Tumgik
karapropaganda · 2 months
Text
Mare Nostrum
En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
Can YÜCEL
0 notes
karapropaganda · 2 years
Text
Lili Marlen Türküsü
Akşam olur mektuplar hasretlik söyler Zagrep radyosunda Lili Marlen türküsü Siperden sipere ateş tokuşturanlar Karanlıkta dem çeken ishak kuşu
Bu civarlarda benim bir cennet mekanım olacak Aslan sıfatlı Johnny hisar boylu silahşör Arkasında Mısır El Kahire Ehramlar, cana can katan Nil, cüzamlı dilenci, trahomlu insan Sağında mavi gözlü dilber Akdeniz Solunda çöl ve balta girmemiş orman
Biz dünyalılar yemin içtik, imanımız var Hürriyet için hürriyet aşkına Savulacak dönem, savulacak düşman Dehrin cefasını çektik, sefasını süreceğiz
Biz Sudanlılar kıbleye karşı namaza duranlar Aragon’dan bıçak gibi çekilmiş yedi misra Sidney’den bir muhalif ruzgar
Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zagrep radyosunda Lili Marlen türküsü
Dost ağlar karanfilim dost ağlar Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz Ve biz gene yıldızlara bakarız Ve yine yıldızlar bize bakar
Duadır güneş baht olasın civan oğlum Hürriyet için dipçik tutan el dert görmesin
Atilla İlhan
1 note · View note
karapropaganda · 4 years
Text
Fazıl Say (Genco Erkal) - Ben İçeri Düştüğümden Beri, Nazım Hikmet Oratoryosu
youtube
3 notes · View notes
karapropaganda · 4 years
Text
Yavaş Yavaş Ölürler
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
İzzeti nefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
İstemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler…
Pablo Neruda
37 notes · View notes
karapropaganda · 5 years
Video
youtube
Nâzım Hikmet - Severmişim Meğer
1 note · View note
karapropaganda · 6 years
Quote
"Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!"
Friedrich Wilhelm Nietzsche
0 notes
karapropaganda · 6 years
Quote
Ey zavallı milletim dinle! Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz.
Oğuz Atay, “Oyunlarla Yaşayanlar”, 1975
0 notes
karapropaganda · 6 years
Quote
Korku beyni felce uğratır. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler. Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. Korku dindir. Cesaret bilim.
Robert Ingersoll
0 notes
karapropaganda · 6 years
Text
Üç Dil
En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin En azından üç dil Birisi ana dilin Elin ayağın kadar senin Ana sütü gibi tatlı Ana sütü gibi bedava Nenniler, masallar, küfürler de caba Ötekiler yedi kat yabancı Her kelime arslan ağzında Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla Kök sökercesine söküp çıkartacaksın Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek Her kelimede bir kat daha artacaksın En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Canımın içi demesini Kırmızı gülün alı var demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Atın ölümü arpadan olsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi Rezilliğin dik alası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Mernus Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun. B. R. Eyuboğlu
0 notes
karapropaganda · 6 years
Text
Kuzgun
Vaktiyle bir kasvetli gece, kafa yorarken zayıf ve bitkin halde, İlginç ve tuhaf unutulmuş eski ilimlerden bir sürü cilt üstüne, Kafam devrilirken, uykuya dalar gibi, bir tıklatma işittim birden, Sanki biri hafifçe vurmuştu, oda kapıma vurulmuştu. “Misafirdir” diye mırıldandım, “oda kapıma bu tıklatan – Budur olsa olsa, dahası yok.”
Evet, açık seçik hatırlıyorum tatsız Aralık ayıydı, Ve ayrı ayrı ölen her köz yoğurmuştu yerde kendi hayaletini. Hevesle istedim sabah olmasını; – bulmaya uğraşmam boşunaydı Kitaplarımdan durdurmayı acısını – kaybolmuş Lenore’un acısını – Melekler vermiştir ender ve ışıklı kadına ismini Lenore – İsimsiz kalır burada daha hep.
Ve ipekten üzgün belirsiz hışırtısı her bir mor perdenin Titretti beni – doldurdu beni işitilmemiş düşsel dehşetlerle; Öyle ki o an, kalp atışımı yatıştırmak için, durup tekrarladım “Misafirdir bu oda kapımda girmekte üsteleyen – “Geç saatte misafirdir oda kapımda girmekte üsteleyen; – Budur ancak, dahası yok,”
Güç geldi çabucak canıma; sonra hiç duraksamadan artık, “Bayım,” dedim, “ya da Hanımefendi, cidden merhametinize sığınırım; Ama ben doğrusu uyukluyordum, ve yani siz gelip hafifçe vurdunuz, Ve yani siz gelip biraz tıklattınız, oda kapımı öyle tıklattınız ki, Sizi işittiğime emin olmakta zorlandım” – o an kapıyı genişçe açtım; – Karanlık vardı, dahası yok.
O derin karanlığa gözümü dikip uzunca durdum orada merakla, korkuyla, Kuşkuyla, kurduğum hayalleri hiçbir ölümlü cüret etmemiştir kurmaya; Ama suskunluk hiç kesilmedi, ve o karanlık hiçbir renk vermedi, Ve orada konuşulan tek söz fısıldanan bir bu sözdü, “Lenore!” Bunu fısıldadım, ve yankısı mırıldadı sözü gene, “Lenore!” Bu kadar, dahası yok.
Odaya geri dönmek üzereydim, içimde hep canım yanarak, Hemen gene işittim öncekinden daha güçlü bir tıklatma sesini. “Eminim,” dedim, “pencere tahtalarında bir şey var eminim; Göreyim o halde, neymiş oradaki, araştırayım bu gizemi – Yatışsın kalbim bir süreliğine ve araştırsın bu gizemi; – Rüzgardır, dahası yok!”
Kepengi çekip açtığım o anda, fırlayıp çırpınışlarla, Oraya konuverdi geçmiş aziz günlerden müthiş bir kuzgun. Hiç hürmet göstermedi; bir saniye bile durmadan yerinde; Bir hakim ya da hakime edasıyla tünedi oda kapımın tepesinde – Bir Pallas büstü üstüne tünedi oda kapımın hemen tepesinde – Tünedi, ve oturdu, dahası yok.
Sonra bu kapkara kuş üzgün kuruntumu çelip güldürürken, Taşıdığı çehrenin verdiği vakur ve amansız davranışıyla, “Başın böyle kırpılmış da olsa, sen,” dedim, “hiç korkak değilsin eminim. Gecenin sahilinde dolaşıp gelen korkunç nemrut ve yaşlı kuzgun – Söyle bana nedir senin soylu ismin bu Gecenin Plütoncu sahilinde!” Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
Çok şaşırdım çirkin kuşcağızdan işittiğim bu yalın hitaptan, Gerçi pek az anlam – pek az alaka vardı cevabında; Zira şunda hemfikir olmadan edemeyiz ki yaşayan hiçbir insana Bahşedilmemiştir kuş görmek oda kapısının tepesinde – Kuş yahut hayvan yontma büstte oda kapısının tepesinde Böyle bir isimde: “Asla bir daha.”
Fakat kuzgunun tek başına otururken o büstün üstünde, söylendiği, Bir tek o kelimeydi, o tek kelimede sanki kendi canını ortaya döker gibi. Daha sonra hiçbir şey söylemedi – tek bir tüyünü bile çırpmadı – Ben homurdanmaya başlayıncaya dek: “Başka dostlar da uçtu önceden – Sabah terk eder beni, umutlarım aynı böyle uçtu önceden.” Sonra kuş söylendi, “Asla bir daha.”
Ürktüm durguyu keserek bu kadar yerinde söylenen bu cevapla, “Kuşkusuz,” dedim, “söylediği bu şey onun envanterinden gelmiştir, Bunu kaptığı mutsuz sahibi koşmuştur merhametsiz bir felaketin Peşinden giderek süratlenerek şarkıları tek yükle yüklenene dek – Umudunun ağıtları melankoli yüküyle yüklenene dek İşte böyle, “Asla, asla bir daha.”
Fakat kuzgun yine üzgün canımı hep çelip güldürürken, Derhal yastıklı bir koltuğu sürdüm karşısına kuş ve büst ve kapının; Sonra, kadifeye basılmasıyla, kendimi verdim bağ kurmaya Kuruntu üstüne kuruntuyla düşünerek bu uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne – Bu suratsız, çirkin, korkunç, cılız ve uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne Kastettiğini böyle gaklarken, “Asla bir daha.”
Oturup bunun tahminiyle meşgul oldum, ama hiç ses çıkarmadan O an yakıcı gözlerini bağrımın ortasına doğru dikmiş bu kuşcağıza; Bu ve dahasını oturup sezindim, başımı rahatça yaslamışken Yastığın kadife dikişine sırıttı lambanın ışığı o kadına, Fakat sırıttı kadife mor dikiş ve lambanın ışığı o kadına, Bastırmayacak, of, asla bir daha!
Sonra, düşündüklerim, hava yoğunlaştı, buharlaştı görülmez tütsüleri Sallıyordu Seraphlar püsküllü zeminde çınlarken ayak vuruşları. “Zavallı,” diye bağırdım, “Tanrının sana verdiği – bu meleklerle gönderdiği Mühlet – mühlet ve ilaçtır alsın diye Lenore’la hatıranı! İç, of bu iyi ilacı iç, ve unut o kaybolmuş Lenore’u!” Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
“Peygamber!” dedim, “kötüsün! – ama peygambersin, kuş yahut şeytan! – Ayartılıp gönderilmişsen de, rüzgar seni fırlatıp atmışsa da sahile, Issız da olsan gözüpeksin, büyülenmiş bu çöl diyarında – Dehşetin dadandığı bu evde – söyle bana cidden, rica ederim – Var mı – var mı güzel koku Gilead’da – söyle bana – söyle, rica ederim!” Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
“Peygamber!” dedim, “kötüsün! – ama peygambersin, kuş yahut şeytan! – Tepemize bükülmüş Cennet Gök adına – ikimizin de taptığı Tanrı adına – Acıyla yüklenmiş bu cana söyle, uzaklardaki Aidenn’de, Sarılır mı aziz bir kadın melekler vermiş ismini Lenore – Sarılır mı ender ve ışıklı kadın, melekler vermiş ismini Lenore?” Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
“Bu söz ayrılmamıza işaret olsun, kuş yahut iblis!” diye bağırdım küstahça – “Git geri dön seni fırlatan rüzgara ve Gecenin Plütoncu sahiline! Canınla söylendiğin o yalanın renginde kara tüylerinden hiç kalmasın! Bırak kesme yalnızlığımı! – kapımın tepesindeki büstü terk et! Al gaganı saplandığı kalbimden, ve vücudunu çekip al kapımdan!” Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
Ve kuzgun, asla kalkışmayarak, hâlâ oturur, hâlâ oturur Solgun Pallas büstü üstünde oda kapımın hemen tepesinde; Ve gözleri hayal kurmaktaki bir iblise benzer tamamen, Ve üzerindeki lambanın ışığı onun gölgesini yere düşürür; Ve benim canım yerde yatıp süzülen o gölgenin dışına Çıkmaz – asla bir daha!
                                                                              Edgar Allan Poe
0 notes
karapropaganda · 6 years
Text
İthaka
ithaka'ya doğru yola çıktığın zaman, dile ki uzun sürsün yolculuğun, serüven dolu, bilgi dolu olsun. ne lestrigonlardan kork, ne kikloplardan, ne de öfkeli poseidon'dan. bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına, düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu ince bir heyecan sarmışsa eğer. ne lestrigonlara rastlarsın, ne kikloplara, ne azgın poseidon'a, onları sen kendi ruhunda taşımadıkça, kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.
dile ki uzun sürsün yolun. nice yaz sabahları olsun, eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin! durup fenike'nin çarşılarında eşi benzeri olmayan mallar al, sedefle mercan, abanozla kehribar, ve her türlü başdöndürücü kokular; bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar; nice mısır şehirlerine uğra, ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.
hiç aklından çıkarma ithaka'yı. oraya varmak senin başlıca yazgın. ama yolculuğu tez bitirmeye de kalkma sakın. varsın yıllarca sürsün, daha iyi; sonunda kocamış biri olarak demir at adana, yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, ithaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.
sana bu güzel yolculuğu verdi ithaka. o olmasa, yola hiç çıkmayacaktın. ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.
onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini. geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki, artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini ithakaların.
                                                     Konstantinos Kavafis
0 notes
karapropaganda · 6 years
Quote
Alçakgönüllü olun, çünkü dünyadaki en kötü şey sizinle aynı malzemeden; kendinize güvenin çünkü yıldızlar da sizinle aynı malzemeden.
Nikolaj Velimirović
0 notes
karapropaganda · 6 years
Text
Kadeh
Burası dalyan kahvesi Ortalık süt mavisi Apostol bu ne biçim meyhane Tabağımda bir bulut Kadehimde gökyüzü 
                             Oktay Rifat
2 notes · View notes
karapropaganda · 6 years
Photo
Tumblr media
Prometheus
karart göklerini Zeus, duman duman bulutlarla; diken başlarını yolan çocuk gibi de oyna meşelerin, dağların doruklarıyla. ama benim dünyama dokunamazsın, ne senin yapmadığın kulübeme ne de ateşini kıskandığın ocağıma.
şu evrende siz tanrılardan daha zavallısı var mı bilmem: kurban vergileri dua üfürükleriyle beslenir haşmetli varlığınız zar zor. size umut bağlayan budalalar, çocuklar, dilenciler olmasa yok olur giderdiniz çoktan.
ben de bir çocukken ne yapacağımı bilmez olunca çevirirdim güneşe doğru görmediğini gören gözlerimi; yakarışımı dinleyecek bir kulak varmış gibi yukarda; varmış gibi derdimle dertlenecek benimkine benzer bir yürek yukarda.
azgın devlere karşı kim yardım etti bana? kim kurtardı beni ölümden, kim kurtardı kölelikten? şu benim yüreğim değil mi, kutsal bir ateşle yanan yüreğim, her işi başarmış olan? o değil mi coşup taşarak, yukarda uyuyanı aldatarak başımı beladan kurtaran?
benim seni kutlamam mı gerek? niçin? hiç derdine derman oldun mu sen derdine derman bulamayanın? gözyaşını sildin mi hiç başı darda olanların? kim adam etti beni? güçlüler güçlüsü zaman ve önü sonu gelmeyen kader, değil mi? onlar değil mi senin de benim de efendilerimiz..?
sen yoksa beni yaşamaktan bıkar mı sandın? kaçak çöllere giderim mi sandın açmıyor diye bütün düş tomurcukları? bak işte, yerli yerimdeyim; insanlar yetiştiriyorum bana benzer; bütün bir kuşak benim gibi, acılara katlanacak, ağlayacak, gülecek, sevinecek, ve aldırış etmeyecek sana benim gibi!
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu
Johann Wolfgang von Goethe
0 notes