Tumgik
Text
"... İnsan bu güneş sisteminin sınırsız ölüm denizinde yok olmaya mahkûm olduğunu idrak edebilecek bir öngörüye artık sahip değil ve insan yapısı başarı tapınağının bir gün kaçınılmaz olarak evrenin yıkıntıları altında kalacağını göremez halde."
Bertrand Russell
0 notes
Text
Bizde de var ondan.
Demin ablam geldi. Annem de işte “Bak ablan sana geçmiş olsun diyecek” falan diyince yanına gittim. “Neyin var?” diye sorunca dünden beri başımın döndüğünü, midemin bulandığını, kustuğumu söyledim. “aaa” dedi. “Bizde de var ondan.” Ben de “Ben siz değilim.” dedim.
Bakın asıl mesele şu. Birisi hasta olduğunda ya da kendini iyi hissetmediğinde isterse tüm sülalen hasta olsun ona “geçmiş olsun, Allah şifa versin” vs diyebilmek. Bu senin ya da çocuklarının geçirdiği rahatsızlıkla alakalı bir şey değil ya. Bir şekilde sürekli her şeyi kendine, çocuklarına, kendi ya da çocuklarının geçirdiği rahatsızlıklara bağlayamazsın. He bağlarsan da arkandan “Bencil sürtük” diye düşünür insanlar. Ve o denli bencil bir sürtüksündür ki insanların bunu diyebileceği aklına bile gelmez.
Ama ben bu bencilliğe çok uzun zamandır maruz kalmış bir insan olarak o kadar yakından tanıyorum ki onu. Mesela bipolar olduğumu söylesem de bunu bir şekilde kendine ve kendi çektiği acılara bağlayacak bir potansiyel taşıyor. “Sen şimdi bunu yaşıyorsun ama ben neler yaşadım ohooo” mentalitesi asıl insanın canını sıkan.
Bu yüzden de bunu hiçbir şekilde ne ona ne de abime söylemeyi düşünmüyorum bile. İnsanların bana işkembeden nasihatler vermeleri ya da o küçümseyici “biz neler atlattık evladım...” tavırları o kadar yorucu ve can sıkıcı ki. Evet şizofreni gibi bir şey değil. (gerçi bunda da paranoyalar gırla) ama gerçekten zor, çok zor. Ömrümün neredeyse yarısını ölmeyi düşleyerek ve planlayarak geçirmeme sebep olan şey bu.
Ve ben bir gün geberip gitsem bile arkamdan üzülmeyebilir sırf bu bencilliğinden dolayı. Çünkü muhakkak o sırada üzülmesi gereken daha önemli bir konu çıkar. Ama ölüp gitmenin en güzel yanlarından biri de tüm bunları bir daha asla umursamayacak olmak ya... Bütün bencilliklerden azadesin artık. Mesela İsmet Özel gençliğinde sürekli intihar etmeyi düşündüğünü ama bir süre sonra arkasında bırakacağı insanların bunu anlayacak tıyniyette olmadığını fark ettiğini söyler.
Tumblr media
İntihar İsmet Özel’e göre geride kalanların alması gereken ciddi bir mesajdır. Bana göreyse her intihar böyle değildir. Herkes birilerinden intikam almak ya da onları suçlayıcı, itham edici mesajlar vermek için intihar etmez. Bu oldukça yüzeysel, iki boyutlu bir düşünce olur.
Yine böyle intiharı düşünen ve sonunda intihar eden bir yazar olan David Foster Wallace bu konu hakkında şöyle diyor:
“Psikotik depresyonda denilen, kendini öldürmeye kalkışan kişilerin bunu yapmalarının nedeni 'umutsuzluk' klişesi veya 'hayatın getirileri ve götürüleri denk değil' tarzı soyut düşünceler değildir. Ölümün birden cazip görünmesi de değildir kuşkusuz.
Tumblr media
Yanan bir yüksek katlı binada mahsur kalan kişi en sonunda nasıl pencereden atlıyorsa, gözle görülmeyen ıstırabı katlanılamaz bir seviyeye gelen kişi de kendini aynı o şekilde öldürür.
Yanan pencerelerden atlayan insanlardan şüpheniz olmasın. Onların çok yüksek bir yerden düşme korkuları ile sizin ya da benim aynı pencerede durup manzaraya baksak hissedeceğimiz eşdeğer büyüklüktedir. Yani düşme korkusu değişmez. Burada değişken olan ise diğer korkudur, ateşin alevleridir. Alevler oldukça yaklaştığında iki korku içinden düşüp ölmek olanı nispeten daha az korkunç hale gelir. Mevzu düşmeyi isteme değildir, mevzu alevlere duyulan korkudur. Durum böyle iken aşağıda kaldırımda duranlardan hiç kimse yukarıya bakıp da "yapma!", "dayan!" diye bağırmaz, atlama gerekçesini anlayabilirler. Aslında hayır. Düşmenin ötesindeki dehşeti gerçekten anlayabilmeniz için bizzat mahsur kalıp alevleri hissetmeniz gerekir." ... Geçenlerde aklıma Virgin Suicides’taki Cecilia geldi mesela. Yanlış hatırlamıyorsam ilk önce bileklerini keserek intihar etmeye kalkışmıştı. İşte buna bir imdat çağrısı ve mesaj verme isteğidir diyebiliriz. İntihar etmemek, intihar etmeye çalışmak ama başaramamayı, birilerinin onu, o binadan kurtaracağını ummarak bunu yapmak... Cecillia’nın yaptığı da tam olarak bu olabilir.
“Bana bir neden vermenizi umuyorum.” diye düşündü belki.
“Umuyorum ki bu boktan yaşamı sürdürmem için bana gerçekten iyi gelecek bir şeyler sunabilirsiniz, yoksa burada kalmamın hiçbir anlamı yok.”
Sonra Cecilia’nın topluma karışması adına anne babasının düzenledikleri partide bir grup çocuk başka bir çocukla acımasızca dalga geçtiğinde, şimdi neden bunu yaptıklarını hatırlayamasam da Cecilia’nın birden otuduğu koltuktan kalkıp o saniye kararını vermesi, “o an” hafızama kazınmış durumda. Onu artık yaşama bağlayan hiçbir şey kalmamıştı çünkü. Arkasında bırakacağı insanların onu kurtaracak güçte ya da tıyniyette olmadıklarını gördü, bunu fark etmiş olması ise onun için yeterliydi.
Tumblr media
Cecilia da bipolar mıydı, depresyonda mıydı yoksa sadece çok kararlı bir çocuk muydu bilmiyorum.
Ama bazen benim hissettiğim de bu oluyor, insanların zannettiği gibi kötülüklerin tamamının bana isabet etmesi gerekmiyor. Bu travma sende de olabilir. Hatta sende çok daha beterleri de olabilir. Dünya üzerinde o kadar olasılık ve kötülük var ki, ama mevzu bahis şey sadece bundan ibaret değil, sen görünüre bakıyorsun ben içine eğiliyorum.
Belki beyin kimyası ile alakalıdır, belki de insan ruhu zaten buna benzer bir şeydir, zaten kimse bu hastalığın asıl nedenini de bilmiyor ya... Neden böyleyim?
Bir şeyleri görüp geçemiyorum, bazen basit ve komik bulunan bir şeyi bile görüp gülüp geçemiyorum; o beni birden bacaklarımdan tutup dibe doğru çekmeye başlıyor. O basit şey günlerce haftalarca süründürebiliyor beni.
Bana şimdiye kadar psikiyatristlerin azımsanmayacak bir kısmının söylediği şey: gençsin, güzelsin, neden bunlara takılıyorsun? oldu.
Yaşadığım bütün travmaları geçtim, yeni yeni anlıyorum, belki onları yaşamasaydım bile böyle olabilirdim zaten. Gerçekten gençlik ve güzellik böyle duyguları hissetmemek için kafi bir kriter midir?
Ben bu tek boyutlu dünya görüşünü kabullenemiyorum.
En çok ben hissediyorum, acı çekiyorum gibilerinden bir iddiam da yok hani. Acı çekmek herkesin parmak izine benziyordur belki, milyarlarca şekli, gölgesi olan bir histir.
Ama gerçekten yaşadıklarımın parlaklığı ve solukluğu can sıkıcı bir düzeyde. Hiçbir orantı, mantık, rasyonellik içermiyor bile.
Semboller ve bir takım kapılar var orada. Büyüyorsun, küçülüyorsun, ağlıyorsun, o ağladığın yerde yüzüyorsun. Kimse kurtarmaya gelmiyor seni.
Bazen beslediğim bir kedi yaralandığında ağlama krizine girip çığlıklar atarak, sesim kısılıncaya kadar bağırmaktan başka bir şey yapamıyorum. Sonra bir gün annanem ölüyor ve gerçekten oturup üzülmek dahi istemiyor canım. Ağlamam gerektiğini biliyorum, bilmekle alakalı bir durum değil. Ki annanemi gerçekten severdim ben. Halen daha severim. Ama bazen duygusu gelmiyor bir şeylerin.
Sadece etrafa boş gözlerle bakıp delirmemeyi umuyorsun.
4 notes · View notes