Tumgik
busemsisblog · 2 years
Text
Bölüm 3 ( ilk kez gördüm )
Güneşsiz lakin oldukça nemli, yağmurun tekrar bastıracağı belli olan bir havaydı. Tren çoktan yola koyulmuş, dedektif ve Myaltt'ın da bulunduğu yolcular, vagonların raylar üzerinde çıkarttığı yankı uyandıran sesi dinliyorlardı. Dedektifin yüreğine büyükbaş oturmuş gibi bir sağa bir sola dönüyor, ikinci sınıf yataklı bölümündeki yatağında, uyuyamıyordu. Aklında o mektup vardı, birde başında badigart gibi duran Mylatt da onu rahatsız ettiğinden mütevellih gözlerini pencereye dikmek zorunda hissediyordu. Mylatt tam söze girecekti ki yan bölümden, ikinci sınıf koltuklu bölüm, bir sürü insan bağırış sesleri yükseldi. Dedektif hemen ikinci bölüme merakla yürüdü. İkinci bölüme girer girmez yüzüne çarpan ter kokusu - sıkış tepiş yolculukta bu normal karşılanırdı- kendinin burjuva bölümünden çıktığını fark ettirmişti. Lakin o da biliyordu bu ağır kokulu yerin aslında en temiz kalplerin bulunduğunu... 
Tatlı minik bir burnu, kocaman gözleri ve küçük kırmızı dudaklarıyla oldukça güzel olup saçlarının da bu güzellikten nasibini aldığı belli olan oldukça çekici bir kadın çığlık atarak ağlıyordu. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş küçük burnunu çekerek elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi tatlı bir şekilde ağlıyordu. Dedektife de öyle gelmiş olacak ki gözlerini kadından alamıyordu ki onu bu romantik rüyasından uyandıran Mylatt oldu. Fransızcayı ağır bir dille konuşan Mylatt;
' Dedektif! Gözlerini ayıramadığın kadının bebeğine baksana ağzından kanlar akıyor.' dedi. Telaşına yenik düşmemek için zor duran dedektif daha çok yaklaşıp bebeği gördüğünde ilk amacı mide bulantısını önlemek olmuştu. Bebeğin ağzı, burnu kan içinde kalmıştı. Ne yapacağını bilmez şekilde orada  öylece durdu. ' Vagonda doktor yok mu?' diye bağıran kadın ' Bebeğim kalp hastası, lütfen yardım edin!' diye haykırıyordu. Bir kesim kadını sakinleştirmeye çalışırken bir kesim ise bebeği kendine getirmeye çalışıyordu.  Dedektifin midesi o kadar bulanıyordu ki ardından gelen ve ' ben doktorum ' klişesiyle bağıran adamı fark etmemişti. Adam ona çarpınca kendine gelen dedektif kenara çekildi. 
Doktor; asık suratlı, kendinden emin duruşuyla ve adeta Adolf Hitleri anımsatan bıyıklarıyla gerçekten tam bir dönem adamıydı. Doktor bebeği kucağına alıp ters çevirerek boğulmasını önledikten sonra nabzını kontrol etti. Bebekten hiç ses çıkmayışı onu endişelendirmişti. Nabzı çok yavaştı, hatta durmuş gibiydi. Bebeğe gerekeni yapıp annesine verdiğinde annesi doktorun gözlerinin içine bakarak;
 ' bebeğim nasıl?' diye sordu ağlamaklı bir sesle. ' o ölecek' Doktor tüm gattarlığını ve soğuk kanlılığını burada kullanıp bu cevabı vermişti. Bunu duyan kadın sinir krizi ardından gelen baygınlığın eşiğinde iken dedektif kolundan tutup onu kendi bölümüne getirip yatağına yatırdı. Kendisi kadının koltuğuna gitti. Önlerinde daha günlerce sürecek bir yol vardı ve bu yolculuğun hiç tekin geçmeyeceği daha ilk günden besbelliydi... 
1 note · View note
busemsisblog · 2 years
Text
Bölüm 2 (mektup )
" İyiliği ve kötülüğü seçebilir kişi, ama yine de özgür değildir çünkü onun önüne seçenek sunulmuştur. Kişi sadece seçeneklerden birini seçme konusunda özgürdür. Adam Fawer şu sözlerinde bu durumu çok iyi özetlemiştir ' Yaşamınızın kontrolü sizde değil! Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz. Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz. Bu kitabı kapatabilirsiniz. O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz. Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz. Ne isterseniz yapabilirsiniz. Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz. Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar. Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın. Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.' Yani kişi aslında önüne sunulanın bilinçaltına işlediği etkiye göre özgürdür. Ama herkese göre öyle değildir tabii. Anthony Burgess ise Otomatik Portakal isimli kitabındaki papazın söylediği sözler şunlardır: iyilik içten gelir.. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar..' Biz insanlar bir özelliğin olmadığı yere onun zıttı anlamını yükleriz. Örneğin aslında karanlık yoktur, biz ışığın olmadığı yere karanlık adını veririz. O zaman kötülük de iyiliğin olmadığı yerdir diyebilir miyiz? Haliyle iyilik de merkez kavram oluyor. İyilik merkez ise her insanın içinde bulunmalıdır. Herkesin içinde bulunup çoğu kişinin ortaya çıkartmadığı bu iyiliğe baskın gelen kötülük ondan daha cezbedici olduğu için mi kazanır hep? Peki ya kişiye seçim şansı tanılmazsa? O zaman da kişi benliğini yitirir çünkü her ne kadar kötülüğü veya iyiliği seçmiş olsa bile bir şeyi seçtiği için özgürlük duygusu bünyede bulunur ve bilincini topluma göre doğru veya yanlış yolda kullanmak kişiye kalır, bu da onun kişiliğini oluşturur. Bu sebeple Bay Nicole bu mektubu size yazdım. " 
Mektubu yüksek sesle okuyan dedektif ve Mylatt birbirine bakar pozüsyonda kalakaldılar. Bahsettiği konuları oldukça anlaşılır bir üslupla kaleme almıştı fakat bunu dedektife yazarak ne ima etmeye çalışmıştı? Mektubu katlayıp cebine yerleştiren dedektif koltuğuna yerleşti. Uzunca soluk alıp bir süre nefesini tutarak kendini sakinleştirmeye çalıştı.
2 notes · View notes
busemsisblog · 2 years
Text
Bölüm 2 (mektup )
" İyiliği ve kötülüğü seçebilir kişi, ama yine de özgür değildir çünkü onun önüne seçenek sunulmuştur. Kişi sadece seçeneklerden birini seçme konusunda özgürdür. Adam Fawer şu sözlerinde bu durumu çok iyi özetlemiştir ' Yaşamınızın kontrolü sizde değil! Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz. Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz. Bu kitabı kapatabilirsiniz. O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz. Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz. Ne isterseniz yapabilirsiniz. Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz. Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar. Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın. Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.' Yani kişi aslında önüne sunulanın bilinçaltına işlediği etkiye göre özgürdür. Ama herkese göre öyle değildir tabii. Anthony Burgess ise Otomatik Portakal isimli kitabındaki papazın söylediği sözler şunlardır: iyilik içten gelir.. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar..' Biz insanlar bir özelliğin olmadığı yere onun zıttı anlamını yükleriz. Örneğin aslında karanlık yoktur, biz ışığın olmadığı yere karanlık adını veririz. O zaman kötülük de iyiliğin olmadığı yerdir diyebilir miyiz? Haliyle iyilik de merkez kavram oluyor. İyilik merkez ise her insanın içinde bulunmalıdır. Herkesin içinde bulunup çoğu kişinin ortaya çıkartmadığı bu iyiliğe baskın gelen kötülük ondan daha cezbedici olduğu için mi kazanır hep? Peki ya kişiye seçim şansı tanılmazsa? O zaman da kişi benliğini yitirir çünkü her ne kadar kötülüğü veya iyiliği seçmiş olsa bile bir şeyi seçtiği için özgürlük duygusu bünyede bulunur ve bilincini topluma göre doğru veya yanlış yolda kullanmak kişiye kalır, bu da onun kişiliğini oluşturur. Bu sebeple Bay Nicole bu mektubu size yazdım. " 
Mektubu yüksek sesle okuyan dedektif ve Mylatt birbirine bakar pozüsyonda kalakaldılar. Bahsettiği konuları oldukça anlaşılır bir üslupla kaleme almıştı fakat bunu dedektife yazarak ne ima etmeye çalışmıştı? Mektubu katlayıp cebine yerleştiren dedektif koltuğuna yerleşti. Uzunca soluk alıp bir süre nefesini tutarak kendini sakinleştirmeye çalıştı.
3 notes · View notes
busemsisblog · 2 years
Text
Bölüm 1 ( lanetin habercisi )
Geminin önündeki dedektif; yolcuların ıslak, terk edilmiş gibi duran gri rıhtımından omuzlar dik bel kambur şekilde yürüyüşlerini seyretti. Sağanak halinde yağan yağmurun denizin tuzlu suları üstünde sergilediği yumuşak görüntüye kıyasla, hiddetli çarpan sesi dedektifin yüreğindeki endişeyi her dakika daha da arttırıyordu. Habersiz gelen yağmurla sırılsıklam olmuş insanların uzun adımları, kenarlardan uçuşan pardösüleriyle havada parlayan mavi boncuk misali su damlaları sadece onun değil herkesin nabzını yükseltiyordu. Bu güzelliği evden oturup izleseler çok seveceklerdi fakat kendileri ıslanınca hiç hoş olmadığını düşünürken dediktifin aklına George Santayananın ' Doğadaki her şey ideal özünde lirik; kaderinde trajik ve varoluşunda komiktir' sözü gelmişti. 'O kadar doğru ki' diye geçirdi içinden. Rüzgar 10 saniye kadar yavaşladı, yavaşlığı fırsat bilip demin koşamayanlar koşuşturmaya başladı. Uzun pardösülü saçları ıslak olmasına rağmen gayet güzel duran hoş görünümlü bir adam yaklaştı. ' Merhaba! Siz dedektif olmalısınız.' Fransızcayı itici ve Fransız olduğunu vurgulamaya çalışlan bir dille konuşmuştu. Kısa bir süre onu süzdükten sonra konuştu: ' Siz de Bay Mylatt olmalısınız' Başıyla onaylayan genç, kibar, lakin soğuk görünümlü adam eliyle dedektifi buyur etti. Gemiye binen uzun boylu genç adamla, en az onun kadar hoş dedektif geminin garaj kısmına doğru adımladılar. Sıra sıra dizilmiş renkleri ahenke zıtlık oluşturan arabalardan kırmızı Ferrari'ye yaklaşınca Bay Mylatt arabanın camına birkaç kez tıkladı. Kapı açıldı ve gözlüklü, deri botları sert zeminde yankı uyandıran genç bir kadın çıktı. Sarı ve dalgalı saçlarının çekiciliğinden mahrum soğuk ve biçimsiz yüzü ona ayrı bir gizem katıyordu. Ceketinin iç cebinden çıkarttığı gri zarfı dedektife uzattı. ' Ölmeden önce sizin için yazmış ' Sesi bir İngiliz aksanındaydı, yumuşak ve mütevazi. Dedektifin zarfı almasıyla birlikte başını arabadan içeri geçirip arabaya yerleşerek kapıyı sertçe çarptı. Dedektife dönen Mylatt önüne geçerek dışarı yürürken dedektif de onu takip etti. Yağmur durmuştu, heryerin ıslak oluşundan mütevvellih tren garına erken gitme kararı almışlardı. Soğuk yüzlü Mylatt dedektifin bavulunu taşımak istese de dedektif buna müsaade etmemişti. Tren garına yaklaşık yarım saat erken giderek uzunca yapılacak yolculuğun mekanına - ikinci sınıf yataklı vagonların bulunduğu bölüm- gelmişlerdi. Dedektif bavulunu yerleştirip, cebindeki zarfı çıkarttı.
3 notes · View notes