Tumgik
#Kadın Hapishanesi
hbedebiyatsanat · 10 months
Video
youtube
Cadılar Kulesi (HeXen Turm)
Almanya’nın Markdorf kasabasında 13. Yüzyıldan kalma tarihi bina 1250 yılında yapılmış 28 Metre yüksekliğinde ilk olarak gözetleme ve bekçi kulesi olarak yapılsada daha sonra Kadın hapishanesi olarak kullanılıyor. 1985 yılından itibaren ise müze olarak kullanılan tarihi bir mekan. 
3 notes · View notes
devrimcikadinlar · 2 years
Photo
Tumblr media
Mücella Yapıcı, Bakırköy Kadın Ceza İnfaz Hapishanesi...
15 notes · View notes
isvicreninsesi · 1 year
Text
İsviçre DAİŞ üyelerinin geri getirilmesini tartışıyor
Tumblr media
🇨🇭SESİ- İsviçre hükümeti Rojava’daki Roj Kampında tutulan cihatçı bir kadını ve kızını İsviçre’ye alıp almamayı tartışıyor. Federal Dışişleri Bakanlığı, Rojava’daki Roj kampında tutuklu bulunan Lozanlı bir kadın ve kızının İsviçre'ye dönme ihtimalini araştırıyor. Federal Konsey (hükümet) şimdiye kadar İsviçre uyruklu yetişkin cihatçıların İsviçre’ye geri dönmesini hiçbir zaman kabul etmedi. Terör örgütü DAİŞ üyesi Selma isimli bir kadın ile beş yaşındaki kızı, Kürt silahlı güçlerinin hakimiyeti altında bulunan Rojava Özerk Bölgesi Derik kentindeki Roj kampında (açık hapishane) beş yıldır tutuklu bulunuyor. CİHATÇI GERİ DÖNMEK İSTİYOR İsviçre’nin Almanca yayın yapan devlet televizyonun (SRF) Rundschau programına, birkaç ay önce röportaj veren Lozan Üniversitesi'ndeki eski hukuk öğrencisi, IŞİD'e katıldığı için pişman olduğunu söyledi. "Kocamla cennete gideceğimize o kadar çok inandım ki. Ama öyle olmadığını anladım. Çok safmışım. Lozanlı kadın artık İslam Devleti'ni desteklemediğini ve hatta örgütten "nefret ettiğini" iddia etti. "Çünkü hem benim hem de kocamın hayatını mahvettiler". Selma bugün kızının güvenliğinden endişe etttiğini ve onunla birlikte İsviçre'ye dönmek istediğini belirtti. İADESİ İNCELENİYOR Federal Konsey, tüm yetişkin cihatçılar gibi bu annenin de İsviçre’ye geri iade gönderilmesine karşı çıktı. Bir İsviçre vatandaşının ülkeye dönmesini engellemek anayasal olarak mümkün olmasa da, İsviçre terör saikiyle yurt dışına giden yetişkinlerin ülkelerine geri gönderilmesine aktif olarak müdahale ediyor. Yetkililer tarafından annesi olmadan yalnızca çocuk İsviçre'ye geri getirilebilir. İsviçre’de yalnızca bir kez, Aralık 2021'de, 9 ve 15 yaşlarındaki iki kızın, orada tutuklu kalan annesinin rızasıyla Cenevre'ye geri getirildiği kaydedildi. Ancak Selma kızının onsuz İsviçre’ye gönderilmesine karşı çıkıyor. Bu nedenle mevcut durum bir kaç yıldır engellendi. İsviçre’nin Fransızca yayın yapan devlet televizyonu RTS’den alınan bilgiye göre, Federal Dışişleri Bakanlığı öncülüğünde olayla ilgili somut bir inceleme yapılıyor. Fedpol ve Konfederasyon İstihbarat Servisi, özellikle Selma ve kızının İsviçre'ye olası bir dönüş tehlikesini değerlendiriyor. Federal Konsey anne ve çocuğunu içeren bu durum için bir istisna yapabilir. Bu nedenle İsviçre’den savaşa giden diğer cihatçıların tekrar kabul edilebilmesi söz konusu değil. İSVİÇRE’NİN POZİSYONU ELEŞTİRİLİYOR Sivil toplum kuruluşları (STK) ve Birleşmiş Milletler uzmanları “İsviçre’nin cihatçılar konusundaki katı politikalarını eleştiriyor. On binlerce kadın ve özellikle çocuklar, sınırlı tıbbi destek ve eğitime erişim koşullarında Rojava’daki kamplarda tutuluyor. Save the Children STK'sına göre her yıl çok sayıda çocuk bu kamplarda yaşamını yitiriyor. Bu konuda özellikle Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Fransa kınandı. İsviçre'de, Selma ve kızının ülkelerine geri gönderilmesi için seslerin yükseldiği parlamentodan da baskı geliyor. Sol partiler her zaman bu pozisyonu desteklese de, etkili sağcı parlamenterler cihatçıların kesinlikle ülkeye sokulmasını istemiyor. Cihatçı kadın ve kızının İsviçre’ye geri dönmesi durumunda, kız çocuğu kademeli olarak toplumla bütünleşebilmesi için devlet tarafından özel olarak bakım altına alınması gerekiyor. Anne tutuklanacak ve ardından yargılanacak. Böyle bir deneme İsviçre'de ilk kez yaşanabilir. Uzmanlar böyle bir senaryonun hala çok uzak olduğunu belirtti. Güvenlik değerlendirmesi kesinleşirse, Federal Konsey karmaşık bir siyasi seçimle karşı karşıya kalacak ve bu hassas konu federal seçimlerden önce pek değişmeyebilir. İSVİÇRE HATTI VE GÜVENLİK RİSKİ ÜZERİNE TARTIŞMA Kadının avukatı Saskia Ditisheim için İsviçre'nin pozisyonu artık savunulabilir değil. "Bu iki kişi yaklaşık 6 yıldır herhangi bir adli işlem yapılmadan tutuklu. Açık hava hapishanesi, cehennem. Temel hakları güvence altına alınmıyor. Okulda güvenlik sorunu var. Ayrıca ölüm tehlikesi de var. Cenevreli avukat Salı günü La Matinale gazetesine yaptığı açıklamada, bu nedenlerden dolayı müvekilinin Federal Konsey tarafından İsviçre'ye geri getirilmesi gerekiyor” dedi. Güvenlik konusu sorulduğunda, Saskia Ditisheim "yüz kadını ülkesine geri alan" Fransa'yı örnek gösterdi. Müvekkilinin tehlikeli olmadığını ekleyerek. "Olsa bile, İsviçre'nin tek bir kişiyi izleyememesi biraz saçma olurdu" diyor. İSVİÇRE ÇİZGİSİNİ KORUMALI Kıdemli Başkan Yardımcısı Ulusal Konsey Üyesi Yves Nidegger, Federal Konsey'in her şeye rağmen çizgisini koruması gerektiğini düşünüyor. "İsviçre'nin güvenlik nedeniyle 'çocuklar evet, yetişkinler hayır' diye bir ilkesi var" dedi. "Yıllardır uzakta olabilecek bir çocuk, kendisini rehin tutan öz annesi tarafından dışarı çıksın diye canlı kalkan gibi tutuluyor. Bu şantaja boyun eğmek bence son derece korkakça ve olur” diye ifade etti. ADALET BAKANI: İLKE KARARLARI ÖZEL DURUMLARLA İLİŞKİLENDİREMEYİZ Adalet ve Polis Departmanı başkanı Federal Konsey Üyesi Elisabeth Baume-Schneider, Suriye'deki bir kampta alıkonulan İsviçreli cihatçı bir anne ve kızının ülkelerine geri gönderilme olasılığına ilişkin RTS tarafından açıklanan bilgilere tepki gösterdi. "Federal Konsey, ana-babaları değil, çocukları geri göndermemiz gerektiği konusunda ilke kararı aldı. İlke kararlarını özel durumla ilişkilendirmemeliyiz. Koruma açısından bir sorumluluğumuz olup olmadığına bakmalıyız. Bu kadın ve çocukları, eğer geri dönüş yasal ve insani açıdan yararlı ve mantıklıysa" şeklinde konuştu. Adalet bakanı dosyanın şu an için FDFA (Dışişleri bakanlığı) tarafından işlendiğini vurgu yaparak, aceleye gerek yok” dedi. Read the full article
0 notes
apsny-news · 1 year
Text
Bakanlık trans mahpus Buse'nin kadın hapishanesi talebine kayıtsız - Evrim Kepenek
“Şu anda Tekirdağ 2 No’lu cezaevindeyim. Cinsiyet uyum sürecimi tamamladım. Kadın kimliğimi de aldım. Ne yazık ki erkeklerle aynı cezaevinde tutuluyorum. “Kadın kimliğime kavuşabilmek için bedenimdeki hapishaneden kurtulmam gerek demiştim. Bedenimdeki hapishaneden kurtuldum, şimdi erkek hapishanesinden kurtulup kadın hapishanesine nakledilmek istiyorum…” Trans mahpus Buse Aydın, yıllardır en…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
efoderlerbe · 2 years
Text
İçimde bir fırtına kopuyor, herkesten habersiz yok oluyorum, kimse farketmiyor beni, unutuluyorum.
Bir kuşu bir kafese kilitlerseniz kafesi evi olarak görmez, kafesi hapishanesi olarak görür, özgürlüğü alınmış bir kuş ilk fırsatta da özgürlüğüne ulaşmaya çalışır.
Bir kuşum, özgürlüğü elinden alınmış kaçmaya fırsat arayan bir kuş. Uçmaya yelteniyorum kanadım kırılıyor, iyileşmesini bekliyorum hapishaneme alınıyorum, benim bir özgürlüğüm yok artık çünkü benim hem kanatlarım hemde hevesim kırıldı.
İntihara girişmiş bir gencim, başta istekli sonra pişman. Belkide başarsaydım, sonum kötü olurdu, başaramadım ve hem pişman hem mutsuzum. Yaşadıklarım beni yıkmaya çalışsada hala ayaktayım. Zorlanıyorum uçmak istiyorum, koşmak, eğlenmek, sevmek, sevilmek, özgürlük istiyorum, sadece özgürlük ama bunlar da elimden alınıyor.
Ölü bir kızım. Sen kızsın yapamazsın,sesli gülme, çok gezme, onu giyme, oraya gitme, erkek arkadaşın olamaz, onla buluşamazsın, arkadaşına gidemezsin, gezilere katılamazsın, evleneceksin yemek yapmayı öğren, kocana bak, çocuğun olcak düzgün davran, kocana itaat et, ve dahası. Biz kız, kadın değil biz insanların gözünde köleyiz.
İşte bende artık bu hayattan bıkmış bir kızım.
Hani derler ya büyüyünce unutursun, işte büyüdüm ama unutmadım aksine dün gibi aklımda berşey...
İçimi dökmek istedim ve başardım.
1 note · View note
Text
Tumblr media
Silivri'nin karantina hücresinden herkese merhaba sevgili dostlar. Bildiğiniz gibi İdil Kültür Merkezi'nde bulunduğum için gözaltına alındım ve tutuklandım. Şimdi 7 gündür tek başıma tecritteyim. Yanımda sadece bir kitap, bir kalem ve kağıt var.
Aklım ve yüreğim direnişlerde, Yüksel'de, bugün 6 gündür gözaltında olan direniş arkadaşlarımda, ölüm orucunda olan avukatlarım Aytaç ve Ebru'da, Didem ve Özgür'de. Sizler de, bizlere yapılan bu hukuksuzlukları unutmayın. Direnenleri yalnız bırakmayın.
Sizlere kısa da olsa bir merhaba demiş olayım böylelikle. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. Daha sonra yaşadığım hukuksuzlukları uzun bir yazıyla anlatacağım. Adaletsizliklerin ortadan kalktığı bir zamanda, özgür günlerde tekrar görüşebilmek dileğiyle.
Sıcacık dost selâmlarınızı benden esirgemezsiniz, değil mi? Mektuplarınızı bekliyor olacağım. Adresim: Silivri 9 Nolu Kadın Kapalı Hapishanesi. Silivri\İSTANBUL
13 notes · View notes
fischermaux · 5 years
Text
Tumblr media
Önce dinledim. Bu çok uzun sürdü. Sürer hâlâ. Herkes güzel konuşuyordu. Kıskanıyordum. Öfkeyle tevazu büyük bir beşikti. Bunun hayranlık olduğunu bilmiyordum. O güzel sözleri söyleyenler de bilmiyordu. Cümlesi olmayanların canı sıkılmıyordu hiç. İnsan iyiliği öğrenmeden bilirmiş de, kötülük için zaman gerekirmiş. Şimdi bile kime söylesem, uzak uzak bakıyor. Yalnızlık böyle saçaklanıyormuş... Önce insana inanıyor insan. Sonra harflere, seslere, renklere. Akşamlar herkesi alıp götürürken sessizce büyüyor. Sabahlar bütün yatakların yaprak dökümü. Anne uzun ağlıyor. Baba tenhalar evliyası. Bahçe, ilk harfimiz, akasya hayal, kayısı sonsuz bir kader. İnsan erken öğreniyor gözyaşını. Harfler ıslanıyor. Renkler terk ediyor. Sesler çok eski bir mezar. Sonra gidip yazıyor. Şarkı söylüyor. Elini ocaklara tutuyor. Soğuduğu kim varsa ona tutunmaya çalışıyor. Hatta gülüyor. Kedere sığınıyor. Ölümü seviyor. Eşiği öpüyor. Kirpiği sonsuzluk sayıyor. Bir kadın bütün tanrıları doğuruyor. Bir çocuk bütün kadınları seviyor. Birden ışıyıveriyor, yazının hapishanesi yaşamanın hapishanesinden güzeldir, büyüktür. Sarkaç ağırlaşıyor. İçinde bir yatışmaz acı. Kalkıp bir çocuğun ellerinden tutuyor.
Şükrü Erbaş/Aralık 2016
9 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
Vicdan Hareketi imza kampanyası devam ediyor. Uzun bir süre zarfı olmasına rağmen sadece 245 bin küsur imza toplandı (8 Mart'ta son durum).
Sadece diyorum çünkü biz çok kalabalığız. Koca bir ümmetiz. Eskiden olsa bu kampanya 2 milyon imza alırdı. Fakat artık imzalardan ümit kesmişiz. Bir işe yaramıyor diye düşünmeye başlamışız. Peki, bu hadsizlik yüzünden Allah da bizden umudunu keserse o zaman ne yapacağız?
Ne olur bunu yapmayalım. Hiçbir çareden ümit kesmeyelim. Herkes kendi imzası için "Sen tohumu at bitmezse toprak utansın" desin.
Özgecan için toplanan imzalar 1 milyonu geçmişti. Şimdi o zindanlarda binlerce Özgecan var. Ve onun yaşadığı kabusu her gün görüyorlar. Bu kardeşler için karınca misali yangına bir damla su götürmek üzerimize vazife değil midir?
IRAKLI NUR'UN MEKTUBU
Ebu Garib Hapishanesi’den Nur'un Mektubu...
Halkıma, Ramadi'nin, Halidiye'nin ve Felluce'nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara...
Bu size, Amerikan-siyonist hapishanesi Ebu Garib'ten kardeşiniz Nur'un mektubudur.
İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.
Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalılar'ın bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim...
Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait.
Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allahım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları'na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor.
Ey kardeşlerim;
Amerikalılar'ın elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, neler acılar yaşadığımızı, Allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim.
Kardeşlerim;
Allah'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalılar'ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım...
Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin...
Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler!
Amerikalılar'ın bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz?
Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz.
Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılar'a ve Siyonistler'e mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz?
Allah'ın bizi size emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz?
Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze?
Amerikalılara, Ebu Garib'te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, Allah adına, Ebu Garib Hapishanesi'ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistler'in hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat.
Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok!
Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi!
Hepimizin karnında onların gayrimeşru çocukları var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!
Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!!
Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!
Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar'ı ve onların gayrimeşru çocuklarını öldürün!
Allah rızası için! Size yalvarıyoruz....
Bacınız Nur.
Kadın-erkek herkes lütfen imzaya koşsun .
Bu gönderiyi paylaşırsanız sevinirim.
8 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Yıllar önce İzmir Kadınlar Hapishanesi' ndeki mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı . Bir gün milli eğitim müdürü'nün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız girdi. "Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim," dedi.Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik, son derece de hassas bir insana benziyordu.Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi! Lakin düşüncesini belli etmedi. "Peki, hoca hanım," dedi. "Bu işle meşgul olacağım." İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardesüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu. Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.O kavgacı, o geçimsiz mahluklar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı. Kadınlar hapishanesin de ilk defa böyle bir hava esiyordu. Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz.Hakkındaki isnat: Misyonerlik.Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu. Neler de neler yapmamıştı ki: Kadınlar hapishanesi derken Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar, çocuklara iyi insan olmak etrafında bir takım telkinler. Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi? İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Atatürk meseleyi merak etmişti. "Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz," dedi. Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen [Sıdıka] Avar'ı yanına çağırttı.Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu.Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı. "Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu.Avar şaşırmıştı. Yavaşça, "Efendim, ben öğretmen Avar," diye fısıldadı.Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi: "Hayır, sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım." Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı: "Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. " Genç öğretmen doğuya gidecekti. Oradaki genç kızlar, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti. Sonra bu çocuklan birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti. Sözlerinin sonunda: "Git, memleketin içine gir, dağ köylerine, uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin , dedi. Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından çıktı.İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğü'nde bu inanılmaz işle meşguldür. Şimdi Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal, ve çocukların dilinde sayısız avar şarkıları vardır. O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür. Avar, doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadını, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler, "Kızımı da götür, Avar," diye atın üzengisine yapışıyorlar. Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm. Hikmet Feridun Es (Hayat Dergisi, 1957)
42 notes · View notes
hogwartsro · 4 years
Text
Azkaban Günleri
Büyücülük dünyası tarihine büyük hizmetler vermiş Azkaban Hapishanesi, yakın zaman aralıklarıyla Lestrange aile fertlerini duvarları arasında sıkıştırmayı bir adet haline getirmişti. Bu duvarlar arasında çürümeyi reddedip kaçma cesaretini gösteren Bellatrix ve Rodolphus Lestrange’nin aksine ailenin genç varisi Blaise Lestrange, zihnini tamamen kapayıp günlerinin geri kalanını Azkaban’da geçirmeye kendini hazırlamış gibiydi. Aslında bir yanı hala akrabaları gibi duvarları bir şekilde parçalayıp dışarı çıkmak istiyordu ama bunu yapacak motivasyonu bulamıyordu. Artık ruh emiciler tarafından korunmayan bu hapishane, şimdilerde hiç olmadığı kadar gizemliydi. Ne de olsa duvarların ardını koruyan o şeylerin ne tür güçlere sahip olduğu konusunda kimsenin bir fikri yoktu. Hal böyleyken bir kaçış düzenlemek oldukça riskliydi.
Asası elinden alınmış, tepilerek kara koridorda Azkaban gardiyanları tarafından sürüklenirken sesini çıkarmadı. Azkaban gardiyanlarına karşı gelmemesi gerektiğini biliyordu. Özel olarak üretilmiş oldukça güçlü asalar kullanan bu deneyimli gardiyanlar, bir mahkûmun canını almak için tüm yetkiye sahipti. Ne de olsa hayatlarının çok büyük bir kısmını bu adaya atanmış olarak geçiriyorlardı. Tüm yetki onların olmalıydı. Kıpırdamasa bile oldukça öfkeliydi genç Lestrange. 30’larını ortalamaya yakın bir adam olarak bu bok çukurunda vakit harcamaması gerekiyordu. Daha gerçekleştirecek çok planı vardı. Tabi ki işlediği cinayetten sonra yakalanmayı bekliyordu ama bunu yapan kişinin öz kardeşi, Julia Lestrange olmasını beklemiyordu. Yine de anlam vermesi çok zor değildi. Ne de olsa Blaise’nin yakalanacağı garantilendiği anda Julia’nın harekete geçmesi lazımdı. Büyücülük dünyasında adına leke sürülmemiş bir vaziyette dolanmak için kendini bakanlığa kanıtlaması gerekecekti ve Julia da abisini bir “sersemlet” büyüsüyle yere devirdiğinde tam olarak bunu yapmış oldu. Gözünün önüne düşen saç tutamından kafasını sağa sola sallayarak kurtulmaya çalışırken yanından boş bakışlarla geçen Barty Crouch Jr.’nin farkına varmamıştı. Zavallı Barty, ruh emicinin öpücüğüne maruz kalıp ruhundan ayrılmıştı. Eğer adayı hala ruh emiciler koruyor olsaydı belki de Blaise de aynı cezaya çarptırılacaktı.
Küçük Liz’e kaydı aklı bu sefer. Artık hücresindeydi ve düşünmek için hayatında hiç olmadığı kadar fazla zamanı vardı. Kızını düşündü. Onu özlemedi. Ondan nefret etmedi. Sadece onun nerede olduğunu düşündü. Ona karşı hislerini anlamıyordu ama içinde küçük bir dürtü vardı. Liz’in hayatta kalmasını diliyordu. Stripes geldi sonra aklına. Onu özlemedi. Onu öldürdüğüne pişman olmadı. Ondan nefret etmedi. Eşini öldürmüş olduğunun farkına vardı yeniden. Ona âşık olmamıştı belki ama kesinlikle onun hakkında nefret içerikli düşünceleri de olmamıştı. Anlık bir sinir krizi geçirmişti sadece. Bakanlık tarafından bir oyuna getirilmişti. Aptal yerine konmuştu. Birkaç saat önce yanından yürüyerek geçen Barty Crouch JR. İle aynı şekilde yakalanmış olması da kaderin ilginç mizah anlayışıydı galiba.
Evet, öyleydi. Bayan Stripes ölmeyi hak etmemişti. Asla adaletin karşısında olmamıştı. Adil, eşitliğin ve sevginin yol gösterici olarak görüldüğü bir ütopyayı kovalayan ailelerden birinin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Adaleti kendisini Hogwarts’ta geçirdiği öğrencilik yıllarında da göstermişti. Seçmen Şapka kafasına oturduğu saniye “Ravenclaw!” diye inletmişti ortak salonu. Adalet duygusu oldukça güçlü olan bu kadın, eğer hayatta olsaydı kocasını kendi elleriyle Azkaban’a tıkmak isterdi. Ancak artık hayatta değildi. Toprağın katlarca altında cansız vaziyette uzanıyordu. Liz de annesiz kalmayı hak etmemişti. İşte bütün bunlar gerçekten de kaderin mizah anlayışını gösteriyordu.
Arkasını soğuk duvara yasladı ve bakanlığın tuzağına nasıl oldu da kendi ayaklarıyla yürüdüğünü düşündü. Etrafına bakındı bir süre. Hücre o kadar karanlık, o kadar dardı ki psikolojisini birkaç gün içinde tamamıyla kaybedeceğini hissetti. Yine de korkmadı. Bütün bunlar kendi hatasıydı. Soğuk zeminde uykuya dalmadan önce babasını düşündü. Babasının kendisine ne kadar öfkeli olduğunu tahmin edebiliyordu. Gerçekten de Severin Lestrange, oğlunu Azkaban’dan çıkarmak için en ufak yardımı yapmayacaktı. Bunu yapması zar zor kurtardığı aile ismini yeniden 10 yıl önceki şöhretine döndürmek olurdu. Bunu istemiyordu. Yaşadıkları dünya, yani Harry Potter sonrası dünya, radikal fikirlere kapalıydı.
0 notes
sybllll · 4 years
Text
Tumblr media
8 MART KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN
Yıllar önce İzmir Kadınlar Hapishanesi' ndeki mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı .
Bir gün milli eğitim müdürü'nün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız girdi.
- Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim, dedi.
Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik, son derece de hassas bir insana benziyordu.Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi! Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki, hoca hanım, dedi. Bu işle meşgul olacağım.
İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardesüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.O kavgacı, o geçimsiz mahluklar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı. Kadınlar hapishanesin de ilk defa böyle bir hava esiyordu.
Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz.Hakkındaki isnat: Misyonerlik.Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu.
Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar, çocuklara iyi insan olmak etrafında bir takım telkinler. Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi?
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Atatürk meseleyi merak etmişti.
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen [Sıdıka] Avar'ı yanına çağırttı.Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu.Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi? diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:
- Hayır, sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım.
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı:
- Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi.
Genç öğretmen doğuya gidecekti. Oradaki genç kızlar, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti. Sonra bu çocuklan birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti. Sözlerinin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin , dedi.
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından çıktı.İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğü'nde bu inanılmaz işle meşguldür.
Şimdi Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal, ve çocukların dilinde sayısız avar şarkıları vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.
Avar, doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadını, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler,
- Kızımı da götür, Avar, diye atın üzengisine yapışıyorlar.
Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm.
Hikmet Feridun Es
Hayat Dergisi 1957
D: AkifTanrıkulu
0 notes
hbedebiyatsanat · 7 years
Text
“Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini”
HDP eşbaşkanları ve milletvekilleri olarak tutukluluğumuz bir yılı doldurdu. Bu bir yıl içerisinde umudu, direnişi, haklılığa inancı, demokratik siyasete güveni ve kazanma iddiasını tüketmeye çalıştılar. Halklarımızın emeği, iradesi ve oylarıyla elde ettiğimiz hak ve mevzileri düşürmeye uğraştılar. Ama partimizin binlerce üye, yönetici ve bileşeninin hapsedildiği bu bir yılda, haklılığımızı karartamadılar, direncimizi kıramadılar. HDP dimdik ayakta, umut dimdik ayakta!
İktidar zulmünün, tek adam-tek parti sultasının karşısında teslim olmayanlar, dimdik duruşuyla yürümeye devam edenler bu ülkenin geleceğidir. HDP, darbelerden beslenen faşist iktidar yapısı karşısında, tam demokrasi ve katılımcı siyaset programı ve vizyonuyla, yeni bir merkez, demokratik sembol olmuştur. Bu merkezi dağıtmak ve bu programın sembolü olmuş siyasetçileri tasfiye etmek isteyenler başarılı olamadı, olamayacak. Çünkü HDP fikri ve mücadelesi, bayrağındaki o ağaç gibi kısa sürede serpilip kök salmıştır. Kökleri sağlam, ufku açık bir siyasi ve ahlaki harekettir. Düşmanlık ve dikta saldırılarıyla, esaret ve baskı uygulamalarıyla durdurulamaz, geri çekilemez.
İşte bir yıl boyunca bu durmayan, durdurulamayan siyasi iradenin yolunu hiç sapmadan kendi yatağından akışını gördü dost, düşman. Elbette yine yükümüz kurşun gibi ağır. Elbette bütün zalimler yenilmedi, mazlumlar nihai zaferine kavuşmadı. Ama direne direne kazananlar var. Bugüne dair azim ve kararlılık, geleceğe dair güven var. HDP var! Neyle karşı karşıya kalırsak kalalım bizleri güçlü kılan, bunlara duyduğumuz güvendir; birliğimize ve büyük insanlığa inançtır. Yarını görüyor, yarına yürüyor olmaktır.
Fakat zehirli bir iktidar gücüne dönüşenler, bırakın geleceği, artık burnunun ucunu göremiyor. Müzakere masasını devirip memleketi karanlık bir savaşa sürükleyenler, Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecritle ateşe benzin dökenler, binlerce HDP’liyi tutuklayan, belediye eşbaşkanlarına, milletvekillerine rehin muamelesi yapan ve haktan, özgürlükten, hukuktan yana taş üstünde taş bırakmayanlar, yarınını göremediği için bu kadar şirazeden çıkıyor. Dahası Saray-AKP iktidarı, kendisiyle birlikte bütün Türkiye halklarının geleceğini karatmaya doğru gidiyor. Bu gidişi durduracak olan, en geniş demokrasi ve özgürlük güçleri, antifaşist mücadele dinamikleridir. Baskı, hile ve tasfiye saldırılarının ortasında boy veren “hayır” iradesi, haklı olanlarına aynı zamanda güçlü olduğunu da göstermiştir. Bu gücü yine birlikte büyütebiliriz. İnsanca yaşanabilir bir ülke ve güven duyacağımız yarınlar için birlikte başarabiliriz.
Bizler dışarıda olduğu gibi içeride de, demokratik siyasetin başarısı, halklarımızın bugünü ve geleceği için direnmeyi sürdürüyoruz. Bu direniş sadece bir başarı gayesi için değil, büyük bir onur davası içindir. Bizleri seçen, iradesini, sözünü emanet eden halklarımızın, emekçilerin, kadınların siyasi onur ve saygınlığını yere düşürmemek içindir. Belki birçok yetmezliğimiz oldu, olabilir. Ama asla halkımızın, seçmenlerimizin onur ve saygınlığını yere düşürmedik, düşürmeyiz. Yurttaşların oyu ve iradesiyle oluşan meclisi faşizme kötü bir fon haline getirenler, kendi partilerinin seçilmişlerinin dahi tehditle, baskıyla istifa ettirenler, 85 belediyeye işgal gücü gibi çöreklenerek haktan ve siyasi ahlaktan yana bütün sıfırları tüketenler, temsiliyet görevi ve onur bağlantısını kuramazlar. Bu değerler için direnmenin ne anlama geldiğini bilmezler. Ama bilenler var; bilinçle ve inançla kazanmak için yürüyenler var.
Tutuklandığımız ilk günlerde, “bizleri- HDP’yi tutsak edecek bir hapishane yok” demiştik. Bugün de gururla diyoruz ki; öyle bir hapishane yok! Bir yıl boyunca sadece hapsettiler bizi, tutsak edemediler. Teslim alamadılar; irademizi bükemediler, bilinç ve cesaretimizi karartamadılar; neşemizi, ışığımızı söndüremediler… Bizler hapsedilen, milletvekilliği düşürülen, darbeyle görevden alınan kadın siyasetçiler; diz çökmeyerek zalim iktidarlara dert olan bir halkın soyundan ve geleneğinden geldiğimiz için mutluyuz, gururluyuz. Her yerde ayakta, her yerde görevimizin başındayız. Zalimlere dert, dostlara selam olsun! Özgürlükte görüşmek üzere…
Figen Yüksekdağ
01.11. 2017
1 No’lu F Tipi Hapishanesi
Kandıra- Kocaeliä
11 notes · View notes
devrimcikadinlar · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
25 Kasım kapsamında Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi önünde bir araya gelen Anarşist Kadınlar, “Bizleri türlü bahanelerle, türlü biçimlerle kapatmaya çalışsanız da, biz her daim betonun çatlaklarında yeniden ve yeniden yeşermeyi, hayat bulmayı biliriz” dedi ..... “Erkekliği Koruyan Tüm Kurumlar Kapatılsın” şiarıyla kadınları tutsak eden kurumların önünde eylemler gerçekleştiren Anarşist Kadınlar, bugün de “Kadınlar Değil Hapishaneler Kapatılsın” diyerek Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi önünde eylemdeydi.
Hapishanenin önüne sloganlar atıp yürüyerek gelen kadınlar duvarın diğer tarafında bulunan, erkek devlet tarafından tutsak edilmiş kadınlara kendilerini duyurabilmek ve onlara destek olmak için kara mor balonları gökyüzüne bıraktı.
Eylem basın açıklamasının okunmasının ardından sona erdi.
Okunan basın açıklaması:
“Hapishane Nedir?
Yaşamımız boyunca bizden beklenen kalıplara uygun davranmamızı garanti altına almak için kapatıldığımız mekanlardan en somut olanıdır belki de. Beton duvarlar, demir parmaklık, üstü karalanan, teslim edilmeyen mektuplar, görüş günleri, gardiyanlar, yasaklar…Her biri hayatlarımızı yalnızlaştırmak, bizi yapmak istediklerimizden alıkoymak için, bizleri içeriye, bizleri kendimize kapatmak için!
Hapishane, düşüncelerimizi söylemekten korkmadığımız için, eyleme geçtiğimiz için, kendimizi korumaya çalıştığımız için, yaşamlarımızı savunduğumuz için, toplum için tehlikeli olduğumuzu düşündükleri için, o saatte dışarıda olduğumuz için, öyle giyindiğimiz için, boşanmak istediğimiz için, cinsel yönelimimiz farklı olduğu için, “hakettiğimiz”i düşündükleri için bizi kapattıkları yerdir.
Bu “gerekçelerin”, bu bahanelerin belirleyicisi erkek egemen sistem olduğu için söz konusu kadınsa eğer, bahanelerin de tutsaklığın da sonu yoktur. Anneysek çocuğumuz da tutsaktır artık, oyuncak yasaktır, çocuğumuz hastaneye götürülürken yanında olmamız en iyi ihtimalle izne tabidir… Trans bir kadınsak eğer, erkek hapishanesine kapatılırız, türlü tacize, hakarete aşağılamaya maruz kalırız. Her daim şikayetlerimiz görmezden gelinir, dilekçelerimiz işleme konmaz, sevk raporları ya hiç verilmez ya da geciktikçe geciktirilir. Zaten ikinci sınıf görülen kadınlar tutsak alındığında hepten yok sayılır.
Siz, özgürlüğümüzü, dört duvarın arasına koyarak alamazsınız, içimizden söküp atamazsınız. Bizleri türlü bahanelerle, türlü biçimlerle kapatmaya çalışsanız da, biz her daim betonun çatlaklarında yeniden ve yeniden yeşermeyi hayat bulmayı biliriz. Kadınlar değil hapishaneleriniz kapanacak!
Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi
13 notes · View notes
gezmenadam · 5 years
Photo
Tumblr media
Sinop Cezaevi, yaklaşık 4000 yıl önce Sinop civarında Gaskalıların yaşadığı dönemde yaptırılmıştır. Devasa büyüklüğü ile dikkat çeken cezaevi Gaskalıların ardından Grek, Pontus, Roma ve Bizans uygarlıkları tarafından kullanılmıştır. Bizanslılardan sonra Selçuklular tarafından sur olarak kullanılan hapishane üç tarafı denizlerle çevrili bir konumdadır. Surların cezaevi olarak kullanıldığına dair bulunan belgeler bizi ilk olarak 1569 yılına götürmektedir. Başlarda hapishaneden daha çok zindan görevi görmektedir. Rivayetlere göre o dönemde çıkan ayaklanmalar sonucu zindana atılanların sonu hiç iyi olmamıştır. 1887 senesinde iç kalenin resmi olarak hapishaneye dönüştürülmesi sonucu çocuk hapishanesi, kadın koğuşu, hamam gibi ek binalar eklenmiştir. 18 metre uzunluğunda, 22 metre genişliğinde olan surlardan kaçış pek mümkün olmamaktadır. Bu zaman kadar 2 kişi kanalizasyon yoluyla hapishaneden kaçmayı denese de bu deneme başarısız olmuş ve ölümle sonuçlanmıştır. Üç yanı denizle çevrili olduğundan yüksek nem oranına maruz kalan olan mahkûmların çoğu bu sebeple cezası bitmeden yaşamını yitirmiştir. Ürpertici mimarisi ve yaşanılan acı olayları ile “dark turizm” konusunda Türkiye’nin alternatifi konumundadır. Sinop Cezaevi, 28 odadan oluşan 3 bin metrekare alan üzerine kurulmuş geniş duvarları ve burçlarıyla dikkat çeken devasa bir mimaridir. Veysel Paşa tarafından yaptırılan taş hamamı günümüzde hâlâ yerini korumaktadır. 1939 yılında 2 katlı ve 9 koğuşlu ek bir bina eklenmiş ve çocuklar bu bölgeye alınmıştır. 1996 yılında ise “E-Tipi Kapalı Cezaevi” yapılmasıyla kadın ve çocuklar buraya taşınmıştır. Zamanın en önemli tecrit noktalarından biri olan Sinop Cezaevi günümüzde Sabahattin Ali’yi ağırlaması ile de tanınır. Sabahattin Ali’nin kaldığı koğuş şu an müze haline getirilen cezaevinde halka açık durumdadır ve koğuşun duvarlarında Sabahattin Ali’nin eserleri asılıdır. Ali’nin Kuyucaklı Yusuf ve Aldırma Gönül eserlerini burada yazdığı bilinmektedir. Cezaevi, Sabahattin Ali hariç, Refik Halit Karay, Hüseyin Hilmi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat, Burhan Felek gibi isimleri de ağırlamıştır. #sinopcezaevi #sinop #darktourism #tarihicezaevi #gezmen #gezmenadam #gezgin (Tarihî Sinop Cezaevi) https://www.instagram.com/p/B2uV78UBHNZ/?igshid=dos8sfjtb94o
0 notes
halkinsesitv · 5 years
Text
Grup Yorum Açlık Grevinin 78. Gününde
Tumblr media
Açlık grevimizin 78. günündeyiz.
Taleplerimiz:
- Kurumumuz basılmasın
- Konser yasakları kaldırılsın!
- Listeler kaldırılsın!
- Tutsak Grup Yorum üyeleri serbest bırakılsın!
- Hakkımızda açılan tüm davalar düşürülsün!
Taleplerimiz derhal kabul edilsin!
Grup Yorum’un tutsak üyeleri süresiz açlık grevinde
Bahar Kurt (Burhaniye T Tipi Hapishane) 53. gün
Barış Yüksel (Silivri 9 No’lu Hapishane) 47. gün
İbrahim Gökçek (Silivri 9 No’lu Hapishane) 48. gün
Helin Bölek (Gebze Kapalı Kadın Hapishanesi) 47. gün
Açlık Grevindeki Grup Yorum üyelerini yalnız bırakmayalım, onlara mektuplar yazarak, yanlarında olduğumuzu belirterek destek olalım.
Grup Yorum Halktır Susturulamaz
Yaşasın Açlık Grevi Direnişimiz
Halkın Sesi TV https://ift.tt/2KgnKON
0 notes
hildeiazam · 7 years
Photo
Tumblr media
Önce dinledim. Bu çok uzun sürdü. Sürer hâlâ. Herkes güzel konuşuyordu. Kıskanıyordum. Öfkeyle tevazu büyülü bir beşikti. Bunun hayranlık olduğunu bilmiyordum. O güzel sözleri söyleyenler de bilmiyordu. Cümlesi olmayanların canı sıkılmıyordu hiç. İnsan iyiliği öğrenmeden bilirmiş de, kötülük için zaman gerekirmiş. Şimdi bile kime söylesem, uzak uzak bakıyor. Yalnızlık böyle saçaklanıyormuş… Önce insana inanıyor insan. Sonra harflere, seslere, renklere. Akşamlar herkesi alıp götürürken sessizce büyüyor. Sabahlar bütün yatakların yaprak dökümü. Anne uzun ağlıyor. Baba tenhalar evliyası. Bahçe, ilk harfimiz, akasya hayal, kayısı sonsuz bir kader. İnsan erken öğreniyor göz yaşını. Harfler ıslanıyor. Renkler terk ediyor. Sesler çok eski bir mezar. Sonra gidip yazıyor. Şarkı söylüyor. Elini ocaklara tutuyor. Soğuduğu kim varsa ona tutunmaya çalışıyor. Hatta gülüyor. Kedere sığınıyor. Ölümü seviyor. Eşiği öpüyor. Kirpiği sonsuzluk sayıyor. Bir kadın bütün çocukları doğuruyor. Bir çocuk bütün kadınları seviyor. Birden ışıyıveriyor, yazının hapishanesi yaşamanın hapishanesinden güzeldir, büyüktür. Sarkaç ağırlaşıyor. İçinde bir yatışmaz acı. Kalkıp bir çocuğun ellerinden tutuyor. ___Şükrü Erbaş
21 notes · View notes