Tumgik
sitareblog · 9 months
Text
Tumblr media
Gittin…
Ruh iklimimiz tüm baharlarını yitirdi…
12.07.2023🥀
20 notes · View notes
sitareblog · 10 months
Text
Tumblr media
“Kimse olduğu yerden memnun değil. Beyhude tükenen ömründen, hayalleri ile arasındaki mesafeden, tekrar ve tekrar yıkılan ümitlerinden memnun değil kimse. Ama belki de bu dünya, memnun olma dünyası değildir. Bin türlü sefahat içinde olsan bile, yine de kalbine bir kıymık batacak.”
/Cihan Çetinkaya
41 notes · View notes
sitareblog · 11 months
Text
Tumblr media
“Serin bir rüyanın hatırınadır, çektiğim dünya ağrısı.
Bir hayalden geldim ben,
Bir hayal verdim sana,
Mavi-yeşil bir hatıra:işte dünya
Ruhum! ovada sert es, yamaçta sus, ırmakta ağla.
İşte dünya kapısı, işte dünya kederi
İster dağının gölgesinde dur, ister
İncirin neşesine vur
Ağrı kendini ve tamamla.”
//Birhan Keskin
15 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
youtube
Tuğba Akbey İnan hanımefendi bir konuşmasında; yönetici, doktor ve doğal tıp tedavisi uygulayan üç kişiden bahsetmişti.
Yöneticinin hasta bir kızı var. Doğal tıpla ilgilenen kişiden hastalığının iyileşmesi için dua talebinde bulunuyor. Diğer doktor buna hiddetle karşı çıkıyor. Duayla iyileştirebilme fikirlerini küçümsüyor bunun üzerine doğal tıpla ilgilenen kişi kendilerini küçümseyen doktora hakaret etmeye başlıyor. Bu esnada doktorun yüzü kıpkırmızı oluyor. Sonrasında, hakaret eden kişi diyor ki: “Hocam bunu bilerek yaptım. Ben gibi bir faninin cümleleri bile size ne kadar tesir etti. Kan akışınızı değiştirdi. Yüzünüzün rengini etkiledi.
Allah’ın cümlelerinin tesir etmeyeceğini nerden biliyorsun?”
*
Hakikatten de düşünelesi…
Tek bir ayetin her gönül telinde binler oluşu da.. envai çeşit tınıda akması… Ilık bir rüzgar esintisi olup içimizde dalgalanması da…
14 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
Tumblr media
"Cismim içre candır, Fatıma." dermiş.
Öyle bir can ki, risalet evinin babasına en çok benzeyen çiçeği.
"Babasının annesi" dediği can parçası... Hz Hüseyin ve hz. Hasan'ın cennet kadınlarının sultanı olan anaları.. İlmin kapısı Hz. Ali'nin biricik zevcesi..
Ne bahtiyar saymıştır kendini, topuklarının değdiği kum taneleri.. Kendinden geçmiştir, dokunduğu hurma yastık, solgun abadan örtü..
Kimbilir keç kere saçlarını okşayıp öperken Fatıma'nın, cennet kokusunu ciğerlerine doldurdu efendimiz.(s. a.v) Fatıma Zehra'nın narin kolları kimbilir kaçkere dolandı babacığının mübarek boynuna. O gülün bağrından filizlenen tomurcuk, nasıl ayrıklaşabilir, nasıl bu vuslati muhabbet firaklaşabilirdi?
Değil miydi o yüzden Fatıma annemiz yeni bir yuva kurunca "Keşke daha yakın olsalardı" deyip evleri birbirine yaklaştırması fakat yine mutmain olmayıp Fatıma'nın duvarına bakan hanesine, bir pencere açtırması... 🌸
İşte biz böyle eşsiz bir merhamet ve sonsuz şefkat abidesi gönlünün eşiğine varıp dikilmişiz ya Resulullah! Sen bizi de canlar cananı kızının başını alıp mübarek göğsüne yasladığın gibi bas, rahmet pınarı bağrına. Virane ruhumuzu bir baba edasıyla kucakla. Yaklaştırdıkça yaklaştır, incinmiş gönlümüzü muhabbet umanına...
Bir kere...
Biz milyonkere haketmesekte..
Kadir gecesi hürmetine..
30 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
Tumblr media
// "Mescid-i Aksa hepimizin şiiridir..."
67 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
Rasûl-i Ekrem Efendimiz ﷺ buyurmuşlar; “Fatıma kalbimin sürûrudur”
(Sürûr: Sevinç)
Tumblr media
51 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
Tumblr media
Öyle bir ramazan olsa..
Mahzun ve yorgun; mağfiret ve rahmet dilenen gönlümüze şifa.. Tevbe yamalı içremize deva.. Günah kirlerine bulanmış yanlarımızı yumşak zemzem sularına batırsa... Tüm muştularını göğüs boşluğumuza doldursa..
Hz. Fatıma'nın, Aişe(r.a) ve Hatice(r.a) annemizin ahlakı serpilse ahlak mayamıza...
Sonra her şeye yeniden başlayabilsek..
Kendini gönlümüze bir nur gibi Muhammed Mustafa muhabbetini bir gül gibi taksa da sonsuz kere koklayabilsek..
Öyle bir ramazan olsa..
29 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
youtube
Antakya'da köprü tarafındaki asi nehri muhitinin akşam vakitleri mavi ışık süzmelerinin arasında hoş ve lahuti görüntüsünün (Bilen bilir:) insana iyi gelen bir yanı vardır. Kıyı taraflarını da beton yapaylığının eline bırakmak yerine tahta parçalarla döşemiş olmaları ayrı hoşluk.. . Alelacele bir işiniz yoksa, keyfiniz yerindeyse, bir de hafif bir rüzgar yüzünüze değmişse, oh ne iyi...
İşte o akşamların birinde sanıyorum kırklı yaşlarda bir hanımefendi... Yahut elli... Bir elinde uçan balon diğer elinde, sevdiceğinin eli. Dudağı yarım tebessümlü, utangaç bir edayla yürüyor... Az sonra gözgöze geliyoruz, gayrı ihtiyarı gülümsüyorum. O da bana. Bu biraz, hiç tanışıklığın olmadığı bir insanın mutluluğunu paylaşmak oluyor. Biraz da, bir "Ezginin günlüğü" şarkısı... Nasıldı o?
"Şu giden gemi benim olsun olsun
Yakarım yangınım olsun olsun
Yedi cihan gülsün halime Yeter yanımda olsun
Duydum birini vurmuş firari
Sacların kan kırmızı
Dışarda kış beyazı kar sesi ayrılık ayazı
Hayat bir denizmiş kirlenir
Benim kalbim çok temiz
Nasıl gecerse gecsin gündüzüm
Mutlu bitsin gecemiz.."
12 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
Tumblr media
Onunla tanışıklığım  kaynaştırma öğrencilerine dair menfi birtakım inançlarım olduğu vakitlere tevafuk ediyor... Örgülü saçları ve hevesli gözleri altında kaynaştırma olduğunu ilkin bir sezemiyorum. Zihinsel engelli olduğunu, sonradan öğreniyorum. Annesi kabullenememiş olacak ki, babaannesi ilgileniyor ekseriyetle. Bundan sebep belki bana "anne" diye hitap ediyor. O vakte değin o anne sesi kadar gönülhanemde yer eden, çiçekler açtıran başka bir ses tanımıyorum. Sınıfta bir şey yaptığında defeatle sesleniyor. Dönüyorum, bir şeyler söylüyorum. Sonra yine aynı hadise.. Defeatle sesleniyor. Defeatle dönüyorum.
Fakat menbaı dert olan bu dünya hayatında her zaman sınıfa dipdiri girmek mümkün olmuyor... Bu kez solgun ve elemli bir çehreyle geliyorum. Gönül burukluğumu nasıl hissediyor, bilemiyorum. Bu kez, mütemadiyen "bak" diye koluma vurmuyor. Usanasıya seslenmiyor. Elinde sımsıkı tutuğu pembe gülü uzatıyor.  Tebessüm ettiğimi hatırlıyorum. Hüznümün dağıldığını... Sevgisinin bir boşlukta tüm hücre çeperlerime sızdığını...
Demek her yaraya sevgi, merhemden evvel tesir ediyor. Ondan öğreniyorum. Her içinden geldiğinde, vakitli vakitsiz sımsıkı sarılmayı ve  hemhal olmayı... O halde, kalbi tam olanı eksik diye tanımlayan lügatlar pekala yanılıyor. Ben yanılıyorum.
"Aşk imiş her ne var Âlem’de,
İlim bir kîl ü kâl imiş."
Diyen şair, haklı çıkıyor...
23 notes · View notes
sitareblog · 1 year
Text
youtube
Bugünlerde en çok neyi istiyorum biliyor musunuz? Anacığımın dizlerine başımı koymuş iken, gövdemi kıvırıp minderin bir kenarına ilişmeyi... Çocukluğumdaki soba sesini... Köydeki ıhlamur kokan evimizi... En çok o günlere gidebilsem... Sonra ben yorgunum demesem, anacığım da neyin var? Diye sormasa... Ben dizine iyiden iyiye yerleşsem, yüksek sesle okuduğum;
"Öyle yoruldum ki, yoruldum dünyayı tanımaktan. Çok yoruldu saçlarım gençlik uykularımda."
mısraını duymasa... Gözümden birkaç damla usulca kaysa... Anamın elleri uzansa, şakağıma... İhlas okusa, felak ve nas bana... "Ve Allah şah damarından yakın sana.. " Üflese.. İyleşse... Yorulan, dağılan, güçsüzleşen yanlarım da..
İçimden desem; anne,
"Zaman neden zulmeder insana,
yol neden zahmetli?"
*
Bakışsak, sussak...
17 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Text
Tumblr media
|Sezgin Kaymaz, Bakale
Kitabının öyküsü;
"Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, "Bakale ne demek"
Anlattı.
“Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış, öyle dedi dedem."
...
35 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Text
youtube
|Ekim 2019, Kırşehir
Gecenin bir vakti, hücre çeperlerinize dağılan bir yorgunlukla başınızı yastığa götürürken ruhunuzu kederleyen derdinizin, cılız kalp gürültünüze eşlik etmesi ne zordur. Tökezleyip durması belki daha efdalmiş gibi gelir. Bir de üstüne Şükrü Erbaş'ın "Benim en güzel düşlerim içimde kaldı." şiir cümlesini daha anlamlı kılacak hadiselere muhatap kılınmışsanız... Dizleriniz göğsünüze doğru kıvrılıp kalmış iken zihninizin içinde "Neden?" sorusu çalkalanıp duruyorsa, bu "Neden?" sorusu öyle ritmik bir şekilde dalgalanır ki.. Acının, o melun sancının, en son da kendi varoluşunuzun sebebini sorgulatır defeatle...
Bundan olsa gerek Viktor Emil Frakl, İnsanın anlam arayışı kitabında diyor; "Eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa, acı da da bir anlam olmalıdır. Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın insan yaşamı tamamlanmış olmaz." Hayati İnanç hoca da manayı uhreviyete istinad eden bir şairin şiir şerhinde şöyle diyor:
" insanın bütün bu gözyaşının esbabı mucibesi farkında olsun ya da olmasın elest bezmindeki ayrılıktır. "
Hülasa,
" İnsan buralı değil, uzun bir yolculukta bir ağaç gölgesinde birkaç nefeslik eğleşmesi ne ise dünya hayatı da oncağızdan ibaret. Dünyanın cümle dertleri görülürken bitmeyecek zannedilen anlık bir düş gibi ve rüyasında kurşun yedi diye uyanınca ölmüyor hiçkimse. " derken ne güzel ifade ediyor. Serdar ağabey de.
Bundan gayrı da ne dene ki... Fazla söz lisanen kabahattir.
13 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Text
Tumblr media
"Sitâre,
bir yanlış zaman inkılâbı.
ne elleri kınalı ne başı bağlı,
bir düğüm sitare.
ama kör değil,
tam da boğazda...
sitâre yardımcı fiil,
başına viran gelmiş,
dert çıkarmış pazara.
vurgunu alan gelmiş,
19 unda sitâre tam 100 yıldır.
âh ki sitâre balkon efkârı...
uzaklara bakmanın el kitabı.."
...
16 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Text
youtube
Daha evvel hiç böyle mahremi bir soru işitmemiştim.
-Hiç Allah'a sarılmak istedin mi, Sitare?
Diyordu.
Bilmem ne kadar süre öylece kalakaldım.
Kim istemez ki saç uçlarından ayak tırnağına değin ilahi bir sarılma hissiyatı ile kuşansın.. Zerresi, hücresi, ruhunun her bir perdesi; huzura, muhabbete, rahmete aralansın..
Hele bir de Hatay'ın hiçbir sokağına, kıvrılan yollarına, uzayıp giden akşamlarına ait hissedemiyorsam...
Yeniden, yeniden güçlü kalmak için kendimi teskin edemiyorsam..
Göğsüme yığılanlar, gözümden süzülüyorsa...
*
Ki Sadettin Ökten Hoca'ya göre öyle de oluyor belki... (Aklımda kaldığı kadarıyla)
"Şükürsüzüs çünkü; gaybın bizdeki dokunuşlarını hissedemiyoruz." diyordu. "Mesela biriyle karşılaşırsınız o kişi size tebessüm eder. Bir anda gönlünüz aydınlanır. İçiniz ferahlar. Cenab-ı Allah lutfunu araya vesileler tayin ederek verir."
...
🌿
17 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Note
Sanki yıllardır sizi aramış durmuşum Sevgili Sitare ,
Oturup sizinle sohbet ettim . Yazdıklarınızı okumasam gelip kalbime baktınız zannederdim . Ne naif .ne içten ...
Kalbinizin mumunu hiç uyutmayın lütfen .Yazın lütfen daha çok yazın .
Bir hemcinsiniz olarak sizinle gurur duyuyorum .Beni umutlandırıyorsunuz . Güzel insan olmak için çabalayan herkes beni çok mutlu ediyor .
Canım Allah’ım sizin kalbinizde bulunan bahçenin güllerini soldurmasın .
İlminizi arttırsın ve o ilimle amel etmeyi nasip etsin .
Sevgiyle en çok sevgiyle 🎈🎈
Gönüldaş olmak ne güzel sizinle... Hisseden kalbinizden Allah razı olsun sevgili anonim☺️Çok hoşsunuz.. Duanıza en içten amin. Bil mukabele. Baki muhabbet... 🌿
15 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Text
"Ama sen gelseydin, dikenler bile gül kokardı efendim.(s.a.v)"
Tumblr media
88 notes · View notes