Tumgik
#hayatımda hiç görmediğim kadar koli
uzaklarasavrulalim · 8 months
Text
Nasıl bir gündü anlamadım
4 notes · View notes
datingwiththecity · 7 years
Photo
Tumblr media
Bugün çok büyük ihtimalle ikinci kez yakalayamayacağım bir şans geçti elime. Anlatayım…
Bir süredir astım şüphesiyle nefes darlığı çekiyorum. Bu nedenle haftanın birkaç gününü açık ve temiz havada geçirmeye çalışıyorum. Bu haftanın adresi ise Büyükada’ydı.
Sabah 08:00 vapuruyla Ada’ya geldim. Akşam üzerine kadar çalıştım. Akşam üzeri de yürüyüşe çıktım ve bir süre sonra görkemi nefes kesen Adliye Binası’yla karşılaştım.
Üç buçuk adam boyundaki demir kapısı mesai saati bittiği için kapalıydı. Ancak belli ki, hemen yanında çalılarla ve paslı demirlerle kapattıklarını sandıkları ancak orta boy bir koli boyunda boşluğa sahip kısmı görmemişlerdi.
Askerliği Ankara’da emekli bir albayın bahçesinden vişne çalarak geçiren ve merakının götürdüğü yerlerde iki kez “ışığı görmeye” yaklaşmış biri olarak elbette ki kapılar da, dikenli teller de, çalılar da beni durdurmamıştı.
Alice gibi girdiğim delikten gerçekten Harikalar Diyarı’na düştüm. İlk olarak karşıma çıkan bahçe değil, Monet’in sonbahar tablosuydu. Rengârenk yaprakların arasında saatlerce oturup, mükemmel binayı ve kulesini fotoğraflamak istedim sadece.
Tumblr media
Beyaz ahşap ve çok yıpranmış binanın yanında gül kurusu rengindeki kuleye bakıp sadece bir saniyeliğine “Keşke çıkabilsem”i geçirdim içimden. Halbuki gerçekten binanın kapısından adım atmaya razıydım.
Yan bahçeden binanın ana giriş kapısına bağlanan mermer köprüye kadar çıktım. Büyüleyiciydi… Sadece büyüleyici…
Bir adım attım, iki adım attım… “Bina sanırım terk edilmiş” derken hemen giriş katın penceresinde açık bir televizyon, biraz daha dikkatli bakınca güvenlik görevlisini gördüm.
“Lanet olsun ya, ‘Nasıl girdiniz içeri?’ deyip kovalayacak” diye geçirdim içimden. Ama yine anlamadığım bir şekilde binaya doğru çekilmeye devam ettim. “En fazla ‘Hanımefendi çıkar mısınız yassah’ der azarımı yer çıkarım” diye düşündüm. Toplamda 10 adımda geçtim köprüyü. Güvenlik görevlisi görmedi beni. Pencerelerden birinden içeri baktım, ahşap kapıyı itmeye yöneldim ki kapı kendiliğinden açıldı ve karşımdaki güvenlik görevlisi değil polisti.
Tumblr media
Tam olarak dört saniye içinde zihnimde “Hadi bakalım Gökçen açıkla şimdi” cümlesi geçerken, ağzımdan “Merhaba, içeri girebilir miyim?” cümlesi çıktı. “İçeri girebilir miyim?” mi???
Yani ortamı şöyle açıklayayım. Perili gibi görünen devasa bir köşkün önündesiniz, araziye kaçak girmişsiniz, kendi ayaklarınızla polisin kapısına kadar gitmişsiniz, hava kararmak üzere ve hâlâ tek istediğiniz fotoğraf çekmek…
Çoook uzun süredir görmediğim tatlılıkta bir polismiş meğersem karşıma çıkan. Ben nasıl enik gibi baktıysam suratına, yüzüne bir gülümseme dağıldı. “Tabii girebilirsiniz ama siz nasıl girdiniz içeri?” dedi.
Ben de “Yan bahçeden. O kapıyı da kapatsanız iyi olur. İnsanlar girebilir” dedim gülerek. (Yahu kızım üç katlı ıssız bir adliye binasının mahkeme salonu önünde bir polise ‘suçunu’ itiraf ediyon. Sussan mı accık?)
Yine tatlı tatlı sırıttı memur bey. “Cesaretinize hayran kaldım” dedi. Ben de sanırım bundan gaz almış olacağım, “Yukarıyı gezebilir miyim?” dedim. Her izin almamdan sonra geçen iki saniyelik cevap bekleme süresi bana sorgu mahkemesi gibi gelse de komiser beni bir kez daha şaşırttı. “Tabii, yalnız odalar bu kattaki gibi kilitlidir. Ama buranın en güzel manzarası tuvalettendir. Buyrun bakalım.”
Ahşap sesi senfonisiyle iki kat çıktık merdivenlerden. Bahsettiği tuvalete kadar geldik. “İlginç bir şekilde buranın en güzel manzarası tuvaletten gözüküyor” dedi yine gülerek. Yalnız az bile demiş. Bir manzara var, insan ya hacetini görmeye utanır ya da “ishal” gibi tatsız ama tuvalette uzuuun zaman geçirmenizi sağlayan hastalığa yakalanmak ister. 
Tumblr media
Bir fotoğraf çektikten sonra, bir anda şöyle dedim: Keşke kuleye çıkabilsem. Komiser, “Tabii olur, buyrun çıkalım” dediğinde boynuna atlıyordum. 360 derecelik görüş açısına sahip, yaklaşık 20 metre uzunluğundaki kuleye tırmanırken ellerim terliyordu.
Alice’in sığmak için ilaç içtiği ve ardında Harikalar Diyarı olan küçük kapı gibi bir kapı açıldı ve… Ben hayatımda böyle bir manzara görmedim. Yani çok ülke gezdim, çoğu kez nefesim kesildi. Ama çok azında heyecandan titredim. Çok azında “Fotoğraf çekmek istemiyorum. Burada kalayım ve izleyeyim n’olur” diye geçirdim içimden. (Ki deklanşörden parmağını çekmeyen biriyimdir)
Herhalde 20 dakika kadar kalıp 200 fotoğraf falan çektim. O sırada muhabbet de başladı komiserle. Yusufmuş adı. Vardiyalı çalışırmış orada. Bugünkü vardiyası da akşam 5 sabah 9’muş. Ada’da yaşıyormuş. Karşılaştığım Adalıların aksine “Muhteşem bir şey Ada’da yaşamak” diyor. (“Ada’da yaşamak mı, her an dünyanın en mükemmel çilingir sofrası manzarasına sahip bir yerde çalışmak mı?” diye geçirdim içimden) Zaten neredeyse bir yıldır düşünüyorum Ada’ya taşınmayı. Hep korkutuluyordum “Lodosu var poyrazı var. Berbat olur buralar. İşe geçemezsin, evine gelemezsin” diye. Varsın olsun be… Zaten her şey yolunda giderse 40 yıl daha bu dünyadayız. Varsın 365 günün 10’unda da işe gidemeyim, papaz olayım patronla.
Tumblr media
Beni sordu Yusuf komiser. “Gazeteciyim” diyemedim. Affet Yusuf komiser yalan söyledim. Ama ne bileyim korkmandan korktum. Hiç hoşuma gitmedi sana yalan söylemek. Yıllar oldu bıraktım yalanı… Ama seni korkutmak istemedim. Oraya haber için girdiğimi zannetmeni istemedim, sen bana bu kadar iyilik etmişken. “Güzel sanatlar öğrencisiyim” dedim. Bir gün inşallah yine karşılaşırız da açıklarım doğrusunu.
Tekrar aşağı indik üç katlı köşkten. Çıkışta “Ben geldiğim yerden dönerim” dedim pişkin pişkin. Güldü. “Olur mu kapıyı açarım senin için” dedi. Üç adam boyundaki sürgülü kapıyı açtı. “Sendeki bu azimle çok iyi yerlere gelirsin” dedi. Beş yılda geldiğim, hatta çoğunda “gelmek zorunda kaldığım” yeri düşünüp gülümsedim huzursuz. “İnşallah Yusuf komiserim” diyebildim sadece.
Teşekkür edip ayrıldık…
Yürürken düşündüm… Yusuf komiser o binayı boşaltacaklarını, yeni Adliye binasına taşınacaklarını, o binanın da restorasyona gireceğini söylemişti. Yani, az önce yaşadıklarım için asla ikinci bir şansım olmayacaktı. O binanın kapısına kadar gelsem, başka bir polis Yusuf komiser kadar anlayışlı ve güleryüzlü olamayabilirdi. İyi ki merak etmiştim, iyi ki o delikten geçmiştim, iyi ki gülümsemiştim geri dönmek yerine, iyi ki “girebilir miyim?” demiştim, iyi ki o kuleye çıktım… Yoksa asla “günbatımı” koleksiyonumun en nadide parçası oluşamayacaktı.
Bu hayata aşkım da merakım da bitmiyor. İyi ki de bitmiyor… İkisi de başıma bir dünya şey açtı bugüne kadar. Ama yüzde 90 güzellikler getirdi. Ve ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin, bu güzelliklerin en iyisi mesleğim. Özellikle şu ara çok fazla gidip gelmelerim oluyor gazeteci olmaya daha ne kadar direnebileceğim ile ilgili. Ama olmuyor be… Kendimi başka meslekte düşünemiyorum. Ben… Kendini, çocukken hayalini kurduğu mesleğin içinde bulan şanslı azınlıktanım. Amen!
**********
Bu arada otele döndüğümde biraz binanın tarihçesine baktım. Çok fazla bilgi yok. 1900’lerin başında yapılmış.. Yani nereden baksan yüz yaşın üzerinde. Bir de ilginç bir ayrıntı var. Köşk’ün ilk sahibi 1800’lerin sonuna damga vurmuş Rum asıllı banker Hazzo Pulo’ymuş. Hani şu Galatasaray Lisesi’nin çapraz karşısındaki pasaja adını veren adam. Hazzo Pulo, ülkeyi terk edince koskoca mülk, önce Hazine’ye devredilmiş, sonra Murat Pinyatoğlu’na satılmış.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1929’da Hükümet Konağı olarak kullanılmaya başlanan Köşk’ün denize kadar uzanan bahçesi, zaman içerisinde usulsüz şekilde bölünmüş. Bütün arazinin kapladığı alan 10 bin 527 metrekare.
3 notes · View notes