahşap kapıyı gördü.
Hedef bu adreste olmalıydı. En son iki gün önce bu adreste oturan kişiyle irtibat kurmuş ve sonrasında da izini kaybettirmişti.
Ankara da ki siteyi göz hapsinde tutan ekip ancak bugün hedefin adreste olmadığını anlayabilmiş ve en son görüştüğü kişinin adresine ancak ulaşabilmişti. “Aptallar” diye geçirdi içinden.
Bu eski evde yaşayan kişinin adresinin tespit edilmesi neden bu kadar uzun sürmüştü başlarda bir anlam verememişti. Bunun tek bir açıklaması olabilirdi. O da burada yaşayan kişinin kimliğinin kasıtlı bir şekilde gizlenmiş olmasıydı. Ve her önüne gelenin bu ayrıcalıktan yararlanması pek olası değildi. Bütün bunlar göz önüne alındığında her zamankinden daha dikkatli olmalıydı. Her an kendisi gibi bir istihbarat elemanıyla karşı karşıya kalabilirdi. Kenan, böyle bir durumla karşılaşmasının isteyeceği son şey olduğundan emindi.
Apartman kapısını açtığı takımla sessizce daire kapısını da açtı ve içeri girdi….
Dar koridor birkaç adım sonra sola tarafa L şeklinde dönüyordu.
Silahını çıkardı yavaş ve sessiz adımlarla bütün odaları kontrol edecekti. Koridorun köşesini döndüğünde sağda beyaz renge boyanmış ilk kapının yanında durdu ve içeriyi dinledi. Ses yoktu. Boş olduğundan emin olunca yine de tedbiri elden bırakmadan yavaşça kapıyı açtı.
Evet, içerisi gerçekten de boştu. Odadaki tek pencerenin perdeleri kapalıydı.
Perdenin kenarlarından beyaz bir çizgi şeklinde içeriye sızan akşam ışığı odayı aydınlatmaya yetmiyordu. Oda neredeyse karanlıktı. Bir kanepe, bir televizyon sehpası ve bir portatif masadan başka görülecek bir şey yoktu içeride.
Kenan evin diğer bölümlerini de kontrol etmek için odadan çıktı.
7.bölüm
Aşkar gizlendiği yerden çıkarak apartmanın girişine doğru koştu. Eğer Batuhan içerideyse başı belada demekti. Ve buna sebep olmuş olmak istemiyordu. Esmer adamın apartmana girmesinden sonra geçen on dakika ona ona saatler gibi gelmişti. Demir kapıyı eliyle itti. Kapı açıktı alaca karanlıkta merdivenleri olabildiğince hızlı çıktı. Kahverengi daire kapısının önünde durdu ve içeriyi dinledi.
Yağsız kapılardan gelen seslerden çerideki kişinin kapıları açıp kıs bir süre sonra tekrar kapadığını anlayabiliyordu.
Sonra kapı sesleri kesildi. Yere çok temkinli basan birinin ayak seslerini duydu. Yerdeki karoların üzerinde ezilen kum tanelerine benzer seslerdi ve Aşkar’a doğru yaklaşıyordu.
Aşkar ani bir kararla geri döndü ve üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldi.
Aydınlatmalar yanmadığı için merdiven boşluğu alaca karanlıktı. Orda birinin olduğu anlaşılsa da kim olduğu anlaşılması zordu. İçerden çıkan adamın göremeyeceği kadar basamak tırmandıktan sonra merdivene oturdu ve nefesini tutarak beklemeye başladı.
Batuhan’ın evde olmamasını diledi. Ama Batuhan evde olsaydı bu adam içerde bu kadar rahat dolaşamazdı ve bu kadar çabuk dışarı çıkamazdı diye düşündü.
Bu düşünce onu biraz rahatlattı.
Önce merdivenlerden hızla inen ayak seslerini, ardından demir apartman kapısının kapanma sesini duydu. Uzay grisi A8 in çalışma sesini duyduğunda ancak nefesini bırakabilmişti.
Kendisi bu iri kıyım dazlağa yakalanmaktan kıl payı kurtulmuştu. Batuhan’ın dairesine girmek için merdivenleri inerken umarın Batuhan’da benim kadar şanslıdır diye düşündü.
Daire kapısının önünde durdu ve derin bir nefes aldı. Az önce yaşadığı heyecan kalbinin deli gibi atmasına neden olmuştu.
Koluyla kapıyı ittirerek içeri girdi ve kapıyı az bir aralık kalacak şekilde kapattı.
Böylece kötü bir sürprizle karşılaşması söz konusu olursa kapıyı açmaya çalışmadan sıvışabilecekti.
Dairenin izleniyor olması ihtimalini düşünerek ışıkları açmadan bütün odaları teker teker gezdi.
Ev boştu. Oturma odası olduğunu düşündüğü odaya dönerek koyu füme rengi koltuğa oturdu. Batuhan mutlaka eve dönecekti. Döndüğünde de Aşkar bu odada onu bekliyor olacaktı.
3 notes · View notes
emrahkilic28 · 5 years
Text
5. bölüm
5.BÖLÜM
Aşkar Bursa’ya geleli iki gün olmuştu. Perdeyi aralayarak tek kanatlı küçük kahve rengi boyalı pencereden önce dar caddeye sonrada gökyüzüne baktı. Henüz akşam olmamasına rağmen gökyüzünü kaplayan koyu gri bulutlar havanın kararmasına neden olmuştu. Gömleğinin son düğmesini iliklerken birazdan yağmur yağacak diye geçirdi içinden.
Montunu giyerek bir kat aşağıdaki lobiye indi. Pansiyon işletmecisine bir taksi çağırmasını söyleyerek lobideki turuncu renkli tekli koltuklardan birine oturdu. Lobi yaklaşık on altı metre kare büyüklüğünde bir yerdi. Pansiyon görevlisinin müşterileri karşıladığı resepsiyon bölümü, lobinin diğer bölümünden, iki basamak daha yüksekteydi. Resepsiyondan artakalan bölüme  ise yuvarlak bir orta sehpanın etrafına dizilmiş üç turuncu renkli tekli koltuk ancak sığıyordu.
Lobinin caddeye bakan geniş camları yerden bir metreden biraz fazla olacak şekilde aynalı filmle kaplıydı. İçerden dışarısı olduğundan daha karanlık gibi görünürken dışardan bakıldığında eğer ayakta duran biri yoksa sadece başının tepesi görünüyor, oradakini kim olduğu anlaşılmıyordu. Dışardan cama bakan kişi bir aynaya bakıyormuş gibi sadece kendi aksini görebiliyordu. Lobide beklediği kısa süre içinde birkaç gencin camın önünden geçerken ayna karşısındaymış gibi saçını elleriyle düzelterek yoluna devam ettiğine, gülümsemesine engel olamadan şahit olmuştu.
Biraz sonra dik rampadan aşağı inen taksiyi gördü. Taksi pansiyonun önünde durunca kendisine geldiğini anlayarak dışarı çıktı. Taksinin arka koltuğuna geçerek Batuhan’ın adresini yazılı olduğu kağıt parçasını şoföre uzatırken pansiyonun, yanındaki bina ile arasında kalan dar boşluğa park ettiği kawasakisine göz ucuyla baktı. İki gün önce pansiyon görevlisinden alarak motorunu örttüğü naylon örtüyü bozulmamış olarak görünce biraz rahatlamış hissetti.Nede olsa şu anda taksiler dışında kullanabileceği tek aracı bu kawasaki idi. 
Şoför kağıdı okuduktan sonra;
-         Tamam efendim. Diyerek kağıt parçasını geri verdi.
Taksi şoförü hızlı bir bilek hareketiyle parmaklarının arasındaki tespihi bir künye gibi bileğine geçirdikten sonra  ralli pilotu çevikliğiyle aracı vitese geçirerek az önce elindeki kağıt parçasından okuduğu adrese doğru hareket etti.
Aşkar Ankara Yeni mahalledeki dairesinden garaja, Kawasakisinin yanına inerken cep telefonunu bilerek yanına almamış çantasına yalnızca dizüstü bilgisayarını koymuştu. Eğer telefonu yanına alsaydı peşindekilerin cep telefonun sinyallerini takip ederek onu elleriyle koymuş gibi bulacaklarından emindi.Bu sebepten dolayı bilgisayarını bile açmamıştı. Herhangi bir kablosuz ağa bağlanmış olsa cep telefonunu evinde bırakmasının bir anlamı kalmayacaktı. Hem telefonu yanında olmadığı hem de Batuhan’ın da takip ediliyor olması ihtimalini dikkate alarak iki gündür Batuhan’ı aramamıştı. Bursa’ya geldikten hemen sonra Batuhan ’ile irtibat kurmak pek güvenli olmayacaktı. Birkaç gün gizlenmeliydi
Bursa’daki akrabalarına gitmenin onlarında başına bela açmak olacağını düşünerek en mantıklısının bir otelde kalmak olduğuna karar vermişti. Herhangi bir otele kalamazdı. O nu kimlik bilgilerini vermesine gerek kalmadan misafir edecek bir otel bulmalıydı.
Butik bir pansiyonda kalma fikri daha akla yatkın gelmişti. Gecelik ücretinin iki katı karşılığında bir pansiyonda birkaç gün kalmak pansiyon işletmecisinin pek sorun edeceği bir durum olamaz diye düşünmüştü.
Şimdi taksi ile Batuhan’ın evine giderken bu kararının doğru olup olmadığı hakkında endişeleri vardı. Ancak elinden gelen tek şey Batuhan’a kendinden önce kimsenin ulaşmamış olmasını temenni etmekti…
1 note · View note
emrahkilic28 · 5 years
Text
4. bölüm
Hostes iniş anonsunu bitirip yerine geçtikten birkaç dakika sonra Boeing 787 nin tekerlekleri, yeni açılan Uluslararası İstanbul Havalimanı pistinin asfalt zeminine ardında küçük bir duman bulutu bırakarak değmişti.
Altmış metre kanat açıklığına ve yaklaşık altmış üç metre uzunluğuna  sahip bu dev uçak , tek seferde 290 yolcuyu 14.500 kilometrelik  mesafeye taşıyabiliyordu. Uçak yolcularını indirmek için aprona doğru yavaşça ilerledi.
Biraz sonra uçak tamamen durmuş ve yolcular teker teker inmeye başlamışlardı. İri yapılı, esmer tenli yolcu emniyet kemerini çözmüş ve çıkış kapılarındaki yoğunluğun azalmasını bekliyordu.
İniş kapılarındaki yoğunluk azalıp iniş yaptıktan sonra diplomatik pasaportu sayesinde hiçbir prosedüre takılmamasına rağmen otoparkta kendi için hazırlanan otomobilin yanına gelmesi yaklaşık yirmi beş dakika sürmüştü.
İlk kontrol noktasındaki bayan görevli pasaporta baktıktan sonra; Türkiye’ye hoş geldiniz Kenan bey diyerek başıyla selam vermiş ve pasaportunu iade etmişti.
Terminal binasının önünde kendisini bekleyen Siyah Volvo XC90 ın şöförü,  yolcusunu aldıktan sonra hava limanının içindeki ki kalabalığın neden olduğu keşmekeşten kaçarcasına çıkmış ve yolcusunu otoparkta kendisi için ayrılan otomobilin bulunduğu  yere bırakarak hava limanından ayrılmıştı.
Bu hava limanı gerçekten de dünyanın en büyük hava alanıydı. Yolcular terminal binasıyla otopark arasında sürekli ring atan servis otobüsleriyle taşınıyordu. Gerçi kendisi servis otobüslerine binmemişti ama yine hava alanının kapladığı devasa alanı ve içindeki insan trafiğini görünce, dünya üzerinde onlarca hava limanını kullanmış olmasına rağmen şaşırmaktan kendini alamamıştı.
Uzay grisi Audi A8’e yaklaşınca, cebindeki anahtarın aracın yaklaşma sensörleri tarafından algılanmasıyla kapı kilitleri tıkırdayarak açıldı. Araca binerek motoru çalıştırdı. Aldığı direktife uygun olarak Bursa ya gitmek için harekete geçti
Kenan Türkiye’ye daha önce de defalarca gelmişti. Daha öncekilerde olduğu gibi bu seferde isminin avantajlarını kullanacaktı kuşkusuz. Bir Türk kadar iyi Türkçe konuşuyor olması ve adının Kenan olması ülkesinin Türkiye operasyonlarında tercih edilme konusunda da büyük avantajlar sağlıyordu.
Kenan Türkiye göçmeni İsrailli bir ailenin beş çocuğundan en küçüğüydü. Kendinden büyük iki kardeşi, daha dünyaya gelme fırsatı bile bulamadan ölmemiş olsaydı muhtemelen adı Kenan olmayacaktı.
1492 yılında engizisyondan kaçarak Osmanlıya sığınan yüz bin musevinin torunlarından bir tanesiydi.
Büyük dedeleri Osmanlıya sığındıktan sonra İkinci Beyazid tarafından Selanike yerleştirilmişti.
Daha sonra Selanik’ten  İstanbul’a göç etmişler, 1948 te İsrail devleti kurulana kadar beş kuşak boyunca İstanbul’da yaşamaya devam etmişlerdi.
İsrail’in kurulmasıyla artık “Kenan”a gitme vaktinin geldiğine karar veren dedesi, Kenan’ın annesi, babası ve büyük annesini de yanına alarak İsrail’in  Beerşeba şehrine yerleşmişlerdi.
Anne ve babası İsrail’de doğan ilk erkek çocuklarına Kenan adını vermek istemişlerdi. Kenan’ın anlamı “vaat edilen toprak” demekti. Şu anda Filistin topraklarının olduğu bölgeye verilen isimdi.
Anne ve babasının dört kız çocuğundan sonra iki erkek bebekleri ölü doğmuştu. Nihayet dünyaya gelen ilk sağlıklı erkek bebeklerine bu adı verebilmişlerdir.
       Kenan, Yavuz Sultan Selim köprüsünden geçerken sol tarafında kalan Karadeniz manzarasına bakmaktan kendini alamadı. Köprü İstanbul boğazının Karadeniz’e açılan tarafına yapılmıştı. Bir ayağı Garipçe ’de diğer ayağı Poyraz Köy ’de olan bu köprü ayak açıklığı bakımında dünyanın sayılı köprülerinden biriydi.
Bu gelişinde İstanbul’a uğrayamayacağı için biraz keyfi kaçmış hissetti kendini. İstanbul’da doğmamış, İstanbul’da büyümemişti ama anne ve babasının anlattıklarından o da İstanbul’a aşık olmuştu. Anne ve babasının İstanbul’dan İsrail’e göç etmesine sebep olduğu için İsrail hiç kurulmamış olmasını dilediği bile olmuştu.
Daha sonra aldığı askeri eğitimler İstanbul ile ilgili duygularını değiştirmese de ülkesine olan bağlılığını ve sevgisini oldukça arttırmış ve o çocuksu saydığı düşüncelerinden dolayı kendine fazlasıyla kızmıştı.
           Audi A8 otobanda rüzgarı yaracasına hızla ilerlerken cep telefonunu vınlama sesleriyle titremesi Kenan'ı düşüncelerinden sıyırdı.
Telefonu eline alarak kimin aradığına bakarken gereksiz biri olmaması için temennide bulunuyordu.
Arayan Ankara’daki ekibin sorumlusuydu. Telefonu soğuk bir sesle “dinliyorum” diyerek cevapladı.
Karşıdaki;
-Efendim!, dedi titrek bir sesle.
-Efendim, hedefi maalesef kaybettik.
-Nasıl oldu bu? Diyerek karşılık verdi Kenan soğuk kanlılığını kaybetmeden.
Olan biteni dinledikten sonra , aptallar diye geçirdi içinden.
Soğuk ve sert ifadelerle yanlış anlaşılmaya imkan vermeyecek netlikte emirlerini sıraladı.
-Hedeften herhangi bir bilgi alana kadar binayı yirmi dört saat gözlem altında tutacaksınız.
Anladınız mı? Yirmi dört saat, tüm giriş ve çıkışları. Gözünüzü kırpmadan.
           Emirlerini sıraladıktan sonra karşı tarafın cevabını beklemeden telefonu kapattı.
Öfkesine hakim olmaya çalışırken bir yandan da aptallar, aptallar diye söyleniyor, İbranice küfürler savuruyordu.
Onun kitabında başarısızlık diye bir seçenek yoktu.Eğer bir başarısızlık söz konusu ise o zaman merhameti kitabından çıkarırdı.
Başarısızlık ve merhamet asla aynı yerde aynı anda bulunmamalıydı, bulunamazdı da. En azında Kenan'ın olduğu yerde bulunamazdı.
Küçük yaşlardan beri aldığı askeri eğitim böyle olmasını gerektiriyordu. Merhamet zayıflıktı, acizlik ti.Hiç kimseye,hiçbir şeye merhamet etme zorunluluğu da yoktu. Kaldı ki bütün yaratılmışlar, insanlar ve hayvanlar da dahil İsrail oğullarının kölesiydi merhamet etmesi de gerekmiyordu.
Tevrat’ta on emirden biri olan “öldürmeyeceksin ”emri  bir musevinin diğer bir museviyi öldürmesini yasaklıyordu. Museviler dışında kalan canlılar için bu emir geçersiz di. Bu inancının gereğiydi. Böyle öğretilmişti
Ankara da ki ekibin görevde başarısız olması onu daha da hırslandırmıştı. Bu başarısızlığın hesabını elbette ki soracaktı. Fakat daha önce  görevini başarıyla yerine getirmesi gerekiyordu.  A8 in gaz pedalına hırsla bastı. Gazı köklemesi ile üç bin santimetre küplük motor bir ayı gibi homurdayarak ileri doğru atıldı….
1 note · View note
emrahkilic28 · 5 years
Text
İki eliyle tırabzanlar dan tutunuyordu. Aşağıyı görebilmek için kırmızı pas rengi korkuluk demirinin üzerine ayağını koyarak kendini yukarı doğru çekti. Vücudunu öne doğru eğerek aşağıya baktı. Her renkten ışık suyun üzerinde, boşlukta savrulan cam kırıkları gibi parıldıyordu. Kafasını kaldırdı, hüzünlü donuk gözlerle ışıltılı şehre son kez baktı.
Boğazı düğümlenmiş gözleri dolmuştu. Haksızlığa uğramış fakat kendini savunamayan bir çocuğun çaresizliğiyle yüreğinden taşan duygularını bastırmaya çalıştı.Bir anlığına yüzüne çarpan serin rüzgar, kirpiklerinde asılı kalan iki damla tuzlu göz yaşını elmacık kemiklerinden aşağı, yanağına doğru itti.
Artık hazırdı. Önce sağ ayağını köprünün korkuluklarının üzerinden attı. Bir yere girerken ve çıkarken sağ ayakla başlamak gerekirdi. Böyle öğrenmişti küçüklüğünde ve her zaman da uygulamıştı. Bu adım onun için hayırlı olacaktı belki de. Sonra yavaşça  sol ayağını da korkulukların üzerinden geçirdi. Korkulukların kenarında yaklaşık on santimlik bir çıkıntıda, elleri arkada korkuluklardan tutunarak duruyordu, ve kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Aşağı tekrar baktı, Rüzgar, üzgün yüzünü uzun siyah saçlarıyla kapatıverdi. Meydan okurcasına bir eliyle yüzünü kapatan saçlarını düzeltirken, hayata tek eliyle tutuluyordu. Tırabzanları sımsıkı tuttuğu elini, yavaşça gevşeterek soğuk demiri bıraktı. Gözleri kapalıydı, kulaklarına çarpan havanın sesi, küçükken lodoslu havalarda, rüzgara karşı ellerini iki yana açarak durduğu ve rüzgarı dinlediği günleri aklına getirdi. Lodostan sonra her zaman yağmur yağardı, ve O yağmurda ıslanmayı çok severdi. Ne garip, biraz sonra da ıslanacaktı, belki de son defa. Sonra bütün vücudunu kaplayan bir acı ile birlikte soğuk suyu hissetti. Lodostan sonra yağan yağmura benzemiyor, çok soğuk, diye düşündü, fakat direnmedi. Dibe doğru indiğini hissediyordu. Zaten hayatı da böyleydi,umudunu kaybedip dibe vuralı epey olmuştu. İstemeden nefesini tuttuğunu fark etti. Ölmek istiyordu, kendini serbest bırakmalı, soğuk suyun ciğerlerine dolmasına izin vermeliydi. Fakat vücudu bunu reddediyordu.Yüzeye çıkmak istiyordu.Ölmek, düşündüğü kadar kolay bir şey olmadığını anlamıştı.Hareket etmeliydi,kulaç atıp yüzeye çıkmalıydı.Yapamadı, hareket edemiyor bir kurşun gibi suyun  derinliklerine iniyordu.Yüzeye doğru baktı.Dolunayın su yüzeyine vuran ışığı  derinlere indikçe dahada küçülüyordu. Ciğerlerindeki son hava zerresi tükeninceye kadar da direndi vücudu.
Sonra dudakları aralandı.Soğuk ve tuzlu su önce ağzının içine doldu. Nefes almak için ciğerlerini şişirmesiyle ciğerleri de su ile dolmuştu.Daha önce böyle bir acı hissetmemişti.Tuzlu su sanki ciğerlerini parçalıyordu.Ona saatler gibi gelen birkaç saniye sonra, artık herhangi bir acı hissetmiyordu.
Sadece bir boşluk vardı.Koskocaman donuk karanlık bir boşluk...
1 note · View note
emrahkilic28 · 5 years
Text
3 bölüm devamı
Bilgisayar ekranında titrek karanlık gölgedeki tek ışık kaynağı ekranın sağ tarafında cılız bir ışık huzmesi olarak görünüyordu
Işık huzmesi asansörün olduğu taraftan geliyordu. Asansöre girmeye çalışan adamların aracından yayılan ışık olmalı diye düşündü Aşkar....
Bilgisayarından otomobili çalıştırmak için bir komut girdikten sonra enter tuşunu tıklamasıyla garajdaki spor otomobil gürültüyle çalıştı.
Bundan sonrası bir bilgisayar oyunu oynamak kadar kolaydı. Tek farkı otomobil bilgisayar oyunlarındaki gibi hız yapamıyordu. Otomobili klavyedeki yön tuşlarıyla kontrol ediyordu. İleri tuşuna basınca araç hareket etmeye başladı.
Yavaş yavaş ilerlerken fotoselli aydınlatmalar da teker teker yanmaya başlamıştı yeniden. Aşkar asansör kapısının önündeki iki adamın aracı fark etmemesi için onlardan olabildiğince uzaktan gitmeye çalışıyordu.
Çıkış kapısına çok az kalmıştı. Otomobil önündeki son sütunu da geçince çıkışa ulaşacaktı
Klavyeden sol yön tuşuna basarak aracı sola döndürmesiyle ekrandaki görüntüde bir dalgalanma olmuştu. Son sütunu tam hesaplayamamış otomobilin bir yerlerini sütuna sürtmüştü.
Umarım hasar büyük değildir diye geçirdi içinden. Ama şu anda ondan daha büyük sorunları vardı.
Otomobil garaj kapısına yaklaşınca kapı yukarı kalkarak açıldı. Garajdan çıkarak sola dönüş yapınca ekrandaki görüntü tekrar sarsıldı. Şimdi de arka tekerlekler bordür taşlarını üzerinden geçerek asfalt zemine inmişti anlaşılan.
Sağa sola birkaç manevra yaptıktan sonra aracı düzeltmeyi başarmıştı. Şimdi aracı olabildiğince düz tutmalı ve mümkün olduğunca ileri gitmediydi.
Aracı kullanmakla meşgul olduğu için aşağıda otoparktaki iki adamın ve sitenin girişinde bekleyen SUV aracın şu anda nerde olduklarını göremiyordu. Sadece uzaktan kontrol ettiği spor arabayı takip edip binadan uzaklaşmalarını umuyordu.
Aracı sorunsuz bir şekilde 3 km kadar kontrol etmişken görüntüye siyah renkli suv araç girdi
Suv, Aşkar’ın uzaktan kontrol ettiği aracın önünden gidiyor, arayı biraz açtıktan sonra firen yapıp yavaşlıyor ,tam çarpışma olacakken tekrar hızlanıyordu.
Suv iki araç arasındaki mesafeyi yeniden açmıştı ki ekranda “bağlantı koptu” mesajı belirdi.
Artık ne görüntü alabiliyor nede aracı kontrol edebiliyordu.
Bundan sonra muhtemelen araç bir yerlere çarpıp kendiliğinden duracaktı
Hemen güvenlik kamera görüntülerine geri döndü. Görünüşe göre planı başarılı olmuş, balık zokayı yutmuştu. Çıkış yolları temiz görünüyordu. Garajda asansör girişinde kimse yoktu, suv un da yerinde yeller esiyordu.
Aşkar vakit kaybetmeden dizüstü bilgisayarını topladı ve sırt çantasına koydu. Giriş anahtarını da yanına alarak daireden çıktı. Asansöre binerek “-1”i tuşladı.
10 saniye sonra asansör kapıları açıldığında garajdaydı.
Koşarak her zaman otomobilinin yanına park ettiği Kawasaki Ninja ZX-10R SE motosikletinin yanına geldi. Üzerindeki gümüş renkli örtüyü kaldırınca motorun mat siyah rengi tüm güzelliğiyle ortaya çıkmıştı. 
       Bu motor Aşkar’ın tutkusuydu. Marchesini ile ortaklaşa, özel olarak üretilen 7 kollu çok yönlü dövme alüminyum jantlar, bu motor için özel olarak geliştirilmişti. Özellikle yön değiştirirken daha hafif kullanıma katkıda bulunuyordu. 
 Motorda üç ayrı mod bulunuyordu. Yol, Pist ve Manuel modları. Yol ve Pist modları sırasıyla streetriding veya Pist için uygun yumuşak veya daha sıkı temel ayarları sağlarken manuel mod, binicilere rebound ve sıkıştırma, sönümleme ve taban ayarlarını tercih ve binicilik stiline göre uyarlama olanağı tanıyordu.
 Manuel ayarlar gösterge paneli aracılığıyla elektronik olarak seçilerek her üç modda da KECS, sönümleyiciye araç hızı, strok hızı ve yavaşlama için ayarları manuel olarak yapmanızı sağlıyordu.
 Hem çatallarda hem de arka şokta ki dâhili strok sensörleri, Ninja ZX-10R SE’ye özgü bir özellik olarak gerçek zamanlı strok hızı ve sıkıştırma bilgisi sağlıyordu. Sensör bobinleri her 1 ms’de KECS-ECU’ya giriş sağlıyor, daha sonra KECS ECU, durumun gerektirdiği sönümlemeyi ayarlamak için akımı solenoidlere yönlendiriyordu. Bu da yolun durumuna ve hıza göre süspansiyonların sertliğini azaltıp arttırıyor. 
 Aşkar  motosikletiyle uyumlu mat siyah renkli kaskını takarak motosikletine bindi ve garaj kapısına doğru sürdü. Garaj kapısının tam açılmasını beklemeden motosikletin üzerine eğilerek henüz tam açılmamış olan  kapının altında hızla dışarı çıktı…
1 note · View note
emrahkilic28 · 5 years
Text
3. bölüm
Hakan’ın bilgisayarı birilerinin eline geçmiş olmalıydı.
Eğer bilgisayar kötü niyetli kimselerin elindeyse  ve erteleme şartlı gönderilerin ne işe yaradığını anlamışlar sa  Aşkar da tehlikede demekti. Bu makro ile gönderilen dosyalara ulaşamasalar da alıcı e-posta adreslerine ulaşabilirlerdi.
E-posta adreslerinden de kimlikleri tespit etmek  insanların sandı��ı kadar da zor değildi aslında.
O halde biran önde bu adresten ayrılmak için hazırlanmalıydı.Gidebileceği bir yer düşündü. Batuhan aklına gelen ilk isimdi… 
           Evden ayrılmadan önce bilgisayarından sitesin güvenlik sistemine giriş yaparak yolun temiz olup olmadığı kontrol etmek istedi.
Güvenlik sistemine girip tüm kamera görüntülerine ulaşmak başkaları için zor olsa da onun gibi bir yazılım uzmanı için neredeyse çocuk oyuncağı gibiydi.
İlk defa yalnız olduğu bir gün can sıkıntısından güvenlik kamera sistemine girmeyi denemiş birkaç başarısız denemeden sonra sisteme bu kadar kolay girilebilmesine oldukça şaşırmıştı. Şimdi bu sisteme girebilmek belki de Aşkar’a hayatı bir avantaj sağlayacaktı.
Daha sonra öğrendiğine göre bu sistemlerin ihtiyaç anında kullanılmak üzere bir arka kapısı mutlaka olurdu ve her zaman açık bırakılırdı.
Bir dakika sonra sitenin her bölgesini gören toplam 21  güvenlik kamerasının görüntüleri bilgisayarının ekranında belirdi.
Kat koridorları ve merdivenler temizdi.
Garaj girişinin yakınlarında girişe uzak bir mesafede siyah renkli, orda olmaması gereken bir suv bekliyordu.
Garajda, bir otomobilin farlarının aydınlattığı asansörün önündeki 2 kişiden birinin elindeki yuvarlak nesneyi anahtar yuvasına oturtmaya çalıştığını görünce bir anlığına soğukkanlılığını kaybedecek gibi olduysa da sonra hemen kendini toparladı.
Hakanın bilgisayarından e-posta adresini ve sonra da ev adresini tespit etmişlerdi anlaşılan.
Kapana kısılmak üzereydi.
Asansöre binmeyi başarırlarsa Aşkarı’n kaçacak bir yeri kalmayacaktı
Ama o asansöre Ellerinde anahtar olsa bile Hakan’ retinası olmadan binemezlerdi.
O retinayı nasıl elde edebilirlerdi ki. Hakan ölmüş tü ve o retinanın işlev görebilmesi için en azında beyin ölümü gerçekleşmeden sahibinden alınmış olması ve çok iyi korunmuş olması gerekirdi.
Bildiği kadarıyla Hakanın cesedinde eksik bir uzuv yoktu.
Bu kıskaçtan çıkmak için bir plan yapmalıydı.
Asansörü kullanamazdı.Katlar ve merdivenler temizdi ama merdivenlerden inip dışarı çıksa bile bu adamları atlatması zor bir ihtimaldi.
Bir şekilde onları buradan uzaklaştırmalıydı
           Otomobili geldi aklına. Onu yem olarak kullanacaktı.
Geçen sene aldığı otomobilinde uzaktan kumandalı park etme özelliği vardı.
Aracından indikten sonra anahtardaki park tuşuna basarak aracı daha önceden belirlediği ve aracın beynine kaydettiği park yerine sürücüsüz gidebiliyordu.
Bu araca verdiği paraya kıyasla üstün bir özellik  sayılmazdı aslında.  Ama şimdi bu özellik belki de hayatını kurtaracaktı.
Aracı sürücüsüz olarak park yerine gönderdiği bir gün, bu otomobil kendi kendine park edebiliyorsa kendi kendine de gidebilir diye düşünmüş bu fikrini arkadaşlarına açınca dalgacı gülümsemelerle karşılaşmıştı.
Bu dalga geçen gülümsemeler onu daha da hırslandırmış, fikrini uygulamaya koymak konusunda kamçılamıştı.
Aracın beynine girmek için konulan güvenlik şifrelerini kırmak beklediğinden uzun sürse de sonunda başarmıştı.
Kodları inceleyip çalışma prensibini çözmek güvenlik şifrelerini kırmaktan daha kısa sürmüştü.
Aracın benine uzaktan erişebilmek için birkaç düzenleme yapmış, araç sürüş kamerasını da sisteme entegre etmişti.
İlk denemelerinde bilgisayarından otomobile bağlanmış, araç kamerasından aldığı görüntüyle otomobilini bilgisayar oyunu oynar gibi kontrol etmeyi başarmıştı. Saatte 20 km hızla 1 km uzaklığa kadar gönderebilmişti. Daha sonra bu mesafeyi arttırmak için bazı yeni kodlar ve daha uzun menzilli bir network alıcısı eklese de dememelerini yapamamıştı.
Şimdi bu riski almaktan başka çaresi yok gibi görünüyordu.
           Bilgisayarından otomobile bağlanmak için kullandığı programı açtı ve bağlan tuşuna tıkladı.
Birkaç saniye boyunca bilgisayarın ekranında “Araca Bağlanıyor…” bilgisi yanıp söndükten sonra “Bağlantı Kuruldu “ mesajı göründü ve ekranda karanlık otopark koyu renkli bir gölge olarak belirdi.
Aynı anda otomobilin içinde neon mavisi ekran yavaş yavaş parlamaya başladı.
Bilgisayar ekranında titrek karanlık gölgedeki tek ışık kaynağı ekranın sağ tarafında cılız bir ışık huzmesi olarak görünüyordu
Işık huzmesi asansörün olduğu taraftan geliyordu. Asansöre girmeye çalışan adamların aracından yayılan ışık olmalı diye düşündü Aşkar....
0 notes
emrahkilic28 · 5 years
Text
denemem-1
Batuhan dirseklerini dizlerine dayamış, yüzünü avuçlarının arasına almış bir vaziyette parkta bir bankın üzerinde oturuyordu. Birkaç günlük sakalına parmak uçlarıyla dokunduğunda çıkan, muhtemelen sadece kendisinin duyabileceğim bir sesle hipnotize olmuş gibiydi. Belli bir noktaya bakmadan donuk ve hiçbir düşünce barındırmayan gözlerle etrafını süzüyor  ve rüzgârın etkisiyle dans edermiş gibi dönerek savrulan kuru yaprakları seyrediyordu.
 Burada ne kadar oturduğunu tam olarak bilemiyordu. Bankın, yağmur ve güneşin amansız saldırıları sonucu oldukça şekilsizleştirdiği tahtalarda oluşan biçimsiz çıkıntıların verdiği rahatsızlıktan, epeyce bir süre oturmuş gibi hissediyordu. İsteksizce doğrulurken ayağındaki botların çevresini saran sütlü kahverengini andıran çamur tabakasına, ayağına nereden bulaştıysa! Nefretle baktı.Allah kahretsin nerden de bulaştı? bu çamur diye geçirdi içinden Oldu olası yolda bastığı yere pek dikkat etmezdim zaten. Hatta küçücük bir çocukken çamurlu su birikintilerinin içine atlayarak çamurlu suları etrafa sıçratmak vazgeçemediği bir eğlenceydi. Bu eğlencenin bedelini de kulakları fazlarıyla ödemişti.
 Ağır ağır, isteksizce doğruldu.Rüzgâr kabanının yakasından ensesine soğuk bir nefes üfleyince ürperdiğini hissetti. İki eliyle kabanının yakalarını yukarı kaldırdı. Ensesini soğuk rüzgârdan korumak için boynunu biraz içeriye çekti. Şimdi, gençliğini yıllar önce kaybetmiş, yaşlı ve kambur bir insan siluetine bürünmüş bir halde ellerini de ceplerinden çıkarmadan yürümeye koyuldu.
Aslında belli bir menzili yoktu gidecek. Sadece yürüyordu. Kafasını kaldırmadan, rüzgârın başının üzerinde kalan sayıları nispeten azalmış cılız saçlarını sağa sola savurmasına aldırmadan yürüyordu. Soluk aldığında ağzından verdiği nefesle çıkan buhar yanaklarındaki  kısa sakalların arasından yüzüne belli belirsiz bir dokunuş hissi bırakarak arkasinda kalıyordu.
Bir süre böylece yürümeye devam etti. Hava kapalıydı. Gökyüzünü kalın bir tabaka halinde  kaplayan koyu gri bulutlar gelecek yağmuru haber veriyordu. Eve gitmek geldi aklına. Hayır eve gitmek istemiyordu. Orada kendini şu andakinden daha yalnız hissediyordu çünkü.
 Rutubet kokan, yan duvarları yarısına kadar sarının en iğrenç tonuyla boyanmış, mozaikleri yer yer dökülmüş, dar döner merdiven bir mezarı andırıyordu. Duvarların kalan yarısı da pek iç açıcı bir renkte sayılmazdı doğrusu. Tavandan sarkan elektirik kablosunun ucundaki, kendini bile aydınlatmakta zorlanan ampul, bastığınız yeri bir yerlere takılıp düşmeyeceğiniz kadar ancak aydınlatırdı. Tabi yine de dikkati elden bırakmamak gerekirdi.
Merdivenleri yarım tur çıktığınızda karşınıza çıkan, neredeyse yüz yıllıkmış gibi görünen daire kapısı ise merdivendeki iğrenç sarı renge nispet edercesine zevksiz boyanmış kalın bir boya tabakasıyla karşılardı misafirlerini. Ağır tahta kapının üzerinde tarihi eserlerde görmeye alışık olduğunuz cinsten oymalar vardı. Bronz kaplama topuzun avuç içine gelen kısmı yıllardır kullanılmanın vermiş olduğu sedefimsi parlaklığa sahipken parmakların ulaşamadığı bölgelerde boz rengi kir tabakası  hüküm sürüyordu.
Bu ağır tahta kapıyı açabilmek için, anahtarı saat yönünde çevirirken aynı anda  topuzundan tutarak kendinize doğru çekmeniz gerekirdi.
Eğer elleriniz dolu olarak bu kapının önüne geldiyseniz, efendisinin önünde saygıyla eğilen bir köle gibi onun önünde eğilmeli, elinizde ne varsa ona sunmalı ve karşısında boş ellerle, saygıyla durmalısınız. Ancak iki elinizde boşta iken bu kapıyı açmaya cüret edebilirdiniz.
Anahtarı kilide sokup birkaç defa çevirince kapının kilidi metal bir  tokmak ile kalın bir tahta parçasına vurulduğunda çıkan tok bir sese benzer tıkırtılar çıkararak açılırdı. Kapının arkasında kalan duvara sabitlenmiş, ince bir tahtanın üzerine vidalarla tutturulmuş kanca şeklinde üç adet askılık vardı. Bu kancaların uçları, asılacak elbiseleri delmemesi için ucuz plastikten, sarı, mavi ve pembe renkli, Pembe olan aslında kırmızıydı eskidikçe rengi açılmıştı, küçük kapaklarla kapatılmıştı. Ben anahtarlarımı genellikle en baştaki sarı kapaklı kancaya asarım.
           Dar ve kısa bir koridor, birkaç adım sonra L şeklinde sola dönüyordu. Oturma odası, onun karşısında mutfak. Biraz ilerde sağda yatak odası ve biraz daha ilerde tuvalet ve banyo  vardı. Alelade bir apartman dairesiydi.. Bu bölgedeki evlerin çoğu da bu plana göre yapılmıştı.
Oturma odasına, beyaz boyalı, eski moda kapı kolu olan, böyle bir evde başka türlüsü de düşünülemezdi zaten, yarıdan fazlası buzlucam olan, daire kapısıyla karşılaştırıldığında tüy gibi hafif bir kapıdan girilirdi.
Odaya girince, pekte büyük olmayan dört bölmeli tek kanatlı pencereyi örten perdelerle bir anlığına bile olsa göz göze gelmemeniz imkânsız gibi bir şeydi. Perdeler günün büyük bir bölümü kapalı olurdu. Hatta haftanın büyük bir bölümü. Ancak hafta sonları açılırdı. Yâda tatil günlerinde.
Sol taraftaki duvara dayalı pekte yeni sayılmayan bir kanepe, akşamları yorgunluğumu alacak kadar rahat sayılırdı. Koyu füme rengindeki döşemesinin belli bir şekle benzetilemeyen karmaşık bir deseni vardı. Birkaç yerinde de birkaç ufak leke. Yürürken defalarca ayak parmağımı çarptığım dışarıya doğru açılı ahşap ayakları beklide! bu evdeki en tehlikeli nesneydi.
Kanepenin karsısında kestane rengi, eskicilerde görmeye alışık olduğunuz tarzda ahşap bir televizyon sehpası ve hemen kanepenin solunda küçük portatif bir masa bulunuyordu.
Portatif masa hem yemek hem de çalışma masası olarak oldukça kullanışlıydı. Evde ki zamanının büyük bir bölümünü bu oturma odasında ve bu eşyalarla paylaşırdı Batuhan.
 Hava biraz daha soğumuştu. Batuhan sırtını biraz daha kamburlaştırıp, boynunu bir kaplumbağanın boynunu kabuğunun içine çekmesi gibi kabanının içine doğru çekti. Yere bakıyordu yürürken. Yamuk dörtgen şeklinde, kırmızı siyah ve gri renklerde kesme taşlardan yelpazeye benzer bir desen oluşturacak biçimde döşenmiş arnavut kaldırımın üzerinde bir sağ bir sol botunun ucu görüntüye giriyordu.
Gözlerini Arnavut kaldırımdan ayırarak başını yukarı  kaldırdı. Elli metre kadar ileride beton elektrik direğinin hemen yanından bir tabela yaya yoluna doğru uzanıyordu. Bu tabela yerden 3 veya dört metre yüksekliğe, dört tane beton vidasıyla dış cephesi kırmızı tuğla ile örülmüş bir binanın duvarına sabitlenen L şeklinde bir metal parçasına iki yerinden zincirle asılmıştı. Rüzgârın etkisiyle yumurtadan yeni çıkmış bir kuş yavrusunun çıkardığı sese benzer bir sesle gıcırdayarak sallanıyordu.
Tabelanın üzerinde kalın kırmızı kenar çizgileriyle çevrelenmiş siyah zemin üzerinde turkuaz renkli büyük harflerle LOKANTA yazıyordu.
Çok yaşlı olmayan, yetişkin bir insanın iki koluyla hiç zorlanmadan sarabileceği büyüklükte ki gövdesi, açık yeşil ve kahverenginde kâğıt gibi ince kabukla kaplı çınar ağacının altından, kuru yaprakların üzerine basarak lokanta tabelasının olduğu yöne doğru ilerledi.
Gökyüzünde ki koyu gri bulutların yüklerini daha fazla taşıyacak güçleri kalmamış olmalı ki taşıdıkları yağmur damlalarını teker teker yeryüzüne bırakmaya başladılar. Batuhan evden çıkarken yanına bir şemsiye almayı akıl etmemiş ya da umursamamıştı. Kovanı karıştırılan bal arıları gibi yüzüme saldıran yağmur damlaları, canını yakmıyor, şefkatli bir anne eli gibi yüzünü okşayarak çenesinden yere damlıyordu. Adımlarını hızlandırdı.
Lokantanın turkuaz renge boyanmış, büyük camlı ön cephesini boydan boya kaplayan kırmızı ve beyaz şeritli tentenin altına gelince durdu. Sırtım lokantaya dönük caddeye baktı. Yağmur şiddetini ve yoğunluğunu, etrafımdaki görüntüyü ince bir tülün ardından bakıyormuş gibi bulanıklaştıracak kadar arttırmıştı. Gökyüzünden yeryüzüne milyonlarca ipek iplik iniyordu sanki. Yere çarpan yağmur damlaları esen rüzgârla caddenin üzerinde ince bir sis tabakası oluşturuyordu...
 Seyrek de olsa gelip geçen otomobiller,  yer yer yamalı asfaltın üzerinde ince bir tabaka oluşturan yağmur sularını yararak ilerliyorlardı.
Araçların gelmediği bir sırada, caddenin diğer tarafındaki kafeteryaya gitmek için hareketlenen Batuhan, hızlı adımlarla caddenin karşısına geçti.
Botlarını kapının önündeki kalın keçeden yapılmış paspasa birkaç defa sildikten sonra, metal kapıyı ittirerek kafeden içeri girdi.
İçerisi soluk sarı renkte,  pek parlak olmayan ışık yayan loş bir aydınlatmaya sahipti. Gözleriyle oturacak bir yer ararken garsona;
Az şekerli bir kahve lütfen! diye seslendi. Cam kenarında iki kişilik, kare şekilli, koyu renkli ahşap masanın yanına, ceviz yeşili avangart döşemeli berjere yerleşti.
Yağmur damlaları arkalarında iz bırakarak iri damlalar halinde camdan aşağı süzülüyorlardı.
Garson biraz sonra kahvemi getirdi.
İçerken bir yandan da son günlerde yaşadıklarını düşünüyor ve bir anlam vermeye çalışıyordum.
Birkaç gün önce çocukluk arkadaşı  aramış ve önemli bir konu hakkında görüşmek istediğini söylemişti. Yanına gelmek için adresini vermesini istemiş,  Batuhan’ın ısrarlarına rağmen konu hakkında bir ipucu vermeyip, “gelince her şeyi anlatacağım, yarın görüşürüz” diyerek telefonu kapatmıştı.
Bir gün sonra tekrar arayıp acil bir işini çıktığını birkaç gün sonra geleceğini söyleyip, ben seni arayacağım diyerek telaşla telefonu kapatmasından sonra, üç gün geçmesine rağmen ne aramış, ne mesaj göndermişti. Üstelik Batuhan defelarca aramasına rağmen cep telefonundan bir türlü ulaşamamıştı.
Batuhan ve Aşkar birlikte büyümüştü. Aşkar Ataman. İsmi gerçekten de çok garip gelmişti Batuhan’a ilk duyduğunda. Garip değil de değişik aslında. Aşkar; kuyruğu ve yeleleri siyah olan savaş atı anlamına geliyordu. Anlamını öğrendiğinde çok beğenmişti Batuhan. Ataman ise saygı değer anlamına geliyordu.
Aşkar Ataman; kuyruğu ve yeleleri siyah, saygıdeğer savaş atı. İsim ve soy ismin tam anlamıyla bütünleşmesi.
 Kahvesini bitirdiğinde hava kararmaya başlamış, sokak lambaları teker teker vınlayarak yanmaya başlamıştı.
Ne kadar istemese de artık eve gitmenin vakti gelmişti.
Hesabı ödeyerek evin yolunu tuttu. Yolda konuyu tekrar tekrar düşünmüş, Aşkar’ın ne söyleyeceği, hala neden gelmediği veya aramadığı ile ilgili  bir türlü mantıklı bir cevap bulamamıştı.
Taksi, siyah boyalı, tek kanatlı demir apartman kapısının önünde frenlerinden ıslık sesine benzer tiz sesler çıkartarak durdu. Arkasında bir duman bulutu bırakarak uzaklaşan taksi, sokağın köşesini dönerken, yağmur dinmiş olmasına rağmen kaldırımla asfaltın birleştiği yerde küçük bir pınar gibi akan yağmur suyunun üzerinden atlayarak kaldırıma, oradan da apartman girişini yükselten üç basamaklı merdivenlerin üzerine çıkan Batuhan,. demir kapıyı anahtarıyla açıp kapıyı itti.
Yağsız menteşeler, her zamanki gibi sokak lambasının vınlamasını bastıran, çığlık atar gibi, insanın içini ürperten bir sesle geriye doğru açıldı. Bu çığlık sesi akşamın bu saatinde daha da yüksek çıkıyordu sanki.
Sokak lambasının cılız ışığında merdiven lambalarını yakan elektrik anahtarını buldu ve açtı.
Hiçbir şey olmamıştı.
Zaten kendini bile zor aydınlatan ampul artık çalışmıyordu. Telefonunun ışığını yakarak merdivenlerden dikkatlice yukarı çıkmaya başladı. Parlak ışık sadece nereye doğrultursa orayı aydınlatıyor, merdivenin daha az ışık alan bölgelerindeki karanlığı daha da koyulaştırıyordu.
Döner merdivenlerde sağ omzuyla duvardan destek alarak yarım tur yukarı çıkıp ahşap daire kapısının önüne geldi.
Bir elinde anahtar diğer elinde telefonla bu kapıyı açmak zor oldu için telefonu cebine koydu. Telefonun parlak ışığı cebinden dışarıya cılız bir ışık huzmesi yayıyordu. El yordamıyla anahtar deliğini buldu ve anahtarı itti.
Kapının topuzundan tutup anahtarı çevirmeye fırsat bulamadan kapı sağa doğru gerileyerek yavaş yavaş ardına kadar açılmıştı…
 2. Bölüm
 Aşkar bugün belkide hayatının en kötü günlerinden birini yaşamıştı.UTGA(*) da  askeri uçakların aviyonik sistemlerinin millileştirilmesi için  yıllardır birlikte çalıştığı mühendis arkadaşı Hakan’ın cenaze töreninde yaşadıklarının etkisinde hala kurtulamamıştı. Ölüm nedenini duyduğundaki şaşkınlığı üzerinden bir türlü atamıyordu. Hakan’ın  Mogan gölü kıyısında ıssız bir bölgede aracının içinde kendini vurması inanılacak şey değildi.
Hakan’la beraber çok vakit geçirmişti inançlarından dolayı intihar etmesi imkansız gibi bir şeydi. Hakan nerdeyse dahi seviyesinde zeki bir bilgisayar mühendisiydi. Bir o kadar da hayata bağlı, yaşamayı seven biriydi. Aşkar’ da Hakan’la aynı inançlara sahip olmasından dolayı bu intihar olayına aklı hiç yatmıyordu. Ayrıca intihar etmesi için de bir sebep göremiyordu Aşkar.
           Morali bozuk bir halde Yenimahalle'de ki evinin bulunduğu sitenin garajına doğru sürdü otomobilini.
Garaj kapısı, arkasından birtakım mekanik sesler duyulduktan sonra  bir elektrik motorundan çıkan uğultuyla beraber yukarıya doğru kalkarak açıldı. Otomobil, egzozundan çıkan ses boş otoparkta yankılanarak park yerine kadar ilerlerken fotoselli aydınlatma lambaları birer birer yanarak otoparkı aydınlatıyordu.
 Aşkar, otomobilden inerek asansöre yöneldi. İlerledikçe, az önce yanan fotoselli aydınlatma lambaları ardından teker teker sönerken,  otopark karanlık  serin ve nemli bir mağara havasına bürünüyordu.
Cebinden,  tam ortasında bir çip bulunan bir lira büyüklüğünde yuvarlak madeni  anahtarı çıkararak, bir kenarındaki delikten geçirmiş olduğu siyah kevlar ipten tutup asansörün girişindeki kontrol panelinde bulunan yuvasına oturttu. Kontrol panelinde anahtara uygun bir yuva, apartman girişlerindeki dia fon kameralarını andıran bir kamera ve yanıp sönen küçük kırmızı bir ışıktan başka bir şey yoktu.
Bu işlem Aşkar'a çocukluğunda ki jetonlu telefonları hatırlatıyordu her keresinde. İlkokul çağlarında  en yakın arkadaşı Batuhan'la ortasına delik açtıkları bir jetonu telefon kulübesindeki ankesörlü telefona atar,   masal servisini çevirerek jetonun süresi bitene kadar masal dinlerlerdi. Sonra ortasındaki delikten iple bağladıkları jetonu geri çeker tekrar tekrar atarak bıkana kadar masal dinlemeye devam ederlerdi.
Burada ise bu yuvarlak madeni anahtar telefon etmekten daha farklı bir iş için kullanılıyordu.Cihazın ortasındaki çipte kimlik bilgileri, dna tanımlama kodları,parmak izi bilgileri ve GPS vericisi bulunuyordu. Bir bakıma askerlerin boyunlarına astıkları künyenin teknolojik versiyonuydu. Zorlu doğa şartları ve yüksek ısı gibi yıpratıcı etkilere dayanacak özellikte yapılmıştı.  Bu cihaz UTGAda çalışan tüm üst düzey personele ajans tarafından verilir  ve yüksek güvenlikli, özel izinle girilen bölüm ve binalara girişte, buna ev de dahil,  kullanılırdı.
Birkaç saniye sonra kontrol panelinin ekranında retina taraması için gözünü RSC' (*retina tarama kamerası) sına hizalamasını bildiren mesaj belirdi.Çipin içindeki bilgiler ile retina bilgileri karşılaştırılacak ve eşleşirse asansörün kapıları açılacaktı. Bu güvenlik prosedürü ajansın üst düzey mühendislerini ve projelerini korumak için aldığı önlemlerden yalnızca bir tanesiydi.
Kontrol panelini üzerinde yanıp sönen küçük kırmızı ışık yeşile dönerken panelden ince kısık bir bipleme sesi duyuldu. Hemen sonra asansörün kapıları hafif bir hava akımı yaratarak açıldı....
Asansör küçük bir sarsıntıyla yukarıya doğru hareketlendiğinde, telefondan gelen iki kısa titreşimle düşüncelerinden sıyrılan Aşkar alışkanlığın vermiş olduğu refleksle telefonu açarak  gelen bildirimlere  hızlıca göz attı.
Son gelen okunmamış bildirim, eposta hesabına  Hakan'dan bir ileti geldiğini belirtiyordu.E-posta hesabına giriş yapacakken dairesinin bulunduğu 7.kata gelen asansörün kapıları iki yana kayarak tekrar açıldı. Aşkar e-postayı evde okumaya karar vererek ve hızlı adımlarla daire kapısına yöneldi. Dairenin girişinde de asansöre binerken uygulamış olduğu güvenlik prosedürünün  benzeri vardı. Vakit kaybetmeden  anahtarı yuvaya oturtup retina taramasını tamamladı ve dairesine girdi.
Merakla ve acele adımlarla çalışma odasına giderek dizüstü bilgisayarını çantadan çıkarıp masanın üzerine açtı.
İletiyi ilk aldığında Hakan'dan bir e-posta almasının imkansız olduğunu düşünmüştü.Nede olsa Hakan'ı daha birkaç saat önce toprağa vermişlerdi.Ölü bir adamın eposta göndermesi normal şartlarda mümkün değil diye aklından geçirdi.
Bilgisayarını açtıktan sonra ekranda beliren "erteleme  şartlı gönderiler: Planlı gönderileri bir sonraki açılışta göndermek için lütfen parolayı girin"  mesajını gördükten sonra ölü bir adamında e- posta gönderebileceği fikri eski gibi imkansız gelmiyordu.
Bu mesaj ekranda belirdikten sonra bir sayaç onbeş saniye geri sayım yapıyor, bu zaman içinde doğru parola girilmezse daha önceden hazırlanan iletiler yine daha önceden belirlenmiş alıcılara e-posta olarak atılıyordu. Bilgisayarı kapatmak, kırmak,yada bu sayacı durdurmak için aklınıza gelecek bütün yöntemleri denense bile süreci durdurmanız imkansızdı.iletiler ve alıcı listesi başka bir sunucuda depolanıyor, bilgisayar açıldığı anda iletileri gönderme emri sunucuya gidiyordu.Gönderimi iptal etmek içinde onbeş saniye süreniz vardı.Doğru parola girilmezse her halükarda döngü tamamlanıyor ve iletiler belirlenen adreslere gönderiliyordu.
Bu küçük programı Hakanla beraber tasarlamışlardı. Fikir Aşkar' dan gelmişti, Hakan da kodlarını yazdığı bu küçük makroyu işletim sistemine entegre etmişti.Bu küçük makro Hakan ,Aşkar ve birkaç arkadaşın daha bilgisayarına eklenmişti.Buda kendi aldıkları basit bir güvenlik önlemiydi.
Bu iletinin Aşkar'a gelmesinin tek bir anlamı vardı.Parolayı bilmeyen birisi Hakanın bilgisayarını açmıştı......
 Aşkar e-postahesabına giriş yaparak Hakan'dan gelen iletiyi açtı. İletide şöyle yazıyordu.
"Aşkar, bu epostayı aldığında, eğer ben yanında değilsem ve parolamı unutmadıysam başım gerçekten belada demektir.Bunun bir şaka olmadığından emin olabilirsin"...
Bunun bir şaka olmadığından adı gibi emindi Aşkar, çünkü daha birkaç saat önce katıldığı  cenaze töreni şakaya hiç benzemiyordu.E posta şöyle devam ediyordu;
"Ekteki dosyalarda üzerinde çalıştığımız aviyonik siztemlerle ilgili gizli kodlar, yazılımdaki seysürefer takip,konum izleme ve navigasyon konusunda yaşadığımız sorunları çözeceğine inandığım bazı eklentiler var.Problemin çözümünün ne kadar basit olduğunu gördüğünde sende çok şaşıracaksın.
Bu belgeleri canın pahasına koruyup güvenilir ellere ulaşmasını sağlamalısın.yoksa yılların emeği boşa gider.
Bir daha görüşeceğimizi sanmıyorum.
Hoşçakal.
Hakan ERDEMLİ"
Dosyaların içeriğini görmek için neredeyse meraktan ölecekti ama yinede dosyaları indirmesi veya açması durumunda bilgisayarında içeriklere dair izler bırakma riski merakını yenmesi gerektiğini söylüyordu. Aşkar ekteki dosyaları indirmeden kendi "erteleme şartlı gönderiler" makrosuna ekledi. Gönderilecekler listesine de güvenebileceği bir iki adres daha ekleyip işlemi sonlandırdı.
2.bölüm sonu...
2 notes · View notes