Tumgik
Text
İNSAN-OĞLU ?
İnsanoğlu kimdir? Daha doğrusu ben bunu nedir olarak sormayı daha uygun görüyorum.
İnsanoğlu nedir biliyor musunuz; erkek cinsinin vücudunda bulunan testislerde üretilen sperm adı verilen küçük bir canlı hücredir. Başka bir şey değildir. Sadece kendisine çok anlam yüklenmiştir. Zamanla evrimin bir sonucu olarak dişi kişinin yumurtalıklarını gelişmek için kullanan bu sperm beslenerek büyür gelişir ve insan denen oluşum meydana gelir.
Peki insan sadece buysa yani aslında bir et ve kemik yığını ise düşünebilmesi, bilince ve duygulara sahip olması nedendir? Bu nasıl gelişmektedir? Bunun da bana göre bir açıklaması var. O da şudur ki; hormonlar. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren sadece yaşama, canlı kalmaya odaklanırız ve yaptığımız her şey gerçekleştirdiğimiz her şey bunun uğrunadır. Tamamen içgüdüsel olarak hayvanlardan tek farkımız konuşabilme yeteneği olan canlılar olmamız. Tamamen düşünce ile hayvanlardan ayrıldığımızı düşünmüyorum. Genelde insanlar düşünebilen hayvanlardır derler ama bence bazı hayvanlar da düşünebiliyor. Sadece onlar düşünebildiklerini bizim anlayabileceğimiz şekilde ifade edemedikleri için yaptıkları her mantıklı davranışı içgüdü olarak adlandırıyoruz.
Aslında biz de tamamen içgüdüleri ile yaşayan canlılarız ve bir diğer farkımız da onlardan daha gelişmiş canlı formları olmamız. Ruh peki?
Ruhun da olmadığına inanıyorum. Çünkü neden olsun ki? Düşünmek, düşündüklerimizi söylemek, doğru ve yanlış kavramını oluşturmak, iyi ve kötü kavramını oluşturmak ve bunların ayırımına varmak, aşık olmak, bağlılık hissi özellikle kendi kanından olmayan yabancı birine bağlılık hissi nasıl açıklanabilir ruh yoksa. Çok uzun zaman bunu düşündüm, kafamda bir sürü ucu sonu belli olmayan teoriler geliştirdim ve bir sonuca ulaştım.
Düşünmek hepimizin de bildiği üzere beynimiz sayesinde oradaki ve tüm vücudumuzdaki sinir uçları sayesinde gerçekleşen bir şeydir. Peki yaşamak için gerekli şeyleri düşünmek dışında; ki madem yazının üst bölümünde tüm hayatımızın sadece yaşam ve hayatta kalma üzerine kurulu olduğunu ve bunu da içgüdüsel olarak yaptığımızı düşündüğümü belirttim neden daha fazlasını düşünürüz veya ihtiyaç duyarız. Mesela yaşamak için yemek gerekliyse neden yemeğin çeşitlerini ürettik, çıkardık, bulduk ve bunları tercih olarak sunduk kendimize. Sadece bir çeşit yesek olmaz mıydı? Ya da soy devamlılığı için içgüdüsel olarak cinselliğe ihtiyaç duyuyoruz neden aşık olmak gibi bir yol bulduk da sadece çiftleşip geçmedik? İnsanoğlunun zihni neden bu kadar kompleks şekilde düşünmeye itildi, ya da bunu nasıl başardı? Eğer ruh olmasaydı bunların hepsi nasıl gerçekleşirdi ya da gerçekleşir miydi?
Bizim içgüdüsel olarak yaşamak dışında manevi ihtiyaçlarımız olması neye bağlı?
Bunlar şu anda kafamdaki sorular ve bazılarının kendime göre mantıklı yanıtları elbette ki var. Ama bazıları için hala tam netleşmedi kafamda bazı şeyler.
Dünyada spiritüel şeylerin olmadığına en sonunda inanıyorum net bir şekilde düşüncem bu. Dünya üzerinde bilimle açıklanamayan hiçbir şeyin varlığına inanmamaya karar verdim. Bir süredir bana mantıklı gelen de buydu.
Zira insanlar olarak aslında nasıl bir hayat yaşayacağımızı veya içinde oluşageldiğimiz hayatı ne şekilde yönlendireceğimiz asla bizim elimizde değil. Her şey ne kadar şanslı bir erkeğin spermi olup olmamamızla alakalı. Ben aslında yoğum demişti Burhan Altıntop. Aslında bunları düşünürken ben de aslında olmadığıma, hayattaki her şeyin bir ilüzyondan ibaret olduğuna, yanılsamadan ibaret olduğuna, aslında çektiğim tüm acıların veya kötü günleri algılayabilecek kadar beyin fonksiyonlarımın çalışması sonucu acı verdiğine, aslında yaşadığım hiçbir şeyin acı verici şeyler olmadığına inanıyorum. Zira şu an beynimdeki bazı sinir hücrelerinde bir sorun olsaydı ve ne yaşadığımı anlayabilecek kapasitem, beyin sağlığım olmasaydı hiçbir sorun yaratmayacaktı yaşadıklarım.
Çünkü bilmeyecektim. Bilinçsiz olacaktım. O yüzden zaten benim elimde olmayan hiçbir şeyin üzülmeye değer olmadığını anlamaya başlıyorum.
Zaten hiçbir şey bizim elimizde değil ki. Nasıl bir ailede doğacağımız, nasıl bir görünüşe sahip olacağımız, nasıl bir hayat yaşayacağımız vesaire vesaire.
Bir er kişinin spermi olmak ve ne kadar sağlıklı bir sperm olduğun sana bağlı değil. Spermsin ve ana rahmi denen yere düştüğünde gelişiyorsun aynı zamanda oradaki kimyasal ve fiziksel değişim ve gelişimler sonucu dişi kişiden de genler alıyorsun ve onların da ne kadar sağlıklı olduğu hakkında hiçbir fikrin olmuyor hiçbir tercih şansın olmuyor. Tek şanssızlığın diğer spermlerden daha hızlı hareket etmek ya da ana rahmine ulaşacak kadar hızlı gönderilmiş olman ya da ne şekilde oluşuyorsa artık..
Gelişiyorsun ve az önce bahsettiğim üzere daha tüm bilişsel ve fiziksel fonksiyonların tam oluşmadığı, gelişmediği için bilincin yok ve ne yaşadığından haberin yok. Bir erkek kişisi ve bir dişi kişisi tarafından içgüdüsel olarak soylarının devam etmesi içgüdüsüyle bakılıyorsun ve ne şartlarda bakıldığın hakkında yine bir fikrin yok. Gerekli tüm besinleri aldın mı? Ömrün boyunca sağlıklı olman için gerekli olan sağlık hakkın yeterince sağlandı mı? Yeterli beslenemediysen sıçtın. Mesela anne sütü almayan bebeklerde anne sütü alanlara göre oranla daha sağlıksız bireyler oldukları belirli bir şey. Sonra büyüyorsun, yaşıyorsun, bilincin oluşmaya başlıyor. Ama dünya o kadar büyük bir yer ki tek başına kararlar verip yaşayabilmen için daha fazla büyümeyi beklemen gerekiyor. O raddeye geldiğinde de her şey için çok geç olmuş oluyor zira zaten aile denilen şeyin şartları neyse o şartların sunduğu kadar fırsatın oluyor ona göre bir hayat şekillenmeye başlıyor çevrende. Okuduğun okul ona göre oluyor, arkadaş çevren ona göre oluyor, yediğin içtiğin ona göre, düşünce yapın bile bilinçaltına ona göre yerleşiyor.
Tabi sonrasında da şanssız bir kişinin spermi olduğun için bok gibi bir hayatın oluyor ve sen buna sınav diyorsun. Bunu görülmeyen bilinmeyen bir yaratıcıyla bağdaştırıp her şeyi yaşadığın her şanssızlığı ona bağlıyorsun ve kendini avutmak için bütün bu şanssız ve boktan hayata rağmen şikayet etmediğin daha fazlasını istemediğin diğerlerinin sırf şanslı birer sperm oldukları için sahip oldukları hayata göz dikmediğin için kendince inanışlar geliştiriyor ve kabulleniyorsun.
Yazık. Ne kadar yazık ve ne kadar acınası değil mi? Peki ne kadar insan bunun farkında? Aslında yaşadıkları hayatın kendilerine bahşedilmiş bir güzellik olmadığının, yaşadıkları o güzel ya da kötü hayatı hakketmediklerinin, aslında yaşanılan hiçbir şeyin bizim yaptığımız veya yapacak olduğumuz şeylerle alakası olmadığının, aslında kötü bir hayat yaşayan insanların paşalar gibi sorunsuz bir hayata sahip olanların hayatında hakları olduğunun ve bu şekilde kabul edilse ve bu şekilde yaşansa dünyanın ne kadar güzel bir yer olacağının.
Mesela çok basit örnekle; ben de kanser hastasıyım evet çok çok parası olan o şanslı insanlardan biri de kanser. İkimizde sağlıksız doğmuş canlılarız ve hayatımızın belli bir yerinde bu patlak vermiş.
Ama o yaşayacak belki de ben öleceğim.
Zira onun göreceği tedavi seçenekleri ve opsiyonlarıyla benim göreceklerim asla bir değil ve olmayacak.
O bilmem neredeki tam teşekküllü bir hastanede dört dörtlük bir tedavi alacakken ben kapitalist sistemin bana dayattığı paramın yettiği kadar tedavi alabileceğim.
O dünyanın en iyi doktorlarının elleri altında ameliyat olma şansı bulacakken ben paramın yettiği doktorun ellerinde ameliyat olacağım. Yeteneklerini, işin ehli olup olmadığını göz ardı edecek aslında düşünülmesi gereken en önemli şeyi boş vereceğim.
Şimdi bazıları diyodur ki ; yok canım ne alakası var ölecek olan her türlü ölür.
Bok ölür efendim bok ölür.
O zaman açın Dida Kaymaz’ın kanser hikayesine bakın.
Açın İbrahim Tatlıses’in ölüm riskini ama nasıl yaşatıldığını okuyun. Onun yerinde başka biri olsaydı yaşasa bile yarım bir şekilde yatalak belki de beyin fonksiyonlarını bozuk olarak yaşayacakken o bilincine hiçbir zarar vermeden kurtuldu.
Sonuç olarak yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız asla bizim elimizde değil.
Sadece ne kadar şanslı bir spermsiniz ya da ne kadar şanssız bir spermsiniz.
Hayat kalitenizi bu belirliyor.
1 note · View note