Tumgik
Text
O günden sonra kafamda kocaman bir tümorle yaşayacağımı öğrendim. Buna alışmak zor olacaktı. Belki alışamayacaktım. Zamana bırakmak istedim. O günden sonra ondan kimsey etek bir söz etmemiştim. Yaşadığım şey  koca bir bunalım ve kurgular dizisi olarak bana garip senaryolar yazıp çiziyordu. Onun orda olduğunu unutmalı yaşamaya devam etmeliydim dedim. Onu düşünürsem, yaşamama engel olacaktı biliyorum. Korkuyordum arada sırada. Kaçmayı düşündüm önce bu şehirden, sonuçta başta iyi bir fikir gibi geliyordu. Onu burada öğrenmiştim gidersem bişeyler daha kolay değişecek gibi geliyordu. Sonra nereye gidersem gideyim onunda kafamla birlikte benimle geleceği fikri seriliverdi önüme. Başaracaksam burda da başarabilirim neden olmasın. Önce kendime bir plan yaptım, ondan kimselere söz etmeyecek, bahsetmeyecek, hiç olmamış gibi yaşayacaktım. Bu hayli zor oldu benim için. Delilik çizgisinde dolanıyordum. “Var, var işte, tam burda, gitmiyor bir yere.“ sonra başardım bunu. Onu hatırlatacak şeyleri kaldırdım, attım, sildim, yok ettim. Zamana bırakmadım bu hastalıklı halimi. Tuttum elimi ve kendimi onardım. Bunun içinçok güçlü ve iradeli olmam gerekiyordu. Ama yapmak zorundaydım. Bazen durdurup birine onu anlatmak istedim. Bunu bana onun yaptırdığını anladım sonra. onu düşünüp kendimi yeniden o dipsiz dehlizlere atmamı istiyordu. Ona direndim. Karşı çıktım. Biliyor musun insan muhteşem  bir mekanizmaya sahip. Dik durmak omurgayla bağlantılı olsa da asıl iş beyinde bitiyormuş sahiden. Böyle olunca teorisi çok basit fakat pratikte de bir o  kadar zor bir yol çıktı karşıma. Durmamak gerek böyle zamanlarda sanırdım. Durursam düşüncelere boğulma, paranoyaklaşma, hastalıklı düşünceler, küflü peynir gibi keskin bir kokuyla yayılıyordu beynimin odalarına. Ama öyle olmadı, zamanla sadeleştiğimi anladım. Giderek ve büyük bir başarı grafiğiyle, yaptıklarımı görüyor kendime neler yapabileceğimi ispat ediyor, kendimi irademe ikna ediyordum. İnsanlar bu yüzyılda çok kirliler. O kadar yoğunlar ki, o kadar boş şeylerle. Nelerin geçip gittiğinin göremiyorlar. Zaman gidenlerin dönmeyeceğini kendinden pay biçerek yeteri kadar açık ifade ediyordu oysa ki.
İnsanlara bişeyleri ona bırakma işini, kendilerini saçma bir uçurumda, giden bir uçurtmayı seyretmeye ve çürümeye adamalarını istiyor ve insanlarda işin kolayına kaçarak, onun komutlarını harfiyen yerine getiriyorlardı.
Zaman bir şekilde her zaman ki olağan düzeninde akıp gidiyor ve yaşadığım şeyin doğaüstü bir güçlükte olduğu fikrinden hızla uzaklaşıyordum. Evet, hepimiz mükemmel zorlukları sadece kendimiz yaşadığımızı ve bu kadar zoruyla ilk defa biz karşılaşıyormuşuz sanırız. Sonrası çorap söküğünü andıran yanılgılar sinsilesi. Ne kadar çekersen o kadar devamı gelen. Sandıklarımızın doğru olduğuna  öyle bir güçle inanarak, kendimize elimizle bir dehliz kazmaya başlarız. Ellerimizle, sahiden ellerimizle,  kendimizi ölüme terkedeceğimiz yeri hazırlıyoruz.
Konudan uzaklaştım. Kafamı toparlıyorum. Durumlar kontrolümüzün dışına çıktığında ısrarla yeniden kontrol etmeye, orayı terk etmemeye çalışıyoruz bir çoğumuz. Bu tümorün oluşmasına böyle meydan vermiştim zamanında. Yitip gidenleri onarabileceğimi sanmış, koca bir yanılgı albümüyle başbaşa kalmıştım. Israr etmemeyi ve oradan uzaklaşmam gerektiğini anladığımda, gideceğim neresi var diye kendimi birde evsizlikle itham ediyordum. O an bütün aptal senaryolar beynimden geçiyor ve başımı dönderiricesine gözümün önünde canlanıyordu. Kaçabilirim evet bu şehirden şuan kaçıp giderim ben, dedikten hemen sonra yüzüme çarpan saçmalama sillesi beni bir nebze kendime getirdi. Ama tokat o kadar okkalıydı ki, yaşadıklarımın üzerine acısına sığınarak, yaşadıklarımın yasını tutmaya zemin hazırladım kendime. Ağlak saçma sapan bir haldeydim. Evet güçsüz, bitkin, ceset, umutsuz, bütün saçmalıklar vardı. Elbette insan kendiyle barışık olacak, acısıyla, hüznüyle, kusurlarıyla ama.
Aması kusuru olan ben değildim ki. Buna sebep olan kişiliğindeki koca açığı, rüzgar yememek adına, hiçte kendine ait olmayan bir yamayla kapayanlardı. Ve bende en az onun kadar suçluydum belki, bu yamayla ne işim var, terzi miyim ben Allah aşkına?
3 notes · View notes
Text
O günden sonra kafamda kocaman bir tümorle yaşayacağımı öğrendim. Buna alışmak zor olacaktı. Belki alışamayacaktım. Zamana bırakmak istedim. O günden sonra ondan kimsey etek bir söz etmemiştim. Yaşadığım şey  koca bir bunalım ve kurgular dizisi olarak bana garip senaryolar yazıp çiziyordu. Onun orda olduğunu unutmalı yaşamaya devam etmeliydim dedim. Onu düşünürsem, yaşamama engel olacaktı biliyorum. Korkuyordum arada sırada. Kaçmayı düşündüm önce bu şehirden, sonuçta başta iyi bir fikir gibi geliyordu. Onu burada öğrenmiştim gidersem bişeyler daha kolay değişecek gibi geliyordu. Sonra nereye gidersem gideyim onunda kafamla birlikte benimle geleceği fikri seriliverdi önüme. Başaracaksam burda da başarabilirim neden olmasın. Önce kendime bir plan yaptım, ondan kimselere söz etmeyecek, bahsetmeyecek, hiç olmamış gibi yaşayacaktım. Bu hayli zor oldu benim için. Delilik çizgisinde dolanıyordum. “Var, var işte, tam burda, gitmiyor bir yere.“ sonra başardım bunu. Onu hatırlatacak şeyleri kaldırdım, attım, sildim, yok ettim. Zamana bırakmadım bu hastalıklı halimi. Tuttum elimi ve kendimi onardım. Bunun içinçok güçlü ve iradeli olmam gerekiyordu. Ama yapmak zorundaydım. Bazen durdurup birine onu anlatmak istedim. Bunu bana onun yaptırdığını anladım sonra. onu düşünüp kendimi yeniden o dipsiz dehlizlere atmamı istiyordu. Ona direndim. Karşı çıktım. Biliyor musun insan muhteşem  bir mekanizmaya sahip. Dik durmak omurgayla bağlantılı olsa da asıl iş beyinde bitiyormuş sahiden. Böyle olunca teorisi çok basit fakat pratikte de bir o  kadar zor bir yol çıktı karşıma. Durmamak gerek böyle zamanlarda sanırdım. Durursam düşüncelere boğulma, paranoyaklaşma, hastalıklı düşünceler, küflü peynir gibi keskin bir kokuyla yayılıyordu beynimin odalarına. Ama öyle olmadı, zamanla sadeleştiğimi anladım. Giderek ve büyük bir başarı grafiğiyle, yaptıklarımı görüyor kendime neler yapabileceğimi ispat ediyor, kendimi irademe ikna ediyordum. İnsanlar bu yüzyılda çok kirliler. O kadar yoğunlar ki, o kadar boş şeylerle. Nelerin geçip gittiğinin göremiyorlar. Zaman gidenlerin dönmeyeceğini kendinden pay biçerek yeteri kadar açık ifade ediyordu oysa ki.
İnsanlara bişeyleri ona bırakma işini, kendilerini saçma bir uçurumda, giden bir uçurtmayı seyretmeye ve çürümeye adamalarını istiyor ve insanlarda işin kolayına kaçarak, onun komutlarını harfiyen yerine getiriyorlardı.
Zaman bir şekilde her zaman ki olağan düzeninde akıp gidiyor ve yaşadığım şeyin doğaüstü bir güçlükte olduğu fikrinden hızla uzaklaşıyordum. Evet, hepimiz mükemmel zorlukları sadece kendimiz yaşadığımızı ve bu kadar zoruyla ilk defa biz karşılaşıyormuşuz sanırız. Sonrası çorap söküğünü andıran yanılgılar sinsilesi. Ne kadar çekersen o kadar devamı gelen. Sandıklarımızın doğru olduğuna  öyle bir güçle inanarak, kendimize elimizle bir dehliz kazmaya başlarız. Ellerimizle, sahiden ellerimizle,  kendimizi ölüme terkedeceğimiz yeri hazırlıyoruz.
Konudan uzaklaştım. Kafamı toparlıyorum. Durumlar kontrolümüzün dışına çıktığında ısrarla yeniden kontrol etmeye, orayı terk etmemeye çalışıyoruz bir çoğumuz. Bu tümorün oluşmasına böyle meydan vermiştim zamanında. Yitip gidenleri onarabileceğimi sanmış, koca bir yanılgı albümüyle başbaşa kalmıştım. Israr etmemeyi ve oradan uzaklaşmam gerektiğini anladığımda, gideceğim neresi var diye kendimi birde evsizlikle itham ediyordum. O an bütün aptal senaryolar beynimden geçiyor ve başımı dönderiricesine gözümün önünde canlanıyordu. Kaçabilirim evet bu şehirden şuan kaçıp giderim ben, dedikten hemen sonra yüzüme çarpan saçmalama sillesi beni bir nebze kendime getirdi. Ama tokat o kadar okkalıydı ki, yaşadıklarımın üzerine acısına sığınarak, yaşadıklarımın yasını tutmaya zemin hazırladım kendime. Ağlak saçma sapan bir haldeydim. Evet güçsüz, bitkin, ceset, umutsuz, bütün saçmalıklar vardı. Elbette insan kendiyle barışık olacak, acısıyla, hüznüyle, kusurlarıyla ama.
Aması kusuru olan ben değildim ki. Buna sebep olan kişiliğindeki koca açığı, rüzgar yememek adına, hiçte kendine ait olmayan bir yamayla kapayanlardı. Ve bende en az onun kadar suçluydum belki, bu yamayla ne işim var, terzi miyim ben Allah aşkına?
3 notes · View notes
Text
O günden sonra kafamda kocaman bir tümorle yaşayacağımı öğrendim. Buna alışmak zor olacaktı. Belki alışamayacaktım. Zamana bırakmak istedim. O günden sonra ondan kimsey etek bir söz etmemiştim. Yaşadığım şey  koca bir bunalım ve kurgular dizisi olarak bana garip senaryolar yazıp çiziyordu. Onun orda olduğunu unutmalı yaşamaya devam etmeliydim dedim. Onu düşünürsem, yaşamama engel olacaktı biliyorum. Korkuyordum arada sırada. Kaçmayı düşündüm önce bu şehirden, sonuçta başta iyi bir fikir gibi geliyordu. Onu burada öğrenmiştim gidersem bişeyler daha kolay değişecek gibi geliyordu. Sonra nereye gidersem gideyim onunda kafamla birlikte benimle geleceği fikri seriliverdi önüme. Başaracaksam burda da başarabilirim neden olmasın. Önce kendime bir plan yaptım, ondan kimselere söz etmeyecek, bahsetmeyecek, hiç olmamış gibi yaşayacaktım. Bu hayli zor oldu benim için. Delilik çizgisinde dolanıyordum. “Var, var işte, tam burda, gitmiyor bir yere.“ sonra başardım bunu. Onu hatırlatacak şeyleri kaldırdım, attım, sildim, yok ettim. Zamana bırakmadım bu hastalıklı halimi. Tuttum elimi ve kendimi onardım. Bunun içinçok güçlü ve iradeli olmam gerekiyordu. Ama yapmak zorundaydım. Bazen durdurup birine onu anlatmak istedim. Bunu bana onun yaptırdığını anladım sonra. onu düşünüp kendimi yeniden o dipsiz dehlizlere atmamı istiyordu. Ona direndim. Karşı çıktım. Biliyor musun insan muhteşem  bir mekanizmaya sahip. Dik durmak omurgayla bağlantılı olsa da asıl iş beyinde bitiyormuş sahiden. Böyle olunca teorisi çok basit fakat pratikte de bir o  kadar zor bir yol çıktı karşıma. Durmamak gerek böyle zamanlarda sanırdım. Durursam düşüncelere boğulma, paranoyaklaşma, hastalıklı düşünceler, küflü peynir gibi keskin bir kokuyla yayılıyordu beynimin odalarına. Ama öyle olmadı, zamanla sadeleştiğimi anladım. Giderek ve büyük bir başarı grafiğiyle, yaptıklarımı görüyor kendime neler yapabileceğimi ispat ediyor, kendimi irademe ikna ediyordum. İnsanlar bu yüzyılda çok kirliler. O kadar yoğunlar ki, o kadar boş şeylerle. Nelerin geçip gittiğinin göremiyorlar. Zaman gidenlerin dönmeyeceğini kendinden pay biçerek yeteri kadar açık ifade ediyordu oysa ki.
İnsanlara bişeyleri ona bırakma işini, kendilerini saçma bir uçurumda, giden bir uçurtmayı seyretmeye ve çürümeye adamalarını istiyor ve insanlarda işin kolayına kaçarak, onun komutlarını harfiyen yerine getiriyorlardı.
Zaman bir şekilde her zaman ki olağan düzeninde akıp gidiyor ve yaşadığım şeyin doğaüstü bir güçlükte olduğu fikrinden hızla uzaklaşıyordum. Evet, hepimiz mükemmel zorlukları sadece kendimiz yaşadığımızı ve bu kadar zoruyla ilk defa biz karşılaşıyormuşuz sanırız. Sonrası çorap söküğünü andıran yanılgılar sinsilesi. Ne kadar çekersen o kadar devamı gelen. Sandıklarımızın doğru olduğuna  öyle bir güçle inanarak, kendimize elimizle bir dehliz kazmaya başlarız. Ellerimizle, sahiden ellerimizle,  kendimizi ölüme terkedeceğimiz yeri hazırlıyoruz.
Konudan uzaklaştım. Kafamı toparlıyorum. Durumlar kontrolümüzün dışına çıktığında ısrarla yeniden kontrol etmeye, orayı terk etmemeye çalışıyoruz bir çoğumuz. Bu tümorün oluşmasına böyle meydan vermiştim zamanında. Yitip gidenleri onarabileceğimi sanmış, koca bir yanılgı albümüyle başbaşa kalmıştım. Israr etmemeyi ve oradan uzaklaşmam gerektiğini anladığımda, gideceğim neresi var diye kendimi birde evsizlikle itham ediyordum. O an bütün aptal senaryolar beynimden geçiyor ve başımı dönderiricesine gözümün önünde canlanıyordu. Kaçabilirim evet bu şehirden şuan kaçıp giderim ben, dedikten hemen sonra yüzüme çarpan saçmalama sillesi beni bir nebze kendime getirdi. Ama tokat o kadar okkalıydı ki, yaşadıklarımın üzerine acısına sığınarak, yaşadıklarımın yasını tutmaya zemin hazırladım kendime. Ağlak saçma sapan bir haldeydim. Evet güçsüz, bitkin, ceset, umutsuz, bütün saçmalıklar vardı. Elbette insan kendiyle barışık olacak, acısıyla, hüznüyle, kusurlarıyla ama.
Aması kusuru olan ben değildim ki. Buna sebep olan kişiliğindeki koca açığı, rüzgar yememek adına, hiçte kendine ait olmayan bir yamayla kapayanlardı. Ve bende en az onun kadar suçluydum belki, bu yamayla ne işim var, terzi miyim ben Allah aşkına?
3 notes · View notes