Tumgik
#ehlisünnnet
derdiderun · 5 years
Text
Kim dinini münakaşalara hedef yaparsa, çok sık görüş değiştirir.
Ömer bin Abdülaziz (rahmetullahi aleyh)
34 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Note
Abi vahhabi ve selefi nedir
Bir hoca şöyle demişti; Vehhabi Selefi'lik, İngiliz'in istediği İslam. Bunu sen istedin anonim sordun sonuna kadar oku inşeAllah...
....
Vehhabilik, bozuk ve sapık bir fırkadır. On sekizinci yüzyıl ortalarında, Arabistan yarımadasında, Necd bölgesinde ortaya çıkmış, Muhammed bin Abdülvehhab tarafından kurulmuştur. Bu şahıs, İbni Teymiyyeye sahip çıkmış, onun bozuk fikir ve görüşlerinin yayılmasında, baş rol oynamıştır. Bu fırkaya baglı olanlara, Vehhabiler adı verilir. Vehhabilerin Ehl-i Sünnete Karşı Oldugu Belli Başlı Yerler:
1- Sözlerine inandırabilmek icin, Selef-i Salihinin yani Salih olan selefin (Ashab-ı Kiram ve Tabiinin) yolunda olduklarını söyleyerek, kendilerine “Selefiler ve Ehl-i Sünnet” adını verirler.
2- Itikatta Selefi, amelde Hanbeli olduklarını savunurlar.
3- Dört şeri delilden, icma ve kıyası kabul etmezler.
4- Dört hak mezhebi tanımazlar. Bunlardan birine bağlanmayı reddederler.
5- Peygamberimizin, hırka ve mübarek sakalının ziyaret edilmesini şirk sayarlar.
6- Müteşabih Ayet-i Kerime ve Hadis-i Serifleri zahiri (görünen) manasıyla yorumlarlar. Bu yüzden, yüce Allahı yarattıklarına benzetir ve bir cisim olarak görürler.
7- Yüce Allahın cisim oldugunu söyler, gökte olduguna arşın üzerinde oturduguna inanırlar.
8- Namazı kılmayan bir Müslümanın Dinden çıktıgını, kafir oldugunu söylerler.
9- Peygamberler ve Salihler vesile edilmez, (kişi dua ederken Peygamberler ve salihler hürmetine diyemez) derler.
10- Tasavvuf ve tarikatın bidat ve sapıklık oldugu inancını yayarlar.
11- Kendilerinin dogru yolda, gerçek Ehl-i Sünnet olan Maturidilerle Eşarilerin ise sapıklık içinde ve batıl yolda olduklarını iddia ederler.
Bir başka açıdan… Kendilerine selefi derler. Ancak mantık olarak selefi olmaları mümkün değildir. Zira Selefi sahabeye ve sahabeyi gören nesle denir. Dolayısıyla zamanımızda selefi olmak mümkün değildir.
Kendilerine referans aldıkları kişilerden biri İbni Teymiye dir. Vehhabilği Suudi Arabistan’da Osmanlı’ya isyan edip İngilizlerin menfaatine çalışan ibni Abdülvehhab adında sapkın bir kişi kurmuştur. kendilerinin hanbeli mezhebine bağlı olduğunu idda ederler ancak 200 den fazla sapkın inanışları vardır.
Vehhabilerin 3 temel inancı; 1-”Amel imandan parçadır, namaz kılmayan kafir olur” derler. 2-”Peygamberlerin ve velilerin ruhlarından yardım istemek küfürdür, bir peygamberin ya da velinin kabrini ziyaret edip onun vesilesiyle Allah’tan istemek şirktir,insani kafir yapar” derler 3-Türbe yapmayı, türbede dua etmeyi, ölüler için sadaka vermeyi şirk sayarlar. Bu şekilde inananları öldürmeyi, malarını yağmalamayı mübah sayarlar.(Bakınız; El Kaide ve Üsama b. Ladin…)
Diğer yanlış inançlarından.. — Bir mezhebe uymayı kabul etmezler —Türbeleri puthaneyle bir tutarlar —Şefaate inanmazlar —Keramete inanmazlar —Tasavvufu inkar ederler —Allah için adak kesip etlerini dağıtıp sevabını peygamber ve velilere, geçmişlere bağışlamak şirktir derler —Ölüler söylenenleri duymaz derler. —Mescidi Nebeviyi ve Peygamberimizin kabrini ziyaretetmek için uzak yoldan gitmek yasaktır derler. —Kaside ve Naatları sevmezler İB—Allah arşın üzerinde oturur derler. —Sebeplere yapışmaya ve vesileye şirk derler. —VAHHABİ OLMAYANI KAFİR SAYARLAR.
Tasavvuf Düşmanlıkları
“İSLAM’da tasavvuf yoktur, tasavvuf şirk, küfür ve dalâlettir” gibi sözler Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulemasına ait değil; Vehhabîlere aittir. Binaenaleyh bu gibi aşırı görüşler biz Sünnî Müslümanları bağlamaz ve bunlara asla itibar etmeyiz. Gerçek İslâm tasavvufunun Hind’ten, Kadim Yunan’dan, şuradan buradan geldiğini iddia edenler de yalan söylüyor.
Tasavvuf İslâm’ın ahlâk, zühd, bâtın boyutudur. Gerçek tasavvuf yüzde yüz Kitab’a, Sünnete, Şeriata uygundur.
İmamı Gazalî hazretlerinin, el-Munkizu min ed-dalâl kitabında buyurduğu gibi İslâm’ı en iyi anlayanlar, en iyi yaşayanlar, en takvalı ve kâmil Müslümanlar sûfîlerdir.
Evliyaurrahman’ın çoğu sûfîler içinden çıkmıştır. Gerçek sûfîler her asırda yeryüzünde Allah’ın şâhidleri olmuşlardır.
Gerçek sûfîler Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimizin vekilleri, varisleri, halifeleri olmuşlar ve onun sünnetini yaşamış ve yaşatmışlardır.
Gerçek sûfîler kuru lâfla değil, hâl ile İslâm’ı tebliğ etmişler ve nice insanın hidâyetine vesile olmuşlardır.
Gerçek sûfîlere bakan onlarda İslâm’ı görür.
Gerçek sûfîler insanın en büyük düşmanı olan nefs-i emmâre ile büyük cihad yapmışlardır.
Gerçek sûfîler yalancı, aldatıcı, azdırıcı dünya tuzaklarına düşmemişler ve Müslümanları da bundan korumak için çalışmışlardır.
Gerçek sûfîler emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmışlardır.
Gerçek sûfîler İslâm’ın baş emri olan beş vakit namazı dosdoğru kılmışlardır.
Gerçek sûfîler Kur’ân’ın ve Sünnet’in askerleri olmuşlardır.
İhlâs, sıdk, vefa, seha, mürüvvet, fütüvvet gerçek sûfîlerin hasletleridir.
Tasavvuf düşmanları bazı meczubîn’in şatahatını ön plana çıkararak saldırıyor. Şathiyat örnek olmaz. Tasavvuf şathiyat değildir.
Cihan tarihinin gördüğü en büyük ve doğru devlet olan (Kuruluş ve yükseliş devrini kasd ediyorum) Osmanlı’ya bakalım. Sultan Osman Gazi Han’dan, Son Padişah Vahidüddin Han’a kadar bütün Selâtin-i Osmaniye (nevverallahu merakidehum) tasavvuf ve tarikat mensubu idiler, bir veya birkaç şeyhe intisabları vardı. Tasavvuf ve tarikat olmasaydı Devlet-i Aliyye 600 sene değil, 60 sene pâyidar olamazdı.
Osmanlı sultanları dünya sultanı olarak mâneviyat sultanlarına tâbi olmuşlardır. Onların büyüklükleri ve sultanlıkları buradadır.
Selâtin-i Osmaniye’nin çoğu büyük velidir. Bu velayete tasavvuf ve tarikat sayesinde nâil olmuşlardır.
Osmanlı devleti sadece ordularıyla değil şeyhleri ve dervişleriyle de fütuhat yapmıştır.
Gazi Sultan MehmedHan-ı Sâni efendimiz henüz 21 yaşında iken İstanbul’u, biiznillahi teala, şeyhi ve mürşidi Akşemseddin hazretlerinin dua ve himmeti ile almıştır.
Asıl bid’at, Vehhabîlerin ve diğer bazı ehl-i bid’atin tasavvufu ve tarikati inkar etmeleri, bid’at saymaları, sûfileri müşrik ve kâfir ilan etmeleridir.
Tasavvufu kaldırın, Osmanlı’dan ne kalır?
Vehhâbîlik hareketi Osmanlı İslâm devletine ve Hilafet-i İslâmiyeye karşı tuğyan ve isyandır.
Vehhâbîlerin Osmanlılar gibi fütuhatı var mıdır?
Vehhâbîler, baştan beri İngiliz ve düvel-i muazzama-i Salîbiyye tarafından desteklenmiştir ve el’an desteklenmektedir.
Bugün ABD ayakta duruyorsa Vehhâbîlerin ABD bankalarında sakladıkları bir trilyon dolarla durmaktadır.
Tarih boyunca Fahr-i Kâinat Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize en büyük saygıyı Osmanlı sultanları, Osmanlı devlet ricali, Osmanlı Müslümanları göstermiştir.
Resûlullah’ın kubbesini yıkacağız, nâşını kabrinden alıp başka yere gömeceğiz, toprağını da düzleyeceğiz diyen Vehhâbîlerde Peygamber-i zîşan efendimize hürmet var mıdır?
Tarih boyunca Hulefa-i Râşidin (radiyallahu aleyhim ecmain) devrinden sonra Tevhid bayrağını en fazla yüceltmiş, en fazla fütuhat ve i’lâ-i kelimetullah yapmış devlet ve topluluk Osmanlı’dır.
Osmanlı atalarımız Din-i Mübin-i İslâm, Kur’ân, Sünnet ve Şeriat-ı garra-i Ahmediyye yolunda milyonlarca şehid vermiştir.
Bunca mü’mine, şehid, gaziye, fâtihe, din hizmetkârına, ulemaya, meşayihe, mürşitlere, evliyaullaha; müşrik, kâfir ve sapık diyenler ne kadar hayâsız ve insafsız kişilerdir.
Selefiye ismi…
Selefiyye ismi, bu asırda Vehhabilik akımının örtündüğü bir isim olmuştur. Halbuki Selef-i salihin, ashabı kiramın devamı olan tabiin ve peşlerinden gelenlerdir. Dört mezheb imamı da selefi salihdirler. Bu zaman selefiyyesinin en bariz hususiyyetleri tasavvufu inkar, kabir ziyaretini men etmek, şefaati yok etmek, Allah dostlarına ve keramete asla değer vermemek, istediği mezhebten alıp uygulamayı kendinin yapabilmesi, Allahın Arş’a oturduğu itikadı, Arş’ın kadim olduğu iddiası, tevhid inancı diyerek herkesi tekfir gibi pek çok marazları vardır.
Bu fikirlerin reddiyesi için yazılan eserler pek çoktur. Biz ana hatlarıyla kısa ve aklınızda kalacak cevaplar verelim:
1-Tasavvuf yani tarikat, Resulullah s.a.v den itibaren Ebu Bekir Sıddık r.aın kalbine akıtılan manevi kuvvetti. “İkinin ikincisi idi. O vakiite ikisi mağarada idiler. Arkadaşına diyordu: Üzülme, ALlah bizimle beraberdir. Allah sekinesini -kuvve-i maneviyyesini- indirdi…”
Tevbe suresindeki bu ayetin ifadesiyle kalbine akıtılan manevi kuvvetle Ebu Bekir Sıddık’tan r.a. her türlü korku ve endişe gitmiş yok olmuştur. İşte bu manevi akımın kalbe inmesiyle iman en zirveye ulaşır. Şimdi kişi bana böyle bir meneviyat lazım değil diyebilir mi? Bu halin devamı için Allah dostlarının yaptığı düzenlemeye tarika ismi verildi, yeni bir şey icat edilmedi.
2-Kabir ziyareti: Efendimiz s.a.v. “Bundan evvel size kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık kabirleri ziyaret ediniz…” buyurmakla bu izni vermiştir. Cahillerin aşırı davranışları yüzünden bizim usulüne göre ziyaret edip ölüler için Kur’an okumamızın ne sakıncası var? Üstelik “Ölülerinize yasini okuyun” diye emir de var.
3-Şefaat: Resulullah s.a.v. buyurdu: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” Bu hadisi şerif, Ravzayı Mutahhara önünde ecdadımız tarafından yazılmış levha olarak işlenmiştir. İnkarcılar kafalarını kadırsınlar da oraya baksınlar.
4 – Kerametler haktır ve meydana gelmiştir. Bütün savaşlarda islam askerlerinin kendileri de eskiden ölmüş şehitler veya veliller de savaşlarda harikulade başarılar sergilemiştir. Ayrıca ashabı kiram ve peşlerinden gelen salih kimselerden pek çok keramet nakledilmiştir. İnkar eden bereketinden mahrum olur. Zaten ehli sünnet olmayanlar veli olamadığı gibi keramet ehli de olamazlar, zira velilik ve keramet Efendimiz s.a.v. den akıp gelen hallerdir. Vehhabi kafalılar, zaten peygamber öldü işi bitti diyerek alakayı kesmişler.
5- mezhebleri birleştirmek: Kişi kendine göre uygun gördüğü bir fetvayı dilediği mezhebten alıp uygularsa ortaya yeni bir mezheb çıkar. Böylece işin sonu felakete gider. Fetva ve içtihad ehli olmayanlar taklit ehli olan cahillerdir. Bunların yapacağı iş, kabullendiği bir müçtehidi taklit etmektir. mesela: Hanefiye göre abdest alıp namaza başlasa, namazda iken elinden kan aksa, hemen şafiiye göre niyet ettim diyerek namaza devam etse bu caiz olmaz. Zira başlangıçta olan mezhebi itibar edilir. He işte durum böyledir. Bu kargaşalığı önlemek için alimler asırlarca mezheb fetvalarını beyan etiler.
Onlardan petro-dolarlar alıp mü’min, muvahhid, muhlis ecdadını sövenlere yazıklar olsun.
Bunlardan herkesi haberdar ederek EHL-İ SÜNNET VEL CAMAAT inancına sahip çıkalım…
Rabbim Hz.Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yolundan ayırmasın…AMİN !
Kaynak: Ehli Sünnet - Ehli Tasavvuf
26 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Note
Selamun aleyküm. Seyyit Kutup kitapları okuyabilir miyiz?
Ve Aleykümselam. Okumayın, biz okumuyoruz, tavsiyede etmiyoruz.
Seyyid Kutub kimdir, bazı eserlerlerde sapık fikirleri ve hatta mezhepsiz olduğu ve idam edilmeden önce bu fikirlerinden tevbe ettiği, fakat kitaplarının sakıncalı olduğu soruları hakkında malumat …..
 ” Yararlanılan bazı kaynaklar: Tenkit yazılarını hazırlarken faydalandığım kaynaklardan bazıları şunlardır : Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Doğru Yolun Sapık Kolları, Hac, Raporlar ve Sahte Kahramanlar adlı eserleri. Ahmed Davudoğlu merhumun Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri adlı eseri, Mehmed Ali Demirbaş’ın Başlangıcından Bugüne Mezhepsizler adlı eserleri, Yusuf Nebhani hazretlerinin Şevahidü’l Hakk’dan Vehhabilere Cevaplar adlı eseri, Mezhepsizlik İslam Şeriatini Tehdit eden en tehlikeli Bid’attir adlı eserin sahibi Said Ramazan el-Buti, Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukukı İslamiyye ve İstilahatı Fıkhiyye Kamusu, Ehl-i Sünnet İtikadı Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin Bedir yayınları tarafından hazırlanan eserinin önsöz, tenbih ve ihtar bölümleri, Allame Muhammed Abdurrahman Silheti hz.lerinin Seyf’ül Ebrar Mezhebsizlik ve Vehhabilik adlı eseri, Furkan dergisinin çeşitli sayıları, M.Şevki Eygi’nin Milli Gazetedeki makaleleri, Elbette son olarak muhterem Dr.Ebuberkir Sifil hocanın değerli makale ve kendisiyle yapılan sohbetler yaşayan bir alimin tesbit ve tarzının ayrı bir yeri var.
Bir şeyi daha açıklamakta fayda Görüyorum: İsimlerini ele aldığım şahısların pek azı hariç yüzlerini bile görsem tanımam. Onlarla şahsi ve garazi bir davamın olmadığını; yalnızca fikir, düşünce ve itikadi zararları itibariyle, tenkit ettiğimin bilinmesini isterim. Bu aşırı görüşlü dinde reformcu insanlara inanmış olanların temel açmazlarından birisi de: Kendilerine yapılan, reformcuların batıl fikirlerinden örneklemeleri bir tarafa bırakıp; onların İslam’a saldıran yönlerini teşhir eden, zararlı yönleri konusunda insanları uyaran ulemayı, kişileri, ele alıyor olmalarıdır! Yani bir alim, Seyyid Kutub’un Sünnet Yolu’na uymayan vahim hatalı bir fikrini gösterse, gösterileni bırakıp, göstereni ele alıp, yıpratma garabetine düşüyor olmalarıdır, bu açmaz gibi gözüken hile..
Oysa Hz.Ali –-radiyallahü anh- efendimiz :”Doğru, kafirin dilinden de çıksa dahi, makbuldür” buyurmaktadır.Oysa burada söz konusu olan doğru tenkitler İslam alimlerinden gelmektedir. Meselenin püf noktası, tenkit eden ve edilen şahıs olmamalı, tenkidi yapılan düşünce (yazı, söz, cümle) olmalıdır.  ”
_______________________ SEYYİD KUTUB
 
Seyyid Kutub l903 ‘de Mısır'ın Said bölgesi köyünde doğdu.Ailenin ikinci çocuğu idi. Birincisi Hamide Kutub, ikincisi kendisi, üçüncüsü Emine Kutub ve dürdüncüsü Muhammed Kutub.İlk okuldan sonra orta ve liseyi Kahire’de dayısının yanında okudu. Bu esnada ailesi de Kahire’ye taşındı. Yüksek tahsilini meşhur (!) Ezher’in Edebiyat fakültesinde yapmış olduğundan, her hükmü edebiyatçı yaklaşım ile ele alarak, ehl-i sünnet ve cemaat çizgisini tanımayanları kolay ikna etmiştir. 1941 yılında Sosyoloji doktorası için resmen Amerika’ya gitti. Önce sosyalist fikirleri yaydı..Sonraları Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh’un dinde reformist yolunu benimsedi.1966′da idam edildi..Görüldüğü gibi, Kutub; İslami ilimler okuyarak bir hak mezhebe göre bilgi sahibi olmak yerine, sosyoloji ve edebiyat alanında ihtisas sahibi birisidir.İslam’a yaklaşımı ve anlatışı, maalesef işte bu temelsizlik yüzünden hep hatalı olmuştur.
Ahmed Davudoğlu merhum, O’nun için :”Seyyid Kutb bir ediptir, biraz dini kültürü vardır.Sözü dinde sened olamaz.Çünkü, (icazetli) din alimi değildir”buyurmuştur.[1] Bir insanın sözünün dinde sened olabilmesi için icazetli ehl-i sünnet ve cemaat alimi olması lazımdır.Hele icazetsiz birinin tefsir yazması cinayettir.Şehid olmuş mudur, olmamış mıdır meselesi için : Üstad Necip Fazıl merhum:”Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazreti Osman (RA)’a adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden bu sapıklıklarından istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise şehid.. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı.”[2]
Bu son ihtimale göre şehid olsa bile, Seyyid Kutub ile meselemiz bitmiyor ve bitmeyecek. Zira yazmış olduğu sapık kitapları ve bir de ortada tefsir diye gezen, şahsi hezeyanları var..Bu tefsir isimli (Fi’zilail Kur’an) güya Kur’an tefsiri ve sapık kitapları piyasada gırla gidiyor. Mezhepsizler -tıpkı diğerlerine yaptıkları gibi- O’nun da kitaplarını yaymayı cihad biliyorlar. Çok ilginç olan bir şey de, İslam devleti kurma maksadlarını içeren kitaplarından Türkiye’de düzen koruyucuları hiç rahatsız olmuyorlar ! Yıllardır, her dönemde serbestçe satılmaktadır. Bu kişi, Mısır’da Nasır’a ve onun düzenine karşı mücadele vermedi mi ? Öyleyse onun kitaplarının TC için bir tehlike arz etmesi gerekmez mi ?! Tabi birileri onun sapık görüşlerle Ehl-i sünnete darbe vurduğunun farkında..Böyle adamların kitapları okunsun, ümmet bozulsun !
Kendisi tevbe edip, şehid olsa bile, bu temenni gibi bir söylenti, elde belge yok bir, ikincisi; ortalıkta gezen kitapları her gün binlerce insanı zehirliyor..Şimdi onun kitaplarındaki sapıklıkları yazmıyalım da, insanların sapanlarında artış mı olsun ? Şehitse, şehitliği kendine mübarek olsun.Amma tevbe etse bile, bu veballeri “Kim kötü bir çığır açarsa, peşinden gidenlerin günahlarından eksilmeksizin, kendisine yüklenir ” hadis mealinin belirttiği konumda olur..M.Şevgi Eygi’nin dediği gibi, “O bu kitablar yüzünde, mezarında kan terlemektedir.”[3]
İşte S.Kutub’un yanılgılarının ve ehl-i sünnet inancına uymayan görüşlerinden bazılarının vesikaları :

1- Seyyid Kutub, bütün kitaplarını müctehid edası içinde yazar.Yani kendisini müctehid yerine koyar..Bir İmamı Azam (RA) gibi sanır..Tefsirinde geçmiş ehl-i sünnet müfessirinden pek kaynak göstermez..”Kur’anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun”[4] hadis-i şerifini çok iyi düşünmek durumundayız.
2- Bütün kitapları ayet ve hadisten derlemedir.Ayetler herhangi muteber bir tefsire dayanmaz.Hadislerin yorumu, şahsı tarafından yapılır.Nasih, mensuh, sebeb-i nüzul ilimleri bilinmeden tefsir işine soyunmak büyük bir musibettir.
3- İcma ve Kıyas tanımaz. Sahabe için bile durum böyledir.Mesela, ‘’eğer bugün bazı kimseler zekatı kendi elleriyle verebiliyorlarsa, bu İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir ” deme cür’eti kendisine aittir.[5] Ne var bunda diyenler meseleleri kavramamış insanlardır.Bu sözün ucu Hazreti Osman (RA) efendimize ve O’nun mübarek ictihadına ve bu ictihad sonucu oluşmuş, icma-i ümmet, yani Hazreti Osman radiyallahü anh efendimiz zamanında yaşayan tüm sahabelerin ittifakını reddemeye-Allah bizleri bu sapıklığa düşmekten korusun amin- götürür. Zira Hazreti Osman (RA) efendimiz ictihadıyla altın ve gümüş zekatlarının verilmesini sahiplerine bıraktı. Bu noktada Seyyid Kutub, hiçbir mezhep imamının demediğini demiş oldu..Zaten mezhepsizler, mezhepler üstüdür.
Müslüman ümmet, yüzyıllardır, altın, gümüş, para gibi görünmez değerlerini; Hz.Osman -radiyallahü anh- efendimiz ve sahabe-i kiramın icmaına uyarak zekat olarak veriyorlar. Kutub, yukarıdaki cümlesiyle hem müslümanları ve hem de sahabeyi, Hz.Osman efendimizi, bu İslam’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir diyerek farzı yerine getirmemekle; İslam dinini bilmemekle itham etmiş oluyor. Bu ne büyük enaniyet, nefse ve akla güveniştir.. Adam gözümüzün içine baka baka İslam büyüklerine yaldızlı edebiyatı ile hakaret ediyor. Buna rağmen bazı aymazlar da Kutub büyük alimdir diyebiliyorlar.
[1] Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri
[2] N.Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları
[3] Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 10 Bedir yayınevi.
[4] Tirmizi
[5] Seyyid Kutub, Cihan Sulhü ve İslam, sh.150-158
6 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Text
Günümüzde "Ben mezheblere uymam, sadece Kur'ân ile amel ederim." diyen ya da "Ben mezheplere uymam Kur'ân ve Hadis ile amel ederim" diyen kişi kendi Kur'ân anlayışını ya da Kur'ân ve Sünnet/Hadis anlayışını esas aldığı için kendi usûlünü, kendi metodunu, kısaca kendi ''mezhebini'' ihdas etmiş olur.
Lakin gel gelelim, iş pratiğe, fiiliyata geldiğinde bu koca koca beylik iddialar delinmiş balon gibi tıslayıp söner. Çünkü ömürlerini bu işe harcasalar gidebilecekleri en uç nokta, en zirve nokta; son Osmanlı Fakihlerinden muhakkik İbn Âbidin'in tercihleri olabilir ancak. Daha öteye geçemezler...
Neden geçemezler; bunu bir örnek üzerinden söyleyelim;
Kur'ân'da geçen abdest ile ilgili ayetlerden Mâide/6 ayetinde geçen abdest ile ilgili hususlar sıralanırken "kadınlara dokunmuş olupta su bulamazsanız teyemmüm edin..." ayetinde geçen "dokunma" kelimesi hakkında aklen ve ilmen ortaya sürülebilecek iki görüş vardır; birincisi cinsî münasebet, diğeri ise ten temasıdır, üçüncü bir görüş yoktur, imkansızdır, var diyen ancak "ruhların temasıdır" diyebilir ya da "göz göze bakışmak, gözlerin temasıdır" diyebilir, bu görüşleri ise aklı başında olan birisi iddia edemez.
Bu sözkonusu "ben mezheblere uymam" diyen vatandaş, sergileyeceği anlama performansı (!) ve tefakkuh (!) faaliyeti sonucu eğer birinci görüşe ulaşır ise İmam Ebû Hanîfe'nin görüşüne isabet etmiş olur, ikinci görüşe ulaşır ise İmam Şafiî'nin görüşüne isabet etmiş olur. Üçüncü ve Dördüncü görüşe ulaşır ise psikoloğa götürmek icab eder.
Ya da mesela Namazda ellerin kaldırılıp kaldırılmayacağı hususunda iki görüş vardır, çünkü Peygamber(s.a.v.) efendimizden bu konuda iki farklı rivayet gelmiştir, çünkü efendimiz (s.a.v.) bazen elini kaldırmış, bazen kaldırmamıştır, bu durum Sahabe efendilerimizin bizzat şahitliğiyle sabit bir husustur. Bu konuda "Ben mezheplere uymam" diyen zerzavat "Namazda eller kaldırılmaz" der ise İmam Ebû Hanîfe'ye, "Namazda eller kaldırılır" der ise İmam Şafiî'ye isabet etmiş olur. Bunların dışına çıkılıp 3. bir görüş olarak "Her ikisi de yanlıştır, namazda eller yanlara açılır" der ise psikoloğa havale ederiz.
Bu durum diğer bütün meselelerde de aynen böyledir.
– Mezheb, yol demektir, usûl demektir. Kur'ân'ı ve Sünnet'i doğru anlama yolu, metodu, usûlü demektir. Hal böyle olunca mezhep kaçınılmaz olur. –
Sonuç olarak, örnekte de görüldüğü üzere, ortaya koyulacak olan bütün, Kur'ân'ı (veya Kur'ân&Sünnet) anlama ameliyesi sonucu ulaşılacak görüşlerin her birinde bir mezhebe, bir İmama toslanmaması ihtimali yoktur. Bu durum ise, yukarıda bahsi geçen iddia sahiplerinin sloganlarının içinin/arkasının boş olduğunu gösterir.
(Sahih İslâm Müdâfaası Sayfasından İktibas)
8 notes · View notes