Tumgik
lafemmesombre · 3 years
Text
Her şeyin birbirine pamuk ipliğiyle bağlandığı o zamanlara dönmek istiyorum. Her an kopabilir ama yeteri kadar özen gösterirsen olduğu gibi kalmaya devam da edebilir. Özen göstermek zorunda kalmadığımız her şeyi ekarte etmek ne kadar kolaysa, özen göstermenin de insanı demir parmaklık ardına koyan bir kısmı var. Oysa, var olan her şeyin kendiliğinden yolunu bulması gerekmez miydi?
Kafamın içinde binlerce düşünce; şu an bunları yazarken bile aynı anda "Eskiden olsa" diye başlayıp yarım kalan cümleler, içtiğim kahvenin burukluğu yüzünden bir dahakine daha az demleyeyim diye yaptığım küçük dakika hesapları ve hiç geçmeyen nereye gidiyorum sorgulamaları... Hepsini bir kenara itip şu an sadece bu yazıya odaklanmam, haliyle özen göstermem gerek diyorum. Özen göstermek filtresi vuku buluyor yine karşıma fakat kafamında içi bir at yarışı olmayı bırakmıyor. Her bir atı izleyip hangisinin geride kaldığını, maçın ortasına kadar önde giderken hangisinin aniden gücünü kaybedip tökezlediğini ve en önemlisi hangisinin çizgiyi geçtiğini görmem gerek. Hangi düşünceme galibiyet madalyası vereceğim? Bu karışıklığın içinden çıkmak ve şu an bunları yazmak ne kadar güç ise, beni yazmama ihtimalini seçmek zorunda bırakmak da o kadar da güç aslında. Bu yüzden kafamın içindeki tüm bu hengameye karşı gelmeye çalışıyorum.
Özen diyordum, gösterilse dert gösterilmese ayrı dert. Hiç olmasaydı, özen göstermek değil ama doğru ya da yanlış. Güzel ya da çirkin. "Şimdi olmuş" ya da "Biraz daha mı çabalasan" diye dürttüğümüz tüm o ideale ulaşma azmi ya hiç olmasaydı? Kurguladığımız hayata karşı kendimizi tam hangi noktada sorgusuz kaptırdığımızı kestirmeye çalışıyorum. Neyin tam olarak güzel olduğuna ne zaman karar verdik ve hep öyle olması için özen göstermek zorunda kaldık? Oysa herkesin kahveyi içme şekli, zevki, anlayışı bile bu farklı. Bazısı sütlü, bazısı sade içer; bazısı hızlı, bazısı daha yavaş, bazısı önce kaşıkla tadına bakarak sıcaklığını yoklar. Salt bu farklı tercihler yüzünden sipariş verirken bile envai çeşit opsiyon var . Bireysel tercihlerin farklılığını kabul ederken, işin içine toplumsallık girdiğinde tek bir doğru olduğuna nasıl ikna olduk? Tabii bunun işimize gelmediği yanları da var. Kahveyi bol sütlü içtiğine göz yumabilirim ama cinsel yönelimine karışabilirim, hatta bunu yadırgayabilirim. Üzerine hiç hakkım yokken, hem de bundan bana ne iken? Gerçekten sana ne?
Şimdi konunun boyutunu aşmadan tekrar idealleştirdiğimiz, hani o özen göstermemiz gereken küçük ayrıntılarda tekrar boğulmaya geliyorum. Çünkü bu ayrıntılar insanı 35 saniye suyun altında nefessiz bırakıp "Tamam bu sefer yolun sonundayım, galiba gidiyorum" derken suyun yüzeyine çıkarıp ne olduğunu bile anlayamadan tekrardan suyun altına iter. Sürekli bir bitiş ve bir anda küçük bir yaşama ihtimaline tutunma çabası içerisinde "boğul-yaşa-öl şimdi-vazgeçtim yaşa-tekrar öl-ölmedin mi hala-tamam o halde yaşa bakalım" şeklinde sürer.
Tüm bu özen gösterme, daha iyi olsun diye çabalama kısır döngüsündeyken, neyin doğru olduğunu sorgulayacak o kadar kısıtlı bir zaman var ki; yaklaşık 70 yıl en iyi ihtimalle 85 yıl. İşin kötü yanı, en iyi ihtimal dediğim görece en kötü ihtimal de olabilir. Kim 85 yıl bu dünyanın çirkinliklerine ve tüm bu çirkinliğe rağmen dayattığı güzel olma çabasına katlanmak ister ki?
Özen göster, daha güzel olsun.
Hayır, olmasın. Güzel olmasın.
Sadece olsun.
Güzel olmasa da olur.
Belki benim güzellik anlayışım seninkiyle aynı değil.
Belki ben böyle de memnunum.
Özensiz.
Ama benim için güzel.
3 notes · View notes
lafemmesombre · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
boy meets girl (leos carax, 1984)
1 note · View note
lafemmesombre · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
boy meets girl (leos carax, 1984)
yaşamak için çok yorgun ama hayatta iz bırakmaya karşı derin bir şevk duymanın ikilemi.
2 notes · View notes
lafemmesombre · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
"mesele mandalina olduğunu hayal etmek değil, burada mandalina olmadığını unutmak" diyor haemi.
burning (lee chang-dong, 2018)
gerçekliğinden emin olamadığımız zincirleme bir kaza. her şey birbirine sıkı sıkıya kenetli, ama birbirinden bağımsız da olabilir. ismi gibi, film boyunca eşlik eden şüphe duygusuyla değindiği sınıfsallık ve varoluşsal sancılar eşliğinde büyük açlığı gidermenin mümkünsüzlüğünü yeni başlayan yağmur gibi hafif hafif damıtıyor.
2 notes · View notes
lafemmesombre · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
"bir adam dolduğunda ne yapabilir ki? işte böyle patlar." diyor alexis zorba, dans etmenin insanda yarattığı mental dönüşümü anlatırken.
alexis zorbas - mihalis kakogiannis // 1964
4 notes · View notes
lafemmesombre · 5 years
Text
İçimi burktukça sıkamadığım o birkaç su damlasından ibaretim. Yazmak da zorlaşıyormuş; hayat gibi, büyümek gibi, mıhlandığın yerde çırpınmak gibi. Hayata koşmak isterken bir anda çayın altını açık unutmuşum hissiyle yüz yüze geliyorum. Köhne bir restoranda karşılıklı oturuyoruz. İştahla menüye bakıyorum. Uzun zamandır dindiremediğim açlık hissine son verecek olmanın sabırsızlığı içinde, gözbebeklerim sayfalar arasında koşturuyor. Her şey tamam. Kararımı verdim, diye düşünüyorum.
Garson geliyor yanımıza:
- “Ne alırdınız?” diye soruyor cebinden not kağıdını çıkarırken. 
Yüzümde kocaman bir gülümseme beliriyor. Çocukken oynama sırası en sevdiğim oyuna gelmiş gibi içten içe ve dışarı çıkmaya çalışan bir duygu harmanı. Ağzımı henüz açmaya hazırlanırken, karşımda oturan o hissin gözlerini üzerime diktiğini fark ediyorum. İstediğim ve yapmak zorunda kaldığım şey arasındaki dar geçite sıkıştığımı o an anlıyorum. Yavaşça geriye düşürüyorum omuzlarımı. 
- “Teşekkür ederim, ama bir şey almayacağım.” diyorum. Bir kere daha yapmak zorunda kaldıklarımın ağır yenilgisi ile devam ediyorum. Her şeye. 
2 notes · View notes
lafemmesombre · 5 years
Text
Kafamın içinde binlerce soru, insanların maneviyattan önce değer verdiği şeyleri düşünüyorum.
İnsanların değer verdiği şeyleri…
Hiç ummadığımız zaman daha kolay oluyor aslında. Hiç ummadığın bir anda kapının aralanması, pencerene konan kuşların ötüşü, gözlerini kısan güneşin ortaya çıkışı. Hiç ummadığın için kolay oluyor belki de.
Ummak, şimdi son perdeyi izliyorum. Ellerimde buruşmuşluk hissi parmaklarımla açmaya çalışıyorum kilidi.
Hangi kilidi?
Ismarlama yaşıyoruz her şeyi, öncesinden tahmin edebiliyoruz artık on dakika sonra olabilecekleri. Heyecanını kaybetmiş bir çocuk misali dolanıp duruyoruz ortalarda, oysa çocuklar heyecanını hiç yitirmezdi? Öyle bir çaresizlik içinde umutları törpülemek için yeni yollara koyuluyoruz. Ki onların sonunu da varmadan önce görünce yaşanmasına dahi izin vermeden geri dönüyoruz.
Doğru mu tüm bu olanlar?
0 notes
lafemmesombre · 5 years
Text
‘’Yolun sonuna geldiğini nasıl anlarsın?” diye sordu. Soluk benizli yüzündeki donuk gülümseme, kafasında en sevdiği kitabı anımsamaya çalışan bir çocuk karışıklığıyla öylece duruyordu. Yine bir yolun sonundaydık işte, ellerimizde hatırlayabildiğimiz anılar… Bölüştürmeye çalışıyoruz, böldüğümüz diğer bütün her şey gibi.
Ben böyle anlamıştım galiba. Uyanınca ilk aklıma gelenin kalbimle alakası olmadığında, aradaki huzursuzluğun uykumu bölmemeye başladığında, en çok da sustuğumda. Suskunluğu bir eksiklik olarak görmemek, hatta daimi huzuru ancak bu şekilde kurabileceğimizi düşündüğümde. İşte o zaman yolun sonuna çoktan gelindiğini, artık gitmem gerektiğini; üstüme sıçrayan tüm o gülüşlerin ellerimden bir acı olarak akması gerektiğini, her şeyi ve aslında hiçbir şeyi o zaman anladım.
Sonların zifiri karanlığını ve en çok yavan tadını sevemedim ben. Ama tek bir gerçeğe inandım her zaman, her sonda biraz daha annemin ellerini bırakarak yürümeyi öğrendim. Biraz daha kendim oldum, bıraktığım birçok anıyla eksilerek.
Söylemedim. Ne olursa olsun aklımdan geçenlerin bir seda olup kalbiyle çarpışmasını göze alamadım. “Bilmem, attığım adımların uçuruma çıktığını gördüğümde anlarım galiba.” dedim. İçimde sayamadığım kadar çok suçluluk duygusu, incitmeyi istemeden sevmeye çalışırken tırnaklarımı batırdığımın farkındayım halbuki. Ardından gelebilecek yeni bir soru, ya beni yıkar ya da talan eder biliyorum. Her halükarda parçalara ayrılacağım. Yıkmak ve yıkılmak. Yolun sonunda iki eylemi de eyleyen olmak, belki bu da bir bencillik göstergesi.
“Böyle olmak zorunda değil biliyorsun.” dedi. Gözlerindeki enkazın ardında hala dağılanları toplama isteği. Keşke istemek yeterli olsa dedim içimden. Oysa sadece, “Böylesi daha iyi,” ellerimde kalan diğer anıları da ceplerime sıkıştırıp devam ettim “ikimiz için de.“
Artık gitme vaktiydi işte. Bu hikayeye ait başka bir sayfa karalanmayacaktı. Beraber girilen bu yerden, artık ayrı çıkma vaktiydi. Bundan sonra söylenen her söz, veresiye defterine yazılacaktı. Derin bir sessizlik, kimse borçlanmak istemiyordu ama kalkıp gitmeye cesareti de yoktu. Bu masadan ilk önce kalkan yolun sonundaki uçurumdu. -Öyle olmasa bile o an için öyleydi. – Ceplerimi doldurduktan sonra bir kere daha derin bir soluk çektim içime. Bu, onunla beraber tükettiğimiz son havaydı belki de. Kalktım. Ne ellerini sıkabilecek kadar yabancı, ne de kendine iyi bak diyebilecek kadar samimiydik artık. Biz hiçbir şeydik şimdi. Sadece, geldiğimiz son aynı yola aitti.
//2017
0 notes
lafemmesombre · 5 years
Text
İnandıklarım, küçük bir sandala atlayıp denizin uçsuz bucaksız maviliğine açıldı. Hatırladıklarım, hala beynimin içinde sonsuz tekrarını sürdüyor. Kalbime dokunuyorum bazen, amansız bir boşluk kaplıyor ellerimi. Boşluk nasıl yer kaplarsa, öyle işgal ediyor avcumun içini. Belki de sırf bu yüzden gitmeliyim, nereye olduğunu bilmeden.
Bazen olur ya, hayatın seyrine dalıp yaşadıklarının seni şekillendirmesine izin vermeye başladığını anladığın an masaya yumruğunu vurmak istersin. Tüm bu olanlar, olması gerekenler; ve senin her seferinde “Gerçekten istediğim bu muydu?” diye sorduğun amansız soru. Her şeye, hem de her şeye bir son vermek istersin. Suyun akıntısına kapılmak, rüzgarın esintisinde savrulmak ve en çok da, gökyüzünden düşen bir kar tanesi gibi yeryüzüne ulaşamadan eriyip kaybolmak istersin.
Tüm bu olanların içinden sıyrılmak keşke bu kadar kolay olsaydı. Sıyrılmak… İnsanın içindeki boşluklara yeni bir darbe daha indiriyor. Kötüdür çünkü, insan suçluysa sıyrılmak ister. Kaçmak ister. Bulunmamak ister. Ben ne kötülük etmiş olabilirim? Gözlerimi bu dünyaya açtığımda da kötülüğün en büyüğünü yine kendime yaptım. Ki zaten insan, kendisine en az faydayı sağlayıp en çok kötülüğü veren bir mekanizmaya sahip değil midir?
Düşünüyorum. Beynimin içi kışın soğukta buğulanan bir pencere gibi. Netliği olmayan bir hayatın üzerine parmaklarımla bir yol çizmeye çalışıyorum. Öyle zor ki yeni bir yola sapmak, yeni bir yön bulmak çocuk saflığında kalan… Sırf bu yüzden tutunmaya çalıştığım her omuzda elim havada kaldı. Sırf bu yüzden inandıklarımı bir sandala emanet edip sonsuzluğa uğurladım.
//2017
0 notes
lafemmesombre · 5 years
Text
“Bu kadar derin olup yüzeysel yaşamaya çalışmak çok zorlayıcı bir durum. Böyle bir durumda olduğunu sanıyorum.”
Sustum. Biriyle tanışmanın daha beş dakikasında kurulabilecek cümlelerden biri değildi bu. İçimde anlaşılmanın verdiği ferahlama hissi ve herkesten saklamaya çalıştığım utanç verici çocukluk hikayemin açığa çıkmışlığı arasında bir yerde kendimi yeniden konuşmaya ittim.
“Bu konuyla ilgili söyleyebileceğim o kadar çok şey var ki, ama konuşmaya başlayana kadar.” diyebildim. Dilimde tarifsiz bir kırılmışlık tadı, göz pınarlarımda havanın nemi, kalbimde ise açmadan solmaya yüz tutan çiçeklerimle dünyayla yeniden barışmaya çalıştığım anlardan sadece biri.
(Tabii ki yine barışamadım.)
Düşündüm, son zamanlarda yaptığım tek şey olan ve sırf bu yüzden de alışkanlık dediğim; aslında sadece yapacak başka bir şey bulamamamdan mütevellit süregelen bir eylem. Düşünmek. İşin içinden çıkamadığımda, kalbime bir el değmeye çalıştığında, çayın kaynamasına iki dakika kaldığında, vedalaşma vakti gelip çattığında ve en çok da, yarını düşünmek. Öyle isterdim ki yarınlar yokmuş gibi yaşamayı, sevmeyi omzun arkasından yansıyan ormanı, koklamayı bir çiçeği dalından. Hiç yarın olmayacak gibi; öyle sahici ve yaşama son elle tutunmaya çalışırcasına sıkı sıkı.
Çok düşünüyordum ve bunun konumuzla bir ilgisi yoktu. Söylemek istediğim onca şey ağzımdan çıkmaya çalıştığında un ufak olup birer soluk oluveriyordu. Her verdiğim solukta biraz daha kabuğumun içine kapanıyordum. Ellerime baktım, kalbimi dinledim -hala yerinde olduğundan şüpheliydim-, karşımda duran omza baktım. Saate baktım. Beş dakikayı birkaç dakika daha geçmişti. Daha çok samimiydik şimdi. Birini daha çok tanımanın verdiği o kekremsi sohbetleri gerçekleştirebilirdik artık. Birbirimize hiçbir zaman söylemediğimiz sırlarımız olduğu halde dünyanın en yakın mesafesinde olduğumuza inandırabilirdik kendimizi. Yapay olan her şeyde birbirimizden parçalar bulabilirdik ve en nihayetinde birleştirdiğimiz parçaları yıkıp talan edebilirdik kurduğumuz dünyayı.
“Öyle korkutucu ki, beni bu kadar anlaman ve bir daha anlamayacak olman.” dedim. Kelimeler kalbimden çıkarken gözlerimi masaya dikip ellerine bakıyordum. Derken, kendiminkilere de…
1 note · View note
lafemmesombre · 6 years
Text
iç çekiş - iç geçiş
Kapıyı kapattığını düşün, seni yerin dibine çeken bütün her şeye karşı verdiğin en önemli avuntu kapıları kapatabilmek. Bitiyor aslında başlayan her şey, bitiyor ve beyhude harcanmış defter sayfaları gibi yığılıyorsun yere. Bir kez daha. Bir sebebi yoktu halbuki, onca koparıp attığın yaprak sayfasının. Gerçi sen öyle sanmıştın, gerçi birçok şey değişirken kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi misali etrafında döndüğünün farkında bile olmadın. Kırılmış birçok şey gibi, yerine koyamıyorsun hiçbir şeyi. Oysa isterdim ben de kalbimi güneşe karşı astığımda tekrar ilk günkü temizliğiyle giyinebilmeyi. Kalbimi
Yaşadığım her şey önemini yitirmeye başladığında, anlıyorum bu yolda karşıma çıkan hiçbir şeyi ezberleyecek kadar sevemeyeceğimi. Biliyorum, her şey unutuluyor ve kafamın içinde yapışkan bir tortusu dahi kalmıyor. Zaman kadar yalnızım aslında, masama koyduğum kahve bardağı kadar, kaldırımdaki su birikintisine yansıyan sokak lambası kadar yalnızım. Düşünüyorum, en son ne zaman kalbim ağzıma gelecek kadar hırpalandım. Belki de hiçbir zaman. Yalnızım, sayfaları boşa harcandığı için atılmaya kıyılamayan ama çoktan ahı giden bir defter kadar. Sadece. Yalnızım.
2 notes · View notes
lafemmesombre · 7 years
Text
Doğrusu ya da yanlışı yoktu bunun. Vardın veya yoktun, ki çoğunlukla da yoktun. Aslında bunlar seçtiğim yolların ne kadar engebeli olmasıyla ilgili. Şimdi yazıyorum ama sonra susarım. Genelde bıçak kesiği gibi gelir gidenler. Yolumun üstü bıraktığım anılardan çoraklaşmış. Düşündüm, görecede kalmış doğruları güneşe çıkardım. İnsan doğruları seçmek yerine, yanlışlarda dört dönüyormuş. Ben çok döndüm, yanlışlar arasında dönüp duran bir atlıkarıncaydım. Hep kendimi suçluyorum, oysa biliyorum, engebelerin arasında yürümeyi öğrenen insanların bir elin parmağını geçmediğini. yine de, herkes kendinden sorumludur hayatta.
3 notes · View notes
lafemmesombre · 7 years
Text
onca zaman hiç yazmamış, hiç yaşamamış gibi yaşamak. hayatın bazı anlarında mutlu olsan da yetersiz gelir ya mutluluk duygusu; öyle kabuğuma çekilmişim. görmezden geliyorum mutluluğumu, görmezden geldiğim için de hiç mutlu açamıyorum gözlerimi. oysa başkaları, nasıl da iyiler kendilerine ait rolleri oynarken. keşke sadece ayna karşısında kalsaydı her şey. keşke sadece gülmüş olmayı unutsaydım. ağlayamamak. mutlu olamamanın içinden geçerken omuzlarımda taşıdığım bir yük de gözpınarlarımdan bir türlü akıtamadığım gözyaşları. gözyaşlarım. şimdi. hepsi. birer. yabancı. olur ya, bazen yaşadığın her şey dışarıdan izler gibi sunulur gözüne. bazen yaşadığın her şey hiç yaşanmamış gibi durur bir köşede. dokunamazsın onlara. dokunamadığın için de kıramazsın kabuğu. hep dışarıdan bakarsın olanlara. ve bu olanlar, hiç bitmez. keşke onca şey arasında sadece hissedebilmeyi unutmasaydım. keşke gözlerimin önünden geçenlere dokunabilseydim. ne olduğunu bilmiyorum ama ne olmadığını görebiliyorum hayatımda. selam veren bir el yok mesela, gülen gözler yok, içi gıdıklandıran duygular yok. varolmam için gerekli olan birçok şey, belki de bu sofrada hiç yok ve olmayacak da. keşke sadece yaşamayı öğrenebilseydim.
0 notes
lafemmesombre · 8 years
Text
saatin kaç olduğunun bir önemi yok. asma yapraklardan tutuyorum kendimi, savuruyorum yalnızlığın geçtiği yollara. izlerim diri. izlerim taze. izlerim kapanmamış üstelik.
hep aynı. aynı. aynı. bitmiyor ve usanmıyorum aynı masalı defalarca oynamaktan. üstelik, bu masalın sonunda iyiler de kazanmıyor. söylesene kaç hakkım kaldı yüreği kesilmiş ellerde ufalanmaya?
biriyle tanıştım. derken gitti erkenden. aslında bu da bir rüyaymış. belki de, uydurmuşum. sevmediğim kaç cümle kaldıysa hepsini katmışım içine. ben, yalnızlığı yüklemişim iplerime, gerisi parmak uçlarımdan akıp gidiyor boşluğa.
ipler, parmak uçlarımdan sarkıp durur. ben bakarım, izlerim, geçerim otobüsün en arka koltuğuna. dinlerim kendimi. hiç de usanmadan kurarım komplike kelimeleri. hiçbir nehirle buluşmayan cümleler akıp gider zamanın boşluğunda. gözlerimden. boğazımdan. soluduğum havadan. geriye sadece ses olamamış cümleler kalır.
bu boşluk, her şeyin sonunda kendimi bulduğum evim.
bazen saçmalıyorum. genelde elime aldığım boyaları duvarın bir ucundan diğer ucuna gelişi güzel döker gibi yaşıyorum. anlık gülüşler, sonsuz hüzün. çöküyor yine gece. ellerim titriyor, ne zaman fark edilir bilmeden izin veriyorum titremesine. bir gün mutlaka, diyorum. mutlaka biri de fark eder yalnızlığın titrek gecelerinde yarım kalmış mutluluğumu.
belki de, kimse fark etmez. bu hikaye de başlamadan biter. tıpkı diğerleri gibi.
2 notes · View notes
lafemmesombre · 8 years
Text
ben, hep, sevdiğim sözleri aradım başka dillerde. en çok da çocukluk anılarımı aradım ayak bastığım sokaklarda. basamadıklarımdan da hep korktum zaten.
bir gün yine, başımı yasladım geriye. düşündüm durdum başımdan geçenleri. gelenleri, gidenleri, kalanları, es kaza değenleri elime. düşündüm, sonra duramadım da yerimde. kıramadım kelimeleri, düşüremedim gözlere.
yanlış yerde, ne çok şey aramış ve bulduklarımdan kendime ne çok kıyafet yamamışım.
yanlış demeye dilim da varmıyor, ama öyleyse neden bunca içimdekileri yazacak gücü bulamıyorum? beynimin içinde binlerce oda varsa her odasından da ayrı koku siniyor evime. ben, hep, bu kokular arasında boğuluyorum.
2 notes · View notes
lafemmesombre · 8 years
Text
aynı şehirde olmanın verdiği tarifsiz ağırlık. belki de uzakta olduğun için onca gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti.
belki de ben hala aynı yerdeyim; arkana bile bakmadan insanların arasına karıştığın o upuzun caddede, öyle mağrur. içimde ismini tarif edemediğim duygular voltalar atmaya başladı yine. kendimi ne güzel kandırmışım hiçliğinin verdiği rahatlıkla. yokluğun neyi getirdiyse varlığın iki mislini götürüyor umutlarımdan. ben hala aynı yerdeyim, ya sen?
sen kaç sayfa açtın, kaç sayfa eskittin, kaç sayfaya tuz bastın? hayat seni de yordu mu günü geceye katarken? hala sigarayı içine çekerken gökyüzüne bakıyor musun? çok soru biriktirmişim, hepsi bir köşeye çekilmiş yanıtlanmamayı bekliyor.
kalbim kırık, öfkem büyük, umutlarım dehlizde kaybolmuş. belki yolu yarılayıp uçmuşlardır gecenin kör rengine. kurtulmuşlardır belki, kurtarılmışlardır.
kurtarılmışlar mıdır?
ağır geliyor onca şey; son sevme şansımı da tüketişim böyle açık seçik, ulu orta... ve ansızın eskiden bana söylediğin şey geliyor aklıma. gülümsüyorum, öyle manalı.
biz liman ve deniz meselesini çok yanlış anlamışız. farkında olmadan ben liman olmuşum. sen, sen dalgalarının yönü bile belli olmayan gamsız bir deniz. biz, daha baştan bilememişiz ne olduğumuzu. baştan kaçırmışız ipin ucunu da görememişiz. görmek istememişiz.
1 note · View note
lafemmesombre · 8 years
Text
dışarıda dolaşan kasvetin tuzu tenime yapışmış. olmayacak şeyler yaptım yine, yazmasaydım da olurdu, tıpkı bunun gibi.
belki de bu şehre geldiğin için hava birden değişti. söyleyemediğim için oluyor yine, söylemeye çalıştığımda açamadığım için kelimelerin kilidini, bıraktım masaya hepsini. dertop ediyorum yüzeyde kalmış izleri, seni, kendimi, sonra tekrar, yine bir başıma.
hep. aynı. film.
anlatmaktan kaçıyorum aslında. düşündüklerimin felaketi vuruyor kıyılarıma. itiraf edemediğim her ne varsa hepsinden öyle korkuyorum ki, bir su damlası bile değse yolunu şaşırmış kuş gibi oluveriyorum. galiba en büyük korkum, çift olmaktı.
ben aslında, konuşamam da öyle. iki kelimeyi yan yana getirsem üçüncü anlam dengesini kaybediyor. cümleler yarıyor yeri. sevmiyorum hiç, bu bende kalmış eksikliği sevemiyorum. bir merhem bulmaya çaba da göstermiyorum.
bir hikaye yazasım geliyor. hikayenin en büyüğü de bende biliyorum. uzaklara gitmeye çalışmanın beyhude çabalarını veriyorum kendime çarparak.
anlam veremiyorum da olanlara. sadece yazıyorum. özlüyorum, yazıyorum. susuyorum, yazıyorum. konuşmak istiyorum, yine yazıyorum. artık mürekkep de bıktı benden. sevmiyor beni, o da sevmiyor.
her. zamanki. gibi.
son zamanlarda yazamıyorum da, çünkü ele verilme korkusu çarpıyor sözlerimde. kendi içimde yaşamak istiyorum artık. hesap vermeden, tartmadan, düşünmeden; derken kendimi dışarıda üryan buluyorum. fark edilmişim, ayıplanmışım, çok sevmişim ve sevdiğim için asmışlar yargılarını tavana, çekmişler altından sandalyeyi. öldürdüklerini sanmışlar beni, oysa ölen sadece yargılarıymış.
hep. aynı.
özledim. dokunsun istiyorum kırıklarım tenine. sonra susuyorum, ellerimle ağzımı kapatıp pısıyorum bir köşeye. "aman bulmasınlar" diye çekiyorum battaniyeyi üstüme. özellikle özlenen, hiç bilmesin istiyorum, çünkü kendimi kandırmak daha kolay oluyor bilinmezlikler içinde.
hep
bu kelimenin noktası yok. nihayete varana kadar, aynı filmi izlemeye devam edeceğim. sonunda hep aynı yüz ifadesiyle.
0 notes