Tumgik
the-them-things · 6 years
Text
Eleştirel Makale Ödevi
2 Makaleyi de okuyup, 2`şerden toplam 4 soru hazırlayın. Aklınıza takılan, aynı fikirde olmadığınız, yazarın kendisine yöneltilebilir olduğunu düşündüğünüz sorular olabilir.
Teslim: 2 Mart, 20.00, [email protected]`a yapılacak.
http://www.boyutpedia.com/1621/67888/onderlik-estetigi-ve-sefaleti
ÖNDERLİK ESTETİĞİ VE SEFALETİ
Statik bir tasavvurun içinden bakanlar, kültürün gündelik yaşam pratiklerinin üstünde yüce bir değerler bütünü olduğuna, onun bir ulusa, gruba, kente, alana vs.ye kimliğini verdiğine inanırlar. Böyle düşünenler için insan ve toplum “kültüre maruz kalır”. İnsan ve toplum sanki kültürün nesnesidir. Kültürü her gün gündelik yaşam pratikleri içinde amaçlayarak ya da amaçlamayarak üretenler, yani kültürün öznesi olanlar onlar değildir adeta. İnsanların ve toplumların sadece kültürü edinip, onunla aydınlandıklarını, kimliklendiklerini, yüceldiklerini düşünür bu statik tasavvur sahipleri. İnsanın ve toplumun edilgin biçimde bekleyip, kendisine sunulan kültürü bir sünger gibi emdiğini sanırlar. Böyleleri iyi niyetlidirler de. İnsanlara iyi şeyler verilmesi gerektiğini, iyi şeyleri, fikirleri ve çevreleri onlara sunmanın görevleri olduğunu düşünürler. Toplum, kendi zihniyle düşünemeyen bir çocuk gibi tahayyül edilir. Ne var ki, kendisini yüce bir baba ya da çocuklarının bilmediklerini onlara her nasıl olursa olsun öğretmeye yazgılı bir hoca gibi düşleyenlerin, böyle bir çocuğun varolamayacağını kavraması da olanaksızdır. Onlar ille de öğretecekler, bilmeyenlere bildirip, onları yola getireceklerdir. Böyleleri için en geniş anlamda kamusal alan, fiziksel anlamdaysa kentsel mekan, bir dershanedir; orada öncelikle öğretim yapılır. Orası aynı zamanda bir temsil alanıdır; öğretilecekler, eğitilecek olanlara orada çeşitli araçlarla gösterilir, temsil edilirler. Kültürün nesnesi olan bu edilgen insanlarsa terbiyeli terbiyeli temsilleri izlemeli, ders almalı, öğrenmeli ve hallerine şükretmelidirler. Baba, hoca, önder, başkan, belediye başkanı vs. onların yerine düşünmüştür, düşünmektedir ve düşünecektir.
Estetik tercihler alanında da aynen böyle olur. Düşünen adam –aklı sıra– düşünmeyen çoğunluğun yerine düşünür. Estetik bilmez çoğunluğa estetik sunar. İdeolojik açıdan bilinçsiz çoğunluğu bilinçlendirir. Tarihten habersiz olanlara tarihsellik anlatır. Bu totaliter ve statik kültür tasavvuruna sahip olanlar için zaten iktidar demek, bilmeyeni eğitmek, anlamayana anlatmak demektir. Türkiye’de bu tavır her yerde gündeme gelir ama yerel yönetimler ölçeğinde şahikalarını yaratır. Çünkü amaçlanan sahne hazırdır; temsiller için kullanılacak bir kentsel mekan mevcuttur. Elde eğitilmeyi, adam edilmeyi beklediği varsayılan koca bir kentli kitle de vardır. Belediye yönetimi artık kendi temsilini sahneye koyabilir. Örneğin, İstanbul’da olduğu gibi kentlilere Osmanlı kökenlerini hatırlatmaya, tarihsellik sergilemeye koyulur. Gider Süleymaniye’de sözde Osmanlı mahallesi inşa etmeye başlar. Böylece hepimiz yeryüzünün en önemli tarihsel kentinde yaşamıyormuşuz gibi tarihsellikle tanıştırılırız. Laleyi unutmuş olduğumuz bilgisinden hareketle, bize lalelerle bezeli caddeler gösterilir. Yüce kültür değerlerimizden biri olan “laleye maruz bırakılmamız” için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmaz. Öğrenmemiz gerekeni öğreten bir otorite vardır çünkü. Süleymaniye mahallesinde olduğu gibi mimari uzmanlık desteği de alarak bizi tarihle terbiye etmeye koyulur o otorite. “Uzmanlar”, erken
20. yüzyılın Pervititch haritalarına baka baka bize tarihimizle tanışacağımız sokakları tasarlarlar. O totaliter hoca, öğretici ve bilinçlendirici önder tavrı sayesinde bir an bile iyice saçmaladıklarını düşünmezler.
Bu statik –dolayısıyla eğiticilik kisvesi altında buyurgan– kültür tasavvuru tabii ki sadece belirli bir partiye ya da kişiye özgü değil. Kentsel mekandaki eğitici temsiller İstanbul’da başka, diyelim Eskişehir’de başka bir siyasal görüş çerçevesinde sahneye konurlar. Birbirine taban tabana zıt gözükenler aslında aynı köhne kültürel tahayyülün sahipleridirler. Farkları kuşkusuz vardır. Bize öğretmek, belletmek, anlatmak istedikleri şeyler değişir; ama onların bilen, bizim de onların kültür, estetik ve fikir bombardımanına maruz kalan edilgen kentliler olma durumumuz değişmez. İstanbul’da tarihimizi, tarihsel değerlerimizi öğreten varsa, Eskişehir’de bize Batı kenti estetiği anlatan hocamız görev başındadır. İstanbul’da sahne, zırva sözde Osmanlı mahalleleri inşa ederek dolduruluyorsa, Eskişehir’de aynı oranda zırva sözde Batı kenti meydan ve mekanlarıyla doldurulur. Kentin köprülerine gülünç eklektik dökme demir korkuluklar takılır. Gülünç meydan heykelleri Orta Avrupa imajları yaratmak için havuzların çevresine yerleştirilir. Saçma tarihselci köprüler yapılır. Bunlar da yetmez; komik tarihselci ama çok Avrupai aydınlatma direklerinin üzerine belediye başkanının adının başharfleri (YB) yerleştirilir. Başkanın adı Yılmaz Büyükerşen’dir de…
Gelgelelim, bugünün dünyasında öğreten, eğiten bir otorite; babanın, hocanın, bilen adamın, önderin parodisi olmaktan öteye gitmez. Süleymaniye mahallesi inşa edip planlayana güler geçeriz. Osmanlı’nın bahçe ve saksı bitkisi laleyi cadde ve otoyollara saçana gülmekle kalmaz, kamu kaynaklarını heba ettiği için bir de kızarız. Eskişehir’de bir Orta Anadolu kentini Orta Avrupa kentine benzetmeye kalkıp, bize Batı estetiği temsilleri sunan başkana da güleriz. Ama ne yazık ki gülmekle kalmayız: Adının başharflerini görünce, bize Bonapartist bir önderlik kavrayışını bu denli iyi anlattığı ve kendi konumunu bu denli iyi saptadığı için teşekkür de ederiz. Öyle ya, Napoleon da Paris’te yaptırdıklarına kendi adının başharfini kazıtmıyor muydu? Toplum üstü bir önderlik ve yol göstericilik tahayyülünü bundan iyi ifade
eden ne var?
Gelelim kıssadan hisseye: Kültürün ve estetiğin bu statik ve otoriter tasavvuru Türkiye’de –ne yazık ki– hiçbir partinin tekelinde değildir. Aynı gemiye binenler aksini iddia etseler de, aynı yöne gitmek zorundadırlar. Bu tasavvuru değiştirmedikçe sadece geminin içinde çeşitli yönlere koşarak boşuna terlerler. Önce zihinlerindeki otorite kavramını, ardından kültür ve estetiğin edilgen duran her şeye, insana, kente takılabilir olduğu fikrini silmelidirler. İşte ancak o zaman, kendi kafalarındaki doğruyu ortama empoze etmek yerine, gerçek bir yerel yönetimin yapması gerekenleri yapmaya başlayabilirler. Kente estetik, tarih, Osmanlılık, Batılılık –her neyse artık– takmaya kalkmaz, işlerini yaparlar.
http://www.boyutpedia.com/1621/69337/donusumun-en-guzeli-degistirmeyendir-ama-nereye-kadar,
DÖNÜŞÜMÜN EN GÜZELİ DEĞİŞTİRMEYENDİR
Yeşilçam sineması genellikle hafife alınır; hakettiği yorum derinliğiyle ender olarak karşılaşır. Oysa, o ciddiye alınmayan filmler, sadece geniş bir seyirci kitlesi tarafından seyredilişleri bağlamında bile önemsenmelidirler. Bir dönemde (ve kısmen hala) onları milyonlarca insan izleyip tat alabilmişse, filmin kendisi olmasa bile, ondan tat alabilenler yorumlanmayı bekler. Filmin sözü birileri için anlamlıysa, o “birileri” önemsenmelidir. Onları anlamak için çaba göstermelidir. Çünkü o “birileri” toplumsal ortamın bileşenleri içinde ağırlıklı yer tutmakta, kültürel tercihlerin ve değerler gramerinin varedicileri olarak işlev görmektedirler.
Çok sayıda eski Yeşilçam filminde şöyle bir olay örgüsüyle karşılaşırız: Filmin esas erkek kahramanı esas kadın kahramanla, örneğin, miras gibi bir zorunluluk nedeniyle gönülsüzce evlenir. Aralarında büyük bir sınıf farkı vardır. Kadın köylü ya da küçük kasabalıdır, erkekse büyük kentli. Kadın “namuslu”, erkek çapkındır. Dolayısıyla, erkek evlendikten sonra da karısını hiçe sayarak, alıştığı yaşamını sürdürmeye koyulur. Kadınsa erkeği elde etmek üzere, kimlik ve asıl önemlisi kültürel pozisyonunu değiştirme yoluna başvurur. Giriştiği iş çok kolaydır! Önce başörtüsü atılır, ardından kuaföre gidilir, sonra terziye, şapkacıya. Nihayet bir öğretmen bulunur; birkaç günde kahramanımıza şivesi değiştirtilir, “Batılı” görgü kuralları öğretilir. İş, kocayı “çağdaş” bir kentli kadın kimliğiyle, sanki başka biriymiş gibi davranarak kendine aşık etmeye kalır. Kadın, hesaplanmış bir karşılaşmayla duyarsız kocaya yaklaşacak, güzelliği ve işvesiyle onu baştan çıkaracak, kıskandıracak ve peşine düşürecektir. Bu noktadan sonra senariste, kocaya gerçeği açıklayıp mahçup etmek ve karısıyla mutlu bir beraberliğe başlatmak dışında yapacak iş kalmaz. Kadın kahramanla erkek arasındaki kültürel mesafe kapatılmış, mutlu sona ulaşılmıştır.
Bu çok bildik senaryo kalıbı bize ne söyler? Çok şey… Ama asıl önemlisi, toplumsal/kültürel dönüşmenin ne denli kolay ve kısa bir süreç olarak görüldüğünü anlatır. Bir kadının kültürel tercihlerini değiştirmesi, yalnızca birkaç günde birkaç kalem yere uğramasından ibarettir. Başörtüsünü atıp kuaförde saçlarını yaptırması, giysilerini değiştirmesi, yerel şiveyi kullanmaktan vazgeçmesi yeter. Üstüne bir de dans edebiliyorsa dönüşüm ve çağdaşlık eğitimi fazlasıyla tamamlanmıştır. Kocanın çağdaş bir kadından beklentileri de bu kadarcıktır zaten.
Şimdi bu senaryo kalıbında gündeme getirilenin, özelde kadının toplumsal cinsiyet rolünün değişmesi, geneldeyse toplumsal ölçekte kültürel dönüşüm gerçeği olduğu aşikar. Dikkat edilirse, bu olay örgüsünde dönüşüm ve değişme mahkum edilmez. Sözgelimi, kadının o erkekle olmak için dönüşmesi gerekip gerekmediği konusu tartışmaya açılmaz. Değişim tartışılmayacak denli zorunludur. Nasıl dönüşüleceği de sorgulanmaz, tereddüt beyan edilmez. Buradan hareketle, genelde filmin hedef kitlesinin toplumun topyekun dönüşümünün zorunluluğuna inandığı sonucuna varılabilir. Kadınla simgelenen kırsallık, erkekle simgelenen çağdaş büyük kentliliğe ikincinin koşulları çerçevesinde boyun eğer, eğmelidir. Ast üstün değer yargılarına uyar, onun gibi, onun istediği gibi olur ve onu kendi silahıyla yener. Tam ona boyun eğdiği noktada onu elde etmiştir. Koca kafeslenmiş, ulaşılmaz olana ulaşılmış, onun sınıfsal, kültürel pozisyonu edinilmiştir. Şimdi bunun çok iyimser ve barışçı bir dünya ve ülke kavrayışı olduğu söylenebilir. Dönüşmesi gereken kadın (genelde geniş bir toplum kesimi), dönüşme bekleyenin (toplumsal merkezi tanımlayan elit grubun) hatırı için veya ona duyduğu sempati ve saygı nedeniyle dönüşmeye gönüllü olur. Değişir, dönüşür ve toplumsal barışı inşa eder. Toplumsal dokuyu yeniden üretir. Film gerçek ve metaforik anlamda mutlu sona ulaşır.
Ne var ki, bu barışçı düşün açmazı da tam filmin bittiği yerde gündeme gelir: Dönüşmesi beklenenler, olanca iyi niyetleriyle dönüşmeye çalışır ve bunu başarırlar; ama dönüşüm adına tüm yaptıkları, birkaç giyim ve davranış özelliklerini değiştirmekten ibaret olmuştur. Yani, çağdaşlaşma, kentlileşme, sınıf atlama, kültürel tercih yenileme işlemleri çok ama çok kolaydır. Zahmetsizce başarılır. Ancak, bu denli kolay elde edilen, bu denli az değişme gerektiren bir dönüşümün ille başarılması gerekliliği nereden kaynaklanır? Senaryoyu simgesellikler üzerinden okumayı sürdürürsek, belli ki amaç, her tür pozisyonun, erkek kahramanın simgelediği toplumsal merkezi elde bulunduran seçkinlere ters düşmeden elde edilmesidir. Kadın kahramanın simgelediği çevredekiler merkeze merkezdekilerin (erkeğin) hoşnutluğunu elde ederek katılma yolunu seçmişlerdir. Kendi söyleyecek sözleri yoktur. Alternatif programları da yoktur. Hele hele erkeği (toplumsal merkez olarak düşledikleri yeri) değiştirme çabaları hiç yoktur. Onu sadece kendilerine bağlar, onunla mutlu olmakla yetinirler.
Toplumsal kültürel dönüşümün bu naif tasavvuru, bizi Türkiye’de modernleşmenin ülkeyi ne denli az modernleştirdiğini düşünmek zorunda bırakıyor. Dönüşüm, filmdeki kadının uğradığı birkaç dükkanla ifade edilecek kadar basit bir dizi modernlik temsili, simgesi üzerinden yürütülmektedir. Bu temsil ve simgelerle sınırlı olmak koşuluyla, muhalifi de yoktur. Yani, dönüşüm radikal biçimde değiştirip dönüştürmüyorsa, kimse tarafından karşı çıkılacak bir gelişme değildir. Filmin köylü kızları başörtülerini atıp kuaföre koşmaktan kaçınmazlar. Üstelik bunu yapınca, önceden çağdaşlaşmış olanlara göre avantajlı duruma bile gelirler. Çünkü kadın kahraman birkaç günde değişip, filmin ikincil karakterleri olan çoktan çağdaşlaşmış kentli kadınlardan biri olmayı becerir. Onların yaptığı her şeyi onlardan iyi yapabilmekte, fakat onların yozlaşmışlığından da, kuşkulu ahlakından da çok uzak bulunmaktadır. O hem namuslu ve güvenilir, hem de çağdaştır.        
Böyle bir kültürel ve toplumsal tahayyülün varlığını farkeden gözlemci, bu filmleri yapıp izleyenlerin alabildiğine barışçı olduklarını ve toplumun da içerdiği farklılıklara rağmen birarada yaşama iradesinin çok güçlü olduğunu anlar. Ancak, buna sevinmek için acele etmemekte yarar vardır. Kendi değişimini bu kadar hafifsemiş, ulaşacağı hedefleri bu denli mütevazı bir değişim programıyla, yalın modernlik temsilleri şeklinde tanımlamış geniş grupların varolduğu bir ülkede kültürel üretkenliğin hali acıklıdır. Bir-iki modernlik temsilini elde etmekle tatmin olanlar, kenti, mimarlığı, sanatı, gündelik yaşamı ve her tür kültürel pratiği aynı oranda temsillere indirgerler. Onların bu alanlarda söyleyecek hemen hiçbir sözü yoktur. Kültürel pratiklerin hemen hepsinin işlevi o “çağdaş koca”yı memnun etmekle sınırlıdır. Koca dans edilmesini istiyorsa edilecektir. Nasıl dans edildiğinin, neden edildiğinin, dansın hangi biçimde yapılmak istendiğinin sorulması gerekmez.  
Ne var ki, yukarıdaki dönüşüm senaryosu kalıbına uygun son filmler 1970’lerde çekilir. 1980’lerden itibaren bu olay örgüsü bir daha gündeme gelmez. Anlaşılan, 20. yüzyıl biterken, dönüşümün bu kadar kolay ve bu denli “az değiştirici” olduğuna inanmak artık zordur. Onun önündeki bariyerler yıkılmaktadır. Değişim gerçeği kendi radikalizmini dayatmıştır. Ortamı, insanları, ilişkileri gerçekten değiştirmektedir. Ama daha önemlisi, değişip dönüşenler artık, eskiden merkezde olduklarına inanılanları memnun etmek için ve sadece oraya katılmak için uğraşmaz olurlar. Daha doğrusu, değişim ve dönüşümü öyle anlamlandırmazlar. Metaforik konuşmayı sürdürürsek, filmin kadın kahramanı kocasını memnun etmek ve ele geçirmek için onun koşullarıyla oynamaz. Hatta kimilerinin kocaları umurlarında bile değildir. Kimileri de alternatif kadın-erkek ilişkileri inşa etmeye koyulurlar. Bunun anlamı şu: Nihayet tüm toplumsal aktörler kendi taleplerini ortama ilan etmeye başlar, kendi değişim programlarını yaparlar. Tüm kültürel pratikleri artık merkezdeki o eski aktörün hoşnutluğu için değil, kendi arzu ve beklentileri doğrultusunda biçimlendirirler. Özetle dönüşüm artık gerçekten de insanı ve toplumsal grupları değiştirir hale gelir. Nihayet sanatsal, kültürel taze sözler söylemek için uygun ortam doğar. Modernlik gerçekten de katı olanı buharlaştırmaya başlar. Ama gelin görün ki, dünyanın o eski filmlerde olduğu gibi kalmasını isteyenler de ortamdaki ağırlıklarını yitirmezler.
3 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
vimeo
1 note · View note
the-them-things · 6 years
Video
vimeo
1 note · View note
the-them-things · 6 years
Video
youtube
4 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
vimeo
2 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
youtube
4 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
vimeo
5 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
youtube
1 note · View note
the-them-things · 6 years
Video
youtube
interaktivite ve deneyim tasarımı
3 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
youtube
interactivity başlığı açılabilir.
3 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
vimeo
5 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
youtube
5 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Text
YENİ MEDYA
Yeni medya (yeni ortamlar, yeni araçlar, yeni mecralar), bilgisayarların işlem gücü olmadan oluşturulamayacak veya kullanılamayacak olan ortamlara denir. Genellikle dijital olup kullanıcısına veya hedef kitlesine etkileşim olanağı sağlar.
Bilgisayar oyunları
Sanal gerçeklik ortamları
Multimedya (Çok ortamlı; Ses, Video, İnteraktif platformlar, Animasyon, Metin vb) CD-ROM‘lar gibi…
Yazılım
Web siteleri (blog‘lar, wiki‘ler de dahil olmak üzere)
Elektronik posta
Elektronik kiosklar
İnteraktif televizyon
Mobil medya
Podcast
Hypertext edebiyatı
Blog
6 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Text
YENİ MEDYA SANATI
Yeni medya sanatı; dijital sanat, bilgisayar grafikleri, yeni medya teknolojileri, bilgisayar animasyonları, sanal sanat, Internet sanatı, interaktif sanat, video oyunları, robotbilimi ve bioteknolojik sanat yöntemlerini kullanarak yapılan sanat eserlerini kapsayan bir sanat türüdür. 
Bu terim, açığa çıkardığı kültürel obje ve sosyal olaylar ile kendini eski görsel sanatlardan (geleneksel resim sanatı, heykel vb.) ayırmaktadır. 
Bazı teorisyenlerin ve küratörlerin belirttiği gibi bu etkileşim, sosyal takas, katılım ve dönüşüm yeni medya sanatının ayırt edici özelliği değil, diğer modern sanat pratikleriyle[3] paylaştıkları ortak zemindir. Bu anlayış aslında, kültürel uygulama biçimleriyle eş zamanlı ortaya çıkan teknolojik platformları ve teknolojik mecraları sorgulamayı vurgular.
Yeni medya ilgi alanları sanat eserlerini oluşturan telekomunikasyon, kitlesel medya ve dijital elektronik yöntemlerden yola çıkar ve uygulamalar, kavramsal sanattan: sanal, performans ve enstelasyon sanatına kadar çeşitlilik gösterir.
6 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Text
YENİ MEDYA TARİHİ
Yeni medya sanatının kökleri 19. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan zoetrope (1834) ve praxinoscope (1877) Eadweard Muybridge‘in zoopraxiscope (1879) gibi hareketli fotoğraf buluşlarına dayandırılabilir. 1920lerden 1950lere dek kinetik ve ışık sanatının farklı biçimleri, Thomas Wilfred'nın ‘Lumia’ (1919) ve ‘Clavilux’ ışık organları ve Jean Tinguely'in kendine zarar veren heykeli 'Homage to New York’ (1960) yeni medya sanatının öncüleri olarak gösterilebilir.
6 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
vimeo
3 notes · View notes
the-them-things · 6 years
Video
youtube
3 notes · View notes