Tumgik
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Yargılama sürecine dair -2 / Bilirkişi atamaları (3)
Dava dosyasının bilirkişilere teslimi ilk defa 9 ay sonunda anca gerçekleşebildi. Sürelerin bu denli gevşek bırakılması bile davada tek başına büyük bir zarara sebebiyet vermişti. Üstelik bilirkişi olarak seçilen isimlerin de sınava ilişkin uzmanlığı bulunmuyordu. Yani ben hem kendi eğitimim dönemimde hem de sınava hazırlanırken takip ettiğim hocalara baktığımda; AB üzerine yoğunlaşmış kişilerin tüm yönelimini bu alanda sınırlı tuttuğunu görüyordum. Başka bir deyişle, ciddi bir AB uzmanı akademisyeninin ben Ortadoğu, Siyasal İslam çalışıyorum dediğine şahit olmamıştım. Bunun tek istisnası benim açmış olduğum davada karşıma çıkmış oldu. -Jean Monnet- gibi AB’ye dair güncel gelişmelerin irdelenmesi gereken bir sınavda, kendisinin dahi AB uzmanıyım demediği bir hoca, davada bilirkişi olarak atandı. AB uzmanı değilse -ne uzmanıydı- da mahkeme tarafından seçilmişti, gerekçesi anlaşılamamıştı.
Bu şartlar altında ben düzenlenecek raporun lehime geleceğine inanmıyor ve ne yazılacaksa yazılsın ve dosya bir an önce ilk derece mahkemesinden çıksın istiyordum.
ODTÜ İktisat ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinden seçilen iki profesör için dosya teslim alma yazısı düzenlendi ve belirlenecek bir kişinin mahkemeden belgeleri teslim alması istendi [1]. Bunun üzerine Uluslararası İlişkiler bölümünden olan öğretim üyesi 20/01/2022 tarihinde evrakı mahkemeden bizzat aldı. Raporun hazırlanması için de kendilerine -30- gün süre verilmişti.
Dosya tesliminin üzerinden 35 gün geçmesine rağmen rapor teslim edilmediği için mahkemeyi aradım. Kalemdekiler de bazı durumlarda bilirkişilere şifahi olarak ek süre tanındığını, bu yüzden biraz daha beklemem yerinde olacağını söylediler. 45 gün dolduğunda yine aradım ve yine aynı cevabı aldım. -55- gün sonra aynı, -65- gün sonra yine aynı. En son aradığımda da dedim ki; madem ısrarla sürelere riayet edilmeyecek, o zaman dosyasına mazeret sunulsun, hepimiz öğrenelim raporun hazırlanmasında neden gecikme yaşandığını.
Ben bu görüşmeyi yaptıktan ve dosya tesliminden tam 70 gün geçmiş olduktan sonra, -İktisat bölümündeki öğretim üyesi- görevlendirmeden çekilmek istediğini belirten bir dilekçe verdi [2]. Davada bu zamana kadar ortaya çıkarılanların üstüne böyle başka bir tuhaflık daha eklenmiş oldu. Oysa bilirkişiye ilk dosya teslim edildiğinde konu içeriği belliydi; zaten mahkeme tarafından da daha ilk başta soruluyordu görevlendirmeye engel bir durum varsa bildirin diye ama hocadan bir itiraz gelmemişti. 
Şimdi bu aşamada benim aklıma gelen bazı şeyler var ve akademiden isimlerle konuştuğumda da neler olabileceğine dair çeşitli tahminlerde bulundular. Bunların hepsini burada anlatıp içeriği dağıtmak istemiyorum. Fakat ortaya çıkan durumun pek de -olağan- değerlendirilemeyeceğini vurgulamam gerekiyor. Hocanın dilekçesinden anlaşıldığı kadarıyla sınav kağıtları ilk başta Uluslararası İlişkiler bölümündeki hocada kalmıştı ve aradan 70 gün geçtikten sonra kendisine teslim edilmişti. Oysa bu iki hocanın bir -heyet- olarak hareket etmesi ve raporu beraber hazırlaması gerekiyordu. O zaman şu soru akla geliyordu; İktisat bölümündeki hocanın başta görevlendirmeye itiraz etmeyip, sonradan dilekçe veriyor oluşu kendisine yapılan bir baskıdan dolayı mıydı? Yani aleyhime bir rapor yazmayı kabul etmediği ama karşısındakilerden de çekindiği için mi dosyadan çekilmek gibi bir çözüm mü bulmuştu (bunları kimseyi zan altında bırakmak için aktarmadığımın, sadece işleyişte tutarlılığa kavuşulmadığı için akla gelebilecek sorular olarak vurguladığımın özellikle şerhini düşerim). Öte yandan kendisi -hukuki- bir gerekçeyle davadan uzaklaşmak istemekle kalmıyor, -yerine gelecek kişinin uzmanlık alanının ne olması gerektiğine- de işaret ediyordu. 
Nitekim öyle de oldu, mahkeme dosyadan çekilen hocanın söylediği alandan yeni bir bilirkişi belirlemeye karar verdi [3] (TOBB ETÜ’den geri çekilme dilekçesi geldiğinde mahkeme tarafından böyle bir düzenlenmemiş; AB Hukuku değil de Uluslararası İlişkiler alanından seçilen bilirkişi için neden liste değişikliği yapıldığı açıklanmamıştı).  
Böylelikle de 9 aylık zaman kaybına 70 gün daha eklenmiş ve davada tekrar en başa dönülmüştü. İdare mahkemeleri için kanunda dava sonuçlanma süresi 6 ay olarak gösterilmesine rağmen, 1 yılın sonunda daha ortada herhangi bir somutluğa ulaşılamamış, -YD talebim için de yeniden bir değerlendirme yapılmamıştı-.  
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Yargılama sürecine dair -2 / Bilirkişi atamaları (2)
Davamın ne yöne evrileceği daha en baştan belli olmuştu aslında. Çünkü takvim anlamında hassasiyet gerektiren taleplerim için şartları oluşmasına rağmen YD kararı verilmemiş; devamında da yazışmaların takibi yapılmayarak yargılamada aylara yayılan bir süre kaybı ortaya çıkarılmıştı. Mahkemenin aleyhime yorumlanacak işlemlerini daha sonra ayrıca toparlayacağım. Fakat bu noktada meşruluk [legitimacy] ve yasallık [legality] arasındaki ayrıma dikkat çekmek istiyorum:
Ben işim gereği yıllardır birçok farklı kamu kurum ve kuruluşuyla etkileşimde bulunduğum için idari süreçleri tanıyan bir -bürokratik farkındalık- geliştirebilmiş haldeyim. Çalışma düzenimin asal ihtiyacı olan bu farkındalığı koruyabilmek için de işleyişteki detaylara dikkat etmek zorundayım. Zira kimi zaman eksik bilgi ve tecrübeden, kimi zaman ise farklı amaçlarla; örneğin aynı izin işlemi için aynı bakanlığa bağlı İstanbul’daki birim ile İzmir’deki birim birbirinden farklı taleplerde bulunabilmektedir. Bu anlamda benim ilk sorumluluğum sürecin resmi mi yoksa -keyfi- bir bağlamda mı ilerletilmek istendiğini anlamak ve yeri geldiğinde düzeltici müdahalelerde bulunmak üzerine şekillenmektedir. Kurulan ilk temaslar o makama dair yeknesak haline getirilmiş düzen hakkında fikir verdiği için oldukça önemlidir; böylelikle sürece dair isabetli öngörülerde bulunabilme olanağına kavuşulmaktadır.
Dava sürecine bakıldığında YD talebi mahkeme tarafından açıkça reddedilmemiş, karar bilirkişi raporlarının alınmasıyla ilişkilendirilmişti. Bu sayede YD talebinin işleme konmasına yönelik -resmi- itiraz etme olanağı dosya gündeminden çıkarılmıştı. Sonra o raporları hazırlayacak bilirkişileri belirlemek için Üniversitelerarası Kurul ile aylarca süren yazışmalar olmuştu. Yine devamında “AB-Türkiye İlişkileri” özelinde belirlenmesi gereken bilirkişi, başka bir temel alan olan “AB Hukuku” listesinden seçilmişti. Oysa bu alan AB-Türkiye ilişkilerinden önce AB’yi tekil anlamda ele alan bir odağı ifade ediyordu. Bütün bunların üstüne benim yazılı kağıdımı puanlayan kişiyi, yine kendi yaptığı işlemi incelemesi için bilirkişi olarak atadıklarında davanın aleyhime tamamlanmak istendiği endişesi doğmaya başlamıştı. Yine de genel güvensizlik haline kapılmamak için kendimi tutmaya gayret gösterdim ve tüm bu -yersiz- işlerin tesadüfen ortaya çıkabileceği ihtimaline inanmak istedim.
Ne var ki, dosyadan çekilen bilirkişinin yerine getirilen bilirkişinin hem kendisi hem de belirleniş şekli nedeniyle artık sonucun olumlu gelmeyeceğinden neredeyse emin haldeydim ve bu aşamadan sonra ben de hazırlıklarımı ona göre yapmaya başladım; zorunlu olduğunu düşündüğüm haller dışında dosyada gecikme yaşanmasına sebebiyet verecek herhangi bir tasarrufta bulunmayacak ve davanın ilk derece mahkemesinden çıkmasını bekleyecektim.
Bir önceki yazımda belgeleriyle de gösterdiğim üzere; mahkeme sınav kağıdımın incelemesini yapmak için AB Hukuku ve Uluslararası İktisat alanından öğretim üyelerinin isimlerinin bildirilmesi talebinde bulunmuştu. Ancak bu listeden seçilen AB Hukuku hocası dosyadan çekilmek istediği için mahkemenin yine AB Hukuku alanından yeni bir görevlendirme yapması gerekiyordu. Bu isimler de Akdeniz ve Marmara Üniversitelerinde kadrolu öğretim üyeleriydi. Mahkemenin Ankara dışındaki öğretim üyelerinden seçeceği birine istinabe yoluyla bilirkişi incelemesi tamamlattırması gerekirken, dosyada açıklaması sağlanmaksızın ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünden bir profesör için görevlendirme yapıldı [1,2]. Bu şartlar altında da şu sorunun sorulması gerekiyordu; madem bilirkişiler alan dışından böyle serbestçe seçilebiliyordu, o zaman ÜAK yazışmalarının amacı neydi, neden bu listelerin alınması için aylarca zaman kaybedilmişti. Dahası AB-Türkiye İlişikleri sorularına ilişkin cevapların AB Hukuku alanından birinin incelemesi gerektiği kararı neye göre verilmişti, dosyanın gideceği zaten belli olan kişiye yasal bir zemin hazırlamak için mi ÜAK’tan listeler alınmıştı sorusu yine burada akla geliyordu.
Öte yandan ODTÜ’den belirlenen yeni ismin de davadaki uyuşmazlığı giderecek bir yeterlilikte bulunmaması hali söz konusuydu. Zira bildiğiniz üzere bizler sınava hazırlık için birçok kaynağı inceliyor, güncel gelişmeleri takip ediyor ve bu anlamda belli akademisyenleri, sözgelimi Çiğdem Nas gibi odaklı hocaların yayınlarından haberdar olmaya gayret gösteriyorken; ben ODTÜ’den belirlenen bu profesöre dair tek bir atıfla dahi karşılaşmamıştım. Bu hocanın ismini sadece “sahte doçent” vakasıyla ilgili olarak, sahte diploma düzenleyen kişinin benim doktora tez danışmanımdı demesi nedeniyle anımsıyordum (https://www.aa.com.tr/tr/gundem/docentlik-belgesi-sahte-cikan-ogretim-uyesi-davasinda-karar/2474181).
Benim mezun olduğum üniversitede AB üzerine odaklanmış bir araştırma merkezi olması nedeniyle merak edip onların YÖK uzmanlık alanlarına baktım ve sistemde AVRUPA BİRLİĞİ TEMEL ALANINDA doçentlik aldıklarını, alt uzmanlıklarının Avrupa ve Bölge Çalışmaları; Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri; Avrupa Tarihi olarak listelendiği gördüm. Dosyaya atanan bilirkişinin uzmanlık alanı ise Uluslararası İlişkiler temel alanında, “Türk Dış Politikası; Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri; Ortadoğu Çalışmaları” olarak belirtiliyordu. Hocanın AB-Türkiye İlişkileri uzmanlık alanının nereden geldiğini anlamak için yayınlarını incelediğimde güncel bir içerikle karşılaşmam mümkün olmadı ama kendisinin 2000’lerin başında insan hakları, demokrasi ve AB gibi -geniş- bir bağlamda ele aldığı -gazete yazılarından- toparlanarak hazırlanmış bir kitabı bulunduğunu öğrendim; yüksek lisans tezi -İran Devrimi ve Ortadoğu-, doktora tezi ise -İnsan Hakları- üzerine yazılmıştı. Bunlarla birlikte kendisi Google Scholar profili üzerinde listelediği uzmanlık alanları arasına AB-Türkiye İlişkilerini yerleştirmiyor; “Turkish Studies, Turkish Politics, Human Rights, Political Islam, Turkish Foreign Policy” için yetkin olduğunu gösteriyordu. Açıkçası ben ODTÜ’de öğrenci olarak AB üzerine yoğunlaşmak istesem gidip de bu akademisyenden tez danışmanım olmasını istemem. Zira başkaları da benim gibi düşünüyor olacak ki 2004 yılından beri görev aldığı üniversitede sekiz (8) öğrenciye yüksek lisans tezi danışmanlığı verdiği listelenen hocadan kimse gidip AB üzerine yönlendirme almamış. Örneğin hocanın 2021 yılında yönettiği son iki (2) tez -Hamas Örgütü- ve -Libya Barış Süreci- dizininde onaylanmış. Hal böyleyken, AB üzerine ciddi hiçbir bilimsel çalışması, güncel anlamda -gazete yazılarından- öte tek bir yayını dahi bulunmayan bir ismi; mahkemenin neye dayanarak dosyada uzman olarak belirlediği merak konusu olmuştur.
Gelgelelim benim görevlendirmesi yapılan bu öğretim üyesi hakkında çekincem esas olarak uzmanlık konularıyla ilgili değil, kendisinin akademisyenlik etik ilkelerine bağlılığı ve bu nedenle de bilirkişiliğin gerektirdiği -hakkaniyet- ölçüsünü sağlayamayacağı yönünde şekillenmiştir. Zira ben her ne kadar hocayı mahkeme sayesinde öğreniyor olsam da, açık kaynaklar üzerinden araştırma yaptığımda kendisinin belli çevrelerde muteber sayıldığı, özellikle 90’lar sonu, 2000’lerin başında -liberal- kimliğiyle ve -gazeteciliğiyle- oldukça etkin olduğu bir durumla karşılaşılmıştır. Bu anlamda dönemin ne kadar dikkat çeken olayı varsa, kendisinin de bir şekilde dahil olduğu, fakat aynı zamanda geçmişten beri akademisyenliğin gerektirdiği objektiflikten uzak söylemleri nedeniyle de sıklıkla eleştirildiği görülebilmektedir.
Şimdi söz konusu hoca FETÖ’den kapatılmış olan Zaman, Today’s Zaman ve Taraf gazetelerinde köşe yazarlığı yapmış birisi. Ben bu durumla karşılaştığımda -olağan şüpheli- bulmuş gibi bir yaklaşımdan özellikle kaçınmak istedim. Bu yüzden de açtım kendisinin yazılarını elimden geldiğince tarafsız bir gözle değerlendirmeye çalıştım. Fakat hocanın yazıları, içeriğinden de önce bana dilbilgisel anlamda -duruluktan- uzak geldiği için fikirlerinin ne olduğunu anlayabilmem pek mümkün olmadı. Örneğin yazılarında dramatik bir etki [impact] oluşturmaya çalıştığı için eş anlamlı sözcükleri peş peşe sıralamak, yersiz noktalama işaretleri kullanmak ve eksiltili cümleler gibi yöntemlere başvurduğunu görüyordunuz. Bu haliyle açık bir neden sonuç ilişkisi kurulamayan, temellendirmesi yapılamayan çıkarımlarda sürekli bir “anlayamazsınız” imasını yakalamak da mümkündü. Bana büyüklerim zarfa değil mazrufa bakacaksın; dilekçede ağdalı dil acemilik belirtisidir diye öğrettiler. O yüzden hocanın yazılarında analitik bir çerçeve göremediğim için kendisini bir -münevver, kanaat önderi- olarak ciddiye almam da pek mümkün olamadı. Bununla birlikte, uğraştığı konular da bildiğiniz -sakil- gözüküyor; yazılarında kimde nasıl bir etki oluşturmak istediği yine anlaşılamıyordu. Örneğin bir yazısında diyordu ki; “asker erbabına tavsiyemdir; siyaseti unutun, mesleğinize saygı gösterin ve dünyadan haberdar olmak için Zaman ve Taraf gibi gazeteleri okuyun”. Ben de bu yazıyı gördüğümde anlık bir karşılık halinde düşünüyordum ki; sen siyaseti unuttuğun, mesleğine saygı gösterdiğin için mi bu cümleleri kurabiliyorsun; kime, ne sıfatla hangi konumdan böyle seslenebiliyorsun.
Sonra dedim ki, belki yazılı ifade kabiliyeti düşük ama belagat kuvveti bulunmaktadır, açıp geçmiş yayınlardan bakayım da neden belli çevrelerce -muteber- sayıldığını anlamaya çalışayım. Bu anlamda NTV’de yayımlanan bir programına denk geldim ve -Ergenekon ve Balyoz- döneminde ifadeye çağrılması tartışılan bir komutan hakkında “bunların görevde tutulması tuhaf, yargılama fırsat bilinip suçlu olduğu iddia edilenlerin ilişiği kesilmelidir, mahkeme derhal tutuklama kararı vermelidir” gibi hem askerlere hem mahkemelere hem de hükümete ne yapması gerektiğine dair yön tayin eder yorumlarıyla karşılaştım. Gelgelelim Ceza Hukuku çalışmayan, yargı mensubu olmak gibi bir deneyime de sahip bulunmayan birinin; bu yorumları nasıl yapabiliyor olduğunu, bu soruların neden kendisine sorulduğunu anlamam da yine mümkün olmadı.
Hocanın “Ergenekon ve Balyoz” davaları gibi dönemin tartışmalı olayları hakkında kendisinin de bireysel bir gündem önceliği belirlediği anlaşılıyor. Bu doğrultuda, -Balyoz- davasının başladığı gecenin hemen sabahında ODTÜ’deki öğrencilerine gelip “size balyoz gibi bir sınav hazırladım”, “Balyoz davası nedir” diye final sınavı yapabildiği, zor durumda bıraktığı öğrencilerin hepsini de derste kalma notunun bir üst eşiği olan “DD” harf notuyla geçirdiği öğrenilmiştir. Burada öğrencilerin vereceği cevapların hangi bağlamda doğru veya yanlış olarak değerlendirileceği -tuhaflığına- dikkat edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, kamuoyunda bu denli yoğun tartışmalara neden olan bir sürecin, hiç sakınılmadan sınıf ortamına sokulup, öğrenciyi kışkırtma amaçlı sınav sorusu haline getirilmesi; kişilerin dünya görüşünden de bağımsız olarak, akademik gerekçelerle ve etik ilkelerle bağdaşmayacak sakil bir uğraştan başka bir şey değildir ne yazık ki. Mesela tamamen karşılaştırma sağlamak amacıyla sormak istiyorum; bu hoca bir -insan hakları anlatıcısı- olarak -Ergenekon ve Balyoz- süreçlerinin tartışılması için gösterdiği heves yanında, örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Perinçek-İsviçre Davası” kararını hiç irdeleme ihtiyacı hissetmiş midir veya başkaca herhangi bir davayı final sınavı sorusu haline getirmeyi düşünmüş müdür acaba?
Hoca kendisini bir “siyasetbilimci” olarak tanıtmasına rağmen bu formasyonla bağdaştırılamayacak garip ifadeler kullanmaktan da çekinmemektedir: örneğin “‘Devlette devamlılık esastır’ klişesi devlet tapıcılığın ilkel bir tezahürüdür” derken kendisinin tam olarak neyi kastettiği anlaşılamamaktadır. Yani devletsiz toplumların da mümkün olduğunu mu söylemektedir, ya da devletlerin tarihselliğinin, antik dönemlerden beri hangi aşamalardan geçtiğinin, egemen devlet ilkesinin nasıl geliştiğinin farkında mı değildir. Ne demektir “devlet tapıcılığı”, nedir “ilkel” olan. Devletin kurum ve kanunlarından başka bir kuvvet tanımamak mıdır, soyut “toplumsal sözleşme” esasını kabul etmek midir, nedir. Devletin olmadığı yerde anarşi ve nihayetsiz bir savaşım içinde bulunulacağının [bellum omnium contra omnes], uygar olmanın; bir arada bulunmanın bu kurum ve kanunlar eliyle düzenlendiğinin ayırdında mı olunamamaktadır. Devlet korunmayacak da ne yapılacaktır ayrıca, hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan zümrelerle mi rabıta kurulacaktır, toplumsal adaletin ortadan kaldırılması pahasına da olsa, azınlık bir grubun çıkarına mübah sayılacak her türlü işe el atmaya, yetmeyince de terörle sonuç elde edilmeye mi çalışacaktır.
Kendisinin de yargılandığı Zaman gazetesinin kapatılmasına gelen kadar süreçte hocanın Adalet ve Kalkınma Partisi’nden çekincesizce AK Parti diye bahsederken, bu olay sonrasında -AKP- söylemine geçmiş olması da son derece ilginçtir. Bu minvalde “siyasetbilimci” olarak bir yanda “devletin AKP’lileştiğinden” bahsedebiliyorken, öte yanda yakın tarihimize damga vurmuş olaylar silsilesi içerisinde tam da ismiyle müsemma bir şekilde -paralel devlet yapılanması- olarak hareket etmiş FETÖ’yü neden tek bir satır olsun bile anmamaktadır, bilinmemektedir. Hocanın mevcut -konjonktürde- odağına aldığı konu ve söylemleri de yine ilgi çekicidir ki, son 2 yıldır muhalefetin kazanma stratejileri üzerine düzenli yazılar yazmakta ve -geçiş sürecine- dair kamuoyu çalışması yapmaktadır.
Hasılı burada izah etmeye çalıştığım şey; ortaya çıkarılan içeriğin işaret ettiği odaklardan bağımsız olarak, akademisyenliğin bu denli siyasallaştırılması üzerinedir. Çünkü buradaki en büyük endişem, akademiyi şahsi yönelimlerin bir aracı haline getirebilen kişilerin ölçülü ve hakkaniyetli değerlendirmeler yapamayacak olmasından ileri gelmektedir. Öte yandan -ayırma ve kayırma- üzerine gelişen bir zihniyetin akademide yer edinmesinin, öğrencilerin bilinçlerini zehirleyeceği için toplumsal dengeler açısından da sakıncalı olduğuna inanıyorum.
Son kertede dava için toparlamak gerekirse eğer; mahkemenin bu ismi bilirkişi olarak atamasında hukuki anlamda bir sakınca yoktur belki ama bu kişi -hakkaniyet- ölçüsü bakımından benim nazarımda meşru da değildir. Zira AB çalışmaları dışında her şeyi yapmaktan geri durmayan bir ismi, benim bırakın bilirkişi olarak atamayı düşünmek, gidip güncel anlamda soru sormaya bile tenezzül etmeyeceğim gerçeği söz konusuyken, mahkemenin memlekette sanki başka uzmanlığına başvurulacak kimse kalmamış gibi bu ismi nasıl belirleyebiliyor olduğu irdelenmeye muhtaç bir olgu haline gelmiştir.
Kaldı ki, atanan bilirkişi de çekincelerimi beslemekten ve hukuka açıkça aykırı bir rapor tanzim etmekten başka bir şey yapmamıştır. Bu raporu yeri geldiğinde yayımlayacağım. Şimdilik daha fazla uzatmadan bitirmek istiyorum.
Tumblr media Tumblr media
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Yargılama sürecine dair - 2 / Bilirkişi atamaları (1)
09/03/2021 tarihinde verdiğim dava dilekçesi için 18/05/2021 tarihinde ara karar düzenlendi [1] ve dosyada bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildi.
Bu bilirkişilerin belirlenebilmesi için de ÜNİVERSİTELERARASI KURUL BAŞKANLIĞI’na yazılarak [2] -"Avrupa Birliği Hukuku" ve "Uluslararası İktisat (özellikle Gümrük Birliği ve Dış İlişkiler alanında uzmanlaşmış)" alanında İngilizce dilinde yapılan sınava ilişkin bilirkişilik yapabilecek görevli profesör ve doçent unvanlı öğretim üyelerinin- isimlerinin mahkemeye bildirilmesi istendi.
Bu karar yargılamaya ilişkin sıradan bir karar gibi gözükmekle birlikte, içeriğine dikkatli baktığınızda davanın gidişatına dair erken bir gösterge yakalayabiliyordunuz. Zira burada konuya göre bilirkişi ataması değil, dosyanın gideceği bilirkişiye göre konu belirlendiği gibi bir çıkarım doğabiliyordu.
Şöyle ki:
-        Sınavın AB bölümüne ilişkin soruları incelemesi için “AB-Türkiye İlişkileri” üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen belirlenmesi gerekirken, “AB Hukuku” özelinde daha dar kapsamlı bir alandan isim seçilmek isteniyordu.
-        Uzmanlık alanları hem bilirkişilik hem de YÖK standartları gereği bu şekilde yorumlanmaya müsait değildi; çünkü temel alan, alt uzmanlık gibi yeterliliklerin belirlenmesi için mevzuat anlamında tamamlanması gereken işlemler vardı. Örnek olarak incelemek isterseniz bir öğretim üyesinin hangi alanda doçentlik aldığı, uzmanlık alanlarının nasıl belirlendiği üzerine kendiniz de araştırma yapabilirsiniz (Siyasal Hayat ve Kurumlar: Siyaset Sosyolojisi; Türk Siyasal Hayatı vs. gibi).
-        AB Hukuku alanında o dönemde sadece üç (3) akademisyen profesör seviyesinde bilirkişi olarak atanabilecek nitelikteydi ve bu akademisyenler de sırasıyla AKDENİZ, MARMARA ve TOBB Üniversitelerinde görev alıyordu (Doçentlik Bilgi Sistemi -DBS- verilerine göre).
Bu bilgiler ışığında Ankara mahkemelerinde görülen bir dava için dosyanın da TOBB ETÜ’deki akademisyene gideceği olgusu daha en baştan anlaşılabilir hale geliyordu. Öyle de oldu. Dava dosyamda AB Hukuku için TOBB ETÜ’den, Uluslararası İktisat için ise ODTÜ’den iki profesörü bilirkişi olarak görevlendirdiler.
TOBB ETÜ’deki bu isim, daha önce sözünü ettiğim stajyer avukatın “biz kendisi tarafından özel olarak hazırlanma şerefine nail olduk” dediği hocanın da ta kendisiydi.
Ben hem daha önce bu kişinin anlattığı öğrenci hazırlama durumundan dolayı, hem de hocanın yıllardan beri AB Başkanlığı etrafındaki işlerde yer alıyor olması nedeniyle kendisinin bağımsız bir değerlendirme yapamayacağını düşünerek görevlendirmeye itiraz etmek istedim. Biz avukatımla kendi aramızda bir karar vermeye çalışırken bu sefer hocanın kendisi mahkemeye dilekçe verdi ve iptali istenen sınavda değerlendirici olarak yer aldığı için -görevden affını- istedi [3].
Bunun üzerine mahkeme de tekrar MFİB’ye yazarak benim sınav kağıdımı değerlendiren kişilerin isimlerinin açıklanmasını talep etti [4]. Böylelikle görevlendirmeyi kabul etmeyen hocanın gerçekten de benim sınav kağıdımı değerlendiren hocalardan biri olduğu anlaşıldı (AB Sorularını Çankırı Karatekin Üniversitesi’nden başka bir hocayla beraber değerlendirmişlerdi).
Yani benim sınavımı bizatihi değerlendiren kişiye, kendi yaptığı işlemi yine kendisinin denetlemesi için görevlendirmesinin yapıldığı ortaya çıktı. Mahkemenin atadığı bilirkişinin tesadüf olarak böyle denk geldiği kabul edilebilir olsa da, burada MFİB’den söz konusu görevlendiremeye ilişkin hiçbir itirazda bulunulmaması esas dikkat çeken mesele olmuştur. Daha açık bir ifadeyle, eğer ki hocanın kendisi görevlendirmeye ses çıkarmamış olsa, böylesi bir -garabete- MFİB tarafından göz mü yumulacağı konusu merak edilir hale gelmiştir.  
---
Yazıları mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım bundan sonra. Devam edeceğim.
---
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Avrupa Komisyonu Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakereleri Genel Müdürlüğü -Yazışmalar/2 (Direktör)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Avrupa Komisyonu Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakereleri Genel Müdürlüğü -Yazışmalar/1 (Türkiye Masası)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Başarı sıralamasının belirlenmesi ve sektörel kotaların doldurulması hakkında
JMSP 2023-2024 döneminin sınav süreci içerisinde olduğumuz göz önüne alındığında, adaylar açısından en çok merak edilen konuların arasında sektörel sıralamaların nasıl belirlendiği de yer almaktadır.
Bu anlamda aşağıdaki örnek -resmi- işlemlerin nasıl tamamlandığını göstermesi bakımından oldukça önemli.
Daha önceki paylaşımda da bahsettiğim 2021/12571 Sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu başvurusu için aday puanının yükseltilmesi yönünde karar tesis edilmiş:
SAYI : 2021/16865-S.21.27015
BAŞVURU NO : 2021/12571
KARAR TARİHİ : 01/12/2021
BAŞVURUYA KONU İDARE : MERKEZİ FİNANS VE İHALE BİRİMİ BAŞKANLIĞI
BAŞVURUNUN KONUSU : Sınav sonucunun yeniden değerlendirilmesi hakkında.
BAŞVURU TARİHİ : 17/07/2021
https://kararlar.ombudsman.gov.tr/Arama/Index
Söz konusu kararı detaylı incelediğimizde MFİB’nin idari işlemlerini nasıl yürüttüğü hakkında vahim bir örnekle karşılaşıyoruz:
Burada aday tarafından kendisine 55.75 puan olarak takdir edilen yazılı sınav sonucuna itiraz edilmiş ancak MFİB; “Adayın yazılı sınav cevapları için yapılan değerlendirmeler kontrol edilmiş ve herhangi bir maddi hata tespit edilmediği, değerlendirme ve onaya ilişkin, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu onayı dahil tüm süreçler tamamlanmış olduğu için sınav kâğıdının tekrar değerlendirilmesinin mümkün olmadığı” şeklinde bir geri dönüş sağlamış.
Bunun üzerine aday Kamu Denetçiliği Kurumu’na başvuruda bulunmuştur.
KDK nezdinde tamamlanan bilirkişi incelemesinde; adayın sınav kâğıdının aynı alanda sınava girerek başarılı sayılan en yüksek ve en düşük puan almış diğer adayların sınav kağıtlarıyla karşılaştırılması, doğru ifadelerin/yanıtların cevap anahtarına uygun olarak puanlandırılması, sorulara cevapların yeniden değerlendirilmesi neticesinde adayın toplam puanının 74 (yetmişdört) olduğu tespiti yapılmıştır.
Burada dikkat ederseniz, KDK tarafından yapılan inceleme sınav kağıdının cevap anahtarıyla karşılaştırılması suretiyle gerçekleşiyor. 
Elinde somut bir içerik bulunmasına rağmen bir adayı 18.25 puan gibi düşük bir eksiklikle değerlendirmekte sakınca görmeyen MFİB’nin, bu şartlar altında herhangi bir adayı başarılı kılmak için 18.25 puan fazladan vermesinin önünde bir engel de bulunmadığı anlaşılıyor. 
Yani burada sadece münferit bir sınav kağıdının değerlendirmesi değil, sınavın geneline sirayet etmiş bir keyfi puanlama durumu ortaya çıkarılıyor. 
Fakat somut olgularla tutarsız şekilde dayatılan bu puanlama yetmiyormuş gibi, MFİB’nin ortaya çıkan farka dair getirdiği savunma da yine ayrıca bir vahamet oluşturmaktadır. Zira kendileri üniversite sektöründeki asil listedeki son adayın puanının “76” olduğunu açıklayarak, itirazı gerçekleştiren adayın puanı 55.75’ten 74’e yükseltilse dahi asil listeye giremeyeceği için yerleştirme sürecine geçilemeyeceğini açıklamaktadırlar. Adayın 74 puanla yedek listede olan şansı yüksek olmakla birlikte, bu yönde bir değerlendirme ise sağlanmamaktadır.
Yine devamında (15); “Jean Monnet Burs Programı 2021-2022 Akademik Yılı Başvuru kılavuzunda, Programının başvuru ve değerlendirme sürecinin Merkezi Finans ve İhale Biriminin sorumluluğunda ve sözleşme makamı olduğu, “Burs Sayısı” bölümünde, “2021-2022 akademik yılı için yaklaşık 160 kişinin burstan faydalandırılması planlanmıştır. İmzalanacak sözleşme sayısı, tahsis edilmiş bütçe ile sınırlıdır. Bu bağlamda, kazananlar listesinde yer almış olmak sözleşme imzalanacağını garanti etmemektedir. Bursların %50'sinin kamu sektörüne, %30’unun üniversite sektörüne, %20’sinin ise özel sektöre tahsis edilmesi öngörülmektedir. Yazılı sınavdan 100 üzerinden en az 60 puan alan adaylara, başarı sıralaması ve sektörel kotaların doldurulması esasına dayalı olarak burs verilecektir. Sektörlere ayrılan kotalar, bursların tamamının azami ölçüde kullanılabilmesi amacıyla birbirleri arasında kaydırılabilir.” denmektedir.
Belirtilmektedir ki, sektördeki son kişinin puanı bağlayıcı değil, aynı zamanda genel sıralamadaki puana göre de bir listeleme söz konusudur. O zaman sorulması gerekir, madem sektörler arası böyle geçişler mümkündür, o halde 18.25 puan eksik puanlama yapılarak mağdur edilen aday için nasıl üniversite sektöründeki adayın son puanı 76’dır, yeniden hesaplama yapılsa bile yerleştirme sürecine geçilemez denebilmektedir. Kamu ve özel sektörleri için son adayların puanı kaçtır belli değildir. -Tüm bu hususlar basit bir matematik sıralaması ile giderilebilecek durumdadır.-
Özetle, MFİB’nin aynı olay içerisindeki resmi yazışmalarında dahi birbirine tezat beyanlar sunduğu, hukuka bağlı bir idarenin sorumluluğunda hareket etmesi bir yana, adayların aleyhine olacak şekilde tamamladığı işlemler için akıl ölçüsünde dahi izahı mümkün olmayan ifadelerle sorumluluktan kurtulmaya çalıştığı görülmektedir.
Bu şartlar altında, bir adayın başarılı kılınması için somut göstergeler mi kullanılıyor yoksa her adayın -öznel- durumuna göre mi bir değerlendirme yapılıyor olduğu hususundaki takdiri sizlere bırakıyorum.
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Yargılama sürecine dair - 1
JM için dava açmaya ilk karar verdiğimde belli zorluklarla karşılaşacağımı; mahkeme sürecinin sorunsuz ilerlemeyeceğini tahmin ediyordum. Beklediğim gibi de oldu. Her aşamada ayrı ayrı şaşkınlık yaşadığım bir süreçte artık istinaf aşamasına gelinmiş durumda. Asıl kritik süreç bundan sonra başlıyor, olay ya bir şekilde kapatılacak ya da uğraşımın Devlet nezdinde tanınacağı bir neticeyle karşılaşacağım.
Öte yandan süreci burada özellikle anlatmak istiyorum ki ülkemizde hak arama kültürüne ilişkin herkesin kendi çıkarımlarını yapabileceği bir kayıt olsun. Çünkü yaşadıklarımın burs meselesinin de ötesinde, bir vatandaşın yerine getirmeye çalıştığı mücadelesi anlamında değerli ve öğretici olduğuna inanıyorum.
Buradaki kayıtlardan da anlaşılacağı üzere, ben meselelerin görünür olması yoluyla; kronik problemlerin çözümü noktasında dönüştürücü bir unsur ortaya çıkarmayı, bu sayede hem sonraki dönemlerde sınava hazırlanacaklar için bir kolaylık hem de gerektiğinde itiraz sürecine girişilmesi için yol gösterici olmasını amaçladım. Nitekim bu hususlarda başarıya ulaştığım da söylenebilir. Zira benim Kamu Denetçiliği Kurumu’na yapmış olduğum başvuru neticesinde, yazılı sınavın değerlendirme esaslarının objektif olarak belirlenmesi için “cevap anahtarı” düzenlenmesi yönünde karar verildi ve JMSP de bu karardan sonra cevap anahtarlarını hazırlamaya başladı. Her yıl 1000 kişinin üzerinde başvuru sahibinin girdiği bir yazılı sınavda, somut herhangi bir değerlendirme aracının belirlenememiş olması halinde, emekleri zayi edecek puan sapmalarının ortaya çıkması kaçınılmaz bir olgudur. Bu çok temel ve bariz gereklilik 1989 yılından beri tamamlanmamış olmasına rağmen, usulüne uygun yürütülen bir itiraz süreci sonrasında uygulamaya konulmuş oldu. Bu birinci kazanımdı. Devamında ise itirazlarımın görünür kalması ve ihlalle karşılaştığını düşünen adaylar için yol göstermesi diğer bir kazanım oldu. Bu anlamda benden sonraki dönemlere ait başvurular için de şu anda idare mahkemelerinde yargılama süreçlerinin devam ettiğini bilmenizi isterim. Bu adaylardan bazılarıyla halihazırda iletişim içerisindeyim ve birbirimize pratik anlamda oldukça fayda sağlayan bir desteği sürdürüyoruz. Mahkeme sürecinden ayrı olarak, JMSP yazılı sınav itirazları için Kamu Denetçiliği Kurumu’na 3 ayrı başvuru yapılmış ve hepsinde puanların artırılarak yeniden hesaplanması yönünde “Tavsiye Kararı” tesis edilmiş. Ne yazık ki bu 3 adayın kim olduğunu bilmiyorum. Fakat içlerinden (KDK) 2021/13028 Sayılı başvuru sahibiyle özellikle görüşmek isterdim, temennim bu başvuru sahibinin karardan sonra idari yargı sürecini başlatmış olmasıdır.
-
Benim şu anda istinaf incelemesi devam eden dava sürecini ilk başlatmam dosyanın doğru bir avukata teslim edilmesi anlamında biraz zorlayıcı oldu. Dosya için 4 farklı avukatla görüştüysem de mesele bu avukatlar arasında ya haddinden fazla endişe konusu haline getirildi ya da gereğince umursanmadı. -Bilmeyenler için idari yargı süreci kendi içerisinde dinamikleri olan ayrı bir uzmanlık konusu olarak değerlendiriliyor ve hukuk mahkemelerine bakan diğer bazı avukatlar tarafından kurumlarla veya vergi süreçleriyle uğraşmak sıkıcı olarak görülüyor.- Benim ilk gittiğim avukat idare hukuku içerisinde esas olarak vergi üzerine uzmanlaştığı için burs meselesinin neden bir iptal davası gerektirdiğini anlamakta zorlandı. Ona göre burs meselesi bir kurumun kendi inisiyatifindeydi ve verip vermemek konusunda herhangi bir bağlayıcılık söz konusu değildi. Ben kendisine bunun yazılı sınav sonucunda yarışmacı bir sıralamaya göre belirlendiğini anlatmak için uğraştıysam da bir sonuç alamadım ve başka bir avukata yönelmek durumunda kaldım. Ankara’da bulduğum bu avukatla yaşlarımızın da yakın olması nedeniyle daha kolay bir iletişim kurma imkanımız oldu. Ben kendisiyle bu iyi anlaşmanın getirdiği rahatlıkla aklımdan geçenleri hiç çekinmeden paylaştım ve eğer bir sakınca görüyorsa baştan dosyayı almamasını talep ettim. Kendisi hayır ben vekilliğinizi üstlenmek istiyorum deyince elimdeki belgeleri paylaştım ve dava dilekçesinin hazırlanması için haber beklemeye başladım. Yaklaşık 2 hafta sonra avukat tarafından arandım ve kendisiyle yargılamanın doğum sürecine denk geleceği, işleri etkin takip edemeyeceği, bu sebeple de dosyayı alamayacağı ama istersem benim olaylara vakıf olmam nedeniyle kendi başıma davayı başlatmamın daha yerinde olacağı, hatta gerekirse kendisinin de dışarıdan vekalet ilişkisi kurmadan destek vereceğini teklif ettiği şekliyle bir görüşme gerçekleştirdik. Baştan konuştuğumuzda bunlardan bahsetmediniz, evrakı inceledikten sonra çekinecek bir şey gördüyseniz açıkça söyleyin ben de bileyim dediysem de yine hamilelik süreci öne sürüldüğü için meseleyi daha fazla irdelemekten kaçındım.
-Bu noktada açıkça ifade etmek gerekir, kimileri tarafından FETÖ meselesinin halen son bulmadığı gözlemi yapılıyor ve söylentilere göre bu yapı yargıda başat olmasa bile varlığını sürdürmeye devam ediyor. Örneğin eski rahatlık alanı bulunmamakla birlikte, sirayet etmek istedikleri yargılama süreçlerini geciktirmek gibi dolaylı yollarla bir şekilde işlerlik göstermeye devam ediyorlar. Bu yüzden de -özellikle seçim dönemine girilmiş olması- nedeniyle şüpheli gördükleri durumlarda taraf olmak yerine, dosya almama yönünde tercih geliştiriyorlar; iktidarın değişeceği beklentisi nedeniyle bir düşük gerilim hali söz konusu olduğu iddia ediliyor.-
Sonraki günlerde aslında ticaret hukuku özelinde uzmanlaşmış olan bir avukat arkadaşıma yukarıdaki olayları anlatmam ve arkadaşımın kendisinin dosyayı üstlenmek istemesi sayesinde dava için avukatımı bulmuş oldum. Yani daha en başta dosyayı teslim edecek güvenilir bir avukat bulabilmek için bile belli bir zorluk yaşanması söz konusuydu.
Dava sürecini 3 farklı kapsamda ele almak daha doğru olacak sanırım. Bunları ayrı olarak anlatıp en sonunda kronolojik bir sıraya dizmek daha anlaşılabilir bir içerik anlamı kazanacak.
Bütün süreci; 1- Mahkemenin kendisi (dava usul ve esasları, mahkemeyle olan etkileşim), 2- Bilirkişilik (davadan çekilen bilirkişiler, yeni bilirkişilerin atanması, hazırlanan raporlar ve itirazlar), 3- Dava konusunun şu anda kayıtlı olduğum yüksek lisans programında aleyhime kullanılması etrafında anlatmaya çalışacağım.
Bölge İdare Mahkemesinde istinaf incelemesi devam eden dava dosyam için; Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Ofisi/ Avrupa Komisyonu, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu, Bilirkişilik Bölge Kurulu ve Savcılıklar nezdinde de ayrıca şikayetlerim söz konusu olup, bu şikayetlerimin incelenmesi de ilgili kurumlarca devam ettirilmektedir.
0 notes
jeanmonnetbursu · 1 year
Text
Sosyal medya görünürlüğü ve tacizler hakkında
Bundan önceki paylaşmış olduğum yazıda artık açıktan “FETÖ” bahsi yapmaya başladığım için işlerin rengi biraz değişmiş durumda.
Bu paylaşıma gelinceye kadar Jean Monnet Burs Programı ve AB Başkanlığı hesapları benim yazdıklarımla ilgili herhangi bir aksiyon almazken, artık hemen her paylaşımımı dikkatlerden kaçırma çabasına girmiş haldeler.
Örneğin kendilerinin resmi Twitter hesaplarından yaptığı paylaşımların altına yazdığımda veya kendi sayfamda da gözükecek şekilde yeniden paylaşım gerçekleştirdiğimde bu gönderiler biraz bekledikten sonra silinip tekrar yayınlanıyor. Yani ben beğeni ve yorumlar aracılığıyla görünürlük sağlamaya çalıştıkça, onlar da bu görünürlüğü sınırlandırmak için böyle bir yöntem geliştirmiş durumdalar. Şimdilik “engelleme” gibi bir durum söz konusu değil ama davaya ilişkin daha ciddi paylaşımlar yaptığımda da aynı “kurumsal tavrı” sürdürebilecekler mi bilmiyoruz.
Öte yandan, özellikle daha önce stajyer avukatlar meselesinde bahsettiğim kişi olmak üzere, FETÖyle ilintili olduğunu düşündüğüm bazı sahte hesaplar tarafından da sıklıkla taciz ediliyorum. Anladığım kadarıyla birileri arada hesabımı kontrol ederek “zarar tespiti” yapmaya çalışıyorlar. Bu kişiler meseleyi FETÖ çerçevesinde dile getirmeye başladığım için oldukça kızgınlar ve “adam gibi hakkımı aramamı” ve “kimseye sataşmamı” talep ediyorlar.
Bu tacizlere ilişkin şu hesap tam bir örnek: https://twitter.com/themandin. Hiçbir takipçisi olmamasına rağmen hesap sahipleri 10–15 günde bir sürekli olarak kullanıcı adlarını değiştirmektedirler. Bunu geriye dönük izlerini silmek için bilinçli bir şekilde yaptıklarını düşünüyorum. Zira bu hesaplardan diğer kullanıcıların paylaşımlarına cevap vererek “sataştıkları”, hükümete karşı kinlerini kustukları, zaman zaman da “bekleyin devran dönecek” diye doğrudan tehdit ettikleri içeriklerle karşılaşılıyor.
Gözlemlediğim kadarıyla hepsinin ortak gündemi şu şekilde:
-Galatasaray paylaşımları
-Borsa yorumları
-Bold Medya, Zaman Gazetesi paylaşımları
-Cevheri Güven, Emre Uslu gibi hesapların gündemde tutulması
-Mağdur KHK’lılar, “insan hakları” ihlalleri, yargılama süreçlerine ait bilgiler.
Bakalım zaman içerisinde bu tacizlerin ne şekilde bir içeriğe evrilecek göreceğiz.
0 notes
jeanmonnetbursu · 2 years
Text
Tarafsızlık ve devlete bağlılık:
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu
BÖLÜM: 2 Ödevler ve Sorumluluklar
Tarafsızlık ve devlete bağlılık:    Madde 7 – (Değişik: 12/5/1982 - 2670/2 md.)
   Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.
   Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler.
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.657.pdf
0 notes
jeanmonnetbursu · 2 years
Text
Sadakat:
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu
BÖLÜM: 2 Ödevler ve Sorumluluklar
Sadakat:
Madde 6 – (Değişik: 12/5/1982 - 2670/1 md.) 
   Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar.Devlet memurları bu hususu "Asli Devlet Memurluğuna" atandıktan sonra en geç bir ay içinde kurumlarınca düzenlenecek merasimle yetkili amirlerin huzurunda yapacakları yeminle belirtirler ve özlük dosyalarına konulacak aşağıdaki "Yemin Belgesi" ni imzalayarak göreve başlarlar. 
   Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.657.pdf
0 notes
jeanmonnetbursu · 2 years
Text
Uzun bir bekleyiş
Halen devam etmekte olan işlemler nedeniyle uzun bir süredir bekliyor olsam da içinde olduğum dava süreci hakkında artık bir güncelleme yapmanın zamanı geldi. Özellikle yakın bir tarihte gündeme gelen bir haber nedeniyle daha fazla oyalanmadan bir açıklama yapmanın faydalı olacağına inanıyorum.
Belki bazılarınızın dikkatini çekmiştir; aşağıdaki habere konu kişi üzerinden -belli medya organları tarafından- “masum bir insanın içine itildiği koşullar ve ülkedeki hukuksuzluğu ifşa eden” bir gündem çalışmasına şahit olduk.
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nedim-sener/fetoculerin-magduriyet-projesi-42066477
Bilindiği üzere, 15 Temmuz sonrasında uluslararası kamuoyu baskısı oluşturmak amacıyla “masum ve ceberut” söylemi bağlamında bir propaganda kurgulandı. Nehirlerde boğulma tehlikesi atlatan doktorlar, iş bulamadığı için benzin istasyonlarında pompacılık yapan akademisyenler, forklift operatörlüğü yaparak geçimini sağlamaya çalışan eski sanayi patronları haberleriyle hep bu bağlam içerisinde karşılaştık; ceberut bir anlayış altında zulmedilen veya kaçmak zorunda bırakılmış masum vatandaşlar. Nehirlerde, denizlerde ölmek riski pahasına ülkeden kaçma telaşını “oysa sadece bankada hesap açmıştı”, veya çok başarılıydı cezalandırmak istediler gibi basitleştirme işi artık hedefledikleri uluslararası çevrelerde dahi bıkkınlık getirmiş durumdayken, bu kişiler halen daha bu işlevsiz propaganda ısrarından vazgeçmiyorlar.
Yukarıda paylaştığım haber de yıllardır sürdürülen yöntemin vasat bir örneğinden başka bir şey değil. Ancak burada vurgulanması gereken konu bu kişilerin halen daha sirayet yeteneğini koruyor oluşudur. Yani bu kişinin duruşma günü kararın içeriğinden haber alarak sahte kimlikle ülkeden kaçmaya çalışması üzerinde durulması gereken esas meseledir. Ülkede kaç tane masum öğrenci vardır ki, ceza kararı verildiği gün sahte bir kimliğe erişebilecek kaynaklara sahiptir; kaç masum öğrenci vardır ki, haksızlığa uğradığı gün basın organlarınca korumaya alınacak veya milletvekillerinin ilgisine mahzar olarak canhıraş bir şekilde savunulacak duruma getirilecektir. Masumiyet teranesi okuyanların bir zahmet bu illegal kapasiteyi de açıklaması yerinde olacaktır.
-
Oturup uzun uzun “FETÖ” üzerine yazacak değilim, ama yine de JMSP sürecine ilişkin olarak bu bahisle konuya girmemin bir nedeni var; olaylar dönüp dolaşıp aynı yerlerde kilitleniyor çünkü.
Dava sürecine girmeden önce daha önce yazdığım içerikler için kısa eklemeler yapmak istiyorum:
https://jeanmonnetbursu.tumblr.com/post/624352146514722816/rakipleriniz-kimler-olabilir
Burada bahsettiğim kişiler JMSP’den sonuç alamadı, böylelikle Twitter üzerinden kariyere giriş yapma hevesleri de boşa çıkmış oldu. Sonrasında Milli Savunma Üniversitesi’ne girmeye çalıştılar ama yine sonuç alamayınca eski sosyal medya içeriklerinin hepsini temizleyerek Atatürkçü paylaşımlara geçiş yaptılar. Hariciyeci olmaya heves etmişlerdi ama şimdi birisi insan kaynakları diğeri dijital pazarlama uzmanı olmaya karar vermiş olarak yollarına devam ediyorlar.
https://jeanmonnetbursu.tumblr.com/post/624742780767502336/jean-monnet-dan%C4%B1%C5%9Fmanl%C4%B1k-b%C3%BCrosu-mu
Bu bahsettiğim büroda işler aynen öngörüldüğü gibi gerçekleşti. Tahmin edilen kişiler bursiyer olarak gönderildi, devam eden dönemlerde yeni gelenlerden de gönderilenler oldu. Görünürde rekabet hukuku üzerine uzmanlaşmış bir büro, ama öte yandan da JMSP eğitim ofisi gibi, stajyer olarak gelen bursiyer olarak çıkıyor.
Hocaların kendi bürosundaki stajyerlerin önünü açtığı yetmemiş olacak ki, okullarında asistanlığını yapan araştırma görevlilerini de gönderdiler. Temiz iş, tebrik ediyoruz kendilerini.
https://jeanmonnetbursu.tumblr.com/post/624442549093941248/listelerin-a%C3%A7%C4%B1klanmas%C4%B1-ve-ge%C3%A7mi%C5%9F-d%C3%B6nem-bursiyerler
Evli olarak gönderilme işi aynen devam ediyor, kardeş olarak gönderilenler, kuzenler, nişanlı olarak gidip sonrasında yerleştikleri ülkede evlenenler vs. her yeni dönemde listeleri dikkatli incelerseniz görürsünüz bunları. Bakalım bu yıl kaç çift yurtdışına gönderilecek, kaçı kendi kurumlarından istifa ederek gittikleri ülkeye yerleşecek, hep birlikte göreceğiz. 
https://jeanmonnetbursu.tumblr.com/post/624256002497314816/%C5%9Fakirt-olmak-su%C3%A7-mu-stajyer-avukatlar-hakk%C4%B1nda
Bu kişi bütün ömrünü “FETÖ” himayesinde geçirmiş ve halen daha korunmakta olan biri olarak, yanlışlıkla kendisini ifşa etmenin ardından “ya aslında benim bunlarla bir işim kalmadı artık” diyerek olayı çevirme telaşına girmişti.
Ne var ki, nedamet getirme faslı kısa sürmüş, bursu alıp yurtdışına çıkınca aslına rücu etmiş ve cibilliyetini korkusuzca ortaya çıkarmakta bir sakınca görmemiştir. 
*Daha önceki içerikte yazanları tekrarlamak istemiyorum ancak bahsedilen TÖZAL’ı benim gibi sonradan öğrenenler için aşağıdaki haberi paylaşıyorum:
https://www.diken.com.tr/osymye-12-kilometrelik-hirsizlik-hatti-cekilmis/
*İlk iletişim kurulduğunda daha sonuçlar açıklanmamıştı ama aylar öncesinden “kazananlar listesinde benim adımı göreceksin” diyebilecek güvene sahipti kendisi. Dediği gibi de oldu, “kazandı” sınavı. Üstelik tek başına da değil, en yakın arkadaşıyla birlikte.
*Bu iki yakın arkadaş aynı üniversiteden aynı dönemde mezun oluyorlar ve beraber avukatlık stajına başlıyorlar.
*Sonra YDS ve ALES gibi ÖSYM’ye bağlı sınavlarda derece yapıyorlar, peşine bir vakıf üniversitesinde kendilerine mütevelli heyeti tarafından araştırma bursu veriliyor.
*Birileri bu çocukları kendi ofisinde stajyer gösterip yasal yükümlülüklerini tamamlamasını sağlarken, başkaları da üniversitede önlerini açıyor, ders aşamasında 4.00/4.00 not ortalaması alıyorlar, ama derslere gittikleri dahi meçhul. Sonra yetinilmiyor, üstüne bir de TÜBİTAK tarafından burs veriliyor bunlara. Şartları olan bir burs ve bir kefil gerekiyor alabilmek için, herkesin harcı değil, bırakın almayı, içeriği hakkında yeterli bilgiye ulaşabilmek bile mümkün değil kolayca.
*Şimdi baktığınızda bunlar çok kafalı üstün çocuklar dersiniz ama ne hikmetse objektif hiçbir başarıları yok. Lisans ortalamaları kendi fakültelerindeki diğer öğrencilerin çok gerisinde, bu kadar dereceyi alabilecek yetkinlikteki öğrencilerin kendi okullarında açık bir yarışta da varlık göstermesini beklersiniz, ama öyle olmuyor nedense. Bu çocukların YDS’de elde ettikleri dereceler ile başka dil sınavlarında gelen sonuçlar arasında uçurum bir fark var. Nasıl oluyor bu acaba? ÖSYM’ye bağlı sınav işlerindeki bu fark nasıl ortaya çıkıyor?
*Ne demişti bu çocuk; biz Türkiye’nin en iyi AB Hukuku hocası tarafından “chapter chapter” özel olarak çalıştırıldık. Bu hocayla nasıl bir ilişki içerisinde oldukları veya bu hocanın bu çocukları neden bu denli sıkı bir şekilde çalıştıracak özeni gösterdiği anlaşılamamıştı.
*Sonra bu çocuklar nasıl oluyorsa çok geç bir tarihte, alımlar kapanmışken Leiden’e başvurup ikisi de aynı programa kabul ediliyor.
(Bir ara bizim bürokrasimizde Exeter mezunlarının bir yoğunluğu vardı, ilerleyen yıllarda ise bu yoğunluk Leiden ve Sussex üniversiteleri etrafında toplanacak gibi görünüyor, Hukuk ve Politika bölümleri için bu okulları tercih edenler dikkat çekiyor)
*Bu arkadaşlar yurtdışına gider gitmez evleniyor, ardından hemen yer bulup staja başlıyorlar.
Her şey pürüzsüz ilerliyor anlayacağınız; yüksek lisans, staj, burs, JMSP hazırlık, yabancı dil sınavı, okul başvuruları, vize işlemleri, kalacak yer bulma, yeni bir staj yeri, evlilik vs.
Fakat okul bittikten sonra bu arkadaşlar ayrı düşüyor. Bana sataşan çocuk mezuniyetinin ardından geçen onca zamana rağmen halen iş bulabilmiş değil, Brüksel’de başvurmadığı büro, yardım istemediği “abisi” kalmadı ama yine de istediği gibi bir yer denk getiremedi, son çare ABD’yi zorlamayı düşünüyor şimdi. İşsizliği yadırgamıyorum elbet, ama bir yandan da onca başarı parlatmasının daha ilk objektif koşullar altında nasıl söndüğünü de görmüş oluyorum böylelikle. Bu çocuklar alışmış himayeye, böyle arkadan ittirilmedikçe ortada kalıp nereye saracaklarını şaşırıyorlar.
Bir yandan da AB kurumlarını ve onların “ikiyüzlü” tutumlarını eleştiren paylaşımlar yapıyor kendisi. Sebebi de bu kurumların iş vermemesi. AB hakkında bir kavrayışı, bir hevesi olmayan tipleri bu şekilde gönderirseniz olacağı budur sanırım. Hristiyan kulübü, ikiyüzlülük gibi kahve sohbetleri kaçınılmaz hale gelir. Bunlar mı bizi temsil edecekler?
Öte yandan bu arkadaş Linkedin gibi bir platformda “BOLD MEDYA” menşeili haberleri İngilizce olarak paylaşarak kendi ülkesi hakkında “BU ŞEYTANLARI KİM DURDURACAK” diye paylaşımlarda bulunup, “FETÖ” ile mücadele edenleri “ŞEYTANLIKLA” itham edebiliyor.
JMSP ekibine sormak lazım görmüyor mu bunları diye, zira severler kendileri buralarda inceleme yapmayı?
-
Bunların hepsi bir yana, bu çocuk kendi isteğiyle, bilinçli olarak gönderdiği ses kaydında JMSP’ye ilişkin birçok usulsüz işlemi itiraf ediyor. Bizi özel olarak çalıştırdı dediği hocanın ismini de veriyor bu ses kaydında.
Ve tesadüfe bakın ki, bu hoca sonrasında benim dava dosyasında bilirkişi olarak karşıma çıkıyor.
Dava sürecini ayrı olarak anlatacağım, şimdilik burada bırakıyorum.
0 notes
jeanmonnetbursu · 2 years
Text
2020-2021 Akademik Yılı Jean Monnet Burs Programı” Kapsamında Burs Almaya Hak Kazananların Listesi
11 Ekim 2021
https://www.jeanmonnet.org.tr/tr-tr/Duyurular/ArtMID/503/ArticleID/345/2020-2021-Akademik-Y%c4%b1l%c4%b1-Jean-Monnet-Burs-Program%c4%b1%e2%80%9d-Kapsam%c4%b1nda-Burs-Almaya-Hak-Kazananlar%c4%b1n-Listesi
Grants awarded under call for proposals TR2018/DG/01/A1-01 published on 21.08.2019
https://www.ab.gov.tr/siteimages/resimler/e11_publication_of_award_en_0.docx
GRANT CONTRACTS AWARDED DURING AUGUST 2020 – SEPTEMBER 2021
FINANCING SOURCE: IPA II – 2018 Financing Agreement – Budget Line: 22.02.03.01
-
Daha önce yapılan duyurularda 160 kişinin hibeden yararlandırılacağı belirtilmesine rağmen listede 149 kişinin ismi bulunmaktadır.
Tumblr media
-
Dosyada kazanan isimlerin 21 AĞUSTOS 2019 tarihinde ilan edildiği not düşülmektedir. 
Listenin 11 EKİM 2021 tarihinde kamuya açık hale gelmesine kadar bekletilen süre 2 yıl 1 ay 20 gündür.
0 notes
jeanmonnetbursu · 3 years
Text
Yazılı sınav puanlandırma işlemleri hakkında
Hatırlayabileceğiniz üzere sizlerle daha önce değerlendirmenin nasıl yapıldığına dair bir örnek paylaşmıştım  (https://jeanmonnetbursu.tumblr.com/post/624431119388065792/yaz%C4%B1l%C4%B1-s%C4%B1nav-sonucuna-itiraz-ve-de%C4%9Ferlendirme).
Ben burada ilk başta değerlendiriciler tarafından aynı soru için verilen puanların birbirinden oldukça uzak olmasına anlam verememiş ve bunun akademik gerekçelere açıklanamayacağını düşünmüştüm.
Fakat sonradan fark ettim ki bu çarpık durum (bağımsız değerlendiriciler sonrasındaki aşamada) bizzat Değerlendirme Komitesi tarafından da dayatılıyor; bir adayın başarılı olup olmayacağı, yazılı sınavın dışında örtülü olarak dayatılan keyfiyetle belirleniyor. 
Gelin ne demek istediğimi yaşanmış bir örnek olarak Kamu Denetçiliği Kurumu 2015/5165numaralı şikayet dosyası üzerinden sizlere izah etmeye çalışayım:
Söz konusu dosyada özetle; başvurucunun kendisine 55,5 puan olarak takdir edilen ve 60 puan barajının altında kalan sınav sonucu için MFİB’den tekrar bir değerlendirme talep ettiği, ancak yeniden değerlendirme talebinin MFİB tarafından işleme alınmadığı, bunun üzerine de KDK’ya başvuruda bulunulduğu görülmektedir.
Başvuru sonrasında MFİB’nin KDK’ya sağladığı cevapta ilgili bölüm aşağıdaki gibidir;
“4.2. Şikayetçinin yazılı sınava davetinden sonra sınavın …./… tarihinde gerçekleştirildiğini, sınavda adaylara 3 soru sorulduğunu, sorulardan ilk ikisinin Avrupa Birliğiyle ilgili genel bilgiyi ölçmeye yönelik, sonuncusun ise başvurulan eğitim ve kültür alanıyla ilgili bilgisini ölçmeye yönelik olduğunu, Soruların; 1) Türkiye-AB ilişkilerinin, ortaklık ilişkisi ve adaylık süreci dahil olmak üzere, temel aşamalarını kısaca yazınız.(20 puan) 2)Avrupa bütünleşmesinin bugün karşı karşıya olduğu temel sorunlar nelerdir? Türkiye’nin üyeliğinin bu sorunlardan hangilerinin aşılmasına katkı sağlayacağını tartışınız. (40 puan) 3)Çalışmak istediğiniz alanda Türkiye’nin AB müktesebatına uyum düzeyini ve uyumun ülkemize sağlayacağı faydaları anlatınız. (40 puan) şeklinde olduğunu açıklamıştır.
4.3. Yazılı sınavların değerlendirme sürecine ilişkin olarak; sınav kağıtlarının isim bölümleri kapalı olarak, her bir yazılı sınav kağıdı en az iki değerlendirici tarafından birbirinden bağımsız olarak, cevap kağıdının adayın başvuruda bulunduğu müktesebat başlığı ile ilgili kısmı bu alanda uzman iki değerlendirici tarafından değerlendirilirken, Avrupa Birliği alanıyla ilgili bölüm bu alanda uzman ayrı iki değerlendirici tarafından değerlendirildiğini, her bir değerlendiricinin yazılı sınavla ilgili değerlendirme sonucunun değerlendirme formlarına yansıtıldığını, iki değerlendirici arasında daha önceden Değerlendirme Komitesi tarafından belirlenmiş belirli bir puan farkı bulunması durumunda (arbitraj farkı %15 olarak değerlendirilmiş buna göre; Avrupa Birliği Alanıyla ilgili sorularda 9 puan farkı, müktesebat bilgisine yönelik soruda 6 puan farkı), ilgili sınav kağıtlarının üçüncü bir değerlendirici tarafından tekrar değerlendirildiğini, bağımsız değerlendiriciler tarafından verilmiş puanların nihai nitelikte olmayıp, PRAG kuralları gereği değerlendirme ve puanlamaya ilişkin nihai karar alma yetkisinin sadece Değerlendirme Komitesinde olduğu hususları açıklanmıştır.
4.4. Şikayetçinin yazılı sınavının yukarıda yazılan usule göre bağımsız değerlendiriciler tarafından değerlendirildiği, 3 üncü soruya ilk değerlendiricinin 40 puan üzerinden 39 puan, ikinci değerlendiricinin ise 32 puan verdiği, iki değerlendiricinin vermiş olduğu puanlar arasında 6 puanı aşan bir fark olduğundan soruyu üçüncü değerlendiricinin inceleyerek 18 puan verdiği, her üç değerlendiricinin puanları arasında da fark bulunduğundan Değerlendirme Komitesinin cevabı kendi inceleyerek 40 puan üzerinden 28 puan vererek nihai puanı belirlediği, ilk 2 soruda ise ilk değerlendiricinin 60 puan üzerinden 15 puan verdiği, ikinci değerlendiricinin ise 30 puan verdiği, iki değerlendiricinin vermiş olduğu puanlar arasında 9 puandan fazla bir fark bulunduğundan kağıdın üçüncü bir değerlendirici değerlendirilerek 25 puan verildiği, Değerlendirme Komitesinin puan olarak birbirine en yakın iki değerlendirme sonucunun aritmetik ortalamasını alarak (30+25)/2 ve 60 puan üzerinden 27,5 puan verdiği, dolayısıyla şikayetçinin toplamda 100 puan üzerinden 55,5 puan alarak 60 puan barajının altında kaldığı,”
Burada her şeyden önce değerlendiriciler tarafından sorular arasında verilen puanların bu kadar geniş ölçekte fark göstermesi akademik gerekçelerle anlaşılması güç bir durumdur. Bir adaya 40 puan değerindeki bir soru için bir değerlendiricinin 39 verirken diğer değerlendiricinin 18 puanı layık görmesi; bu cevap kağıdına orantısal olarak bakıldığında 100 üzerinden 100 ve 100 üzerinden 0 vermekle aynı eşdeğerde etki etmektedir. Aynı durum ilk iki soru için verilen puanda da ortaya çıkmaktadır (aday bir yanda 60 üzerinden 30 puanla değerlendirilirken öbür yanda 15 puanla takdir görmektedir).
Soruların değerlendirilmesinde aşamalı bir sistem bulunduğu da yine bu bilgiler ışığında ortaya çıkmaktadır: Kağıtlar sırasıyla “her bir konunun kendi uzmanı” ve “AB uzmanı” değerlendiricilerin puanlamasından geçtikten sonra, nihai karar “Değerlendirme Komitesi”nin kendisine bırakılmaktadır.  
Değerlendirme Komitesinin nihai kararı verirken uygulamış olduğu usullerin birbiriyle örtüşmemesi göze çarpmakta, dahası bariz hesaplama “hatalarının” oluştuğu anlaşılmaktadır.
Şöyle ki,
a)      40 puan değerindeki 3üncü soru için ilk değerlendiricinin 39 puan, ikinci değerlendiricinin 32, üçüncü değerlendiricinin 18 puan verdiği ve aradaki (%15) arbitraj farkından dolayı değerlendirmenin Değerlendirme Komitesi tarafından bizzat yapılarak 28 nihai puanın belirlendiği açıklanmaktadır. Değerlendirme Komitesinin bu puanlamayı nasıl gerçekleştirdiği (kimler eliyle tamamlatıldığı) bilgisi ise ortaya konmamaktadır. Bu durum, ilk iki soruya ait puanın belirleniş biçimine bakıldığında çelişkili bir anlam kazanmaktadır;
 b)      40 ve 20 puan değerindeki ilk iki sorunun değerlendirmesi, bu puanlar birleştirilerek 60 üzerinden gerçekleştirilmiştir. Ne var ki, arbitraj farkı gözetilerek adaylar arasında eşit bir değerlendirme yapılabilmesi için, bu sorular ayrı olarak incelenmeli, yani 20 puanda arbitraj farkı oluşup oluşmadığına, yine 40 puanlık soruda bir fark oluşup oluşmadığına bakılması gerekmektedir.
 Arbitrajın birleştirilerek uygulanmasının yanında, ilk iki sorunun nihai puanının “aritmetik ortalama” alınarak tamamlanması da hakkaniyet ölçüsünün yitirildiğine işaret etmektedir. Eğer 3ncü soru için de, ilk iki soruda olduğu gibi birbirine en yakın puanlar üzerinden aritmetik ortalama uygulanmış olsaydı; aday (39+32/2) 35,5 puan alacak ve bu sayede de toplam puanı ile barajı geçmiş sayılacaktı (35,5+27,5=63).
Bu vakıa özelinde görülebileceği üzere, adayın emeğinin akıbeti, değerlendiricilerin “yorumlarına”, yani objektif bir yanıt anahtarı (rubric) bulunmadan salt kişisel kanaatler doğrultusunda gerçekleşen bir puanlama sürecine bırakılmış, üstelik bununla da yetinilmemiş ve değerlendirme esasları arasındaki tutarsızlıklar üzerinden başkaca keyfi uygulamalar bizzat Değerlendirme Komitesi tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Yukarıda açıklanan emsalde ortaya çıkan tutarsızlıklar nedeniyle kendi adaylık sürecim için yazılı sınav değerlendirmesinin nasıl tamamlandığına yönelik olarak aşağıdaki konularda talep ettiğim bilgiler, MFİB tarafından “gizlilik kuralları” gerekçesiyle yanıtlanmamıştır:
 “… aday numarasına ait değerlendirme kayıtlarında görülebileceği üzere; sınav sonucu için tarafıma toplam olarak 56 puan takdir edildiği ve 60 puan barajının altında kalmam nedeniyle ileriki aşamalardan elendiğim bilgisi paylaşılmıştır.
Bu bağlamda, … aday numarasına ait dosyada işlem gören yazılı evrakın incelemesi sürecinde değerlendirilen tüm sorular için (1. 2. 3. ve 4.) ayrı şekilde gösterilmek üzere;
·         Her bir cevap için iki farklı değerlendirici tarafından verilen puanlar,
·         Bu ilk değerlendirmede arbitraj farkının aşılıp aşılmadığı,
·         Arbitraj farkından dolayı üçüncü bir değerlendirmeye ihtiyaç görüldüyse, bu değerlendirmede sağlanan puanlar,
·         Üç farklı değerlendirme sonrasında ilan edilen 56 toplam puanın nasıl hesaplandığı,
·         Değerlendirme Komitesinin nihai aşamada değerlendirmeye katılıp katılmadığı, katıldıysa sonucu hangi göstergeler kapsamında belirlediği,”
 Burada her şeyden önce, hangi soruya kaç puan verildi şeklindeki yöneltmiş olduğum sorulara yanıt verilmemesinin, hangi “gizlilik esasına” dayandırıldığını anlamakta güçlük çektiğimi ifade etmek isterim. Bir adayın aldığı puanları öğrenmekten nasıl bir sakınca doğacaktır ki MFİB “gizlilik gereği” yanıt sağlamaktan imtina etmektedir. Böylesi şartlar altında, daha en temel şeffaflık ilkelerine dahi riayet göstermeyen MFİB’nin, süreci adil ve tarafsız olarak tamamladığına nasıl inanılabilecektir?
 Tekraren özetlersek;
 a)      29/02/2020 tarihinde girilen yazılı sınavda, adaylara her biri 25 puan değerinde 4 soru sorulmuştur.
b)      03/07/2020 tarihinde yapılan bildirimde ise sonuçlar, 50’şer puanlık dilimlere ayrılarak açıklanmıştır (AB konuları için 50, çalışma alanı için 50).
c)      Değerlendirmede arbitraj farkı oluştuysa, bunun daha önce açıklanan matematiksel gerekçelerle her bir yanıt için ayrı ayrı uygulanması gerekmektedir, bu durum hesaplamaya doğrudan etki etmektedir.
d)      MFİB’nin sağlamış olduğu yanıtta görüldüğü üzere, yazılı sınavım için nihai karar “Değerlendirme Komitesi” tarafından verilmiştir.
e)      “Değerlendirme Komitesi”; MFİB, AB Başkanlığı ve AB Türkiye Delegasyonu temsilcilerinden oluşmaktadır:
f)       AB Başkanlığı mensupları, değerlendirme süreci devam ederken, (kapalı olması gereken dosyalara erişim sağlayarak) kurallara aykırı bir şekilde hakkımda özgeçmiş taraması gerçekleştirmiş ve yazılı sınavımın değerlendirmesi bu keyfi yöntem sonucunda tamamlanmıştır.
Yani, sınav sonuçları yazılı kağıtlara göre değil, kişilere göre tamamlanmıştır. Gönderilmek istenen adaylar (açıklanmayan listenin ve puanların) üst sıralarında yer alırken, “yeterince güçlü” olamayan adaylar ise Değerlendirme Komitesinin “30 yıldır rafine hale getirmeye devam ettiği tecrübesiyle” birbirinden tutarsız işlemler sayesinde son derece profesyonel bir şekilde baraj altında bırakılmıştır/bırakılmaktadır.  
-
2021 sonuçlarının açıklanması sonrası ben nerede hata yaptım acaba diye kara kara düşünüp çıkış yolu aramaya başlayacak adaylara şimdiden selamlarımı iletiyorum.
-
Program hakkında daha detaylı arka plan bilgisine sahip olmak isteyen kişiler için aşağıdaki içerik faydalı olacaktır sanırım.  
https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/default/files/ad_jmsp_2.pdf
https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/near/files/1-ipa_2016_jmsp_ad_-_final_for_ipa_committee_clean.pdf
0 notes
jeanmonnetbursu · 3 years
Text
İtiraz süreci hakkında
Sınav sonucuna ilk itirazımın üzerinden neredeyse 9 ay geçmesine rağmen konu halen nihayete kavuşmuş değil; ancak belli başlı adımlar tamamlandığı için artık birkaç güncelleme yapmanın da zamanı geldi.
Uzun zamandır yazmadığım için üslupta kopukluk olacaktır muhtemelen, yine de meselenin özüne bağlı kalarak konuyu dağıtmamaya çalışacağım. 
Ben en başından beri meramımı anlatırken kolaycılığa gitmek yerine hep belirli bir seviyeyi korumayı hedefledim. Bunu yaparken de bazı kavramları kullanmaktan özellikle kaçındım ve konulara sadece işaret etmekle yetinerek, boşlukların tamamlanmasını okuyan kişinin kendi inisiyatifine bırakarak örtülü bir üslup benimsedim. Bunu da hem kendime hem de okuyan kişiye karşı bir saygı meselesi olarak gördüğüm için böyle yaptım. Ne var ki, bazı arkadaşlar bunu zayıflık belirtisi olarak görmüşler ve  “yeterince korkuturlarsa” benim yazıları kaldıracağımı düşünmüşler. Hiç hamaset yapmayacağım, hiç üslubumu da bozmayacağım; bu kişilere elinizden geleni ardınıza koymayın demekle yetineceğim sadece. Zira ben bunlar gibi konuşmuyorum; halihazırda ne gerekiyorsa onu zaten yapıyorum.
-
Şimdi, itiraz meselesine gelirsek eğer, bu konuda en öncelikli tavsiyem sınava hazırlandığınız çalışma notlarınızı atmamak olacaktır. Ben normalde ��niversitedeyken sınava girmeden önceki gerginlikte notlarıma hiç bakmazdım; sınavdan en az 1 saat öncesinde kağıtları çantama koyar, bu zamana kadar olan sürede neler okuduğumu nasıl hazırlandığımı baştan sona düşünerek geçirirdim. Böylelikle kafamda bir bağlam oluşturur ve sınava da bu şekilde bütüncül bir yaklaşımla girerdim. Benim hazırladığım notlar esasında sınav sonrası için önemli olurdu, sınavdan çıktıktan sonra bunlara bakar ve kendimce bir ön değerlendirme yapardım. 
JMSP için bu ön değerlendirme aşaması çok daha önemliydi, çünkü bütün planlarımı sınavın nasıl geçtiğine göre yapacaktım. Burada benim en büyük hatam JMSP’nin kurumsal yapısını gözümde fazla büyütmek ve “nüfuz ilişkileri” faktörünü yeterince hesaba katmamak oldu (Ankara’da yaşayanlar bu gibi etkilerin çok daha net ayırdında oldukları için benim gibi sadece sınava iyi hazırlanmaya bel bağlamak yerine “gerekli temasları kurmaya” odaklanmışlar). Ben daha önce lisans dönemimde Erasmus’a giderken bütün işlemlerim tıkır tıkır ilerlemişti ve kendi yükümlülüklerimi hatasız yerine getirdiğim için neredeyse kimseyle muhatap olmadan süreci tamamlamıştım. Erasmus’ta kişiler değil, sistem esastı ve JMSP’yi de aynı şekilde ilerleyecek sandığım ve gerçekten iyi hazırlandığım için nasıl olsa oldu bu iş diyerek hayatımda birçok şeyi öteledim. Siz bunu kesinlikle yapmayın ve hayatınıza devam edin lütfen. Yurtiçi yüksek lisans olur, yurtdışında başka iş imkanları vs. olur her ne ise amacınız bunların tarihlerini kaçırmayın ve JMSP’ye kendinizi bağlamayın.
Her neyse, ben sınavdan çıktıktan sonra oturdum hemen notlarımı kontrol ettim. AB kısmındaki 2. soruyu istediğim gibi yazamadım diye endişeleniyordum ancak sınavın tümüne baktığımda verdiğim cevapların hazırladığım notlarla (teknik terimler de dahil olmak üzere) yüzde 90’a varan ölçüde örtüştüğünü görünce rahatlamıştım. Bu iş oldu diyerek nişanlıma hevesle sarıldım ve aylarca süren telaşın ardından gayet rahatlamış bir şekilde Cebeci Kampüsünden ayrıldım.
Konuyla alakasız olacak belki ama sınavın hem başlangıcında hem de sonunda kapıda duran ve istisnasız etraftaki herkesi irrite edici bir şekilde süzen kısa boylu beyaz saçlı hanımefendi bizim sarılmamızı görünce kötücül bir bakış atmıştı; bugün bile unutamıyorum o bakışları. Sonradan öğrendiğime göre kendisi JMSP’nin uzun yıllardır değişmeyen kıdemli bir ismiymiş. 10 Nisan’da sınava girecek kişiler bu hanımefendiye dikkat etsinler! Çünkü bu insanlar hiç gocunmayacaklar, sınavdan sonra oturacaklar tek tek adayların sosyal medya hesaplarını stalk’layacaklar ve zarar getiremeyeceğine inandıkları adaylar için “sınav puanında düzenleme yaparak” ---baraj altında ya da hiç gelmeyecek bir yedek sıralamasında bırakma--- kararı verecekler. JMSP’de (kamu sektörü dışındakiler) siz girdiğiniz kontenjanın yüzde 20’si için---objektif--- bir mücadeleye tabi olacaksınız, --- bu yüzde 20’lik bölüm de gender dengesinin tutturulması için 50’ye 50 tekrar bölüştürülecek--- kontenjanda kalan diğer yerler sınavdan çok daha önce başkalarına tahsis edilmiş olacak çünkü!
-
Çalışma notlarınızı atmamanız sonuçlar açıklandıktan sonra çok işinize yarayacak. İster yedekte ister baraj altında olsun, size verilen puana elinizdeki bu çalışma notlarına göre itiraz edebilirsiniz. Kendinize karşı dürüst olun, neyi ne kadar yazdığınıza gerçekçi olarak yaklaşın ve bu bireysel değerlendirmenin ardından eğer ki aldığınız puanın haksız bir işlem olduğuna inanırsanız itiraz sürecine girmekten geri durmayın. Çünkü puanlamadaki keyfiyet hukuksuz bir şekilde adaylara dayatılıyor ve münferit itirazlar dışında kimse işin peşine düşmediği için (daha doğrusu sonunu getirmeden yarı yolda bıraktığı için) JMSP konuyu bir noktadan sonra oldubittiye getirmeyi başarıyor. Bunu da iki yöntem aracılığıyla yapıyorlar; 1- Süreci zamana yayarak ve adayı yıldırmaya çalışarak, 2- Eksik yönlendirme neticesinde sanki itiraz yolu kapalıymış (hiç bulunmuyormuş) gibi bir algı oluşturarak.
JMSP’deki tüm tarafların (MFİB, AB Başkanlığı, Delegasyon) itirazları bertaraf etme stratejisi bu iki yöntem üzerine kurulu. Öyle ki, yıllardır hazırladıkları şablon cevap metinlerinde (konu ne olursa olsun) virgül bile değiştirmeden herkese aynı şekilde cevap veriyorlar.
Örneğin MFİB herhangi bir itiraz durumunda (yıllardır) diyor ki; biz bu süreci başından sonuna kadar PRAG kurallarına uygun olarak tamamladık, üstelik bizim tamamladığımız işlemlerin hepsi Delegasyon tarafından onaylandı, bu yüzden yeniden değerlendirme yapılması mümkün değil. Bir anlamda topu Delegasyona atıp işin içinden çıkılması durumu var burada; hani hadi biz yanlış yaptık, koca AB makamı da mı yanlış yapacak deyip sizin kendinizden şüphe etmenizi istiyorlar. Burada sıkıntı şu ki, Delegasyonda bu işi takip eden kişi sayısı oldukça sınırlı ve eğer bu insanlar adayın itirazını görmek istemezlerse(?) görmüyorlar. Yani etkili bir mücadele olmadığı sürece üst makamlardan kimse oturup JMSP’de şu adaya hakkı olan puanı verdiniz mi diye inceleme yapmıyor. Ortada (ispatlanmış) ciddi bir yolsuzluk olacak ki (ihtimal değil, somut bir karar istiyorlar) anca bu şekilde devreye girilecek. Öteki türlü 3-5 kişi bu işi istediği gibi yönetiyor, prosedürler de her sene sorunsuzca(!) tamamlanıyor ve hedefler tamamlandı diye raporlar hazırlanıyor. Sorun olması demek, sürecin PRAG kurallarına uygun olarak tamamlanmadığının itirafı olacağı ve bu durumda da MFİB, AB Başkanlığı ve Delegasyon temsilcilerinden oluşan komitenin sorumlu görüleceği için bu sorunlar daha en başta bastırılıyor. PRAG rehberi tüm bu meseleleri öngördüğü için neyi, nasıl ve nereye itiraz edeceğinizi size açıklamasına rağmen, MFİB itiraz yolunu özellikle ulusal seviyede tutmak için yönlendirme yapıyor, hakkının ihlal edildiğini düşünüyorsan İdare Mahkemesine başvur diyerek. Ne var ki para AB parası ve Delegasyonun da AB’ye karşı sorumlulukları bulunuyor (!).
Ayrıca bakmayın öyle çoğul çoğul komitelerden bahsedildiğine, bunların hepsi PRAG kuralları gereği kullanılması gereken teknik terimler, JMSP’de esas işi yapan kişi sayısı oldukça sınırlı. Delegasyonda 10 senedir sorumluluğu taşıyan yönetici için değerlendirmenin hakkaniyetli olarak tamamlanması gibi bir gaye yok zaten, amaç evrak işlerinin bitirilmesi ve AB nezdinde irdelenecek bir sorunun çıkmaması. Kendi yükümlülükleriyle çatışmayacak sorunlar (dışarıdan müdahale edilerek sürecin temizlendiği görünümünü ortadan kaldırması için) küçük küçük değerlendirme raporlarına yansıtılırken,  diğer bütün riskli konular bu kemik kadro tarafından daha en başta sumen altı edilir. Bu kişilerin önlerinde kontrolsüz bir hareket alanı var ve bunu da kurumsal görünüme tutunarak, güya resmi (hukuki olarak temellendirilmeyen) cevaplar vererek, AB’yi işin içinde etkin göstererek gizleyebildiklerini düşünüyorlar. Bu kişiler bu zamana kadar tam bir devekuşu refleksiyle hareket ettiler. Verba volant, scripta manent. Bunlar adayı başından salabilirler elbet ama yarın öbür gün bir denetim olduğunda sen bu değerlendirmeyi nasıl onayladın diye sorarlarsa eğer ne yapacaklar onu çok merak ediyorum; oturup tek tek kendileri yeni baştan başkaları adına sınav kağıdı cevaplayarak meseleyi çözecek halleri yok herhalde!
Burada MFİB’nin rolünü de kısaca özetlemek lazım. Merkezi Finans ve İhale Birimi (CFCU - Central Finance and Contracts Unit) esasında AB uyum sürecinde aday ülkelere verilecek yardımların tek bir merkezde toplanması için oluşturulmuş bir idari yapıdır. Bu Türkiye’ye özgü değil, aynı isimle zamanındaki genişleme dönemlerinde diğer ülkeler için kurulduğu (Polonya, Estonya, Hırvatistan vs.) gibi şu anda süreci devam eden ülkelerde de mevcut: https://cfcu.financa.gov.al/ , http://www.cfcu.gov.rs/ , https://cfcu.gov.me/ , https://cfcd.finance.gov.mk/ .
Bizdeki MFİB’nin yükümlülüğü programlara özel detayları yararlan��cı kurumlar eliyle tamamlatmak ve tamamlanan işlemleri onaylayıp ilgili makamlara sunmak şeklinde basite indirgenebilir. Yani JMSP sürecinde MFİB kendi uzmanları eliyle süreci yönetmiyor, 2-3 kişi belirleyip, bu belirledikleri kişiler aracılığıyla süreci takip ediyorlar, esas işlemler AB Başkanlığı (ve dolaylı olarak gözlemci[?] sıfatıyla Delegasyon) tarafından tamamlanıyor. MFİB ise tarımdan tutun da altyapı çalışmalarına kadar farklı programlar özelinde devam eden tüm süreçlerin sözleşme işlerini yerine getirmekle meşgul oluyor. 
Siz itiraz ettiğinizde diyorlar ki, JMSP’nin değerlendirme işlemleri “Sözleşme Makamı” olarak MFİB sorumluluğu altında yerine getirilmektedir. Bu eksik bir ifade ve adayları bertaraf etmek bilinçli olarak bu şekilde sunuluyor. MFİB kendi bünyesindeki personel arasından Değerlendirme Komitesine uzman gönderiyor, Değerlendirme Komitesinde hem AB Başkanlığından hem de Delegasyondan başka uzmanlar var (steering/joint committee). MFİB Türkiye tarafındaki idari süreçleri, Delegasyon ise Avrupa Komisyonu nezdindeki prosedürlerin yerine getirilmesiyle meşgul olurken JMSP’deki bütün işler AB Başkanlığına bırakılıyor. AB Başkanlığı da bu işleri tek başına değil WYG Türkiye isimli özel bir proje danışmanlık şirketiyle birlikte yerine getiriyor. WYG ‘nin tam olarak ne yaptığı belli değil; kimilerine göre WYG sadece visibility çalışmaları amacıyla teknik destek sağlayan bir outsource kaynağı (sosyal medya hesaplarını yönetiyorlar), kimilerine göre ise kağıt üstündekinin ötesinde JMSP’nin tüm süreçlerine dahli olan bir organizasyon. Çalışanları arasında birçok JMSP bursiyeri olduğunu görebiliyorsunuz, işi bilen insanları almışlar şirkete.  Neyse, bu WYG’yi şimdilik bir kenara bırakalım.
Değerlendirme Komitesi ilk başta kağıtları (bağımsız) değerlendirici havuzundan seçilen kişilere veriyor, bunun belli aşamaları var, daha sonra detaylı bir şekilde örnek üzerinden göstereceğim. Ne var ki iş bu ilk değerlendirme sonrasında bitmiyor ve Değerlendirme Komitesi bir kez daha kendisi inceleme yapıyor, meselenin tıkandığı yer de burası zaten. MFİB’ye sorarsanız değerlendirme tamamen kendi sorumlulukları altında, ama değerlendirmeyi biz yapıyoruz da diyemiyorlar, lafı gezdirerek meseleyi geçiştiriyorlar. MFİB’deki personelin her müktesebata göre sınav kağıdını değerlendirecek bilgisi yok (bu uzmanların işi sözleşme süreciyle ilgili) değerlendirme işi AB Başkanlığı tarafından nihai olarak şekillendiriliyor. Bunu da yıllardır kasıtlı olarak açıklamıyorlar, çünkü o zaman hem o kurumsallık oyununu oynayamayacaklar hem de PRAG kuralları gereği yerine getirilmesi gereken yükümlülükler nedeniyle başları ağrıyacak. Bunun için böyle bir formül bulmuşlar işte.  
AB Başkanlığının değerlendirmeyi yaptığı yerde kendi mensuplarını da programdan faydalandırabiliyorsa, burada kimsenin dürüst bir değerlendirme yapılacağını tartışmasız göstergeler ortaya konmadan kabul etmesi beklenemez. AB Başkanlığı bir yandan, WYG diğer yandan programın içinde yer alan yapıların programdan faydalanıyor olması bu haliyle ciddi bir sorun. Açıklama metinlerinde sadece CFCU mensupları programa başvuramaz deniyor ihale makamı olduğu için, dolaylı şekilde değerlendirmeyi eline alan AB Başkanlığı için bir kısıtlama yok. İlle de AB Başkanlığından uzmanları göndermek istiyorlarsa eğer çarpık kurumsallık oyununu oynayacağız diyene kadar bu kuruma özel bir kontenjan ayırsalar herkes çok daha rahat edecek sanırım.  
Bu çarpıklık MFİB’yi de sıkıntıya düşürüyor. AB Başkanlığı hakkımda özgeçmiş taraması yapınca ne yapacaklarını şaşırdılar ve belki de en olmayacak bahaneye tutunmaya çalışarak “onlar farklı bir kurum seni niye incelemeye almışlar bilmiyoruz” demekle yetindiler. Daha sonra mesele uzadıkça bu sefer AB Başkanlığı programın “ana faydalanıcısı” onların da JMSP’de sorumlulukları var demeye başladılar. MFİB’ye program iptal edilecek diye belirli kesimden adaylar uyarıldı mı diye soruluyor; biz böyle bir şey yapmadık ama adaylar JMSP teknik ekibinden bilgi almış olabilirler diyorlar. İyi de MFİB’nin bizatihi sorumluluğu bu zaten, adaylar arasında eşit ve tarafsız bir sürecin yerine getirilmesini sağlamak. Bir adayı başka bir aday karşısında avantajlı ya da dezavantajlı konuma getirecek işlemler olmasın diye MFİB’ye Sözleşme Makamı olarak sorumluluklar biçiliyor. Sınav sonucuna itiraz edildiğinde Delegasyon onayladı, rekabet şartları bozulduğunda bunu JMSP teknik ekibi yaptı deyip işin içinden çıkma çabası hakkında halen tutarlı bir açıklama getirilmiş değil. Bu şartlar altında MFİB’nin değerlendirme bizim sorumluluğumuz altında tamamlanıyor diye diretmesinin bir anlamı kalmıyor ayrıca.
---
Sınav sonuçları açıklandığında gösterilen puanın benim kağıdıma ait olmadığını çok net biliyordum, hem yazdığım kağıttan emindim hem de “kazananların” nasıl bir altyapıya sahip olduğunu sonradan görme şansım oldu. Ben bu “kazanan” kişilerle eşit şartlar altında her türlü sözlü mülakata girmeye halen daha hazırım; alsınlar koysunlar bizi bir salona, ister İnglizce ister Türkçe hangi dilde istiyorlarsa sorsunlar istedikleri soruyu, görelim bakalım kim kazanıyor kim baraj altında kalıyor. 
Ha diyeceksiniz ki herkes mi torpilli arkadaş bu kadar olur mu, hayır elbette değil. 160 kişiden her sektörde vitrin isimler bulup ön plana çıkarmak zorundalar ki arka planda istedikleri düzenlemeleri yapmak için pay bırakabilsinler. Bu vitrin isimler gerçekten de ---objektif--- olarak başarılı insanlardır; çevresinin ittirmesiyle değil, kendi emekleriyle bir şeyler başarmak için mücadele gösterirler. Siz bu isimlere baktığınızda oturur ciddi ciddi sınava hazırlanırsınız, sadece sınav sonucuna göre olacaksa şansım var dersiniz. 
Mülakat meselesi şu anda oldukça gündemde, Danıştay kararlarına bakabilirsiniz, torpilin dayatıldığı yer burası birçok kurumda. Bu yüzden güya JMSP de mülakatı kaldırdı, sadece yazılı sınava göre puanlama yapıyor. Evet resmi bir süreç olarak mülakat kalktı ama adayları stalk’lamak gibi zımni bir yöntemle yine kendilerince kafalarında keyfi bir mülakat yapmaya devam ediyorlar. 
---
Konuyu daha fazla uzatmadan toparlamam gerekirse; MFİB’nin sonuca itirazını işleme almaması hukuksuz bir işlem. 
1. PRAG kuralları yeniden değerlendirmenin hangi şartlar altında yapılabileceğini açıklıyor. 
2. Bunun dışında MFİB sözleşme şartları gereği, JMSP için yerine getirdiği işlemlerde Türk Hukukuna bağlı olarak hareket etmek zorunda. Bizde yazılı sınavların yargısal denetimi hakkında tesis edilen kararlar için içtihat bankalarında arama yapabilirsiniz. 
MFİB kağıdınızı yeniden değerlendirmem derse cevap size tebliğ edildikten sonraki 60 gün iş içerisinde İdare Mahkemesine başvurup “not tespit” davası açabilirsiniz. İdare Mahkemesine gitmekten  gözünüz korkmasın, bir avukatla bu işleri takip etmenizi tavsiye ederim ama kendiniz de UYAP üzerinden dava açabilirsiniz, çok masrafı yok, adli yardım talepli olarak da başvuruda bulunabilirsiniz. Dava süreci  başlı başına bir uzmanlık meselesi olduğu için daha fazla konuyu uzatıp yanlış bir bilgi vermek istemem, sadece kağıdınızın yeniden değerlendirilebileceğini bilin yeter.
---
Ben sonuçlar açıklandıktan sonra doğrudan İdare Mahkemesine gitmek yerine Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsmanlık)’na başvuruda bulundum (buraya kendiniz gidebilirsiniz ya da e-Devlet üzerinden başvuru yapabilirsiniz).
Dava açmak yerine KDK’ya başvurmamın sebebi, KDK’nın başvuruları en fazla 6 ay içerisinde sonuçlandırmasıyla ilgiliydi. İdare Mahkemesinde sürecin daha fazla süreceğini tahmin etmiştim ve zaman kazanmak adına KDK’ya başvuruda bulunmuştum. Çünkü, örneğin 3′ncü 4′ncü ayda başvurum sonuçlansa benim halen daha kabul aldığım master programına başlama şansım olacaktı. 
Üstelik ben hakkımın böyle göstere göstere gasp edilebileceğine de inanmak istemiyordum. Baraj altında bırakılmam belki de birkaç kişinin kendi başına iş tutmasından kaynaklanıyordur diye düşündüm ve meseleyi öncelikle JMSP’nin kurumsal dinamikleri içerisinde çözmek için çaba gösterdim. 
Bu amaçla, ıslak imzalı olarak gönderilen dilekçeler dışında aşağıdaki tarihlerde ayrıntılı e-postalar yazarak “emeğimin korunmasını” talep ettim;
1. 3 Temmuz 2020 [email protected] ve 
Ulusal IPA Koordinatörü (NIPAC) olarak Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı ([email protected])
2. 5 Temmuz 2020 [email protected]
3. 8 Temmuz 2020 [email protected]
4. 9 Temmuz 2020 [email protected]
5. 24 Temmuz 2020 [email protected]
6. 29 Temmuz 2020 [email protected]
7. 10 Ağustos 2020 [email protected]
8. 19 Ağustos 2020 [email protected]
MFİB’nin bu e-postalar için sağladığı cevaplar sonrasında konunun kendileriyle  çözülemeyeceğini anlamış oldum. İtirazlarım hakkında herhangi bir inceleme gerçekleştirmek yerine; “Endişelerinizi paylaşmak ile birlikte mevcut PRAG ve Jena Monnet Burs Programı kuralları herhangi bir yapının/kurumun çıkar/menfaat sağlamasının önüne geçecek şekilde uygulanmaktadır. Birimimizin “ihale makamı” olarak sorumlu olduğu tüm ihalelerde gizlilik ve tarafsızlık kurallarına hiçbir istisna gösterilmeden uyulmaktadır” gibi ifadelerle konunun kapatılmasına gayret gösterdiler. 
Bütün bu yazışmalarda itirazlarımın işleme alınmamasına gerekçe olarak Delegasyonun sonuçları onaylaması gösteriliyordu. Ne var ki, Delegasyonun itirazlarıma ilişkin bir bilgisi olmaması imkan dahilinde değildi. Burada kendi sınav puanıma itirazdan bahsetmiyorum sadece, izah etmeye çalıştığım diğer hususlarda eğer Delegasyon tarafından bir denetim yapılmış olsaydı benim böyle bir telaşa girmeme daha en başta hiç gerek kalmayacaktı. 
Başka bir deyişle MFİB’yi atlatıp Delegasyon’a gitmenin bir anlamı yoktu ki bütün süreç birbirleriyle haberli olarak ilerliyordu. MFİB’nin sağladığı cevaptan Delegasyon bilgisiz değildi, eğer ki MFİB itirazım sonucunda Delegasyonun bir aksiyom alacağını düşünseydi, bu kadar özensiz cevaplarla konuyu kapatmaya çalışamazdı. 
Sonuç olarak, bu şartlar altında ne MFİB ile ne de Delegasyon aracılığıyla bir çözüme kavuşulması imkansız olduğu için ben de “Avrupa Komisyonu Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakereleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Masası (DG NEAR Turkey Unit)” ile iletişim kurmak zorunda kaldım. Buradaki süreç halihazırda devam ettiği için şimdilik detaylı bilgi paylaşmayacağım, konu tam olarak belli olduktan sonra gerekirse cevap mektuplarını redakte ettikten sonra dosyalar halinde paylaşacağım ve konuyu sizin kendi değerlendirmelerinize bırakacağım. 
Ezcümle, MFİB itirazınızı işleme almasa da sizin kanunen sınav sonucunu yeniden değerlendirmeye aldırma hakkınız mevcut. Yok ben itiraz edip “mimlenme” riskini göze alamam, gerekirse sınava tekrar hazırlanıp girerim diyorsanız da kolay gelsin size, şimdiden iyi çalışmalar, başarılar dilerim.
-
Bundan sonra puanlamanın nasıl yapıldığıyla ilgili örnek paylaşacağım. 
0 notes
jeanmonnetbursu · 3 years
Note
Merhaba, Yazılarını okudum ve çok haklı ve yerinde eleştiriler. 2020 - 2021 yedek liste üst sıralarda biri olarak gerçekten mağdur olduğumu düşünüyorum. Elimde okul kabul mektuplarım olmasına rağmen kalakaldım. Konuyla ilgili bir çok yere mail attım, fakat sonuç çıkmadı. Haziran 2021'de yedek listeye dönülüpğ dönülmeyeceği bile belli değil; bütçe şartlarına, elimizdeki bursiyer sayısına göre vs gibi yuvarlak açıklamalar yapılıyor. Bana bu yıl da sınava girebileceğim söylendi.
Merhaba. Ben direkt olarak baraj altında bırakıldığım için farklı bir uğraş içerisindeyim ama sizin durumunuzda olmayı kesinlikle istemezdim. Durumunuz çok daha can sıkıcı fakat bir yandan da adaylara kızıyorum açıkçası. Sınavdan sonra yedek listede olan 8-10 kişiyle görüştüm sınavdan (bunların arasında avukatlar da vardı) fakat kimse itiraz etmeyeceğini, gerekirse yeniden sınava gireceklerini söylediler. Hevesinizi kırmak ya da gücendirmek istemem ama bunu nasıl kabul edebiliyorsunuz anlayamıyorum. Yani sizin emeğinizin, planlarınızın hiç mi kıymeti yok ki böyle hemen kenara çekiliyorsunuz. Üstelik ortada ciddi bir açıklama da yok ve her şey kapalı olarak yürütülüyor. Siz yedek listedeki sıranızı biliyorsunuz ama tüm liste elinizde var mı? Mesela siz özel sektör 3. sıradasınız diyelim, 13. sıradaki A kişisinin sizin önünüzde asil listeye dahil edilmeyeceğinden nasıl eminsiniz, bu isimler sizinle paylaşıldı mı? --- Kabul mektupları için erteleme yaptınız mı? --- Yine sınava girebilirsiniz ancak bu sadece size dayatılan keyfiyeti meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır diye düşünüyorum. Ayrıca, kabul mektubu olmayanları eleyerek yedek listeden çağrı yapmamaları tamamen hukuksuz bir işlem. Covid’i her şeye bahane ediyorlar da işin arkasında başka adayların (ısrarla asil listede tutulan) korunması meselesi var. Nerelere yazdınız bilmiyorum ancak eğer yedek listedeki adaylar düzgün bir itiraz süreci yürütebilselerdi bu sene böyle bir belirsizlikle muhatap olmak zorunda kalmazdınız inanın. Sizin durumunuz kazanılmış hak statüsünde program yükümlülüklerine göre ama siz bunu resmen başkalarına hediye etmiş durumdasınız. 
0 notes
jeanmonnetbursu · 4 years
Text
JM danışmanlık
Hatırlayacağınız üzere size daha önce avukatlık stajı yapan birinin (yasak olmasına rağmen) nasıl olup da JMSP bursiyeri haline geldiğini somut bir örnek üzerinden açıklamıştım. Ben istisnai bir olay zannıyla bu konunun çok üzerine gitmek istememiştim ancak durum pek böyle değilmiş anlaşılan.
Aktardığım örnekteki kişiyle aynı dönemde aynı okuldan mezun olan başka bir arkadaşımızın paylaştıkları oldukça dikkat çekici.
Şimdi bu arkadaşımız diyor ki; yasal stajyer olmasına rağmen JMSP’ye başvurusu kabul edilebilen bu şanslı azınlık bazı hocaların koruması altında sayılabilir ve zaten yüksek lisansa kayıt üzerinden programa başvuru yolunu gösteren de bu hocalar olabilir.
Konuyla ilgili olarak işaret ettiği isimler de gerçekten çok ilginç:
Mesela öyle bir hukuk bürosu var ki; burada çalışanlar arasında hem daha önce JMSP bursiyeri olmuş hem de bu yıl olacak olan kişiler bir arada yer alıyor ve hepsinin de aynı “açık” üzerinden programdan faydalanmış olabileceği tahmin ediliyor.
Üstelik bu büro, avukatlık camiasında pek karşılaşılmayan bir yapıda olması nedeniyle de dikkat çekiyor.
Şimdi bu büronun başında iki akademisyen yer alıyor. Büronun kurucusu olan hocanın aynı zamanda bir üniversitenin hukuk fakültesi dekanlığında yeri var ve her iki akademisyenin üniversitedeki uğraşlarının dışında da birçok kamu kurumunda bilirkişi/danışman olarak görev aldığı gözüküyor.
Hocaların bağlı olduğu yerlere baktığınızda büroda “avukatlık” yapamayacaklarını tahmin edebilirsiniz. 
Burada bulanan 6 avukattan 3’ü ruhsatlarını bu yıl almış ve en kıdemli avukat da meslekte 3. yılında. 
Böylesi genç bir kadroda, ofis işlemlerinin yönetiminde kıdemli bir avukat bulundurulmasına ihtiyaç görülmemiş nedense. 
Ve 5 kişi de stajyer olarak görev alıyor.
11 kişilik kadroda 3 kişi haricindeki diğer herkes hocaların görev aldığı üniversitelerden mezun olmuş.
Ve bu kişilerden 3’ü JMSP bursiyeri durumunda.
Büroda çalışan stajyerlerden 2′si bu yıl kesin olarak gidiyor. 
Liste açıklanmadığı için diğer kişiler hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olmasa da, bazılarının bu yıl gideceğine dair güçlü işaretler bulunuyor. 
Örneğin, bu kişiler arasında yasal stajına devam etmekle birlikte aynı zamanda yüksek lisans öğrencisi olduğu anlaşılanlar var ve bazıları şu anda çalıştıkları il dışındaki üniversitelere kayıtlı. Yüksek lisans için ilk yılda alınması gereken zorunlu dersler olduğunda bu kişilerin stajını mı tamamladıkları yoksa derslerine mi devam ettikleri anlaşılamıyor. 
Böyle bir durumda göstermelik bir kayıt aracılığıyla avukatlık stajının sınırlamaları kaldırılarak üniversite kontenjanı üzerinden JMSP’ye başvuru imkanı doğabiliyor. 
Bu kişiler JMSP’de gelinen aşama bağlamında kayıtlı oldukları yüksek lisans programının ilk yıl zorunlu dersleri tamamladıkları için tez aşamasına gelmiş oldular. 
Ne var ki, daha önce bu bürodan JMSP bursiyeri olarak gidenlere baktığımızda bu kişiler “tez çalışması” yerine, yeni bir yüksek lisans programına başlamak için gönderilmişler.
Zaten amaç tez çalışması olduğunda bu kişilerin başvurabilecekleri birçok değişim programı, ikili anlaşma, araştırma fonu vs. bulunuyor. 
Lisansüstü öğrencisinin akademik araştırma için mi, yoksa yeni bir programa başvuru için mi bursiyer olabileceğine dair resmi metinlerde kesin bir uyarı bulunmaması da programdaki başka bir “açık” zaten. 
JMSP’de sınırlı olan üniversite kontenjanı öğrencilerle birlikte akademik ve idari personel için de ayrıştırılmaktadır ve stajyer avukatlar tarafından kullanılan yöntemle öğrencilere ayrılan yer sayısı daha da daraltılmaktadır. 
-
2.3.3. Başvuru Esnasında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
1. Aşağıdaki konular hakkında ön görüş/onay verilemez: - başvuru belgelerinin kabul edilebilirliği/uygunluğu, - başvuru sahibinin başvuru yapması gereken sektör, - öğrenim görülmesi planlanan akademik programların uygunluğu, - çalışma alanının (AB Müktesebat başlığı) öğrenim görülmesi planlanan akademik program ile ilgililiği,
Bu çerçevede başvuru sahiplerinin başvuru ve değerlendirme süreçlerinde ön görüş ve/veya onay almak için yukarıda bahsedilen konularla ilgili e-posta göndermemeleri önemle rica olunur.
-
Adayların/bursiyerlerin sektörlerini değiştirmelerine izin verilmeyecektir. Bursa “kamu veya özel sektör” çalışanı veya “üniversite sektörü”nden akademik ya da idari personel olarak başvuranların bursu almaya hak kazandıklarında halen o sektörde çalışıyor olmaları gerekmektedir. Bu bağlamda, kurum değişiklikleri yalnızca adayın aynı sektörde kalması koşuluyla kabul edilecektir. “Üniversite sektörü”nden lisans son sınıf öğrencisi olarak başvuranların lisansüstü/araştırma programına başlayacakları tarihe kadar lisans programlarından mezun olmaları gerekmektedir. “Üniversite sektörü”nden lisansüstü (yüksek lisans/doktora) öğrencisi olarak başvuranların lisansüstü/araştırma programına başlayacakları tarihe kadar ya mevcut programlarından mezun olmaları ya da öğrenci statülerini devam ettirmeleri gerekmektedir.
-
Üniversite sektöründen başvuran ve birden fazla statüye sahip başvuru sahiplerinin (örneğin; aynı anda hem araştırma görevlisi hem de lisansüstü öğrencisi olanlar) bursa başvuru yapacakları kategoriyi (lisans son sınıf öğrencisi, akademik/idari personel veya lisansüstü öğrencisi) kendilerinin belirlemeleri ve bu kategoriye uygun başvuru belgelerini sunmaları gerekmektedir.
-
STAJYER AVUKATLAR
S: Hukuk Fakültesi Lisans programından mezun olup, yasal staj sürecinde bir avukatlık bürosunda sigortalı olarak çalışanlar bursa başvurabilir mi? A: Duyuru metni bölüm 2.2'de belirtildiği üzere burs başvuru döneminde stajyer avukat olanlar burs başvurusu yapamazlar.
S: Stajyer avukatların başvuramama kuralı hangi süreci kapsamaktadır; başvuru sırasında mı yoksa 2020-2021 akademik takvimi sırasında mı? A: Duyuru metni bölüm 2.2'de belirtildiği üzere burs başvuru döneminde stajyer avukat olanlar burs başvurusu yapamazlar.
S: Hukuk Fakültesi Lisans programından mezun olup, yasal staj programı bitiminde ruhsat bekleme sürecinde olanlar başvurabilir mi? A: Avukatlık stajını tamamlamış ve ruhsat bekleme sürecinde olanlar, seçtikleri sektöre ilişkin kendilerinden talep edilen tüm belgeleri sunabildikleri takdirde Jean Monnet Burs Programına başvurabilirler.
S: Şubat ayında Hukuk Fakültesi lisans programından mezun olacağım. Yasal staj programını başlatmam mümkün müdür? Bu mümkün değilse herhangi bir avukatlık bürosunda sigorta girişi bulunmaksızın işe başlamam, bursu kazanma durumuma etkide bulunur mu? A: Duyuru metni bölüm 2.6’da belirtildiği üzere, bu Duyuru dönemine lisans son sınıf öğrencisi olarak başvurmuş bursiyerlerin yerleştirme döneminde lisans programlarına ait Mezuniyet Belgesini/Diplomasını sunmaları gerekecektir. Yerleştirme döneminde yeni bir iş veya yasal avukatlık stajına başlamış olmaya ilişkin bir koşul bulunmamaktadır.
S: Stajyer avukatım ve aynı zamanda başka bir lisans programında son sınıf öğrenciyim, üniversite statüsünden başvurabilir miyim? A: Adayların başvuru yapmaları gereken sektör hakkında ön görüş/onay verilememektedir. Adaylar hangi sektörden başvuracaklarını kendileri belirlemeli ve başvuruda istenen belgeleri buna göre sunmalıdır. Lütfen her bir sektöre özgü başvuru belgelerine ilişkin ayrıntılı bilgi için Duyuru metni bölüm 2.3.1’e de bakınız.
S: Ben stajyer avukat olarak kamu sektöründen başvuracağım. Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul Barosu, duyuru metnindeki 2.1. sayılı başlığın 7 numaralı dipnotunda örnek verildiği üzere kamu tüzel kişiliğini haiz meslek kuruluşudur. Bununla alakalı kamu sektöründen başvurular için gereken ek belge olan “kurum izin yazısı”nı bağlı olduğum İstanbul Barosu’ndan aldım. Kamu sektörü için SGK hizmet dökümü gerekli belgelerde yer almıyor. Belgeleri sağlamama rağmen önceki senelerde yer almamış, özel sektördeki arkadaşlarımızdan kaynaklanan bir detay veya yanlış anlaşılma yüzünden başvuru sürecinde şartlardan dolayı elenmek istemem. Bu konuda bütün belgeleri temin ettiğim takdirde yazılı sınava katılabilir miyim? A: Jean Monnet Burs Programına kamu sektöründen başvurmak için bir kurumda ücret karşılığında ve sosyal güvenlik ağı kapsamında çalışıyor olmak gerekmektedir. “Baroya kayıtlı stajyer avukatlar” baro çalışanı olarak kabul edilmediğinden kamu sektöründen başvuru yapamazlar.
0 notes
jeanmonnetbursu · 4 years
Text
Programın amacı ve bursiyer profili hakkında
Bunu biraz yorum katarak yazacağım:
Geçmiş dönem bursiyerlere baktığınızda çoğu kişinin maddi olarak programa ihtiyaç duymadan da Avrupa’da eğitime gidebileceğini söylemek mümkün. Mesela ben kendimi bir milletvekili çocuğu olan avukatla ya da bilmem ne iş adamları derneği üyesi aile şirketi sahibinin çocuğu olan bir bursiyerle aynı sosyo-ekonomik düzeyde olduğumu söyleyemem. Bu yüzdendir ki JMSP’ye başvuruyorum, ve önceliklerim programın amacıyla örtüşüyor. Yani gidip Fulbright’la uğraşmamın bir sebebi var. 
Kamudakiler yine ayrı bir konu. Bizde kamu personelinin yurtdışında eğitim alabilmesi için kurumların kendilerinin ayırdığı bütçeler var. Yani JMSP tek imkan değil ve bağlı olunan kurumlardan da yetiştirilmek amacıyla eğitime gitmek için bir talepleri olabilir. JMSP’deki fark bu eğitimlerde AB müktesebatının öncelik kazanması. Gelgelelim JM ile giden kişilerin bu önceliği gözetmeden, daha “genel” programları tercih etmiş olduğu örnekleri de görebiliyoruz.
Üniversitelerdeki akademik çalışmalar için de birçok değişim programı var. Erasmus lisansüstü seviyesini de kapsıyor mesela ve hatta üniversitelerin idari personelleri için dahi değişim olanakları var. Bu durumda yüksek lisans öğrencisi birinin kendi programını tamamlamadan neden ikinci kez mastera gönderildiğini anlamıyorum. Ya da bakıyorsunuz zaten yüksek lisans yapmış ama yine de mastera gönderiliyor. Amaç akademik derinleşme ise doktora daha yerinde bir ilerleme yolu değil mi ki. Bu kişiler JMSP’yi araç haline getirip kendi kariyerlerinde alan mı değiştirmek istiyor.
Bu çerçevede programa gösterilen ilgi; uzmanlık ya da maddi olanaklar dışındaki gerekçelerle olabilir diye düşünüyorum.
Mesela ben şu anda kendi başıma yurtdışında bir eğitimi karşılayacak gücüm olsa dahi vize işlemlerinde yerine getirmem yığınla belge talebi var. Bazı ülkeler sabıka kaydı bile talep edebiliyor.
Çift olarak, çoluğunu çocuğunu götürmek isteyen kişiler nasıl bir bürokrasiye tabi tutuluyor düşünmek bile istemiyorum.
Öte yandan söz konusu JMSP’nin kurumsal güvencesi olunca, bir kabul mektubu ve bir sponsor yazısıyla vize almanız çok kolay hale geliyor.
Acaba diyorum bu kolaylık sebebiyle mi bu insanlar JMSP’ye bu kadar rağbet ediyor ve “ne olursa olsun gideceğim” diye tutturuyor. Nedir bu telaşın sebebi bu kadar “yurtdışına çıkmak” için.
-
Ve ayrıca çalışma alanı özelinde bir sınırlama ya da önceleme yapılıyor mu bilmiyoruz. Örneğin 10 kişiden fazla ortak ticaretten gidemez veya bu yıl enerji alanını önceliyoruz gibi. Ya da abartarak örnekliyorum; bu yıl hak kazanan 160 bursiyerin de vergilendirme üzerinden başvuru yapmış olması halinde ne yapılacaktır bilmiyoruz.
Asil ve yedek listelerin belirlenmesinde böyle bir kriter olup olmadığı belli değil.
0 notes