Tumgik
#bu haftasonu başka ne yapılabilir ki???
599155131 · 6 months
Text
Hepimiz evdeyiz değil mi???
7 notes · View notes
Text
Ilgaz’da Yaşam
Hem sevgili eşimin ataması hem covid19 illeti nedeniyle yaklaşık bir senedir Ilgaz’da yaşıyoruz, artık burada yaşam hakkında bir yazı yazabilecek tecrübeye eriştiğimi düşünüyor ve bilgisayarımı açıyorum. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim gezip görmek tamam ama bir yeri tanımanın farklı bir şey olduğunu ve bunun için bir süre orada yaşamanın muazzam bir deneyim olduğunu düşünüyorum ve buna bayılıyorum. Ömrüm ve imkanlarım yetse de en azından Türkiye’de yaşanmadık yer bırakmasam, ne çok isterim.
Tumblr media
İlk haftasonumuz şöyle bir gezintiyle başlıyor. Konağımsı güzel köy evleri görüyorum, taş subasman üzerine ahşap çatkı arası kerpiç dolgu, çok seviyorum geleneksel yapıları, lütfen hep burada olun, hiç yıkılmayın.
Bu civarlarda bir alabalık tesisi de var denedik hatta, pek sevmedik ama Ilgaz’da balık o kadar yok ki, satmak için getiren olursa Belediyeden anons yapılıyor, hiç yoktan iyidir yani haberiniz olsun.
Tumblr media
Köylerin bağlarında bahçelerinde gezerken bu terkedilmiş kaplıca havuzunu buluyoruz. Fokur fokur kaynayan suyun kükürtlü su olduğunu öğreniyoruz sonradan. Anlaşılan bir zamanlar mesire yeri gibi de kullanılan bu yer şimdi tamamen başıboş bırakılmış, bizim gibi kaşiflere güzel görüntüler sunuyor.
Tumblr media
Yine aynı köy yolunda bir de türbe dikkatimizi çekiyor uğramadan geçmiyoruz.
Tumblr media
Ilgaz’ın dağlarından sonra en meşhur ve önemli ikinci yeri Kırkpınar Yaylası, yolu kötü, gidişi zor ama bu güzelliğe de değiyor.
Tumblr media
Bir bekar evi gibi kurduğumuz evimizin oturduğum yerden severek izlediğim manzarası.
Tumblr media
İstiklal Yolu üzerinde Ermeni Çetelerinin saldırsı sonucu şehir olanların anısına yapılan Derbent Şehitliği ve arkamızdaki dağ oteli. Küçük de bir kayak pisti var otelin ama sıkı bir tadilata ve yenilenmeye ihtiyacı var, tabi turizmin öldüğü bu dönemde pek mümkün olmasa gerek. Biz yokluktan burada yemek yedik ama hem pahalı hem de doyurucu değil.
Tumblr media
Burası da Kadınçayırı Tabiat Parkı, bizim kurtarıcı mekanımız, gerek piknik için gerek yürüyüş yapmak için muazzam. Haftasonu hiçbir yere gidemezsek buraya gidiyoruz muhakkak. Türkiye’nin en uzun zipline’ı imiş burada gerçi ben denemedim ama kardeşim denedi, tabi yamaç paraşütü pilotu adam için pek hafif kaldı, ben de karar verdim bu sezon deneyeceğim kesin.
Tumblr media
Yine yoluyla bir çile olan bir yayla yerindeyiz, Hazım Dağlı Tabiat Parkı, gölü pek küçümen ama su sudur bizim için. Bungalov evleri de kalmak için, aslında şöyle bir yerde iki gün kalmak istiyorum.
Tumblr media
Derbent Şehitliği’nin biraz ilerisinde de gördüğüm kadarıyla Ilgaz Dağları’nın en kalınabilir, en güzel oteli Ferko Mountain Resort var, biz şöyle bir gezmek, içinde ne var ne yok görmek için girdik de, pek bir beğendim valla.
Tumblr media
O kadar dağ bayır, tabiat parkı orman gezdik ama şu dere kenarının verdiği görüntüyü hibir yer veremiyor. Burada yürüyüş yapmak da çok güzel, alıç ağaçları var bir dolu, topladık bolca. Neresi olduğunu söylemedm dimi Devrez Çayı burası, balık falan tutmaya gidiyor benim adam arada arkadaşlarıyla.
Tumblr media
On ay boyunca inatla bulaşık makinası almayıp elimde yıkadım bulaşıkları ve bu da bulaşıkları yıkarken dışarıyı izlediğim pencerem. Penceresinin önünde lavabosu olan bir mutfak hayalim vardı, burası sayesinde oldu o da.
Tumblr media
Evin işinden gücünden sonra kendimizi attığımız güzel bahçemiz,. Oturmak güzel ama pirelenmek hayatımda ilk kez yaşadığım bir kabus oldu, inşallah bu yaz da yaşamayız aynı çileyi.
Tumblr media
Bahçeye çıkamadığımız zamanların kurtarıcısı tablet oyunları ve Youtube’daki Egemen Kaan, hoş burada kodlama yapıyoruz ama, tabi ki asıl olarak tabletin kullanım amacı oyun oynamak.
Tumblr media
Bir de stadımız var benim yürüyüş yaptığım Çınar’ın da orasında burasında takıldığı. Keşke çocuğuma uygun bir spor kursu da olsaydı.
Tumblr media
Kara doyduğumuz bir kış geçirdik ve kayak öğrenmek için bulunmaz bir nimetti bizim için ama gerek benim hevessizliğim gerekse pandemi nedeniyle kıyafet kiralayamama gibi faktörler ile boş geçtik. Tabi bu gezip görmemize engel olmadı.
Biraz anlatayım Ilgaz’da belli başlı üç kayak merkezi var. Yıldıztepe, Ilgaz Dağları Doruk ve yeni hizmete açılan Yurduntepe. Kayak bilmediğim için o açıdan çok fazla değerlendiremiyorum ama anladığım kadarıyla hepsi de daha çok acemi ve orta seviye kayanlara daha çok hitap ediyor.
Tumblr media
Burası Yıldıztepe, evimize en yakın olanı, düşünsenize evime onbeş dakika uzaklıkta bir kayak merkezi var ama ben bir kere bile kaymadım, büyük kayıp, ama işte gel gör ki isteğim de olmadı. Aynı zamanda en soğuk ve pahalı kayak merkezi de burası, bir vadide kalıyor ve asla güneş almıyor, hep rüzgarlı hep soğuk, çiçek oğlum böyle ısınmaya çalışmıştı. Şu gördüğünüz telesiyeji seyir amacıyla kullanalım dedik kardeşimle, Çınar da takıldı peşimize, Doruk’taki gibi olduğunu düşündüm ama burası çok çok uzunmuş oraya göre, git git bitmiyor, tam yirmi dakika sürdü, aşırı bir rüzgar, bir tipi, buz gibi donduk, Çınar ağlaya ağlaya bir hal oldu, benim ödüm koptu hipotermi falan olursa diye ama çok şükür hasta bile olmadı, böyle de bir macera yaşamış olduk. Tabi telesiyejin çıktığı yerde şömine başında ısınıp, sıcak bir şeyler içtik yoksa hepten bitmiştik herhalde. Yine de sıkı giyindiyseniz manzarası pek bir tatlı oluyor.
Tumblr media
Burası da Doruk Mevki, öyle güzel güneş alıyor ki en çok burayı seviyorum sanırım, montumu bile çıkartıp yapmıştım yürüyüşümüzü, Çınar’ın elinde de minik kardan adamı var, bir süre bizimle gezdi o da.
Tumblr media
Son olarak Yurduntepe, evimize en uzağı da burası yarım saat/kırk dakika sürüyor konaklama tesisi de olsa bence çok daha güzel olurdu, yakındaki otellerden servisler oluyor tabi sık sık. Kaymayıp yürüyüş için gittiğimiz için bize çok bir imkan sunmuyor burası, telesiyejle yukarı çıkınca var güzel yürüyüş yerleri. 
Tumblr media
Eli yüzü düzgün bir restorantı kafesi çarşıda yok ama Ilgaz yol üstü bir ilçe olması nedeniyle dinlenme tesisleri var bunlardan iki tanesi kafe, restaurant ihtiyacımızı fazlasıyla karşılıyorlar, bildiğiniz dinlenme tesislerinden değiller yani, ben çok seviyorum.
Tumblr media
Lojmandan çarşıya giderken beni karşılayan kimsesiz ev, öyle çok seviyorum ki bu eski binaları, böyle bir yerde yaşamak ya da iş yapmak istiyorum. Bir yerlerden bir para vurursa yapacağım ilk iş olarak kalsın burada.
Tumblr media
Ilgaz’da eski olsun, yeni son model apartmanlar olsun bahçesinde mutlaka fırını vardır. İlk geldiğimde ekmek yapmak için olduğunu sanmıştım, ama yemek koymak için kullanılıyormuş. Bayram ve ramazanların olmazsa olmazıymış, keşkek ve güveç atarlarmış en çok, öyle güzel bir adet ki, bizim lojmanda da var fırın ve ramazan ayı boyunca nerdeyse her gün kullandım. Yemeğinin tadı, heyecanı bir başka, acaba pişecek mi, yanacak mı düşüncesiyle sabah koyduğun yemeği akşama kadar beklemek. Sabahtan yemeğini hazırlayıp bahçeye indirmek, o sırada diğer yemek getirenlerle sen ne yaptın, ben bunu yaptım bir baksana suyu nasıl olmuş muhabbetleri Ilgaz’ın en unutulmaz anları olarak kalacak. Bu arada fırına koyduğumuz bu toprak kaplara da caba diyorlar, alın size yeni bir kelime.
Ilgaz bir tarım şehri ama özellikle kış turizmi anlamında potansiyelini harcıyor. Mesela kapalıymış gibi duran dağ tesisine açık mı diye sorup sıcak bir şeyler içmek ihtiyacıyla oturuyorsunuz. Dekorasyon falan çok hoş, beğeniyorsunuz ama gelin görün ki bir kahveyi bile doğru düzgün yapacak elemanı yok, kahvemsi bir şey içip bir daha gelmemek üzere oradan uzaklaşıyorsunuz, çok üzücü.
Ilgaz turizmine katkı sağlayacak bir kaç öneriyi burada sıralayarak yazımı noktalıyorum.
1) Tesisleri var ama burada çalışacak nitelikte çalışanı bulmalılar.
2) Tarımı da hayvancılığı da gelişmiş olan bu yerde kasaplığın da gelişmesi gerekiyor, özel üretecekleri sucuklarla yapılan sucuk ekmekler ile bir imza oluşturmalılar.
3) Endemik orkideleri ehlileştirip sahlep üretimini yapıp markalaştırmalılar ve bunları çeşitlendirip tesislerde sunabilmeliler.
4) Yine Ilgaz’ı yansıtacak özenle seçilen bir sıcak şarabı becebilirlerse üreterek olmazsa tedarik ederek bulundurmalılar.
5) Hava karardıktan sonra kayak olayı bitiyor ama saat çok erken oluyor yine de bunun için de partiler, organizasyonlar tertip etmeliler.
6) Şömineler her daim cayır cayır yanmalı, dışarıda da muhtelif yerlerde her daim ateşler yanmalı.
7) Tabi sadece kayakla olmaz treking, kamp, bisiklet, atv gibi aktiviteleri çeşitlendirmeli.
8) Son olarak İndağı Kaya Mezarları var tarihi bir yer olarak, tabi sahipsiz kalmış buraya da bir el atılıp, neler yapılabilir diye düşünülmeli.
0 notes
kendimesoyluyorum · 4 years
Text
hayallerimden bahsedeyim mi biraz? Ya da yakın gelecekteki yapmak istediğim ama bir yandan da olmayacağını az çok bildiğim şeylerden
şimdiye kadar o kadar çok hayal kurdum ki , şöyle bir düşünüyorum 24 yaşındayım ve çoğunu gerçekleştiremedim. Kendimi tebrik ediyorum çünkü asla hayal kurmaktan vazgeçmedim. Bir gün bu zinciri bozacağıma olan inancım asla bitmedi. Hayal dediğime bakmayın. Uzaya gitmek gitmek gibi bir hayal değil. Aslında yapılabilir ama benim şansımdan mı ,kaderimden mi yoksa beceriksizliğimden mi bir türlü olmayan şeyler
liseden başlayalım mesela. Hep mimar olmak istedim çalıştım , çabaladım . Bir sene tekrar denedim. Sonunda ne oldu? Hiç düşünmediğim , ne işi yapabileceğimi bile bilmediğim bir mesleği tercih etmiştim. Korktum. Herkes o kadar zor , o kadar erkek işi diyordu ki. Bir an yüzleşemedim. He şunu da söyleyeyim erkek işi diyenleri asla takmadım. Benim taktığım gerçekten bölümüm zor olmasıydı. Derslerin adına bakınca bile ürkmüştüm. Sırf bu yüzden hazırlık okuyup tekrardan sınava girmeyi istedim. Tabii hazırlığa başlayınca da koşuşturmalardan , yeni bir şehirden yeni bir ortamdan üniversite sınavını geçtim kendi derslerime bile zor yetişiyordum. Mecbur başladım kendi bölümüme. İlk sene ortalama kasarım dedim olmadı yine değiştiremedim. İki yıllık bi yer yazıp dgs ile tekrar geçmeyi bile düşünüyordum, olmadı . Sonra ikinci yıl yüzüme bir tokat gibi çarptı. Asla anlamıyor , anlamak içinde bir çaba asla göstermiyordum. Umursamıyor değildim ama gönül işleri devreye girmişti bu sefer de. Sonra staja başlayınca yapabileceklerimi gördüm. Hayalim değildi bu meslek ama yapabileceklerimin farkına varınca içten içe de sevmiştim. Şu an hala kaptanı olduğum bir ekibe hatta yeni bir aileye katılmıştım. Derslerim git gide daha da iyi olmaya başlamıştı. Düşününce o kadar da istememe rağmen geldiğim bu bölüm benim hayatta yapmak ve öğrenmek istediğim tek şey haline geldi.
Hayalin bu muydu , ilerde yapacağın meslek mi diyebilirsiniz. Ben her zaman kendine sınır koyan bi insan oldum, küçüklüğümde hiç daha fazlasını yapabileceğimi düşünmezdim. Şimdi de öyleyim. Kendimi biliyorum , maddi gücümü biliyorum. Hayallerimde bile çok aşırıya kaçamıyorum. 
Şu an ki hayalim ne peki? Şu an ki hayalim kesinlikle İstanbul dışında yeni bir yerde mesleğimi yapmak. Kendime ait küçük bir ev de yaşamak. Eşyalarını kendim dizdiğim kimsenin  bana müdahale etmediği sadece benim olan bi alan. Haftaiçi sabah 8 akşam 5 çalışmak.Bazı günler 5 ‘ten sonra da eğer adapazarındaysam belki atölyedekilere sürpriz yapmak ve onlara yardım etmek. Bazı günler arkadaşlarımla oturup bir şeyler yemek,içmek,sinemaya gitmek. Bazı günler de akşam evde oturup deli gibi ders çalışmak , yüksek lisans ödevlerine hazırlanmak ve hep başıma bir iş çıkardığım için kendime kızmak. Resim yapmak suluboya ile. Bir enstrüman çalmak ukulele ya da keman. Bitki beslemek ve kendine, arkadaşlarına değişik değişik yemekler yapmak. Haftasonu biraz meditasyon, biraz doğa gezisi , güzel bir yerde kahvaltı , bol yürüyüş belki de sapanca turu. Belki çok sonra da bir güzel bir restaurant açıp ailemi de buraya getirmek. Ben kendi işimi yaparken babamında yeni kurduğum işin başına geçmesi.
Sonrasında belki de doğru insan ,doğru hayat , herkesin bahsettiği tatlı telaşlar
ya da
Japonya da iş bulmak! Yeni bir dil öğrenmek(çalışmalarına başlandı).Yine küçük bir yere taşınmak. Oradaki arkadaşınla görüşmek. Youtube da izlediğim japonya da yaşayan türklerin gittikleri yedikleri yaptıkları şeyleri bizzat yapmak. Yeni bir kültürü benimsemek. Japonya da çok daha güzel dedikleri şu sushi yi yemek. Hatta yapmayı öğrenmek? O saçma sapan cafelere gitmektense güzel sakin mahallerinde parklarında dolaşmak , bisiklet sürmek (önce sürmeyi öğrenmem gerekecek) Karaoke de çılgınlar gibi şarkı söylemek. Belki de youtube kanalı açmak ve olabildiğince anlatmak. Benim gibi gelmek isteyen once kişiye yardımcı olmak. Sonra yine aynı şeyler. Resim yapmak , bir enstrüman çalmak ve kesinlikle orada da bir türk restaurantı açmak ve yunanlıların bizim diye kandırdığı yemeklerin sahibinin kim olduğunu bütün japonlara göstermek. 
Bunlar belki sizler için pekte anlamı olmayan , hatta hayalden çok yapılması muhtemel şeyler olabilir. Benim için değil. Şu an o kadar istiyorum ki mesela adapazarına gitmeyi. Atölyemde çalışmayı. Okuluma sırf devam etmek için yüksek lisansa başlamayı. Çoğu insan bunu anlayamaz. Ya da dediğim gibi farklı bir ülke , farklı bir kültür ve yeni başlangıçlar.
Ben böyle tatlı tatlı hayal kurarken içimdeki o ses yine başlıyor konuşmaya. Bugüne kadar hangi istediğin oldu? Kaç kere bunlar gibi hayaller kurdun , kaçını yapabildim ?
Evet çoğunu yapamadım. Hayat beni nereye götürdüyse oraya gittim. Hiç ben kendimi kontrol etmedim. Ama şu güne kadar da keşke değiştirebilsem dediğim hiçbir kararım da olmadı. Ben a isterken b oldu ama kötü de olmadı. Hatta çok daha iyi bile oldu kimi yerde. Kimi yerde hiç beklemediğim hayalini bile kuramayacağım şeyler oldu. 
Ben yine hayaller aleminde, japonyada ya da bir başka yerde kurmayı hedefliyeyim. Hayat beni çok farklı yerlere götürecek biliyorum. Şu an buna üzülsem de belki de çok daha iyi olacak.
Ya da kendimi böyle kandırıyorumdur. 
0 notes
the-mustache-guy-la · 4 years
Text
E.9. Korona Sonrası Hakkında
Bu hafta aslında istatistiki ve bol grafik ve figürler olan bir yazı ile normalden bir iki gün daha geç arz-ı endam eyleyecektim. Lakin, bu haftadan itibaren önümüzdeki beş hafta, hafta içleri yoğunluğum artacağı ve rutinlerimi bozmayı sevmediğim için küçük bir plan değişikliği oldu ve bir aydan uzun süredir sürdürdüğüm bir projemin meyveleri olan figürleri haftaya hem de (umarım) daha net sonuçlarla karşınıza getireceğim. İş bu sebeple, bu hafta koron salgını sonrası normalleşmenin nasıl olacağına dair bir zihin jimnastiği yapma kararı aldım. 
Herkesi direk etkileyecek bir başlık üzerinden gidelim bu zihin jimnastiğinde, o da sosyal hayat olsun. Yanımızda birinin aksırıp öksürmesine bile kalmadan artık yanımıza birinin gelmesinin dahi bizleri paronayaklaştırmaya başladığı günlerden geçmekteyiz. Peki milyarlarca insanın beklediği o gün gelip de yetkililer kameraların karşısında yorgun, yıpranmış fakat gururlu bir şekilde ‘BAŞARDIK!!!’ diye haykıdığı günden sonra normalleşme nasıl gerçekleşecek? Ya da sorumu şöyle sorayım, bir restorana gittiğinde duyabileceğin bir mesafe de biri hapşurduğunda ağzına kürekle vurup sonra kendini dezanfektanla dolu bir küvete atma isteğinin önüne geçebilecek dirayete gelmen ne kadar sürecek?
Çünkü hayatın normale dönmesi üretim veya arzın, yahut sistemin normalleşmesinden ziyade senin, benim eski hallerimize dönebilme hızlarımız tarafından belirlenecek. Devletler ve kurumlar da bunun farkında oldukları için yaratıcı çözümlerle, o gün geldiğinde hızlı bir normalleşme sürecinin gerçekleşmesi için bir takım planlar yapıyorlar. Öncelikle geçtiğimiz hafta içerisinde pek çok ülke artık ufak ufak açılma isteğinde olduğunu dile getirdi. Ve bunun için üç aşamalı planlar ve zaman çizelgeleri sunuldu. En iyimserinde bile üçüncü aşamaya geliş bir yıl civarında oluyor, ki üçüncü aşamayı tamamen normalleşme olarak da düşünebilirsiniz. 
O programların detaylarına girmeyeceğim, ama hali hazırda uygulanan veya yakında uygulanmaya başlanacak spesifik örnekler üzerinden bir okuma yapmaya çalışacağım. Bu inceleme için üç ana örnek alan üzerinden gideceğim, toplu taşıma ve ulaşım, okul ve restoranlar.
Salgın Türkiyede de görülüp henüz sokağa çıkma yasakları başlamadan evvel yapılan ilk işlerden birisi de toplu taşıma araçlarında oturma düzeninin arada her yönde birer koltuk boş kalacak şekilde oturmak şeklindeydi. Bu oturma durumuyla normalde burnunuzda birinin koltukaltıyla yolculuk yaptığınız halı kıyaslayınca bir uç örnekten bir diğer uç örneğe gitmiş olduk. Bu da demek oluyor ki pek de sürdürülebilir değil bu şekildeki yeni oturma düzeni. Şuan da hiçbir ülke de toplu taşımayla ilgili alınan karar veya yeni uygulamalarla ilgili bir haber görmedim ama tahminimce toplu taşıma araçlarında en azından bir süre maske ve eldiven zorunluluğu olacaktır. Peki uzun otobüs veya uçak yolculukları nasıl olacak? Avuç içi kadar hacimlere sıkıştırılan onlarca veya yüzlerce insana saatlerce eski oturma usuluyle yolculuk yapacaksınız denirse kim kabul edecektir bunu? Fakat insanların kabul etmiyor olması, sizde hemen bütün otobüslerin rahat hat veya ekonomi uçak koltuklarının da business olacağı hayaline veya beklentisine sebep olmasın. Bu şekilde bir değişimin hali hazırda zarar eden şirketlere ekstra maliyeti olacağı gibi bilet fiyatlarına da yansıması olacaktır, ki o da ulaşım sektörünün hareketlenmesini geciktireceği için pek istenilecek bir tercih olacağını sanmam. Covid-19′un tedavi süreci ilerleyip aşısı bulununca belki her yolcudan aşı kartı istenilip o şekilde araca kabulu yapılabilir. Fakat, aşı hakkında kısa vadede bir kesin çözüm de henüz ufukta görünmediği için daha hızlı bir çözüm gerekli. Şu an için benim duyduğum Emirates şirketinin halihazırda uyguladığı bir yöntem var, insanların bir bir ateşleri ölçülüyor ve buna ek olarak da covid-19 testi yapılıp sonucu negatif olanlar uçaklara kabul ediliyor. Bu çözüm şu an işe yarar gözükmekle birlikte yolcuların uçağa kabul sürecini uzatmasından ötürü, havalimanları hareketlenince uygulanabilirliği de kalmayacaktır.
Küçük çocuğu olan herkesten istisnasız duyduğum cümledir ‘çocuk okuldan (veya kreşten) arkadaşından kapmış gribi, haftasonu kendisi yattı, ondan annesine sonra bana ve kardeşlerine bulaştı, iki haftadır ailecek hastayız.’. Covid-19 salgını bitse bile velileri ve çocukları  okulların güvenli olduğuna ikna etmek gerekecek herşeyden evvel. Ya da belki uzaktan eğitim, yaz boyunca yapılacak daha da ciddi hazırlıklarla bir sene daha devam edecek. Belki de anne babanın çocuğun eğitimini üstlendiği ve yurtdışında uygulanan ‘home schooling’ uygulaması yaygınlaşacak. Covıd*19 salgınında eğitimle ilgili bilgi sahibi olduğum iki ülkede devam eden iki farklı uygulamalardan ilki İsveç’ten. Şuan da İsveç’te okullar açık ve sınıfların nüfusları 15 kişiye falan düşürülmüş durumda, çocuklar otururken de sosyal mesafe hesaba katılarak sıraları tekrardan düzene sokulmuş ve sınıflar ve sıralardan her gün iki defa dezentekte ediliyor . Türkiye’deki (tahminimce) problem şu ki tekli sıralar biz de pek yaygın değildi (en azından bunda 15-20 sene evvel benim zamanımda, abbbbbooooooooooooovvvv yaşlanmışız ya laaaaaaannn), ve buna ek olarak bazı okullar için 15 kişilik sınıf demek belki bazı sınıfların üçe bölünmesi demek olacak ki o kadar ek derslik bulmak da ayrı bir sorunu yaratacaktır. Kaldı ki derste sosyal mesafe korunsa bile bunlar adı üzerinde çocuk, koşacak, oyun oynayacak bilmem ne, yani sosyal mesafenin derslik dışında korunması pek de mümkün olmayacak. Tayvan’a gidince ise her çocuğun sırasının üç tarafının plastik plakalarla kapatılmış, böylelikle de aksırık öksürükten direk etkilenmesinin önüne geçiyorlar, tabii maske de takıyorlar.  Fakat, yine de çocukların gün içerisinde birşeyler yiyip içerken veya tuvaleti kullanırken sosyal mesafe veya minimum hijyeni koruma konusunda sıkıntı yaşayabilmeleri muhtemel olacaktır. Türkiye için bildiğim kadarıyla Sağlık ve Milli Eğitim bakanları ciddi mesai harcıyorlareğitim mevzuuna makul bir çözüm bulabilmek içi ve eminim (ve umarım) ki yaratıcı bir çözüm üreteceklerdir. 
Barlar, restoranlar, sinemalar, tiyatrolar, kafeler, konser salonları vs ise tahminimce normalleşme sürecinin en meşakkatli olacağı ve uzun süreceği yerler olacaktır. Genel yapılarını düşününce sosyal mesafenin hiç olmadığı bu ortamların sosyal mesafe kurallarına kendilerini uydurabilmeleri ve makul çözümlerin üretilmesi vakit alacaktır şüphesiz. Ve insanların yukardıda adı geçen yerlerde sosyalleşememeleri belki daha çok açık alanlarda, parklarda bir araya gelmeleri ya da evlerde toplanmaları gibi durumlara sebep olacak. Kapalı sinemalar yerine belki açık hava sinemaları geri gelecektir. Ya da restoranlar sadece paket sipariş verecek belki bir süre. Bazı yerlerdeki uygulamalarda restoranlardaki masa sayıları azaltılıp sosyal mesafe kuralları uygulansa bile yine de tam yemeği yerken demin tabağı getiren garsonun sizin tabağı verdikten 2 dakika sonra hapşurduğunu görseniz herhalde ya bayılırsınız ya da adama saldırırsınız (şiddete hayır). 
Özetle bu yazıda demek istediğim, normalleşmemizin bir basamağı tıbbi anlamda salgının durdurulması ve tedavinin herkese uygulanması olacaktır, ama bu normalleşmenin bir de psikolojik kısmı olacak ki o da coğrafyadan coğrafyaya, kişiden kişiye ciddi değişiklikler gösterecektir. Belki de bu süreçte eski ‘normal’e dönmek yerine süreç devam ederken yeni bir ‘normal’ tanımlanacak, ve ev dışındaki  hayatımız kökten değişecek. Bekleyip görmekten başka yapabileceğimiz birşey yok. Umutsuzluğa yahut ümitsizliğe de gerek yok, insanlar virüsler hakkında hiç birşey bilmiyorken insandan insana değil sinekten veya fareden insana bulaşan salgınların üstesinden gelmeyi başardıkları gibi sürdürülebilir bir düzen de kurmuşlardı. Normalde evrimsel (daha stabil, beklendik ve adımsal) şekilde ilerleyen ve değişen hayat, kriz dönemlerinde devrimsel (daha tahmin edilemez, beklenmedik ve zıplama tarzı) değişimlere gebe oluyor. Bu zıplamanın sonunda da nereye konacağımızı hep beraber görüp, (evrimsel süreçte de hızlı koşamayan, kuvvetli pençeleri veya güçlü bir çenesi ya da sivri dişleri olmayan insana avantaj sağlayan) adapte olabilme ve çözüm üretme becerisi sayesinde belki eski ‘normal’imize belki de yeni ‘normal’imize kavuşacağız.
Keyif ve sağlık sizlerle olsun, haftaya bir başka yazıda görüşmek üzere.
Esenlikler ve afiyet dilerim.
~tmg
0 notes