Tumgik
#Üç Temellendirme: Aristoteles Descartes Kant
kitapsecimi · 4 years
Text
3 Kitap Kritiği Üzerine Bir Kitap Kritiği ya da Felsefe Üzerine Felsefe
Ahmet Soysal’ın Üç Temellendirme: Aristoteles, Descartes, Kant başlıklı kitabının giriş bölümündeki cümleleri ilk okuduğumda, bir süredir Batılı Felsefe aleminde yerleşmekte olan bir tavrın Türk Felsefe alemindeki bir yankısıyla nihayet karşılaştığımı düşündüm: “Bir süredir felsefenin her çeşit bilgiyi temellendirme iddiasının çöktüğü an’ı aşmış bulunuyoruz. Bunun birçok nedeni var: -Önde geleni, belirleyici olanı: Felsefe, oluşma durumundaki bilgilerin büyük çeşitliliğini denetleme ve birleştirme olanağına sahip değil. O, böylece, koyacağı ilkelere göre onlara yönler dayatma olanağından yoksun. -Bir başka, ikincil neden: Felsefe -Grek kökenli olduğundan dolayı batılı olarak-, artık kendini, şeylerin (oluş’un, dünyanın, öznelliğin vs.) diğer düşünce geleneklerine göre (Çin, Hint vs.) tek ya da sahici düşünen yaklaşımı olarak ortaya koyamaz.
Tumblr media
Felsefenin yazgısını belirlemiş kökensel kararları (Grek kararlarını) söz konusu edip yeni bir başlangıç ya da bir öte kurmaya girişmek (Heidegger, Derrida, Levinas) ne kadar ilginç olsa da boş görünmektedir. Yeni bir başlangıcın ilk koşulunun tam da bilgilerin bu denetimi ve birleştirilmesi olması gerekmektedir ki bu, bundan böyle, olanaklı değildir. Böylelikle, hakiki’nin, doğru’nun ve güzel’in bir tasarımından yola çıkarak, varolanın bir düzenlenişi için ilkeler koymak bugün olanaksızdır. Bir öte ise, ancak, tarih üzerine bitimsiz bir yapısökücü bakış ile yaratıcı düşünce için verimli olduğu (edebiyat, sanat) ya da varolma ve eylem için anlamlı olduğu (etik, politika) değerlendirilen dışsal alanların arayışı arasında bir git gel oluşturabilir.”
Kitabın devamını bu tonda beklediğimden ilk anda çok takılmadığım ancak kitabı böyle bir yazıya konu edinince artık bahsedilmesi gereken önemli bir gösterge olarak gördüğüm için bahsetmeden geçemeyeceğim bir husus olarak Felsefe’nin küçük harfle yazılmasından başlayalım. Ahmet Soysal tarafından, Felsefe’nin her çeşit bilgiyi temellendirme iddiasının çöküşünün ikincil nedeni olarak, Felsefe’nin Grek kökenli oluşu nedeniyle diğer düşünce gelenekleri karşısında tek ya da sahici düşünen yaklaşım olarak ortaya konulamayacağının iddia edildiğini görüyoruz. O halde neden Felsefe değilde “felsefe”? Madem Batılı düşüncenin özel adıdır burada bahsettiğimiz kavram, neden bir özel isim olarak büyük harfle yazılmasında, hala diğer düşünce geleneklerini de ifade etmek için kullanılabilecek bir genel isim olarak kalsın? Ahmet Soysal Felsefe’nin artık kendini “tek ve sahici olarak ortaya koyamayacağı”nı ayan beyan ortaya koyuyor ancak buna uygun davranmıyor. Sanki söylediklerine kendisi de inanmıyor gibi ya da belki Batılı Felsefecilerden mülhem bu yeni moda Felsefi tavrı henüz içselleştirememiş gibi.
(Diyelim ki) Bu inanmazlık hali bence bu kitabın bizzat kendisi olarak ortaya çıkmış zaten. Çünkü örneğin Heidegger’in Felsefe’yi yeniden kurma girişiminin ne kadar boş göründüğünden bahsediyor ama Felsefe’nin kurucu düşünürlerine dair bir inceleme yazmaktan geri durmuyor. Burada mantıksal bir tutarsızlık yok mu sizce de?
Peki kitabın girişine Felsefe’nin çöküşünü tuğla gibi bir tespit olarak koyduktan sonra bu başlıkta bir kitabı bu tuğlanın altında ezilmekten ne kurtarabilir: Felsefe üzerine Felsefe yapmak.
Kitabın giriş bölümü, bu anlamda çelişik ifadeler barındırsa da, yine de bir Felsefe üzerine Felsefe çabası olarak okunabiliyor. Ancak kitabın sonraki bölümlerini büyük bir heyecanla didik didik ettiğimde gördüm ki maalesef 3 Filozofun 3 kitabının kritiğinden başka bir şey yoktu.
Aslında yine giriş bölümünde bunun böyle olacağının işaretini de veriyor yazar: “Oysa felsefeyi tamamıyla bırakmak ya da onu özgül akademik araştırmaların alanına kapatmak söz konusu olamaz. Batılı özünde felsefeyi görelileştirip, diğer düşünce geleneklerine açılma an’ı gelmiştir -bunların farklarıyla zenginleşecek bir toplu bakış oluşturmak için. Bu toplu bakış, şüphesiz, temellendirme eksikliğini telafi edemeyecektir ama felsefi olarak düşünme olgusu üzerine daha genel ya da daha nüanslandırılmış bir görüş elde edilmesini sağlayacaktır. Eğer felsefi düşünce temellendirme iddiasını kaybediyorsa, bu onun ölmüş olduğu anlamına gelmez. Böyle bir görelileştirici toplu bakış, düşünceye bağlanan bu daha mütevazi yeni yaşama ancak hizmet edebilir.”
Ahmet Soysal neredeyse Felsefe’yi sırf Felsefe olduğu için yaşatmak istiyor: Felsefe çöktü, bilgilerin oluşumunu ve denetlenmesini yapacak durumda değil, Batı Hegemonyasını tek ve sahici düşünce yaklaşımı olarak destekleme fonksiyonunu kaybetti ama yine de “bu onun ölmüş olduğu anlamına gelmez”. Umutsuz bir suni teneffüs çabası mı bu? Hem, bu paragrafa göre kitabın devamında [Çin, Hint vs. (vs. den biri İslam olabilir mi acaba?)] “Felsefelerinden” bolca atıflar bulmamız gerekiyor. Var mı? Yok. Ya acıyor ya da sinekten yağ çıkarmaya çalışıyor. Sanırım ikincisi.
Lazım olduğu her seferinde hatırlamakta zorlandığım bir alıntıyı buraya yazarak sabitlemiş olurum umarım; hem belki birilerinin de işine yarar: Arrival (Geliş) filminde “Önsöz olarak yazdığınız türden birşey” der Dr. Banks ve “Temel bilgilerle gözlerini kamaştırmak” diye tanımlamaya devam eder, kendi kitabının etkileyici girişini. Özellikle akademik tarzda yazılan birçok eserde hayal kırıklığı yaşamama sebep olmuş bu tarzın özlü bir ifadesi olması açısından gayet yerinde bir açıklama olarak bulurum bu tiradı. Gerçi bu tanıma daha çok Fukuyama’nın Tarihin Sonu isimli eserin girişi uygun gelir bana. Bu kitapta yapılan şey ise daha çok, kendi düşünce geleneği ile bağını koparmamaya çalışan ve giderek ağırlığı artan yeni muhafazakar okura şirin gelecek ve yazara güncel Batılı Felsefi bir yaklaşımdan haber veren olma hoşluğunu yaşatacak havalı bir girişle eski ekol üzerine yazıların hala alıcısı varken pazarlanması taktiği gibi geldi bana.
Benzer bir girişe sahip olup ama elden geldiğince bunu somutlaştırabilen bir kitap olarak İletişim Yayınları’ndan çıkan ve aslı Fransızca olan 3 ciltlik Felsefe Tarihi’ni önerebilirim. O kitapların girişi bu kitabın girişini fazlasıyla andırıyor zaten. Üstelik girişin hakkını verir bir şekilde Hint, Çin, Hıristiyan, İslam ve Yahudi düşüncesini gerçekten de hakkıyla ele almışlar.
Kitabımıza dönelim. Gerçi Felsefe üzerine Felsefe olarak gördüğüm kısmı bitirmiş olduğum için başka söylenecek pek bir şey de kalmadı zaten. Kitabın kalanı Aristoteles’in Metafizik, Descartes’in İnsansal Bilginin İlkeleri ve Kant’ın Salt Aklın eleştirisinin bazı bölümleri üzerine bir açıklamadan ibaret.
Konu Felsefe üzerine Felsefe iken, son olarak kendimden bir not ekleyeyim: Felsefe çökmüşken, ölmüşken veya ne diyorsanız artık, Kant, Descartes veya Aristo’ya dönerek kurtarılamaz. Felsefe, Sokrates’in “Kendini Tanı” öğüdüne rağmen kısmen Platon, tamamen Aristo öncülüğünde “Evreni Tanı”mayı seçerek bugünlere kadar uzanan yolunu seçmiştir. Dolayısıyla öldüyse eğer bu yol üzerinde ölmüştür. Yani söylenebilecek bir sözü kalmamıştır. Felsefe için çıkış, ilk yol ayrımına kadar dönüp “Kendini Tanı” yoluna girmekte yatar. Vesselam
Fatih Özdemir
2 notes · View notes